ADEN 1. BÖLÜM KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER
Herkese selamlar,Wattpad açılana kadar Aden ve G.A nın bölümleri bu blog sayfasında yayınlanacaktır.
1. KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER
Hayat dediğimiz şey kocaman bir çukurdu. İçi pislikle, hiçlikle dolmuş kocaman çukurdu. Bunu anlamak ya da bilmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Hayat sizi o çukura attığında ve siz o çukura gömüldüğünüzde bunu çoktan anlamış oluyordunuz. Şansınıza küfretmekte bir yerden sonra anlamını yitiriyordu. O çukurun içerisinde derin bir karanlığın içindeydim ancak hayatım için hâlâ mücadele veriyordum.
"Saat yine gece yarısı olmuş. Kaçtım ben." dalıp gittiğim düşüncelerimden beni koparan sınıf arkadaşım Simge'nin sesi oldu. Fazla samimi değildik ancak sınıftan takıldığım tek insandı. Fazla kalabalığı sevmiyordum.
"Ne dedin?" dedim başımı notlarımdan kaldırıp güzel yüzüne bakarak.
"Saat gecenin yarısı, haydi kalk seni de bırakayım." dedi daha demin söylediklerini tekrarlarken.
"Ben buradayım daha." dudaklarını birbirine bastırırken gözleri kol saatine kaydı. Birkaç saniye oyalandıktan sonra peki dercesine başını salladı.
Onunla tanışalı dört yıl olmuştu ve ders konusundaki tutumumdan dolayı ısrar etmeyecek kadar iyi tanımıştı beni. Simge yanımdan ayrılırken bakışlarım masanın üzerindeki kitap ve notlarıma kaydı. İçimden ana bacı sövüp defterimi sertçe kapatıp başımı üzerine yasladım. Cerrahpaşa tıp, dördüncü sınıf öğrencisiydim ve bu derse çalışırken neden tıp seçtim diye kendimi sorgulamaktan derse adapte olamıyordum.
"İyi bok yedin." dışımdan da kısık sesle küfür edince kendi sesime irkildim.
Başımı kaldırıp kimsenin kalmadığı kütüphanede gözlerimi gezdirdim. İki masa ötemde üst sınıflardan olduğunu bildiğim bir öğrenci kütüphanenin en ideal yeri olan uzun koltuklardan birine yüz üstü yatmış uyuyordu. Ah, şimdi onun yerinde olmak vardı. İç çekip omuz silktim. Uzanıp saatlerdir yüzüne bakmadığım telefonumu elime alıp saate baktığımda saat 23:58'di. Çalışma hevesim iyice kaçıp gidince keşke Simge'nin teklifini kabul etseydim dedim içimden. Eşyalarımı toplayıp çıktım kütüphaneden. Bu saatte otobüs ve minibüs bulmak zordu. Taksilere de güvenmediğim için yürümeye başladım. Allah'tan ev yakındı.
Eve geldiğimde sessiz hareketlerle önce anneme baktım. Salonda her zaman uyuyakaldığı koltuktaydı. Onu kaldırıp odasına yolladım ve kendi odama geçtim. Üstümü başımı değiştirip yorgunluktan iflas bayrağını çeken bedenimi, artık ben bir ölüyüm beni at kurtul diyen yatağıma bırakmıştım. Kerata belimi çok ağrıtsa da severdim kendisini. Uyku beni hızla kendisine çekerken uyanacağım sabahın beni nasıl bir felakete sürükleyeceğini elbette bilmiyordum.
Sabah alarm çalmadan uyandığımda yatakta sağa sola dönüp ayaklandım. Küf ve rutubet kokan banyoda hızlıca duş alıp kahvaltı hazırladım. Çaydanlığı masaya bıraktığım an annemin sesini duydum.
"Günaydın kız."
"Günaydın anne." dedim sadece.
Kahvaltımız her zaman olduğu gibi derin bir sessizlik içerisinde devam ediyordu. Bu aralar depresif dönemindeydi ve biz bu dönemlerde iki üç kelimeden fazlasını konuşmaz birbirimizi görmezden gelerek yaşardık. Normal dönemlerindeyse iş bambaşka bir boyutta olurdu.
"İlaçlarım bitti." dedi çayını yudumlarken. Sonra başını kaldırıp bana baktı.
" Bursun yattı mı?" başımı salladım.
"Anne bana ilaçların bitmeye yakın söylemen gerekiyor. Kontrol etmeme de izin vermiyorsun." dediğimde yüzünü ekşitip başını önüne eğdi. Bakışlarımı üzerinde fazla dolandırmadan masadan kalkıp odama geçtim. cüzdanımdan bursun yarısını alıp içeriye geri gittim. Parayı önüne bıraktım ve yanağından hızlıca öptüm.
"Kız öpme şöyle." diye çemkirdiğinde soluklandım.
"İlaçlarını al bugün. Akşam kontrol edeceğim." yiyemediğim iki lokma şeye bakmadan masayı ardından da mutfağı toparlayıp odama geçtim ve okul için hazırlandım.
Okula geçtiğimde peş peşe derslere girmekten beynimin yandığını hissediyor o yanık kokusunu ciğerlerime kadar hissediyordum. Sabah derslerinin sonunda uzun araya çıktığımda direkt kafeteryaya gidip soğuk kahve aldım ve her zaman oturduğum yere geçtim. Çantamdan bugün girdiğim derslerin notlarını çıkarıp karşılaştırmalar yaparak biraz konu tekrarı yaptım. Tüm aramı ders çalışarak geçirdikten sonra diğer derslere girip çıktım ve sonunda soluğu yine kütüphanede aldım.
"Selam." diyerek karşıma oturdu Simge. Ne ara yanıma geldiğini fark etmemiştim bile.
"Selam." dedim kısık sesle.
"Dün keşke benimle gelseydin." dedi. Aklı büyük ihtimalle bende kalmıştı.
"Evim yakın, gece yürüyüşü iyi geldi." dediğimde neyse ki fazla üstelemeden omuz silkti. İkimizde ders çalışamaya başladığımızda aramızdaki tüm diyaloğu bitirdik.
Harıl harıl çalışırken asla çalmayan telefonum birden tüm tiz sesiyle çalmaya başladığında irkildim ve uzanıp hızla sessize aldım. Simge sıçrayarak bana baktığında sessizce özür diledim. Telefonun ekranına baktığımda annemin aradığını gördüm. Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. Kütüphanede olduğumu bilirdi ve beni asla aramazdı. Önemli bir şeyler olmadıkça... Telefonu alıp hızla kütüphanenin terasına çıktım. Annem peş peşe arıyordu. Sonunda açtığımdaysa bağıran sesi kulaklarımı tırmaladı.
"Dakikalardır arıyorum neden açmıyorsun?" dedi. Sesi titriyordu.
"Anne ne oldu?" dedim telaşlanarak.
"Hemen eve gel." dedi ve yüzüme kapattı. Endişeyle hızla kütüphaneye geçtim. Eşyalarımı seri hareketlerle toparladım.
"Aden, ne oluyor?"
Simge'ye bakıp kısık sesle "Beni eve bırakır mısın?" dedim.
Minibüs bekleyerek zaman kaybedecektim. Başını sallayıp eşyalarını toparladı. Arabasına geçtiğimizde beş dakikadan daha kısa vakitte eve vardım. Simge'ye dilimin ucuyla teşekkür edip arabadan indim. Evin kapısına geldiğimde anahtarla uğraşmadan direk zili çaldım. Saniyeler sonra açılan kapının önünde annem belirdi.
"Ne oluyor?" dedim içeri girip ayakkabılarımı çıkartırken. Beni cevaplamadan salona geçince sinirle oflayıp peşinden gittim. Ancak beni salonda annem değil hayatımda daha önce hiç görmedim insanlar karşıladı. Salonun girişinde durdum ve dönüp önce anneme baktım. Tir tir titreyen ellerini birbirine kenetlemiş koltukta oturuyordu.
"Merhaba." dedim mesafeli ve sert çıkan sesimle. Bunlar da kimdi?
"Kız, otursana." dedi annem. Oldukça gergin ve tedirgin çıkan sesi aynı zamanda titriyordu.
Dikkatli bakışları ürpermeme neden olurken hızla hareket edip boş olan tekli koltuğa oturdum. Kırklı yaşlarının sonunda bir kadın ve muhtemelen elli ile elli beş yaş aralığında olan bir adam bizim fakirhanenin en eski sahibi olan koltuklarda rahatsızca oturuyorlardı. Bu koltuklar harbi milattan önce kalmaydı. Benim o yatağım bunların yanın da taştı taş.
"Merhaba Aden." dedi kadın.
Sesi de yüzü kadar sertti. Sarı saçları ensesinde nahif bir topuzla tutturulmuş, sol yanağına bir parça perçeminden dökülüyordu. Zayıf ve zarif bedeninde koyu yeşil tonlarında şık bir elbise vardı ve kalın topuklu, sivri uçlu ayakkabıları tüm asaleti ile bizim halıyla haşır neşir oluyordu. Laciverte kaçan mavi gözleri beni baştan aşağı süzüp uzun kirpiklerinin altından bana bakarken konuşması beklediğim bir şey değildi.
O değil de ben bu kadına neden bu kadar benziyorum?
"Merhaba?" dedim ses tonumla tüm merakımı dile getirmeyi başarırken. Karşımda oturan ikili bir anlığına birbirine bakıp tekrar bana döndüler.
"Aden biz önemli bir konu için buradayız. Bu konu hepimizi ilgilendiriyor." bakışlarım konuşan adamı buldu ve incelemeye başladı. Oldukça yapılı ve uzun bir adamdı. Kumral saçları yer yer beyazlamış ona ayrı bir hava katmıştı. Gözleriyse kadının aksine açık tonlarda masmaviydi.
"Konu nedir?" adam derin derin soluklanıp sağ elini hemen hemen yanında oturan kadının kucağında birleştirdiği ellerin üzerine koydu.
"Oğlumuz." dedi ve ardından durdu. Bakışlarımız çakıştığında ağırca yutkundu. Gözlerimi ondan kaçırıp anneme baktım. Bu insanlar her kimse annemin yıpranmış ruhunu tetiklemişlerdi.
"En küçük oğlumuz daha on yaşında. Altı ay önce lösemi olduğunu öğrendik," dediğinde bakışlarımı adama tekrar çevirdim. Kalbime aniden bir sızı girerken o küçük çocuğa sonsuz bir hüzün hissettim. Başımı devam etmesi için salladım.
"Kalabalık bir aileyiz aslında hepimiz seferber olduk. İlik nakli gerekliydi tüm aileye testler yapıldı ve bu testler sırasında bizi daha da sarsan bir gerçeği öğrendik." deyip sustu.
O susunca kaşlarımı derinden çattığımı fark ettim. Mantığımın ağır yumruk darbeleri aklımı sarsmaya başladığında kısa bir nefes alıp derince yutkundum. Bakışlarımı anneme çevirdim. Titreyen ellerini bacaklarının arasına sıkıştırmış dolu dolu olmuş gözleriyle bana bakıyordu.
" Devam edin lütfen. " dedim ağırlaşan sesimle. Bu sefer kadın konuşmaya başladı. Bakışlarım yavaşça annemden o kadına kaydı.
"Yirmi bir yaşında bir kızımız var. Onun test sonuçlarında bir uyumsuzluk fark etmiş doktorlar. Sonra bir düzine DNA testleri yapıldı." sesi kesildi. Ağırca yutkunup derin bir nefes aldı ve konuşmaya devam etti. "Öğrendik ki Güneş bizim biyolojik olarak kızımız değilmiş." şaşkınlığımı gülerek yansıttım. Nefesimi gürültüyle dışarı verirken onlara hadi canım dercesine baktım. Bu kocaman bir saçmalıktı!
"Saçmalık!" dedim dişlerimin arasından.
"Bu gerçeği öğrenince araştırmalar yaptık. Doğumun gerçekleştiği hastane ile davamız hala sürüyor." sinirden dolan gözlerimi ovuşturdum. Bu konuşmanın devamını duymak istemiyordum.
"Hastane de o tarihte yani 19 Kasım 1999 ' da dört kız çocuğu ve iki erkek çocuğu doğmuş." dişlerimi alt dudağıma geçirip başımı iki yana salladım.
"Hayır." dedim başımı aşağı yukarı sallayarak. "Bu dedikleriniz deli zırvası." devam etmelerine gerek yoktu. Ne diyeceklerini çoktan anlamıştım.
"Bunlardan diğer iki kız çocuğuna ulaştık ancak onlar değildi. Geriye bir tek sen kaldın." benim ne dediğimi duymuyorlardı bile.
"Susun lütfen. Daha fazla saçmalamayın." dediğimde karşımdaki çift derin bir nefes aldılar ve birbirlerine bakıp tekrar bana döndüler.
"Annen ile konuştuk kendisi DNA testi için izin verdi senin de iznin olursa hemen şimdi gidip örnek verebiliriz." adam serte kaçan kalın sesiyle konuştuğunda kendimi tutamadım ve o öfkemle kahkaha attım.
"Tamam mı bitti mi şakanız?" gülmelerim devam ederken anneme baktım. Normalde her şeye sesini çıkaran kadın şimdi susuyor gözyaşlarıyla bana bakıyordu.
"Anne şaka değil mi?" dedim. Cevap vermedi bakmaya devam etti.
"Biz çok ciddiyiz Aden. Söz konusu oğlumuzun sağlığı olmasa bu kadar aceleci olmayız ama onun için her saniye bir kayıp." bu kadının sesi mi titredi? Hayret.
"Siz ne dediğiniz farkında mısınız?" dediğimde başlarını salladılar.
"Anne bir şey söylesene artık." diyerek tamamen anneme yöneldim.
"Kızım." dedi ağlayarak. Onun bu hali canımı daha çok yakarken diğerlerine döndüm.
"Gidin hemen. Gidin evimden!" dedim sesimi kontrol etmekte zorlanırken. Ancak oralı olmadılar.
"Eğer öz kızımızsan senden sadece Kerem için donör olabilir misin olamazsın onu öğrenmek istiyoruz."
"Evimden gidin." dedim dişlerimin arasından. Birbirlerine baktılar ve ayaklandılar. Adam ceketinin iç cebinden bir kart çıkarıp ortadaki sehpanın üzerine bıraktı.
"Bu bizim içinde çok zor Aden. Ancak bizi anlamını istiyoruz. Oğlum ölmek üzere ve sen onu kurtarabilirsin." dedi adam bir umut ancak bakmadım onlara.
"Kapının yerini biliyorsunuzdur." dedim.
Gittiler... Başım duyduklarımın etkisiyle dönüyor midem bulanıyordu.
"Aden." dedi annem titrek sesiyle. Bakışlarım onu buldu. Esmer teni solmuş, gözlerine kan oturmuştu.
"Aden." dedi bir kez daha. Hıçkırıkları adımın dudaklarının arasından kırık çıkmasına sebep olurken kalkıp yanına gittim.
"Anne." dedim ve yüzünü tuttum.
Titreyen bedeni konuşmasını engellerken bakışları sürekli kayıyordu. Sürekli adımı tekrarlıyordu. Kendinde olmayan hali canımı yakarken annemi orada bırakıp odasına geçtim. İlaçlarını sakladığı kutusunu bulup içinden sakinleştiricisini alıp mutfağa geçtim. Suyu da aldıktan sonra tekrar yanına gittim.
"Anne, iç haydi şunu." dedim ilacı zorla ağzına sokarken. Suyunu da içirip geri çekildiğimde baktı bana.
"Olamaz öyle bir şey." dedi bu sefer aniden öfkelenerek.
"Asla olmaz. Sen, sen benim kızımsın onların değil." dedi bağırarak.
Karışmadım, susturmadım. İçindekileri döksün, acısını çıkarsın istedim. İlacı etki edene kadar onun kızı olduğumu o insanların yalancı olduklarını söyleyip durdu. Aldığı ilaç ağır bir sakinleştiriciydi, yarım saat içerisinde kendinden geçtiğinde kendi acım ve doğrularımla baş başa kaldım. Bu gece şakadan başka bir şey olamazdı. Annemin yanından kalkıp odama geçtim.
Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi kestiremedim. Başımda bir uğultu vardı sadece. Üzerimi o uğultunun içinde hissiz hareketlerle değiştirdim ve tekrar salona annemin yanına geçtim. Annem oldukça huzursuz bir uykudaydı. Yanına geçip ayak ucuna oturdum. Sabaha kadar uyku girmedi gözüme, geceyi hep başa sarıp durdum. Gün, yağmaya başlayan yağmurla doğduğunda uykusuzluktan sızlayan gözlerimi ovuşturup kalktım. Annem uzun bir süre daha kalkmazdı. Simge'ye bugün gelemeyeceğimi benim için daha sıkı not tutmasını istediğime dair bir mesaj atıp duşa girdim. Saat sabahın altısıydı...
Duştan çıkıp salona tekrar geçtiğimde annemin uyandığını gördüm. Normalde öğlene kadar uyutması gerekirdi aldığı ilaç ancak annem uyanıktı. Yanına gidip oturdum. Boş bakışları önündeki boşluğa dalıp gitmişti.
"Anne." dedim elimle omzunu sıvazlarken. Bakışları beni buldu. Gözleri kıpkırmızı ve şişkindi. Cevap vermedi, yanımdan kalkıp çıktı salondan. Bakışlarım onu takip etti. Odasına girip kapısını sertçe kapattığında derin bir nefesle ofladım. Ne yanına gittim ne de oturduğum yerden kalktım. Dün gece bu eve bir bomba düşmüş ancak patlamamıştı. Annemde bende bir bilinmezliğin içindeydik. Gözlerim sehpanın üzerindeki kartvizite takıldığında uzanıp elime aldım. Üzerinde Yağız Uyguroğlu ve cep numarası yazıyordu.
"Sen benim kızımsın." birkaç saatten sonra annemin birden beliren bedeni ve yüksek sesiyle kendime geldim. Salon kapısının önünde durmuş, elleri iki yanında yumruk olmuş öylece durup bana bakıyordu. Oturduğum yerden kalkıp annemin yanına gittim.
"Ben senin kızınım anne. Bunu hiçbir şey değiştiremez." dediğimde aniden sakinleşen ruh haliyle beni kolları arasına aldı. Başımı göğsüne yaslayıp nefeslendim. Bu anlar bizim için çok özeldi. Çalınan kapıyla birbirimizden ayrıldık. Annem hemen arkasındaki kapıyı uzanıp açtığın da karşımızda dün akşamki çift duruyordu.
"Merhaba, girebilir miyiz?" dedi Yağız Uyguroğlu. Annem bana döndü. Başımı sallayarak izin verdim. Bu işi açık açık konuşmalı ve bir sonuca vardırmalıydık. İçeri girdiklerinde salona geçmelerine izin vermedim ve önlerine birer terlik koydum. Bakışları benimle ve terlikle mekik dokurken ilk hamleyi Yağız Bey yaptı ve karısı da ona eşlik etti. İçeriye geçtiklerinde bizde karşılarına annemle oturduk.
"Dün çok ani oldu." dedi Yağız Bey. Bakışlarım sadece onun üzerindeydi.
"Düşüncesizce davrandık. Ancak anlamını isterim ki küçük bir çocuğun hayatı söz konusu. " dedi. Her ikisi her ne kadar dik ve sarsılmaz dursalar da çaresizlerdi.
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" dedim. Ben olsam asla inanamazdım. İnanamıyordum da zaten.
"Aylardır uğraşıyoruz bu gerçekle. Kaç tane test yaptırdığımızı bile hatırlamıyorum. Dün gece de dediğim gibi gerekli tüm araştırmaları yaptık. Senin bizim biyolojik olarak kızımız olma olasılığın çok yüksek." dediğinde dönüp anneme baktım. Oldukça soğuk ve mesafeli bakan gözleriyle karşısındaki kadını inceliyordu.
"Ne zamandır hasta? " dedim. Hasta çocuklara kıyamıyordum.
"Yaklaşık altı aydır. Erken teşhisti ancak uygun bir donör gerekli ve sen." dedi Yağız Bey.
"Ben onu kurtarabilirim." dedim Yağız Bey'in gözlerinin içine bakarak.
"İlk olarak DNA testi mi yapılacak?" diye sorduğumda ikisi de aynı anda başını salladılar.
"Evet ilk adımımız o olacak. Ailemize ait hastanede yapılacak. Her şey hazır sadece bizi bekliyorlar." dediğinde başımı salladım. Gözlerimi bu sefer daha dikkatli olarak onlara çevirdim. Kadınla gerçekten çok benziyorduk. İç çektim, yani birde tıp okuyordum ama hiç şüphelenmemiştim çünkü kan gurubu olayları hiç şüphe etmemi sağlamamıştı.
"O zaman vakit kaybetmeden gidelim mi?" dedi kadın. Adını hala öğrenmemiştim. Annem bu durumdan oldukça rahatsız olsa da bana ayak uydurdu.
Hepimiz ayaklandığımızda onlar önden çıktı. Ben ayakkabılarımı giyene kadar annem evden çoktan çıkmıştı. Aşağı indiğimde kapının önünde duran lüks arabaya yerleştik. Annem ve ben yan yana otururken Yağız Bey ve eşi hemen karşımızda oturuyorlardı. Sessiz yolculuğun kasvetiyle kaçamak bakışlarım arada onlara kayıyor göz göze gelince hızla çekiyordum.
"İsminiz nedir?" dedim Yağız Bey'in eşine doğru. Mavi, dik bakışları beni buldu.
"Zümrüt Uyguroğlu." başımı salladım. İsimleri de en az kendileri kadar karizmatik ve şuh duruyordu.
Ben düşünceler denizinde boğulurken Yağız Bey'in telefonu çaldı. Telefonu oğlum diye açınca dikkat kesildim. Demiştim değil mi? Meraklı bir insanım ben.
"Evet aslanım geliyoruz. Yok hayır Güneş'imin orada olmasına gerek yok. Ondan alındı zaten." kalbime ister istemez bir sancı girdi. Şu bir dakikalık konuşmalardan anlıyordum ki çocuklarını çok seven bir aile ile karşı karşıyaydım. İçinde susmak bilmeyen tarafım belki dedi. Belki seni de çok severler Aden...
Sonunda hastaneye ulaştığımızda her şey çok hızlı gelişti. Annemden, benden ve Yağız Bey'den gerekli dokular kanlar alınmış ve laboratuvara gönderilmişti. Şu anda ise hastanenin özel odalarından birinde annem ile yan yana oturmuş gelecek sonucu bekliyorduk. Yağız ve Zümrüt Uyguroğlu bir süre bize eşlik etmiş ardından yanımızdan ayrılmışlardı.
"İt herif." annemin geldiğimizden beri sayamadığım laflarına daha fazla dayanamayıp müdahale ettim.
"O telefonu hiçbir zaman açmadı şimdi de açmaz. Boşuna uğraşma." odaya geldiğimizden beri baba müsveddesini arıyordu.
"Hem neden arıyorsun anne Allah aşkına?" dediğimde sert bakışları gözlerimi buldu.
"Kapa çeneni."
Kapadım. O da aramaya devam etti. İki üç saat sonra odanın kapısı açıldı, içeriye Yağız ve Zümrüt Uyguroğlu çifti girdi. Hemen yanlarında ise oldukça uzun boylu ve kumral bir adam vardı. Oldukça sert bir ifadeye sahip duruyordu. Karşımızdaki koltuklara yan yana oturdular.
"Sonuçlar birazdan çıkacak." dedi Yağız Bey bilgi vererek.
Cevap vermedim. Başımı sallamakla yetindim. Mavi gözlerim istemsiz genç adama kaydı. Çatık kaşlarının altından bana bakıyordu. Bende ona aynı bakışları atınca bakışlarını benden çekip hemen yanımda hala telefonu ile uğraşan anneme çevirdi. Annesinin mavilerine denk olan bakışları annemi baştan aşağı süzdü. Sonra dönüp aynı bakışlarla bana baktı. Haspam! Tam ona ne bakıyorsun diye bağıracakken odanın kapısı açıldı. İçeriye bir doktor ve hemen yanında takım elbiseli bir adam girdi. Doktor elindeki dosyayı Yağız Bey'e verdi.
Yağız Bey dosyayı açtı ve içinde yazılanları okumaya başladı. Gözleri bir bana bir dosyaya kayarken Zümrüt Hanım uzanıp dosyayı aldı. Titrek bakışları beni bulduğunda mavi gözlerinde gördüm. Karşımda duran insanların gözlerinde kabul görmeyen gerçekleri gördüm. Biz her ne kadar bu gerçekleri kabul etmeyecek olsak da ben onların öz kızıydım.
Hayatta öngörülemeyen durumlar olurdu. Nasıl geldiğini fark etmez geldiğinde de ne olduğunu anlamazdınız. Ancak sonuçları en belirgin izi bırakırdı. Bu gece hayatımın en belirgin izini almıştım. Almıştık... O gecenin sabahında hala hastanedeydik. Neyi bekliyorduk bilmiyorum. Yağız Bey, gözlerinde gördüğüm gerçeği dile getirmiş ve onların kızı olduğumu söylemişti. Güneş denilen kızın ise annemin kızı olduğunu zar zor söylemişti. Sonrasında hepsi odadan çıkmış sadece doktor kalmıştı.
"Merhaba Aden ben Doçent Doktor Sefa Toral. Kerem ile ilgileniyorum." dediğinde ona anlamsız bakışlar attım.
"Kerem Uyguroğlu, ailenin en küçük çocuğu." ah lösemi olan çocuk. Yani kardeşim. Başımı salladım doktor yüzüme öylece bakmaya devam ederken.
"İzninle hemen kan ve doku örnekleri almamız lazım sen son umudumuzsun." dediğinde göğsüm kalkıp indi. Önemli olan bir çocuğun hayatıydı. Ben doktora onay verince beni odadan çıkarmış farklı bir odaya geçmiştik. Benden gerekli kan ve doku örneği alındığında tekrar odaya dönmüştüm. Sonuçları en hızlı şekilde alacaklarından emindim. Güneş tam olarak doğup yeryüzü aydınlandığında odanın kapısı tekrar açıldı ve içeriye Uyguroğlu ailesi teşrif etti.
"Günaydın." diyen Yağız Bey idi. Bende ona aynı şekilde karşılık verdim. Zümrüt Hanım tüm zarafeti ile geçip tam karşıma oturdu. Üzerini değiştirmişti. Dün gece ki genç adam da geçip koltuğa oturduğunda yan tarafımda uyuklayan anneme baktım. Gece içtiği ilaçları ona yoğun duygusal döneminde olduğu için ağır gelmişti. Bakışlarımı annemden çekip karşıma baktım. Dün geceki adam aynı bakışlarıyla süzüyordu beni.
"Aslan Uyguroğlu. İlk çocuğumuz." diyerek yanındaki adamı tanıttı. Bir abi, bir erkek kardeş daha ne kadar vardı acaba? Konuşmadım, başımı sallayıp geçtim.
"Kerem için donör olmayı kabul ettiğin için teşekkür ederiz." dedi Zümrüt Hanım. Suratlarına bakmakla yetindim.
"Küçücük çocuk elbette kabul edeceğim umarım olumlu bir sonuç alırız." dediğimde o da başını salladı. Etrafı bir anda saran sessizliği annemin telefonunun sesi böldü. Annem anında uyanıp ortamızdaki sehpanın üzerinde duran telefonunu alıp açtı.
"Saatlerdir arıyorum seni." bağırarak konuştu annem. Anne bari burada onların karşısında yapmasaydın ya.
"Kes sesini be adam hemen buraya gel." dediğinde babamın verdiği cevabı tahmin edebiliyordum ki annemin peş peşe sıraladığı küfürler yanılmadığımı gösteriyordu.
"Hayvan herif." dedi annem. Uzun bir süre karşı taraf konuştu.
"Aferin, en hızlı şekilde gel buraya." diyerek kapattı telefonunu. Sonunda nerede olduğunu kavramış olacak ki bakışlarını bize çevirdi. Ancak rezil mi olmuşuz olmamış mıyız umurunda değildi. Benimde değildi... Annem yanıma tekrar oturup karşısındaki insanları süzdü.
"Öz kız..." derin bir nefes alıp verdi ve lafını değiştirdi.
"Siz Aden ile tanıştınız, bende onu görmek istiyorum." dedi annem. Kalbimin titrek atışları boğazımı düğümlerken yutkunmaya çabaladım.
"Güneş sizi görmek istediği zaman görebilirsiniz. Şu an bu yüzleşmeyi kaldıramayacak kadar hassas." dedi Aslan. Benim psikolojim bok çukuru zaten değil mi geri zekalı? Yağız Bey oğlunun patavatsızlığı karşısında boğazını temizleyip sert bakışlarını ona çevirdi ancak Aslan hiç oralı olmadı.
"Bu inceliği benim kızımda da gösterseydiniz keşke." dediğinde anneme baktım.
"Bizim Aden' e ihtiyacımız var. " dedi Zümrüt Hanım.
"Ortalık durulsun hepimiz şu olanları hazmedelim ondan sonra elbette Güneş ile tanışırsınız." dedi Yağız Bey aradaki oluşan gerilimi hafifletmek amacıyla.
"Kızıma karşı tutumunuz hiç hoş değil. " dedi annem sertçe. Gözlerimi kapatıp başımı arkaya yasladım. Birkaç saniye kendime izin verdikten sonra silkelenip kendime geldim. Ayaklanıp eşyalarımı toparlandığımda bakışlarını üzerimde hissediyordum.
"Kampüse geçmem lazım." dedim anneme bakarak. Gözleri tedirginlikle parladı.
"Canım bugünlük gitmeyi ver. Okulun sırası mı şimdi?" dediğinde ona oldukça sert bakışlarımı gönderdim. Çantamı omzuma atıp diğerlerine döndüm.
"Sonuçlar en erken akşama doğru çıkar DNA testi kadar basit değil bu testler. Okul sonrası buraya gelirim." dediğimde pek memnun olmasa da başını salladı.
"Nerede okuyorsun?" bunu soran Zümrüt Hanımdı. Gözlerimi ona çevirdim ve beğenmez bakışlarını üzerimde yakaladım. Anlaşılan beni kendisine kızı olarak yakıştıramıyordu. Bende ona anne derdim zaten ya neyse.
"Cerrahpaşa." dedim ve onlara arkamı dönüp odadan hızla çıktım. Saat sekizdi benim buradan kampüse gitmem neredeyse bir saatimi alırdı. Ofladım. Hızlı hareketlerle hastaneden çıktığımda arkamdan bana seslenen Yağız Bey'i duydum. Ona döndüğümde bana doğru geliyordu.
"Cerrahpaşa'nın kampüsü buraya uzak seni bırakayım." dediğinde şaşırdım. Gerçekten şaşırdım hem de.
"Gerek yok ben giderim. Teşekkür ederim." dedikten sonra cevap vermesine izin vermeyip hızla yürümeye başladım.
"Burası ters istikamette otobüsler de bir saatte bir geçiyor." dediğinde farkındalıkla omuzlarımı düşürdüm. Doğru söylüyordu bu semt kampüse çok tersti ve bu da otobüsün çok gezineceğini gösterirdi. Dönüp ona baktım. Dün geceki takım elbisenin yerini bugün siyah kot pantolonu ve salaş beyaz gömleği almıştı. Bileğimdeki saatime baktım. 08:15 idi.
"Dersim 08:50 de başlayacak." dediğimde tebessüm etti. Eliyle hastanenin önünde duran arabayı gösterince oraya yöneldim ve nereden geldiğini bilmediğim utançla ön tarafa oturdum ve hareket ettik.
"Demek tıp okuyorsun." dediğinde ellerimde olan bakışlarımı kaldırıp ona baktım. Gözleri yoldaydı.
"Evet." demek ile yetindim.
"Kaçıncı sınıf?" dediğinde ona baktım ve "dört." dedim.
"İlk yılından kazandın demek ki." dediğinde içten içe güldüm. Hakkıyla çalışan herkes ilk yıldan tuttururdu ama böyle demek yerine teşekkür ettim. Sonra aklıma akın eden soruyla çenemi tutamadım ve sordum.
"Kaç çocuğunuz var? " Bana yandan bir bakış atıp güldü.
"Dört oğlum bir kızım var." dediğinde yüreğime oturan yumru ezdikçe ezdi beni ama kendime kızdım. Daha şimdiden böyle hissetmek ne kadar zayıf olduğumu bas bas yüzüme bağırıyordu sanki.
Bu hissettiklerim koca birer saçmalıktı ancak iki gündür yoğun duygusallığım beni alt üst ediyordu. Nefesim boğazıma tıklandığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Neden bu durum beni bu kadar üzüyordu bilmiyorum ama onların bana karşı tutumu beni istemsizce kırıyordu. Halbuki onları tanımıyordum bile. Yaptığı gafı anlamış olacak ki tekrar konuştu.
"Artık sende varsın." dediğinde ise artık çok geçti. Başımı salladım.
"Aden." dediğinde lafını kestim.
"Kendinizi zorlamayın Yağız Bey. Sizden herhangi bir beklentim yok. Bir doktor adayı olarak küçük bir çocuğun hayata yeniden başlaması için elbette elimden geleni yapacağım. Bunun için kendinizi kötü ya da mahcup hissetmenize gerek yok. Güneş'in nasıl bir ailesi varsa benimde bir ailem var. " dedim.
Bir şeyler demek istiyor gibiydi ama susmayı tercih etti. Sonunda kampüse geldiğimizde teşekkür edip indim arabadan. Arkama bakmadan yürümeye devam ettim. Sınıfa son saniye girip boş olan tek yere geçip oturdum ve derse tüm dikkatimi verdim. Benimde her şeyle mücadele etme şeklim buydu. Dersler benim terapim gibiydi.
Dersler sonunda bittiğinde omuzlarımdan geçici süreliğine attığım yükler tekrar yerlerine yerleşmişti. Kampüsün dışına çıktığımda karşı kaldırımda bana bakan bir Aslan Uyguroğlu görmeyi beklemiyordum. Büyük ihtimalle Yağız Bey beni alması için göndermişti. Hızlı adımlarla yanına ulaşıp karşısında durdum. Başı ile aracın diğer tarafını gösterip şoför kısmına geçti. Arabaya geçtiğimde arabayı hızla sürmeye başladı, bu yolculuk sırasında birbirimize kaçamak bakışlar atmak dışında bir şey yapmadık. Hızlı sürmesinin etkisiyle kısa sürede hastaneye ulaştık. Dün gece bize ayrılan adaya çıktık. Kapının önüne geldiğimizde içeriden Zümrüt Hanım'ın bağırış sesleri geliyordu.
"Asla anladın mı asla vermem kızımı onlara. Güneş'i asla vermem." diye bağırıyordu. Araya Yağız Bey'in sesi girdi.
"Sakin ol. Sakin ol güzelim kızımızı kimseye vermem ben. " dedi. Bakışlarımız Aslan'la kesişti ve hızlıca geri kaçırdık.
"Ne dediğini duymadın mı adamın? Resmen değiştirelim dedi. Benim bir tane kızım var Yağız benim sadece Güneş' im var. Aden'den bana ne!" dediğinde bugüne kadar hiç hissetmediğim bir ağrı hissettim bedenimde. Beynimi uyuşturup kalbimin ritmini bozmuştu. Hem o adam dediği kimdi? Babam mı gelmişti?
"Sadece Kerem için anladın mı? O kıza ve ailesine sadece Kerem için katlanırım. Söz ver bana Yağız, Kerem iyileştiğinde bunlar hiç olmamış gibi yaşayacağız öyle devam edeceğiz." yutkundum peş peşe. Başımı dikleştirip hemen yanımda benim tepkilerimi izleyen Aslan'a baktım. Gözlerinde annesini destekleyen naraları görmek zor değildi. Derin bir nefes alıp açtım odanın kapısını.
Yağız Bey ve Zümrüt Hanım odanın ortasında durmuş birbirlerine sarılıyorlardı. Yalnız değillerdi. Bu sabah benim ve annemin oturduğu koltukta iki genç adam oturuyordu. İçeriye girmemle tüm bakışların odağı ben oldum. Ben hepsinde bakışlarımı gezdirirken onlarda bana aynı bakışları atıyorlardı.
"Sonuçlar çıktı mı?" dedim. Yağız Bey eşini hemen önünde duran koltuğa oturtup bana yöneldi.
"Çıktı. Donör olabilmen için hiçbir engel yok her şey uyumlu." dediğinde iki hissi aynı anda hissettim. Biri kalbimin bir köşesini sımsıkı tutup canımı yakarken diğeri parmak uçları ile acıyan kalbimi okşayıp acımı geçirmeye çabalıyordu. O küçük çocuğun hiçbir günahı yok Aden dedim içimden. Bu dünyaya olan nefretinin bedelini ona ödetemezsin.
"Annem nerede?" diye sordum.
"Karşı odada." dediğinde onlara arkamı döndüm ve diğer odaya geçtim. Odaya girdiğimde annemi görmeyi uman gözlerim babamı gördüğünde bir kal gelmedi değil. Gelmez diye düşünüyordum ancak gelmişti ve tam karşımda duruyordu.
"Oooo kimler gelmiş, Adenciğim hoş geldin." dedi yayvan yayvan konuşarak. Bakışlarımı ondan çekip anneme baktım. Tekli koltukta bacak bacak üstüne atmış oturuyordu.
"Şuna bak. Cevap bile vermiyor. Senin yetiştirdiğin bu kadar olur zaten." diyerek anneme laf çarptı. Onlar kendi aralarında laf dalaşına girerken bunu başımın kaldıramayacağını anlayıp girdiğim gibi çıktım odadan.
"Laf etme kızıma." dediğini duydum annemin. Karşı odanın kapısı açıktı. Tekrar oraya geçtim. Bakışlarımı Yağız Bey'e çevirip konuştum.
" Sefa Bey'in odası nerede?" diye sorduğumda Aslan'ın yanında oturduğu gençlerden biri konuştu.
"Ne yapacaksın amca mı?" gözlerimi devirdim.
"Kendisi birazdan gelecek Aden. Geç otur lütfen." Yağız Bey'i başımla onaylayıp tekli koltuğa oturdum. Hemen çaprazımda oturan Zümrüt Hanımın bakışlarını üzerimde hissetsem de oralı olmadım. Sefa Bey gelene kadar aklımda kök hücre transferlerine ilişkin bilgilerimi iç sesimle tartışmaya başlarken Yağız Bey'in sesi tüm dikkatimi dağıttı.
"Aden." başımı ellerimden kaldırıp ona baktım.
"Diğer oğullarım." diyerek eliyle Aslan'ın yanında oturan adamları gösterdi. Bakışlarımı onlara çevirdim.
Eliyle Aslan'ın yanında oturan adamı gösterdi." Aslan'ın bir küçüğü Baran. " dedi. Aslan'ın minyatürü gibiydi ama ondan bir tık daha sarışındı. Onunda gözleri maviydi. Gözüm Baran'ın yanındakine kaydı. Ne aslan gibi kumraldı ne de Baran gibi sarışındı. Benim gibiydi. Siyah saç, beyaz tendi lakin gözleri yeşildi. İstemsizce hepsine daha dikkatli baktığımda hepimiz birbirimize benziyorduk ancak saç ve göz renklerimiz farklılık gösteriyordu.
"Doğu." dedi sadece adını söyleyerek. Bakışlarım Doğu'yu bulduğunda bana gülümseyip başını selam vermek adına omzuna doğru yatırdı. "Onun ardından Güneş ve Kerem geliyor." dediğinde her zaman yaptığım gibi başımı salladım. Ailesi pekte umurumda değildi ancak Yağız Bey bir şekilde ortamdaki gerginliği gidermek amacıyla konuşma çabasındaydı.
"Sen tek çocuksun galiba." dedi Baran gözleri baştan aşağı beni süzüyordu. Altımda giymekten aşınan siyah kot pantolonum üstümde sıradan düz bir tişört ve hırka vardı. Hepsi de bu insanların kıyafetlerinin yanında biz ucuzuz diye bağırıyordu. Baran'ın bakışları Aslan'a sonra diğerlerine kaydı. Hepsi beni izliyordu. Arkadaş bunlarda ne süzme meraklısı. O değil resmen tavrını ortaya koydu bu. Biz bu kadarız sana yer yok, dedi resmen. Çok meraklıyım çünkü bende geri zekalı.
"Bildiğim kadarı ile evet. Tek çocuğum." dedim.
Babam olacak o adam tam bir pislikti kim bilir kaç limanda kaç sevgilisi çocuğu vardır diye düşünmeden duramazdım eskiden. Hepsi, ne diyor bu ifadeleri ile bana bakarken omuz silktim. İstediklerini düşünebilirlerdi. O sıra telefon çaldı. Doğu cebinden çıkarıp yanıtladı aramayı.
"Gün güzelim." dedi sevgiyle. O böyle söyleyince herkes ona döndü. Tahminen Gün güzeli Güneş oluyordu.
"Yok abim o kadar uzun sürmez. Sefa amcamı bekliyoruz." dediğinde bakışlarını bileğindeki saate indirdi.
"Siz beklemeyin güzelim yiyin. Kerem'in ilaçlarını da unutmayın." maşallah ne kadar da ilgili bir aile.
"Tamamdır fıstığım bizde sizi seviyoruz." dedi ve telefonu kapattı.
"Yemek saati geçmiş. Haklı çocuğum bu saat olmuş hala buradayız." Zümrüt Hanım memnuniyetsiz sesiyle konuştu.
"Sefa'nın acil hastası geldi güzelim. Gelir birazdan." demesiyle odaya Sefa Bey girdi.
"Uyguroğulları." diyerek karşımıza geçti. Karşımdaki tekli koltuğa geçip oturdu.
"Merhaba Aden." dedi yüzünde gerçek bir tebessümle. Sonunda bana samimi davranan bir insan.
"Merhaba Sefa Bey." dedim bende düz sesimle. Uzatmadan lafa girdi.
"Kerem ve Aden'in dokuları %99,9 uyumlu. İlk etapta kök hücre tedavisine başlayacağız. Ancak öncesinde kısa süreliğine Aden'in direncini yükseltmek için tedavi görmesi lazım. Vücudunun bu operasyonları kaldırması için destek takviyesi gerekli." dediğinde başımı salladım. İleri seviyede kansızlığım ve d vitamini eksikliğim vardı. Tedavi görsem de pek etki etmiyordu.
" İlaçlarımı uzun süredir kullanmıyordum değerlerimin düşük çıkması çok normal. " dedim. Başını salladı.
" Bir bu eksikti. Ne kadar sürecek bu? Kerem gün geçtikte kötüleşiyor." Zümrüt Hanım gollerini durmadan ağıma atıyordu.
"Aden'in değerleri ne yazık ki sınırların çok altında veya üstünde bunu dengelememiz lazım aksi takdirde heyet operasyona izin vermez."
"Peki nasıl bir tedavi bu?" Yağız Bey araya girdi. Sefa Bey bakışlarını tekrardan bana çevirdi.
"Sistemden daha önce kullandığın ilaçlara baktım. Gramajları yükselecek ve düzenli bir besin programı oluşturulacak. Malum önümüz yaz olsa da grip, soğuk algınlığı ve diğer rahatsızlıklar dahi işimizi çıkmaza sokar. Kerem'e nasıl bakılıyorsa Aden'e de aynı şekilde bakılması gerekli. " dediğinde oflayacaktım neredeyse. Araya girip konuşacakken odaya annem ve babam girdi.
" Çıkmış mı sonuç? " dedi annem. Başımı salladım. Gelip oturduğum koltuğun arkasına geçtiler.
" E ne olacak şimdi? " diyen baba müsveddesiydi.
"Aden'in bir süre tedavi görüp vücut direncini yükseltmesi gerekli." dedi Sefa Bey oldukça yalın kelimeler kullanarak.
"Ooo bu iş uzar gider arkadaş. Kız sadece sizin kızınız mı sanki?" gözlerimi yumdum sımsıkı.
"Ahmet Bey laflarınıza dikkat edin." dedi orta boy abi.
"Neyine edeceğim be karışan bir sizin kızınız mı? Oh aldınız Aden'i bir güzel işinizi görecek. Oğlunuz kurtulduğunda da kıçına tekmeyi basacaksınız. Biz ne yapalım bir adını biliyoruz kızımızın." Allah'ım tam şu anda al canımı lütfen. Ya da yok önce Kerem iyileşsin sonra alırsın.
"Ahmet kapa çeneni!" dedi annem. Ah anne neden çağırırsın ki bu adamı buraya?
"Beyefendi bunu eşinize sabah izah ettik. Kızım ne zaman isterse o zaman onu görürsünüz. " dedi Yağız Bey.
"Peki Güneş bizi görmek istediğinde sizde o zaman tedaviye başlarsınız. Kalk kız gidiyoruz." dedi omzuma vururken. Kapalı gözlerimi aralayıp karşımdaki aileye baktım. Hepsi babama öldürecekmiş gibi bakıyordu.
Ne onlar için ne de benim ailem için mesele bendim. Biri oğulları için diğeri ise benim ve öz kızı üzerinden koparmayı umduğu para için mücadele ediyordu. Yandığım ve korktuğum kişi annemdi. Derin bir nefes alıp verdiğimde Sefa Bey ile göz göze geldim. Bana anlayışla bakıyordu. Acıma yoktu gözlerinde. Ne halde olduğumu en net gören oydu. Kıymetsizliğimin farkındaydı. Ayağa kalkıp ailemin yanına geçtim.
"İlaçlar için reçete yazdınız mı?" diye sordum.
"İlaçları hallettim." dedi ve beyaz önlüğünün yan cebimden üçer kutu ilaç çıkarttı. Biri D vitamini için takviyeydi. Diğerleri ise kansızlıkta kullanılan en ağır ilaçlardandı.
"Demir takviye tüplerin için reçete yazdım. Gramajları yüksek." dedi ve diğer cebinden reçeteyi çıkarttı. Uzanıp hem ilaçları aldım hem de reçeteyi. Son olarak benim için hazırlattığı beslenme programını uzattı.
"Gidelim." dedim anneme dönerek.
"Kendine dikkat et Aden. Kerem'e yardım etmek istediğinin farkındayım bunun için kendine oldukça dikkat etmeni istiyorum." Sefa Bey son sözlerini söyledi. Başımı sallayıp kimseye bakmadan çıktım odadan. Arkamda babamla Yağız Bey'in konuşmaları kulağıma ulaşsa da tam olarak ne konuştuklarını anlamadım. Üzerinde de durmadım zaten.
Hastanenin önüne indiğimde ne annem ne de babam hala gelmemişti. Kendimi aşırı hissiz ve aç hissederken burada durmuş onları beklemek oldukça zor geliyordu. Arkama dönüp hastanenin girişine bakarken annem ve babam yerine tam boy abileri görmeyi beklemiyordum. Beni ilk fark eden büyük boy oldu. Bakışlarımı önüme çevirip görmezden geldim. Ancak onlar benim aksime yanıma gelip karşımda durdular.
"Bize benziyorsun." dedi küçük boy gülümseyerek. Adı Doğu'ydu sanırım.
"Doğal olarak." dedim.
"Ukalayız birde." dedi orta boy. Sesi benden hoşnut olmadığını bas bas bağırıyordu sanki.
"Genetik sanırım." dedim.
"Uğraşma şununla Baran." diyen elbette büyük boydu.
"Aden, adım Aden şu değil." dedim öfkelenerek.
"Bir önemi yok. Ha Aden ha şu demenin bir önemi yok bizim için ikisi de aynı yola çıkıyor." bana karşı takındıkları bu tavra bir anlam veremedim. Tamam Güneş'i çok seviyorlardı bunda bir sorun yoktu ama bana sanki onu öldürmüşüm gibi davranmaları saçmaydı.
" Geri basın o zaman. " dedim.
"Biz şimdiden uyaralım seni." dedi orta boy.
"Abi!" dedi küçük boy.
"Sen asla bizim ailemizin bir parçası olmayacaksın. Biyolojik olarak bağımızın olması hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Kerem iyileştiğinde bu saçmalık son bulup herkes yaşadığı hayata devam edecek o nedenle sakın boş hayaller kurma." dedi Baran.
"Baran!" diyerek uyarıda bulunan Aslan oldu.
Cevap vermedim. Hızla uzaklaştım yanlarından. Ne annemi bekledim ne babamı. İpini koparmış gibi durmadan yürüdüm. Son iki günde yaşadığım şeyler fazlaydı çok fazlaydı. Kendimi daha fazla tutamayıp ağlamaya başladığımda kendime sinirlendim. Neden ağlıyordum ki? O gereksizler yüzünden neden döküyordum yaşlarımı?
Bulanık gözlerimle yürürken aniden duyduğum fren sesiyle yaşlı gözlerimi asfaltın grisinden kaldırıp karşıma baktım. Bana çarpmadan son anda duran arabanın şoför kapısı açıldı ve içinden uzun boylu esmer bir adam indi.
"İyi misiniz?" diyerek telaşlı adımlarla karşımda durdu. Yüzüne baktım. Sakalsız yüzü, sivri burnu, dolgun dudakları vardı. Gözleri elaya yakın bir kahvelikteydi.
"İyiyim. Teşekkür ederim. " dedim ve başka bir şey söylemeden yanından ayrıldım. Gözyaşlarım durmadan akıyordu.
Ben ağlamazdım ki. Yıkılmazdım da ama beni hiç tanımayan öz ailemden ilk dakikadan veto yemek beni fark etmesem de paramparça etmişti. Ağır gelmişti kalbime bu reddedilmişlik. Her şeyi kendi çocukları için yapıyorlardı ve bu uğurda öz kızlarını gözden çıkarmışlardı. Haklılardı kan bağımızın olması onların kızı olduğumu göstermezdi. Onların kızı Güneş idi. Lakin ben annemin kuytu köşelerinde sevilmeyi bekleyen kızı olmam dışında kimsenin kızı değildim.
Olamamıştım...
* * *
Yorumlar