ADEN 94. BÖLÜM SONSUZ SONLAR / FİNAL
94. SONSUZ SONLAR / FİNAL
-FİNAL -
ADEN UYGUROĞLU TORAL / İSVİÇRE- EYLÜL 2028
Zaman tuhaf bir algoritmaydı. İnsandan insana değişen bir geçiş, farklı yollara savuran bir rüzgârdı. O rüzgâr beni önce ait olmadığım yollara savurup hayatımın en değerli iki üç insanını kazanmamı sağlamış sonra da doğru yollarda ait olduğum sokakta kendi gerçeklerimle beni kocaman bir aileye savurmuştu. Geçip giden bunca yıl hepimize farklı sokaklarda, farklı şehirlerde, ülkelerde yeni bir hayat sunmuştu. Birbirine sıkıca bağlı düğümler ucu bucağı olmayan bir ipe atılmış bizi dünyanın başka evrenlerine fırlatmıştı. Şimdi o evrenin birinde kendi kendine doğru yolunu bulup o yola tüm gücüyle tutunan kız kardeşimin yanındaydım.
"İnci yerine pırlanta mı kullansak?" Simge'nin hemen yanımdan gelen sesiyle silkelenip kendime geldim. Güneş'in aynadaki yansımasına dalıp gitmiştim.
"Bilmem, Aden sence?" Güneş'in yanına gidip hemen arkasında durdum. Aynadan göz göze geldiğimizde büyükçe gülümsedim.
"Gerdanlık konusunda kesinsen bence Simge haklı," dediğimde görevli kadına dönüp Fransızca bir şeyler söyledi. Kadın Güneş'e memnun bir yüz ifadesiyle karşılık verip hemen yanına geldi ve gelinliğinin inci askılarını usta elleriyle hızlıca söküp bir şeyler dedikten sonra yanımızdan ayrıldı.
"Bu hali farklı bir güzel oldu sanki?" dedi bu sefer Bejna.
"Yok bence askılar tamamlıyor gelinliği elticiğim," dedi Simge. Bejna, Simge'ye göz devirip omzunu silkti. Simge uzanıp yanağından bir makas aldı. Onlardaki bakışım yeniden Güneş'e odaklandı. Üzerindeki gelinliği özel tasarımdı. Eski dönemlerden fırlamış gibi bir hava katmıştı Güneş'e. İnce askılı, korseliydi, göğüs kısmı ise hafif dökümlü geliyordu ancak belinden itibaren gelinliğin eteği çok genişlemeden serbestçe aşağı iniyordu. Çok uzun olmayan kuyruğu gelinliği tamamlıyordu. En üstündeki tül kumaşın üzerinde minik pırlantalar serpiştirilmişti. Uzaktan bakınca simli bir görünümü vardı. Sırtı tamamen açıktı.
"Gün güzelim, içine sindi değil mi? Eğer istersen Aysel Hanım'la görüşebiliriz," dedim. Pek emin görünmüyordu.
"Gelinlikte sıkıntı yok mavişim," dedi. Problem başkaydı o zaman.
"Güneş?"
"Gerginim sadece. O kadar gerçekten," kolunu sıvazlayıp elini tuttum.
"O zaman ablalık ve yengelik görevlerimizi yerine getirmemiz gerekecek sanırım değil mi kızlar?" güldü. Elimin üstüne elini yaslayıp sıkıca sarıldı.
"Yani tecrübelerinizden yararlanmak lazım," dediğinde Simge homurdandı.
"Ben henüz bekarım görümceciğim bekarlık sultanlıktır modundan devam yani," dedi Simge.
"Boşluğunu Sevda doldurur elticiğim tasalanma sen," dedi Bejna. Güneş'le birbirimize bakıp gülüştük.
"Laf soktu değil mi bu şimdi bana?" Simge ters ters Bejna'ya bakıp bacak bacak üstüne atıp kısa saçını savurdu.
"Canım sen benim gibi elti bul öyle konuş," Bejna dudaklarını birbirine bastırıp Simge'ye eğlenen bakışlarıyla baktı.
"Kızlar şu an elinizde resmen kısır tabağı eksik," dediğimde Güneş'in kısa kıkırtısı yayıldı etrafımıza.
"Bak gördün mü görümce ittifakını güldürdük senin yüzünden," Simge'nin dert yanışı o kadar gerçekçi ve komikti ki Bejna da dayanamayıp güldü.
"Sen bir yana olmayan eltilerim bir yana be Simge. Kalbim senden başka eltiyi kabul etmiyor," deyip Simge'ye kollarını sardı. Simge büyük bir memnuniyetle Bejna'nın sarılışına karşılık verdi. Güneş ile onları gülerek izlerken görevli kadın yanında başka bir kadınla yeniden geldi. Yanındaki kadın büyük ihtimalle patronuydu.
"Mrs. Uyguroğlu," diyerek yanımıza geldi patron görünümlü kadın. Fransız aksanı çok baskındı. Güneş kadını karşılayıp el sıkıştılar. Kadın benimle de selamlaştıktan sonra görevli kadının elindeki kutuyu açtı. Eski Aden'in gözleri kutuda gördükleriyle iri iri açılırdı ancak bünyem zenginliğe alışmıştı. Kızlarda yanımıza geldiklerinde kutudaki pırlanta dizili askıları inceledik. Güneş kararsızlığın içinde kaynarken Simge hemen olaya el atıp kutunun içindeki askılardan benimde gözüme kestirdiğimi alıp Güneş'in yanına geçti.
"Böyle koltukaltına doğru gerdirip bırakırız," dediğinde ben de aralarına dahil oldum.
"Hatta dekoltenin hemen üzerinden de geçirebiliriz," dediğimde Simge askıyı dediğim gibi göğsüne yerleştirdi.
"Güzel olur bence," dedi Bejna.
Güneş aynadaki yansımasını izlerken Simge askıları nasıl istediğimizi kadınlara anlattı. Kadınlarında hoşuna gitmiş gibiydi. Güneş'te bizi onayladığında son prova tarihimizi alıp mağazadan çıktık.
"Eve mi?" diye sordu Güneş.
"Evet evet, göğüslerim çok sızlıyor," dedim. Eve gider gitmez Canan'ı emzirmem ve süt sağmam lazımdı. Böyle düşününce komiğime gidiyordu ama dişi olmanın temellerinden biri de buydu.
Güneş'in cadde üzerindeki apartman dairesine geldiğimizde evde derin bir sessizlik vardı. Annemler bir arada oturmuş sohbet ederken abimlerden, babamlardan ve çocuklardan bir iz yoktu.
"Neredeler?" dediğimde Zümrüt annem cevap verdi.
"Baran ve Doğu dolaşmaya çıktılar. Çocuklarda sıkılınca Sefa'yla Yağız parka götürdüler. Merak etmeyin yedirdik, doyurduk altları temiz, üstleri de havaya gayet uygun, zaten oldu bir saat kadar gelirler birazdan," dediğinde kıkırdayıp yamacına oturup yanağından kocaman öptüm.
"Sizin elleriniz değdiyse gözümüz arkada kalmaz anne, değil mi yengeciğim?" Bejna başını sallayarak yanımıza gelip hem annemi hem de Sema anneyi öpüp çocuklarla ilgilendikleri için teşekkür etti.
"Gelinlik tamam mı?" diye sordu Sema anne.
"Son bir işi kaldı teyze, iki gün sonra teslim alacağım," dedi Güneş.
"Daron ne yaptı acaba? Keşke ona da eşlik etseydik," dediğimde Güneş'in yüzü düştü.
"Söyledim ama ben hallederim dedi. Sesindeki kesinliği anladığım için üstüne gitmedim ama aklım onda," Simge, Güneş'in kolunu sıvazlarken annem çatık kaşlarıyla Güneş'e bakıyordu.
"Annesini davet ettiniz mi?" Güneş oflayıp durdu.
"Ettik. Ben ayrı aradım Daron ayrı aradı ama bu ay ailecek vakit geçireceklermiş kızlarını çok aksatmış o yüzden de zaman kaybına gerek yokmuş..."
Daron'a karşı olan hassasiyeti o kadar fazlaydı ki şu anda hayalinde hem Daron'un annesini hem de üvey babası ve kardeşlerini öldürdüğüne emindim. Gerçi ben de geçen yazdan beri kıldım o aileye. Geçen sene dördümüz Datça da bir aradayken babasından Daron'a kalan mirası kendisinin ve üvey kızlarının üstüne yapmasını istediği için Daron'u Fransa'ya çağırmıştı kadın. Miras dediğimde iki ev ve bankadaki belli bir miktar paraydı. Neyse ki Daron, Fransa'daki babasından kalan tüm mal varlığını satıp kimsesiz çocuklar için bağışta bulunmuştu. Güneş bu konu yüzünden Daron ve annesinin büyük bir kavga ettiğini anlatmıştı ama açıkçası Daron'un en doğru şeyi yaptığını düşünüyorduk hepimiz.
"Kadına bak ya üvey çocuklarına yaptığı anneliği öz oğluna yapmıyor resmen!" hepimizin öfkesini dile getirdi Bejna.
"Sorma... Zaten gelmemesi en güzeli. Bu tipleri biliyoruz hepimize zehir ederdi gecemizi kesin," dedi Güneş.
"Ay aman Allah korusun. Hem sen tasalanma kızım bundan böyle biz varız," dedi annem güven veren sesiyle. Yalan yok Daron'a karşı annemde babamda fazlasıyla ilgili ve alakalıydı.
"Sağ ol anne," dedi Güneş minnetle.
"Annen haklı gün güzeli Daron artık bizim ailenin oğlu o yüzden endişe etme sen. İnsan sevginin, ilginin doğrusunu tattığında yanlış olanı unutur. Merak etme," dedi Sema annemde. Onlarda fazlasıyla sevmişlerdi Daron'u.
"O zaman akşama güzel bir masa mı hazırlasak?" dediğimde Bejna hemen ayaklanırken Simge, annemin arkasına doğru kayıp yüzünü koluna gömdü. Onun bu haline gülerken Güneş ayaklanıp bizden önce mutfağa geçti.
"Anne gelin adayın pek marifetsiz ben sana söyleyeyim oğlun aç kalacak aç!" dediğimde Simge başını bana çevirip yanındaki uzun dikdörtgen kırlenti bana fırlattı. Gülerek kırlenti tutup arkamdaki koltuğa bıraktım. Simge'ye öpücük attıktan sonra kızların peşinden mutfağa ilerledim.
"Bir babamı arayayım," dedim yanlarına vardığımda. Babam ilk çalışta açıp kapıyı açmamı söyleyince dış kapıya yöneldim. Telefonu arka cebime atıp kapıyı açtım. Asansör kırk saniye sonra açıldığında içeriden ilk çıkan Yusuf Ali oldu. Koşturarak eve girip "anne beni yıka!" diye bağırdı. Eli yüzü çamur içindeydi. Bir süredir tek yıkanma derdindeyken şimdi annesinin yıkamasını istemesinin tek nedeni bir şey istemesi olacaktı kesinlikle. Eşek çocuk resmen banyoda dile geliyordu.
"Hoş geldiniz," babamla Sefa baba kucaklarında kızlarla eve girdiler. Babam direkt Canan'ı kucağıma verip "acıktı herhalde kızım," dedi. Sefa baba da Bejna'yı çağırıp İzel'i kucağına bıraktı.
"Anneciğim sen dedelerinle parka mı gittin?" ellerini ağzına sokmuş salyalarını akıtarak yüzüme bakıyordu. Üstündeki ince örme hırkasını çıkarıp bebek çantasının üstüne bıraktım.
"Güzel bebeğim benim. Eğlendin mi amcanla, kuzeninle. Sallandınız mı beraber?" diyerek konuşmaya devam ettim kızımla. Canan bana mırıltılarıyla cevap verirken Bejna ve İzel de hemen yanımda aşk yaşıyordu.
"Gezdin tozdun mu iyice hım?" Canan'ın kızarmış yanaklarını öpe öpe Güneş'in yatak odasına ilerledim. Bejna da hemen peşimden gelip kapıyı kapattı. İkimiz yan yana oturup kızları emzirmeye başladık.
"Saçı için yağ falan mı kullansak?" dedi Bejna. Kızımın saçları hala çıkmamıştı. Başı üşür diye sürekli bebek berelerinden takıyordum.
"Bilmem. Pek üstelemiyorum aslında. Çıkar nasıl olsa," dediğimde gülümseyerek başını salladı.
Çocukları emzirdikten sonra altlarını ve üstlerini değiştirip içeri geri döndük. Simge kızları yamacına çekip onlarla ilgilenmeye başlayınca bizde Bejna ile mutfağa geri döndük. Yemekler pişerken annemlerle Simge masayı hazırlamaya başladılar. Bizde Bejna ile çocukların yamacına oturduk. Yusuf Ali, resim çizerken kızlar kucak kucağa yere uzanmışlardı.
"Şunların tatlılığına bak," dediğimde Bejna kızlara baktı. Canan'ın başı İzel'in kucağındaydı. İzel, Canan'ın elini tutmuş parmaklarına dokunarak "biy, biy," diyordu. Yusuf Ali tıpkı Barlas'a öğrettiği gibi İzel'e de sayıları öğretmeye başlamıştı.
"İzel, sevdin mi lalanın bebeğini?" dediğimde İzel hep gülen yüzünü kaldırıp bana baktı.
"Lala,bebe ııı!" deyip başını Canan'ın başına doğru eğdi ama şişko göbeği buna pek olanak sağlayamadı. İzel'in dilinde de ı demek benim demekti. Yusuf Ali etkisi ondan sonra gelen her çocukta etki ediyordu.
"Yok kız, o benim bebeğim!" dediğimde gülen yüzünü buruşturdu. Elini bana uzatınca ben de elimi ona uzattım ama işaret parmağımı tutup hızlıca ağzına götürüp ısırdı. Acıtmıştı sıpa.
"Kız! Eşek seni," parmağımı bırakıp yeniden sırıttı ve Canan'ın elini öpüp "bebe ııı," diyerek kendini gösterdi.
"O zaman annen benim," dedim. Kaşlarını derinden çatıp yanaklarını şişirdi.
"Lala!" diye bağırdı. Canan sıçrayıp sağa sola doğru hareketlendi.
"Sus kız hem kızımı alıyor benden hem de bağırıyor," Canan ağlamaya başlayınca İzel'in kucağından aldım.
"Ane! Lala çiş," diye ağlayarak dizlerinin üstünde yürüyüp annesinin kucağına çıktı. Tatlı Serzenişine güldüm. Uzanıp göbeğini öptükten sonra yerden kalktım.
"Biz bir babamızı arayalım hemen geliyoruz," dedim sesimi diğerlerine duyurmak için hafifi yükselterek. Güneş'in odasına yeniden geçip yatağa Canan'ı rahat ettirecek bir konumda kucağıma yerleştirip Yusuf'u görüntülü aradım.
"Aşklarım," dedi telefon açılır açılmaz Yusuf. Canan babasının sesini duyduğu gibi hemen hareketlendi.
"Nasılsın sevgilim?"
"İyiyim güzelim. Duştan çıktım şimdi. Bir şeyler yiyip çalışacağım. Siz nasılsınız?" gözleri Canan'daydı. Tahtımı artık kızımla paylaşıyordum.
"Bizde iyiyiz sevgilim. Seni çok özledik tek sıkıntımız o," dediğimde Yusuf iç çekti.
"İki gün sonra yanınızdayım bir tanem. Burnumda tüttünüz ikinizde," dedi. Birkaç cümlelik sohbetimizin sonunda tüm ilgisini kızımıza verdi. Canan onun sesiyle uyumaya alıştığından gece rutinimiz bu olmuştu. Canan yatağa yatırıp yanına uzandım. Saçlarımı tutup babasının sesiyle uyuklamaya başladı.
"Öyle işte babacığım. Annen az çekmedi kahrımı," Yusuf'un son söylediği cümleyle sırıttım.
"Baban da benden çok çekti demek isterdim ama kendime haksızlık edemem bebeğim," Yusuf keyifle güldü. Canan esneyip aranmaya başlayınca Yusuf'a veda edip telefonu kapadım. Canan emerken uyudu. İyice sızana kadar bekledim başında. Sonrasında yatağın ortasına yatırıp etrafına yastıkları dizip bebefonu yanıma alıp odadan çıktım.
"Abimler gelmemiş," diyerek salondakilerin yanına geçip oturdum.
"Yoldalarmış kızım," dedi babam.
"Güneş, Daron'u da arasana gelsin," dedi annem.
"Aradım anne, gelecek," dedi Güneş. Sustuğu anda da kapı çaldı. Güneş kapıyı açmaya giderken bizde masaya geçmek için ayaklandık ama Baran, Doğu ve Daron yan yana içeri girdiklerinde hepimiz duraksadık. Üçünü yan yana, samimi bir halde görmek alışkın olduğumuz bir şey değildi.
"Daron hoş geldin oğlum," şaşkınlığını ilk atan annem oldu.
"Hoş buldum," dedi Daron. Hepimiz selamlaştıktan sonra onlar masaya geçerken bizde kızlarla yemekleri servis edip yerlerimize yerleştik. Gözlerim Baran ve Doğu'nun arasında gidip geliyordu. Doğu epey önceden Güneş ile arasındaki uzaklığı kapatmak, yeniden bağlarını kuvvetlendirmek için çabalıyordu. Baran ise uzun süredir nötr bir tavır sergilerken Aslan tamamen sessizdi. Hiçbir şey olmamış, yaşamamış gibi davranıyor Güneş'te onlara ayak uyduruyor ama aynı zamanda da fazlasıyla mesafeli durmaya devam ediyordu.
"Oğlum," dedi babam. Baran ve Doğu babama baktı ancak babamın bakışları Daron'un üzerindeydi.
"Size değil Daron'a seslendim," dediğinde Daron adını duyup başını kaldırdı.
"Evet?" babama başını çevirip merakla yüzüne baktı.
"Damatlık?" dedi babam. Daron babamı anlamış olacak ki başını salladı.
"Biz aldık," dediğinde bakışları Baran ve Doğu'ya kaydı.
"Siz?" Güneş'le aynı anda tepki verdik.
"Evet," dedi Baran. Güneş'e başını çevirip "eniştemiz olacak sonuçta. Hem ailemizin yeni ferdi yalnız bırakmak olmazdı," dedi. Sesi fazlasıyla ciddi olduğundan ne kadar samimi ya da ne kadar umursamaz olduğunu anlayamadım ancak bakışları sıcaktı. Daron, Güneş'e bakıp Fransızca konuşmaya başladı. Sanırım bu olayın nasıl olduğunu anlatıyordu.
"Aferin size," dedi annem gayet memnun bir edayla.
"Cidden aferin şaşırttınız bizi," dedi Simge.
"Olması gerekendi," dedi Doğu. Bu lafının üzerine bir şey dememeyi tercih ettik.
Meğer Baran biz gündüz evden çıkmadan önce Güneş'in Daron ile olan konuşmasını duyup damatlık seçiminde Daron'un tek olmasını istememiş, ona ulaşıp eşlik etmişler. Güneş'in anında yerine gelen enerjisini görmekte hepimize iyi gelmişti. Daron'un bizim tarafımızdan kabul görmesi onun için çık önemliydi. Tam boyların tavırlarına takılmıyormuş gibi görünse de içten içe takıldığının hepimiz farkındaydık ancak bu konuda işleri düzeltebilecek olanlar sadece abilerimizdi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde önce Daron sonra da Sema annemlerle abimler ve Bejna kalktı. Onlar Aslan'ın Güneş için aldığı rezidanstaki dairede kalıyorlardı. Bizde burada annemlerle kalıyorduk. Yatmadan önce Güneş ve annem salona yatak sererken ben de Canan'ı emziriyordum. Dakikalar sonra Güneş evin ışıklarını kapatıp yanımdaki yerini aldı.
"Daron evinizi o kadar ballandırarak anlattı ki meraktan öleceğim," dedim.
"Yarın öğleden sonra gideriz. Annemde meraklandı," dedi. Esneyip gerindi.
"Tam boylara da ayrı şaşırdım," Canan'ı aramıza yüzüstü yatırıp sırtını ovalamaya başladım.
"İyi yapmışlar, Daron çok mutluydu," Daron onların bu yaklaşımlarımdan dolayı mutluydu ancak... Güneş için aynı şey geçerli değildi.
"Sen?" omzunu silkti. Bu aralar çok fazla omzunu silkiyordu.
"Mutluyum. Biraz eksik, biraz yarımım ama mutluyum," dedi.
Aslan, Baran, Doğu... İnsanlar hatalarıyla, yanlışlarıyla var olurlardı. Her hata bir tecrübe getirir yanlışların yerini doğrular alırdı ancak bu ilke bizimkilerde ne yazık ki işlemiyordu. Hatalarını yanlışlarla örtüyor dönüp geriye baktıklarında yarattıkları hezeyanı görmezden gelmeyi tercih edip yollarına devam etmek istiyorlardı. Ve ne yazık ki bu tutumları da sadece benim ve Güneş için geçerliydi. Onların hayatına girdiğimde beni uğrattıkları hezeyanın daha ağırını Güneş'e yaşatıyorlardı ancak Güneş'in benim aksine içine kapanık ve suskun tavrı onları daha da kör ediyordu. Ne yazık ki abimler bazı şeyleri kafalarına vura vura fark ediyorlardı.
Güneş'teki yerlerini kaybetmenin acısını da onlar değil yine ne yazık ki Güneş çekiyordu. Neden sorusunun bir cevabını da bulamıyordum aslında. Gözden uzak olan sahiden gönülden de mi ırak oluyordu bilinmezdi ama Güneş'e hissettirdikleri değersizliği hiçbir açıklama hiçbir davranış geçirmeyecek gibiydi.
"Gerginliğinin sebebi bu mu?" dediğimde Canan'a yanaştı. Boynuna sokulup soluklandıktan sonra başını yastığına yaslayıp Canan'ın elini tuttu.
"Yani... Hem evlilik hem onlar. Görmüyor musun Baran abimi sürekli laf sokuşturup duruyor. Ne yani Daron'a bir damatlık seçti diye geçmiyor bazı şeyler..."
"Güneş," dediğimde sırtüstü yatıp soluklandı.
"Ben her şeyin farkındayım Aden. Hafifleyen omuzların, kamburlarından kurtulan sırtların... Hepsinin farkındayım o yüzden tasalanmıyorum, sen de benim için dertlenme tamam mı asıl o zaman kötü hissederim kendimi..." diyerek konuşmamızı net bir şekilde bitirdi...
Daron ve Güneş kendilerine çok güzel bir yaşam alanı oluşturmuşlardı. Şehre çok uzak olmayan sakin bir yerleşim yerinde ağaçların arasında tek katlı büyük bir ev almış, mesleklerinin hakkını vererek harika bir ev yaratmışlardı. Bahçesinden terasına her şey düşünülmüştü. Annem ve babam fazlasıyla memnun olmuştu. Ancak Doğu ve Baran hatta görüntülü aramayla bize eşlik eden Aslan pek memnun görünmüyorlardı. Yok neden bu kadar büyüktü yok neden şu oda böyleydi bu mutfak şu renkti... Daron sonunda kesin bir ifadeyle evlerinin sadece Güneş ve kendisini ilgilendirdiğini söyleyince susmuşlardı. Kıskançlıktan mı yoksa gıcıklıktan dolayı mı böyle davranıyorlardı emin olamıyordum artık. Ya da belki de gerçekten beğenmemişlerdi...
Ev gezmesinden sonra akşam yemeği için restorana geçmiş kutlama ve sonrasını konuşurken Daron ve Güneş kendi işlerini kuracaklarını söylemiş ve babamın tam desteğini almışlardı. Kendi inşaat şirketlerini kuracaklardı.
"Riskli ve erken değil mi hem ne kadar tecrübeniz varda şirket kurmaya kalkıyorsunuz?" dedi Baran.
Güneş, su dolu kadehini masaya orantısız bir güçle bıraktığından kadehteki suyun çoğu döküldü. Derin bir nefes aldıktan sonra tam karşısında oturan Baran'a dik dik bakıp konuştu.
"Bizi ilgilendirir. Hem merak etme sizin başınıza çorap örecek yaşları geçeli epey oldu," dedikten sonra suyundan büyük bir yudum aldı. Masaya birden hâkim olan soğuk yeller en çok Baran ve Doğu'yu çarpacak gibi görünüyordu.
"Ben o anlamda demedim Güneş yanlış anladın sen," dedi Baran.
"Doğru diyorsun," Güneş'in alışık olmadığım bu çıkışları içten içe hoşuma gidiyordu. Kendi kadehimi alıp arkama yaslandım ve suyumu içerek sadece Güneş'i izlemeye başladım. Keşke Aslan'da burada olsaydı da o da nasiplenseydi Güneş'in gazabından.
"Güneş," deyip biraz doğruldu oturduğu yerde Baran ancak Güneş konuşmasına izin vermedi.
"Sen asla o anlamlarda konuşmazsın zaten. Yanlış anlayan hep ben olurum! İğnede çuvaldızda hep bana batar, değil mi?"
Baran yutkundu. Mavi gözleri önce annem ve babamda sonra bizde gezindi ama hiçbirimizden beklediği desteği alamadı. Doğu bile sus pustu. Güneş'ten böyle bir tepki beklemediğinden olsa gerek hazırlıksız yakalanmış gibiydi. Ancak zaten evlilik stresi yaşayan Güneş'e geldiğimiz günden beri isteyerek ya da istemeyerek dokundurduğu laflar artık Güneş'in tahammülünü zorlamış gibi görünüyordu.
"Bak yine yanlış anlayıp olayı kendine çeviriyorsun!" diye dişlerini sıka sıka konuştu Baran.
"Çocuklar şimdi konuşmanın yeri..." diyerek araya girmek istedi annem ama Güneş'in bir bakışı yetti susmasına. İnanamayarak anneme baktım. Güneş daha demin bir bakışıyla annemi susturmuştu. Güneş annemi susturmuştu!
"Oğulların her defasında yer, mekân, karşısındaki insan kim düşünmeden gevşek gevşek konuşabiliyorken bu uyarıların yersiz anne!" annem yerine ben yutkundum.
Bejna ve Simge'yle göz göze geldiğimizde onlarında tıpkı benim gibi Güneş'in bu sivrileşmesini doğru bulduklarını fark ettim. Güneş buraya geldikten sonra aslında en yakınım dediği insanlara bile araya görünmez duvarlar örmüştü ki bazen bizi bile tosluyorduk o duvarlara.
"Soleil," Daron, bedenini tamamen Güneş'e çevirip Fransızca bir şeyler fısıldadı. Güneş başını sağa sola sallayıp göğsünü titreten bir soluk alıp verdi.
"Rica ediyorum artık hayatıma müdahale etmeyin. O halı olmamış oraya, o bardakların rengi kötüymüş bile demeyin. Benim, bizim hayatımız. Ve sizin artık hiçbir söz hakkınız yok!" dedikten sonra annem ve babama kısa bir bakış atıp sandalyesinden kalktı Güneş. Daron da hemen peşinden ayaklandı.
"Eee. Biz biraz hava almak, sonra gelecek..." dedikten sonra Güneş'le el ele tutuşup restoranın çıkışına ilerlediler.
"Aferin size!" diyerek çıkıştı babam. Baran ve Doğu babama baktılar.
"Ne yaptık baba Allah aşkına. Güneş alınmak için yer arıyor," dedi Baran. Doğu onun aksine suskundu. Geçen seneki tatil meselesinden sonra yediği haltın farkına varmıştı.
"Abi uzatma tamam," dedi Doğu. Haksızlığının farkında olan sadece oydu.
"Uzatan ben miyim yani. Bir adım atalım gönüllerini yapalım dedik ama memnun etmek ne mümkün," Baran'ın çıkışı rahatsız ediciydi. Sandalyede dikleşip arabasında uyuyan kızıma kısa bir bakış attıktan sonra gözlerimi Baran'ın yüzüne diktim.
"Güneş senin çalışanında mı gönlünü yapıyorsun Baran?" bakışları anında bana döndü.
"Ya ben hata yaptım, haksızlık ettim zamanında herkesten sakınıp, koruyup kolladığım, baş tacı ettiğim kız kardeşimi unutup gittim, çok kırdım, çok üzdüm deyip özür dilemek yerine nasıl hâlâ üste çıkmak için çabalıyorsun arkadaş!"
"Ben... Bir şey yapmadım Aden," sinirlenmişti. Boğazı kızarmaya başlamış, kaşları çatılmıştı.
"Olay da bu zaten Baran... Mesele de bu," dedim.
"Ya Aden," dedi ama elimi kaldırıp susturdum onu.
"Seninle defalarca kez konuştum, konuştuk," gözlerim Simge'ye kaydı birkaç saniyeliğine.
"Her seferinde tamam dedin. Dedin de dedin ama sen, daha doğrusu siz hiçbir haltı anlamayan geri zekalı üç adamsınız. Yemin ediyorum şu çocuk sizden daha zeki daha akıllıdır," dedim Yusuf Ali'yi kast ederek.
"Aden biz gerçekten gönlünü almak için Daron'la yakınlaşmak istedik," dedi Doğu.
"Daron'la yakınlaşmayı daha önemli görüyorsanız demek ki... Güneş her şeyin farkında haberiniz olsun. Buraya geldikten sonra sizlerin ne düşündüğünüzün ne hissettiğinizin farkında!" birbirilerine baktılar. Doğu yaşaran gözlerini bizden kaçırıp başını eğerken Baran kasılan bedeniyle boş boş önüne baktı.
"Yazık cidden çok yazık," dedi annem. Üzgündü... Olması da çok normaldi.
"Yemeğimiz sona erdiğine göre kalkabiliriz!" dedi babam. Kalktığı gibi bizim tarafa gelip önce İzel'i kucağına aldı sonra da Canan'ın arabasını alıp çıkışa doğru ilerledi. Diğerleri de peşinden gitti.
"Bence kendi egolarınızı, bencilliklerinizi bir kenara bırakıp kız kardeşinizi ne hale getirdiğinize bir bakın. Biz ne yaptık demeniz bile yeterli oluyor bazı kırgınlıkların oluşmasında haberiniz olsun..." deyip kalktım. Simge ve Bejna 'da benimle birlikte ayaklandılar. Güneş ve Daron'un eşyalarını da alıp restorandan çıktık.
Eve geçtiğimizde Güneş sessizdi. İzin isteyip uyumak için odasına çekildiğinde salonda annem ve babamla baş başa kalmıştık. Kalmışken de bu olaya onların el atmasının gerektiğini ve abimlerle konuşmalarını istedim. Ağırlıklarını koymaları gerekiyordu ki tam boyların bu gereksiz tepkileri, çıkışları ve davranışları son bulmalıydı...
Geçip giden iki günün sonunda Güneş'in gelinliği hazırdı. Annemler de fazlasıyla beğenince Güneş'in gelinliğe dair tüm endişeleri yok olmuştu. Yusuf'la beraber ailemizin tüm fertleri de gelmişti. Gözlerim Emir'i arasa da hem beni arayıp gelmesinin etik olmayacağını söylemiş hem de Yusuf ile bir kez daha haber yollamıştı.
"Kına hazır mı Gazel yenge?" dedim mutfağa girer girmez.
"Hazır kızım, Güneş ne zamana gelir?" diye sordu.
"Daron yarım saate getiririm dedi," dediğimde başını salladı.
"Güzel, yemeklerde eksik falan yok değil mi?"
"Yok yok masa tam," dedim. Güneş'e kendi aramızda küçük bir kına organize ediyorduk. Güneş ve Daron sade bir kutlama yapacaklarından Güneş kına da istememişti ancak biz elbette böyle bir şeye izin vermezdik.
"Abla Canan uyandı," Barlas'ın bağırtısıyla mutfaktan çıkıp yatak odasına geçtim. Kızlar yatakta yan yana yatarken Yusuf bir yanında Barlas diğer yanında oturmuş kızları izliyorlardı. Yanlarına gittiğimde İzel'i ve Canan'ı uyandığını Ferah'ın ise uyuduğunu gördüm. Ferah, annesinin kopyasıydı. Sevda gibi siyah saçları, kara gözleri, gamzeleri vardı. Merdo abiden aldığı tek şey asabiyeti olabilirdi.
"Ferah uyanmış mı Aden?" Gazel yenge kapının önünden seslendi. Ferah'a çok düşkündü. Merdo abi ve Sevda kızlarına Esma adını koymak istemişler ancak Gazel yenge istememişti. "Kaderi benzer," demiş konuyu kapatmıştı. Sevda da bu sefer ismini koymasını istemiş böylelikle kızlarının ismi Ferah olmuştu. Gazel yenge hem hamilelik döneminde hem de doğum sonrasında Sevda ve Merdo abinin eli ayağı olmuştu.
"Uyuyor yenge," dedikten sonra çocuklara sessizce odadan çıkmalarını söyleyip İzel'i yere indirip Canan'ı kucakladım. İzel'in minik elini tutup yavaşça yürüyerek odadan çıktım.
İzel elimi bırakıp annesine koştururken kapı çaldı. Ben bakarım deyip kapıyı açtığımda en önde Yusuf arkasında tam boylar, Kerem ve Merdo abi vardı. "Hoş geldiniz," dediğimde hepsi önden içeri girip bir bana bir Canan'a öpücük kondurup salona geçtiler.
"Sevgilim," Yusuf yamacımıza gelip bizi sarmaladı. Canan'ın başına burnunu yaslayıp soluklandı.
"Yeni mi uyandı?" başımı salladım.
"Çok uyuyor burada. Havadan sanırım," dediğimde dudakları genişçe kıvrıldı. Alnıma uzun bir buse kondurduktan sonra Canan'ı kucağımdan aldı. Havaya kaldırıp yüzlerini yaklaştırdığında Canan'ın neşeli cıvıltıları etrafımızı sardı.
"Babam, bir tanem günaydın aşkım," Yusuf, Canan'ın yüzüne sesli öpücükler kondurup havaya zıplattı. Canan gülücüklerini saçıp ellerini babasının yüzüne yasladıktan sonra dudaklarını aralayıp Yusuf'un yüzüne doğru uzandı.
"Annesi minik maviş acıkmış herhalde," dedi Yusuf.
"Galiba, gel püresi hazırdı yedir babası..." Yusuf, Canan'ı hoplata zıplata mutfağa ilerledi. Canan anne sütünü seven bir bebek olduğundan ek gıdaya başlatmakta zorlanmıştık. Hanımefendi püresini, çorbasını babasının elinden olmadıkça asla yemiyordu. Ya da ben babamı arıyor onlar aşklarını yaşarken bin bir türlü şebeklikle kızıma yemek yedirebiliyordum.
"Akşam ne yapacaksınız?" diye sordum sandalyeye oturduğum sırada. Canan'ı kucağıma bırakıp diğer sandalyeyi önümüze çekip oturdu.
"Daron'un evinde olacağız," Canan'a püresini oyun oynayarak yedirmeye başladı.
"Abimlerle durum ne?"
"Araları iyi gibi. Daron ile uzun uzun iş hayatından falan konuşuyorlar. Böyle böyle ilerler herhalde," dedi. Dudaklarımı kızımın başına yaslayıp kel kafasını öptüm.
"Ben bu konuda güvenmiyorum onlara. Olurda akşam bir mallık yaparlar falan engel ol olur mu?" dediğimde güldü.
"Merak etme sen. Benden önce Kerem atlar. Çok seviyor eniştesini küçük bey," dediğinde kıkırdadım.
"Kıskandın mı sen?" gözlerini devirip Canan'ı beslemeye devam etti.
"Aramızda kalsın, Daron ve Kerem ile ettiğim sohbetin keyfini tam boylarla ettiğim sohbetten alamıyorum, öyle bir u dönüşü yaşadığımdan şoktayım," dedi. Kıkırtılarımı kızımın başını öperek dindirdim.
"Abilerimin Daron alerjisi olduğundandır. Merak etme alerjileri dinince sohbetinize onlarda dahil olur," Canan'a son kaşığı yedirip yüzünü sildikten sonra yeniden kucağına aldı.
"Güneş'i daha fazla üzmesinler de gerisinin pek önemi yok güzelliğim..."
"Babam ve anneme konuşun dedim geçen akşam," başını salladı.
"Amcam konuşacakmış bu akşam. Sanırım önce Daron ile ortadaki tüm gerilimi ve uzaklığı yok eder sonra da Güneş hakkında konuşur," dediğinde oflayarak bıraktım aldığım nefesimi.
"Yusuf," dediğimde Canan'daki bakışlarını bana çevirdi.
"Güneş için abilerinin ne kadar değerli olduğunu sen benden daha iyi bilirsin. Büyürken her an yanlarındaydın. Hem abimleri hem Güneş'i çok iyi anlıyorsundur. Ama... Şimdi yanında olsalar da Güneş kendini çok yalnız hissedecek. Tamamen dolduramazsın onların yerini ama Güneş'e arkasında bir abisi olduğunu hissettirip göster olur mu?" beni yamacına çekip alnımın köşesine dudaklarını yasladı.
"Merak etme," dedi sadece.
Güneş geldiğinde Yusuf ve diğerleri Daron ile birlikte evden gittiler. Güneş salonun ortasına kurulmuş masayı fark ettiğinde anlam veremeyen bakışlarını üzerimizde gezdirdi.
"Ne oluyor?" dedi.
"Nikah öncesi kız kıza kutlama yapalım dedik," dediğimde dudakları kıvrıldı.
"Kına gecesi yani?"
"Kınasız gelin mi olur torunum. Haydi geç odana da hazırlasın kardeşlerin seni," dediğinde kızlarla çocukları annemlere bırakıp Güneş'i odasına götürdük. Onu el birliğiyle hazırlarken mutlu görünüyordu. Simge büyük bir hevesle Güneş'in saçlarını yaparken Sevda makyajını yapıyordu. Elbisesi çoktan hazırdı. Bindallı gibi şeylerden hoşlanmadığından o işe hiç yeltenmemiştik. Ona çok yakışan gece mavisi tonlarında bir elbise hazırlatmıştık.
"Gün güzeli, güzelliğine güzellik kattık vallahi. Daron enişte seni şöyle görseymiş ya keşke," dedi Simge.
"Fotoğraf atarız canım, hatta belki ilerleyen saatlerde gelirler onlarda," dedi Bejna.
"Sanmam ama... Bakarız," dedi Güneş.
"Her şey tamam, rujunu seç bakalım," dedi Sevda. Güneş makyaj aynasının önündeki rujlara bakıp bir tanesini seçti.
"Ben sürerim Sevda teşekkür ederim. Hepinize gerçekten çok teşekkür ederim," dedi. Kızlar Güneş'i sarıp sarmaladı.
"Kızlar bize biraz izin verir misiniz?" kızlar odadan çıkınca komodine gidip çekmeceden anneannemin hediyesi olan kolyeyi alıp yanına döndüm. Kolyeyi kutudan çıkarıp boynuna astıktan sonra başının üstüne dudaklarımı bastırdım.
"Çok yakıştı," dediğimde gözleri doldu. Omzuna yaslı olan elimin üstüne avucunu yaslayıp "iyi ki varsın Aden... İyi ki varsın," dedi. Başının üstünü öpüp sadece gülümsedim. Artık kelimelere ihtiyacımız olmuyordu.
Güneş'ten sonra bizde hazırlandıktan sonra kına kutlamamız başlamıştı. Güneş'i asla oturtmuyorduk. Güneş bir İzel'e bir Canan'la dans ediyordu. Kına yakmaya yakın bir şeyler yedikten sonra Güneş'i kına için salonun ortasına oturtup başını örttük. Kızlarla kına şarkısını söyleyip etrafında döndükten sonra durduk.
"Gazel yengeciğim buyurunuz efendim," dediğimde Gazel yenge gülerek yanıma gelip tepsiyi aldıktan sonra Güneş'in önünde eğildi.
"Gelin Hanım hiç ağlamamış Gazel yenge," dedi Simge.
Güneş, kırmızı örtüyü kaldırıp bize baktı. "Ağlamama ne gerek var?" dedi.
"Doğru diyorsun aşkım güle oynaya gelin edelim seni," dedim.
Gazel yenge kınasını yaktıktan sonra babaannemler ve Sevgi anneanne Güneş'in ellerine tam altın bıraktılar. Kına yakılırken annemler gelip Güneş'in sağına ve soluna oturdular. İkisinin de gözleri yaşlarla parlıyordu. Güneş elleri kapandıktan sonra derince soluklanıp sandalyeden kalktı. Önce Filiz annemle sarılıp sonrasında Zümrüt anneme döndü ve sıkıca sarıldı.
"Anne, iki dakika tutar mısın?" Filiz annemin yanına gidip Canan'ı kucağına verdikten sonra yanağını sevip Güneş ve anneme döndüm. Güneş annemden ayrıldıktan sonra bana döndü. Kollarımı kocaman açıp gel der gibi başımı salladım. İki adım atıp önümde durdu.
"Yirmi dokuz yıl önce o hastanede belki karışmayabilirdik ama bir şekilde hayat bizi buraya getirdi... Her şey daha farklı olabilirdi. Dünyamız birbirine karışmak yerine kendi yolunda da ilerleyebilirdi ama bazen bazı şeylerin önüne geçemiyoruz... Ancak karıştığım o bebek iyi ki senmişsin Aden, sen benim hayatımdaki en güzel şansımsın..." kendime çekip sıkıca sarıldım.
"Eğer bir seçme şansım olsaydı ben yine seni kız kardeşim olarak seçerdim Güneş. Hep seni seçerdim, yine seni seçerdim," omzunu öpüp daha sıkı sardım kollarımı. Güneş benim en ağrılı, en sancılı ama bir o kadar değerli olan en sınavımdı.
"Ama ben bunları kıskanıyorum, Gamzeli yanağıma özlemim kabardı vallahi," dedi Simge. Bejna ve Sevda anında onu sarıp biz varız imajı çizerken Güneş'ten yavaşça ayrıldım. Diğerleri benim boşluğumu doldururken biraz geriye çekilip onları izledim.
Gecenin ilerleyen saatlerinde kızları uyuttuktan sonra eğlenceye kaldığımız yerden daha kısık seste devam ettik. Danslar, halaylar sona ermiş masada uzun sohbetler başlamıştı. Güneş babaannemlerin sorularına cevap verirken benim gözüm sürekli Filiz anneme kayıyordu. Hem üzülüyor hem de hak etti demekten alamıyordum kendimi.
Güneş sınırlarını o kadar kesin çizmişti ki o sınırın dışında kalanlar cesaret edip aşmaya bile çabalamıyorlardı. Güneş eskisi gibi susmuyordu çünkü. Çıkardığı ses o kadar sessiz gürültüler yaratıyordu ki insanda üzeri çizilen her kişi Güneş'e ulaşamıyordu. Annem ve tam boylar ne yazık ki o kişilerin başını çekiyordu. Biliyordum ki Güneş artık adım atan taraf olmayacaktı. O artık dilinde özür dilemekten başka bir şeyi olmayan kadın değildi...
Kına gecemizin sonuna doğru erkekler tam takım yanımıza geldiler. Daron, Güneş'in elindeki kınayı incelerken sorduğu sorularla hepimizi güldürüyordu. Herkes bir aradayken Yusuf'a başımla mutfağı işaret edip ondan önce mutfağa geçtim.
"Güzelliğim," diyerek içeri girdi.
"Merak ettim. Konuştu mı babam?" başını sallayarak yamacıma gelip ellerini belime sardı.
"Öncesinde ne konuştu bilmiyorum ama hepimiz bir aradayken ortaya konuşup sorununuz ne ise çözün kızımı daha fazla üzmeyin dedi," dudaklarımı büküp yılgın bir nefesle omuzlarımı düşürdüm.
"Tam boyların da sağ kulağından girip sol kulağından çıktı değil mi?"
"Yok. Daron'dan en başından beri davranışlarından dolayı özür dilediler ve onu aileye kabul ettiklerini söylediler. Samimiydiler," inanamadığım yüzüme yansımış olacak ki güldü.
"Bizim bildiğimiz tanıdığımız tam boylardı. Daron kibarca teşekkür etti. Yani bana sorarsan asıl Daron'un bir kulağından girip diğer kulağından çıktı..."
"Çünkü Daron'un tek umurunda olan kişi Güneş... Güneş onlarla iyiyse Daron da onlarla iyi, kötüyse kötü..." tatmin bir ifade belirdi yüzünde. Burnunu burnuma sürtüp çillerimi öptü.
"Daron açık açık bunu söyledi biliyor musun?" biliyordum der gibi sırıttım.
"Artık biliyorum ve inan bu durum beni aşırı keyiflendiriyor," dedim. Saçlarıma parmağını dolayıp usulca okşadı.
"Beni de... Emir'e boruları ötüyordu, Güneş' e de öyle ama artık saygı gösterip susmasını öğrenecekler," dedi.
"Peki sence tam boylar Güneş'le bir konuşma yapar mı?"
"Aslan'ın öyle bir niyeti var ama onu ilk defa Güneş'ten çekinirken görüyorum... Bu hiç görmediğim bir şeydi. Sanırım bunun sebebi de zamanında Güneş'in haklı haksız ilk koşan kişi olmasıydı ama şimdi Güneş duruyor ve bu da onları oldukça zorladı," başımı sağa sola salladım.
"Güneş onlara fırsatlar sundu ama onlar göremedi Yusuf, hiçbiri göremedi..." ikimizde aynı anda ofladık.
"Neyse içeri geçelim şimdi. Eğer konuşup özür dilemek gibi bir girişimleri olmazsa mecburen devreye gireceğim," Yusuf gülerek kolunu omzuma attı. Bana yandan bir bakış atıp "devrede değildin şimdiye kadar yani?" gözlerimi devirdim.
"Hiçte değildim. Olsaydım çoktan adam etmiştim onları da... Neyse!"
Gecenin sonunda herkes dağıldı. Herkes gittiğinde geriye sadece çekirdek Uyguroğlu ailesi olarak kaldık. Abimler de gidecekti ancak babam izin vermemişti. Anlaşılan asıl konuşma şimdi yaşanacaktı.
Babam hiçbirimizin yüzüne bakmadan yemek masasına ilerledi. Masanın başındaki sandalyeyi biraz kaydırıp annemin yanına oturması için diğer yanından bir sandalye çekip anneme baktı. Annem geçip sandalyeye oturduktan sonra babamda yanına oturdu ve bize baktı.
Yaslandığım duvardan ayrılıp masaya ilerledim. Peşimden Kerem ve Güneş geldi. Üçümüz yan yana oturduktan sonra abimlerde gelip karşımıza oturdular. Bizim aksimize tam boylar fazlasıyla gergin görünüyordu.
"Bu konuşmayı bu gece yapmak istemezdim kızım ancak iki gün sonra nikahın var ve biz o gün sizi böyle görmek istemiyoruz," dedi babam. Annem uzanıp babamın masaya yasladığı elinin üstüne elini yasladı.
"Kardeşler arasında bazı şeyler yaşanır. Kızgınlık olur, kırgınlık olur, küskünlük olur... Ama sizin aranızdaki bu şey... Bu olmamalı çocuklar," dedi annem. Bakışları Güneş ve abimlerin arasında gidip geldi.
"Bu durumda olmanızın en büyük sebebi ne yazık ki biziz, benim..." dedi babam annemin ardından konuşarak. Bunu söylerken fazlasıyla üzgündü.
"Çocukken sizi çok fazla ihmal ettiğimin farkındayım. Annenizi, annenizle yaşadığımız sorunları her şeyin önüne koyduğumu da biliyorum. Size çok haksızlık ettim, zamanında çok sessiz kaldım... Ve görüyorum ki yaptığım tüm hatalar hep en sevdiklerime zarar veriyor," annem babamın elini sıkıca tutup ona destek oldu.
"Tek sorumlusu babanız değil elbette. En başta fire veren benim. Ne yazık ki pastanın büyük payı benim. Ben evlendiğimde bile kuyruğu annesine bağlı bir kadındım çocuklar. Alıştığım hayatı hiç istemesem de sürdürmekte inat ettim. Kendi çocukluğumda yaşadığım travmaları size de yaşattım. Kurallar değişmemeliydi, düzen devam etmeliydi..." sesi titremeye başladı. Dudaklarını ıslatıp ağırca yutkunduktan sonra konuşmada devam etti annem.
"Ancak ben o düzende sizi nasıl yok ettiğimi göremedim... Görebilmemde ne yazık ki çok uzun sürdü," bakışlarını bana çevirdi.
"Aden bana başkaldırıp haddimi bildirmeseydi zannediyorum ki ben..." devam edemedi. Ellerini yüzüne kapayıp gözyaşlarını durmaya çalıştı. Yine, her zaman ki gibi en büyük destekçisi babam oldu. Birkaç dakikadan sonra kendini toparlayıp yaşlı gözleriyle bize bakıp gülümsedi.
"Özür dilerim... Aslan," deyip bakışlarını ona çevirdi annem.
"Kardeşlerinin tüm yükünü senin omzuna yüklediğimiz için özür dilerim oğlum," Aslan başını sallayıp önüne eğdi. Annem Baran'a baktı.
"Tüm hıncımı senden çıkardığım, seni bu kadar asi bir adam yaptığım için özür dilerim oğlum," Baran yüzünü masadan kaldırıp bakmadı anneme.
Annem acı bir tebessümle Doğu'ya baktı. "Sana hep görünmezmişsin gibi davrandığım için özür dilerim oğlum," Doğu Gözyaşlarını silip yerinden kalktı. Annemin yanına gidip kollarını omzuna sardıktan sonra yanağına titrek bir buse kondurduktan sonra yerine geri döndü. Annem gözyaşlarını silip bize baktı. Dudakları şiddetle titreyince dişlerini geçirdi.
"Fındık kurdum," Kerem anneme bakıp gülümsedi. Elini anneme uzattı.
"Benden özür dilemene gerek yok anne. Sen geçte olsa kendine geldin ve bize anneliğini yaptın, yapıyorsun da!" dedi olgunlukla.
Babam uzanıp Kerem'in sarı saçlarını sevgiyle okşadı. Annem gözyaşlarını yeniden silip Kerem'e minnetle baktı. Ondan bu kelimeleri duymak biraz olsun rahatlamasını sağlamıştı. Kerem bir yerde doğruyu söylüyordu. Annem kendini geç keşfetmiş bir kadındı ve gerçek kimliğine kavuştuğu an anneliğinin hakkını vermeye başlamıştı.
"En büyük kurbanım sendin gün güzelim," Güneş yerinde huzursuzca kıpırdanıp annemden bakışlarını kaçırdı. O günleri hatırlamak onu fazlasıyla rahatsız ediyor olmalıydı.
"Benim kendimi anneme kanıtlamam gerekiyordu. Ona ben de başardım anne demeliydim. Bak ben de tıpkı senin gibi oldum, senin istediğin gibi oldum ve kızımı tıpkı senin gibi yetiştirdim demeliydim ve sen bu oyunumdaki başrolümdün. Seni tıpkı annemin beni yetiştirdiği gibi yetiştirip zaferime ulaşacaktım işte o zaman annem beni sevecekti... En azından ben öyle sanıyordum!" dudaklarımı ısırıp dolan gözlerimi kırpıştırdım. Ağlamamak için direnmeye başladım. Nefesim yumru olup boğazımın orta yerine sindi.
"Ne baban ne abilerin... Seni benim kıskacımdan ne kadar çaba gösterseler de kurtaramadılar," Güneş'in bacağının üzerinde yumruk yaptığı elini tuttum. Ona baktığımda bana kısa bir bakış attı. Sonra omuzlarını ve çenesini dikleştirdi.
"Ama öyle olmadı. Sonra... Sonra öğrendim ki asıl sorun sevmek değil o sevgiyi gösterememek, dile getirememekmiş. Bunu da ne yazık ki annemin son zamanlarında anladım," babam annemi sarmaladı. Şakağına dudaklarını yaslayıp gözyaşlarını sildi.
"Güneş'im," sesine karışan hüzün göğsümdeki sızıyı arttırdı. Aynı sızının sadece ben de değil kardeşlerimde de vardı.
"Özür dilerim kızım, seni mahvettiğim için çok özür dilerim..." Güneş elimin altındaki elini açıp tırnaklarını bacağına geçirdi. Ellerini kendi kucağıma çekip sıkıca tuttum. Tırnaklarını farkında olmadan avuçlarıma batırdı. Ses etmedim, acısını öylesine içimde hissediyordum ki avcuma batan acı o acının yanında hiçti.
"Mavişim," anneme gülümseyerek baktım. Bir şey demesine gerek yoktu. Mavilerime yansıyan mavileri her şeyi söylüyordu.
"Seni kabullenmekten çok korkmuştum çünkü gördüğüm ilk anda tüm dengemizi, düzenimizi yerle bir edeceğini anlamıştım... Kaçtım ama tüm yollarımız yine sana çıktı kızım... Seni çok üzdüm, benim yüzümden kardeşlerinde babanda çok üzdü seni ama o güzel kalbin bizi affetti..." babamın uzattığı peçeteyi alıp gözlerini ve burnunu sildi.
"Teşekkür ederim kızım. Hem beni hem de babanı öyle bir sarstın ki bize ne olduğumuzu, kim olduğumuzu hatırlatıp en baştan öğrettin..." ağır ağır başımı salladım. Gülümsemeye devam ettim. Dudaklarımı aralarsam çıkacak tek ses hıçkırıklarım olacaktı. Annem gözlerimde gördüğü affedilmiş ve aidiyetlikle gülümseyip başını salladı. Birkaç saniye sessizliğin ardından Güneş'in titrek ve boğuk sesi etrafımızı sardı.
"Ben özür dilerim anne... Hiçbir zaman senin istediğin o evlat olamadığım için çok özür dilerim," Güneş'in cevabı annemi yerle bir etti. Yaptığı tüm hatalar, yok sayıp dikte ettiği tüm zorluklar, her şey Güneş'in dudaklarından firar eden özür dilerim cümlesiyle acımasızca yüzüne çarptı. Güneş ellerini çekip gözyaşlarını parmaklarıyla silip başını tavana doğru kaldırdı ve derin nefesler alıp verdi.
"Senden de özür dilerim baba... Seni hep çıkmazın içinde bıraktım. Aslan abi, Baran abi, Doğu abi sizden de özür dilerim... Bunca yıl beni omzunuzda bir yük, sırtınızda bir kambur olarak taşıdınız," karşımda oturan üç adamın rengi anbean solup gitti. Güneş'in yokluğunda hissettikleri tüm rahatlık yüzlerine ağır bir darbeyle vuruldu. Güneş acımadı, özür dileyerek tüm acısını vurdu yüzümüze.
"Sizi hep zor durumda bıraktım, kendi dertlerinizi unutup hep benimle ilgilenmek zorunda kaldınız. Zamanınızı çaldım, sizi hep incittim, derde soktum, üzdüm... Her şey için özür dilerim. Ama..." Güneş ellerini yüzüne kapayıp hıçkırıklarını avuçlarına gömdü.
"Ama en çokta kendimden özür diliyorum. Hep size bel bağladığım, kendimi yok saydığım, hata yapanın, yanlış yapanın her daim kendim olduğunu düşündüğüm için, sevilmediğim kadar sevdiğim için kendimden çok özür diliyorum..." dilimi ısırdım. Güneş sadece karşısında oturan abilerine bakıyordu.
"Güneş, biz seni çok seviyoruz abim," dedi Aslan titreyen sesiyle. Ağlamamak için kendisini çok sıkıyordu.
"Belki, bir zamanlar... Gözden ırak olmadan önce ya da benden kurtulup huzura erdiğiniz zamana kadar," hepsinin yüzü yere eğildi.
"Güneş öyle değil," dedi Baran ama öyle olduğunu zamanında bizzat bana söyleyen oydu. Simge ise şahidimizdi.
"Öyle... Öyle olduğunu size baktığımda görebiliyorum. Sizden uzakta olmamın hepinize ne kadar iyi geldiğini görmek benim için çok yıkıcıydı. En sevdiğim insanların hayatını mahvettiğimin farkına varmak... Benim için çok zor, çok kötüydü fakat bunu aşmayı başardım," Güneş'in susmasıyla sessizlik yıkıldı üzerimize. Dilinden savrulan her kelime tenimizin üstüne çeltikler attı.
"Ben böylesinin daha iyi olacağını düşünmüştüm Güneş, oldu da olmadı mı abim bak burada Daron'u buldun, okulunu bitirdin başarılı bir iş kadını oldun," dedi Aslan. Güneş titreyen dudaklarıyla başını salladı.
"Daha iyi oldu elbette. Artık daha rahat ve mutlusunuz. Yıllardır ayağınıza, elinize, sırtınıza yapışan o sorunlu, ruh hastası prangadan kurtulmuştunuz... İyi oldu tabii. Sen üzerimdeki son söz hakkını, son hükmünü kullandın ve beni buraya getirdin. Kimse de bir şey demedi. Kapılar teker teker kapandı yüzüme. O zamanlar bunu hak ettiğimi düşündüğümden sana boyun eğmiştim," Güneş gözlerini Aslan'a dikti. En kırıldığı oydu.
"Ben de mutlu değildim Güneş yemin ederim seni burada bırakmak benim çok zor oldu," Güneş'in dudakları kıvrıldı.
"Biliyorum abi bilmez miyim..." acı acı güldü Güneş.
"Sen arkana bile bakmadan Türkiye'ye dönmek için uçağa giderken ben arkanda durmuş seni izliyordum... Dönmedin, bir an olsun dönüp bakmadın bana. Beni buraya terk ettin. Beni burada bıraktın. Üstelik terk edilmekten, yalnız kalmaktan ne kadar çok korktuğumu bile bile arkana bile bakmadan beni burada bir başıma bıraktın..." bakışları teker teker bizde dolandı.
"Sizde asla karşı çıkmadınız. Terk edilmeyi, yalnızlığı bana hak gördünüz!" gözlerim ellerime düştü. Haklıydı, hiçbirimiz engellemek için bir şey yapmamıştık.
"Haklılar dedim. Çok zorladın onları Güneş dedim kendime. Çok kırdın, üzdün... Rezil rüsva ettin hepsini dedim. Hak etmiştim. Ama açılmayan o telefonları, geri dönülmeyen mesajları, yok sayılmayı, görülmemeyi, unutulmayı hak ettim mi inanın şu anda bile bilmiyorum... Bensiz o kadar iyisiniz ki... Sizi uzaktan izlemek yetti kamburunuz olduğumu anlamaya. Ben sizin kanserli hücreymişim meğer, sizin için yükten öte değilmişim ben!" gözlerini abilerinden hiç çekmeden konuşmaya devam etti Güneş.
"Üstelik boşluğumu anında kapatmanız bana yerimi yurdumu gösterdi," gözleri Doğu'ya değdi. Doğu kızaran yanaklarını sakınmak için başını daha da eğdi.
"Ben size kardeş değil ayak bağı olmuşum bunca zaman. Hep engelmişim meğer önünüzde. Burada kendi yalnızlığımla tanıştığımda her şeyi daha iyi anladım... O yüzden baba," deyip babama çevirdi bakışlarını.
"Benim abilerimle bir problemim yok. Çözmem gereken sorunlarım yok... Onları çok seviyorum ama sadece bu kadar... Ben bu evde kendi kendimi iyileştirdiğim günlerden sonra bazı şeylerin, bazı insanların hayatımın tamamını kaplamaması gerektiğini acı olsa da öğrendim," titrek nefesler alıp verdikten sonra yeniden abilerine baktı.
"Eğer size kızgın, kırgın olduğumu düşünüyorsanız endişe etmeyin. Kırgınlığımı da kızgınlığımı da gömeli çok oldu. Sizinkileri ise inanın umursamıyorum! Ben bazı şeyleri fazlasıyla kabullendim. Af dileyecek ya da affedilecek bir olay yok benim için... En azından artık böyle," bu konuşma için çok geç kalındığını ima ediyordu. Haklıydı da. Çok geç kalınmış bir konuşmaydı.
"Daron, Annem ve babamdan; Aden, Kerem, Barlas ve yeğenlerimden ötesi yok artık benim için... Şimdi izninizle," deyip usulca kalktı sandalyeden ve hiçbirimizin yüzüne bakmadan odasına gitti. O kapıyı yüzüme kapatıp bizi enkazın altında bıraktı. Aslan hıçkırıklarını bastırmak için çabaladı ancak başarılı olamadı. Onun peşinden Baran ve Doğu sessizce ağladılar.
"Güneş buradaki ilk zamanlarında," dudaklarımı ısırıp elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Güneş'in ardında bıraktığı enkazının üstüne bir enkazda ben ekledim.
"İlk zamanlarında intihar etmiş... Sonrasında birçok kez denemiş ama hep vazgeçmiş. Son denemesinde Daron bulmuş onu ondan sonrasında da zaten Güneş için yeni bir dönem başladı burada..."
En büyük yıkımı şüphesiz anne ve babam yaşıyordu. Her evlat anne ve babanın eseriydi ve ne yazık ki annem ve babamın bütün eserleri yara bere içindeydi... Kimimiz sarabiliyorduk ama sarılmayan yaralar kanamaya da kanatmaya da bir şekilde devam ediyordu.
"Ne yapacağız?" dedi Doğu büyük bir bilinmezliğin içinde. Güneş'i kaybettiklerinin farkına ilk o varmış ve hatasını telafi etmeye çabalamıştı ancak şimdi anlıyordu ki sarf ettiği çabaların Güneş'te bir karşılığı olmamıştı.
"Affettiririz kendimizi. Affeder Güneş değil mi abi?" dedi Baran geç kalmanın verdiği korkuyla. Aslan, Baran'a bakıp başını sağa sola salladı. Güneş'i kaybettiğini kabul etmişti.
"Aden affetti ama! Aden affetti Güneş'te affeder!" dedi Baran hırsla. Ciğerimi yakan nefesimi sessizce bıraktım dudaklarımın arasından. Sandalyede biraz kayıp başımı geriye atıp tavanı izlemeye başladım.
"Benim ve Güneş'in arasında bir fark var Baran," dediğimde bakışların bana döndüğünü göz ucuyla gördüm.
"Siz beni umursamadan parçalamak istediğinizde bizim aramızda bir bağ, bir his ve duygu yoktu. Aramızda hiçbir şey yoktu. Ben size, siz bana yabancıydınız. Yaptıklarınız, söyledikleriniz canımı çok yakmıştı evet ama ben bir şey kaybetmemiştim çünkü size sahip değildim..." başımı yana eğip yüzlerine baktım.
"Siz o kızı pamuklara sarıp büyüttünüz, anne ve babamın her boşluğunu doldurdunuz. Hep arkasında olup yanında durdunuz. Güneş'e benim abilerim var diye bir güç kabul ettirdiniz. Ne hatalarıyla yüzleşmiş ne yanlışlarını görmüş sizin yüzünüzden. Hatta ondan daha çok sığınmışsınız o lanet olasıca hastalığa... Sonra o kızı pamuk tarlalarından alıp dikenlerin içine attınız, doldurduğunuz boşluklarda yaralar açtınız... Onu vadettiğiniz sevgiyi, güveni, her şeyi... Sahip olduğunu her şeyi geri aldınız ve onu kocaman bir mağlubiyetle tanıştırdınız... Kaybeden biz değiliz ne yazık ki o. Sahip olduğu her şeydiniz ve sizi kaybetti. İşte asıl farkımız bu. Ben hiç sahip olmadıklarımı kaybetmiştim o ise sahip olduğu her şeyi..." oturuşumu dikleştirip sadece Aslan'a baktım.
"Yapmanız gereken tek şey Güneş'e onu sevdiğinizi yeniden hissettirmek, size yeniden güvenmesini sağlamak..." yerimden kalktım. Kerem'in başını öpüp ona Yusuf ve Daron'un onu aşağı da beklediğini söyledim. Anne ve babamı da öptükten sonra abimlere ilerledim.
"Şanslısınız çünkü Güneş sizi çok seviyor. Sadece artık sıranız değişti," omuzlarını sıvazladıktan sonra iyi geceler dileyip odaya girdim. Güneş üzerini değiştirmiş yatağa yatmıştı. Canan göğsünde uyuyordu. Onunda gözleri kapalıydı lakin uyumadığını biliyordum.
Üzerimi değiştirip makyajımı sildikten sonra saçlarımı rastgele toplayıp yanlarına uzandım. Güneş gözlerini aralayıp bana baktı. Yanına yaklaşıp yanağımı koluna yasladım.
"Seni bu kadar yalnız hissettirdiğimi hiç fark etmemiştim... Aramam, mesaj atmam, arada bir gelmem yetiyor sanıyordum. O sanrıların içinde insanların kalabalığın içinde bile yalnız olabileceğini unutmuşum," nefesleri titredi. Canan'ın belindeki elini uzatıp elimi tuttu.
"Sen olmasan ben çoğu şeyi başaramazdım Aden. O kalabalığın içinde de tek başıma da senin hep yanımda olduğunu biliyordum," koluna dudaklarımı bastırdım. Daha demin olanlar hakkında bir şeyler söylemek, konuşmak istedim ancak onun bu konuyu tamamen kapattığını gözlerinde görüyordum.
"Güneş sadece... Sadece seni seviyorlar, gerçekten seviyorlar." usulca gülümsedi.
"Biliyorum, ben de onları seviyorum. Ama o kadar..."
İki gün çok hızlı geçti. Herkesle bir aradayken yüzlerimiz gülüyordu fakat biz hâlâ o gecedeydik. Tam boylar dağınıktı. Her an Güneş ile yan yana olmaya, onunla konuşmaya çalışıyorlardı. Güneş onları geri çevirmiyor, kısa cevaplarla konuşuyordu ama konuşmasa bu kadar etkili olup tam boyların ağzına sıçmazdı.
"Eldivenler," Simge'nin yüksek çıkan sesiyle daldığım düşüncelerden koptum. Elindeki beyaz, saten eldivenleri Güneş'e giydirip dirseğinin yukarısına kadar çekip düzeltti. Konsolosluktaydık. Burada nikahları kıyılacak sonra da kutlama için farklı bir yere gidecektik.
Güneş nikah için çok tatlı mini bir elbise giyinmişti. Uzun saten eldivenleri, kısa tül duvağı fazla güzeldi. Daron da sadece beyaz pantolon ve gömlek giyinmişti. Asıl gelinlik ve damatlığı kutlama yapıldığında giyeceklerdi.
Nikah vakti geldiğinde salona geçtik. Güneş ve Daron'un heyecanı ve gerginliği belli oluyordu. Onları anlıyordum. Daron, Güneş'in elinin üzerine dudaklarını yaslayıp kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra Güneş'in gergin suratında içten bir gülüş belirdi. Derin nefesler alıp verdikten sonra başını sallayarak Daron'a baktı ve göz kırptı.
Nikah için memurlar geldiğinde sadece onları değil bizi de heyecan bastı. Nikah sandığımızdan daha hızlı biterken gerekli imzalar ve fotoğraf çekimlerinden sonra konsolosluktan ayrıldık. İsviçre'nin yüksek dağlarının arasında, etrafı ormanla çevrili camdan bir mekânda çok güzel bir organizasyon hazırlanmıştı. Ne Daron ne Güneş'in ailesi olarak biz hiçbir masraftan çekinmemiştik. Tıpkı benim düğümde ben her şeyi nasıl istiyorsam yapılmışsa Güneş'in nikah kutlamasında da her şey onun istediği gibi olmuştu.
"Hayır hayır durun," dedi Güneş telaşla. Gelinliğinin eteklerini tutarak koltuktan kalkıp yanımıza geldi.
"Ben nedimelerime özel elbiseler yaptırdım," dedi. Kızlarla birbirimize baktık. Biz kıyafetlerimizi çoktan giyinmiştik ve hepimizde nedime olarak aynı renkte farklı modellerde giyinmiştik.
"Bunu çoktan halletmiştik gün güzelim," dediğimde güldü.
"Sizi kast etmiyorum. Kızlarımı diyorum," dediğinde kucağımdaki kızıma baktım. Sonra gözüm İzel'e ve Ferah'a kaydı. Güneş yeğenlerini kızlarım diye seviyordu. Üçünün elbiseleri onlara çok yakışmıştı ama aynı değillerdi. İzel'in başında yıldızdan bir taç varken Ferah'ın başında kelebekli bebek bandanası vardı. Canan'ın başında ise büyük fiyonklu tüm başını öreten beresi vardı.
"Bakmayın öyle bana. Bakın şu dolapta asılı. Kılıflarında isimleri yazıyor," dediğinde Simge bizden önce atılıp dolaptan elbiseleri çıkarıp yanımıza geldi. Bir kılıfın fermuarını indirdiğinde karşılaştığımız küçük gelinlikle yumuş yumuş olduk.
"Üçü de aynı. Bembeyaz, papatya güpürleri var. Merak etmeyin kaşındırmayacak kumaş seçtim. Kızlarımla aynı olmak istedim," dedi Güneş.
Kızlara elbiseleri giydirdiğimizde güzelliklerine oturup ağladım. Üçü de o kadar güzellerdi ki masum bakışları mavilerime her değdiğinde göğsüm hızla atıyordu. Kızların bir sürü fotoğraflarını çekip güzelliklerini hatıralarımıza eklemiştik.
"Kızlar," içeriye Filiz annem girdi. Gözleri bizde dolanınca Güneş ile yalnız kalmak istediğini anladık. Onları odada yalnız bırakmak için çıktık. Kızlar restoran kısmına geçerken ben kapının önünde beklemeye başladım. Canan'la ileri geri yürürken Haydar abi geldi.
"Şu güzelliğe bak," deyip Canan'ı kucağına aldı. Canan'ı havaya kaldırıp yüzünü yüzüne yaklaştırıp uzaklaştırdıkça kızımın gülüşleri yayıldı. Bu oyunu çok seviyordu kim yaparsa yapsın he aynı tepkiyi verip neşeli çığlıklar atıyordu.
"Annen içeride mi?"
"İçeride. Umarım odadan iyi bir halde çıkar," dediğimde göz göze geldik.
"Öyle olmasını umuyorum. Artık kocaman insanlarsınız ve anneniz bunun farkında ve dersini aldı Aden. Dersini gerçekten aldı kızım," tebessüm ederek başımı salladım. Canan'ı sevmeye devam etti. Sonra aramıza Yusuf katıldı. Canan'ı gördüğü an gözleri ışıl ışıl parladı.
"Teyzesi yaptırmış, çok güzel değil mi?" Yusuf, Canan'ı kucağına alıp yanaklarını güçlü buselerle öptü.
"Babam çok güzel olmuşsun sen, küçüğüm kalbime indireceksin bu gidişle," Canan sanki babasını anlıyormuş gibi ona çığlıklar atarak karşılık verdi. Elleri her zaman olduğu gibi ağzındaydı.
"Maşallah de babası," dedi Haydar abi. Canan'ın kanatlı ayakkabılar giydiği ayaklarını tutup sevince Canan daha da hareketlendi. Eşek şımarmaya bayılıyordu.
"Her şey hazır," diyerek yanımıza babam geldi. Annem ve Aslan da hemen yanındaydı.
"Arkadaşları?" dedim.
"İş insanı kılığına bürünmüş bir çatlaklar ordusu," dedi annem. Daron ve Güneş'in ortak arkadaşları onlar için sahte bir nikah akdi yapacaklardı.
"Sevimliler ama," dedi Yusuf. Öylelerdi. Fazla enerjik ve gürültülüydüler ama iyi insanlardı.
"Güneş hazır mı?" dedi annem.
"Hazır ama annemle içerideler," dediğimde gözlerini kırpıştırdı. Gözlerine düşen endişeyi fark ettim.
"Sorun yok anne," dedim. Başını sallamakla yetindi. Annem çıkana kadar bekledik. Canan bir babasının, bir dedelerinin kucağında oyalanıp durdu. Geçip giden dakikaları sonunda annem odadan çıktı. Bizi hep bir arada görünce bir an kaldı ama kendini hemen toparladı.
"Anne?" dedim endişeyle. Sesimde soru işaretleri bas bas bağırıyordu. Gülümsedi ancak titriyor gibiydi. Heyecanlı ve rahatlamış görünüyordu. Yanıma gelip kollarını açtı. Kollarını arasına girip sıkıca sarıldım.
"Şükürler olsun kızım," dedi sadece. Yanağımı, omzumu öpüp yüzümü avuçlarının arasına aldı. Gözyaşlarını sildim.
"Güzel miyiz?" dediğimde başını salladı.
"Güzeliz anneciğim," dedi. Titrek nefeslerim rahatla indi ciğerlerime.
Filiz Kırman da tıpkı Zümrüt Uyguroğlu gibi annesinin kurbanıydı. Güneş ve ben onların kurbanları olmaktan kıl payı kurtarmıştık kendimizi. Kıl payı kurtulmuştuk, kıl payı kurtarmıştık...
"Ben de bir göreyim Güneş'i," dedi Haydar abi. O içeri girince diğerleri de peşinden gitti.
"Affetti beni Aden. Başından savmak için ya da öylesine değildi. Gerçekten affetti beni," dedi annem baş başa kaldığımızda.
"Peki sen anne... Sen kendini affedebildin mi?" başını salladı.
"Affedemedim. Nasıl affedeyim kızım ben kendimi? Biliyorum sana, Güneş'e, Emir'e yaptıklarım yenilir yutulur şeyler değil. Sizi hak etmediğimi de biliyorum ama..." derin bir nefes aldı. Güneş'in gözlerine denk gözleri acıyla kısıldı.
"Annesin sende artık. Beni biraz olsun anlıyorsundur," dedi.
"Anlıyorum anne... Çok iyi anlıyorum," dediğimde yeniden sarıldı. Anne olmamdan çok doktor kimliğimle anlıyordum onu, onları. Annelik ne yazık ki her iki annemden de öğrenmemem gereken bir şeydi.
Biz kızımla birbirimize anne evlat olmayı öğretecektik neyse ki...
Güneş'in yanına tekrar döndüğümüzde odada annem ve babam Güneş'le bir şeyler konuşuyorlardı. Benden birkaç dakika sonra odaya Baran, Doğu ve Kerem girdi. Babamla Güneş sarıldıktan sonra annemde sarıldı. Çok fazla duygusallardı. Annemin elinde bir peçete sürekli gözlerini kuruluyordu. Onlar geri çekilince Yusuf kızımızı kucağıma verip Güneş'in yanına gitti. Ona sıkıca sarılıp her zaman yanında olduğunu en ufak ve her şeyde onu arayabileceğini söyledikten sonra alnını öpüp yeniden sarıldı.
"Abla," Kerem ağır adımlarla Güneş'e ilerledi. Üzerindeki takım elbisesi, geriye taranmış saçları... Yetişkin bir gençti artık. Güneş'i sarıp döndürdü. Kıkırtıları etrafa yayılınca hepimizin gülüşü büyüdü.
"Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?" dedi Kerem.
"Biliyorum... Ben de seni çok seviyorum kardeşim..." Kerem, Güneş'e sıkıca sarılıp geri çekildikten sonra ceketinin iç cebinden bir kutu çıkardı.
"Sen çok seversin," dedikten sonra kutudan çıkardığı iğneli saç tokasını arkasına geçip duvağını tutan topuzunun hemen üstüne taktı.
"Çok güzel oldu," dedikten sonra ellerini kollarına yaslayıp başına bir buse kondurdu. Kerem, büyümüştü... Çok büyümüştü.
"Teşekkür ederim," dedi Güneş. Ağlamamak için direniyordu. Hepimizin yeniden duygusallaştığı anda neyse ki aramıza o güzel sesiyle Simge katıldı.
"Her şey hazır, her şey hazır kutlama başlayabilir. Gelin hanım damadınız sizi mihrapta bekliyor," Simge'ye gülerek baktım. Deli kız enerjisinden asla bir şey kaybetmiyordu.
Güneş nefesini gürültüyle bırakıp bize baktı. Elleri gelinliğinde gezinince "çok güzelsin bebeğim, harika görünüyorsun," dedim. Gülümsedi, annemin uzattığı gelin çiçeğini aldıktan sonra yüzü düştü. Gözleri Aslan'a döndüğünde ben de Aslan'a baktım. Üzgünlerdi.
"Gün güzelim," dedi Aslan titreyen sesiyle. Ona bir adım atıp durdu. Ellerini nereye koyacağının bilemiyordu.
"Çocukken gelin olmak istediğinde seni hep benim yürütmemi isterdin. Ben de sana söz vermiştim," dedi Aslan. Güneş dudaklarını birbirine bastırıp bakışlarını kaçırdı.
"Güneş, biz eşlik edelim mi sana?" dedi Baran bir umut. Doğu da bir adım atıp yaklaştı Güneş'e.
Güneş kendini toparlayıp Aslan'a baktı. Zoraki bir tebessüm kondu dudaklarına. Gözlerindeki o bakış her şeyi anlatıyordu. Kırgınlığı öylesine derindendi ki küçük bir kız çocuğuyken hevesle kurduğu hayali boğazına dizilmiş gibi bakıyordu.
"Adı üstünde çocuktum... O zamanlar çok şey isterdim sizden," dedikten sonra gülüşü büyüdü. Başını sağa sola sallayıp abilerine baktı.
"Teşekkür ederim," dedi. Tam boylar birbirilerine baktılar. Bir heves Güneş'e bir adım daha attılar ancak Güneş başını babam çevirdi.
"Baba yürürken bana sen eşlik eder misin?" babam seve seve kabul etti.
Aslan'ın omuzları yenilgiyle düştü. Yıllar önce verdiği o sözün artık gerçekleşme ihtimali yoktu. Baran ve Doğu'nun da ondan farkları yoktu. Hepsi yüzlerinde buruk bir tebessümle Güneş'e baktılar. İlk Doğu gitti yanına. Usulca yanağından öpüp gözlerine baktı sadece. Ondan sonra Baran geçti Güneş'in karşısına. Uzun uzun bakmak istedi kardeşine ama Güneş gözlerini kaçırınca Baran başını yere eğip gözlerini ovaladı.
"Tüm mutluluklar, güzellikler seninle olsun gün güzelim," dedi ve Güneş'in omuzunu öpüp arkasına döndü ve odadan çıktı. Simge ve Doğu da peşinden çıktılar.
Şimdi Güneş'in karşısında Aslan vardı. Güneş'e sanki karşısında küçük bir kız çocuğu varmış gibi bakıyordu. Elinin tersiyle Güneş'in yanağını okşayıp alnına dudaklarını yasladı.
"Doğduğun gün seni kucağına alan ilk kişi bendim biliyor musun?" dediğinde Güneş ağırca salladı başını.
"Senin minik bedenini kucağımda tutarken çok güçlü olmalısın Aslan demiştim kendime. Çok güçlü olmalısın çünkü artık bir kız kardeşin var," Güneş'in yüzünü elleri arasına aldı.
"Sen benim hep bebeğimdin Güneş, gün güzelimdin... Hep en sevdiğim, en değerlim, en kıymetlimsin. Bu hiçbir zaman değişmedi, sadece ben... Ben sen gidince ne kadar yorulduğumu fark ettim ve..." yutkundu, dudaklarını yalayıp başını ağırca salladı.
"Eşek herifin tekiyim işte... Ama bil ki bu eşek herif gün güzelini çok seviyor," Güneş başını salladı. Elleri, dudakları, çenesi titriyordu. Aslan ona sarılınca kendini geri çekmedi, ellerini abisinin beline sarıp kendini bir zamanlar en güvende hissettiği göğüste avuttu. Bu sarılış bile ne kadar kırgın olursa olsun onlar çok sevdiğinin göstergesiydi.
"Makyajım," Güneş basit bir bahaneyle geri kaçındı. Aslan onu bırakıp babama kısa bir bakış attıktan sonra odadan çıktı. Yusuf'ta peşinden ilerledi.
"Makyajın bozulmamış anneciğim," dedi Filiz annem.
"Bence daha fazla damat beyi bekletmeyelim," dediğimde herkes onayladı. Babam dışında hepimiz gelin odasından çıktık ve ana mekâna ilerledik. Herkes yerine geçerken bende kızımla birlikte nedimelerin durduğu kısma ilerledim. Bejna ilk sırayı bana verince ona gülümseyip yerime geçtim. Güneş ve babamı beklerken gözüm Daron'un üzerindeydi. Damatlığı ona fazlasıyla yakışmıştı. Biz Güneş'le ilgilenirken ne dedemler ne de Doruk ve Arda neyse ki onu yalnız bırakmamışlardı. Mutlu görünüyordu ama ailesinin yokluğunu hissediyor muydu bunu asla belli etmiyordu.
Babam ve Güneş mihraba giden yolun başında göründüklerinde alkışlar yükseldi. Önlerinde Yusuf Ali, İzel ve Barlas yürüyor ellerinde tuttukları sepetteki beyaz gül yapraklarını yollara döküyorlardı.
Yol bitti, Kerem çocukları yanına çekip babam ve Güneş'e yol verdi. Daron onlara bir adım atıp önlerinde durduğunda babam titreyen elleriyle Güneş'in elini Daron'un eline bıraktıktan sonra Daron'a bir şeyler söyledi ve geri çekilip annemin yanına ilerledi.
Daron ve Güneş'in arkadaşlarının hazırladıkları sahte nikah akdi fazlasıyla eğlenceli geçti. Yaptıkları her espri kahkahaları yükselip ortamı neşelendirdi. Daron ve Güneş hepimizin önünde birbirilerine bir kez daha sonsuz bağ yemini ettikten sonra yüzüklerini birbirilerinin parmaklarına geçirip sıkıca sarıldılar. Artık hayatları, yolları, çıkmazları, dipleri, dağları birlikteydi...
Geniş alandaki müzik git gide her yere yayılıyordu. Güneş ve Daron birbirine sarılıp aynı anda gözlerini kapadılar. Dudakları aynı anda aynı şekilde kıpırdandığında birbirilerine seni seviyorum dediklerini fark ettim. Güneş'in bir gözünden tek bir damla yaş yanağında süzülüp yok oldu. O damlanın anlamını bildiğimden belki içim titredi. Güneş ait olduğu yerin en sevildiği yer olduğunun farkındaydı. Onu sarmalayan kolların bundan böyle onu her daim saracağını biliyordu. Sevildiğini biliyordu. Daron da tıpkı Güneş gibi en sevildiği yerdeydi artık. Daron'un sevgisinin hepimizin sevgisinden daha büyük, değerli olduğunun farkında olanı da bendim.
Artık Güneş'te birisinin gerçekten en değerlisi, en kıymetlisi, en sevdiğiydi...
Dudaklarımdaki gülüşüm titreyip gözlerim yaşarınca kimseye fark ettirmeden silmek için başımı solumdaki boşluğa çevirdiğimde büyük camekanın öte tarafında gördüğüm yüzle afalladım. Başımı yere eğip gözlerimi kapayıp açtım ve yeniden dışarıya baktım. Mekânın önündeki arabalardan birisine yaslanmış, elleri ceplerinde öylece Güneş ve Daron'u izleyen kişi Emir'di. Bu tahmin dahi edemeyeceğim bir andı. Güneş'e yeniden baktım. Daron ile dans etmeye devam ediyorlar ama bir yandan da tebrikleri kabul ediyorlardı.
"Yusuf, ben bir lavaboya gidip geleyim," dediğimde kaşları çatıldı.
"Şimdi mi?" dediğinde başımı salladım. Bir şey demeden arkamı dönüp tuvaletlerin bulunduğu arka kapıya doğru ilerledim. Kapıdan çıkar çıkmaz küçük el çantamdan telefonumu çıkarıp Emir'i aradım.
"Sol taraftan arka kısma gel," deyip telefonu kapadım. Telefonu çantaya yeniden koyup Emir'i ileri geri yürüyerek beklemeye başladım. Kalbim korkuyla çarpıyordu. Onu öyle görünce aklıma nüfuz eden düşünceler kalbimi sıkıştırmaya yetecek kadar kuvvetli bir korkuya sahipti.
"Cennet bahçem," anında arkamı döndüm. Tam karşımdaydı. Bu kadar yakınımdayken onu inceledim. Elleri hâlâ cebindeydi. Yüzü fazla ifadesizdi. Her zamankinin aksine üzerinde siyah kumaş pantolonla siyah bir gömlek vardı. Hazırlanmak için çabalamış ama sonrasında boş vermiş gibi bir hali vardı.
"Emir," sesim istemsizce titrek çıktı. Genzimi temizleyip tekrar adını söyledim.
"Ben gelsem mi gelmesem mi diye çok ikilemde kaldım ama en azından tebrik etmem gerekir diye düşününce öyle çıkıp geldim işte," dedi. Bakışlarını benden kaçırıyor olması içimi sızlattı. Emir üzgün olduğunda gözlerini kaçırırdı.
"Emir?" ona yaklaşıp bir elini tutup diğer elimle çenesini tutup yüzünü kendime çevirdim.
"Lütfen bana aklıma gelen şeylerin gerçek olmadığını söyle," diye fısıldadım. Yutkundu, dudaklarını birbirine bastırıp göğsünü titreten bir nefes aldı.
"Gerçek değil... Sadece ondan özür dilemek istedim. Özür ve mutluluklar dilemek," kırık bir gülüş belirdi dudağında. Başını ağır ağır sallayıp nefesini gürültüyle bıraktı.
"Belki de biraz vicdanımı rahat ettirmek istemişimdir..." tuttuğum nefesimi sessizce bıraktım. Kollarımı sıkıca boynuna sarıp yanağını öptüm.
"Emir, ah canım Emir'im benim..." titrek nefesi çıplak tenime yayıldı.
"Işıl?" dedim geri çekilir çekilmez.
"Gelmek istemedi," dedi düz bir tonda.
"Aranız bozulmadı değil mi?" başını yok dercesine salladı. Ensesini ovalayıp omuzlarını silkti.
"Sadece son dakika fikrimi değiştirmeme bozuldu," dedi.
"O da haklı kendince. Ama sen en doğrusunun bu olduğundan emin olmasaydın buraya gelmezdin," başını salladı.
"Doğru olan bu değil mi Aden?" diye masumca sordu.
"İkiniz için en doğru olanı zamanında Güneş büyük bir fedakarlıkla yapmıştı. Şimdi biraz geçte olsa doğruyu yapma sırası sen de..."
"Haklısın," dedi.
"O zaman girelim içeri..." dedim.
Yan yana yürüyerek içeri girdiğimizde bizi ilk Yusuf fark etti. Gözleri Emir'e değdiğinde kahve hareleri irileşti. Buraya gelmeden önce bizzat Emir ile konuştuğunu biliyordum. Emir ona gelmeyeceğini söylemişken şimdi burada olmasına inanamamış olması normaldi.
"Emir?" dedi şaşkınlıkla.
"Enişte," dedi Emir olağan sesiyle. Yusuf bana baktı, o da benim ilk anda düşündüğüm şeyleri düşünmüş olmalıydı. Başımı sağa sola salladığımda rahatladı.
"O zaman geçelim," dedi Yusuf.
O önde peşinde biz kalabalığa doğru ilerledik. Bizimkiler Emir'i fark ettiğinde birbirilerine baktılar. Gelmeyeceğini söyledikten sonra birden ortamda belirmesiydi bu kadar şaşırmalarının sebebi. Haklılardı da...
Dans pisti olarak kullanılan kısmın önünde durduğumuzda Emir ellerini yeniden ceplerine yerleştirip Güneş ve Daron'u izlemeye devam etti. Onlar onu fark edene kadar hareket etmeyeceği belliydi. Emir kimseye bakmadı. Bakmayınca ne tam boylar ne annemle Haydar abi ne Doruk ve Arda ne de diğerleri... Hatta Barlas bile abi diye koşturmak yerine sessizce Emir'i izledi.
Daron, Güneş'i etrafında döndürüp koluna yatırdığı sırada bakışları ansızın Emir'e değdi. Yüzündeki gülüş bir an sekteye uğradı. Güneş ondaki değişimi fark edince doğrulup Daron'un bakışlarını takip etti ve Emir ile göz göze geldi.
"Emir?" dedi inanamayarak.
Emir'e baktım. Tereddütlüydü, Daron'un yüz ifadesi onu duraksatmıştı anlaşılan. Elimi sırtına yaslayıp biraz öne iteledim.
"Kötü bir şey yapmıyorsun Emir," dedim sadece onun duyabileceği bir şekilde. Başını sallayıp omuzlarını dikleştirdi ve Güneş'le Daron'a ilerledi. Önlerinde durduğunda elini Daron'a uzattı. Daron kendisini toparlayıp yeniden gülümsedi ve Emir'in elini tuttu. Emir onları tebrik ettikten sonra Güneş'e bakıp birkaç dakika konuşmak istediğini söyleyince Güneş, Daron'a baktı.
"Elbette," deyip Güneş'in beline sardığı kolunu geri çekti Daron. Emir teşekkür edip Güneş'e kolunu uzatınca Güneş gülümsedi. Emir'in koluna girdikten sonra konuşmak için bizden uzaklaştılar. Emir'i gördüğüm pencerenin önünde durduklarında gözlerim onlardaydı. Yusuf ise Daron'un yanına geçmiş kucağına kızımızı vermişti. Daron aklı ve gözleri karısının üzerinde olsa da kızımla dans etmeye başladı.
"Aden sen biliyor muydun geleceğini?" Sevda'nın sesiyle gözlerimi onlardan çekip arkamı döndüm. Bejna, Simge ve Sevda merakla bana bakıyorlardı.
"Haberim yoktu. Bana da sürpriz oldu," dedim.
"İyi oldu bence gelmesi. Aralarında fark ettirmemeye çalışsalar da bir gerilim vardı bence," dedi Bejna.
Doğru diyordu. Güneş ayrılığın tüm sorumluluğunu üstüne alınca tüm tepkileri de o çekmişti üzerine. Emir ise bunun ağırlığını yaşıyor olabilirdi. İlişkileri ilk çatlak vermeye başladığında ayrılmak istememişti lakin bunun için gösterdiği çabanın çok az olduğunu o da fark edince durup düşünmüş ve ayrılığın daha iyi olacağına karar vermişti. Ama bu ayrılığın tüm yükü Güneş'e yüklenmişti. Bu Emir'in yaptığı bir şey değildi lakin böyle olmuş böyle hissedilmişti.
"Işıl ne düşünüyor acaba?" dedi Simge.
Omzumu silktim. Başımı çevirip tekrar onları izlemeye başladım. Şu an sadece kardeşlerimi düşünüyordum. Güneş ve Emir'in biten ilişkisini düşününce Işıl şanslıydı. O hiçbir zaman Güneş'in yaşamak, hissetmek istediği aidiyetliği istemek zorunda kalmamıştı. Emir tamamen ona aitti. Önceliği, ilk düşüncesi, dilindeki ilk kelime artık Işıl'dı.
Güneş ve Emir birbirilerinin hayatına derin izler bırakmış iki insandı ancak aralarındaki his uzun zaman önce anlayış ve sevgiyle mühürlenmişti. Belki de ayrıldıktan sonra birbirilerine karşı bu kadar anlayışlı ve yan yana geldiklerinde rahatsızlık hissetmemelerinin en büyük sebebi normal bir aşk ilişkisi içerisinde bulanamayacak kadar kendi sorunlarıyla baş etmek zorunda kalmalarıydı. Güneş hastalığının en yoğun olduğunu zamanda Emir ise kendi arayışlarının bunalımındayken birbirilerine rast gelmişlerdi. Bir dal, bir kaçış olarak görmüşlerdi belki de birbirilerini...
Emir son sözünü söylemiş olacak ki Güneş'e tokalaşmak amacıyla elini uzattı ancak Güneş buna gülüp başını sağa sola salladı ve kollarını Emir'in boynuna sarıp sarıldı. Onlar öyle birbirine sarılınca rahatladım. İkisinin yüzündeki o içten gülüş çoğu şeyi anlatıyordu zaten.
Aramıza döndüklerinde Emir, Daron'a yeniden teşekkür edip ikisini tebrik ettikten sonra yanıma geldi. Kollarımı açınca sarıldı. Sırtını sıvazlayıp huzurunu paylaştım.
"Gideyim artık," dediğinde yüzüm düştü.
"Hemen mi? Yarın döneceğiz biz de zaten kalsaydın," başını sağa sola salladı.
"Işıl'a geç kalmayayım. Onunda aklına bir sürü tilki düşürdüm," anlayışla salladım başımı.
"Merak etme. Eminim ki ne senden ne sevginden ne de ona olan aşkından şüphe etmiyordur," dediğimde gülümsedi.
"Umarım..." dedi. Gitmeden önce diğerleriyle ayaküstü görüşüp çocukları sevdi o sırada da kutlama kaldığı yerden devam etmeye başladı. Dakikalar sonra gitmek için hareketlendiğinde ona eşlik ettim. Birlikte mekândan çıktık. Birlikte arabaları olduğu kısma sessizce yürüdük.
"Uçak kaçta?"
"İki saatim var," dediğinde etrafıma bakındım.
"Araba ayarlayalım sana," dedim.
"Yok cennet bahçem, kiralamıştım ben zaten o arabayla geldim," dedi.
"Peki, o zaman İstanbul da görüşürüz," beni göğsüne çekip sıkıca sarıldı.
"İyisin değil mi?" diye sordum. Şakağımı öpüp sırtımı sıvazladı.
"İyiyim cennet bahçem. Çok daha iyiyim," dedi. Kollarımı ondan çekmeden başımı geriye atıp yüzüne baktım.
"Güneş seni gördüğüne mutlu oldu," başını salladı.
"Daron pek hoşlanmadı ama," güldüm.
"Onun endişesi Güneş'in kötü hissedebilme ihtimali olabilir ama rahatsız olduğu da bir gerçek. Fakat önemli olan sizdiniz benim için o yüzden enişteme odaklanamadım," güldü. Yanağımdan makas alıp etimi çekiştirdi.
"Acıdı ama," gülüşü büyüdü, acıttığı yanağımı okşayıp öptü.
"Gecikmeyeyim. Döndüğünüzde belki Işıl'la size misafir oluruz?" başımı hevesle salladım.
"Çok memnun olurum. Gelin mutlaka," dedim.
Gitmeden önce son kez sarıldım. Emir giderken kullandığı araba gözden kaybolana kadar arkasından baktım. Emir tamamen gözden kaybolduğunda artık içeri dönmem gerektiğinin farkındalığıyla ben de hareketlenip mekâna ilerlediğimde Yusuf'u kucağında kızımızla kapının önünde buldum.
"Sevgilim?" diyerek yanlarına ilerledim.
"Annesi, bizimle dans eder misin?" deyip elini uzattı Yusuf. Mekandaki yüksek müzik dışarıda da yankılanıyordu.
"Seve seve," Yusuf'un elini tutup beni kendine çekmesine izin verdim. Bir kolunun altında ben bir kolunun altında kızımız vardı. Salınmaya başladığımızda Canan heyecanlandı. Ayakları durmadan kıpırdanırken Yusuf bizi kucaklayıp döndürdüğünde neşeli çığlıklarıyla güldük.
Dansımızı ettikten sonra içeri girdik. Aile büyükleriyle biraz vakit geçirdikten sonra Kerem'le, Yusuf Ali ve Barlas ile sırayla dans ettik. Sonrasında Canan'ı Kerem, Ferah'ı Yusuf Ali kucakladı ve İzel'le Barlas'ı peşlerine takıp eğlenmeye devam ettiler.
Kutlamalar gecenin geç saatlerine kadar devam etti. Güneş, Emir'den sonra daha mutlu ve neşeli görünüyordu. Öyle ki onunla dans etmek isteyen tam boyları gerçi çevirmemiş üçüyle de dans etmişti. Tam boylardan sonra çocuklar etrafını sarınca Daron'u da yanına çekmiş kardeşleri ve yeğenleriyle eğlencesine eğlence katmıştı.
Güneş'in fotoğraf makinesiyle sürekli çektim. Güldüğü hiçbir anı kaçırmadan hatıralarına yeni çerçeveler ekledim. Olurda bir boşluğa düştüğünde yeni hayatının ilk gününde nasıl mutlu olduğunu, ne denli içten güldüğünü unutmasın diye her anını ölümsüzleştirdim. Benim gibi bizim gibi ailesinin her ferdi gibi mutluluğu hak ediyordu.
Güneş ve Daron mutlu olmayı hak ediyordu.
* * *
ADEN UYGUROĞLU TORAL / BARTIN – KASIM 2028
Kasım ayının ilk günleri alışık olduğumuzun aksine sıcaktı. Son baharın son ayında Işıl ve Emir misafirimizdi. İki gündür bizimleydiler. Araları iyiydi. Özellikle iletişimlerine dikkat ediyordum ve aralarındaki uyum inanılmazdı. Işıl adı gibi ışıl ışıldı. Lakabının neden Işıl Işıl olduğunu aynı çatı altında geçirdiğimiz iki günde anlamıştım. Işıl enerjikti. Sürekli gülen, güldüren ve sesiyle insanı büyüsü altına alabilen biriydi. Her şeyden önemlisi toparlayan bir kadındı. Güçlüydü.
"Emir emin misin sevgilim bence bizde gelelim," dalıp gittiğim uzak diyarlardan kopup geri geldim. Islak ellerimi kurulayıp koridora çıktım. Emir, Canan'ı çoktan hazırlamış, anan kucağına yerleştirmişti.
"Çıkıyor musunuz?" dedim.
"Çıkıyoruz cennet bahçem ama Işıl Hanım keltoşuma iyi bakamayacağımı düşünüyor," Canan elini anında Emir'in dudaklarına vurunca kıkırdadım.
"Emir lütfen Casper'ıma keltoş deme," Canan mızmızlandı. Bu iki kelimeye hassasiyeti vardı.
"Ama keltoş. Keltoşa keltoş denir. Değil mi Işıl Işıl'ım?" Işıl gülüp başını salladı. Canan'ın burnuna ufak bir fiske vurup kırmızı yanaklarını sevdi.
"Bence Canan hiç hoşlanmıyor," dedi Işıl. Emir, Canan'ın başını öpüp "hoşlanır hoşlanır. Keltoşum da keltoşum," deyince Canan kızgın bir sesle çığlık attı.
"Kızdırma kızımı. Haydi gidin gelin yemek olmak üzere!"
Emir, Canan'la evden ayrıldığında bizde Işıl'la mutfağa geçtik. Bize kahve yaptıktan sonra karşısına oturdum. Teşekkür edip kahvesinden küçük bir yudum aldı.
"Aden yanlış anlamazsan sana bir şey sorabilir miyim?" dediğinde istemsizce kaşlarım çatıldı.
"Tabii sorabilirsin. Benimle konuşurken çekinme lütfen," dedim. Başını salladı, tebessümü yüzümde bakiydi. Kahvesinden bir yudum daha alıp genzini temizledi.
"Canan... Yani fark ettim ki onu hiç endişe etmeden üçüncü bir kişiye gönül rahatlığıyla bırakabiliyorsun. Bejna ve Sevda kızlarını gözlerinin önünden ayırmazlarken sen tam tersi bir düzen yaratmışsın. Ben bile kardeşimi okula başlayana kadar yamacımdan ayırmadım. Yargılamak ya da eleştirmek değil amacım sadece merak ettim," dedi.
"Üçüncü kişiler herhangi bir yabancı değil Canan'ın ömrü hayatı boyunca onun yanında, yaşamının bir parçası olacak olan insanlar Işıl. Biz Yusuf ile kızımızın ailemizdeki her insanla sağlam ilişkiler kurmasını istiyoruz. Günün birinde yanında olmayacağız ve Canan annesiyle babası olmadan da hayatına devam edebilmeli. Hayatına devam ederken de yanında olacak insanlara yabancı olmamalı... Hem senin tabirinle kurduğumuz bu düzenin özgüvenli, sosyal, iletişim kurmakta zorlanmayan bir birey yaratacağına inanıyoruz," dedim.
"Gerçekten imrenilecek bir kadınsın Aden, gerçekten..." dedi. Dudaklarım genişçe kıvrıldı. Elimi uzatıp elinin üstüne yasladım.
"Sen de öylesin. Kardeşini için yaptıkların çok kıymetli Işıl. Özel bir çocukla ilgilenmek normal bir çocukla ilgilenmekten her zaman daha zorken sen bunu henüz kendin çocukken başarmışsın. İnan bana sen de imrenilecek bir kadınsın," dudaklarındaki gülüş buruklaştı. Annesi kız kardeşi Işık doğduktan sonra bebeğin Down sendromlu olmasını bahane etmiş, el kadar bebeği ve henüz dokuz yaşındaki kızını hiç düşünmeden bir gece yarısı ansızın terk etmişti. Işıl o yaşta kardeşiyle ilgilenmeye başlamış babasına destek olmak için her daim kendisini feda etmiş bir kadındı...
"Gelirler birazdan masayı hazırlayalım mı?"
Terasa masayı hazırlarken muhabbet kuşlarımı ve Patrişka'yı da terasa çıkardım. Tavan penceresini hava almaları için bir süre açtım. Patrişka kafesin önünde durmuş pür dikkat kuşları izliyordu.
Masayı tamamladıktan sonra yemekleri de terastaki ocağa taşıdık. Kapı çaldığında aşağı indim. İlk gelen Emir ve Canan olmuştu. Onlardan birkaç dakika sonra Yusuf gelmişti. Herkesi terasa yolladıktan sonra Canan'ı alıp odasına geçtim ve onu emzirmeye başladım. Emerken gözleri kapanıyordu. Uykuya dalması için poposunu pışpışlayıp ninni açtım.
Uyuduğuna emin olunca beşiğine yatırıp gece lambasını açtım. Odadan çıkmak için hareketlendiğimde içeri Patrişka girdi ve beşiğe çıkıp Canan'ın yanına yattı. "Uyandırmak yok," dediğimde miyavlayıp patisiyle kızımı sevdi. Onları baş başa bırakıp odadan çıktım.
Yemekten sonra masayı el birliği ile topladıktan sonra terasta oturmaya devam ettik. Gece boyu farklı farklı konulardan konuşup durduk. Canan ara ara uyanıp bize eşlik ederken beşikte uyumayı reddedip babasının göğsüne kurulmuştu. İlerleyen saatlerde Yusuf kızımızla odamıza çekilirken Işıl da artık misafir odası olarak kullanılan odaya inmiş Emir le baş başa kalmıştık.
"Kızın tam olarak doğa ve hayvan aşağı. Gördüğü her ağaca her hayvana yükselip durdu... Bir de ellerini uzatıyor," dedi gülen sesiyle.
"Öyledir benim kızım," dedim göğsümü kabartarak.
"Kızını sevsinler," deyince gülüp "sevsinler tabii," dedim. Yan oturup tamamen ona döndürdüm bedenimi.
"Senin bebelerini de sevsek keşke," güldü. Kollarını göğsünde bağlayıp sandalyesinde kaykılıp gökyüzünü izledi.
"Emir bir şey desene," diyerek koluna asıldım. Bana yandan bir bakış atıp dudaklarını büktü. Koluna yine vurunca burnumu tutup çekiştirdi.
"Ya salak mısın sen estetik benim burnum," ağzımı yaya yaya söylediğim şeyle katıla katıla güldü. İzlediğim saçma sapan bir videodan sonra ağzıma takılmıştı.
"Geri zekalı," deyip gülmeye devam etti. Koluna bir kez daha vurdum.
"Sensin o. Hem utan evli barklı çocuklu kadına hakaret ediyorsun," gülmeye devam etti.
"Cennet bahçem bari şu anda, benim 138 IQ var deseydin," kıkırdadım. Koluna kollarımı sarıp başımı omzuna yasladım.
"IQ derecemle övünmek senin işin koçum bana yakışmaz," başımın üstünü öpüp yanağını başıma yasladı. Aynı anda iç çekip aynı anda kıkırdadık.
"Biliyor musun bu kadar büyüdüğüne hâlâ inanamıyorum. Ben senin hep sümüklü, bitli olacağını düşünmüştüm," dedi.
"Ben de hep altına kaçırırsın sanıyordum," dediğimde kolumu çimdikledi. Sızlanıp kolumu ovaladım.
"Sen bana bitli derken iyiydi ama!"
"Ben abiyim derim," savunmasının basitliğine güldüm.
"Yusuf'tan savunma dersleri al biraz," dedim.
"Ha!" diye bir tepki verdi. Güldük, kollarımı daha sıkı sardım koluna. Yanağını kaydırıp peş peşe buseler kondurdu başıma.
"Bir karar verdim," dedi uzun bir sessizliğin ardından.
"Nasıl bir karar?" dedim merakla. İç geçirip göğsünü şişirdi. Başımı omzundan kaldırıp yüzüne baktım.
"Emir?" dediğimde soluklanıp benim gibi yan dönüp oturdu.
"Ben, Işıl'a evlenme teklifi edeceğim," ellerimi dudaklarıma kapatıp çığlıklarım içime gömdüm. Heyecandan yerimde kıpırdanıp durdum. Gülmemelerime engel olamadan kollarımı boynuna sarıp sıkıca sarıldım.
"Çok sevindim Emir, çok güzel bir haber bu," dedim mutlulukla. Yaşaran gözlerimi ağlamamak için kırpıştırdım ama insanı en çok ağlatan şeylerden birisi de mutluluktu.
Geri çekildiğimde cebinden kırmızı kadifeden yüzük kutusu çıkardı. "Haziranın başından beri benimle ama bir türlü cesaret edemedim," deyince kaşlarım çatıldı anında.
"Neden?" omzunu silkti.
"Işıl kabul eder mi bilmiyorum. Annesini biliyorsun. O olay yüzünden evliliğe, anneliğe karşı," dedi.
"Onu ikna edebilecek tek kişi sensin Emir. Her evliliğin aynı olmadığına, anneliğin benzer kalıplardan değil de her kadında kendi kalıplarını oluşturup özelleştirdiğine inanmasını sağlamalısın... Ki ben Yusuf'u gördüğüm an bunların hepsini anlamıştım. Işıl senin elini tutuyorsa emin ol o da anlamıştır," gözlerini ovaladı, burnu çekip parlayan gözlerini mavilerime dikip başını salladı.
"Sen öyle diyorsan," güldüm.
"Öyle diyorum... Emir, korkarsan kazanamazsın biliyorsun değil mi?"
"Ben senin danışanın değilim," diyerek çamura yattı.
"Üzgünüm, mesleki deformasyon," kıkırdadı. Elini enseme atıp başımı göğsüne yasladı.
"Haklısın, söz konusu sevdiğim kadınsa cesur davranmalıyım. Afili adamlar öyle yaparlar değil mi?" gülüşlerimiz birbirine karıştı.
"Adamları bilmem ama biz kadınlar öyle yapıyoruz," dedim. Perçemimi çekip başımı ısırınca göğsüne vurdum.
"Eşeksin ya kaç yaşına geldin hâlâ ergen ergen tavırlar," gülüşü beni de güldürdü.
"Çemkirme bana kızım. Çarpılırsın bak," gözlerimi devirmeye bile çalışmadım.
"Peki teklifi ne zaman yapacaksın?" dediğimde yeniden heyecanlandığını fark ettim. Burnu bana yaptığı gibi tutup aşağı doğru çekiştirdim.
"İnsanı meraklandırmakta üstüne yok yemin ederim," dediğimde güldü. Burunu kurtarıp ovaladı.
"Aslında niyetim temmuz ayında verdiğimiz büyük konserde teklif etmekti ama yapamadım," dedi.
"Emir bir daha ki konserine çok var!" dediğimde güldü.
"Biliyorum ama bir B planım yok," dedi.
"Bulursun sen olmadı Yusuf ve Aslan'dan mutlaka tüyo al. Biliyorsun onlar bu konuda fazlasıyla iyi," kollarını omzuma sarınca beline sarıldım. Göğsünü öpüp huzurla sindim göğsüne.
Emir benim ilk güvenli limanımdı. İlk sığınağım, ilk kaçış rampamdı. Elimi ilk tutan, beni yerden kaldıran hep o olmuştu. Birbirimizin dayanağı olmuş, sırtımızı hep birbirimize yaslamış bundan bir an olsun rahatsızlık hissetmemiştik. O benim her şeyim dediğim koca dünyamın en önemli parçasıydı. Çocukluğumdaki en güzel anlarımın, hatıralarımın mimarı oydu. Şimdi onun kendi yuvasını kuracak olmasının mutluluğu apayrıydı. Artık evim diyeceği bir yuvası, hayatının tamamında elini her daim tutacak bir eşi, çocuğu olacaktı. Kendine ait bir aile...
Sahip olduğu tüm sevgisiyle tamamen ona ait bir yuvayı en çok Emir ve Işıl hak ediyordu.
"Hazırız çıkabiliriz," dediğimde Yusuf verdiğim savaşa güldü. Ana kucağında Canan'la montumu giyinmek kolay olmuyordu.
"Bir saniye," deyip yatağın üzerindeki takmayı unuttuğum beremi alıp başıma geçirdi. Üçümüzün de beresi aynıydı. Yusuf kızımızın saçları çıkmadığından bir sürü bere yaptırmıştı. Ben de isteyince aile boyu bere dolabımız oluvermişti birden.
"Şimdi hazırız..."
Amasra'nın ara sokaklarında el ele yürüyerek sahile indik. Canan'ın neşeli mırıltıları yükseldikçe Yusuf'la konuşurken gülmemize engel olamıyorduk. Kızımızın her hali yüzümüze büyük bir mutlulukla yansıyordu.
"Parka gidelim mi?" dedi Yusuf.
"Bilmem, kızımıza sor bakalım ister miymiş?" dediğimde Yusuf önüme geçip biraz eğildi.
"Babam, parka gidelim mi bebeğim ha aşkım?" Canan ayaklarını sallayıp ellerini babasına uzattı. Civcivim tam bir baba düşkünüydü. Yusuf, Canan'ı ana kucağından çıkardı. Yanaklarını öptükten sonra havaya birkaç kez atıp tuttu. Canan'ın gülücükleri etrafımızı sarmışken ikide bir Yusuf'u düşürmesin diye uyarıyordum.
Parke geldiğimizde Yusuf önce Canan'ı ellerini üzerinden çekmeden kaydırdı. Sonra tahterevalliye bindik. Ben ağırlığımı verdikçe Yusuf elini oturma yerine bastırıp beni havaya kaldırıyordu. Canan sonunda sıkılınca çığlık atıp ellerini yüzüne kapadı. Bu kızın henüz yaşını doldurmamışken bu tavırları beni yerden yere vuruyordu.
"Haydi gel sallayayım sizi," dedi Yusuf.
Salıncaklara ilerlediğimizde Canan'ı yeniden ana kucağına yerleştirdim. Bu sefer yüzü yüzüme bakıyordu. Bir eli ağzında diğer eli dudaklarımın üstündeydi. Avcunu öptürmeyi çok seviyordu.
"Akıllı kızım, güzel civcivim benim baba sallayacakmış bizi," mavi gözlerini irileştirip uzun kirpiklerini kırpıştırdıktan sonra kendince bir şeyler mırıldandı.
"Evet, evet haklısın anneciğim bu yaşta ne salıncağı ama benim başım kel mi?" dediğimde dudakları titredi.
"Kız sana demedim," avucunu dudaklarıma vurdu. Emir sayesinde günlerdir duyduğu tek kelime keltoş olmuştu. Kel kelimesini tanıyor ve hemen surat asıyordu.
"Annem kızdın mı bana sen?" avcunu öptükten sonra burnumu burnuna sürttüm. Ağzını yanağıma yaslayıp salyalarını bulaştırdı. Küçük hanımın intikamı da bu oluyordu. Kızınca salyalarını bize bulaştırıyordu.
"Bu kız çok zeki olacak," dedi Yusuf.
"Aşkım olmama gibi bir ihtimali yok anası benim," Yusuf'un gür kahkahası tüm parkta yankılandı. Canan da babasının sesini duyar duymaz ona eşlik etti.
"Akıllı civciv seni hemen de anlıyorsun her şeyi. Seni gören yedi aylık sanmaz Canan Hanım," mırıldanışları yükseldi.
"Evet, haklısın tabii canım. Büyüdün kocaman kız oldun sen. Yedi ay bitti sekiz olacağız evet, evet," Yusuf'un kahkahaları devam ederken ben de Canan'la konuştukça gülmeye başladım.
"Baban sallayacakmış bizi kız. Yine iyiyiz ha kapmışız böyle adamı maşallah suphanallah bize," Canan gülüp ellerini babasına uzattı.
"Yok baba sana. Ananın kucağından daha rahat bir yer yok kızım öğren artık bunu!" Canan yüzüme yüzüme gülüp Yusuf'a ellerini uzatmaya devam etti. Yusuf, Canan'ın ellerini öpüp sıkıca tuttu kızımızın elini. Salıncağa oturduğumuzda Canan'ın bacaklarını düzeltip askıları kontrol ettikten sonra bir elimle zinciri tutup diğer elimle kızımın belini sardım.
"Babacık hazırız uçur bizi..."
Eve geldiğimizde Canan'ı direkt banyoya soktuk. Suyu daha da çok seviyor, banyodan çıkmak istemiyordu. Yusuf, Canan'ı biraz daha oyaladıktan sonra durulayıp çıkardı.
"Babası sen masajını yap, üstünü giydir ben de bir yemeklere bakayım," deyip yanlarından ayrıldım. Merdivenlerden indiğimde Patrişka yatağından kalkıp bana koşturdu. Onu kucağıma alıp mutfağa girmeden önce onu biraz öpüp sevdim.
"Çık yukarı bak bakalım kardeş ne giymiş?" deyip onu merdivenlere bıraktım. Patrişka koşarak yukarı çıkarken ben de mutfağa girmeden önce salona gidip kuşlarıma baktım. Geçtiğimiz sevgililer gününde Yusuf'a hediye olarak sahiplenmiştim ama Yusuf'tan çok benim kuşlarımdı. Onlarla da beş dakika kadar ilgilendikten sonra mutfağa geçtim. Yemeklerin altını kapatıp masayı hazırladım. Canan'a hazırladığım sebze çorbasını soğuması için kenara bırakıp üzerini kapattım.
"Geldik annesi," Yusuf kucağında Canan, ayaklarının dibinde Patrişka ile içeri girdi.
"Hoş geldiniz sevgilim. Geç haydi hazır her şey," dedim.
Yusuf, Canan'ı mama sandalyesine yerleştirirken ben de Patrişka'nın mamasını doldurduktan sonra bizim yemekleri doldurup Canan'ın diğer yanına oturdum. Küçük hanımın yeri Yusuf ile tam ortamızdaydı.
Canan'ın çorbasını bir ben bir Yusuf içirip onu doyurduk. Kendi yemeğimizi de yedikten sonra mutfağı Yusuf'a bırakıp Canan'la salona geçtik. Koltuğa uzanır gibi oturup kırdığım bacaklarıma Canan'ı uzandırdım. Patrişka da koşa koşa yanımıza gelip kucağımıza zıpladı. Başını bebeğimin tombik karnına yaslayıp miyavladı. Aylar içinde toparlamıştı Canan. Boyu uzamış, kilo almıştı. İkisini sevip oyalarken telefonum çalmaya başladı.
"Anneciğim dede arıyor," deyip telefonuma uzandım.
"Babacığım," diyerek açtım telefonu.
"İyi akşamlar mavişim," dedi babam. Gözleri Canan'ı arıyordu. Her gün belirli saatlerde tüm aileyle görüntülü konuşuyordu Canan Hanım. Dedeleri, dayıları fazla düşkündüler. Babam uyuduğunda bile arıyor öylece kızımı izliyordu. Ama favorim dedeleri ve İzel, Ferah'la görüştüğü anlardı. Babam ve Sefa baba arada birbirlerine laf attıklarında kızımla keyif çatan Haydarikom oluyordu. Kızlarla görüştüklerinde sadece İzel konuşuyor kızlarda ona dönmeyen dilleriyle cevap veriyordu. Sonra birisi ağlayınca Canan ağlamalardan rahatsız olup tüm ilgisini kaybediyordu.
"Canan'ı aradın sanırım ama bugün erken uyudu baba," dediğimde yüzü düştü.
"Tüh!" dediğinde Canan benden önce davranıp sesler çıkardı. Babam bana gözlerini devirip "miskin mavişimi göster bana," dedi. Oturuşumu düzeltip Canan'ı göğsüme yatırıp telefonu dizlerime yasladım. Patrişka kucağımızdan atlayıp mutfağa koşarken Canan da dedesini sonunda fark etti. Elleri anında telefona giderken gülmeye de başlamıştı.
Babam tıpkı benim gibi karşısında sanki on yaşlarında bir çocuk varmış gibi konuşuyordu kızımla. Canan da geri durmuyor dedesinin her dediğine gülücüklerini saçarak cevap veriyordu.
Dede torun aşkına annem, Kerem ve Doğu da katıldı. Hepsi birden konuşup Canan'ı severken benim kızım aşırı yükselen sesten rahatsız oldu. Yüzünü ekşitip parmağıyla ekrandaki babamın yüzüne vurunca güldüm.
"Sadece babam konuşabilir mi lütfen?" dediğimde babam güldü. Babam tek başına Canan'la konuşurken biz sadece izledik. Yusuf elinde kahve kupalarıyla yanımıza geldiğinde babamlara selam verip yanımıza oturdu. Canan, babamla konuştuğundan fazla heyecanlı olduğundan sürekli elini kolunu sallayıp tekmeler savuruyordu.
"Bal kızım benim, maşallah aşkıma maşallah," diye sevdi babam kızımı. Canan ağzına soktuğu ellerini çıkarıp gülerek babam baktıktan sonra ıslak elini telefonun ekranına vurup heceleyerek "dede," dedi.
"Oha!" hepimizin tepkisini Kerem tek başına üstlendi. Yusuf ile kitlenmiş gibiydik. Babamın ise yüzünde güller açıyordu. Onlar dede torun aşklarına devam ederken babamın gözlerindeki yaşlar telefon ekranından bile belli oluyordu.
"Yaaa baba," dedim ağlayamaya başlayarak. Yusuf heyecanla telefonunu çıkartıp video çekmeye başlayıp yamacımıza oturdu.
"Babam konuştun mu sen?" Canan'ın ellerini tutup öldü.
"Konuş bir daha aşkım söyle bir daha haydi... de-de," Yusuf aylardır baba dedirtmek için çabalarken Canan hepimizi ofsaytta düşürmüştü.
"Dede," Canan bir kez daha konuştuğunda mutluluktan ağlamaya başladım.
"Baba... İlk kelimesi dede oldu," dediğimde Canan bir kez daha dede dedi. Kızımın ilk kelimesi dede olmuştu.
"Kurban olsun dedesi ona. Aşkım benim," babam gözyaşlarını silip keyifle konuşmaya devam etti.
Gecenin sonundaki durağımız Canan'ın odasıydı. O beşiğinde Patrişka ile uyumak için babasının anlattığı hikayeleri dinlerken ben de hemen yanlarında onları izliyordum. Ayakta sallamak, kucakta uyutmaya bulaşmamış kızımızı ten teması ve sesimizle uyutuyorduk. Arada uyuyamama krizleri tutunca kucağımızda uyutuyorduk. Sanırım en büyük şansım Canan'ın bu sakin karakteriydi. Çoğu konuda üzerimizdeki yükleri azaltmıştı benim güzel kızım.
"Kıskanmayın babam. Annenizi sevdiğim kadar seviyorum sizi. Ama onun yeri başka bu konuda anlaşalım tamam mı?" Canan, kucağına başını yaslamış Patrişka ile çoktan uyumuştu. Yusuf son kez kızlarımıza bakıp ikisini de öptükten sonra bana döndü.
"Karıcığım sıra sizde zannedersem," esneyerek başımı salladığım sırada iki adımda yanıma gelip beni kucağına aldı.
"Kocanızın geniş göğsü bu gece size ayrıldı," dediğinde kıkırdayıp dudaklarından sessiz bir buse çaldım.
"O göğüs hep benim sevgilim..."
Yanağımdaki dudakların baskısı artıkça açıldı zihnim. Yusuf'un yeni çıkan sakalları tenimi huylandırıp gülmeme neden olunca gözlerimi araladım. Yusuf yanaklarımda dolaştırdığı dudaklarını dudaklarıma sürükledi.
"Günaydın sevgilim," dedikten sonra kolunu karnıma sarıp beni göğsüne yasladı.
"Günaydın, saat kaç?"
"Sekiz olmadı daha," dudaklarını bu sefer boynumda gezdirmeye başladı.
"Canan?"
"Uyuyor Patrişka da yanında," dedi. Kolları arasında ters dönüp yüzümü yüzüne yanaştırdım.
"Uyuyor yani," dediğimde dudaklar kıvrıldı. Canan erken uyanan bir bebekti. Burnu burnuma sürtüp nefesini dudaklarımın üzerinde gezdirdi.
"Yeni uyuttum, uyur daha. Sütünü de içirdim, bir saatimiz olmadı kırk dakikamız ya var ya yok," kıkırdayıp alnımı çenesine yasladım.
"O zaman ben biraz daya uyuyayım," dediğimde "cık," diye mırıldandı.
Üst dudağımı öpüp ısırarak çekiştirdikten sonra ellerini belime sarıp ben ters döndürdü. Sırtımı göğsüne yasladıktan sonra altımdaki saten pijamamı aşağı çekiştirdi. Kalçamı kasıklarına sürtüp pijamamı çıkarmasına yardım ettim. Yüzümü çevirip dudaklarına asıldım. Bir eli bacak aramda diğer eli göğüslerimde oyalanırken kendimi ona bastırmaya devam ediyordum. Yusuf iç çamaşırımı tenimden sıyıracakken Canan'ın küçük iç çekişleri odayı doldurdu. Dudaklarımızı koparıp komodinin üstündeki bebefona baktım.
"Ah kızım ya," Yusuf büyük bir hayal kırıklığıyla ellerini benden çekip sırtını yatağa bıraktı.
"Hırıltılı," dediğimde "ne?" dedi.
"Nefesi hırıltılı çıkıyor," yataktan apar topar kalkıp koşar adım yatak odasından çıkıp yan odaya geçtim. Canan'ı kucağıma aldığımda teninin sıcaklığını anında hissettim. Dudaklarımı alnına yaslarken Yusuf yanımıza geldi. Canan'ın başına avucunu yaslayıp benim gibi alnını öptü.
"Ateşi var. Sabah uyandığında iyiydi," dedi panikle.
"Şifonyerin ikinci çekmecesinde ateş ölçme aleti var getir bir bakalım sevgilim," dediğimde koşar adım şifonyere ilerledi. Geri geldiğinde ateşini ölçtük.
"38,2!" dedi Yusuf endişeyle.
"Önce bir yıkayıp düşürelim sonra hastaneye gideriz," dedim sakinliğimi koruyarak. Yatak odasına geçtiğimizde Canan'ı, Yusuf'un kucağına bırakıp banyoya girdim. Yusuf hemen peşimden geldi.
"Direkt hastaneye gidelim," dedi Yusuf.
"Önce ateşi düşmeli yolda fenalaşabilir," dediğimde soluklarının hızlandığını işittim.
"Şimdi de fenalaşabilir!" çömeldiğim yerden ona baktım.
"Yusuf ne yaptığımı biliyorum. Sakin olur musun lütfen kızımı korkutacaksın," dediğimde çatık kaşlarıyla bir bana bir kızımıza baktı. Canan hafiften ağlamaklıydı.
"Ben kızımı korkutmuyorum," dedi alınmış bir sesle.
"Biliyorum sadece endişelendiğinde sesin fazla yüksek çıkıyor ve biliyorsun ki Canan yüksek ses sevmiyor o yüzden sakin kal tamam mı?" dediğimde başını salladı.
Su dolduğunda Yusuf, Canan'ı kucağından bırakmadan küvete girdi. Suya oturmadan önce Canan'ın üzerini çıkardım. Yavaşça küvete oturup suya gömüldüklerinde Canan ağlamaya başladı.
"Aden," dedi Yusuf yine panikle. Ona cevap vermek yerine kızımla konuşmaya başladım.
"Güzel kızım benim, minik mavişim, civcivim," avuçlarımla küvetteki suları Canan'ın minik bedenine döküp karnını, göğsünü ovalıyordum. Koltuk altlarını, ensesini, başının üzerini biraz daha soğuk suyla ovalıyordum.
"Canan kız hasta olmuş babası, uslu kızım benim yine hiç ağlamadı," dediğimde Yusuf gözlerini devirdi.
"Şu an ağlıyor ama!"
Normal anne babalar bebekleri ağlamasın diye dualar ederken biz tam tersi bir konumdaydık. Canan ağlak bir bebek değildi. Uyandığında, altına yaptığında ya da acıktığında beden diliyle bunu bize anlatmayı başarıyordu. En uç noktasına varana kadar kolay kolay sesi çıkmıyordu. Yanında İzel ya da Ferah ağladığındaysa onlara öyle memnuniyetsiz bakışlar atıyordu ki o an onu bir lokma da yiyesim geliyordu. Neyse ki arada nazlanması tutuyordu da ağlamasını duyuyorduk.
"İlk defa hasta oldu çünkü. Nasıl tepki vereceğini bilemediğinden ağlıyor bebeğim normal olarak," hem konuşuyor hem de Canan'ı ılık suyla yıkamaya devam ediyorduk. İlk andaki yüksek ağlayışları dakikalar içinde uzun iç çekişlere dönmüştü. Göğsündeki hırıltılar devam ediyordu. Ciğerlerinde bir sorun olmasından ölesiye korksam da Yusuf'a yansıtmamaya çalışıyordum.
"Yeter artık bence," dedi Yusuf. Başımı sallayıp ayaklandım.
"Havlusunu getireyim. Ben gelene kadar çıkma," dedikten sonra Canan'ın odasına geçip dolabından havlusunu ve kıyafetlerini alıp yanlarına geri döndüm. Canan'ı havluya sarıp kucakladığım gibi odaya geçtim. Yusuf üzerinde bornozuyla odaya girdikten sonra kombinin ayarlarını yükseltmek için aşağı indi.
"Civcivim neden hasta oldun ki sen nerede ihmal ettim ben seni?" Canan yaşlı gözleriyle yüzüme bakıp iç çekiyordu. Ellerini göğsüne yaslamış büzülü dudaklarıyla ağladı ağlayacak bir görüntü veriyordu. Giydirmeden önce ateşini yeniden ölçtüm. Neyse ki biraz olsun düşmüştü.
"Geldim, ateşinin ölçtün mü?"
Düşmüş, 37,5" dedim. Bir yandan da Canan'ı giydiriyordum.
"Hâlâ yüksek," dedi.
"Üzerini giyin haydi hızlıca çıkalım!"
Yarım saat kadar sonra çocuk acildeydik. Neyse ki kalabalık değildi. Çok beklemeden doktora göründüğümüzde Yusuf kızımızla ilgileniyor ben de doktoru bilgilendiriyordum.
"Göğsünü dinleyip bir kan tahlili alalım," dedi doktor benim bilgilendirmelerimin sonucunda.
Tüm tetkiklerin sonunda elimize sadece soğuk algınlığı kalmıştı. Ateşi düşmüş, ağrıları dinmişti. Çok şükür ciğerlerinde bir sıkıntı yoktu. Bir eli benim diğer eli Yusuf'un parmağını sıkıca tutmuştu. Kan alınırken ve serum bağlanırken hiç ağlamadığı kadar ağlamıştı. O anlarda bizimde kızımızdan bir farkımız kalmamıştı. Civcivim hastalıktan değil ağlamaktan yorgun düşüp uyuyakalmıştı. Yusuf ise hâlâ ninni mırıldanıyordu.
"Annesi babasını da çok seviyor," diyerek söylediği ninniye atıfta bulundum. Bakışlarını bana çevirdi. Çok endişelenmiş, korkmuştu. Yedi aydır ilk defa hasta olması bizi hazırlıksız yakalamıştı. Belki doktor oluşumdan belki Yusuf Ali ve Barlas'ın elimde büyümesinden ben ona gör daha sakin kalmış, duygularımı kontrol edebilmiştim.
"Kızımız iyi," dediğinde diğer elimi yüzüne uzatıp yanağına yasladım.
"İyi bir tanem," dedim. Elimin üstüne elini yaslayıp avcumun için öptü.
"Korktum... Konu siz olunca devrelerim yanıyor," dediğinde sessizce kıkırdadım.
"Sevgilim senin devreler beni ilk gördüğünde yandı bence," kıkırtılarıma eşlik etti.
"Doğru bir tespit," avcumu yeniden öptü. Kızımızın başında kısık sesle konuşmaya devam ederken telefonu çaldı.
"Reber," diyerek açtı telefonu. Karşı tarafı dinledikten sonra sıkkın bir soluk bıraktı.
"Benim yedek takımlardan birini hazır et sen, ben yirmi dakikaya geliyorum," deyip telefonu kapattı. Doğru ya bugün pazartesiydi. Telefonunu kapatır kapatmaz ofladı.
"Git haydi. Bizde serum bitince çıkacağız zaten sevgilim," dediğimde sizi eve bırakacağım diye diretse de onu ikna ettim. Canan'ın kokusunu dakikalarca soluduktan sonra ikimizi de öpüp yanımızdan ayrıldı.
Canan'ın serumu bittiğinde doktor son kez kontrol ettikten sonra taburcu olduk. İlaçları aldıktan sonra eve geçtik. Eve gelir gelmez Canan'ı emzirdim yavrucuğum çok acıkmış olacak ki alışkın olduğunun aksine uzun uzun emdi. Emerken gözlerini gözlerimden çekmiyor, elini sürekli öpmem için çeneme vuruyordu.
"Akıllı kızım, maviş bebeğim benim..." dudaklarımı avcuna yaslayıp minik buseler kondurdum.
Karnı doyduktan sonra altını temizleyip uyuttum. Halsiz olduğundan hemen sızmıştı. Normalde hep odasında uyuturdum ama hasta olduğundan yanımdan ayırmadım. Taşınabilir beşiğiyle bir mutfakta bir salonda dolandık. Yusuf sık sık arayıp durum kontrolü yaptı. Canan gün boyu sadece emmek için uyandığından sesini bir türlü duyamamıştı.
Canan'ın halsizliği birkaç gün daha devam etmiş ancak sonrasında kendisini hızlı toparlamıştı. Babam Canan'ın hasta olduğunu öğrenince akşamında Bartın'a gelip, Canan iyileştiğinde de İstanbul'a geri dönmüştü. Günlerce kızıma gözü gibi bakıp kendisi iyileştirmişti. Kızımda dedesinin yanında olmasından fazlasıyla memnun olmuş tüm nazını ona yapmıştı.
Günler o kadar zamansız akıp gidiyordu ki hızına yetişemiyorduk. Sürekli uzattığım iznimde sonunda bitmiş ve işe geri dönmüştüm. Dönmeden önce Canan için bakıcı aramış ancak bir türlü içime sinen birisini bulamamışken Sıla'nın annesi Zehra abla hızır gibi yetişmişti bize. Hem onlar için hem de bizim için kaçmaz bir fırsattı.
Hastaneye aylar sonra ayak bastığımda yabancılık çekerim diye endişe etmiştim ancak Nuran tüm açıkları kapatmıştı. Yusuf'un uğradığım saldırıdan sonra hastaneye açtırdığı soruşturmayla hastane genelinde ve görev yaptığım poliklinikte çoğu doktor değişmişti. İlk günden poliklinikteki çoğu meslektaşımla tanışmıştım.
"Reber babaannesini cuma günü almaya gidecek. Pazar günü de söz olacak," Nuran ve Reber birbirilerini tanımış, sevmiş ve ciddi bir yola girmişlerdi.
"Bir eksiğiniz var mı? Söylemekten çekinme lütfen," dediğimde yüzünü aydınlatan tebessümüyle teşekkür etti.
"Her şey tam hocam. Abim sağ olsun eli hep üstümde. Annem ve babamda her şeyi hallettiler zaten. Hem sağ olsun Yusuf abi, Reber'e bu süreçte çok destek oldu," dedi.
"Çok seviyor kankamı. Arada kıskanmıyor değilim yani," gülüp başını salladı.
"Sizi mutlaka bekliyoruz kesin geleceksiniz değil mi?"
Geleceğiz elbette tatlım. Sizi bu zamanlarda yalnız bırakmayız..."
Hafta sonumuzu tamamen Nuran ve Reber'e ayırdık. Cumartesi günü çekirdek aile olarak düzenledikleri akşam yemeğine pazar günü ise isteme törenlerine katıldık. İkisi için çok mutluydum. Ansızın denk gelmiş düğümlerini birbirilerinin hayatlarına sıkı sıkıya bağlamışlardı.
"Güzel bir geceydi," dedim kısık sesimle. Canan aramızda babasına sokulmuş uyuyordu.
"Nuran'ın babası ağlayınca içim bir tuhaf oldu... Canan'ı düşündüm bir an," gözleri kızımın yeni yeni çıkan sarı saçlarında gezindi. Tüy kadar az ve yumuşaktı.
"Aden ben kızımı kimselere veremem. Olmaz. Asla olmaz asla!" gülüp kızımı uyandırmamak için tüm kahkahamı iki dudağımın gerinde tuttum.
"Oy Yusuf oy..." dediğimde küçük çocuklar gibi surat astı. Canan'ı iyice kendine çekip kolunun arasına aldı.
"Sevgilim yaşamın döngüsü böyle devam ediyor. İlk insanlardan günümüze kadar süre gelen bir şey bu. Yani sen iste ya da isteme günün birinde kızımız o ya da başka bir sebeple bu evden ayrılacak," çenesini dikleştirip itiraz dolu gözlerle baktı.
"Kızımı kimselere vermem..." iç çekip yanağını okşadım.
"Ne demişler, büyük lokma ye büyük laf etme. Ahir zaman kim bilir bize daha neler neler yaşatacak..."
Elini Canan'ın yükselip inen göğsüne yasladı. İçi giderek izledi kızımızı. Daha şimdiden böyleyse Canan büyüdükçe halimiz ne olacaktı az çok tahmin edebiliyordum. Canan'ın alnını usulca öpüp burnunu kısacık olan sarı tutamlarının üstünde gezdirdi.
"Aden, dünya bir yana be yavrum... Vallahi bak gönlüme değen içi çift maviş göz bir yana dünya bir yana." Uzanıp yanağını usulca öptüm.
"Siz bir yana dünya bir yana sevgilim..."
ADEN UYGUROĞLU TORAL / ARTVİN – TEMMUZ 2031 - ∞
"Yusuf Ali bizi yakalayamaz, Yusuf Ali bizi yakalayamaz!"
Barlas ve kızların neşeli bağırışları ve koşuşturma sesleri sadece evin içine değil tüm bahçeye hatta çevreye yayılmış olabilirdi. Yusuf Ali ve Barlas kızlarla vakit geçirmekten çok zevk aldıkları için her anları bir aradaydı. Yusuf Ali büyük olmanın verdiği avantajı ve dezavantajı dengelemeyi başarabildiği için kızlarla aralarındaki bağ kuvvetliydi. Ancak fark ediyordum ki İzel ile arasındaki bağ benim civciv kızımla ve Ferah ile olan bağından daha kuvvetliydi. İzel de tam bir Yusuf Ali aşığıydı. Neyse ki Barlas'ın Canan ve Ferah'a olan ilgisi sayesinde beş afacanın arasında kıskançlık krizleri yaşanmıyordu. Ah tabi benim güzel kızımın İzel'e olan düşkünlüğü apayrıydı. İzel aşağı İzel yukarıydı. Ferah'ı da çok seviyordu ancak İzel ile daha çok vakit geçirdiğindendi sanırım ona ayrı bir düşkünlüğü vardı.
"Alis bak!" Canan koşup Yusuf Ali'nin bacağına sarıldı. Avcundaki solucanı göstermek için elini havaya kaldırdı. Canan tam bir hayvan aşığıydı. Kızım nerede böcek nerede solucan ya da herhangi başka bir hayvan fark etmeksizin eline alıp sevmeye başlıyordu. Normalde insan görünce kaçan hayvanlarda aksine Canan'dan kaçmıyorlardı.
"Ya civciv at şunu elinden!" Yusuf Ali kızınca hemen dudaklarını büzdü benim sarı kızım. Solucanı bırakmayıp Yusuf Ali'ye sardığı kolunu çözüp dil çıkardıktan sonra İzel'in yanına gitti.
"İz bak," diyerek bu sefer avcundaki solucanı İzel'e gösterdi ama İzel tam da beklediğim gibi çığlık atıp Canan'dan kaçtı. Solucanı gören Barlas ve Ferah da kaçmaya başlayınca Canan hepsine dil çıkarıp bahçenin bir köşesinde serili halıya gidip oturdu. Ne yapacağını belliydi. Yüzüstü uzanıp yüzünü avcuna yaslayacak, solucanı hemen önüne bırakıp onu incelemeye başlayacaktı.
"Aden ocağa bir bakıver kızım," çocuklara son kez bakıp pencereyi kapatmadan ocağa ilerledim. Pişen yemeklerin altını kapatıp diğer tencerelerin altlarını kıstım.
"Masa hazır mı?" dedim. Filiz annem doğradığı salatalıktan başını kaldırıp bana baktı.
"Bejna ve Sevda hazırlıyordu kızım," dedi. Başımı sallayarak yanına gidip yanağından kocaman bir buse aldıktan sonra Güneş'in odasına çıktım. Bugünlerde fazla halsizdi ve sürekli uyuyordu.
"Güneş uyan haydi," birkaç kez seslendikten ve sarstıktan sonra uyandı.
"Günaydın," dediğimde oflayıp doğruldu.
"Gözümü açamıyorum," diye hayıflandı.
"Farkındayız, uzun zamandan sonra geldin buraya. Hava çarptı herhalde," kollarını iki yana açıp gerindikten sonra "sanırım," dedi.
"Haydi kalk yemek hazır oturacağız birazdan," deyip yataktan kalktım. Güneş'te peşimden sürüne sürüne kalktı. O lavaboya geçerken ben de aşağı indim. Hemen hemen herkes arka bahçeye açılan verandaya kurulan masaya geçmişti.
"Simge çocukları aldınız mı?"
"Hayır," diye bağırdı verandadan. Bahçeye çıkıp çocukları eve çağırdım.
"Yusuf Ali, Canan nerede?" etrafta yoktu. Halının üzerinde de değildi.
"Halının üzerinde uzanıyordu Adda," dedi ama orada değildi.
"Tamam siz geçin içeri. Herkes elini yıkayacak gelince kontrol edeceğim," dedikten sonra bahçeye bakınmaya başladım.
"Canan neredesin anneciğim?" diye bağırmaya başladım. Endişelenmemek çabaladım. Bahçenin kapıları kapalıydı. Kulpları da çocukların erişemeyeceği kadar yüksekteydi. Canan'a seslenerek iki evin bahçesinin ortasındaki geçiş yoluna girdiğimde Canan'ı Tahir dedemlerin evinin önündeki merdivenlerde otururken buldum. Göğsüm rahat bir nefesle çarptı.
"Civcivim," Canan sıçrayarak bana baktı. Bir iki saniye göz göze gelmemiz bir haltlar çevirdiğini anlamamı yetti.
"Anneciğim ne yapıyorsun burada?" dediğimde küçük omuzlarını silkip "hiç," dedi ayağa kalktı ve yanımdan koşarak geçti. Peşinden baktığımda eve girdiğini gördüm.
Eve girip arka verandaya çıktığımda uzun masada herkes yerini almıştı ancak Canan yine ortalarda yoktu. Tam nerede diyecektim ki koşarak yanımıza geldi ve babamın yanına gidip kucağına almasını istedi. Normalde kollarını uzatırdı ancak minik kollarıyla kendine sarılmıştı.
"Canan, ellerini yıkamadık kızım," Canan ellerinin hızlıca sallayarak "ben yıkadım anne," dedi ve yeniden kendisine sarıldı. Üç yaşında değil on üç yaşındaydı hanımefendi sanki. Konuşmayı da tıpkı yürümeyi öğrendiği gibi çabuk söktüğünden kelimelerin çoğunu doğru telaffuz ediyordu ancak dili R harfine dönmüyordu. Dedesinin kucağına keyifle kurulduktan sonra hinlikle parlayan mavileri masadakilerin yüzünde gezindi. Sonra o küçük ellerini ağzına kapatıp güldü.
"Karıcığım bizim minik maviş bir haltlar mı karıştırıyor bana mı öyle geliyor?" dedi Yusuf.
"Karıştırıyor kocacığım, aldım kokusunu!" dediğimde Yusuf sabır dilercesine başını sağa sola salladı. Canan ne kadar sakin bir kişiliğe sahip olsa da kimsenin tahammül edemeyeceği yaramazlıklarda ondan çıkıyordu. Yusuf'u dahi çileden çıkartmayı başarıyordu. Yusuf'un çok nadiren sesi yükseliyordu lakin anında pişman oluyordu.
İki evin emektarı Leyla ve Hatice ablaya serviste yardımcı olduktan sonra birlikte yerlerimize geçtik. Yemek yerken bir yandan Merdo abinin açacağı yeni restoran hakkında konuşuyor diğer yandan da Filiz annemle Haydar abinin Çanakkale'ye yerleşme kararından sonra oradaki yeni yaşamları için planlar yapıyorduk.
"Mavişim, bir yerin mi acıyor kıpırdanıp duruyorsun?" babamın sesiyle onlara döndüm. Canan ellerini uzun hırkasının önüne kapatmış kıvranıyordu.
"Dede, aykadaş gıdı gıdı yaptı ama acıyoy..." dedikten sonra gülmekle ağlamak arasında bir ses çıkarınca yerimden kalktım.
Canan birden hırkasının içinden kuyruğundan tuttuğu büyük bir fare çıkartıp "aykadaşıma bakın," diye bağırınca masadakilerin fareyi görmesiyle çığlıkların yükselmesi bir oldu. Yükselen ses Canan'ı korkutunca farenin kuyruğunu bıraktı. Fare masaya zıplayıp yemeklerin üzerinden koşarak gözden kaybolurken herkes sandalyelerinden fırlamıştı. İzel ve Ferah çığlık çığlığa ağlarken Barlas ve Yusuf Ali hunharca gülüyordu.
Canan babamın kucağından zıplayıp "fayecik, cici fayecik..." diye ağlayarak fareyi ararken Yusuf'un "Canan!" diye bağırmasıyla ortamda sadece çocukların sesi kaldı. Canan, babasının ona yükselen sesiyle durup ellerini önünde birbirine kavuşturup bana ve babasına baktı.
"Hemen içeri hemen," dediğimde bakışları babama kayacaktı ki Yusuf atılıp Canan'ı kucakladı.
"Kusura bakmayın lütfen," dedim mahcup bir şekilde. Evdeki tüm kadınların sabahtan beri hazırladığı tüm yemekler mudur olmuştu. Herkesten tekrar özür diledikten sonra içeri girip odaya çıktım. Yusuf, Canan'ı yatağa oturtmuş üstünü çıkartıyordu.
"Aden ısırmış sanırım fare," dedi panikle. Koşar adım yanlarına gidip Canan'ın kızarık karnına baktım.
"Tırmalamış gibi. Acile gidelim hastalık falan kapmış olabilir," dedi aynı panikle. Yusuf bir yandan konuşuyor Canan bir yandan ağlıyordu. Canan'ın karnına iyice baktım. Sadece tişörtünü delip tenine değen farenin tırnaklarından dolayı tahriş olmuştu.
"Önce bir elini yüzünü yıkayalım," Canan'ı kucaklayıp odadan çıktım. Banyoya girip elini yüzünü yıkadım. Canan durmadan "fayemi istiyoyum," diye ağlıyordu.
Banyodan çıktıktan sonra hastaneye gitmek için aşağı indik ancak Sema anneyle Sefa baba biz bir bakalım deyince Canan'ı onlara verdik. Kızım durmadan fare diye ağlıyordu. Sema anneler baktıktan sonra bir sorun yok dediler ancak Yusuf onları elbette duymadı. Hastane de de gerekli tetkikler yapıldıktan sonra gönül rahatlığıyla eve geri döndük ancak Canan'ın ağlamaları asla bitmiyordu.
"Bebekken bu kadar ağlamamıştır," dedi Yusuf. Gözü sürekli arka koltukta kızımızdaydı.
"Hayvanlar hassas noktası biliyorsun," dediğimde bozulan sinirlerimizle güldük ancak güldüğümüz için Canan bize kızdı.
"Sana gülmedik bebeğim," dediğimde elini bana uzatıp "anne fayem," diye ağlamaya devam etti. Arkaya meyledip gözyaşlarını sildim. Sarı saçlarını ellerimle taradım.
"Eve gidelim bakarız fareye," dedim belki ağlaması sona erer diye ancak imkansızdı. O fareyi yeniden görene kadar susmayacağını sadece biz değil tüm sülale biliyorduk.
Eve sonunda geldiğimizde Canan elimizi tutmayı ve kucağımıza çıkmayı reddederek "dedem," diye bağırıp ağlayarak eve koştu. Birkaç kez düşüp kalktı ancak dedem demekten vazgeçmedi. Babam; Canan için dedem, Sefa baba ve Haydarikom ise dedeydi. Babam bahçeye çıkınca Canan'ı iki adımda yakalayıp kucağına aldı.
Canan kollarını babamın boynuna sarıp başını omzuna yasladı. Ağlayışları iç çekişlere döndü. Minik parmağını bize uzatıp "dedem, anne baba pis," diyerek bizi babama şikâyet etti.
"Anneye babaya pis denmez mavişim," dedi babam. Canan'a ve İzel'e karşı her zaman çok yumuşak bir tonda konuşuyordu.
"Ama fayem," deyip yeniden ağlamaya başladı. Babam, Canan'ın sarı saçlarını öpüp kulağına bir şeyler dedi. Canan anında susarken bize dönüp" annecim, babacım özüy dileyim," dedik ve bize öpücük attı.
"Baba yemin ederim bize böyle sarılıp sözümüzü dinlemiyor," dediğimde güldü.
"Geçin haydi siz içeri biz torunumla biraz hava alalım," dedi.
Evde gülüşmeler yankılanıyordu. Bizden sonra arkamızda bıraktığımız dağılmış masa toplanmış restorandan yemek getirtilmişti. Leyla abla bize bir şeyler hazırlarken evdekiler hâlâ fare olayını anlatıp gülüyorlardı.
Babam ve Canan yarım saat sonra eve girdiklerinde Canan babamın kucağında mışıl mışıl uyuyordu. Babam, bu gece bizimle uyusunlar diyerek İzel'i de yanına çağırıp annemle birlikte odalarına çekildiler. İzel'i de uyutup yanımıza geri dönene kadar çaylar hazır olurdu.
"Fareyi yakalayabildiniz mi?" dedim.
"Yok kızım. Evin her yanına baktık ama. Temiz ev, dedelerin ne olur ne olmaz tuzak koydular," dedi Kiraz babaannem.
"Ya inşallah bahçede falandır. Bir de öldüğünü görürse vay halimize," dedim.
"Patrişka'nın neden Canan'dan köşe bucak kaçtığını şimdi anlıyorum," deyip güldü Simge.
Canan, Patrişka'yı o kadar çok seviyordu ki küçücük boyuna bakmadan bir tanecik kedimi kucağından indirmiyordu. Farkında olmadan çok sıkıyor, hiç durmadan öpüyordu. Sürekli peşinden koşup, duruyor, kendi tokalarını, kıyafetlerini Patrişka da deniyordu. Fazla ilgiden memnun olmayan canım kedimde kızımdan köşe bucak kaçıyordu. Aynı şey ailemizin diğer hayvan dostları, muhabbet kuşlarımız için ve sokakta denk geldiği her hayvan için geçerliydi.
Annem ve babam geri döndüğü çay ve tatlıları servis ettik. Filiz annemlerin Çanakkale'de açacakları butik otel hakkındaki son anlaşmaları yapıyorlardı. Aslında otel Filiz, Zümrüt ve Sema annemle Gazel yengenin ortak olduğu bir işti. Ancak tüm hesap kitap Haydar abinin elinde olacaktı. Önümüzdeki sene Kırman ailesi tamamen Çanakkale'ye yerleşecekti. Butik otelin arsası büyük olduğundan bir de küçük bir köy evi inşa etmişlerdi. Tüm süreci de babam sürdürmüştü. Bu durumu en çok üzülen elbette Barlas ve Yusuf Ali'ydi. Ama neyse ki İstanbul Çanakkale arası çok uzak değildi...
Ertesi sabah Canan'ın öpücükleriyle sayesinde bedenim büyük bir enerjiyle uyandı. Sarı civcivim dünkü küslüğünü unutmuş olacak ki güzel gülücükleriyle bir beni bir Yusuf'u öpüyordu.
"Anne, baba uyanın Emiy aşkım geldi uyanın!"
Yusuf aniden doğrulup Canan'ı tuttuğu gibi aramıza yatırıp gıdıklamaya başladı. Hem gıdıklıyor hem de sakallarını avuçlarına sürüp duruyordu. Bana da kızımın bak yanaklarını öpmek kalınca hiç çekinmeden bir güzel tadına vara vara öptüm bebeğimi.
Hazırlanıp aşağı indiğimizde Emir ve Işıl'a onların ardından da Işıl babası Hüseyin amcaya ve kız kardeşi Işık'a uzun uzun sarıldım. Uzun zamandır turnedeydiler. Buldukları ilk boşlukta yanımıza gelmişlerdi.
Bahçeye kahvaltıyı hazırlarken çocuklar Emir ve Kerem'le birlikte yakalamaca oynuyorlardı. Tabii Canan kaçıp kovalama oynamak yerine toprağı eşeleyerek bulduğu solucanları Emir'e gösteriyor dayısından aldığı her aferinde kahkahalar atıyordu ama neyse ki Emir bir yerde buna son verdirmişti.
Kahvaltı sırasında Güneş ve Daron dikkatimi çekince Güneş'i mutfakta sıkıştırıp ne olduğunu sordum. O sırada kızlarda yanımıza geline Güneş hepimizde tek tek bakıp "en iyisi odaya çıkalım," dedi. Kızlarla ne olduğunu anlamadan Güneş'in peşinden çıktık.
"Daron sabahın köründe gidip bunları almış," deyip elindeki poşeti ters çevirip içindekileri yatağa boşalttı. Simge yataktaki kutulara bakıp irileşen gözleriyle Güneş'e baktı.
"Bunlar hamilelik testi!" iki adımda yanlarına gidip kutulara baktım.
"Hepsi hamilelik testi... Güneş?" dedim heyecanla.
"Ben... Bilmiyorum yani reglim gecikti Daron da göğüslerin büyüdü deyip duruyordu. Ben ihtimal vermiyordum ama manyak adam gidip bir sürü test almış," dediğinde heyecandan kasıldım. Daron, gerçekten bir sürü test almıştı.
"Yani para harcamak istemiş bence. Hepsi de en iyileri çünkü," dedi Simge. Kutuları tek tek inceliyordu.
"Güneş, regl kaç gün gecikti?" dedi Bejna.
"On iki sanırım," dedi Güneş bir çırpıda. Simge ile bakıştık. Hamile olması olasıydı.
"Benimde..." başımı hızla Işıl'a çevirdim.
"Sen ne?" dedik heyecanla.
"Şüpheleniyorum ancak bir türlü test yapma fırsatını bulamadım..." dediğinde içim kıpır kıpır oldu.
"Siz şimdi ikiniz hamile misiniz?" dedi Sevda coşkuyla. Kızlar birbirlerine baktı. Hem tuhaf hem normal bir haldeydik.
"Önce şu testleri bir yapıp bir emin olalım," dedi Sevda.
"Doğru diyor," dedim onu destekleyerek.
"Bir tane yeter değil mi? Hepsine işemekle uğraşmak istemiyorum," Güneş'in dediğinde güldük.
"Yeter gün güzeli..." dedi Simge. Seçtiği iki kutuyu kızlara uzattıktan sonra yüzünde hınzır bir gülüş belirdi. Yataktaki diğer kutulardan dört tane seçip tek tek bize attı.
"Boşa gitmesin, hem bizim için komik bir an olur," dediğinde kızlarla ona aynı tepkiyi verdik ve sadece güldük.
Üçümüz aşağıda üçümüz yukarı olacak şekilde tuvalete sırayla girip yeniden odada toplandık. Simge kesin bir şekilde sonuca aynı anda bakacağımızı söyleyince hepimiz tüm sürenin dolmasını bekledik. Yaklaşık yarım on beş dakika kadar sonra odanın ortasında bir yuvarlak oluşturup elimizde testlerle durduk.
"Ben eğer hamileysem en çok size ihtiyacım olacak... Beni yalnız bırakmazsınız değil mi?" dedi Güneş.
"Elbette bırakmayız Güneş. Ne seni ne de seni," diyerek Işıl'a baktım.
"Ben anneliğe dair hiçbir şey bilmiyorum... Ama beni de yalnız bırakmayacağınızı biliyorum..." dedi Işıl. Hemen yanımda durmasının avantajıyla bir kolumu omzuna sarıp yanağını öptüm.
"Hey, hey... Duygusallığa yer yok teyzeler birliği olarak her daim çocuklarımızı kollayacağımıza söz vermiştik zamanında zaten... Şimdi hazır mısınız?" dedi Simge. Hepimiz senkronize bir halde başımızı salladık.
"O zaman üç deyince," dedim. Derin bir nefesten sonra hepsinin yüzünde bakışlarımı gezdirip "üç," dedim ve elimdeki çubuğu ters çeviri sonuca baktım.
"Siktir!" altımızın eksiksiz altımızın dudaklarından aynı kelime firar etti. Gözlerimin gördüğü şey çift çizgiydi. İki tane kısa kırmızı çizgi...
"Ben hamileyim," dedi Güneş titreyen sesiyle. Onun peşinden Işıl' da aynı şeyi söyledi. Onlar için beklendik olan buydu ama benim için... Bizim için değildi. Simge, Bejna ve Sevda'ya baktım. Hepsinin yüzünde benim yüzümdeki aynı ifade vardı.
"Kızlar ben... Ben hamileyim," dedi Sevda inanamayan bir sesle.
"Eeee... Sanırım ben de hamileyim," deyip elindeki testi bize gösterdi Bejna.
Güneş ve Işıl birbirine bakıp kahkaha atmaya başlarken Simge ile göz temasımızı kesemedik bir türlü. Ağırca yutkunup dudaklarımızı da aynı anda ıslattıktan sora kızlara bakıp testi gösterdik.
"Oha! Hepimiz hamileyiz!" diye bağırdı Işıl. Hamileydik, ciddi ciddi hepimiz elimizdeki bu test çubuklarına göre hamileydik.
"Simge bir yanlışlık olabilir mi?" dedi Bejna. Elleri de sesi de tir tir titriyordu.
"Düşük bir ihtimal," dedi Simge. Konuşurken kekelemişti. Güneş ve Işıl dışında hiçbirimiz böyle bir şeyi beklemiyorduk. Üstelik hiçbir belirtimde olmamıştı.
"Bu... Bu şaka gibi," dedi Sevda.
"Mucize..." dedi Bejna. Elleri çoktan karnını sarmıştı. Ellerime baktım. Titriyorlardı. Sol avcumu karnıma yaslayıp gözlerimi kapattım. Hamileydim, bir bebeğim daha olacaktı, yeniden anne olacaktım...
"Hamileyiz," dedi Simge. Gülmekle ağlamak arasında bir ifadede gidip geliyordu yüzü.
"Hamileyiz ve sanırım hepimiz aynı zamanda doğuracağız!" dedim. İlk kıkırtı Sevda'dan yükseldi. Peşi sıra hepimiz gülmeye başladık ve birbirimize sarıldık. Güneş'e sarıldım. Evlendikten sonra bir süre anne olmaktan korktuğu için bebek olayını ertelemişlerdi. En sevindiğim, en mutlu olduğum kişi de Güneş olmuştu. Onun harika bir anne olacağını biliyordum... Gülüşlerimiz o kadar yükseldi ki odaya annemlerle Gazel yenge girdi.
"Kızlar?" dedi Zümrüt annem.
Karşımızda yan yana dizilip bize baktılar. Gözlerim üç annemde de gidip geldi. Bazen sadece anne diye seslendiğimde üçü de dönüp bakınca gülmeden edemiyordum. Zümrüt ve Filiz annemin gözleri direkt birbirine kayınca Sema anne kasım kasım kasılarak "canım gelinim," deyip göz süzüyordu.
"O ellerinizdeki de ne?" diye sordu Gazel yenge. Kızlarla birbirimize baktık. Göz göze gelmemiz yeniden gülmemize yetti. Kahkahalarımız havada uçuşurken annemler bize anlamsız bakışlar atıyorlardı. Gülüşümü durdurmaya çalışıp nefeslendim. Gülmekten yaşaran gözlerimi silip elimdeki test çubuğunu görebilecekleri şekilde havaya kaldırdım.
"Annelerim, güzeller güzeli yengeciğim biz hepimiz hamileyiz," dedim.
"Ne?" ilk tepki Sema annemdendi.
"Hamileyiz derken siz altınız da mı?" kızlarla senkronize bir halde başımızı salladık.
"Hepiniz?" dedi Filiz annem inanamayarak. Başımı sallamaya devam ettik.
"Hepimiz," dedi Simge. Sonra birden ağlamaya başladı ardından da gülmeye.
"Ben hamile miyim şimdi?" onun ağlamasının ardından Güneş ve Işıl da ağlamaya başladılar. Onlar için ilkti. İlk heyecan, ilk hissediş. Nasıl olduklarını ne hissettiklerini biliyordum. Bejna, Sevda bense yeniden tattığımız bu hissin mutluluğunu yaşıyorduk. Heyecan vardı ama asıl his ailemize yeni bir hayatın gelecek olmasının güzel hissiyatıydı. İkinci civcivim geliyordu, Canan'ın kardeşi olacaktı. Minik kızım abla olacaktı.
"E hanımlar kızlarınızı tebrik edip sarılmayacak mısınız?" dediğimde annemler kendilerine geldiler. İlk sarıldığım Filiz annem oldu. Simge ve Güneş Zümrüt anneme sarılırken; Sevda, Gazel yengemle Bejna ise Sema annemle sarıldı. Sonra hepimiz birbirimize sarıldık. Annemler mutluluk gözyaşları dökerken Simge'den "eyvah!" çığlığı yükseldi.
"Ne oldu?" dedi Bejna panikle.
"Ama biz evlenmedik ki!" dediğinde kızlarla gülememek için dudaklarımızı birbirine bastırdık. Annemler birbirileriyle bakışırken Sevda sırıtarak Simge'ye bakıp "sen misin zamanında benimle dalga geçen. Ne demişler keser döner sap döner gün gelir hesap döner!"
"Sevda, çok kötüsün!" diye mızmızlandı Simge. Sevda bu olayı uzatırdı ama Ferah'a hamileliğinde benzer bir stres yaşadığından üstüne gitmedi. Simge'nin yanına geçip kollarını omzuna sardı.
"Kızma kız," dediğinde Simge yelkenlerini hemen suya indirdi. Sanki otuzlarında kadınlar değil de liseli kızlar gibiydik.
Gülüşlerimiz, sarılmalarımız bir süre daha devam ettikten sonra her beraber aşağı indik. Ev ahalisi hâlâ bahçedeydi. Annemler önden gidip masadaki yerlerine oturduklarında biz de peşlerinden gidip masanın başında yan yana durduk. Herkes bize bakınca gözlerim direkt Yusuf'u buldu.
"Hanımlar?" dedi Merdo abi. Neden burada durmuş sırıtarak onlara baktığımız merak ediyorlardı tabii.
"Bir şey mi oldu?" diyerek sandalyesinde doğruldu Aslan. Gözlerim kısa bir an kızlara değdi. Hepimiz kocalarımıza bakıyorduk. Ah, Baran henüz Simge'nin kocası değildi...
"Soleil?" Daron daha fazla dayanamayıp sandalyeden kalkıp yanımıza geldi. Güneş'i kolları arasına alıp yüzüne baktı. Adam sabahtan beri bir haber bekliyordu.
"Daron," dedi Güneş titreyen sesiyle.
Başka bir şey demesine gerek kalmadı. Daron, Güneş'in sesinden gözlerine değen gözlerinden anladı. Güneş'e sarılıp etrafında döndürmeye başlayınca kızlarla yeniden gülmeye başladık ve eşlerimize yeniden dönüp aynı anda "biz hamileyiz!" dedik.
Önce gözlerini kırpıştırdılar, sonra yutkunup birbirilerine baktıktan sonra coşkuyla ayaklanıp bize koştular. Baran yaşadığı şokla yerinden kıpırdayamazken Yusuf'un aniden belime sarılıp beni kendisine çevirdi. Birbirimize gülerek aşkla bakarken arka perdede diğerlerinin ve aile büyüklerimizin sevinç nidaları yankılanıyordu.
"Aden," ses titriyordu. Gülmekten kısılan gözlerinde mutluluğunu belli eden yaşlar vardı.
"Aden'in canı," dedim tıpkı onun gibi. Alnımı öptükten sonra alnını alnıma yasladı.
"Hamilesin," dediğinde gülüşüm büyüdü. Elini karnıma yaslayıp derin bir iç geçirdi. Göğsü sakince inip kalktı. Ellerini yüzüme yasladı. Başparmakları yanaklarımı okşayıp durdu.
"Çok şükür sevgilim. Seni bana verene şükürler olsun..." kollarımı boynuna sarıp göğsüne sokuldum. Sıkıca sardık birbirimizi. Saniyeler geçmeden bacaklarımıza asılan minik kollarla güldük. Yusuf, Canan'ı kucaklayıp aramıza aldığında kızımı öpüp saçlarını okşadım. İkimizin de başı Yusuf'un göğsündeyken hissettiğim bu huzurun tarifi yoktu.
"Ulan Baran ulan Baran!" Yavuz dedemin bağırtısıyla korkmak yerine güldük. Baran sonunda kendine gelmiş Simge'yi yamacına çekmişken babaannemlerin ve dedemlerin bakışları sadece Baran'ın üzerindeydi.
"Dellenme ahretliğim hallederiz," dedi Tahir dedem. Yavuz dedem gülüp başını salladıktan sonra Baran ve Simge'ye son kez bakıp babaanneme baktı.
"Hanım, hazırlıklara başlayın tez vakitte düğünümüz var!"
Günler zamanı haftalara, haftalar aylara terk etti. Simge ve Baran, Mersin de çok güzel bir düğünle evlendiler. Simge'nin ailesi evlilik haberini aldıklarında çok mutlu olmuşlardı ancak babası hamileliğini öğrendiğinde önce tepki göstermişti lakin kabullenmesi çok uzun sürmemişti. İkiz bebekleri olacaktı. Bebeklere en çok sevinen Simge'nin kız kardeşi Gamze olmuştu. İlerleyen aylarda ablasına yardımcı olmak için Amerika'dan gelmişti. Doğuma yakın zamanda da annesi ve babası da Mersin'e geçmiş orada kendilerine küçük bir ev almışlardı. Belli dönemlerde orada yaşayacaklardı.
Işıl ve Emir için bambaşka bir tecrübeydi. Onlar hep abla ve abiyken şimdi anne ve baba olacaklardı. Işıl her konuda bana danışıyor Emir sürekli Yusuf'tan fikir alıyordu. Heyecanları ilk günden son ana kadar hiç dinmemişti. Filiz annem ve Haydar abi her an yanlarında onlara destek oluyorlardı.
Güneş ve Daron tüm ısrarlarımıza rağmen İsviçre'ye geri dönmüşlerdi. Annemler ve babam en azından doğuma kadar Türkiye'de kalmalarını söyleseler de kabul etmemişlerdi. Onlarla sürekli telefondan görüşüyorduk. Annemler ara ara yanlarına gidiyorlardı. Neyse ki evlerine bir yardımcı almışlardı.
Sevda ve Merdo abi için işler daha kolaydı. Tıpkı Ferah'ta olduğu gibi hem bizimkiler hem de Sevda'nın ailesi onu el üstünde tutmuş Ferah'la ilgilenmişlerdi. Merdo abi ilk hamileliğinde olduğu gibi Sevda'nın çalışmaya ara vermesini istemişti ancak karşısındaki kadının dişli bir avukat olduğunu her defasında olduğu gibi bu seferde unutmuştu.
Bejna hem hamilelikle hem de İzel'le ilgilenmekte zorlanınca bizim malikaneye yerleşmişlerdi. Bu ev değişikliği en çok Aslan'a yaramıştı. Hem işlerine daha fazla vakit ayırabiliyordu hem de gözü arkada kalmıyordu. Annem ve babam içinde bu durum fazlasıyla mutluluk sebebiydi. Kalabalığa alışmışlardı ve evlerinde yeniden seslerin çoğalması onlar için en iyisiydi.
Biz ise herkesten uzak kendimizle baş başaydık. Canan hızla büyüyordu ve büyüdükçe tatlılığından hem beni hem de babasını krizlere sokuyordu. Sıla sağ olsun annesi ile birlikte bizim iş saatlerimizde onunla vakit geçiriyordu. Sadece üç yaşındaydı ama aşırı akıllı, dilli ve çabuk öğrenen bir bebekti. Patrişka ve kuşlarla oyunlar oynamaya bayılıyor, babasıyla parka gitmeyi çok seviyordu. En sıkıldığı anlarda ise odasındaki kitaplarından bir tanesini seçip "annicim, annicim," diye peşimde koşturup birlikte kitap okumamızı istiyordu. Sefa dedesiyle yüzmeyi, Haydar dedesiyle dans etmeyi çok sevse de favorisi Yağız dedesiydi. Babama aşıktı. Tam bir dedeciydi. Babamın fotoğrafını görmesi, sesini duyması kudurmasına yetiyordu. En çok onunla eğleniyor onunla gülüyordu. Şimdiden belli ediyordu ki Canan'ın bu hayatta en güvendiği insan babamdı.
Kızlarla hamile olduğumuz günün akşamı birbirimize cinsiyetlerini doğumda öğreneceğimize dair söz vermiştik. Bizimle birlikte kimsenin öğrenmesine izin vermemiş biraz tartışmalara yol açmıştık ama anne olmanın verdiği baskınlıkla galip gelmiştik. Herkes hem kız hem erkek isimleri bulurken biz Yusuf ile bir türlü bulamıyorduk. İçimize hiçbiri sinmeyince Yusuf bana bebeğimizi gördüğün an kalbinden diline hangi isim düşerse o olsun demişti ve konuyu böylelikle kapatmıştık. Hepimizin doğumu peş peşe olacağından doğum izniyle beraber soluğu İstanbul'da almıştık. Yusuf ve diğer herkes ilk doğumumda yaşadığım gibi bir kaza yaşamamam için peşime sürekli birilerini takıyor, hareket bile ettirmiyorlardı. Bizde kızımla baba evinde günümüzü gün ediyorduk.
Baharın son zamanında, 17 Mayıs da ailemize ilk katılan Güneş ve Daron'un oğlu oldu. İsmini Andre koydular. Dedemler "neden gavur ismi koydunuz?" diye yükselmişlerdi ancak durum basitti. Andre İsviçre'de büyüyecekti ve isim konusunda herhangi bir zorluk yaşamasını istememişlerdi. Dedemlerin memnun olmadığını görünce Güneş, Andre'nin yanına Alp'i eklemiş ve Andre Alp Lemaire ailemize katılmıştı.
Aslan ve Bejna'ın bebekleri ise 29 Mayıs'ta doğmuştu. Bir oğulları olmuştu. Bejna oğlunu kucağına aldığında Jiyan'ı hatırlamış olacak ki çok fazla ağlamıştı. İzel ise annesini ağlattığını düşündüğü için kardeşine kötü kötü bakmış sevmek istememişti. Aslan bir tanecik kızına tane tane annesinin neden ağladığını anlatmış ve iki kardeşini birbirine alışması için oğlunu kızının kucağına vermişti. Yeni doğmuş bebeklerine, kaybettikleri oğulları Jiyan'ın isminin anlamı olan Hayat adını vermişlerdi.
Bejna'dan sonra Simge doğurmuştu. Deli kız aklına koyduğu gibi ikizlerini suda doğurmuştu. Bebeklerinin ikiz olduğunu öğrendiğinden beri hep istediği şey bir kız ve bir oğlandı. Öyle de olmuştu. Oğlu Uzay ve kızı Dünya 4 Haziran da aramıza katılmıştı.
İkizlerden sonra aramıza 24 Haziran da Sevda ve Merdo abinin oğulları Dağhan katıldı. Doğum ilkine göre daha uzun ve zor geçince Merdo abi deliye dönmüş ve doğumhaneyi basmıştı ve böylelikle bebeği doğar doğmaz ilk kucağına alan kişi Sevda değil Merdo abi olmuştu.
Temmuz ayının ilk gününde Işıl ile aynı anda tutmuştu doğum sancımız. Herkes bir an hangimize koşacağını şaşırmışlardı. Bizi apar topar hastaneye götürmüşlerdi. Işıl ile yan yana olan doğumhane de aynı anda doğurmuştuk. Bebeklerimizin ağlayışları birbirine karışırken bizde onlara eşlik etmiştik. Bebeğimi göğsüme yatırdıklarında cinsiyetini de söylemişlerdi. Bir kızım daha olmuştu.
Işıl'la aynı odaya alınmıştık, benim kızım olmuşken Emir ve Işıl'ın oğlu olmuştu. Yalın adı gibi tüm saf güzelliğiyle aramıza katılmıştı. Ben ise kızıma bir isim bulabilmiş değildim. Koca oda ana baba günüyken biz bebeklerimizi bekliyorduk. Bebeklerden önce odamıza doktor gelmiş ve benim yatağımın başında durmuştu. Doktorun hemen ardından da bebeklerimiz getirilmişti. Hemşireler bebeklerimizi kucağımıza bıraktıklarında kızımı sarmaladım. Kızımı izlerken gözlerim saçlarına takılmıştı. İri iri açılan gözlerimle doktora baktığımda başını ağırca salladığını görmüştüm. Doktor bize durumu anlatırken herkes pür dikkat onu dinlemiş ben ise kızıma dalıp gitmiştim. Yeni doğmasının nedeniyle tüm teni pespembeydi. Bu pembeliğin ortasında beyaz saçları ve kirpikleri kendisini hemen ele veriyordu. Kızımın güzelliğini izlerken hıçkırıklarıma mani olamamıştım. Yıllar önce, staj yaptığımda ilgilendiği albino çocuğu mutlu etmek için günün birinde; onun gibi pamuklar kadar yumuşak ve güzel olan bir perim olmasını istediğimi söylemiştim. Şimdi o periyi kollarımın arasında tutuyordum. Kızım pamuklar kadar beyaz ve yumuşaktı. Çok güzeldi, periler kadar güzel, yıldızlar kadar parlaktı. Durmadan akan gözyaşlarımla başımı Yusuf'a çevirmiş onunda benden farksız olduğunu görünce daha da çok ağlamış ve kızımın adının ne olacağını söylemiştim.
"Peri... Kızımızın ismi Peri olsun Yusuf..."
GEÇİP GİDEN ZAMANDA İSİMSİZ BİR YIL
Tavandan sarkan beyaz kâğıttan yapılma kuşlar açık pencereden sızan esintiyle salınıyorlardı. Kuşlar birbirine değmeden görünmez ipler sayesinde kanat çırpıyor yataklarında mışıl mışıl uyuyan kızlarımın üzerinde sessizce süzülüyorlardı.
Sessiz adımlarla odaya girdim. Onları uyandırmadan önce açık pencereyi kapatıp beyaz tülü düzeltip kızlarıma döndüm. Yan yana olan yataklarının arasında durup bir süre güzelliklerini izledim. Canan on üç yaşında yeni yeni ergenliğe girmeye başlamıştı. Yaşı büyüdükçe olgunluğu da artıyordu. Zeki ve çok çalışkandı. Bizi hiç zorlamamış okulda bugüne kadar tek bir sorun dahi yaşamamıştı. Boyu yaşıtlarına göre uzundu. On yaşındayken voleybola başlamış üç yıl içinde kendisini fazlasıyla geliştirmişti.
Peri ise dokuz yaşına yeni basmıştı. Ablasından daha sakin ve miskindi. Uyku en sevdiği şeydi. Uyumak istediğinde nerede olduğu, saatin kaç olduğu fark etmiyor dakika geçmeden uyuyabiliyordu. O da en az ablası kadar zekiydi lakin tembellik etmeyi daha çok seviyordu.
İki kardeş birbirilerine fazla düşkünlerdi. Canan her daim Peri'nin üzerine titriyor, onunla asla sıkılıp usanmadan ilgileniyordu. Kendisini, kardeşini korumakla görevlendirmiş bir kahramandı. Göğsüm sevgiyle kabardı. Canan'ın yatağının kenarına oturunca Patrişka sıçrayıp bedenini esnetti ve yataktan sıçrayıp açık kapıdan dışarı çıktı. Canan'a tekrar dönüp uzun ve gür sarı saçlarını okşayıp yanağından öptüm. Gözlerini anında açınca gülümsedim.
"Günaydın mavişim," gülümsedi. Kollarını açarak esnedikten sonra yatakta doğrulup yanağımı öptü ve "günaydın maviş annem," dedi.
"Baban bizi bekliyor kalk bakalım," yataktan kalkıp esneye esneye odadan çıkıp banyoya ilerledi. Ben de Peri'nin yatağına geçtim. Yorganı kendisine sarmış başını da yastığının altına sokmuş öyle uyuyordu. Gülüp başımı sağa sola salladım. Yastığı kaldırıp yüzüne dağılan beyaz kıvırcık saçlarını okşayarak yüzünden çektim. Yanağını öpmeden önce kokusunu uzunca soluyup beyaz yanağına peş peşe öpücükler kondurdum.
"Pamuğum günaydın, uyanma vakti!" Peri ofladı, gözlerini açmadan eliyle yatığını yokladı. Elini tutup parmaklarımı konunda yürüttüm.
"Anne uyuyacağım," dedi huysuzca.
"Olmaz bebeğim çok uyudun kalk kahvaltı vakti," deyip yeniden yanağını öptüm.
"Ama anne bugün cumartesi," sızlanışına güldüm. Başının altından kolumu geçirip onu yataktan zorda olsa kaldırdım. Kollarını belime sarıp göğsümde uyumaya niyetlendi. Beyaz saçlarını öpüp sevdim.
"Baban ve ablan bizi bekliyor haydi anneciğim," dediğimde pes etti. Göğsümden çekilip komodinin olduğu tarafa kaydı. Gözlüğünü bulup taktıktan sonra kollarını iki yana açarak tıpkı ablası gibi esnedi.
"Günaydın anneciğim," dedi esnemelerinin arasından.
"Günaydın pamuk perim," yataktan kalkıp onu da kaldırdım. Birlikte önce lavaboya sonra da aşağı inip mutfağa girdik.
"Peri'm denize gidiyormuşuz!" Canan koşarak yanımıza gelip Peri'nin elini tuttuğu gibi merdivenleri çıkmaya başladı.
"Kızlar önce kahvaltı!" diye bağırsam da oralı olmadılar.
Yusuf'a baktığımda gülerek omuzlarını silkti. Kahvaltıya oturmadan önce kızlara sandviç hazırladım. Evden çıkıyoruz diyene kadar aynanın önünden çekilmeyeceklerini bildiğimden üstelemedim.
"Kahvaltıdan sonra söyleyelim demiştim," Yusuf gülerek omzunu silkti. Çatalıyla tezgâhın üzerindeki ahşap sepeti gösterdi.
"Onu gördü," dedi. Başımı sağa sola sallayıp iç çektim ve bir şeyler atıştırmaya başladım. Yusuf'la bugünkü planımızı yeniden konuşurken uzun dakikalardır konuşmadığını fark edince başımı ona çevirdim.
"Canım?" dediğimde güldü. Avucunu yanağıma yaslayıp başparmağıyla yaş aldıkça çoğalan çillerimi sevdi.
"İştahın açılmış," dedi. Dudaklarımı birbirine bastırıp sofraya baktım. Çoğu şeyi yemiştim.
"Sen hazırlayınca böyle oluyorum," dedim. Yanağıma bir buse kondurup dudaklarını boynuma kaydırdı. Kıkırdayıp başını sıkıştırdım.
"Gelirler şimdi," öpmeye devam etti. Elini bacağıma yaslayıp okşamaya başladığında hızlanan nefesimle soluklandım.
"Yusuf, uslu dur..." dişlerini kulak mememe geçirip çenemi öptü ve geri çekildi.
Kahvaltı faslı bitip etrafı toparladığımızda kızlar henüz aşağı inmemişlerdi. Açtıkları şarkı ve kahkahaları, birbirilerine sataşırken neşeli çığlıkları evin her yerinde yankılanıyordu. Yusuf sepetleri ve çantalarımızı arabaya indirirken ben de kızların yanına çıktım. Kapıyı açıp onları izledim. Yataklarını toparlamış ve çoktan hazırlanmışlardı. Hatta plaj çantaları bile hazırdı ama onlar yanımıza inmek yerine aynanın karşısında durmuş fotoğraf çekinir gibi poz veriyor ve kahkahalarla gülüyorlardı.
"Kızlar," sesimi duyurmak için bağırdım. Beni ilk fark eden Canan oldu.
"Anne gidiyor muyuz?" dedi yanıma gelerek. Terleyen yüzünü elimin tersiyle sildim.
"Gidiyoruz kızım. Babanız çoktan aşağı indi," dediğimde yanımıza Peri geldi. Mor menekşe rengindeki gözlerini bana sabitledi.
"Anne saçlarım," dedi hevesle.
"Gel bakalım," onu yatağına oturtup kıvırcık saçlarını en sevdiği şekilde iki yandan topuz yapıp önlerinden bir tutam bıraktım.
"Kızlarım hazır mıyız?" başlarını salladılar.
"O zaman gidebiliriz..."
Bartın'ın sakin koylarından birine gelmiş gölge bir yere yerleşmiştik. Kızlar aceleyle denize gitmek isteyince Yusuf araya girmiş ve kızları denize her geldiğimizde olduğu gibi uyarmıştı. Karadeniz fazla hırçın ve dalgalı olduğundan gözümüzü onlardan asla ayırmıyor çok uzaklaşmalarına izin vermiyorduk.
Canan ve Peri yüzerken onlara eşlik ettik. Yusuf, peri ile sulu şakalarla bizi çıldırtmışlardı. Hem Peri güneşin altında çok kalamadığından hem acıktığımızdan kumsala geri çıktık. Canan meyve kabını alıp etrafta gezinip hayvanları incelemeye başlamıştı. Onu izlerken aklıma sızan anıyla güldüm.
"Güzelliğim?" Yusuf'a baktım. Peri'yle şemsiyenin altıdaydılar. Peri'yi yeniden kremliyordu.
"Kendi kendine güldün," deyince sırıtışım genişledi.
"Canan'ın tavuğunu hatırlıyor musun?" kahkahası etrafımızda yankılandı.
"Hatırlıyorum elbette, nasıl unuturum ki..." kızımız için onun yaşına ve hassasiyetine göre büyük bir travmaydı ama biz büyükler için biraz trajikomikti.
Canan altı yaşlarındayken Artvin'e gitmiştik. Orayı çok seviyordu. İnekler, kuzular, danalar, balıklar. Bir sürü hayvan demek onun için bir sürü arkadaş demekti. O zaman gittiğimizde dedemlerin bir süredir besledikleri tavukları çok sevmişti. Özellikle aralarından bir tanesini ayrı seviyor kucağından düşürmüyordu. Bir akşam yemeğinde Tahir dedeme tavuğunu kaybettiğini, bulamadığını söylemiş ve nerede olduğunu sormuştu. Tahir dedem ise Canan'a "yediğin tavuk o tavuktu," deyince kızılca kıyamet kopmuştu. Canan, arkadaşımı yedim diye ağlaya ağlaya kusmuş hepimize arkadaşını yediğimiz için küsmüştü... O gün bugündür ağzına asla et sokmuyordu. Ne beyaz ne kırmızı ne de balık eti... Birkaç sene öncesine kadar evde et piştiğinde bayılıyor sonra da sabalara kadar yediğimiz hayvanlar için ağlıyordu. Neyse ki biz daha bilinçli davranmaya başlayınca bayılmaları azalmıştı.
"Bizim veterinerle konuştum. Canan'ı bazı günler yanına bırakacağım," dediğimde başını salladı.
"Hekim olmakta kararlı anlaşılan," dedi memnuniyetle.
"Hayvanları bu kadar severken aksini düşünmek imkânsız olurdu..." dedim. Şimdiden yapmak istediği mesleğini seçmişti. Veteriner ve zoolog olmak istiyordu. Okuyacağı okulları, çalışmak istediği yerleri şimdiden belirlemişti. Çok değil birkaç yıl sonra yeni bir hayata başlayacaktı.
"Anne!" Canan'ın ani çığlığıyla hepimiz irkildik. Yusuf benden önce ayaklanıp Canan'a koşarken Peri'ye burada kalmasını söyleyip Yusuf'un peşinden koştum. Canan denizin içindeki kayalıklardan bir tanesinin üstüne tünemiş ağlarken kucağında sıkı sıkıya sarıldığı yavru kediyi fark ettim.
Yanına vardığımda kediyi bana gösterip yaralı olduğunu söyleyince Yusuf ile göz göze geldik. Bizi korkutmuştu. Her zamanki Canan'dı. Nerede incinmiş bir hayvan görse hüngür hüngür ağlar ve eve doluştururdu. Bu huyundan dolayı evi sürekli nereden hangi hayvan çıkacak diye arardık. Veteriner olduğunda bu hassasiyetiyle nasıl baş edecekti düşünmeden edemiyordum.
"Ver bakayım bir nesi var," dediğimde yavru kediyi istemeye istemeye uzattı. Görünürde bakımsız ve aç görünüyordu.
"En iyisi Tuğçe hekime götürmek," dediğimde başını salladı sonra da mavi gözlerini mavi gözlerime dikti.
"Ama bugün hafta sonu," oflayarak nefeslendim.
"Ararım," dediğimde gülümsedi. Yusuf yanağından bir makas alıp yüzünü avuçladı.
"Ahsen Toral! Bir daha sanki canına kast ediyorlarmış gibi bağırma tamam mı babam? Kalbime iniyordu," dedi Yusuf.
"Özür dilerim baba. Ağlıyordu ölecek sandım," dedi ve gözlerini kaçırıp kucağımdan kediyi aldı. Ona Ahsen adıyla hitap etmek ailemizde bir uyarı mekanizmasıydı. Gerçi Canan, Ahsen ismini daha çok seviyordu. İsmini aldığı kadını da o kadının hikayesini de çok seviyordu. Fırsatını bulduğumuz her anda da anneannemizi ziyaret edip anılarımızı toprağını emanet ediyorduk.
Akşamın ilk saatlerine kadar koyda vakit geçirdik. Kızlarla birkaç kez daha yüzüp Peri'nin şemsiyesinin altında güneşlendik. Gölge düştüğünde voleybol oynayıp kumsal boyunca dondurma yiyerek yürüdükten sonra günümüzü bitirdik ve evimize geri döndük. Kızlar birlikte duşlarını alır almaz yorgunlukla uyudular.
"Çıkıyorum ben," dedi Yusuf.
"Tamam sevgilim, geliyorum ben de hemen..." deyip onun mutfak çıkmasını izledim. Gözden kaybolunca buzdolabından sakladığım küçük yaş pastayı çıkardım. Ivır zıvır çekmecesinden üç tane mum alıp pastaya yerleştirdim. Kibriti de alıp yukarı çıktım. Terasa girmeden önce mumları yaktım.
Terasa girip masaya ilerledim. Pastayı Yusuf'un önüne bırakıp geri çekildim ve tepkisini izledim. Önce anlamadı, ne mana diyen bakışlarını ana çevirip" sevgilim Haziran yirmi sekiz değil Aralık yirmi sekiz doğum günüm. Çabuk unutmuşsun," dediğinde güldüm.
"Aslında doğum günü pastası değil," dedim. Kaşları daha da çatıldı.
"Canın çekti öyleyse," aşağı yukarı salladım başımı.
"Pastaya tekrar baksana," dediğimde başının masaya çevirdi. Başını sağa eğdi, sola eğdi. Üzerindeki mumlara baktıktan sonra bana döndü.
"Civciv ve üç mum," dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve imalı imalı baktım.
"Civciv ve üç sevgilim," dediğimde kaşları hareketlendi. Pastaya tekrar baktı, baktı, baktı...
"Aden," diye heyecanla kıpırdandı. Ayağa kalkıp yanıma geldi.
"Ciddi misin?" başımı salladım. Güldü. Belimi kavradı ve beni döndürdü. Kıkırtılarımı durduramazken beni yere indirdi ve dudaklarıma asıldı. Uzunca öpüştük. Nefes nefese ayrıldığımızda alınlarımızı yasladık.
"Biraz sürpriz oldu ama oluvermiş işte," dediğimde güldü. Üst dudağımı çekiştirerek öptükten sonra burnu burnuma sürttü.
"Hiç vazgeçmiyorsun sevgilim. Bana dünyaları vermekten asla vazgeçmiyorsun," yüzünü ellerimin arasına aldım.
"Sen benim en güzel şansımsın sevgilim. Benim kızlarımın, üç numaranın en büyük, en güzel şansı sensin... Harika bir eş, mükemmel bir baba olduğun için sana ne kadar teşekkür etsem az..." kirpiğimde sallanan yaşımı parmak ucuyla silip alnımı öptü.
"Hepsi senin sayende... Senin, bu dudaklarının, kalbinin, ruhunun, çok sevdiğim mavişlerinin... Her şey senin sayende. Bu aile, kızlarımız, üç numara, Patrişka, kuşlarımız..." elini karnıma yasladı ve usulca okşadı.
"Ben yaşadığım tüm evrenlerde sevgilim... Sana, bebeklerime sahibim ve her evrenin en şanslı, mutlu adamı benim..." yanağını okşayıp dudaklarını bu sefer öpen ben oldum. Usulca başlayan buseler büyüdüğünde Yusuf beni kucağına alacakken onur durdurdum.
"Mumlar. Küçük civcivimizin gelişini kutlamalıyız..." mumları üfleyip bir çatal pastadan yedikten sonra Yusuf beni kucaklayıp salıncağa ilerledi ve oturdu. Kucağındaki yerimi düzeltip kollarımı boynuna sardım ve başımı göğsüne yasladım.
"Sence bu da kız mı olur?" diye sordu. Avcu hâlâ karnımdaydı.
"Bilmem. Henüz iki buçuk aylık sevgilim daha var öğrenmemize ama Canan ve Peri de hissettiğimi hissediyorum... Yani sanırım kızlarımızı üçlüyoruz. Ah pardon beşliyoruz. Patrişka'yı ve kuşumu unutmamalıyım," dediğimde güldü.
"Biz Junior Yusuf ile kaldık aranızda," kıkırdamalarımı durduramadım. Kuşlarımıza kendi isimlerimizi vermek tam bizlik bir hareketti.
"Hiç şikayetçi görünmüyorsun sevgilim," burnumu ısırıp dudaklarımdan öptü.
"Değilim sevgilim. Halimden fazlasıyla memnunum..." çenesine dudaklarımı bastırıp aralarında beyazlar olan saçlarını sevdim.
"Yusuf," dedim nazlı nazlı.
"Yusuf'un canı, her şeyi," deyip dudaklarımdan ıslak bir buse çaldı.
"Seni çok seviyorum," dedim. Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına itiştirip burnunu burnuma sürttü.
"Seni seviyorum güzelliğim. Seni bu dünya üzerindeki her şeyden daha fazla seviyorum... Bir de çocuklarımı tabii..."
Assos sıcaktı. Güneş kavurucu derecede yakarken esintisi de o kadar rahatlatıcıydı. Çocuklar iskelede sürekli vakit geçirirken hem ben hem Yusuf hem de Canan sürekli Peri'yi güneşe çıkmaması için uyarıyorduk ve bu onu fazlasıyla sinirlendiriyordu.
Canan, İzel, Ferah, Yusuf Ali ve Barlas bir arada takılırken Peri, Andre, Yalın, ikizler, Hayat ve Dağhan ayrı takılıyorlardı. Hepsi bir araya geldiğindeyse eğlence anlayışları fazlasıyla yükseliyordu. Birbirilerine çok bağlıydılar. Öyle ki çok fazla arkadaş edinmekten haz etmiyorlardı. Hepsinin tek tük arkadaşı vardı ve o arkadaşları da kendi gruplarının bir parçasıydı.
"Annelerin en güzeli sana bir limonata," Kerem'e teşekkür edip yanağından makas aldım. Koca adam olmuştu. Liseden sonra yurtdışında Uzay mühendisliği okumuş, uzun bir eğitimden ve NASA'da kısa bir çalışma döneminden sonra tüm kariyerini Türk uzay ve havacılığına yöneltmişti. Lara ile iki sene önce evlenmişlerdi. Lara doktor olmuştu. Güzel bir yuva kurmuşlardı kendilerine. Üstelik benim fındık kurdum yeni baba olmuştu...
"Lara nerede?" dedim.
"Pera'yı uyutuyor," dedi. Pera oğullarıydı. Henüz beş aylık çok güzel bir bebekti.
"Yorgun görünüyorsun," ensesini ovaladı.
"Yeni bir proje. Fazla zorlu..."
"Kerem, tatildeyiz biraz karına ve oğluna vakit ayırmalısın. İşte söz sahibi olan sensin işler biraz bekleyebilir," güldü ardından başını salladı.
"Doğru diyorsun... o zaman arayıp izne çıktığımı söyleyeyim," dedi ve restorandan çıkıp kaldıkları bungalov eve gitti. Onun gidişini izlerken yanıma koşarak Andre ve Yalın geldi. Biri teyze diğer hala diye seslenince birbirilerine bakıp güldüler. Bu ikisinin dostluğu hepimizi aşırı derece de mutlu ediyordu.
"Beyler bir sorun mu var?" dediğimde Yalın sol tarafıma Andre ise sağ tarafıma geçip yanağımı öptüler.
"Biz arka taraftaki parka gidebilir miyiz?" dediler aynı anda.
"Sanırım son durağınız benim," birbirilerine bakıp başlarını salladılar.
"Annemler izin vermediler. Akşam olmak üzereymiş," dedi Andre. Her yaz geldiğinde bozuk olan Türkçesini düzeltip yolluyorduk ancak bir sene sonra yeniden geldiğinde Türkçesi yine bozulmuş oluyordu. Birden fazla dil bilmesi ve sürekli İngilizceyle Fransızca konuşması ona farklı bir aksan kazandırmıştı.
"Ablalarınız ve abilerinize size eşlik etmelerini söylediniz mi?" dediğimde gözlerini devirdiler.
"Söyledik ama oralı olmadılar hala. Onlar denize girip güneşin altında eğlenebiliyorlar ama biz hepimiz Peri'yi düşündüğümüzden denize girip güneşe çıkamıyoruz. Şemsiyenin altında oturmaktan da sıkılıyoruz. Arka parka gitsek olmaz mı hem orası gölge. Peri de bizim gibi koşup oynar," dedi Yalın hızlı hızlı konuşarak. Peri'nin cildi çok hassastı. Güneş hemen yakıyor ve acısının da uzun süre çektiriyordu benim pamuk bebeğime. Üstelik gözleri çok iyi göremediği içinde tanımadığı yerlerde sürekli düşüyordu. Bu zamanlarda da en büyük destekçisi Yalın'dı.
Peri ve Yalın hepimizin gözünde küçük Emir ve Aden'di. Onların arasındaki bağ, arkadaşlıkları, birbirine olan düşkünlükleri ve uyumları, zevkleri, yetenekleri... Emir ile saatlerce oturup ikisini izleyebilirdik. Her şeyleri bizden izler taşıyordu.
"O zaman ben de biraz arka bahçede yürüyüş yapayım. Ne dersiniz?" dediğimde sevinçle el çırpıp "yaşasın," dediler ve yanaklarımı öptüler.
Çocuklar önde ben arkalarında parka yürüyorduk. Elimde limonatam peşlerinden giderken Dünya ve Peri'nin kol kola girip ablalarını çekiştirmelerini gülerek izliyordum. Küçük beylerse yol boyunca koşup duruyor kendilerince yarış yapıyorlardı. Otelin arka bahçesine geldiğimizde çocuklar parka koştu. Arkalarından acele etmeden yürüyüp banklardan birine oturdum.
Çocuklar çoktan oyun oynamaya başlamışken başımı arkaya atıp rahat bir nefes aldım. Gözlerimi huzurla kapayıp tenimi okşayan esintiyi, kuşların cıvıltısına karışan çocukların sesini dinledim.
"Ulan Aslan senin o elini!" hemen arkamda yükselen bağırtılarla başımı o yöne çevirdim. Ailemizin büyümeyen adamları basket sahasını mesken tutmuş basketbol oynuyorlardı. Aslan ve Yusuf atışırken Emir, Yusuf'un elindeki topu kapıp potaya koşmaya başlayınca sesleri daha da yükseldi. Asla büyümüyorlardı asla... Başımı gülerek sağa sola sallayıp yeniden çocukları izlemeye başladım.
Dünya ve Peri sallanırken çocuklar amaçsızca koşturup duruyorlardı. Kızlar hızlandıkça kahkahaları daha da yükseliyordu. "Hala bak," Hayat koşarak yanıma gelip kumların arasından bulduğu aynı deniz kabuklarını gösterdi.
"Çok güzeller bebeğim," dediğimde kabuklara dokundu.
"Hala bunlardan kolye olur mu?"
"Bilmem olur herhalde. Güneş halan daha iyi anlar,"" heveslendi. Kabukları bana uzatıp onun için saklamamı istedi.
"Kolye olursa Peri ve Dünya'ya hediye edeceğim. Biliyorsun onlar aynı şeyleri giyinip takmayı çok seviyorlar," kızarmış yanaklarını sevip burnunun ucunu öptüm.
"Akşam hallederiz bu işi tamam mı?" başını salladı. Yanağımdan öptükten sonra kuzenlerinin yanına geri koştu.
"Güzelliğim," Yusuf ellerini omzuma yaslayıp başını yüzüme eğdi.
"Bitti mi maçınız?"
"Bitti güzelliğim. Aslan'ı çok fena yendik kuduruyor," güldüm. Çenesinden koluma damlayan terlerini elimin tersiyle sildim.
"Gidip duş al sonra büyük boyları denizden çıkar," dediğimde kıkırdadı.
"Yusuf Ali ve Barlas yanlarında değiller mi?" dediğinde sadece yüzüne baktım. Boynuma bir buse kondurup gülerek başını salladı.
"O iki fırlamanın söz konusu kızlar olduğunda nasıl çocuklaştığını unutmuşum sevgilim," dedi. Yanağını okşadım. Boynumu son kez öpüp geri çekildiğinde Kolunu tuttum.
"Yusuf Ali ile konuştunuz mu?" yüzü düştü. Tek omzunu silkip gözlerini kaçırdı ve arkasını dönüp yürüdü. Oflayıp iç çektim. Yusuf Ali ile aralarındaki sorunu bir türlü çözemiyor olmaları fazlasıyla can sıkıyordu. Yusuf Ali lisedeyken ne yazık ki kendisiyle ilgili gerçeği kötü bir şekilde öğrenmiş ve bunu iki yıl boyunca kendisine saklamıştı. Paylaştığı tek kişi Barlas'tı. Sonunda beklenen olmuş gerçekler su üstüne çıkmıştı. Yusuf bu konuda çok katı davranmıştı. Yusuf Ali'nin gerçekleri bilmemesini savunduğu için Sefa babayla Sema annenin gerçekleri anlatmasına karşı çıkmış ve engellemişti. Sonucunda bu gerçeği Yusuf Ali kendisi kötü bir şekilde öğrenmişti...
Akşam yemeğinden sonra bir fırsatını bulup Yusuf Ali'yi ve Yusuf'u bir odaya kapatmayı başardım. Birbirilerinden kaçtıkları müddetçe konuşamayacaklardı. Onlar kapıyı açmam için söylenirken duymazlıktan gelip iskeleye geri döndüm. Çocuklar birlikte kaldıkları odaya çoktan çekilmişlerdi. Herkes aynı masada farklı konulara dalmışken Güneş'le Hayat'ın istediği kolyeleri yaptık.
"Tamam hocam teşekkürler yarın görüşmek üzere," Simge telefonunu kapatıp masaya bıraktı.
"Ne hocası?" diye sordu Sevda.
"Sörf. Uzay için. Tutturunca nasıl çekilmez olduğunu biliyorsunuz," dedi. Dünya ve Uzay suda doğduklarından mı yoksa sahil kasabasında büyüdüklerinden mi bilinmez yüzmeyi, su sporlarını çok seviyorlardı. Gerçi benim kızlarda öyleydi. Sahil kasabasında yaşamanın etkisi daha fazlaydı.
"Bir de suda doğan çocuklar çok sakin oluyorlarmış diyordu," dedi Güneş gülerek.
"Bak ya!" diye burun kıvırdı Simge. Uzay hiçte sakin bir çocuk değildi. Hiperaktif, sürekli uçan kaçan koşan bir çocuktu. Enerjisini atamıyordu. Baran ve Simge enerjisini atsın diye bire sürü spor branşıyla tanıştırmışlardı oğullarını ama Uzay bana mısın demiyordu ve sadece dokuz yaşındaydı.
"Dünya'nın sonuçlar belli mi?" diye sordu Bejna.
"Hafta başı açıklanacak. Belli etmiyor ama aşırı heyecanlı, milli takıma kabul edilmediyse çok üzülür," dedi Simge. Dünya bebekliğinden bu yana yüzüyordu. Özel derslerden sonra Türkiye Yüzme Federasyonu'na bağlı bir spor kulübünde eğitim alıyordu. Okullar kapanmadan hemen önce milli takım seçmelerine katılmıştı.
"Eminim kazanmıştır. Dünya bu onun başaramayacağı ve üstesinden gelmeyeceği hiçbir şey yok," dedim. Aşırı disiplinli, kuralları olan gerçekten sporcu olmak için doğmuş bir kızdı. Bana benziyordu, kumral saçları, yüzüne serpişmiş çilleri. Konuşma şekli... Kendi çocuklarımdan çok yeğenlerimde kendimden izler görmek çok farklı ve bir o kadar güzeldi. Hoş, Canan fiziksel olarak tamamen dayılarına benziyordu. Peri ise Sema annenin kopyasıydı. Canan huy olarak tamamen bana çekmişken Peri'nin çoğu yanı babasına benziyordu. İkimizden de almadığı tek şey çalışkanlığımızdı.
Saatler geceyi aştığında Yusuf Ali ve Yusuf'u kilitlediğim odaya gittim. Ses gelmeyince odayı sessizce açıp içeri baktım. Yataktan yan yana sırtüstü uzanmış, bir kollarını yüzlerine yaslamış uyuyorlardı. Kapıyı kapatıp onları yalnız bıraktım. Çocukların kaldığı odaya gidip onları kontrol ettim. İç içe geçmiş bir halde film izliyorlardı. Onları da rahatsız etmeden kapılarını kapattım ve kendi odama geçtim.
Odada klima olmasına rağmen sıcaktan boğulmak üzereydim. Hamileliğinde etkisiyle ayaklarım, ellerim yanıyordu. Banyoya ayaklarımı, ensemi, ellerimi yıkadım ama bana mısın demedi. Kumsal esiyordur diye düşünüp üzerime ince bir şal alıp odadan çıktım.
"Aden?" kumsala yürürken Güneş'in sesini duymamla durdum. Omzumun üstünden arkama baktığımda onun üzerinde bir şalla yürüdüğünü gördüm.
"Çok sıcak," dediğimde güldü.
"Ama üzerimizde şallarımız var," omzumu silktim.
"Kumsal esiyordur," yanıma geldi. Koluma girince birlikte kumsala yürüdük.
"Annemler," dediğinde iskeleye baktım. Filiz annem ve Zümrüt annem iskeledeki masalardan birinde oturmuş kahve içiyorlardı. Zaman hepimize iyi geldiği gibi onlara da iyi gelmişti. İyi arkadaş olmuşlardı. Güneş'le yanlarına yürüdük.
"Hanımlar bize de yer var mı?" diyerek kendimizi belli ettim.
"Kızlar," dediler aynı anda.
"Anne," dedik Güneş ile aynı anda. Boş sandalyelere oturduk. Annemler yüz yüze biz Güneş ile yüz yüze oturuyorduk.
"Çok sıcak, üçüncü civcivim şimdiden başladı el ayak yanması yapmaya. Ateşli bir bebeğim olacak sanırım," dediğimde annemler bana baktı.
"Biliyorum, biliyorum bu dünya ikinci bir oynak Aden'i kaldıramaz," güldüler.
"Terbiyesiz. Bir de annelerinin yanında ettiği lafa bak," dedi Zümrüt annem.
"Ama sana çekmişim anne. Bak paso doğuruyorum," bana ters bir bakış atıp bacak bacak üstüne atarak gerisine yaslandı.
Gözlerim onu izledi. Yaşlanmıştı ama güzelliğinden bir şey kaybetmemişti. Anneanneme benziyordu. Saçlarında artık sarıdan çok beyaz vardı. Birkaç yıl önce boyatmaya karar vermişti ama Peri ortalığı birbirine katınca vazgeçmişti. Çünkü Peri'nin pamuk saçları anneannesinin saçlarına benziyordu ve Peri bu yüzden kendisini anneme daha yakın hissediyordu. Filiz annemle Sema annemin de saçları beyazlamıştı ancak onların beyazları koyu saçlarının arasında pek belli olmuyordu.
"Nasıl geçip gidiyor zaman. Daha dün bebektiniz, şimdi çocuklarınız var," dedi Filiz annem. Yıllar ona da iyi gelmişti. Daha sakin, anlayışlı ve sessiz bir kişiliğe bürünmüştü. Hep uzun kullandığı saçları artık kısaydı. Assos ona iyi gelmişti.
"Doğan büyüyor işte," dedi Güneş.
"Öyle," diye mırıldandım.
Annemler birbirilerine bakıp gülümsediler. Gözlerinin önünde uçuşan maziyi görebiliyordum. Bize hamile oldukları anı, kucaklarına aldıkları günü... Birlikte yaşadıklarımızı, birlikte yaşayamadıklarımızı. Cehennemi yaşadığımız günlerimizi, cennete çevirdiğimiz günlerimizi... Kendimizle, birbirimizle verdiğimiz savaşları. Hepsini gördüm gözlerinde. Yıllarca kimselere sesimi duyurmadan yollarımızın nasıl denk düştüğünü düşünürdüm. Bu masada dördümüzü oturtan şey sadece bir hemşire hatasından mı ibaretti yoksa kader denilen kuramın bir parçası mıydık cevabı karışık bir soruydu. Eğer Filiz annem o gece karnı burnunda bir halde evi terk etmeyip doğumunu tetikleyen o kazayı yaşamasaydı burada olmazdık. Ya da ben doğmak için acele etmeseydim...
Sorular bir nedenden doğardı ama bizim bir nedenimiz yoktu. Biz, bize ayrılan yoldan çıkıp birbirimizin yollarına sapmış dört kadındık. Yaşananlar, yaşanacaklar o yolların birbirine açılan sokaklarıydı. Yollar bizi bir araya getirmişti. Annelerimizin yolları bizim yollarımıza karışmış Güneş olacak olan beni Aden; Aden olacak olan Güneş'i, Güneş yapmıştı. İzler farklı sonuçlar aynıydı.
Kader, zamanla harmanlanmış bir argümandı. İnsana seçenekler sunan ve insanların seçimiyle önem kazanan bir argümandı. Bize bir seçim şansı verilmemişti. Kader bizden izin almadan kendi yolunu seçmiş ve bizi bir araya getirmişti. Şikayetçi miydik? İlk zamanlar belki ama şimdi birbirimize sahip olmak her soruyu, o soruların tüm cevaplarını yok sayıyordu. Birbirimize sahiptik. Anılarımızın arasına çok fazla acı karışmış olabilirdi. Savaşlarımızın sanrıları peşimizi bırakmak istemiyor da olabilirdi. Paramparça hayatlarımızı birbirimizin parçalarıyla tamamlamıştık. İzlerimizde, hayatlarımızda tıpkı yollarımız gibi birbirine karışmıştı ve bizi biz yapmıştı... Biz savaşlarımızdan galip gelmiş, sokaklarımıza açılan yolları temizlemiş, acı gülüşlerimi mutluluk gözyaşlarımızla yok etmiştik.
Dolan gözlerimi kırpıştırıp dudaklarımda sahici bir tebessümle kendi izlerime, kendi parçalarıma baktım. Hepsi de ne düşündüğümü anlamış olmalıydı ki gözlerindeki bakışta dudaklarındaki gülüşte aynıydı. Bir elimle Filiz annemin diğer elimle Zümrüt annemin ellerini tutup masanın ortasında birbirine kavuşturdum. Güneş aynı şeyi diğer ellerine yaptı. Annemlerin birbirine kenetlenen ellerinin üstüne kendi ellerimizi yasladık.
Yaşadığımız bu evrende kazananda kaybedende çoktu. Biz ise kaybettiklerimizin arasında kazanmış, kazandıklarımızın arasında kaybetmemek için mücadeleler vermiştik. Verdiğimiz her mücadele bize kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi, sahip olduklarımızı hatırlatmıştı.
Biz tek başına değildik... Biz, birbirimize sahiptik ve bu hikâyede daha önemli olan bir şey yoktu...
-Son-
Yorumlar