ADEN 10. BÖLÜM SANCI
10. SANCI
Acının bir tadı, rengi ya da şekli var mıydı? Bu denli bir ağırlığa sahip olan bu hissin bir tanımı var mıydı? Gerçekler geleceği önüne katıp bu kadar ağır bir acıya ev sahipliği yapıyorken geçmişin ahı üzerimizdeydi sanki. Yavaş yavaş sızıp içten fethediyordu yok olmamak için ağır savaşlar veren benliğimi.
Bu savaşı veren sadece ben değildim. Tam karşımda oturmuş hissiz bakışlarıyla boş duvarı izleyen Güneş'te aynı savaşın içindeydi. Bunu dakikalardır sadece onu izleyen ruhum anında anlamış kalbime kabul ettirmişti. Güneş ile aynı savaşın içindeydik. Benim düşmanlarım bana yabancıyken şu anda anlıyordum ki onun düşmanları tanıdıktı.
Sessiz, derin bir nefes alıp diğerlerine baktım. Karşımda onları ilk gördüğüm an afallasam da hemen silkelenip yüzüme tebessümümü tekrar yerleştirmiştim. Yanlarına geçmeden önce Sema ablanın bana özür dileyen bakışlarını görünce ona gerçek bir tebessüm vermiştim. Kızmamıştım. Niyeti iyiydi ancak sonuç ne olurdu gecenin sonuna kadar bir şey diyemezdim. Yanlarına vardığımda Baran dışında herkes bizi karşılamış hoş geldin demişlerdi. Emir ile yan yana oturmuşken Kerem Güneş'in kucağından inip yanıma gelmiş önce izin almış sonra da kucağıma oturmuştu.
İlk önce benimle bir sohbet etme çabasına girilse de herkesi geri püskürtmüştüm. Üstelememiş kendi aralarında konuşmaya devam etmişlerdi. Emir de bir süre sonra Doğu ile ortak bir konu bulmuş onun üzerine konuşuyorlardı. Hatta Kerem de kucağımdan kalkıp Doğu'nun yanına geçmiş sohbetlerine katılmıştı.
Susan, konuşmayan bizdik. Güneş Annesinin yanında oturmuş, ellerini her zaman yaptığı gibi birbirine kenetlenmişti. İlk geldiğim anda ki sıcak bakışlarını dakikalar geçtikçe yitirmiş öylece boş duvara bakıyordu.
Bakışları tanıdıktı... Annem gibiydi... Derince soluklandığım an boğazıma takılan nefesimle kalakaldım. Bakışlarımı tekrar Güneş'e çevirdim. Anneme benzeyen bakışları beni sarsarken boğazımın ortasına aniden çöreklenen yumru canımı acıttı. Kalbim bu ihtimali tüm gücüyle reddederken aklım çoktan kabullenmişti. Kendim için tekerrür etmesinden korktuğum tarih Güneş için tekerrür etmişti. Yutkundum, boğazıma oturan o yumruğu yok etmek için peş peşe Yutkundum ancak o yumru oradan gitmedi. Bakışları duvardan ellerine indi. Dudaklarını ısırıp başını kaldırdığında kahverengi gözleri mavi gözlerimde can buldu.
Karşımda bana acıyla bakan o gözler Güneş'in değil annemindi. Sis çökmüş bakışları bana tüm gerçeklerini haykırırken kalbimdeki isyanım başkaldırdı. İçim burkuldu... Gözlerimin önüne anneannemin ve annemin yaşadıkları geldiğinde burnumun direği sızladı. Bakışlarımı Güneş' ten hızla çektim. Bu ortamdan çıkmam lazımdı. Başımı Aslan ile gülerek bir şeyler konuşan Yusuf'a çevirdim. Ona seslenmem dikkat çekeceği için hemen sol tarafımda oturan Sefa abiye lavabonun yerini sordum. Lavaboya geçtiğimde kendimi daha fazla tutmamış usul usul dökmüştüm yaşlarımı. Dakikalar önce fark ettiğim gerçeğin altında ezilip kalmıştım.
Bir lanete dönüşüp hayatımızı mahveden o hastalık önce anneannemi almıştı avucuna. Annem annesine el bebek gül bebek gibi bakmıştı. Acıyla kasıldı bedenim... Henüz çocuk olsam da hatırladım o anıların acısını. Elinde tarak, üstünde okul forması annesinin kendisi ile ilgilenmesini bekleyen o küçük kızı acı içinde kıvranan ruhumla hatırladım. Anneannem göçüp gittiğinde kendisinden tek yadigar olarak o lanet hastalığı anneme emanet etmiş ve bizim tüm hayatımız mahvolmuştu. O küçücük ihtimal oranı kocaman bir kayaya dönmüş uçurumdan yuvarlanıp üzerimize düşmüştü. Anneannemin yerini annem, annemin yerini ben almıştım. O zamanlar çok korkmuş bende onlar gibi olurum diye geceler boyu ağlayarak uykulara dalmıştım. Meğer döktüğüm her gözyaşım Güneş içinmiş. Elim gerdanımı ovaladı sertçe.
Başımı tavana doğru kaldırıp, usulca yutkundum. Ağlamaktan hızla inip kalkan göğsüme elimi yerleştirip kendimi sakinleştirmeye çabaladım. Aşağı böyle inemezdim. Lavaboya geçip soğuk suyla ellerimi ıslatıp yüzüme enseme dokundum. Aynada karşısında kendimi toparlayıp son kez baktım aynadaki aksime. İyi olduğuma emin olunca çıktım lavabodan. Yusuf buradaydı.
"Aden iyi misin güzelim?" dediğinde ağlamak için yer arayan kalbim yumruklarını indirdi gözlerime. Tekrar ağlamamak için kastım kendimi.
"İyiyim, fazla kalabalığa alışık değilim birden üzerime üzerime geldi ortam." dedim yüzüme bir tebessüm yerleştirerek. Ancak o gülümsemedi. Yemedim bakışları ile baktı bana. Onunla saatlerce konuşmak isterdim ancak şu anda sadece susmak istiyordum.
"Hadi geçelim içeri." dedikten sonra onu arkamda bırakıp merdivenlere yöneldim. Salona geçtiğimde herkesi masada buldum.
"Ah, gel tatlım soframız hazır." dedi Sema abla. İ
ki boş yer vardı. Emir ne yapmış etmiş Güneş'in sağına yerleşmişti. Bende boş olan sol tarafına yerleşip baktım ona. Solgundu... Eminim benim hissettiğim rahatsızlığın çok daha fazlasını hissediyordu. Kendi içimde onları nasıl affederim savaşı veriyorken Güneş'e imkansız gözlerle bakıyordum lakin anlamıştım ki affetmem gereken Güneş değildi. Affetmem gereken şey Güneş'in zihnini, ruhunu ele geçirmiş olan karanlıktı. Ve emindim ki o karanlık çok gürültülüydü.
Bakışları bana kaydı. Göz göze geldiğimizde ona sımsıcak bir gülücük bahşettim. Tıpkı anneme yaptığım gibi gerçek, samimi ve şefkat dolu bakışlarımla ona sımsıcak gülümsedim. O karanlık Güneş'e beni kötü olarak kodlamıştı. Onu yenecektim. Bakışlarımı gördüğünde gözbebekleri titredi. Utançla başını benden çekip karşısında oturan Baran'a çevirdi.
Masaya baktım. Uyguroğlu ailesinin masasının yanında bu masa ilaç gibiydi. Adını bilmediğim, tatmadığım bir yemek yoktu. Sema ablaya döndüm teşekkür eden bakışlarımla. Şefkatle karışıklık verdi bakışları. Çalışanlar değil Sema abla ile Sefa abi yaptı çorba servisini. Bu görüntüye içim sımsıcak oldu. İlk gün geldi aklıma. Uyguroğlu ailesi ile yediğim ilk yemek o kadar soğuk ve kasvetliydi ki bu iki aileyi istemsiz karşılaştırdığımda içimde susmayan o küçük Aden hep bu evde yaşamak istedi.
Çorbalar bitip ara yemekle birlikte ana yemeğe geçtiğimizde Güneş masanın üzerine yerleştirilen yaprak sarması dolu tabağı alıp tabağına üç tane koydu. Dördüncüsünü koyacakken Zümrüt Hanım konuştu.
"Güneş üç tane yeterli kızım." dediğinde şaşkınlıkla dönüp baktım ona. Kaşları çatık oldukça katı bir ifade ile Güneş'e baktı. Güneş dudaklarını sertçe ısırıp titremeye başlayan elleriyle dördüncü dolmayı tabağa geri bıraktı.
"Anne." dedi Aslan sertçe ama Zümrüt Hanım oralı olmadı.
" Zümrüt." diyen Yağız Bey ile kocasına bakarak konuştu.
"Bu aralar çok fazla yiyor. Kilo almamalı! Üç tane yeterli." başımı tam boylara çevirdim. Doğu üzgündü ancak annesine karşı çıkacak bir kelime etmedi. Aslan geri püskürtülmenin öfkesiyle yerinde otururken Baran özür dileyen bakışlarıyla Güneş'e bakıyordu. Kızdım içimden hepsine.
Bakışlarımı Zümrüt Hanım'a çevirdim. O da fark edip baktı yüzüme. Bakışlarım ona tüm nefreti ile baktı. Bir insanı sevmek için tanımak gerekirdi ancak nefret etmek için gerekmezdi. Yüzüme gıcık durduğuna emin olduğum gülüşümü yerleştirip sandalyeden kalktım. Güneş'in masanın ortasına koyduğu dolma dolu tabağını alıp yerime geri oturdum. Dolmanın yarısını kendime yarısını Güneş'in tabağına koydum ve boş tabağı tekrar yerine bıraktım.
"Güneş'in kilosu gayet yerinde istediğini yiyebilir Zümrüt Hanım bence yediklerine dikkat etmesi gereken kişi Güneş değil sizsiniz." dediğimde çenesi kasıldı. Bana çıkışacakken Yağız Bey müdahale etti.
"Zümrüt!" dedi uyararak bakışlarını bize çevirdi. Mavi gözleri, mavi gözlerime minnetle baktı. Yan yana oturan bize sırayla bakıp "yemeğinizi yiyin kızlar." dediğinde Güneş emin olamayarak babasına baktı.
"İstediğini ye Güneş kilo alırsan söz yürüyüşlerine eşlik ederim." dedim. Titreyen dudakları küçük bir tebessüm kondurdu yanağına. Önce babasına sonra abilerine baktı. Hepsi yemesi için başını sağladığında ilk hamleyi ben yaptım ve çatal kullanmadan parmaklarımla peş peşe yedim dolmaları.
" Valla en güzelini yapıyorsun güzellik dolma parmakla yenir." dedi Sefa abi. Gülerek bakıp çatalıma bir tane batırıp ona uzattım. Masadaki tüm dolmalar bizim tabaktaydı. Uzanıp çatalın ucundan aldı dolmayı ve ağzına attı. Gözlerim Yusuf'u buldu bana o kadar güzel bakıyordu ki utanç akın etti bedenime.
" Ama bende bende." dedi Kerem dudak büzerek.
Güneş onun isyanına kısık bir sesle gülüp tabağından birkaç tane dolmayı Emir'in diğer yanında oturan Kerem'in tabağına koydu. Asıl yemesine içmesine dikkat edilmesi gereken Kerem idi. Kerem benim gibi parmaklarıyla dolmaları yerken memnun bakışlarımla Zümrüt Hanım'a baktım. Emindim kriz geçiriyordu ve beni bir kaşık suda boğma hayalleri kuruyordu. Oralı olmadım. Gözlerinin içine baka baka yedim o dolmaları. Yan gözle Güneş'e baktığımda onunda yediğini görünce keyiften dört köşe oldum.
Yemek faslı dolma olayından sonra oldukça sakin geçmişti. Salona tekrar geçerken önce çay gelmişti. Bak işte çay zayıf noktam olabilir. İlk geldiğim andaki o kasvet yok olup giderken herkes tekrar sohbet etmeye başlamış bu sefer bende dahil olmuştum. Ortamda konuşmayan Zümrüt Hanım idi. Umursamadım.
"Güneş üniversite için gerçekten yurt dışı mı istiyorsun?" diye sordum ilk adımımı atarak. Aslan'ın kolları arasında oturuyordu. Bakışlarını bana çevirdi.
"Benim için daha iyi olacak." başımı salladım. Ona iyi olacak şey buradan gitmek olacaktı orada okumak değil. Bunu anlamak için onu çok tanımama gerek yoktu. Güneş gerçekten anneme çok benziyordu ve ben annemi çok iyi tanıyordum.
"Yapma be zalimin kızı. Ben senin peşinden gelemem oralara." dedi Emir hemen yanımda konuşurken. Bu sefer tepki vermedim.
"Emir sen Almanya'da nerede aldın eğitimini? Belki Güneş orayı da düşünebilir." dedi Doğu sonra Güneş'e bakıp konuştu tekrar. "Amerika çok uzak bebeğim hem Almanya'yı seversin sen." dedi.
"Olur olur Almanya olur. Almanya olsun." dedi Emir heyecanla. Bağırarak dedi!
Güneş onun bu tepkisini şaşkınlıkla izledi. Sonra esmer teninde bile belli olan kıpkırmızı yanaklarını saklamaya çalıştı. Bu utangaçlığı Emir'den etkilendiği ya da onda hoşlandığı için değildi. Karanlığına savaş açan aydınlığın temiz yanının yansımasıydı. Onunla baş başa sağlıklı bir konuşma yapmam gerekiyordu. Ailesi bu kızın rahatsızlığına rağmen nasıl böyle davranırdı?
"Aden sınav haftan başladı mı?" diyen Yağız Bey ile ona baktım.
"Önümüzdeki hafta." dedim. Başını salladı.
"Kerem tedaviye başlamadan önce bir tatil yapalım hep birlikte." dediğinde bunun sende gele bağlanacağını anlamamak imkansızdı.
"Kendi çiftliğimi tercih ederim ama Sefa abinin dağ evi çok güzeldir. Ormanın tam ortasında. Eminim çok seveceksin." dediğinde cevap vermedim. Bakışlarımı Güneş'e çevirdim. Babasına ve bana korkarak bakıyordu.
"Bu hafta sonu Kerem ve Güneş bende kalırsa bende sizinle gelirim." dediğimde yüzünde bir gülüş belirdi. Ağır ağır başını salladı. Hemen yanında oturan Zümrüt Hanım ise bu durumdan hiç hoşnut değildi. Vardı ya bununda bir derdi. Çıkardı nasıl olsa kokusu.
" Ne kalması? " diyen Baran idi. Sonunda duyduk orta boyun sesini.
"Lego abi. Ablalarımla Lego yapacağız." dedi Kerem heyecanlı sesiyle.
"Baba bu değişiklikle aynı evde mi kalacak?" diyen Aslan'dı.
"Ne değişikliğimi gördün büyük boy. Alındım gücendim bak çok incindim." dedi Emir. Onun bu dediğine Kerem gülerken Güneş kaçak bakışlarını Emir'e çevirdi.
"Sus lan." dedi Aslan.
"O ev benim. Ben kimi istersem o kişi kalır evimde." dediğimde Baran güldü.
"Ne ara evin oldu senin ya?" dediğinde Yağız Bey ve Yusuf aynı anda bağırdı. "Baran!" diye.
"Ya bir sakin olun bende kalacağım." dedi Doğu.
Yavru aslan bakışlarıyla bana bakarken. Pis fırsatçı. Gece bu tarz rahatsız etmeyen atışmalarla sona erdiğinde bizim için gitme vakti gelmişti. Yağız Bey gitmeden önce benimle konuşmak istediğinde başımı salladım. Bahçeye geçtiğimizde karanlık gecenin altında karşılıklı durduk.
"Geri çevirmediğin için teşekkür ederim." dedi. Kelimelerini özenle seçiyordu bu halinden belliydi.
"Ne konuşmak istiyorsunuz?" dedim sakin sesimle.
"Öncelikle." dedi, susup boğazını temizledi. "Yanlış yaptık sana bunun affı olmaz biliyorum. Affet de demiyorum. Affedilecek şeyler değil sana dediklerimiz yaşattıklarımız. Bizimle sadece birkaç gün geçirdin ama biz senin omuzlarına yıllara bedel bir ağırlık bıraktık." dedi. Başımı salladım...
"Dışarıdan nasıl göründüğümüzün bir önemi yok Aden. Sen o iki günde o evin içini gördün." derin bir nefesle ofladı.
"Haklıydın. O gün çekip gittiğinde dediklerinde haklıydın." dediğinde ellerimle yüzümü sıvazladım.
"Siz bu yaşınıza gelene kadar bu hayattan nasıl bir ders çıkarttınız bilmem." dedim gözlerine bakarak.
"Ben yirmi bir yıllık hayatımda çok dersler çıkarttım ama en ağırı neydi biliyor musunuz?" dedim. Titrek bakışlarıyla baktı bana.
"Bu hayatta bir insana yapılabilecek en büyük kötülük sevgisizliği hissettirmektir." dedim boğazıma batan kıymıkların acısıyla.
"Siz ve aileniz. Hiç tanımadığınız bir insana sevgisizliğin ne kadar ağır bir yük olduğunu gösterdiniz." dediğimde sarsıldı.
"Öldüğünüzde yanınızda götüreceğiniz tek şey kalbinizdekiler olacak Yağız Bey. Sizin ailenizin kalbi o kadar kirli ki.." dedim ve sustum. Başımı eve doğru çevirdim. Güneş hemen oradaydı. Bahçeye açılan kapının önünde bize bakıyordu.
"O kadar kör olmuş ki kalbiniz gözünüzün önünde yok olup gidenleri dahi görmemişsiniz." dedikten sonra bir şey demesini beklemeden sırtımı döndüm ona ve eve doğru yürüdüm. Güneş'in karşısında durduğumda onu gören kalbimle baktım güzel yüzüne.
"Hafta sonu mutlaka gel olur mu?" dediğimde yutkundu.
"Aden." dedi sustu. Sonra titrek bir nefes alıp tekrar baktı yüzüme.
"Teşekkür ederim." dediğinde gülümsedim. Vedalaşmam gereken herkesle vedalaşınca çıktık evden. Haydar abi arabayı eve sürerken dönüp Emir'e baktım.
"Anneme gitsek olur mu?" dediğimde anlayışla başını sallayıp Haydar abiye annemin evine gitmemizi söyledi. Yaklaşık yarım saat sonra eve geldiğimizde bu sefer kapıyı çalmayıp girdim içeriye.
Televizyonun yüksek sesi yankılanıyordu. Salona geçtiğimde annemi televizyonun karşısında uyurken buldum. Yanına gidip oturdum. Ev temizdi. Kötü koku yoktu. Bu da demek oluyordu ki ilaçlarımı alıyordu. Alırdı zaten... Korkardı annem ilaç almadığında dönüştüğü insandan.
Emir kapının önünde bize baktı bir süre sonra benim odama geçti. Uzanıp usul usul okşadım annemin saçlarını. Annem bu haliyle bile azıcıkta olsa anneliğini yaparken o kadın nasıl kör olurdu Güneş'e. Bilmiyor muydu kızının halini?
Annemin saçlarında gezinen elim durdu. Dudaklarım aralanırken içimden koca bir siktir çektim. Bilmiyorlardı... Güneş'in neyle savaştığını bilmiyor ve o savaşta ona karşı savaşıyorlardı.
"Aden. Sen mi geldin?" dedi annem uyanırken.
"Ben geldim anne. Hadi gel odana geçelim." dediğinde başını salladı. Odasına geçerken portmantonun önünde duran ayakkabıları gördü.
"Serseri de mi geldi?" dediğinde başımı salladım. "Sabah görürsün." dediğimde başını salladı. Odasına geçtiğimizde hemen girdi yatağının içine. Yerleştikten sonra başını kaldırıp baktı bana. Saniyeler geçti, dakikalar birbiri ile savaşıp saniyeleri yenerken eli ile yanını gösterdi. Gülümseyip yerleştim yanına.
Şimdi yan yana oturmuştuk yatağın içine. Odayı azıcık aydınlatan sokak lambasının gölgesinde tam karşımızdaki dolabın aynasından birbirimizi izliyorduk. Bir o kadar yakın bir o kadar uzaktık birbirimize. Dilimizden sevgi sözcükleri dökülmeden, birbirimizle temas etmeden çaresiz bakışlarımızla sevdik birbirimizi.
"Anne." dedim bakışlarımı ona çevirirken.
"Bana yine şarkı söylesen..." dediğimde başını çevirdi baktı bana.
"Cadı Filiz olmadan yararlanayım diyorsun." dediğinde acı acı güldüm. Eli havaya kalktı saçlarıma yöneldi ama saçlarıma ulaşamadan durdu havada. Sonra kucağına indirip avuçlarına baktı. Dudaklarını birine bastırıp baktı tekrar bana.
"Gel hadi." deyip kucağını gösterdi. Onun kucağına aç olan yanım hızla kaykılıp başımı kucağına yasladım. O güzel sesinden hep duyduğum şarkıyı söylerken usul usul döktüm kucağına yaşlarımı.
Tüm acısının nefesi sesiyle birlikte doluyordu. Tıpkı Güneş'in elleri gibi titreyen elleriyle dokundu yıllar sonra saçıma. Parmak uçlarıyla acıttığı her telime özür dileyerek dokundu sanki.
Annemin o güzel sesine hıçkırıklarım karışıyordu. Titreyen çenemi durduramazken, başımı çevirip yüzüne baktım.
Ben sana aldanamam yarim, ben sana dayanamam... " ağlıyordu.
Çenesinin alnına biriken yaşlarının bazıları gerdanına yol alırken bazıları damlayıp saçlarımda kayboluyordu. Titreyen elimle uzanıp dokundum yaşlarına. Teninde can bulan her damla gözyaşının izlerini sildim. Onun saçlarıma yaptığını ben tenine yaptım... Susmadı, sabah olup uykuya yenik düşene kadar o söyledi ben dinledim...
Ben sana aldanamam yarim, ben sana dayanamam...
* * *
Yorumlar