GÜLLERİN AĞITI 15. SATRANÇ
SELAMLAR
Wattpad ve Hikayelerle ilgili gelişmeler için İnstagram ve twitterdan takipleşelim
İnstagram: yaren.dilan_
Tvitter: yarenikom (instagram bio da link var)
***
BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR.
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUMMMM
14.11.2024
KEYİFLİ OKUMALAR
GÜLLERİN AĞITI 15. BÖLÜM
"SATRANÇ"
Hayatta satranç gibiydi.
İşine yarayanı korur, yaramayanı yem ederdin.
9 EKİM 05:50 / İstanbul - Şile
Soğuktu Ekim. Sonbaharın ortasında kış yaşatırcasına soğuk ve kırılgandı. Durmadan yağmur yağıyordu. Sanki yağmurlar yeryüzüne hasretti de fırsatlarını buldukları ilk andan beri durmadan yağıyorlardı. Şile'nin toprağında can bulup, sararıp solan yaprakların üzerine emaneten düşüyorlardı.
Sabahın ayazında çardakta oturmuş uykusuzluktan sızlayan gözleriyle yağmuru izliyordu Peri. Üzerinde üşümesine rağmen ince bir kazak altında ise tayt vardı. Ayaklarındaki kalın örme çorap ve ayakkabı bile buz kesmesine engel değildi. Peri çok üşüyordu ama ısınacak hali de yoktu.
Aklı geldiği yerdeydi. Ablasını ve kuzenlerini merak ediyordu. Buraya geldiklerinden beri bir iki kez telefonla görüşmüş ancak devamı gelmemişti. Ablası onu ve Yalın'ı gerçekten bir anda tüm olaylardan koparmıştı. Hayat ve Andre'nin de geleceğinden emindi. Ne zaman olacağını kestiremese de ablasının bir şekilde onları da geri döndüreceğini biliyordu.
Geride durmak canını sıkıyordu. Alt tarafı vurulmuştu ama ablası sanki bunu bekliyormuş gibi anında geri püskürtmüştü. Orada olmalılardı. Orada onlarla olmalı ve ellerini taşın altına sokmaları lazımdı ancak buradaydılar.
Orada olmazsa burada olurdu ama olmalıydı. Bacaklarını kendine çekip kollarını etrafına sardı. Ahşap çardağın içini dolduran soğuğu içine çekip nefeslendi. Çenesini dizlerine yaslayıp gözlerini bir anlığına kapattı ancak geri açması ani oldu. Omzuna konan sıcaklıkla başını soluna çevirdi.
"Hasta olacaksın Peri!" dedi Yalın yalancı bir kızgınlıkla.
"Erkencisin?" Peri'nin kendisini geçiştirdiğini fark edince yanına oturup onun gibi bacaklarını kendine çekti.
"Yokluğunu hissettim. Bir baktım harbiden yoksun seni burada görene kadar kalbim götümde attı." Peri'nin ince seyrek kaşları alnına doğru kavislendi ve "yokluğumu hissettin?" dedi hadi oradan dercesine.
"Evet," dedi Yalın başını robot gibi aşağı yukarı sallayarak. Peri gülümseyecek gibi olunca bakışlarını önüne çevirdi. Yağmur damlaları küçük göle güçlü darbelerle düşünce yağmurun hızlandığını anladı.
"Uyuyamadım."
Yalın dudaklarını birbirine bastırıp karıncalanan ellerini dizlerine yasladı. Oysa eskiden nerede nasıl olduğuna aldırmadan uyurdu Peri. Bu uykusu yüzünden kaç provaya, kaç derse, kaç konsere geç kalmışlardı hatırlamıyordu bile. Dudakları kıvrıldı bir an. Liseyi, Peri'yle yaptıkları çılgınlıkları, sahneyi, müziği, eskileri özlemle andı. İç geçirerek soluklandı.
"Farkındayım... Feri dışarı çıkmayın demişti. Çıktığına göre gelmişler sana," Peri gözlerini devirdi.
"Bastılar beni aynen!" Yalın sessizce gülüp yeniden iç çekti. Soğuktan bedeni titredi. Hava git gide daha da soğuyordu sanki. Gözlerini Peri'ye çevirdi ama gördüğü tek şey bembeyaz, kıvırcık tutamlar oldu. O kıvırcıklara dokunmayı, kokusunu solumayı hatta söve söve yapsa da her seferinde farklı renklere boyamayı bile özlemişti.
"Uyumak ister misin?" Peri sabırla soluklandı. Cayır cayır yanan gözlerini sızısına aldırmadan birkaç saniye kapattı.
"Uyuyamıyorum Yalın. İlaç almaktan da yoruldum." Yalın'ın içi acıdı. Peri'yi göğsüne çekip sarıp sarmalamak istedi ama çekinceleri daha ağır basıyordu. Aklına gelen maziyle gülümsedi bir an. Dudaklarında özlemle nefeslenen bir tebessümle Peri'ye baktı.
"Çocukken yan yana ne zaman uyusak hep el ele tutuşurduk. Sen saniye geçmez uykuya dalardın..." Peri alt dudağını ısırıp Yalın'a baktı. Doğru diyordu. Başkalarının yanında birkaç dakikada uykuya dalarken Yalın'ın yanında saniye sürmez sızardı. Tabii eskiden öyleydi.
"Saat daha sabahın altısı. Bu saate kimse gelmez..." deyip oturduğu yerden kalktı Yalın. Peri'nin önüne adımlayıp elini uzattı.
"Gel haydi. Tıpkı çocukluğumuzdaki gibi el ele uyuyalım..." utançla doldu Peri. Eğer bedeni bir tepki verseydi tüm teni kıpkırmızıya çalardı. Zihni geçmişe gitti. Yalın'ın ona ulaşabilmek için çabasını hatırlayınca yüreği sızladı. Dünya'dan sonra herkesten her şeyden uzaklaşmış günden güne zayıflayan mantaliteyle herkesle arasına duvarlar örerken Yalın'ı da o duvarların gerisinde bırakmıştı.
"Yalın..." dedi titremeye ramak kalan sesiyle. Yalın anladı derdini. Aralarındaki iki adımlık boşluğu da kapatınca dizleri Peri'nin ayakkabısının ucuna değdi.
"Bazen bazı şeyler olur ve biz bunu engelleyemeyiz. Olan olur ve hayat o olanların akışında devam eder..."
"Yani?" dedi Peri titreyen sesiyle.
"Yanisi haydi gel uyuyalım."
Peri dolu gözleriyle gülümseyip kendisine uzatılan ele küçük elini bıraktı. Soğuk tenine çarpan sıcak tenle içi titredi. Tüyleri ürperip diken diken oldu. Onların tenleri hep böyleydi. Biri buz gibi biri ateş gibiydi ama ilk defa ikisinin de bedenini bir titreme sardı. İkisinin de tüyleri ilk defa diken diken oldu. Birbirlerine ilk defa dokunmuyorlardı lakin ilk defa böyle hissediyorlardı.
El ele eve koşar adımlarla girdiler. Yalın ıslanan saçlarında ellerini gezdirirken Peri omzundaki kalın hırkayı alıp kucağında tuttu. Buram buram Yalın kokuyordu ama daha farklı daha yoğun bir kokuydu artık Yalın'ın kokusu. Bunu fark etmek yüzünü asmasına neden oldu. Her anını bildiği çocuğun adam oluşunu kaçırmak canını sıkmıştı.
"Ne oldu?"
"Hiç. Kokun... Değişmiş ama değişmemiş gibi..." dedi. Sonra saçmaladığını düşününce kucağındaki hırkayı Yalın'ın kucağına bırakıp koşar adımlarla kaldığı odaya gitti. Zaten bu evin bir odası vardı. O odada kalıyor Yalın ise içeride koltukta yatıyordu.
Üzerindeki ıslak kazağı çıkarıp yatağın üstüne fırlattı. Dolaba döndüğünde gözü aynadaki yansımasına takıldı. Yüksek bel taytının beli artık tam oturmuyordu. Göğüslerini örten sporcu sutyeninin de artık onu sıkmadığını fark etti. Kilo vermiş gibiydi. Eskisi gibi incecik değildi elbet ama birkaç kilonun gittiği de aşikardı.
"Üstünü değiştirmeli... Pardon!" odaya dalan Yalın'la sıçrayıp kapıya baktı. Yalın içeri girmiş elindeki hırkasıyla yüzünü kapatmış, yetmemiş gibi başını da yere eğmişti.
"Çıplak değilim Yalın!"
"Olsun... Ben rahatsız olursun diye. Çıkayım ben en iyisi sen seslenince gelirim."
"Üzerimde daha az şey varken beni görmüşlüğün var Yalın?" tüm çocuklukları ve ergenlikleri bir arada geçmişken onu böyle ilk defa görüyormuş gibi davranması komiğine gitmiş ama canını da sıkmıştı. O kadar mı yabancılaşmışlardı birbirilerine?
"Çıktım ben, seslenirsin!" Yalın yüzüne kapattığı hırkayı çekmeden odadan çıktı ama çıkarken ayağını ve başını bir yerlere çarpmaktan kurtaramadı.
Peri iç çekerek soluklanıp dolabı açtı. Düzenle yerleştirdiği kıyafetlerinin arasından bir eşofman altıyla üstüne kapüşonlu hırkasını geçirdi. Yatağa bıraktığı nemli kazağını düzeltip taytıyla birlikte kuruması için pencerenin altındaki doğalgaz peteğine bıraktı. Neyse ki çorapları kuruydu.
Arkasına dönünce yatakla karşı karşıya kaldı. Terleyen avuç içlerini birbirine sürtüp bakışlarını odasının kapısına çevirdi. Birden beliren gerginlik ve tuhaf bulduğu heyecanla şaşırdı. Yatağa mı geçse Yalın'a mı seslense bilemedi. Ne yapacağını kestiremezken Yalın imdadına yetişircesine ona seslenince "gelebilirsin Yalın." dedi.
Yalın odaya girdiğinde Peri bakışlarını ondan kaçırıp hızlı adımlarla yatağa ilerledi ve yorganı kaldırıp içine girdi. Yılların alışkanlığıyla hızlıca lenslerini çıkarıp komodinin üzerindeki kutusuna bıraktı. Sonrasında yatağa tamamen girdi ve yorganı başına kadar çekip cenin pozisyonunda yattı. Yalın ise sakin adımlarla yatağa gidip oturdu. Üzerindeki gri tonlardaki oduncu gömleğini çıkarıp yatağın ucuna bıraktı. Ayağındaki botlarını da çıkarıp Peri'ye bakmadan yatağa uzandı. Anlam veremediği bir hızla çarpan kalbine şaştı kaldı. Yutkunuşlarında hissettiği kalp atışlarıyla alnında terler birikti.
"Uyuyamayacaksan eğer..." Peri'nin sözlerini anında kesip "uyurum, uyuyacağım tabii. Uyuruz yani." dedi. Ağırca yutkunup yan döndü ve Peri gibi yattı. Şimdi yüz yüzeydiler. Aralarında bir kişilik daha mesafe vardı. O mesafe iyi ki var diye düşündüler aynı anda. Neredeyse iki haftadır bu evde köşe kapmaca oynayıp iki kelamdan öteye gidemezlerken şimdi bu kadar yakın olmak ikisine de tuhaf geliyordu. Gerçi Yalın, Peri'nin aksine onunla iletişime geçmeyi hep deneyen ona daha sıcak yaklaşandı ama Peri'den karşılık alamadıkça o da suskunluğa düşmüştü.
Yalın güçlü bir nefesle yanağını yastığa sürttü. Elini uzatıp Peri'nin yastığın üstüne yaslı elini tuttu ve aralarındaki boşluğa çekti. Elinin soğuk olduğunu hissedince diğer elini de kendine çekti ve Peri'nin ellerinin üzerine cayır cayır yanan avcunu kapadı.
Sessizce birbirlerini izlediler. Yalın gözlerini kırpmadan Peri'yi izlerken Peri'nin gözleri kapanıp açılıyordu. Isınmaya başlayan ellerinden tüm bedenine yayılan sıcaklıkla huzura bulanmış gibi hissediyordu. Ağırlaşan göz kapakları kapandıkça o geri açıp Yalın'ın elaya çalan gözlerine bakıyordu.
"Şarkı söylemeye devam ediyor musun?" Yalın onaylarcasına başını salladı.
"Senin aksine evet. Müziğe küsmedim, ona tutundum pamuk." Peri gözlerini kapadı. Dudaklarını birbirine bastırdı ve hissettiği suçlulukla nefesini tuttu.
"Eskiden parmaklarında hep kesikler olurdu. Ben de sana hep kızardım. Kemandan, çellodan başka çalacak bir şey bulamadın mı diye. Sen de bana onları hiçbir müzik aletine değişmeyeceğini söylerdin." Peri'nin gözleri yeniden aralandı. Uyku çöken morlarında özlem vardı. Kemanla Güneş teyzesi sayesinde tanışmıştı. Teyzesinin bir aile yemeğinin sonunda çaldığı beyaz kemana ilk görüşte aşık olmuş; benim olsun diye zırıl zırıl ağlamıştı. O zamanlar çocuk aklıyla beyaz olan her şeyin kendisi gibi olduğunu düşünürdü... Güneş teyzesi bir an bile düşünmeden kucağına bırakmıştı kemanını. Çalmayı da öğretmiş, yeteneğini keşfetmesini sağlamıştı. Sonra kemanla yetinmemiş çelloya da merak salmıştı genç kız. Onu öğrenmek daha kolay olmuştu haliyle. Zümrüt anneannesinin büyük hayallerle kızına aldığı keman kendi ellerinde can bulmuş, anneannesinin hayallerini de kendisi gerçekleştirmişti...
Yutkundu Peri. Dilinin ucuna kadar gelen kelimelerini yutup isyanını kalbine gömdü. Dünya ölmüşken nefes almak bile ağır geliyordu. Değil keman ya da çello çalmak bir dönem yıkanmaktan bile acizdi. O dönemler anne babasına ve kardeşlerine çok zorluk çıkarttığı da bir gerçekti.
"Uyuyacağım ben." dedi birden. Kaçmak son beş yılda yapmayı becerdiği en iyi şeydi.
"Uyu pamuk Peri'm... Uyu..." Yalın üstüne gitmedi. Bu kadarının bile şu an için fazla olduğunun farkındaydı.
Peri gözlerini kapattıktan sonra bir daha açmadı. Nefesleri çok değil dakikalar sonra düzene girdiğinde Yalın yerinde kıpırdanıp Peri'ye yanaştı. Avcuna hapsettiği elleri diğer eliyle tutup boşa çıkan elini titreyerek çok özlediği kıvırcık tutamlara uzattı.
Parmak uçlarıyla dokundu beyaz tutamlara. Özlediği o tanıdık his gözlerini yaşarttı. Peri'yi uyandırmaktan korktuğundan istediği gibi dokunamasa da bu bile yetmişti bunca zaman sonra.
"Yalın..." diye sayıklayan sesle eli havada dondu kaldı. Gözleri Peri'nin yüzüne düştü. Uyuyordu. Buna emindi ama sayıklaması beklemediği bir şeydi.
"Buradayım pamuk Peri'm." diye fısıldadığında Peri uykulu haliyle ona yanaştı. Aralarındaki mesafe azalırken nefesleri birbirine tenlerine çarpıyordu.
"Sesin..." diye sayıkladı Peri tekrardan. Rüya mı görüyordu yoksa bilinci açık mıydı Peri'de bilmiyordu.
"Ne olmuş sesime?" dedi Yalın bozuntuya vermeden. Peri'nin uykusunda konuştuğu görülmüş şey değildi ama bu haliyle de çok güzel olduğu su götürmez bir gerçekti.
"Özledim." Yalın'ın düzene giren ritimleri yeniden birbirine karıştı. hızlandı, yavaşladı. Göğsünü döven kalbine Peri'nin saçlarını seven elini yasladı. Gülümsemekten kısılan gözlerini kapayıp birden diline düşen çok eski bir şarkıyı söylemeye başladı.
Yoksun bir garip mecnunum canım sana
Yanan ömrüme bir damla su yazık bana
Çalsın bu deli boran teli gülüm sana
* * *
Öğlenden sonrasıydı. Yalın dakikalar önce uyanmıştı anca gözlerini aralamak istemiyordu. Peri ile kenetlenmiş elleri, çenesinin altına yaslı baş, burnuna sataşan saçlar tuhaf bir şekilde farklı hissettiriyordu. Peri aynı Peri, kendisi aynı Yalın'dı ama bazı şeyler nedense farklı geliyordu. Çok düşünmedi. Araya giren beş yıldı ne de olsa. Bunca zaman sonra bazı şeylerin farklı ve tuhaf hissettirmesi o an için normal geldi Yalın'a.
Gözlerini aralayıp derinden soluklandı. Özlediği çiçek kokusu ciğerlerine dolup kendisini hatırlatınca gülümsedi. Burnunu kaşındıran saçlar gülümsemesini sırıtışa çevirdi. Peri'nin saçları da tıpkı onun gibi hudutsuz, özgür ve savruktu. Başını biraz doğrultup burnunu o saçlara yasladı. Saç dipleri aşırı sıcaktan terli olsa da Yalın hiç rahatsız hissetmedi. Birbirine kenetlenen ellerini hiç istemese de çekti. Peri'nin omzundaki başını yavaşça yastığa bıraktı. Esneyip yataktan doğruldu. Peri'nin yastığa dağılan uzun, gür ve kıvırcık saçlarına yaklaşıp kokusunu son kez soluduktan sonra başına varla yok arası bir buse kondurup geri çekildi ve yataktan kalktı.
Peri'nin üzerini örtüp odadan çıktı. Salondaki koltukta unuttuğu telefonunu alıp saate baktı. İkiye geliyordu. Bedenini esnetip mutfağa geçti. Kendisine kahve hazırlayacakken hazırlayıp Peri uyandığında içer diye kalan sütü kullanmadı. Sütsüz içemese de yapacak bir şey yoktu. Kendisine sert bir kahve yapıp bahçeye açılan uzun camekana ilerledi. Kalın perdeleri çekmeden aralayıp dışarıya bakındı. Yağmur yeni dinmiş gibiydi. Telefonundan yeniden saate baktı. Ferah bugün gelecekti ama saat belirtmediğinden hep bir bekleyişteydi.
Araladığı perdeyi geri kapadı. Bir süredir yatak niyetine kullandığı koltuğa oturup kahvesinden bir yudum aldı ama aldığı gibi yüzünü ekşitti. Kahvesini asla sütsüz içemezdi ama Peri'ye kadar süt kalmıştı. İçemeyeceğini anlayınca bardağı hemen önündeki sehpaya bıraktı.
"Ben en iyisi minik yaverlerime yeni bir liste atayım." diye kendi kendine söylendi. Küçük suç ortakları sayesinde şehre inmeden tüm ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Hem abla kardeş görüşmüş olurlardı.
Mesaj kısmına aklına gelen şeyleri listelerken araba sesi işitti. Telefonun kilidini kapayıp cebine attı. Usulca koltuktan kalkıp mutfağa koşar adımlarla ilerledi. Mutfağın penceresini örten kısa tülün arkasından dışarıya baktı. İki arabanın peş peşe durduğunu görünce yutkundu. Camları filmli olan siyah arabaların plakalarını seçemeyince endişelendi. Hemen önündeki çekmeceyi açıp bıçaklardan birisini aldı ve kapıya doğru ilerledi. Dürbünden baktı ama kimseyi göremedi. Salona koşturdu. Kalın perdeleri yavaşça sıyırıp dışarıya yeniden baktığında Barlas'ı ve Ferah'ı gördü. Birkaç tane de koruma vardı. Aralarından sadece geçen sefer de gördüğü adamı tanıdı.
"Ulan," diye hayıflanıp korkuyla çarpan kalbine avcunu yaslayıp soluklandı ama bu hali çok uzun sürmedi. Kapıya vurup Peri'yi uyandırmasınlar diye yine koşar adımlarla kapıyı gidip açtı.
"İnsan gelmeden önce arar!" Ferah ve Barlas, Yalın'a aldırmadan içeri girdiler. Korumalar evin etrafına dağılırken içeriye giren tek koruma Cem oldu.
"Peri uyuyor sessiz olun." eve paldır küldür giren üçlüyü uyarıp kapıyı kapadı Yalın. Barlas çoktan koltuğa yayılmışken Ferah hepsine bir bakış atıp saki adımlarla tekli koltuğa ilerleyip kolçağına kalçasını yasladı.
"Yarası ne durumda?" diye sordu Barlas.
"İyi. Öğrettiğin gibi her gün pansumanını yapıp bandajı yeniliyoruz. Acısı, ağrısı kalmadı gibi."
"Güzel... Bugün herkes gelmeden kontrol ederim. Büyük ihtimalle artık sargıya ihtiyacı kalmamıştır." Yalın'ın kaşları Barlas'ın sözlerinin ardından derinden çatıldı. Merakla Barlas ve Ferah'a bakıp "Bir dakika! Herkes derken?" dedi.
"Aferin Barbar!" diye hayıflandı Ferah. Bakışlarını Yalın'a çevirip ona onu yanına çağırdı ama Yalın hareket etmeyince o ayaklandı.
"Tüm bu olanları babalarımıza anlatacağız Yalın o yüzden bugün hepsi burada olacak." diyerek genç adama yaklaştı.
"Hepsi!" dedi Yalın irileşen bakışlarıyla.
"Evet. Hepimizin babaları. Dedemlerde dahil!" dedi Ferah.
Yalın burnundan soludu. Ellerini ensesine yaslayıp başını tavana kaldırdı ve gözlerini birkaç saniyeliğine kapadı. "Bunu keşke önceden söyleseydiniz."
"Söylerdik ama iki gün boyunca bu halde olmanızı istemedik. Şu haline bak titremeye başladın." Barlas'ın alaylı tavrına ortamdaki herkes göz devirdi. Yalın yüzünü ekşitip amcasına baktı. Aralarında kan bağı yoktu ama karşısındaki adamı amca bilerek büyümüştü. Üstelik bu alaycı halleri tıpkı babası gibiydi.
"Titrerim tabii. Babam ağzıma sıçacak." Barlas güldü. Ferah ise dudaklarını birbirine bastırıp bu sizin hatanız dercesine genç adamın yüzüne baktı. Cem ise dikkatli bakışlarla karşısındaki üçlüyü izliyordu. Ama bir gözü hep Ferah'ın üzerindeydi. Kadının ciddiyetine alıştığından bu sakin, samimi hallerini henüz sindiremiyordu.
"Merak etme Yalın. Hepsi olayların ne denli ciddi olduğunu fark edince size kızmaya halleri kalmayacak." dedi Ferah dayamanadan. Yalın'ın omzunu sıvazlayıp Peri'nin uyuduğu odaya ilerledi. Aralık kapıdan girmeden önce içeriye bakınıp yavaşça odaya girdi. Gözleri anında Peri'yi buldu. Genç kız yatağın ortasında dünyadan bir habermişçesine uyuyordu. Yaşadığı uyku problemlerini bildiğinden onu böyle görünce duygulandı.
Yatağın etrafında dolanıp Peri'nin yattığı tarafa geldi. Ellerini yatağa bastırıp kızın başına küçük bir buse kondurdu. Beline kadar sıyrılan yorganı omzuna kadar çekip boynunu saran saçlarını yavaşça çekip yastığa bıraktı. Güzel yüzünü birkaç saniye daha izledikten sonra odadan girdiği gibi aynı sessizlikte çıktı.
İçeri geri döndüğünde Yalın'ı, Barlas'ın yanında otururken buldu. Cem ise hâlâ aynı yerde ellerini önünde kenetlemiş bir şekilde duruyordu. Ona herkes gelene kadar rahat ol demek istedi ama dilini tuttu. Oturan ikilinin çaprazındaki tekli koltuğa bacak bacak üstüne atıp ellerini birbirine kenetleyip karnına yasladı.
"Eeee. Çayınız çorbanız yok mu?"
"Mutfak orada abla!" Ferah gözlerini kısıp çizmesinin sivri ucunu Yalın'ın bacağına geçirdi.
"Ne cırlıyorsun oğlum?" Yalın gözlerini devirip omuzlarını silkti. Şu an fazla gergindi. Babasıyla bu şekilde yüzleşeceğini hiç düşünmemişti. Babası Emir Erez her zaman rahat, sakin ve aşırı eğlenceli bir baba olmuştu ancak yalan kırmızı çizgisiydi. Kendisine yalan söylenmesini asla sevmez ailesinin içinde yalan olmasına da asla izin vermezdi ama Yalın uzun süredir hem annesine hem babasına fazlasıyla yalan söylemek durumunda kalmıştı.
"Yalın... Ne abimin ne diğerlerinin size kızmaya hakkı yok. En azından bu konuda. Hem merak etme baban anlar seni. Ben asıl Merdo reisten korkuyorum," diyerek bakışlarını Ferah'a çevirdi Barlas.
"Bak işte ondan bende korkuyorum," diye mırıldandı Ferah. Babası sinirli bir adamdı. Aksi, agresif ve bağırtkandı. Bugün en çok onun sesinin çıkacağını ve Dağhan'ın da kulağının bol bol çınlayacağından emindi. Sıkıntıyla oflayıp saçlarını sol omzunda topladı. Oturduğu koltuktan kalkıp mutfağa ilerledi.
"Türk kahvesi var mı?" diye sordu çok bağırmadan.
"Var... Süte dokunma ama Peri'ye kaldı." dedi Yalın.
Ferah Cem'e sade kendilerine orta şekerli bol köpüklü Türk kahvesi yapıp içeri geri döndü. Elindeki tepsiyi sehpaya bırakıp bakışlarını Cem'e çevirdi ve "sade," dedi sadece.
"Teşekkür ederim efendim." Cem'in hâlâ aynı pozisyonda ayakta dikildiğini görünce burnundan soluklandı. "Otur da iç Cem. Burada savcı Ferah değil abla Ferah'ım. Rahat olabilirsin."
"Ben rahatım efendim." dedi ama gözleri anlık bir zamanda Barlas ve Yalın'a kaydı. Ferah bunu fark edince o da o tarafa baktı ve Barlas'ın çatık kaşları ve kısık gözleriyle Cem'e odaklandığını gördü.
"Otur dedim Cem!" diye söylenip Barlas'a dik dik bakarak yerine geri oturdu.
Cem aldığı emirle istemese de Ferah'ın karşısındaki berjerin ucuna dik bir oturuşla oturdu. Kendi kahvesini önüne çekip bıraktığı sırada üzerindeki bakışlara göz gezdirdi. "Her neyse, " diye homurdanan Ferah'ın ardından boğazını temizleyip acı kahvesinden bir yudum aldı.
"Çayda yapsaydın keşke," dedi Barlas. Kahvesini höpürdeterek içip Ferah'a sırıttı.
"Yaparız Barbar. Bir millet gelsin çayda yaparız. Şimdi sus zıkkımlan kahveni!" Ferah'ın sözleri ardından Yalın sabırla soluklanıp Ferah'a ve Barlas'a baktı.
"Ses etmeyin dedikçe konuşup duruyorsunuz ya! Kız günler sonra ilk defa böyle uzun uyuyor. Susun da uyumaya devam etsin. En azından herkes gelene kadar!"
Yalın'ın uyarısından sonra herkes sessizce kahvesini içip konuşmadan oturdu. Geçen bir saatin ardından Peri'nin uyuduğu odadan tıkırtılar yükselince Yalın ayaklanıp odaya gitti. Peri yatakta oturmuş komodinin üzerine bıraktığı lens kutusunu almaya çalışıyordu ama uyku mahmurluğuyla görüşü daha da bulanık olduğundan kutuyu bir türlü bulamıyordu.
"Günaydın," dedi Barlas kapının önünden. Peri'nin başı kendine dönünce içeri girip lens kutusunun olduğu komodine ilerledi.
Peri terden tenine yapışan saçlarını iteleyip gelişi güzel bir şekilde tepesinde topladı. "Günaydın, saat kaç?"
"Öğleden sonra üç." Peri'nin gözleri kocaman açıldı.
"Oha!" dedi. Vurulduğu ilk günlerdeki uyumasını saymazsa bu kadar uzun saat uyumayalı epey olmuştu. Hoş vurulduğunda da uyumamış bayılmıştı.
"Yani bir yedi sekiz saat kadar..." bakışlarını Yalın'a çevirdi.
"Çok uyumuşum." Yalın güldü. Kutuyu Peri'nin avucuna bırakıp "eskiden yedi sekiz saati az bulurdun... On saatten aşağı uyumazsan kendine gelemezdin sen," Peri burukça gülümsedi.
"O eskidendi. Şimdi iki saat bile çok."
Yalın yutkundu ama bir şey demedi. Peri'nin yataktan kalkmasına yardım edip onu odadaki boy aynasına kadar götürdü. Lensleri çıkarmakta sorun yoktu ama takarken zorlanmaya devam ediyordu.
"Barbar'la Feri geldi. Bir de Feri'nin koruması."
Peri sağ gözüne lensini takarken aynadan Yalın'a bakıp "geçen gelen mi? Yakışıklı olan hani." dedi. Yalın'ın gülen suratı bozuldu. Somurtarak Peri'ye baktı.
"Ne yakışıklısı be. Kör müsün kızım!" dudakları arasından çıkanla gözleri iri iri açıldı. Yüzü utançla kızarırken Peri'nin kıkırtısı ve ardından "sence?" deyişi utancını daha da harladı.
"Özür dilerim ben öyle lafın gelişi dedim kasten değil yani boş bulundum bir an." Peri sol gözüne de lensini takıp Yalın'a döndü.
"Alınmadım Yalın sorun yok. Ciğerini bilirim ben senin o yüzden açıklama yapmana da gerek yok." Yalın tuttuğu nefesini gürültüyle bırakıp gülümsedi ama bu çok kısa sürdü.
"Kızım sen de baban yaşındaki adama ne yakışıklı diyorsun Allah Allah!" Peri'nin ince kaşları çatıldı ama dudağının kenarında bir tebessümün izi beliriyordu.
"Babam yaşımdaki?" dedi eğlenerek Peri. Yalın ise saçlarını karıştırıp alnını kaşıdı.
"Yani... Amcanda olabilir?" Peri kıkırdayıp kapıya doğru yürümeye başladı. Odadan çıkmadan önce omzunun üzerinden arkasına bakıp "Sen uyurken kıçın mı açıkta kaldı acaba?" dedi.
"Yooo... Peri!" Yalın'ın serzenişine gülüp odadan çıktı. İçeridekilerin yanına geçmeden banyoya girdi. İşlerini halledip çıktığında Yalın da salondaydı.
"Hoş geldiniz." diyerek aralarına katıldı.
Ferah anında ayaklanıp Peri'ye döndü ve onu kollarının arasına aldı. Uzun topuklu çizmeleriyle bile Peri'den kısa oluşuna canı sıkıldı ama bunu içinde yaşadı. Ah dedi içinden boy konusunda herkes babasına çekerken o neden annesine çekmişti ki!
"Pamuğum sen benim kollarıma gel. Feri yine boy kompleksi yaşıyor sanırım." Barlas'ın alaylı sesiyle Ferah geri çekilip ona ölümcül bakışlar attı ama Peri'nin yüzündeki gülüşü görünce bakışlarını yumuşattı. Avcunu Peri'nin yanağına yaslayıp usulca okşadı.
"Seninle alakalı değil ablacım ben sadece babamın boy genlerini reddeden DNA sistemime sövüyordum içimden." herkesin dudakları kıvrıldı. Peri çok sevdiği Ferah ablasının beline kollarını sarıp başını göğsüne yaslamasını sağladı.
"Biz seni böyle minnak seviyoruz abla. Dert etme boş ver," dedi Peri ama Ferah gerçekten kompleks yaptığı duruma üzülmeye devam etti.
"Sağ ol pamuk ama Minel bile benden uzun nasıl dertlenmeyeyim?"
Kendisi 1,63 idi. İzel en uzunları olarak başı çekiyordu. 1,78'lik boyuyla mankenlere taş çıkartırdı. Canan 1,75'ti ve uzun süre profesyonel olarak voleybol bile oynamıştı. Peri 1,76, Minel ise şimdilik 1,72 idi. Bir de Dünya vardı. 1,80'lik boyuyla yaşıyor olsaydı başı o çekiyor olurdu.
"Neda'dan uzunsun en azından...Ama birkaç sene için," Ferah silkelendi. Güzel gözlerini devirip Barlas'a yüzünü ekşitti. Peri'nin yanağını öpüp kalktığı koltuğa geri oturdu.
"Komik misin sen?" Barlas sırıtarak başını sallarken Peri onları arkasında bırakıp mutfağa ilerledi. Dolaptan süt kutusunu çıkardığında az olduğunu fark etti. Omuzlarını silkip çekmeceden cezve çıkarıp sütü boşalttı ve kaynaması için ocağa bıraktı. Kaynamasını beklerken kulağına çarpan sesle bakışlarını mutfak tezgahının arkasındaki pencereden dışarıya çevirdi. Evin önünde park edilmiş iki arabanın arkasına üçüncü araba park etti ve açılan kapıdan Yusuf Ali Toral indi.
"Amcam geldi," diye içeriye doğru seslendi.
Yalın koltuktan kalkıp kapıya ilerledi. Cem de kalkacak gibi olurken Ferah gözleriyle oturmaya devam etmesini işaret etti. Tepesinde birisinin dikilmesinden nefret ediyordu. Yalın kapıyı açtı. Yusuf Ali dolu elleriyle içeri girip torbaları kapının yanına bıraktı ve Yalın'a sarıldı.
Oturduğu yerden sarılan ikiliyi izleyen Barlas alttan alttan sırıtıp Ferah'a baktı ve başıyla Yusuf Ali'yi işaret etti. "Bu da bebekten sonra iyice yumuş yumuş oldu farkında mısın?" Ferah gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Yusuf Ali, Yalın'dan ayrılıp can dostuna ters ters baktı ve "hadi lan oradan." dedi.
Barlas kıkırdadı. Koltuğun kenarına kayarak Ferah'a yanaştı ve "bak, bak. Daha da kibar olmuş farkında mısın?" dedi.
Ferah başını sağa sola sallayıp "Barbar," dese de Barlas sırıtmaya devam etti. Ferah'a iyice yanaşıp "doğru ailemizin küfürbazı sendin," dediğinde Ferah'ın çizmelerinden o da nasibini aldı.
"Kaşınıyorsun Barlas!" Ferah'ın uyarısı netti.
"Tamam savcım. Bir şey demedim," diyerek geri çekildi Barlas ama sırıtışı yüzünde yerli yerindeydi.
Yalın ve Yusuf Ali yanlarına ilerledi. Yalın koltuğa yeniden otururken Yusuf Ali, Ferah'a ilerledi ve yüzünü avuçlayıp başına bir buse kondurdu. Uzun saçlarını şefkatle okşayıp doğruldu ve bakışlarını mutfak kısmına çevirdi. Peri oradaydı ve sırtı dönüktü. Ocağın önünde bir şeylerle uğraşıyordu.
Yusuf Ali kapıya bıraktığı torbaları alıp mutfağa ilerledi. Elindekileri tezgaha bırakıp yeğenine yanaştı. "Peri kızım?" dediğinde Peri başını ona çevirip ağız ucuyla "hoş geldin, karın yok mu?" dedi.
Yusuf Ali'nin kaşları çatılır gibi oldu. Gözleri Peri'nin yüzünde dolandıktan sonra arkasına bir bakış atıp Peri'ye bir adım daha yanaştı. Kollarını göğsünde bağlayıp kalçasını tezgâha yasladı ve sol ayağını öne uzattığı sağ ayağının üstünden atıp yere yasladı.
"İzel ablan benim karım ama senin için ne zamandan beri bu şekilde hitap ettiğin birisine dönüştü?"
"Amca..." Peri'nin solukları uzun ve sessizdi. kaynayan sütünü bardağa alıp ocağı kapadı ve cezveyi sudan geçirip içi su dolu olacak şekilde lavabonun içine bıraktı. Bardağını alıp amcasına bakmadan salona ilerledi.
"Ben çardakta oturacağım," deyip evden çıktı.
Arkasındaki bakışları birbirine döndüğünde Yusuf Ali bozulan moraliyle saçlarını karıştırdı. Bakışlarını Yalın'a çevirip "neyi var?" diye sordu.
"Yeni uyandı. Tersinden kalkmıştır belki..." Yusuf Ali başını sağa sola salladı. Bakışları Barlas ve Ferah'ta dolaştı ama onlardan da bir cevap alamadı.
"Ben bir bakayım." deyip Peri'nin peşinden evden çıktı. Gölün yanındaki büyük ahşap çardağa yürüyüp Peri'nin yanında durdu. Onun gibi çardağın ortasındaki ahşap masaya yaslanıp bakışlarını yeğenine çevirdi.
"Sen küsmezsin. Lafı da dolandırmazsın." dedi ama Peri sütünden bir yudum alıp önüne bakmaya devam edince iç geçirip göğsünü nefesle doldurdu.
"Böyle susmazsın da. Ne oluyor Peri?" Peri omuzlarını silkti. Sütünden bir yudum daha alıp bardağı masaya bıraktı. "Hiç. Canım sıkkın sadece," deyip avuçlarını birbirine sürttü.
"Şu toplantı olayına mı?" dedi Yusuf Ali. Peri başını amcasına çevirip çatık kaşlarıyla yüzüne baktı.
"Ne toplantısı?" Yusuf Ali pot kırdığını anlayınca bakışlarını kaçırdı ama sözlerini kayırmak yerine konuşmaya devam etti.
"Baban, babam, diğerleri... Anlayacağın ailenin demirbaş erkekleri bugün burada olacaklar." Peri'nin dudaklarının arasından küçümseyici bir "hıh!" nidası döküldü. Bakışlarını yeniden önüne çevirip ellerini masanın aşınmış kenarlarına yasladı.
"Geç bile kaldılar." dediğinde Yusuf Ali emin olamadı. Sakalını sıvazlayıp içinden geçeni söyledi. "Bence bulaşmaları işleri daha da karıştıracak."
"Karıştırmak? Herkes her şeyi biliyor zaten amca." dedi Peri kendinden emin bir sesle. Ona göre herkes biliyor ama birbirilerine üç maymunu oynuyorlardı.
"Hoş ablam keşke sana... Pardon İzel ablama!" dedi ablam kelimesinin üstüne bastırarak. "Değil babama gitseydi her şey daha kolay ve kapalı devam ederdi."
Yusuf Ali aldığı nefesi gürültüyle bıraktı. Dudaklarının arasından kısık bir oflama çıktı. Başını yere eğip ayağının ucundaki taşa bir fiske vurdu. Konunun dönüp dolaşıp İzel'e geleceğini biliyordu. Yüzü kızarsa da "Peri," dedi. Dediği gibi de Peri'den alaylı bir gülüş çıktı.
"Bak işte bu ses tonu... Bu ses tonunu çok iyi tanıyorum." Peri yüzünü örten saçlarını geriye atıp başını yukarıya kaldırdı ve gözlerini kapatıp sırıtmaya devam etti.
"Bilmesi gereken herkes Canan'ın ilk geldiğinde İzel ile olanları biliyor zaten," Yusuf Ali'nin söyledikleriyle Peri'nin dudakları arasından küçük bir kıkırtı yükseldi. Ancak o kıkırtı samimiyetten uzak alaylı bir kıkırtıydı.
"Benim ablam tam bir salak," dedi kıkırtılarının arasından. Başını sağa sola yatırıp bedenini gevşetti. Yusuf Ali'nin cevap vermeyeceğini anlayınca başını ona çevirdi ve koyu kahvelerle göz göze geldi.
"Neden diye sormayacak mısın?" Yusuf Ali'den ses çıkmadı ama bakışları neden sorusunu soruyordu. Peri amcasının gözlerinin içine içine bakıp konuşmaya başladı.
"Benim salak ablam eğer İzel'in yerinde olsaydı o gece duygu sömürüsü yapmak yerine her şeye rağmen hamileliğini herkesten gizler," aralı dudaklarının arasından nefesini bıraktı ve yeniden soluklandı. Bu sefer dudağının köşesi kıvrılmış alaylı hali daha da artmıştı.
"Senin karınla birlikte ölüme koşardı. Ama işte benim salak ablam senin karın kadar bencil ve korkak değil. Hoş ondaki bencilliğin biraz fazlası..." sustuktan sonra nefesini gürültüyle bırakıp önüne dönüp bakışlarını göle dikti ve "karını narsisizm ile mücadele etmesi için annemle görüşmeye ikna etmeye ne dersin?" diyerek sözlerini bitirdi.
"Peri. İleri gidiyorsun!" dedi Yusuf Ali duyduklarının yarattığı rahatsızlıkla. Evet, İzel bencil ve korkaktı. Ama kaybettiği bebeklerinden sonra böyle olması da normaldi. En azından Yusuf Ali'nin gözünde bu böyleydi.
"Yok bu henüz gitmemiş halim..." deyince Yusuf Ali yaslandığı yerden kalkıp güçlü adımlarla çardaktan çıktı. Göle ilerledi ama adımları durdu. Yüzünü sıvazlayıp Peri'ye tekrar dönüp "Peri!" dedi ama karşısındaki kızın bakışları onu susturmaya yetti.
Peri, küçük adımlarla Yusuf Ali'nin karşısına geçip çenesini dikleştirdi. "Biliyor musun aslında ben ablamdan daha vicdanlı daha merhametli birisiyimdir."
Yusuf Ali masaya yasladığı ellerini çekip kollarını göğsünde bağladı. Başını hafifçe eğip "öyle mi ?" diye mırıldandı. Kaşları ufaktan çatılır gibi olurken "aranızdaki fark ne peki?" dedi.
Peri alaycı bir gülüşle amcasına üstten bakışlar attı. Onun gibi kollarını göğsünde bağlayıp zaten dik olan çenesini daha da dikleştirip duruşunu kuvvetlendirdi. "Ben hak edene o herkese merhametli ve vicdanlı. O yüzden ben daha gaddar o daha fedakar görünür..."
Yusuf Ali'nin bakışları sarsılırken Peri ona bir adim attı. Şeffaf lenslerinin sayesinde daha net gören gözlerini etrafta gezdirdi ve alçak sesiyle yeniden konuştu.
"Demem o ki amca. Bugünün sonunda bu ihale ablama kalır, ucu ona dokunur ve onu kanatırsa ben sustuklarımı kusarım. Kusarken de kimin üstüne ne sıçramış umursamam... Eh ablamda yanımızda olmadığına göre beni susturacak birisi de yok demektir..."
Yusuf Ali ağırca yutkundu. Derinden çatılan kaşları ve kısılan gözleriyle Peri'ye baktı. Bakışlarındaki endişe ve şüphe elle tutulur cinstendi. "Bu ne demek şimdi?"
"Karına sor... Benim sana bu dediğimi git ona söyle ve sonra Peri ne kusmasından bahsediyor İzel de!"
Yusuf Ali, Peri'ye bir adım atacaktı ki etraflarını saran araba sesleriyle ikisinin de başı o yöne doğru döndü. Sayamadıkları kadar fazla araba evin etrafını sararak durduğunda gözlerine çarpan plakalarla rahat bir nefes aldılar. Gelenler beklenenlerdi.
"Gazamız mübarek olsun..." diye homurdandı Peri.
Evdekiler dışarı çıkıp gelenleri karşılarken Yusuf Ali arkasına baka baka eve doğru yürüdü. Peri ise geride kaldı. Gelenlerin beraberinde gelen eli silahlı korumalar evin etrafına konumlanmaya başlamışken bir kısmı evin içine herkesten önce girmişti.
Yağız, Sefa ve Haydar eve korumalardan sonra ilk girenler oldu. Aslan, yanında Andre ve Kerem ile eve girdiğinde geriye Emir ve Merdo kaldı. Emir oğlunun karşısında dururken Merdo kızının karşısındaydı. Ferah babasına "hoş geldin," deyip eliyle evi gösterirken Yalın'ın bakışları yerdeydi. Merdo, Emir'in omzunu sıkıp başıyla evi işaret ettiğinde iki adam çocuklarını arkalarında bırakarak eve girdiler.
Peri'nin gözleri kapıları yeni açılan arabalara kaydığında görüş alanına ilk giren İsa müdür oldu. Babasının nadir dostlarından birisi olmasının yanında burada mesleki unvanıyla bulunduğuna emindi. Onun hemen ardından diğer arabadan Reber amcası ve babası indiğinde Peri derin bir nefes çekti ciğerlerine. Öne bir adım attı ama diğer adımını atamadan başka bir arabanın kapısı açıldı. Çatık kaşlarıyla gelene bakarken havadaki adımını atıp o yana doğru ilerlemeye başladı.
Son arabadan inip kapıyı sertçe kapatan adamla yutkunuşu boğazına dizildi. Gelmez diye düşünürken karşısında bulmak bedeninden bir titreyişin geçip gitmesine neden oldu. Kuru dudaklarının üzerinde dilini gezdirip birbirine bastırdı ve kısık sesiyle kendi kendine mırıldandı. "Diğerlerini bilmemde senin hiç hoş gelmediğine eminim Baran Uyguroğlu!"
Peri ellerini arkasında bağlayıp sakin adımlarla onlara doğru ilerledi. Kendisini ilk fark eden İsa'ya gülümseyerek baş selamı verip bakışlarını Reber'e çevirdi. Ona bakınca sanki karşısında Yiğit'i görür gibi oldu. Baba oğul birbirine fazla benziyorlardı ama Yiğit ya da yeni adıyla Alp karakter olarak tam anlamıyla dayısı İsa'ya benziyordu.
"Kızım," Peri'nin bakışları babasına döndü. Babasını baştan aşağı süzüp burnunu çekti ve dudaklarını büktü.
"Babacım suç ortaklarını peşine takıp gelmişsin." dediğinde Yusuf güldü. Bakışları çok kısa bir an yanında dikilen ikiliye kaydı.
"Öyle oldu biraz. Ben nereye bu kayınçolar oraya biliyorsun." İsa ve Reber birbirine baktı. Birbirine değen bakışlarında hoşnutsuzluk olsa da birbirilerine olan sevgi saygı bağları çok kuvvetliydi. İki adamın bakışları önce Yusuf'a sonra Peri'ye döndü.
"Biz geçelim." dedi İsa. Reber ile peş peşe içeri girdiklerinde Ferah bir adım öne çıkıp Yusuf ve Baran'a "hoş geldiniz," deyip Peri dışında diğerlerini peşine takıp içeri girdiğinde dışarıda korumaların dışında Peri, Yusuf ve Baran kalmıştı.
"Pamuğum," diyerek sessizliği bozan Yusuf oldu. Kızına sımsıkı sarılıp onu bağrına basmak istiyordu ama Baran'ın yanında bu isteğine ket vurdu.
Peri babasına bakıp iç çekti ve "merhaba baba," dedi. Sesi tıpkı küçük bir kız çocuğuyken babasına nazlandığı zamanlardaki gibi çıkmıştı. Yüzünde tatlı bir tebessümle babasına son kez bakıp dayısına döndü.
"Hoş geldin dayı," dedi. Sesinin gerisindeki titreyiş iki adamında kalbine dokundu. Baran pantolonun ceplerindeki ellerini çıkarmadan kendisine dolu gözleriyle bakan yeğenine yürüdü. Solmuş mavileri, titreyen mor harelerde, rüzgardan uçuşan kıvırcık saçlarda dolandı. Sol cebinden elini çıkarıp avcunu yeğeninin pamuk kadar beyaz ve yumuşak yanağına yaslayıp başını salladı. Eve geçmek için hareketlenmeden önce Peri'nin şakağına küçük bir buse kondurdu ve eve doğru ilerleyerek baba kızı baş başa bıraktı.
"Biz seni İspanya'da sanıyorduk kızım?" Peri babasına bir adım attı. Babasının açtığı kolların arasına girmeden hemen önce "hayat işte baba. İnsanı rüzgar gibi oradan oraya savurabiliyor." dedi.
Peri ve Yusuf'ta eve girdiklerinde kadro tamamlandı. Herkes oturabileceği bir yer kapmışken bazıları ayaktaydı. Yusuf kızını kolunun altından çıkarmadan önce evdeki korumalara dışarı çıkmalarını söyledi. Ancak Ferah'ın koruması Cem yerinden bir milim bile kıpırdamadı. Yusuf kızının başını öpüp onu bıraktı ve boştaki sandalyeyi tutup herkesi görebileceği bir şekilde yerleştirip oturdu.
Bakışları tek tek herkesin üzerinde gezindikten sonra boğazını temizledi. "Sanırım burada olanlardan bir haberdar olan sadece dört kişi var," dediğinde yan yana oturan Emir ve Andre'nin bakışları kısa bir an buluştu. Kerem ise bir an olsun bakışlarını Yusuf'tan çekmiyordu. Merdo'nun bakışları ise kızında ve kızının bir adım arkasında put gibi dikilen genç adamdaydı.
"Ne oluyor neyi bilmiyoruz biz?" dedi Kerem. Mavi gözleri şüpheyle herkesin üzerinde gezindikten sonra abilerinde gidip geldi.
"Anlatacağım..." derken telefonu çaldı Yusuf'un. Üstünden çıkartmadığı siyah, kalın kabanının iç cebinden telefonunu çıkardı ve arayana baktı.
"Hıh! eksik parçamızda burada!" deyip telefonunu hoparlöre alarak açıp hemen önündeki alçak sehpaya bıraktı.
"Yetiştim mi?" Doğu'nun nefes nefese çıkan sesi evin her yanına dağıldı. Anlaşılan yetişmek için biraz koşturmuştu.
"Tam zamanında küçük boy," dedi Yusuf. Doğu'nun hırıltılı gülüşü telefondan daha da hırıltılı geldi.
"Ulan Doğu! Neredesin sen lan?" Emir'in sitem dolu sesi bazılarının yüzünde bir tebessüme neden oldu. Emir ve Doğu'nun sıkı dostluğu yıllar yılı bir urgan misali sıkıca örülmüştü. Tabii bu dostluğa ara sıra Aden tarafından laf edilse de herkesin yeri farklıydı.
"Okyanustayım bebeğim. Gelmek istersen konum atarım ama karından izin alabilir misin bilemiyorum." Doğu ve Emir atışmaya devam edecekken araya asabi bir tavırla Kerem girdi. Üzerindeki kırışmış beyaz gömleğinin kolları dirseklerine kadar sıvanmıştı. Elleri siyah pantolonun ceplerindeydi. Tüm heybetiyle öne doğru iki adım attı ve gözleri Yusuf ve Baran abisinin arasında gidip geldi.
"Birisi artık gerçekten neler olduğunu anlatmaya başlayabilir mi?"
"Gerçekten mi dayı?" Kerem'in ve çoğu kişinin bakışları Peri'ye çevrildi.
"Yani gerçekten neler döndüğünü tahmin edemiyor musun?" Kerem yeğenine çatık kaşlarıyla bakarken birden yaşadığı aydınlanmayla "sen İspanya'da değil miydin?" dedi Kerem.
Peri sırıttı. Omuzlarını silkip dudaklarını büktü ve dayısına doğru eğildi. Sır verirmişçesine "Ooo. O köprünün altından çok sular aktı be dayı." deyip göz kırptı ve tekrar duruşunu doğrulttu.
"Evet... Baba, Baran dayı. Siz mi başlarsınız yoksa ben özet geçeyim mi?"
Yusuf ve Baran birbirine baktı. İki adamın aldığı nefes aynı verdiği nefes aynıydı. Baran elleriyle ortayı işaret edip Yusuf'a sahne senin der gibi baktı. Yusuf güçlü bir nefes alıp oturuşunu ve omuzlarını dikleştirdi. Konuşmaya başlamadan önce geldikleri ilk andan beri suskunları oynayan babalarına baktı.
"Asıl sahne sizin ihtiyarlar. Buyurun, arkamızdan neler çevirdiğinizi anlatın." Yağız, Sefa ve Haydar'ın dik bakışları karşılarında oturan Yusuf'a biraz öfkeyle biraz memnuniyetsizce baktı.
Herkesin bakışları yan yana oturan üçlüde dolanırken Peri'nin dudağında sinsi bir tebessümle babasına ve Baran dayısına baktığını görememişlerdi.
"Ne çevireceğiz Yusuf. Olan biten belli. Söylemekten çekinecek değiliz tasalanma sen!" Yağız aksi sesine bakışları da eşlik etti.
"Olan biten ne baba?" dedi Baran kaba tavrıyla. Çatılı kaşlarının altından bakan dik bakışları babasının ve diğerlerinin üzerinde mekik dokuduktan sonra Yusuf'a dönse de ona karşılık veren ses Aslan abisinindi.
"Ben söyleyeyim kardeşim... Bizim çocuklar peşlerine Canan'ı da takıp bir işe girişmişler..." diyerek meseleye giriş yaptı Aslan Uyguroğlu. Bakışları üzerine toplayınca geniş omuzları daha da heybetlendi. Dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini birbirine kenetledi ve çaprazında oturan kardeşinin gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı.
"Bir ay önce kadar... Uzay ve iki arkadaşıyla birlikte bizim çocukları toplamış. İntikam için. Hepsi de hiç düşünmeden düşmüşler Uzay'ın peşine." Baran'ın çatılı kaşları duyduğu her sözle birlikte daha da çatıldı. Bakışları koyulaştı, çenesi kasıldı. Gözleri yok denilecek kadar kısa bir zamanda Yalın ve Peri'ye değdi.
"Uzay'ın bu arkadaşları da ikizmiş hatta. İşte bu çocuklarında abisi durumdan haberdar olup neden bilmiyorum ama Canan'a gitmiş." dedi Aslan. Kısa ama hızlı bir nefes alıp "sonra Canan'da bu adamla çocukların peşine düşmüşler. Önce Bulgaris..." Aslan'ın konuşmasını Peri'nin "cık," diye mırıltısı böldü.
Peri ona dönen bakışlara aldırmadan sadece büyük dayısına bakarak asıl kısmı anlatmaya başladı. "Peşimizden Bulgaristan'a gelmeden önce Mersin'e gitmişler. Tabii ondan önce İstanbul var." Aslan ağırca yutkunup geriye yaslandı ve aldığı nefesini usulca burnundan bıraktı. Peri ise gözdağı veren bakışlarını herkesin üzerinde gezdirdi. Ama o bakışlar hep Yusuf Ali ve Aslan'da gidip geldi.
"Ablam yardım istemek için Yusuf Ali'ye gitmiş ama evde sadece İzel varmış... Eh, İzel dediğime göre tüm bu olanları neden bu kadar geç öğrendiğinizi anlamışsınızdır diye düşünüyorum," Peri'nin sözleri havayı bıçak gibi kesince ortama yayılmaya başlayan kasvet önce Aslan'ı sonra Yusuf Ali'yi sarmaya başladı.
"Peri," Yusuf kızını uyardı ama tam da beklediği karşılığı aldı.
"Ne Peri! Yalan mı baba?" der demez bakışlarını yine Aslan dayısında hemen ardından amcası Yusuf Ali'nin üzerinde gezdirdi. Sonra da Baran dayısına baktı. Göz göze geldiklerinde ikisinin de yüzüne bir hüzün çöktü.
"Ablam sırf amcamdan yardım istemesin diye hamileliğini kullanmış. Resmen yüzüstü bırakmış ablamı. Bir de teselli eder gibi dedeme git o yardım eder demiş... O gece babamı ya da herhangi birinizi arayıp olanları anlatmak yerine ablamı, kendi öz kardeşini ve bizi o cehenneme göndermeye göz yummuş resmen!"
"Korkmuş Peri! Üstelik hamile..." dedi Yusuf Ali ama bu Peri'yi üstüne çekmekten başka bir işe yaramadı.
"Bana ne!" Peri'nin sıkılı dişlerinin arasından firar eden bağırtı Yusuf Ali'yi susturdu. Başka zaman olsa kimseye asla saygısızlık etmeyen, büyüğünün yanında sesini yükseltmeyen o kız değildi sanki.
"Biz korkmadık mı sanıyorsun ya da ablam korkmadı mı sence? Ama yine de geri durmadık. Neden peki?" Yusuf Ali'nin başı önüne eğildi. Verecek bir cevap bulamadığından konuşup karısını savunmaya da yüz bulamadı.
Peri çok sevdiği amcasının bu haline üzülünce içi hınçla doldu. Derdi o değildi, öfkesi, hıncı da ona değildi ama diline engel olamıyordu artık. "Mesele İzel değil evet ama ben artık çok sıkıldım anladınız mı çok sıkıldım bu durumdan! Bir değil iki değil..." dediği esnada kendi sesine Ferah'ın sesi karışınca sustu.
"Peri, sakin ol ablacım!" başını Ferah'a çevirdi. Kısa bir an birbirine denk düşen bakışları birbiriyle konuşunca sinirle soluklandı ve önüne döndü. Ablasına verdiği sözü anımsadı. Sakinleşmek için kendisine birkaç saniye zaman verdi. Kuruyan dudaklarını diliyle ıslatıp anını ovaladı ve bakışlarını Baran dayısına çevirdi.
"Senin için bir şey ifade eder mi bilmiyorum dayı ama ablam bir cehennemin ortasında Dünya'nın katillerini bulabilmek için en önde savaşıyor. Bunu yaparken de sen bir evlat acısı daha yaşama diye Uzay'ı hep arkasında tutuyor," durdu. İç çekip bakışlarını yere indirdi ve "diğerlerini ve bizi de tabii!" dedi.
Peri'nin son sözlerinden sonra kimseden ses çıkmadı. Soru işaretleri dolu olan birkaç bakış birbirinde gezinip bir cevap bulmak adına Yusuf'a, Aslan'a çocuklara değiyor ama kimse bir türlü dudaklarını aralayıp ses çıkarmıyordu. Duydukları ve ucundan öğrendikleri şey bile kaskatı kesilmelerine yeterli olmuştu.
"Siz kafayı mı yediniz ve ben doğru mu anladım?" dedi Emir sonunda sessizliğini bozarak. Gözlerini oğluna çevirip ona baktı ve "sen bize yalan mı söyledin oğlum?" dedi hissettiği hayal kırıklığıyla. O kırığın arasına aniden sızan korku yüreğini sızlattı.
Yalın ise bakışlarını babasından kaçırdı ama başını eğmedi. Yanlış yaptığını düşünmese de yine de babasından özür diledi. "Üzgünüm baba. Uzay'ı ve diğerlerini yüzüstü bırakamazdım."
"Bir saniye..." diyerek geldiğinden beri hiç konuşmayan Daron araya girdi ve oturduğu koltuktan kalkıp biraz yürüdü. Ellerini pantolonun kemer kısmına yaslayıp oturanlara döndü ve iyiden iyiye söktüğü Türkçesiyle "siz en başından biliyordunuz ve bunu bize söylemediniz?" dedi. Bakışları Yusuf'taydı ama sorusu bu olayı bilen herkeseydi.
"Söyleyecektik," der gibi oldu Yağız ama Daron'un bağırtısı onun sesini bastırdı.
"Ne zaman baba? Çocuklarımızın ölüsünü kucağımıza verdiklerinde mi söyleyecektiniz!"
Daron'un dilinden firar eden her sözün haklılığı koca koca damların omuzlarına bir yük misali kondu. O yükün ağırlığı omuzlarından sırtlarına yuvarlanıp bir kambur yarattığında hepsinin bakışları yere düştü.
"Oğlum haklısınız. Ama bizde afalladık," diyerek arayı yumuşatmaya çalışan Sefa oldu ancak o ara yumuşayacak gibi değildi.
Emir ise oğlunu izleyen endişeli bakışlarını baba saydığı adamlara ve Yusuf'a çevirip "Söylemek için neden bu kadar beklediniz?" dedi. O da öfkeliydi ama onun payına sakin kalmak düşmüştü.
Ferah boğazını gürültüyle temizleyip bakışları kendi üzerine çekti. "Beklemedik aslında yani daha sonra..." dediğinde babasının keskin bakışlarının hedefi oldu.
"Sen biliyor muydun?" Ferah duruşundan ve katılığından taviz vermeden babasına baktı ve başını salladı.
"Sonradan öğrendim. Öğrendiğim gibi soluğu Yusuf amcanın yanında aldım. Olan biteni tamamen öğrenmek içinde bir şekilde onların yanına gittim." Merdo'nun duyduklarıyla sol gözü seğirdi. Oturdu yerde kayıp koltuğun ucuna geldi. Bir elini parmakları gövdesine bakacak şekilde bacağına yaslayıp kızına baktı ve sinirden kayan ağzıyla ne yaptığını sordu.
"Merak etme baba. Yalnız değildim. Cem de benimle geldi." Merdo kızına alev alan gözleriyle baktı ve sinirle sesiyle "Cem kim ulan?" diye sordu.
Cem ise Ferah'ın arkasından bir adım atıp öne geldi ve aynı Ferah gibi kendinden ve duruşundan ödün vermeden "benim efendim. Sayın savcımızın koruma polisiyim. Baş komiser Cem Tun, memnun oldum," dedi.
Merdo, karşısında aslan gibi dikilen genç adamı inceleyip İsa ve Yusuf'a baktı. İkisinden de aynı bakışların karşılığını alınca rahat bir nefes vererek arkasına yaslandı ve "iyi bakalım." diye mırıldandı.
"Her neyse..." deyip soluklandı Ferah ve Yusuf'a baktı. "Amca isterseniz ben sakince her şeyi anlatayım. Belli ki siz konuştukça ortam gerilecek." Yusuf ağırca başını salladı.
"Anlat kızım anlat..."
Ferah bu olayı kendisinin penceresinden gizli kalmasını uygun gördüğü kısımları saklayarak Dağhan'ın onu aradığı geceden itibaren anlattı. Ailelerden bahsetti. Uzay'ın, Erjon Molnar'a yaptığını Baran'ın gözlerinin içine bakarak anlattı. Ona sorulan sorulara cevap verdi. Veremediğinde pası başkasına attı. Doğu'nun Narya ile Meksika'da olduğundan, Yalın ve Peri'nin geri dönüşüne neden olan saldırıdan detaya girmeden bahsetti. Gittiğinde tanık olup öğrendiği şeylerden öğrenmeleri gerekenleri söyleyip sustu. Dün gece Cem'in kendi evine gidişinin ardından onu arayan Canan'la yaptığı konuşmayı ise şimdilik kendisine sakladı. Sonrasında Yusuf'la ve gerekirse Yalın ve Peri ile paylaşabilirdi.
"Güvende değiller." diye kendi kendine mırıldandı Baran duyduğu onca şeyin ardından. Kalbi ve aklı ne hissedeceğini şaşırmış durumdaydı. Bir yanı kızının katillerini bulmanın umuduyla yeniden atmaya başlamışken diğer yanı oğlu için korkuyla kavrulmaya başlamıştı. Yerde olan bakışları ara ara Yusuf'a kayıyor ondan bir karşılık alamadıkça öfkesi daha da harlanıyordu ama sonraya bırakmıştı. Şimdi bir karmaşaya sebep vermek istemiyordu.
"İçiniz rahat olsun hepsi çok iyi." diyerek onları rahatlatmak istedi Ferah. Onun peşinden Haydar "evet, korunduklarına emin olabilirsiniz." dedi. Bu hikayede kendisini ilgilendiren asıl mesele buydu. Çocukların güvenliğini onlara hissettirmeden uzaktan sağlamaktı. Farklı işlerde çalışmanın ve yaşamının bir dönemini cezaevinde geçirmenin getirdiği bazı dostlukları vardı ve bu dostluklar bazen işine yarıyordu.
"O nasıl oluyor Haydar abi?" Haydar, Aslan'a baktı. Vereceği cevabı aklında tartıp dururken kendisine çatık kaşlarıyla bakan Ferah'ı görmedi lakin onun yerine o bakışları Yusuf yakaladı ve onunda kaşları çatıldı.
"Ben çay yapmıştım, içersiniz değil mi?" herkesten onay alınca mutfağa ilerledi Ferah. Peri peşinden gelip ona yardım ederken pantolonun cebinden telefonunu çıkarıp mesajlar kısmına girdi ve Yusuf'a kısa bir mesaj attı.
SİZ:
(16:42)
Madem korunuyorlar Boris, Canan'ı nasıl alabildi?
Ve Canan arayıp söyleyene kadar bizim bundan nasıl - neden haberimiz olmadı?
Yusuf Amca:
Çünkü ben öyle istedim.
SİZ:
Başsavcım!
sakın bana!
dedelerin ayarladıkları adamların!
asıl size çalıştığını söylemeyin!
Yusuf Amca:
Tamam, söylemem.
Ferah telefonun ekranına şaşkın bakışlarla bakarken yanına gelen Peri'yi o an fark edemedi. Koluna dokunan soğuk avuçla irkilip sıçradı. "Abla?" Peri'ye bakıp yutkundu. Ona kısa bir bakış atıp telefonunu cebine attı ve suyu kaynayan çaydanlığı alıp Peri'nin hazırladığı bardakları doldurmaya başladı.
"Babamla mı yazışıyordun?" çay oldururken bir an duraksadı Ferah ama saliselik bir olaydı. İnkar etmek için dudaklarını araladığında Peri ondan önce konuştu.
"Hiç inkar etme. Bir sen telefonunla uğraştın bir babam. Benden kaçmaz!" Ferah son bardağı da doldurup çaydanlığı ocağa yeniden koyup altını kapadı ve Peri'ye döndü.
"Evet babanla mesajlaştık."
"Haydar dedemin kendi ayarladığını düşündüğü korumalarla ilgili mi?" Ferah'ın biçimli kaşları alnına doğru kırıştı. Karşısındaki kızın zekasına bir kez daha hayret etti. Bakışlarını mor harelerden çekip tepsilerden birini aldı ve "o güzel çeneni kapat bebeğim. Bunu kimsenin bilmesine gerek yok. En azından şimdilik," dedi. Peri başını sallayıp omuzlarını silkti.
"Tamam canım. Fikrimi dile getirdim sadece," deyip diğer tepsiyi aldı Peri. Mutfaktan çıkan Ferah'ın arkasında daha yavaş ve daha temkinli adımlar atarak mutfakla salonu bölen yuvarlak yemek masasının yanından geçti. Onu fark eden Yalın ise hızlı adımlarla gelip elinden tepsiyi aldı ve karton bardaktaki çayları dağıtmaya başladı.
Çaylar içildi. Ferah ve Yusuf bilinmesi gereken kadarını anlatıp diğer bilgileri kendilerine sakladılar. Haydar ise koruma olayını uygun bir dille anlattı. Çaylar bitti. Çaylar yenilendi. İkili konuşmalar, ara sıra atışmalar devam ederken Emir oğluyla hasret giderdi. Merdo kızını bir köşeye çekip sarıp sarmaladı. İsa ve Reber ise geldiklerinden beri sessizce bir köşe de oturup olanları izlemiş ve dinlemişlerdi. Peri buna şaşırmadı. O ikilinin babasının yanındaki görevlerini gayet iyi biliyordu. Can kulağıyla her konuşmayı dinledi, artık önemli bir konunun konuşulmadığına kanaat getirip bakışlarını babasına çevirdi.
"Baba," Yusuf, Baran ile konuşmasını bölüp kızına döndü.
"Biraz hava alacağım. Eşlik etmek ister misin?" deyip yaslandığı koltuk kenarından kalkıp evin kapısına doğru ilerledi.
"Bu bir soru değildi değil mi?" Yusuf'un sorduğu soruya gülümsedi Baran. Evden çıkan yeğenin arkasından bakıp "aynen öyle," diyerek Yusuf'u cevapladı...
Yusuf evden çıkmadan kapının yanındaki askıda asılı olan kızının montunu alıp öyle çıktı. Kendisini gölün kenarında bekleyen kızının yanına ilerleyip tuttuğu montu ona giydirip yanaklarını sıktı. "Üşüyeceksin babam. Dikkat et kendine," dediğinde Peri gülümseyip başını salladı ve "yürüyelim mi biraz?" diye sordu.
Yusuf kolunu kızına uzatıp "hay hay efendim." dedi.
Baba kız kol kola yürümeye başladılar. Gölün etrafında dolanıp patika yola çıktıklarında Peri babasına yandan bakışlar atıp "aslında seninle konuşmak istiyordum." dedi.
"Onu anladım papatyam." Yusuf'ta kızına yandan bire bakış atıp göz kırptı.
Peri küçük bir kız çocuğu gibi gözlerini kırpıştırıp başını babasının koluna yasladı. Hayatı boyunca ona birden fazla lakap takılmıştı. Ailesinin pamuğu, Yalın'ın pamuk Peri'si olmuştu. Dünya ise ona hep akça pakça kız derdi. Ama Peri en çok babasının papatyam demesine bayılırdı. Eskiden, bazı akşamlar işten geldiğinde evin içine birden çok yüksek sesle papatya gibisin beyaz ve ince şarkısı yayılır ve Peri babasının geldiğini anlayarak odasından koşarak çıkar babasını karşılardı. Çalan şarkı eşliğinde dans ederlerken babasının kendisi için ettiği iltifatları aşkla dinlerdi. Sonra küçük kardeşi babasının bacaklarına dolanıp "ben de istiyorum," diye bağırırdı. Ablasıysa istemem yan cebime koy tavrıyla yanlarına gelir kollarını onlara dolardı. Annesi de büyük bir keyifle o hallerini uzun dakikalar boyunca sıkılmadan izlerdi.
O zamanların özlemiyle iç çekti Peri. Eski güzeldi. Geçmiş hatırlanmaya değerdi. Eskiden hep geleceği düşünürken şimdi hep geçmişi düşünüyordu. Dudaklarını aralayıp nefeslendi. Gözlerini kapayıp içinde bulunduğu anın birkaç saniye daha tadını çıkardıktan sonra "merak ettiğim şeyler var baba," dedi.
Yusuf'un adımları yavaşladı. Başını sağına çevirip kızına baktı." Ne gibi kızım?" diye sorunca Peri babasının kolundan çıktı ve kollarını göğsünde bağladı. Adımları tamamen durduğundan karşına geçti.
"Basit bir algoritmayla taşları yerine oturtmam zor olmadı ama aklımı kurcalayan bir iki şey var..." Yusuf göz kırpıp başını sallayınca Peri'nin dudağının sol köşesi yanağına doğru hareketlendi.
"Satrancı iyi bilirim baba. Senden dahi iyi bilir, iyi oynarım...." Yusuf rahat duruşu sarsılmadı ama düşük omuzları kendiliğinden kabardı.
"Açık konuşalım diyorsun yani." Peri usulca başını sallayıp gözlerini etrafta gezdirip yeniden babasına baktı.
"Ben evimde, yatağımda bir gül demetiyle intikam notu bulunca Mersin'e gittim. Bir baktım diğerleri de aynı notla beraber orada. O an düşündüm ki Uzay ilk bizim kapımızı çalmış ama bu düşüncem çok uzun sürmedi çünkü yanımızda birden ablam belirdi. O zaman anladım ki Uzay'ın kapısını çaldığı ilk kişi bizler değil ablamdı."
"Ama?" dedi Yusuf. Peri'nin dudağının köşesindeki hareketlenme arttı ve bir sırıtışa döndü.
"Ama sanırım ablam kapısı ilk çalınan kişi değil... Yani daha doğrusu çalınan ilk kapı ne biziz ne ablam." Yusuf'un gözleri kısıldı. O rahat duruşu anlık bir sekteye uğrasa da duruşunu koruyabildi.
"Peri..." diye söze başlayacaktı ki kızı daha hızlı davrandı.
"İntikam meselesini başlatan Uzay değil dayımdı." Yusuf ağırca yutkundu. Kabanın cebindeki ellerini çıkarıp iki yanında yumruk yaptı. Kulakları kızını duyuyordu ama aklı nerede açık verdiğini düşünmeye başlamıştı.
"Kapıyı çalan ilk kişi Baran dayım, kapısı çalınan ilk kişi sendin değil mi baba?"
"Sen nasıl..." aldığı nefesi dudaklarının arasından zar zor verdi Yusuf. Boğazı gıcık kapmış gibi peş peşe yutkunup temizlemeye çalışsa da o gıcık his kaybolmadı. Kızını bilirdi, kızını tanırdı. Kızını kendisine çok benzetirdi ama bu... Bu başka bir seviyeydi.
"Anlamak zor olmadı benim için. Daha Bulgaristan'a gitmeden önce bazı tuhaflıkları fark etmiştim." Peri kısa bir mola verip babasına baktı. Söylediklerinin onun üzerindeki etkisini tartıp doğru yolda olduğunu anlayınca konuşmaya devam etti.
"Uzay gözü kara, cesur ama düz bir çocuk baba. Nasıl derler... Doğrucu Davut'un tekidir o... Karşısındaki suçluysa suçludur onun için. Dur ben şuna bir kelime oyunu yapayım da ağzından laf alayım diye düşünmez, sadece saldırır ve ben yaptım der." Yusuf dudaklarını aralayıp bir şey diyecek gibi olunca sustu Peri ama babasının bir şey diyemediğini fark edince sazı yine eline aldı.
"O nedenle onda minareyi çalıp kılıfını uyduracak bir kumaş yok. Kaldı ki böyle bir plan kursun. Kuramaz çünkü çok düşünür, çok düşününce çok takar, çok takınca çok takılır. Kendinde, planında, çevresinde olmasa bile hep bir açık arar ve bulur. Sonra da panikler. Öyle olunca da hafiften kekeler Uzay... Ama bu süreçte hiç kekelemedi. Her söylediği, her hareketi fazla ezberdi zaten." Yusuf hayretle kızını dinledi. Şaşkınlığını gizlemek istese de bu Peri'nin karşısında pek mümkün değildi.
"Sen Uzay kekelemediği için mi tüm bu meseleyi çözdün?" Peri kıkırdadı. Başını refleksle sallayıp kıvrılmış dudaklarını aşağı doğru büktü.
"Yani ucundan bir katkısı oldu, evet." Yusuf kızına hayretle bakmaya devam etti. Evet Peri IQ'su yüksek birisiydi. Zekiydi, cingözdü, hazır cevaptı ve çok yetenekliydi ama geldiği bu nokta onu tuhaf bir ruh haline sürükledi.
Yusuf "beni korkutmaya başladın güzel kızım." dediğinde Peri güldü "teveccühünüz bey babacığım," demeyi ihmal etmedi.
Baba kız bir süre bakıştıktan sonra Peri babasına arkasını döndü ve yürümeye başladı. Omzunun üzerinden babasına bakıp "konuşmaya devam edeyim mi?" dedi. Yusuf dudaklarını birbirine bastırıp nefesiyle yanaklarını şişirdi. Gözlerini kapayıp alnını ovaladıktan sonra nefesini bıraktı ve kızının peşinden yürümeye başladı.
"En başa dönecek olursak... Dayım sana geldi. İntikam istediğini söyledi... Ki çok haklı. Kızı öldü, yetmedi mesleğininden de oldu.... Sonra sana kabataslak bir şeyler anlattı. Sen de içine pek sinmese de dayımı geri çevirmek istemedin. Çünkü sen de intikam istiyordun. Sen de suçlular bulunsun hak yerini bulsun istiyordun. Ama!" Peri durdu. Arkasına dönüp babasının yanına ilerledi ve yeniden koluna girdi.
"Günümüz koşullarında hakkı, hukuku, adaleti doğru şekilde yerine getiremeyeceğinizin artık siz de farkındaydınız ve bu yüzden oyunu onlar gibi oynamaya karar verdiniz." bakışları birbirine çarptı. Peri gülümsemeye devam ederken Yusuf aldığı nefesler her seferinde daha derin oluyordu.
"Aldın dayımı geldiniz buraya..." Yusuf gözlerini kapatıp dilini dudaklarında gezdirdi boştaki eliyle yüzünü sıvazladı.
"Oturdunuz karşılıklı büyük dedemlerden yadigar satrancı oynamaya başladınız... Sonra da kim hangi taş olacak, hangimiz hangi hamleyi yapacağız kare kare, renk renk kararlaştırdınız."
"Peri... Beni gerçek mana da korkutmaya başladın. " Peri babasının hayret dolu sesine içinden güldü. Burnun ucunu kaşıyıp gülüşünü saklarken babasının kolundan tam çıkmadan tutuşunu gevşetti ve yeniden karşısına geçip gözlerinin içine baktı.
"Eh, beynimin sadece sanat sepete çalışmadığını anlamanız lazımdı... Geç olsun güç olmasın ama değil mi?" Yusuf ofladı. Yüzünü bir kez daha sıvazlayıp kızına baktı ve başını salladı. Peri tatlı tatlı gülümsemeye devam edip ellerini birbirine kenetleyerek çenesinin altına yasladı.
"Tespitlerimi anlatmaya devam edeyim mi?"
"Duyacaklarıma hazır mıyım bilmiyorum," dedi Yusuf.
Peri omuzlarını silkti. "Bilmediğin şeyler söylemeyeceğim ki." kendinden eminliği Yusuf'un sinirlerini bozdu. Farkındaydı kızı kendisiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya başlamıştı.
"Peki, başla bakalım," dedi pes ederek. Peri'nin her şeyi çözdüğü aşikardı. Kaçmaya, inkar etmeye hacet yoktu.
"Bu oyundaki öncü savaşçıların yani piyonların biziz, kuzen tayfa." Yusuf kaşlarını kaldırdı. Birbirine baskı yapan dudaklarını aralamadan başını salladı ve "devam et," dedi.
"Bizden beklentiniz biraz ortalığı karıştırmak belki hedef şaşırtmaktı ama birbirimizden bu kadar kopuk olabileceğimizi tahmin edemediniz." Peri'nin sesi imalıydı. Aralarının bu kadar açılmış olmasına en çok onlar üzülürken babasının ve dayısının bunu düşünmeden hareket etmesi aptalcaydı.
"Bizim kadar küçük ve işlev bakımından önemsiz olan fillerinde ikizlerdi değil mi? Onların görevi abilerini yanımıza çekmekti..." deyip cümlenin devamını sonraya sakladı. İç çekip omuzlarını kaldırıp indirdi. Başını griye çalan gökyüzüne kaldırıp konuşmaya devam etti.
"Senin için en önemli taş kaleler. Biri ablam diğeri Ferah!" dedikten sonra başını hafif bir açıyla eğip babasına baktı. Yusuf ise ikilemeden "Doğru. Canan oradaki Ferah buradaki kalem." dedi. Peri başını sağa sola yatırıp sırıttı.
"Tam da öyle tahmin etmiştim bende..." dedikten sonra ellerini birbirine sürttü ve "gelelim bizim oyunumuzun içindeki en önemli iki taşa." dedi. Yusuf merakla kızına kulak kesildi. Dudaklarının arasından çıkacak her kelimeyi duymak için sabırsızdı.
"Biri at." dedi Peri. Gözleri babasının tepkisini ölçmek için bir an olsun yüzünden ayrılmıyordu. "Diğeri zaten satrancın en kuvvetli taşı olan vezir."
"Evet, doğru gidiyorsun." Yusuf'un tepkileri artık hayret değil hayranlık taşıyordu.
"O zaman ilk zehirli otu atıyorum hazır mısın baba?"
"Değilim desem susacak mısın?" Peri başını yukarı atıp Cık'ladı ve "bilirsin ki susmak pek benlik değil baba." dedi. Yusuf gülümsedi. Kızının yanağından makas alıp devam et dercesine başını salladı. Peri güçlü bir nefes alıp gürültüyle bıraktı.
"Atın... Pardon Truva atın Kurt çünkü içerideki muhbirin o!" Yusuf engel olamadığı bir dürtüyle öksürdü. Elini göğsüne vurup kızına yok artık dercesine bakıp öksürüklerini durdurmaya çalıştı. Peri ise babasının sırtına vurup "helal baba, helal!" diye homurdandı. Hamlelerinin doğru olduğuna her şeyin tam da düşündüğü gibi olduğuna itiraf etmek gerekirse o da şaşkındı.
"Peri...." dedi Yusuf dinen öksürüklerinin arasında. Aralı dudakların arasından hırıltılı nefesler alıp soluklandı.
"Asıl zehirli oku atayım mı?" Yusuf dudaklarını kapadı. Çenesini sıkınca bedeni de kasıldı. Kısılan gözleriyle kızını ciddi ciddi süzdü. Anlamaya çalıştı. Nasıl bu kadar şeyi bildiğini, nasıl anlayıp çözdüğünü. Noktasından virgülüne hiç şaşmadan kurulan oyunu nasıl birebir anlattığını kavramaya çabaladı.
"Söyle," dedi nasıl sorusunu sormadan önce. Peri de hiç uzatmadı. Buz kesen ellerini arkasında birleştirip ciddileşen tavrıyla babasına çatı kaşlarının altından baktı ve "Şafak Yarkın... " dedi.
"Bu oyundaki en önemli taşın olan vezir o. Şahı yani düşmanı mat etmek için onu kullanacaksın değil mi?"
Yusuf konuşmakta zorluk çekti. Yıllardır ilmek ilmek işledikleri planın büyük bir parçasını işin içine neredeyse ucundan dahil olup saf dışı kalan kızının çözmesi onu duvardan duvara vuruyordu.
"Kızım sen... Sen nasıl... Biz hiç açık bırakmadık. Hiç! Sen nasıl."
"Bir açık yok zaten," boş vermiş bir edayla salınıp "ben senin kızınım baba. Senin gibi düşünmem ve daha demin evde konuşulanlardan sonra parçaları birleştirmem yeterli oldu." dedi Peri ama Yusuf kabullenemedi. Kızına duyduğu hayranlığı şaşkınlığı ve bir nebzede olsa korkusu örttüğünden tavrı asabileşti.
"Peri! Uzay mı öttü? İkizler, Kurt ya da Şafak'la mı konuştun?" Yusuf'un endişesi Peri'nin tüm bu olanları çözmesi değil içeride konuşan birisinin olma ihtimaliydi.
"Hayır baba. Sadece sizden daha zekiyim. Ah, bir de öngörüm fazlasıyla gelişmiş durumda."
Yusuf nefes aldı verdi. Avuçları terleyen ellerini yumruk yapıp açtı. Sağa döndü, sola döndü. Volta atacak oldu ama karşısında Peri dikildi. "Abartılacak bir şey yok baba. Merak etme, aramızda kimse benim kadar zeki olmadığı ve olaylara dışarıdan bir gözle bakamadığı için bu dayımla ve birkaç yandaşınızla oynadığınız oyunu kimse anlamaz. Yani en azından öyle umuyorum... Hem merak etme sana Kurt'u ve Şafak'ı nasıl oldu da bizim safta oyuna dahil ettiğini sormayacağım." dedi ama onu da çözmesi uzun sürmezdi.
Yusuf ellerini beline yasladı ve öylece kendisine sırıtan kızına baktı. Egosu, kendisini üstün görmesi, zekasıyla herkesi ezmesi şu anki sorunu değildi. Sorun, karşısındaki genç kadının şeytana dahi pabucunu ters giydirecek bir kapasitede olması ve bizzat kendi kızı olmasıydı.
Yutkundu Yusuf. Gözleri bir an kızının yüzünden ayrılmazken içindeki sesle savaşı da sürüyordu. O ses Yusuf'a; şeytanın bile kızının önünde ceketini ilikleyeceğini söylüyordu. Gözlerini kapatıp silkelendi Yusuf. Boğazını temizleyip gözlerini araladı ve kızına yeniden baktı.
"Senden korkmaya başladım demiştim ya kızım... Artık gerçekten korkuyorum." Peri gülümsedi. Nazik ve nahif bir şekilde reverans yapıp "onore oldum babacığım." dedi.
Yusuf başını elleri arasına almamak için kendisini zor tuttu. Kafasının içinde kıyılarına sert dalgalar vurmaya başlamış, düşünce ve soruları birbirine dolanarak küçük bire kasırga yaratmaya çırpınıyorlardı. Tamam, kabuldü. Kızı dediği kadar zekiydi. Bu belgelerle de tıbben kanıtlanmıştı ama bu artık çok uç noktada bir durumdu.
"Annen bu kız çok fena olacak dediğinde kızardım ona papatyama öyle deme diye ama kadıncağız haklıymış!" Peri, babasının annesinden kadıncağız diye bahsetmesine kıkırdadı.
"Canım annem iyi maldan anlıyor tabii."
Yusuf oflayarak soluğunu bırakıp kızına kısa bir sırtını döndü. Etrafa bakındı. Uzaktan daha da küçük görünen eve baktı. Kim olduklarını seçemese de evden çıkmaya başlamışlardı. O tarafa bakmaya devam ederken telefonu çaldı. Cebinden çıkarıp baktığında Reber'in aradığını gördü. Açıp kulağına yasladığında Reber "gitme vakti başsavcım," dedi ve telefonu kapadı.
"Gitme vakti kızım, dönelim." dedi Yusuf kızına bakmadan ama kolunu girmesi için uzattı. Peri ses etmeden babasının koluna girince dönüş yolunda yürümeye başladılar. Eve yaklaşana kadar sessiz devem eden yürüyüş Peri'nin "baba," deyip durmasıyla sona erdi.
"Yüreğime indirmeyeceksin umarım!" Peri'nin anında kaşları çatıldı.
"Yaa baba! Ağzından yel alsın," babasını azarladı Peri. Çattığı kaşları onu sinirli göstermekten ziyade aşırı tatlı gösterdiğini o an için kendisine sakladı Yusuf. Kızının yanağını parmaklarının sırtıyla okşadı. "Tamam demedim bir şey. Sen gönder gelsin."
Peri dudaklarını ıslatıp yutkundu. Sol elini kaldırıp uzun tırnaklarıyla yanağını kaşıdıktan sonra "aslında bir açığın var." dedi. Yusuf baş ve işaret parmağıyla burnunu iki kere sıkıp çekiştirdikten sonra ellerini belinde bağladı. Omuzlarını dikleştirip sert bir mizaçla "neymiş o?" dedi ve bakışlarını kızının güzel yüzünde gezdirdi.
"Söylerim ama bir şartım var!"
"Pazarlık yok Peri." deyip tepkisini koydu Yusuf ama Peri pek oralı olmadı.
"Pazarlık yapmayacağız zaten. Ben açığını söyleyeceğim sen de beni ve Yalın'ı yeniden oyuna dahil edeceksin." Yusuf'un o sert duruşuna Peri farkına varmadan bir darbe daha indirdi. Yusuf yarım saattir kızıyla yaşadığı bu şeye inanamıyordu. "Peri..." diye homurdandı.
"Hiç Peri deme baba bana... Mütevazi olamayacağım ama zeka konusunda hepinizi cebimden çıkarırım. Öngörü desen o zaten kimseyle kıyaslanamaz. Sen yılların tecrübesiyle böyle bir kurda dönüştün ben ise doğuştan bir kurdum. Hoş siz farkındalığımdan dolayı beni hep kırılacak bir bibloymuşum gibi büyüttünüz ama benim özüm hep buydu baba... Senin anlayacağın savaş meydanında olması gereken asıl kişi benim. Belki ablamların yanında değil ama burada bu savaşın içinde olmalıyım."
Yusuf, kızının sözlerini irkilerek dinledi. Karşısında kendisinden son derece emin duran, ipleri eline alıp bu oyunda ben de varım diyen kızı sayesinde uzun bir zamandan sonra ilk defa büyük şaşkınlıklar yaşıyordu. Onun Peri'si böyle biri değildi çünkü. Onun papatya kızı nahif, duygusal ve yumuşak huyluydu. Dediği gibi incinmesin, kırılmasın diye biblo gibi davranılmış her zaman üzerine titreyerek özenle yaklaşılmıştı kızına. Ama bu konuda yanlış yaptıklarını kızının sözlerini yüzüne vuruyordu. Belinde bağladığı ellerini çözüp kabanın cebine yerleştirdi ve kızına başını eğip yenilgiyi kabul etti.
"Açığım neymiş Peri Hanım?" Peri kıvrılmak için can atan dudaklarını zorlukla zapt etti ve konuşmadan önce yutkunup silkelendi.
"Bize olan bu inanç ve güvenin. Bana, ablama... Çocuklara... Zeki ve cesur olabiliriz, kurnaz da olabiliriz, haklı bir motivasyonumuzda olabilir ama bu bizim ilk savaşımız ve karşımızdakiler bizden daha tecrübeli. Daha acımasız, saf kötü... Böylesi bir savaşta kötülüğün ne olduğunu, yaşadığımız bu dünyanın karanlık yüzünü öğretmediğiniz biz acemi erlere güvenmek... Senin en büyük açığın bu baba ama... Ama merak etme. Bizde fena değilizdir herhalde!"
Peri sustuktan sonra babasından bir karşılık bekledi ancak babası konuşmadı. Konuşmak yerine önüne döndü ve eve giden patika yolu yürümeye başladı. Peri birkaç saniye babasının arkasından baktıktan sonra peşinden yürümeye başladı. Babasının yarım adım kadar gerisinde olacak şekilde kalan yolu sessizce yürüdüler ve evin önüne geldiler.
"Siz bir süre daha buradasınız," dedi Yusuf direkt Yalın'a bakarak. "Etrafınız sizin göremeyeceğiniz uzaklıkta ama seslendiğinizde sizi duyabilecek kadar yakınınızda olan korumalarla dolu. Bir şey olduğunda ya da ihtiyaç bir şeye duyduğunuzda seslenmeniz yeter." Yalın'daki bakışlarını kızına çevirdiğinde Peri bu uyarının Minel ve Pera ile ilgili olduğunu anlayınca başını salladı.
Gelen herkes Yalın ve Peri ile vedalaşıp arabalarına geri döndüklerinde sona sadece Emir'le Yalın ve Peri'yle Yusuf kaldı. Baba oğul bir köşeye baba kız farklı bir köşeye vedalaşmak için geçtiler. Yusuf kızının alnını öpüp onu göğsüne yasladı ve çok sevdiği uzun kıvırcık saçları şefkatle okşadı.
"Burada kalacaksınız. Her şeyden haberdar olup gerekirse müdahale edeceksiniz ama sadece bu kadar Peri. Zamanı gelince de eve döneceksiniz tamam mı?" Peri zafer çığlıklarını içine gömüp hiç itiraz etmeden "tamam baba," dedi.
"Son olarak Minel ve Pera bu oyunun dışında. O gece buraya gelmelerine mani olmamamın sebebi omuzunda açılan o yaranın acısını biraz olsun kardeşinle dindirmeni istememdi. Ama o kadar. Minel ve Pera buraya bir daha asla gelmeyecek anlaşıldı mı? Bu meseleyle ilgili hiçbir şey söylenmeyecek!" başını salladı Peri. Babasının vurulduğundan haberdar olmasına da hiç şaşırmadı.
"Tamam... Zaten bir kerelikti. Onda da bir şeylere ihtiyacımız olduğundan yardım istedik hem olan biteni asla anlatmadık. Atakan abi yanımızdaydı zaten o söylemiştir sana." Yusuf kızının saçlarını öpüp uzun uzun kokladı. Göğsüne yaslı başı tutup burnunu kızının küçük burnuna sürttü.
"Biliyorum ama yine de uyarıyorum." dedikten sonra kızının alnını bir kez daha öpüp bakışları omzuna kaydı. Yanağına yaslı bir elini indirip kendi elleriyle giydirdiği montun üzerinden parmak uçlarıyla yarayı okşadı.
"Acısı geçti mi?"
"Geçti merak etme. Barlas dayım, Yalın sağ olsun çok ilgilendiler." Yusuf dolan gözlerini kırpıştırıp kızını yeniden göğsüne çekti ve başını öpmeye devam etti. Kurt'tan ilk haberi aldığında aklını kaybetmişti. Hissettiği o acı o endişe bu yaşına kadar yaşadığı tüm acı hatıraları silip atmaya yetmişti. Ama şimdi burada yine kollarının arasındaydı kızı.
"Baba..."
"Babasının canı, biriciği söyle babam." Peri babasının gözlerinin ta en içine yaşaran gözleriyle bakıp yıllarıdır aralarında bir sır gibi sakladıkları o gerçeği bir kez daha itiraf etti. "Seni seviyorum baba. Biliyorsun en çok seni..."
"Papatya kızım benim. Güzel gözlüm sen de biliyorsun..." Peri kıkırdayıp başını salladı. Biliyordu. Üç kardeştiler ve annesiyle babasının sevgileri hep eşit hep denkti. Ancak biliyordu ki onun hep iltiması vardı. Albino olması değildi tek mesele. Peri çekirdek ailesinin dengesiydi. Tahterevallinin tam ortasındaydı. Sağında annesi ve Kzı kardeşi solunda ise babası ve ablası vardı.
"Korna çalıyorlar," dedi Peri babasının sıcak kollarından sıyrılarak.
Yusuf gözlerini devirip boş ver dercesine elini salladı "Aslan dayındır. Baba kız saadetimizi kıskanmıştır. Hem o beni hep kıskanır." Peri parmak uçlarında yükselip babasının omzunun üzerinden baktı ve gerçekten de korna çalanın Aslan dayısı olduğunu gördü. Gülüp başını aşağı yukarı salladı ve son kez babasına sarıldı.
"Haydi git. Bekletme," Yusuf kızının alnını öpüp kokusunu soludu.
"Dikkat edin kendinize... Konuştuklarımızın aramızda kalacağına dair uyarı yapmama gerek olmadığını düşünüyorum." ikaz dolu sesiyle kızını uyardı Yusuf.
"Yok baba. Endişe etme... Haydi git. Annemi ve Minel'i benim için öp. Ama mimikomu benim gibi ballandıra ballandıra öp..."
Yusuf ve Emir çocuklarına son kez sarılıp onları bekleyen arabalara bindiler. Evin etrafına saran arabalar konvoy halinde giderken Peri ve Yalın gülümseyerek arkalarından el salladılar. Ne zaman gözden kaybolup artık görünmediler ikisinin de yüzündeki gülümse silindi ve havadaki elleri indi.
"Konuştunuz mu?"
"Konuştuk." dedi Peri. Artık boş olan yola bakmaya devam ediyorlardı.
"Anladı mı sence?" Peri dudaklarını büktü. Düşündü, ölçtü biçti, tarttı.
"Sanmam. Hiç açık vermedim."
Emin misin?" dedi Yalın küçük bir endişeyle. Peri öyle diyorsa öyleydi elbet ama karşılarında da Yusuf Toral vardı.
"Hı hı." diye mırıldandı Peri.
"Biz şimdi oyuna yeniden dahil miyiz..." bakışlarını Peri'ye çevirdi ve cümlesini uzun zamandır kullanmadığı o sözcükle tamamladı. "Ortak?"
Peri yan gözlerle Yalın'a bakıp zaferle gülümseyerek başını salladı ve "dahiliz ortak..." dedi.
Birbirlerine bakmaya devam ettiler. Gülümsemeleri önce küçük kıkırtılara sonra kahkahalara dönüştü. Adil olmayan şekilde oyundan atılmışlardı ve ikisi de bunu yedirememişler içten içe kabullenememişlerdi. Bu oyun onlarsız oynanmayacak ve o intikam onlarsız alınmayacaktı.
"Vallahi söz konusu bir insanı manipüle etmek olunca içine İzel ablanın ruhu zuhur ediyor yemin ederim." Peri ukala bir gülüşle başını sağa sola salladı.
"Ne İzel abla ne bir başkası bazı konularda benim deccalliğime erişemezler Yalın." Yalın aldığı cevapla dudaklarını birbirine bastırdı. Peri'nin bahsettiği o deccalliği yakinen tanıyordu. İçinden kopup gelen kahkahalara engel olamadı ve dakikalarca güldü. İçinden oynamak geliyordu.
"Telefonun..." dedi bir an sonra Yalın gülüşlerinin arasından. Peri kulak kesilip etrafa kısık sesiyle yayılan telefon sesini duydu. İçeride unuttuğunu fark edince koşar adımlarla eve gitti. Uyuduğu odaya girip komodinin üzerinde çalamaya devam eden telefonu alıp açtı.
"Ay abla sonunda. Kapatacaktım!" Minel'in çığırtkan sesine yüzünü ekşitti Peri.
"Cırlama Minel!" dediğinde Minel sustu. Boğazını temizledi ve daha sakın bir sesle konuştu.
"Babamlar gitti mi?"
"Gitti." dedi Peri.
"Halloldu mu?"
Peri," halloldu." diyerek yine kısaca cevapladı kardeşini.
"Anladım. Sana kızmadı değil mi benim yüzümden?" kardeşinin endişeli sesiyle gülümsedi Peri. Hareket edip pencereye kenarına ilerledi ve dışarıya bakındı.
"Kızmadı... Ama dediği gibi bu ilk ve sondu Minel. Bir daha bu olaya karışmak yok. Soru sorulmayacak, fikir beyan edilmeyecek. Kurcalamak yok tamam mı?"
"Merak etme. Babamda uyardı zaten. Kutsal sözümüzden verdim o yüzden içim içimi yese de popomun üzerine oturuyorum sadece," Peri'nin yüzündeki gülümseme büyüdü. Kıç yerine popo demesi komiğine gidiyordu.
"İyi bakalım... Başka bir şey yoksa kapatıyorum."
"Abla?" Peri kardeşinin cırlamasına bu kez kıkırdadı.
"Yeni ayakkabıların kargoda. Dediğinin aksine Arzu'nun değil bizim eve gelecekler. Annem ya da babam sorun çıkarırsa bana pasla ben hallederim." dedi Peri. Anne ve babasının haddinden fazla pahalı olduklarını düşündükleri markaların ürünlerini kullanmalarına karşı oluşları üç kız kardeşinde canını sıkıyordu fakat Canan ve Peri bu konuda ebeveynlerini karşılarına alarak küçük kız kardeşlerine fazlasıyla esneklik tanıyorlardı. Karun'dan bile daha zenginken bu kısıtlanmalardan çocukluklarından beri nefret etmişlerdi.
"Yaaaa benim minnoş pamuğum, benim canımın ta içi, benim yumuş pandam. Sen bu evrendeki en müthiş ablasın biliyorsun değil mi?" Peri gözlerini devirip başını sağa sola salladı. Gözlerini kırpıştırırken perdenin arkasından dışarıda hareket eden bir şey dikkatini çekti.
"Ben de artık bu lafları yemiyorum biliyorsun değil mi?" Minel kıkırdadı. O tatlı gülüşü Peri'nin içini huzurla doldurdu. Üç kız kardeş birbirilerine çok düşkün, aralarındaki bağ ise çok sıkıydı ama hem Canan'ın hem de Peri'nin en kıymetlisi küçük kızıl canavarlarıydı.
"Seni çok seviyorum abla." dedi Minel saf bir sevgiyle dolu dolu. Peri "ben de bir tanem. Ben de seni çok seviyorum..." deyip görüşünü kapatan perdeyi araladı ve gözlerini pencere camına yaklaştırdı. Emin değildi ama titreyen ve uzağı pek net göremeyen irisleri onu yanıltmıyorsa Yalın dışarıda dans eder gibi hareketler sergiliyordu. Perdeyi kapayıp odadan çıkmak için yürürken Minel ile konuşmaya devam etti.
"Dikkat et kendine. Pera ve Neda'yı da öp."
"Tamam ablacığım. Öperim. Ben de seni çok öpüyorum..." Minel kapatacakken Peri "Minel!" diye seslendi. O sırada odadan çıktı. Evin açık olan dış kapısına yürürken kulağına Yalın'ın sesi de gelmeye başladı.
"Efendim abla?" dedi telefonun diğer ucundan Minel merakla.
"Atakan abiye ona teşekkür ettiğimi ve aramızda bir borcun kalmadığını ilet tamam mı?"
"İletirim de..." Peri, Minel'den gelecek olanı anlayınca "soru sormak yoktu küçük hanım. Dediğimi yap." deyip telefonu kapattı ve evin dışına çıktı.
Telefonunu montunun cebine koyarken çatılan kaşlarıyla Yalın'a ilerledi. Manyak çocuk bas bas bağırarak Ankara havalarından bir türkü söyleyip oynuyordu.
Yanına yaklaştığında Yalın onu fark etti ve gülerek sesini daha da yükseltti. Ellerini havaya kaldırıp Peri'nin etrafında dans etmeye devam etti. Peri onun bu halini şaşkın şaşkın izlerken Yalın hızını alamadı ve başını gökyüzüne çevirip bir oryantal edasıyla omuzlarını kıvırdı.
"Yalın ne yapıyorsun?"
"Kutlama," Peri'nin çatık kaşları alnına doğru kavislendi. Yalın'a anlamaya çalışarak baktı ama yok onu şu an anlayamıyordu.
"Neyin kutlaması?"
"E içerideyiz yeniden," deyip bu sefer misket oynamaya başladı. Hızını alamayıp başka bir türküye geçti ve Peri'nin yüzüne bakarak yüksek sesle söylemeye başladı.
Ana bana bana bana kar yolla
Kar yolla kar yolla
Kar bulamazsan yar yolla
Yar yolla yar yolla
Peri gülecek gibi oldu. Yalın öylesine kendinden geçmişçesine oynuyordu ki bir an karşısındaki adam onun birlikte büyüdüğü çocuk mu şüpheye düştü. Çünkü onun birlikte büyüdüğü çocuk elektro müzik ve Rock ile ilgilenen, bestelerini bu alanda yapan birisiydi ama şu an sanki pavyonda sahne alıyor gibiydi. Üstelik ortada kutlanılmaya değer bir şey de göremiyordu.
"Yalın iyi misin sen?" dedi emin olmaya çalışarak ancak aldığı karşılık sinirlerini bozdu. "Oooo süperim," Peri alnını ovalayıp nefesini gürültüyle bıraktı. Yalın'ın durmadan aynı nakaratı söyleyip etrafında daire çizerek oynamasından başı dönüp bunalınca "yeter!" diye bağırdı.
Yalın türküyü söylemeye ara verip sırıtan bir yüzle "ne oldu ki?" diye sordu ama ayakları dursa elleri durmuyor, elleri dursa başı durmuyordu. Şu an fazla mutlu fazla enerjikti.
"Pavyon pezevenkleri gibi dönüp durmasana etrafımda. Aaa! Deli midir nedir?"
Yalın, Peri'nin bu çıkışıyla bir an şaşıp kalsa da kendisini toparladı yeri göğü inletecek kadar yüksek bir kahkaha koyverdi. O kader keyifliydi ki Peri'nin kızışına bir şey demedi.
Genç kız onu omzundan itekleyip eve doğru ilerleyince arkasından bakıp, durulan kahkahalarının izleriyle sırıttı. Kızın bu asi hallerini de özlemişti deccal yanlarını da. Peri eve girip kapıyı da sertçe kapattığında sırıtışı daha da büyüdü ve nerede nasıl ezberlediğini bilmediği şarkının yar yolla kısmını tekrar tekrar söylemeye devam etti...
Oyuna yeniden dahillerdi. Artık olan biten her şeyi onlarda bilecek ve söz hakkına sahip olacaklardı. Ama en önemlisi Yusuf Toral'ın en has adamlarından biri olan Atakan'ın ona ihanet ederek; üç yıl öncesine dayanan bir can borcu meselesini ödemek amacıyla bildiği bazı ufak detayları Peri ile paylaştığını anlamamasıydı.
Yalın keyifli olmasın da kim olsundu!
* * *
Holaaaa
Nasılsınız bakalım.
Bu sefer çok erken geldim bana bir alkış . Hak ettim
Ne bölümdü ama ne bölümdü amaaaaa
Vallahi açık ara en keyifle yazdığım bölümdü.
Peri ve Yalın ikilisi o kadar güzel oldular o kadar içime sindiler ki size anlatamam. Bu iki deli bizi daha çok eğlendirecek benden demesi.
Gelelim toplantıya. Hikayenin gidişatı nedeni ile bazı kısımlara sansür koyduğum bir gerçek ama bunu sansürlerin arkasına gizlediğim kısımları da okuyacağız nema proplema.
Öncelik Peri ve Yusuf Ali hakkında yorumları alalım. Peri ne kusmasından bahsediyor sizce
Toplantı kısmında dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?
Peri'nin konuşmasında açıkçası beni en çok etkileyen Baran'a Canan hakkında konuştuğu kısımdı.
Baba kız konuşması neydi ama! Peri sandığımızdan daha beter çıktı sahiden de. Fazla zeki, kurnaz ve cingöz ama ufak yardımlar aldı elbette. Ama Yusuf'u iyi etkiledi. Sizce Yusuf bu konuşmadan Peri'nin her şeyi bu kadar bilmesinden şüphe etmiş midir?
Ben üç kız kardeşin kardeşliğini çok seviyorum. Canan ve Peri'nin Minel'e olan bu düşkünlüğü kalp ben.
Yusuf'un kocalığı gibi babalığı da olay tabii. Eridik bittik bence yineeee.
Ve son kısım hakkındaki yorumlarınız ya da random gülüşlerinizi bu satırda paylaşabilirsiniz.
Diğer bölümde görüşürüz
Öpüldünüz.
Yorumlar