ADEN 89. BÖLÜM BİR BAHAR AKŞAMI

 89. BİR BAHAR AKŞAMI

EMİR EREZ / İSTANBUL – NİSAN 2026

Baharın güzel esintisi tüm İstanbul'u etkisi altına almış, koca şehrin grisini tatlı bir yeşile çevirmişti. Emir Van'dan döndü döneli tüm zamanını stüdyoda geçirmiş Haziran da başlayacak olan yaz festivallerinin hazırlıklarını sürdürüyordu. Son prova esnasında aşırı yorulduğunu hissedince çalışmaları bitirip bir süredir yaşadığı Beşiktaş'taki eve gitmek yerine aile evine gitti. Ne zamandır onlarla vakit geçirmiyordu.

Eve gitmeden önce pasta ve Barlas'a çok sevdiği kurşun asker oyuncaklarından aldı. Eve geldiğinde tam tahmin ettiği gibi bir karşılama yaşadı. Annesi ve Haydarikosu ile sarılıp tüm ilgisini küçük kardeşine verdi. Barlas'a ayrı bir düşkünlüğü ve sorumluluk hissiyatı vardı. Aden'e olan benzerliği ona olan bağlılığını arttırıyordu. Barlas Kırman annesine hiç benzemiyordu. Biraz babasına benziyordu ama saçları, gözleri, yüz şekli tamamen Aden'di. Cennet bahçesi kendisi doğursa bu kadar olurdu. Neyse ki huyu da tamamen Emir'di. Bundaki en büyük etken de kardeşine ayırdığı fazlaca vakitti. Gerçi ara sıra Güneş'i anımsatan göz devirmeleri, inatçılıkları da oluyordu ama Emir küçük Barlas'ı kendine benzetme yolunda emin adımlarla ilerliyordu.

"Abi bundan kaydeşe de alalım mı?" Emir kardeşinin elindeki oyuncağa baktı. Kurşun Asker ve balerini ona uzatmış sallıyordu.

"Alalım abim," kardeşinin kızarmış yanağını sevdi. Yusuf Ali'yle olan arkadaşlıkları ona Aden ile kendisini hatırlatıyordu. Birbirilerine aşırı düşkün ve bağlılardı. Birisine bir şey alındığında mutlaka diğerine de alınmasını istiyorlardı. Parka, gezmeye gittiklerinde birbirilerinden başka kimseyi görmüyordu gözleri. İkiz gibi takılmaları da ayrı bir olaydı zaten. Bazen tartıştıklarında Yusuf Ali abiliğini yapıyor, Barlas ise Yusuf Ali'yi üzdüğünü görünce yelkenlerini hemen suya indiriyordu.

"Çocuklar yemek hazır," dedi Haydar.

Emir, Barlas'ı kucaklayıp hoplata zıplata masaya yürüdü. Yemek yerken ailesiyle tatlı sohbetler edip bir ay sonra gerçekleşecek olan düğün hakkında konuştular. Emir cennet bahçesinin gelin olacağına inanmak istemiyordu. Elbette onun her konuda, her zaman destekliyordu ancak içten içe de eski çocuk hallerine geri dönüp yamacından uzaklaşsın istemiyordu.

"Güneş'in mezuniyetine gidecek misiniz?" diye sordu Emir. Tuhaftı ama Güneş ile son bir yılda kurdukları iletişimi sevgili oldukları zamanda kuramamışlardı. Geçen bunca zamanda neyi yanlış yaptığını, kendi hatalarını da fark etmiş bir sevgili ya da arkadaş olarak olmasa da bir insan olarak özrünü dilemişti. Aynı karşılığı Güneş'ten de aldığında çok hafiflemişti.

"Gideceğiz tabii," dedi Filiz.

Aden'in ameliyatından sonra kendisine bir söz vermişti. O sözü tutmak için çok çabalıyor bazen yine tutamayacak gibi olsa da çocuklarını kaybetme korkusu artık daha ağır basıyordu. Tabii çocuklarının ondan her gün git gide uzaklaştığını görmekte balyoz etkisi yaratmayı başarmıştı. Emir'in de kendi evine çıkması silkelenmesini sağlanmıştı. Üzdüğü herkesten bugüne dek dilediği en içten ve samimi özrünü dilemiş yeni bir sayfa açmak yerine yeni bir defter almıştı kendisine.

"Anniiiim Gün Gün özledim," Barlas'ın dolu ağzıyla söylediklerine güldüler. Küçük bey çok fazla yüz yüze, yan yana vakit geçiremeseler de Güneş ablasına fazla düşkündü.

"Gideceğiz oğlum," dedi Filiz.

"Sen gelecek misin Emir?" diye sordu Haydar.

"Yok, o tarihte önemli görüşmelerim var. Ama hediyesi hazır benim adıma Barlas Bey verir ablasına," dedi Emir. Tabağında kalan son köftesini Barlas'ın tabağına bırakıp kardeşine göz kırptı. Sohbete devam edip yemeği sonlandırdılar. Barlas'la tekrar koltuğa yerleştiklerinde küçük kardeşi uzayan sakallarını çekiştirip gülüyordu.

"Abi yayın payka gidelim. Yusuf Ali'de gelsin. Nüffen, nüffen," Emir yüzündeki minik elleri tutup ısırdı.

"Çok mu istiyorsun len?" dediğinde Barlas başını salladı.

"İyi gideriz o zaman," dediğinde Barlas kucağından inip bağırarak mutfağa gitti.

"Anniim tetefon kaydeşi ayıcaz," Emir peltek peltek konuşan kardeşinin ardından güldü. Küçük velet şeker küpüne düşmüş gibiydi.

"Abi tete ayayalım teteden izin al," koşarak geri gelip annesinin telefonunu abisinin eline tutuşturdu Barlas. Emir, kendisinin de telefonu olduğunu oradan da arayabileceğini söylemeyip annesinin telefonundan Sema'yı arayıp yarın için izin aldı.

Barlas'ın uyku vakti gelince paçasından ayrılmayan kardeşiyle kendi odasına geçti. Barlas çoktan yatağına girip yüzüstü yatıp uykuya dalmak üzereyken Emir de üzerini değişti. Yatağa girdiğinde burada olmayı özlediğini fark etti. Barlas'a kolunu sarıp bebek kokusunu derin derin içine çektikten sonra kendini uykuya bıraktı.

Sabah Barlas'la birlikte önce Toral ailesinin evine kahvaltıya gittiler. Kahvaltıdan sonra Emir çocukları parka götürdü. İki deli parkı gördükleri gibi Emir'in elini bırakıp kaydıraklara koştular. Emir banka oturmak yerine onların peşinde dolanıp durdu. Onlarla yakalamaca oynayıp peşlerinde koşturdu. Salıncakta sallayıp tahterevalliye bindirdi. Çocuklarla açık havada vakit geçirdikten sonra kapalı oyun parkına gidip tüm enerjilerini atmalarını sağladı. Çocuklar trambolinin üzerinde zıplarken çalan telefonunu kot ceketinin cebinden çıkarıp kimin aradığına baktı. Işıl'dı.

"Affedildim sanırım," dedi telefonu açar açmaz. Artık Işıl adını gördüğünde, duyduğunda sırıtışına engel olamıyordu.

"Gelmemişsin. Dün çok yorgundun iyi misin diye merak edince tutamadım kendimi," Emir, ensesini kaşıyıp keyifle güldü.

"Çok mu merak ettin?" sırıtması daha da büyürken gözüne kestirdiği dinlenme alanına ilerleyip oturdu ama gözleri çocukların üzerindeydi.

"Hayır. Hasta olursan provalar aksayacak ondan şey ettim," dedi Işıl.

"Öyle mi?" diye sordu Emir.

"Öyle..." diyerek cevapladı Işıl.

"Özür dilesem peki?" dedi bir umut Emir.

"Hep özür diliyorsun Emir. Yorma kendini ben anladım anlayacağımı zaten. Her neyse tutmayayım ben seni," dediğinde Emir izin vermedi.

"Kapatma. Eğer işin yoksa yanıma gelsene. Benim veletlerle tanışırsın?" dedi birden Emir.

"Velet derken?" diye sordu Işıl.

"Kardeşlerim korkma henüz bir çocuğum yok, konum atıyorum şimdi. Bekliyorum," deyip telefonunu kapattıktan sonra Işıl'a konum atıp veletlerinin yanına gitti.

"Düştü mü kıçınızdaki pireler?" dediğinde iki çocuk anlamını bilmedikleri kelimelerle dudak büküp birbirilerine baktılar.

"O ne demek Emir abi?" dedi konuşması git gide güzelleşen Yusuf Ali.

"Eğlenceniz bitti mi demek istedim. Yorulmadınız mı?" dediğinde çocuklar başlarını salladı.

"Yorulduk," dediler aynı anda.

"O zaman pizza?" çocuklar Emir abilerinin teklifini birbirine bakıp düşündükten sonra Emir'e dönüp aynı anda "hamburger," dediler.

"Tövbe ya rabbim daha veletsiniz oğlum siz ne bu telepatik davranışlar?" dedi gülerek. Çocuklarda Emir gülünce güldüler. Emir'in uzattığı ellerini tutup oyun alanından ayrılıp yemek katına çıktılar. Emir, Işıl'ı arayıp tam olarak nerede olduğunu söyledikten sonra hepsi için sipariş verdi. Çocuklara ayran, Işıl ve kendisine limonlu soğuk çay söyledi. Işıl Işıl'ın soğuk çayı çok sevdiğini bir arada geçirdikleri aylarda öğrenmişti.

"Haaaa! Çok güzel, Moana gibi," Emir, Yusuf Ali'nin hipnotize olmuş gibi baktığı yere döndüğünde Işıl'ı gördü. Elini kaldırıp kıza seslendiğinde Işıl da onu gördü. Işıl masaya geldiğinde Emir ayaklanıp kızı karşıladı.

"Tanıştırayım Yusuf Ali ve Barlas," dediğinde Yusuf Ali oturduğu yerden zıplayıp Işıl'ın karşısına yürüdü. Alnına düşen siyah saçlarını minik parmaklarıyla geriye tarayıp elini genç kadına uzattı.

"Merhaba ben Yusuf Ali, sen Moana mısın?" Işıl gülüp Yusuf Ali'yle aynı boyda olmak için eğildi. Uzattığı minik eli tutup "adım Işıl ama sen istersen Moana diyebilirsin," dedi. Yusuf Ali utanıp kıkırdadıktan sonra Emir abisine bakıp göz kırptı.

"Abi Moana kim?" dedi Barlas.

Işıl, Yusuf Ali'nin saçını okşayıp Barlas'ın yanına gitti. Ona elini uzatıp kendisini tanıttı ama Yusuf Ali'den aldığı sıcak karşılığı alamadı. Küçük çocuk kollarını göğsünde bağlayıp kendisine yandan bakışlar atıp "abi benim," dediğinde gülmemek için dudaklarını ısırdı.

"Tamam canım. Ben zaten Yusuf Ali'ye talibim," dediğinde Barlas hışımla başını Işıl'a çevirdi.

"Olmaz! Kaydeş benim, kaydeş benim!" Işıl gülmemek için kendini dizginledi.

"Ona da tamam. Peki sen benim olsan?" dediğinde Barlas büzülü dudaklarıyla abisine baktı. Emir boynunu büküp suratını asınca Barlas'ın burnu sızladı.

"Abim üzülür ki. Tamam o senin olsun ama kaydeş benim," dedi. Işıl karşısındaki çocuğun güzelliğine dayanamayıp yanağından sesli sesli öptü. Bu öpücükler Barlas'a ablalarının sıcaklığını hatırlatınca Işıl'a utangaç gülen gözlerle baktı.

"Yemekler geliyor oturalım haydi," dedi Emir. Yusuf Ali'yi yanına oturtunca Işıl'da Barlas'ın yanına, Emir karşısına oturdu. Garson yemekleri servis ettikten sonra Işıl istemsizce Barlas'a daha da yaklaşıp hamburgerini almasına yardımcı oldu. Eli servis peçetesine gidince Emir uzanıp ondan aldı.

"Yedek kıyafetleri var arabada. Şimdi bunu serersek dökmemek için rahat yiyemezler," dedi Emir. Işıl bir düşününce hak verdi. Barlas'a son kez bakıp önüne döndü. Önündeki hamburgere bakıp ortasındaki kürdanı çıkardı.

"Soğan ve domates koydurmadım tam sevdiğin gibi," Işıl, Emir'e göz ucuyla bakıp başını salladı.

"Soğuk çayında limonlu," dedi bu sefer Emir. Işıl yine göz ucuyla bakıp tekrar başını salladı.

"Senin de sesin güzel mi?" Işıl, Yusuf Ali'ye baktı.

"Bilmem güzel diyorlar," dedi Işıl. Yusuf Ali, yanında oturan Emir abisine bakıp ona sordu.

"Güzel tabii. Saçları gibi çok güzel," deyip Yusuf Ali'ye göz kırptı Emir. Işıl, elindeki hamburgeri dudaklarına yaslayıp gülüşünü gizlemeye çalıştı ama Emir'in gözleri dudaklarının kenarında kıvrılan gülüşü hemen fark etti.

"Gözleri de çok güzel. Ama Adda gibi mami değil bal gibi," Yusuf Ali'nin hayranlığı Işıl'ı güldürdü.

"Ablam heykesten güzel biy keye," dedi Barlas dolu ağzıyla.

"Evet ama Adda, abimin mamisi. Sen de benim Moana'm olur musun?" dedi Yusuf Ali hevesle. Emir çocuğun kafasına hafifçe vurup çatık kaşlarıyla güzel yüzüne baktı.

"Yaşıtlarınla ilgilen küçük çapkın," Yusuf Ali' de Emir abisi gibi kaşlarını çatıp sinirli bakışlar attı.

"Seni Adda'ma söyleyeceğim görürsün!" Emir gülüp başını salladı.

Atışmalarla dolu yemek sona erdiğinde mağazalarda biraz dolandılar. Işıl çocuklara birer hediye alırken Emir de çocukların istedikleri oyuncakları aldı. İki velet hallerinden fazlasıyla memnun vakit geçirirken Emir ve Işıl aralarındaki sessizliğin gerginliğini yaşıyorlardı.

"Albüm çalışmaları nasıl gidiyor?" Işıl çocukların üzerindeki bakışlarını bir anlığına Emir'e çevirip tekrar onlara döndü.

"Kötü," dediğinde sesi fazlasıyla bozuk çıkınca Emir kolunu tutup onu durdurdu.

"Ne oldu?"

"Atıştık biraz. Her zamanki halleri... Boş ver," dedikten sonra çocukların peşinden yürümeye devam etti Işıl.

"Abi donduyma," diye bağırarak kendisine koşan Barlas'ı kucakladı Emir. Çocuğun alnında biriken terleri silip sırtını sıvazladı. Barlas'ın peşinden koşturan Yusuf Ali'yi de yamacına çekip onunda alnında biriken terlerini sildi.

"Bizde bir kahve içer miyiz?" Işıl başını sallayıp gülümsedi. Emir çocuklara dondurma alırken Işıl da onlara kahve aldı. Dondurmacının önündeki masalardan birine oturduklarında Emir kahve için teşekkür etti.

"Ne oldu anlat bakalım?" dedi Emir. Kahve bardağının kartonuyla oynayan Işıl ela gözlerini Emir'e çevirdi. Canını epey sıkan bir konuda belki de Emir'den destek almak iyi gelebilir diye düşündü.

"Beni satışla suçladılar," dediğinde Emir'in dudağının kenarı biliyordum dercesine kıvrıldı.

"Pirana kılıklının başından çıkıyor değil mi?" dediğinde Işıl sinir bozukluğuyla güldü. Başını sallayıp yanağını kaşıdı.

"Işıl onlara en başında şartlarını sunup öyle kabul etmişsin tekliflerini üstüne gelme gibi bir hakları yok," dedi Emir.

Işıl'ın solistliğini yaptığı grup neredeyse yedi yılı geride bırakmışlardı ancak Işıl sekizinci solistti. Üstelik adlarını da bir türlü duyurmayı başaramamışlardı. Işıl'ın olağanüstü sesi onları üç yıldır ayakta tutup iyi para kazandırınca Işıl'ın şartlarını da es geçmeye başlamışlardı.

"Senden sonra onları sattığımı düşünüyor. Yani kendi grubumun solistliğini elimin tersiyle itip senin vokalistliğini yapmayı tercih etmişim. En başında ünlü olmayı, popülerliği istemediğimi söyledim Emir. Onlarda merak etme biz sadece normal, küçük mekanlarda çıkıyoruz, sosyal medya bile bizlik değil demişlerdi ama işte... Gerçi onları da suçlamıyorum, haksız da değiller ancak ben istemiyorum onlarda beni salmıyor, ne yapacağımı bilmiyorum senin anlayacağın," dedikten sonra derin bir iç çekti Işıl.

"Asıl isteğin ne peki?" diye sordu Emir. Işıl'ın yüzünde dingin bir tebessüm belirdi. Kıvırcık saçlarını havalandırıp küçüklüğünden beri arzu ettiği şeyi dile getirdi.

"Okulu bitirmek. Sonra da formasyon alıp öğretmenlik yapmak," dedi Işıl.

Kendi eğitimi sırasında ne yazık ki öğretmenleri tarafından destek gören, cesaretlendirilen bir çocuk olamamıştı. O çocuk haliyle bu durumu içerleyince öğretmen olup kendisi gibi keşfedilmeyi bekleyen çocukları keşfedip onların hayatlarına dokunmaktı en büyük arzusu.

Emir, sandalyesini Işıl'a yaklaştırıp içten içe çok sevdiği saçlardan bir tutamı parmağına doladı. Kumrala kaçan kahverengi saçlara büyük bir hayranlık besliyordu. Işıl'a yaklaştıkça burnuna dolan vanilya kokusuyla mest oldu. Yüzünde anlayışlı ama bir o kadar eğlenceli bir sırıtış belirince Işıl'da dudakları kıvrıldı.

"Seni tutan bir şey yok Işıl. Legal bir gruba üye değilsin. Sözleşmeler, anlaşmalar, avukatlık hiçbir olayın yok. Veda edip kapıyı çekip çıkman yeterli. Onlar için fazlasıyla şey yaptın. Hatta eğer o gece ben seni fark etmeseydim onlar asla benim stüdyoma giremezlerdi..." deyip parmağına doladığı saçı okşadı.

"Vokalistliğe gelirsek ister devam et ister etme. Ama... Açıkçası dürüst olmak gerekirse sesime karışan sesin beni fazlasıyla etkiliyor," Işıl kıkırdayıp genzini temizledi. Burnunun ucunu kaşıyıp ateş basan yanaklarını gizleme isteğiyle doldu. Emir'in yanağını okşayan nefesleri kalbinin daha da hızlı atmasına neden oluyordu.

"Beni etkilemene izin vermemem lazım," dedi Işıl. Emir kıza biraz daha yaklaşıp sol avcunu kıpkırmızı kesilen yanağa yasladı. Kendi gelgitleri, karasızlıkları ve endişeleri yüzünden Işıl'ı üzdüğünü, yorduğunu kızın bu sözüyle daha net anladı.

"Yarın akşam seni yemeğe çıkarsam öncemizi, şimdimizi ve sonramızı konuşsak?" Işıl gözlerini kırpıştırıp gülüşen çocuklara bakıp tekrar Emir'in kahvelerine baktı. Peş peşe yutkunup başını salladı.

"Güzel," deyip kızın dudağına yakın bir noktayı öpüp geri çekildi Emir.

Dondurma ve kahve faslından sonra kalktılar. Emir önce çocukları kendi evlerine bırakıp oldukça yavaş bir hızda Işıl'ı da Üsküdar'daki evine bırakıp yarın akşam onu alacağını söyledi. Tekrar karşıya geçip Beşiktaş'taki evine gitti. Yüzündeki durduramadığı gülüşü onu evdeki stüdyoya götürdü.

"Yalın olup çıkartacak bu kız beni," deyip kendi kendine güldü. Gitarını eline alıp birkaç notaya rastgele bastıktan sonra zihninden geçen kelimeleri içinden bir araya getirmeye başladı. Uyumlu kafiyeleri aklında tutup tekerlekli sandalyesini bestelerini yazdığı masaya sürükleyip yeni bir kâğıt çıkardı.

"Cennet bahçeme zamanında sadece ona şarkı yazacağıma söz vermiştim ama hayat işte. Hem yalandan kim ölmüş," deyip kendi kendine sırıttı. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar yeni bestesine çalıştı.

Sabah uzun zamandır uyanamadığı kadar enerjik uyandı. Uzun bir duşun ardından kendisine tost yaptı. Spor haberlerini izleyerek karnını doyurduktan sonra Doğu ve Doruk'la günlük telefon şamatalarını yaptıktan sonra yeni başladığı sporu aksatmamak için hazırlanıp evden çıktı.

Koşu bandında koşarken Işıl'ı akşam hangi mekâna götürsem diye düşündü. Ne çok salaş, ucuz bir yer istiyordu ne çok lüks kızı rahatsız etmeyecek bir yer istiyordu. Aklına istediği gibi bir yer gelmeyince Yusuf'u aradı.

"Oooo kimler arıyor kimler. Değişik hangi dağda kurt öldü?" dedi Yusuf sitemle.

"Uludağ'da öldü. İşim düştü sana. Eniştelerin hası olarak bir el at," dedi Emir.

"Hayırdır?" Emir koşu bandından inip suyunu içti.

"Ne çok ucuz ne çok pahalı olmayan bir mekân lazım bana. İnsanı rahat hissettirecek, yemeği, içkisi güzel bir yer," dediğinde Yusuf'un sırıtışını işitti.

"İnce iş anlaşılan," dedi Yusuf.

"Öyle," deyip terini sildi Emir.

"Rıza abinin mekânı güzeldir. Biz Gamze'nin olayından sonra Beykoz'daki mekâna gitmedik ama sana orayı öneririm. Şile'de açtığı mekânda güzel fakat baş aşçıları Beykoz'da haliyle yemekleri daha güzel," Emir başını sallayıp tekrar suyundan içti.

"Eyvallah eniştem. Ödeşiriz," dediğinde Yusuf güldü.

"Mutlaka ödeşeceğiz. Hayırlı işler koçum," Emir gülüp ensesini kaşıdı.

"Eyvallah!"

Spordan çıkıp eve gitti. Yeniden duş alıp uzandığı yerden Yusuf'un söylediği mekânı araştırıp adresine baktı. Menüsüne, yorumlara, fotoğraflarına bakıp inceledi. Eniştesinin dediği kadar iyiydi. Fotoğraflardan bile sıcaklığını hissettiriyordu. Arayıp akşam için rezervasyon yaptırdı.

Akşama kadar vakit öldürdükten sonra odasına gidip ne giyineceğine bakındı. Kendisine kıyafet bakarken Aden'i ilk randevusuna hazırladığı günü hatırladı. Cennet bahçesinin heyecanını anımsayınca sırıttı. Yatağın üzerine attığı telefonunu alıp Aden'i görüntülü aradı.

"Emir'im," diye açtı telefonunu Aden neşeli sesiyle.

"Cennet bahçem, müsait misin?"

"Sana her zaman müsaidim canımın içi," dedi Aden. Yediği keki bırakıp elini peçeteyle sildi. Emir yatağa oturup başını kaşıdı.

"Işıl'ı akşam yemeğe çıkaracağım. Ne giyinsem karar veremedim," dediğinde cennet bahçesinin mavileri irileşti.

"Nasıl? Bir saniye," deyip telefonunu alıp odasına koşturdu. Yatağına rahatça yüzüstü uzanıp sırıtarak Emir'e baktı.

"Ay randevuya çıkıyorsun demek... Ya çok mutlu oldum," Emir sırıtıp başını salladı. Uzayan saçlarını karıştırıp ensesini ovaladı.

"Belirsizlik onu da beni de yoracak, bir adım atmam gerekiyor diye düşündüm," Aden başını salladı.

"Doğru düşünmüşsün. Bu olaylar böyle havadan ilerlemiyor ya herro ya merro Emir'im canım," dedi Aden.

"Doğru diyorsun, bir isim koymak lazım değil mi?" Işıl'ın yüzü gözlerinin önüne gelince gülümsemesi büyüdü.

"Öyle tabii. Hani Işıl'da kaçırılacak gibi değil. E bence hislerinizde karşılıklı ilk deneyimin kötü oldu diye kendinize şans vermemek aptallık olurdu," Emir, Aden'e hak verdi.

"Sana çok mantıklı ve doğru konuştuğunu söylemiş miydim cennet bahçem?" Aden sırıtıp havalı havalı göz süzdü.

"Söyledin de bir kez daha söylemekten bir şey kaybetmezsin," dedi gülerek Aden.

"Şımarma, şımarma. Yardım et şimdi bana. Ne giyineyim?"

"Dolabını göster bakayım," Emir yataktan kalkıp dolabını açtı.

"Her zamanki gibi giyinsem özenmemiş gibi olurum sanırım," dediğinde Aden başını salladı.

"Özel bir gece olacak sizin için. Güzel giyin... Sevmiyorsun ama klasik giyin mutlaka," dedi Aden.

"Nasıl klasik?" dedi Emir şimdiden sıkılarak.

"Ne bileyim gömlek, tişört üzeri ceket. Kumaş pantolon falan," Emir gözlerini devirse de dolabındaki nadir kullandığı gömleklerine el attı.

"Tişört üzerine gömlek giyinsem?" diye sordu.

"Olabilir, nereye gideceksiniz?"

"Beykoz'daki sizin ilk yemeğe çıktığınız yer," dediğinde Aden bir anlığına durdu. O günü hatırladığında gülümsemesi büyüdü.

"Bak sen. Enişteden fikir alınmış," Emir gülüp askıdan siyah gömleğini çıkarttı.

"Bir yere karar veremeyince danıştım," dedi Emir.

"Güzel güzel. İyidir orası esintisi çok ama haberin olsun," dedi Aden.

"Tamam alırım ceket yanıma. Bak şunlara?" deyip yatağa bıraktığı kıyafetleri gösterdi.

"O beyaz olmaz. Seni fazla sıska gösteriyor. Siyah salaş gömleğini ayır. Onun altına siyah kotunu giyin. Kot ceket mi deri ceket mi karar veremedim. Uzun kolyelerini tak mutlaka," Emir, Aden'in söylediklerini uygulayıp uzamış saçlarını geriye doğru tarayıp yarım bir halde topladı.

"Oldu mu?" dedi aynanın karşısından kendisini göstererek.

"Maşallah maşallah. Oğlum var ya yaş aldıkça afet-i devran oluyorsun. Yaşadı seni alan," Emir gülüp kolyelerini düzeltip kameraya sırıttı.

"Ne sandın kızım abin gibisi yok bu dünyada," Aden'in kahkahası yüzünü güldürdü.

"Aslan Uyguroğlu'na fazla maruz kalmış gibisin," bu sefer Emir'in kahkahası yankılandı.

"Biraz öyle oldu. Aramızda kalsın Bejna yengeciğimin yemekleri anneminkileri geçmiş durumda. Doğu ile sürekli onlarda yiyoruz. Van'a gitmeden tüm Van'ın tadına vardım yeminle kilo aldırdı gerçi ama değerdi," Aden kıkırdayıp başını salladı. Bejna'nın eli fazlasıyla lezzetliydi. Aslan sürekli spor yapan bir adam olmasaydı çoktan göbekli bir adam olmuştu.

"Ben de diyorum Emir nasıl olur da spora başlar," dedi Aden gülerek.

"Suna abla sıçtı ağzıma. Bir ayda iyi toparladım ama. Bana kalsa asla kıçımı kaldırmamda neymiş ben Türkiye'ye mâl olmuş bir adammışım iyi görünmem lazımmış falan filan işte," dedi Emir.

"İyi demiş aferin. Ben de iki gün gittim işte sonra burnum çok acıyınca bıraktım," Emir, Aden'in bahanesine büyük bir kahkaha patlatıp kıvrana kıvrana güldü.

"Gülme köpek!" diye bağırdı Aden.

"Koşu bandında burnunu mu koşturdun ne yaptın?" dedi Emir gülüşlerinin arasında.

"Ha ha ha! Komik adam seni," dedi Aden bozulan sesiyle. Sonra göz ucuyla kendisini süzüp ofladı.

"Ya verdim kilo zaten ameliyattı, iştahsızlıktı. Fazlasına gerek yok," dedi Aden. Eskisi kilosuna düşmüş hatta bir iki kilo daha vermişti. Ameliyattan sonra fazla iştahsızlık yaşamış yediğini de kusup durmuştu.

"Tombik yanaklarını severim kız senin," dedi Emir birden içinden gelerek.

"Tombik yanak mı kaldı baksana gitti hepsi," dedi Aden yanaklarını göstererek. Yüzündeki hasarlardan oluşan şişlik bir ay boyunca onunla kalmış sonrasında eriyip gitmişti. O şişlikleri peşinden de verdiği kilolarda ilk yüzünden gidince tombik yanaklı bir yanı kalmamıştı.

"Olsun yine severim," Aden gördüğü sevgi karşısında gülümseyip Emir'e öpücük attı.

"Çok konuştuk. Gecikme sen. Gece dönüş yap ama çatlarım ben meraktan. Işıl'a da selam söyle," dediğinde Emir başını salladı.

"Tamam cennet bahçem. Teşekkür ederim, görüşürüz," deyip kapattı telefonu Emir.

Akşam trafiğine kalmamak için evden erken çıktı. Üsküdar'a geldiğinde Işıl'ı evinden almadan önce ona çiçek almak istedi. Sahilde gözüne kestirdiği çiçekçide güzel bir aranjman yaptırdıktan sonra yoluna devam etti. Üsküdar Mihrimah Cami'nin arka sokaklarından birinde durdu. Işıl'ı arayıp geldiğini söyledikten sonra çiçek buketini alıp arabadan indi. Işıl'ın oturduğu apartmanın önünde ileri geri yürüdü. Derince soluklanıp arabasının önünde durduğunda apartmanın açık kapısından asansörün sesini işitti. Duruşunu düzeltip gömleğinin yakalarını tek eliyle düzeltti. Saniyeler sonra Işıl'ı ona doğru yürürken buldu. Kızı istemsizce baştan aşağı süzünce peş peşe yutkunup dudaklarını ıslattı. Işıl beyaz, eski tarz, dökümlü gelen uzun kollu kısa elbisesi, bacaklarını saran beyaz iplikli topukluları ve tepesinde renkli bir fularla topladığı kıvırcık saçlarıyla çok güzeldi. Fazla güzeldi...

"Bekletmedim umarım," dedi Işıl aparmanın önündeki dört basamağı indiği sırada.

"Yok, yok beklemedim," dedikten sonra silkelenip toparlandı. Elindeki buketi Işıl'a uzattı.

"Senin için," Işıl, kıpır kıpır gülüşüyle buketi alıp teşekkür etti.

"Gidelim mi?" dedi Emir. Işıl başını sallayıp arabanın diğer tarafına yürüdü. Elinde tuttuğu çantasını ve kot ceketini arabanın arkasına bırakıp ön tarafa yerleşti.

"Nereye gideceğiz?" diye sorduktan sonra emniyet kemerini takıp Emir'e döndü.

"Güzel bir yere," dedi Emir. Yan gülüşle Işıl'a bakıp arabayı çalıştırdı.

Restorana geldiklerinde çalışanlar onları çok hoş karşıladı. Mekânın sahibi Rıza da gelip bizzat ilgilendikten sonra Emir bu özel ilginin Yusuf'un eseri olduğunu anladı. Teras dolu olduğundan alt kattaki masalardan birisine oturup sipariş verdiler.

"Burası çok hoşmuş," dedi Işıl.

"Ben de değendim. Şile'deki yeri de güzeldir ama buranın ortamı daha iyiymiş," dedi Emir. İçinden de eniştesine teşekkürlerini saydırdı. Etrafta gezdirdiği gözlerini Işıl'a tekrar çevirdiğinde derin bir nefes aldı.

"Çok güzel olmuşsun... Yani zaten güzelsin de böyle elbise falan ilk defa görüyorum. Çok yakışmış," ne dediğini bilmeden konuştu Emir.

"Teşekkür ederim. Aslında seni görene kadar bayağı endişeliydim ama seni de böyle görünce rahatladım," dedi ışıl.

"Nasılmışım ki?"

"Yani şey şık, yanlış anlama normal giyinişini de çok beğeniyorum ama hani böyle özen gösterdiğini görünce mutlu oldum, ben abartmamışım diye rahatladım..." Emir bu hallerine güldü. İlk defa flörtleşiyor gibi olmaları komiğine gitti. Çok değil üç yıl sonra otuz olacakken bu kadar liseli heyecanı sinirlerini bozdu.

"Bir karar verdin mi?" dedi Emir ancak susar susmaz garsonlar geldi. Yemekler servis edildikten sonra garsonlara teşekkür ettiler.

Işıl önündeki tabağı biraz kaydırıp suyundan bir yudum aldı. Yeşile çalan iri ela gözlerini Emir'e odaklayıp güçlü bir nefes aldı. "Ben bir karar verdim," dediğinde Emir kollarını masaya yaslayıp göz kırpıp başını salladı.

"Grubu tamamen bırakacağım devam edersem güzel şeyler olmayacağı kesin... Önce kaydımı yenileyip konservatuvarı bitireceğim. Sonrasında da öğretmenlik için formasyon alacağım. Geçimimi de sağlayabilmem için bu süreçte vokalistin olarak kalmam gerekli," dedi Işıl.

Babası ve down sendromlu kız kardeşiyle sürdürdüğü yaşamında onunda parasını kazanması gerekliydi. Bir kafede garsonluk yapıp bir mağazada satış yapabilir ya da eğlence mekanlarında şarkı söylemeye devam edebilirdi ancak biliyordu ki vokalistlikten kazandığı paranın üçte birini bile kazanamayacaktı. Emir ile arasındaki duygusal etkileşim iş anlamında onu endişelendirse de bir yerde geçimini de devam ettirmek zorundaydı.

"Güzel... Çok güzel," dedi Emir gülüşünü ve memnuniyetini belli ederek. Grup neyse de o pirana kılıklı kendini virtüöz sanan gitaristten asla haz etmiyordu.

"Emir," dedi Işıl.

"Işıl Işıl," dedi Emir. Gözlerini bir an olsun kızın güzel yüzünden ayıramıyordu.

"Karar verdim de ben grupla nasıl konuşacağım onu düşünüyorum. Tolga anında lafı ağzıma tıkayıp ajitasyon yapıp beni susturacak," Emir'in gözleri önüne pirana kılıklı gelince gözlerini devirdi. Işıl aslında güçlü, kararından dönmeyen, eyvallahı olmayan ve kimsenin lafına göre hareket etmeyen bir kadındı ancak karşısındaki adam o kadar iyi bir manipülatördü ki Işıl onunla bir türlü baş edemiyordu. Emir başını sağa sola sallayıp ne yapabilirim diye düşündükten sonra o piranayla baş edecek kişiyi hemen buldu.

"Merak etme. Suna abla onun anlayacağı dilde sana hiç bulaştırmadan halleder," Işıl pek emin olamadı.

"Suna ablayı hiç bulaştırmasak?" Emir kendini dizginlemekten vazgeçip elini Işıl'a uzattı. Avcunu kızın yanağına yaslayıp baş parmağıyla kızarmış teni okşadı.

"Işıl merak etme, tamam mı?" Işıl başını usulca salladı. Emir hiç istemeden elini geri çekti. Yemekleri işaret edip "soğutmadan yiyelim," dedi.

Yemek boyunca hem Haziran da başlayacak olan konserlerden hem de konservatuvardan konuştular. Konser için repertuarlarına doksanlı yıllardan şarkılarda koymaya karar verdiler. Kendi tarzlarında düzenleyip konserlerde giriş şarkısı yapmayı düşünüp ekiple konuşmaya karar verdiler.

Yemekten sonra restoranın sahil tarafına çıktılar. Kumsal'ın oradaki masalardan birine geçip tatlı ve kahvelerini buraya istediler. Masalarına kadar vuran durgun dalgaların sessiz gürültüsünü dinlediler. Işıl, dolunayın yansıdığı denizi izlerken Emir'de onu izliyordu. Konuşmaları gerekmeyen her şeyden konuşup konuşmaları gereken hiçbir şeyi konuşmamışlardı. Derin bir nefes alıp oturuşunu dikleştirdi. Artık asıl konuya girmesi gerekiyordu.

"Işıl," dedi.

Işıl gözlerini Emir'e çevirip gülümsedi. Emir'in sesinden, kendisine bakan gözlerinden asıl konuya gireceklerini anladı. Kalbi şiddetle atıp yutkunmasına neden olurken üşüdüğünü hissetti.

"Önce şunu bilmeni isterim ki ben aslında bu kadar hödük bir adam değildim," dediğinde Işıl hödük lafına güldü.

"Bana denk geldi demek ki?" Emir yaptığı hödüklükle bir kez daha yüz yüze geldi.

"Özür dilerim. İlk günden bu zamana denk yaptığım tüm ayıplardan dolayı gerçekten özür dilerim," Işıl karşısındaki adamın samimiyetine hep güvendiğinden yine güvendi. Eski ilişkisi hakkında az çok kulağına gelenler sayesinde Emir'in bu dengesizliğinin sebebini anlıyor ona endişeleri için hak veriyordu ancak Emir'e çoktan kapılıp giden kalbi onun kendisine her kötü davranışında kırılmaktan kendini geri alamıyordu.

"Bu özrünü tek bir şartla kabul eder ve seni affederim," dedi Işıl.

"Işıl Hanım şartınız nedir?" dedi Emir merakla. Yüzünde de minik bir gülümseme vardı.

"Benden bir daha özür dilemek zorunda kalma..." Emir yavaşça başını sallayıp boğazını temizledi. Işıl'ın ne demek istediğini anladı. Beni kıyaslama, kırma, kendi sonuçlarının bedelini ödetme diyordu.

Haklıydı... Işıl'a karşı bir şeyler hissetmeye başladığını anladığı ilk andan itibaren ondan kaçmış, yüzüne bakıp muhatap olmak istememiş ancak kendisini ondan uzakta tutamamıştı. Sürekli gelgitli halleri haliyle Işıl'ı yormuş ve kırmıştı.

"Haklısın. Seni yok yere çok fazla kırdım," Işıl gözlerini ellerine indirip yanak içlerini ısırdı.

"Son bir şans istiyorum senden Işıl. Birbirimizi sil baştan tanıyıp yolumuza öyle devam etsek olur mu?" dedi Emir dizginlediği heyecanıyla. Gözlerini Işıl'ın gözlerinden bir an olsun kayırmadan "bence etmeliyiz," dedi.

"Ben kıskanç biriyim, yerimi yurdumu, duracağım anı bilirim ama söz konusu sevdiklerim olunca aksi ve paylaşımsızımdır. Benim olan benimdir... Sonra bazen çok gıcık ve baş ağrıtıcı olabiliyorum. Kardeşime de aşırı düşkünümdür onun için seni sürekli ekebilirim ya da ne bileyim horlarım mesela. Çok fena horlarım hem de. Kavgacıyımdır da bakma böyle durduğuma. Saç baş yolanlardanım. Yani senin anlayacağın ben pek çekilecek çile değilim," Emir kahkahasını içine gömüp peş peşe öksürüp boğazını temizledi.

"Gözümü korkutamazsın," dedi Emir.

"Korkutmuyorum... Gerçeklerim bunlar," Emir, Işıl'a bakıp iç çekti. Işıl'ın hep gülen yüzünü bilmese, stüdyoda uyukladığında yanında olmasa, lokmasını paylaştığına şahit olmasa ya da kırmamak için hep alttan alan taraf olduğunu görmese bu dediklerine inanırdı.

"Cadalozum, çirkefim diyorsun yani?" dedi Emir onunla uğraşmak istediğinden. Işıl'ın gözleri iri iri açılıp şaşkınlıkla Emir'e baktı.

"Bana çirkef dedin ya sen," Emir'in gür kahkahası gecenin ortasında yankılandı.

"Ben demedim sen açılımını yaptın ben de sözcük olarak ne olduğunu söyledim," Işıl'ın dudakları birkaç kez açılıp kapandı.

"Çirkef miyim ben Emir?" diye sordu Işıl. Emir'in gözünü korkutmak istemişti ama becerememişti.

"Sen öyle diyorsun ama değilsindir diye umut ediyorum. Cadalozluğuna katlanabilirim ama çirkefliğinle nasıl baş ederim emin değilim," Işıl dudaklarını büzüp kollarını göğsünde bağladı.

"Tamam abarttım biraz hatta bayağı abarttım, güldük eğlendik tamam yeter," deyip gözlerini Emir'den kaçırdı ama gülüşlerini hâlâ duyabiliyordu.

"Açıkçası çirkef Işıl'ı da bayağı merak ettim," Işıl yan gözlerle Emir'e baktı. Sırıtışını görünce dudakları kıvrıldı.

"Yok öyle biri. Sahiden abarttım Emir, çirkeflik falan asla bana göre şeyler değil bak nasıl ponçik biriyim," deyip ellerini yanaklarına yasladı Işıl.

"Tabii. Çok ponçiksin çok," Emir'in diline vermişti bir kere malzemeyi bu çirkefliği daha çok duyacağını biliyordu.

"Her fırsatta çirkef diyeceksin değil mi?" Emir gülerek başını sallayıp soğumuş kahvesini tek yudumda bitirdi.

"Her fırsatta olmasa da ara ara hatırlatırım diye düşünüyorum," Işıl gözlerini devirdi. Emir keyifle tatlısını yerken bir yandan da Işıl'la uğraşıyor ona başka hangi çirkeflikleri olduğunu soruyordu.

Konuşmaları eninde sonunda geçmişlerine dokunduğunda en yalın halde kartlarını birbirilerine açık oynadılar. Mazilerinde onları yaralayan, kıran ama onları daha da güçlendiren emarelerini birbirilerine açtılar. Işıl uğradığı ilk ihanetinden bahsetti, Emir neleri kaybedip neleri kazandığından. Işıl kız kardeşi Işık'ı anlattı, Emir ise Barlas ve Aden'i.

Bir yerde Emir susup sadece Işıl'ı dinledi. Konuşurken hareket ettirdiği ellerini, mimiklerini, çok önemli bir detay verirken büyüttüğü gözlerini, alnını kaşındıran bebek saçlarını sürekli düzeltişini izledi. Onu ve hislerini ötelediği için kendisine bir kez daha kızdı. Işıl'ın kulağına dolan sesi, gözlerine değen elaları, dişlerini kamaştıran kırmızı yanaklar Işıl'a karşı hissettiği sevgisinin varlığını kanıtlıyordu kendi içinde.

"Işıl," dedi. Sesinin gerilerindeki hayranlık o kadar yoğun hissediliyordu ki Işıl, isminin ne kadar güzel olduğunu Emir ona seslenince anladı.

"Her şey bir yana... Bize bir şans verecek misin Işıl Işıl?" dedi Emir. Omuzlarını düşürüp derin bir nefes alıp elini Işıl'a uzattı. Bir dakika kadar sonra avcuna konan küçük elle gülümsemesi büyüdü. Işıl ise kollarını masaya yaslayıp boştaki eline de başını yasladı ve Emir'e kıvrılmış dudaklarıyla onu düşünürken hep diline dolanan şarkıyı söylemeye başladı.

"Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak. İkimizin de saçları ak, öyle durup bakışacağız," Emir, Işıl'ı gördüğü ilk güne gitti. O gecenin hissiyatını tekrar yaşadığında aklında kalan tek şey gözlerinin Işıl'ın gözleriyle denk düştüğü ilk an kaldı.

"Belki bir deniz kenarında, el ele maziyi konuşacağız. Benim içimde yanan ateş var, sevgilim ne zaman buluşacağız..."

Gülüşleri birbirine karıştı, ellerinin sıcaklığı tenlerini okşadı. Işıl'ın güzel sesine Emir'in de sesi karıştı. Şarkıyı birlikte söyleyip gözlerindeki yansımalarında kayboldular. Kalplerinin izinde, hislerini belli eden gözlerinin şahitliğinde yollarını birleştirmek için adımlarını birbirilerine attılar.

GÜNEŞ UYGUROĞLU / İSVİÇRE -NİSAN 2026

İsviçre de son zamanlarda durmadan yağan yağmur bir noktadan sonra insanın moralini bozuyordu. Gri bulutların arasından güneş ışıklarını bir türlü yeryüzüne saçamıyordu. Güneş daha fazla yatakta duramayacağını bir kez daha çalmaya başlayan alarmıyla anladı. Yatağından oflayarak kalkıp banyoya girip kısa bir duş aldı. Duştan sonra hızlıca hazırlanıp evden çıktı. Arabasına yürüdüğünde Daron'un arabasını fark etti. Onun arabasına ilerlediğinde Daron'un arabada olmadığını gördü. Etrafına bakındığı sırada beline sarılan kollarla heyecanla gülümsedi.

"Günaydın Soleil," dedi Daron. Güneş'i kolları arasında döndürüp izlemeyi çok sevdiği yüzüne aşkla baktı.

"Günaydın," dedi Güneş. Ellerini nereye koyacağını bilemedi. Daron bir elini Güneş'in boynuna yasladı. Parmağının altında atan nabzı okşadı.

"Çok işin vardı senin bugün keşke işe geçseydin direkt," dedi Güneş. Daron parmaklarını Güneş'inin sarı tutamlarının arasına sızdırıp burnunun üstüne de bir buse bıraktı.

"İşimi çoktan hallettim. Bugün içinde bizzat benim tarafımdan izinlisin," dediğinde Güneş güldü.

"Keşke benimde haberim olsaydı, uyanmazdım..." Daron sırıtıp başını sağa sola salladı.

"Bugün kendime de izin verdim. Belki beraber kafa dinleriz diye. İki gün sen, ben ve sadece doğa... Ne dersin kaçırayım mı seni?" dedi hevesle Daron.

"Nasıl nereye?" dedi Güneş. Çok istekli görünmemeye çalışsa da gözlerine, iki yana kıvrılan dudaklarına hâkim olamıyordu. Daron ile vakit geçirmeyi, yan yana olmayı seviyor, ona iyi geliyordu.

"Avusturya. Orada çok küçük, tatlı bir bağ evim var. Göl kenarında, dağların arasında," Güneş evi hayalinde canlandırabiliyordu. Gülüp burnunun ucunu kaşıdı. Sevgili değillerdi, arkadaş olarak devam etme niyetindeydiler ancak bu düşünceyi devam ettirmeye çalışan taraf Güneş'ti. Görüldüğü üzere Daron, Güneş ile aynı niyette değildi.

"Beni cidden kaçıracaksın sanırım," Daron güçlü bir kahkaha atıp Güneş'i daha çok sarmaladı.

"İstersen," Güneş düşünmeden başını salladı.

"O zaman eve dönelim ben küçük bir valiz hazırlayayım," dedi Güneş.

"Tamam. Bana da sizin çaydan yapar mısın?" Güneş gülerek başını salladı. Birlikte eve çıktıklarında Güneş, çay suyunu koyup odasına geçti.

"Hava durumu nasıl orada?" diye sordu Daron'a.

"Yanına kalın bir şeyler alabilirsin," dedi Daron.

Salonda oturmaktan sıkılınca ayaklanıp Güneş'in odasına ilerledi. Kapıya yaslanıp onun hazırlanışını izledi. Burada, onun yanında olabilmek için verdiği mücadele sonunda zafer kazanmış, Güneş'in duvarlarının arasından sızıp ona ulaşmıştı. Kendisi ne kadar yakın olmak istese de Güneş'in sınırlarını geçmemeye çalışıyordu ancak ellerine, dudaklarına hâkim olmakta zorlanıyordu. Hiç dokunamadığı, doya doya sarılamadığı, bütünleşemediği bir kadına hasretti.

"Su kaynıyor mu?" diye sordu Güneş.

Efendim?" Güneş valizin kapağını kapatıp valizi yataktan indirdi.

"Su diyorum kaynadı mı?" diyerek Daron'un yanına gitti.

"Bilmem," dedi Daron. Gözleri Güneş'in saçlarında, gözlerinde, dudaklarında dolandı.

"Bakayım ben o zaman. İçip çıkalım," Daron'u arkasında bırakıp mutfağa ilerledi Güneş. Çayı demleyip yanına dün yaptığı küçük poğaçalardan çıkarttı. Tek başına yaşayınca yemektir, hamur işidir onları da yapmayı öğrenmişti.

"Pasaportunu unutma güzellik," Güneş omzunun üstünden Daron'a bakıp gülümsedi.

"Yatağımın sol tarafındaki komodinin ilk çekmecesindeydi. Alır mısın?" Daron başını sallayıp Güneş'in yatak odasına gitti.

Güneş'in dediği yerden pasaportu aldığında çekmecenin gerisinde gözüne bir şey takıldı. Şeffaf poşetin içerisinde bir sürü ilaç vardı. Omzunun üstünden odanın girişine bir bakış attı. Başka bir şey olsa bakmazdı ancak ilaç olunca korkusu ağır bastı. Poşeti çekip baktığında içinde bir sürü içi boş ilaç şişesi vardı. Şişelerin üzerindeki etiketteki isimlere hızlıca göz attı. Bunlar Güneş'in kullandığı ilaçlar değildi.

"Bulamadın mı?" Güneş'in sesiyle irkildi. Elindeki şişelerle arkasına döndüğünde kızın anbean sararan yüzünü fark etti.

"Ben görünce merak ettim," diyerek açıkladı kendisini Daron. Sormak, konuşmak istediği çok şey vardı ama Güneş'i bunaltıp kaçırmak istemedi.

Güneş, Daron'un yanına gelip elindeki poşeti alıp şişelere bakıp buruk bir tebessümle yatağa oturup poşeti de kucağına bıraktı. Daron'a tekrar bakıp yanına oturmasını rica etti. Poşeti komodinin üzerine bırakıp ellerini ovuşturduktan sonra bacaklarının arasına sakladı.

"İntihar girişimlerimi biliyorsun," dediğinde Daron yüreğine saplanan ağrıyla başını salladı.

"Biliyorum... Geçti sanıyordum," dedi acı içinde.

"Geçti. Geçti Daron... Artık öyle düşüncelerim yok. Olduğunda da ilkinden sonra yapamadım zaten," Daron kızın yüzüne elini yaslayıp baş parmağına değen uzun kirpikleri sevdi.

"Çok acıyordu canın?" diye sordu Daron.

"O zamanlar niyetim kendimi öldürmek değildi. Sadece acıyan yanımı öldürmek istiyordum..." dedi fısıltıyla Güneş.

Dolan gözlerini Daron'un yeşillerinden çekip ilaç şişelerine baktı. O şişeler aslında Güneş'in en büyük destekçisiydi. En kötü anlarında elinde, en berbat zamanlarında gözünün önünde durmuşlar ona ölümle hayatı sorgulatmışlardı. Ölmek kolaydı, ölmek sahiden çok kolaydı. Ancak Güneş akılını yitirmediği zamanlarda o ölümün ardından arkasında bırakacağı yıkımı düşününce her seferinde vazgeçiyordu. Ailesine bunu yapmak onların hayatına ölümün lekesini bulaştırmak istemediğindendi kendi acılarına boyun eğmesi. Kim bilir belki de ölüp gitsem kurtulurlar diye çok düşünmüştü ama babasını ve annesini, kardeşlerini hatırladıkça her seferinde vazgeçmişti...

"Güneş," dedi Daron. Kızın çenesinden tutup yüzünü kendisine çevirdi. Küçük yüzünü avuçlayıp alnına alnını yasladı. Burnuna dolan kokuyu derince soluklanıp gülümsedi. Parmakları altındaki yumuşak teni incitmekten korkarak sevdi.

"Gitme benden. İzin ver öldürmek istediğin acılarına dokunayım. Sen bana nasıl hayat olduysan ben de sana olayım..." Güneş titreyen dudaklarını ısırıp yüzündeki ellerin üzerine ellerini yasladı.

"Korkuyorum Daron. Ben yapamıyorum beceremiyorum bu tarz ilişkileri, ya seni de hayal kırıklığına uğratırsam ya kendimden nefret ettirirsem diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Sana bağlanmaktan, sensiz kalmaktan, birleşirsek ayrılmaktan çok korkuyorum... Ben bunu kaldıramam... Sana da çok bencilce görünüyor olabilirim ama kendime sağlıklı, güzel bir hayat kurmaya çalışıyorum bu hayatın içinde beni yine yerle bir edecek bir olay yaşayamam," dedi Güneş.

Daron, Güneş'in gözyaşlarını öperek kuruladı. Yüzünde sahici bir tebessümle Güneş'e bakıp gözyaşlarını parmaklarıyla silip alnına ufak bir buse kondurdu. Yüzündeki ellerini beline sarıp ince bedeni gövdesine yasladı ve kollarını hiç bırakmayacakmışçasına sıkıca Güneş'in bedenine doladı. Başını, saçlarını öpüp yanağını avuçladı.

"Daha önce kimsede hissetmediğim aidiyetliği, tam olmayı, sevgiyi bütün bedenimle, ruhumla sana hissediyorum. Kendine izin ver, bize izin ver. Birbirimizi tamamlayalım, ruhumuzdaki, kalbimizdeki tüm boşlukları birbirimizle dolduralım," dedi Daron hissettiği tüm aşkı haykırma isteğiyle. Güneş burnunu çekip titreyen kollarını Daron'un beline doladı. Kulağına çarpan güçlü ritimleri kendi kalbinde hissetti.

"Ya seni üzersem?" dedi başını kaldırıp Daron'un yeşillerine bakarak.

"Öpersin geçer," Daron'un cevabıyla Güneş gülümsedi.

"Kızarsan, kırılırsan ya mutlu edemezsem seni?"

"Senin varlığın mutlu ediyor zaten beni Soleil. Elimi tutup, kalbime düştüğün yeri sahiplensen benden daha mutlusu olmaz," Güneş'in gözyaşlarını bir kez daha silip dudağının hemen yanındaki benin üzerine dudaklarını bastırdı. Burnunu yanağında gezdirip saçlarına kadar ilerledi. İlk duyumsadığında aklını başından alan kokuya gömülmemek için kendini zor tuttu.

"Daron," diye fısıldadı Güneş.

"Mon amour," Güneş'in kalbi duyduğu kelimeyle tekledi. Boğazının orta yerinde atan nabzını hissetti.

"Daron," dedi bir kez daha. Daron, Güneş'in yüzünü bir kez daha avuçları arasına aldı. Güneş koyu harelerini Daron'un yeşillerinden çekmeden küçük bir gülümsemeyle baktı. Sol avcunu kaldırıp Daron'un yüzüne yasladı.

"Elimi hiç bırakma tamam mı? Olurda ben bırakmak isterim, kaçarım senden asla izin verme tamam mı?" Daron peş peşe yutkundu. Yeşil hareleri iri iri açıldı.

"Güneş sen? Bu, bu beni kabul ettiğin anlamına mı geliyor?" Güneş başını salladığında Daron onu sinesine çekip sımsıkı sardı. Yüzünü pamuk kadar yumuşak saçlara gömüp huzurla soluklandı. Dakikalar boyu hiç kopmadan sarılı kaldılar. Daron'un avucuna aldığı sarı tutamları koklaya koklaya öptü. Güneş huzur bulduğu göğüsten hiç istemese de başını kaldırdı. Yakınlıkları utandırınca ne yapacağını bilemedi.

"Uçak kaçta gecikmeyelim," dediğinde Daron toparlandı.

"Bir buçuk saatimiz var. Çay içelim çıkarız," Güneş, Daron'un çay sevdasına gülüp ayaklandı. Geçen aylarda projeler için çalışmalar yaparken Güneş'in yaptığı çayı içmiş sonrasındaysa her fırsatta istemişti. İçeri tekrar geçtiklerinde Güneş çay ve poğaçaları alıp Daron'un yanına oturdu. Daron poğaçadan bir ısırık alıp Güneş'e baktı. Birbirilerine baktıkça gülmek istiyorlardı.

"İnsanların göründüğü gibi olmadığına bir kanıt daha," deyip elindeki poğaçayı gösterdi.

"O ne demek şimdi?" dedi Güneş.

"Dış görünümün pek yemek yapabilen birisi gibi göstermiyor seni," Güneş kıkırdayıp başını salladı.

"Yapamıyorum zaten. Karnımı doyuracak kadar olanını, en kolaylarını öğrendim," dedi Güneş. Daron'un da kıkırtıları Güneş'in kıkırtılarına karıştı.

"Güzel olmuş, ne diyor siz Türkler; eline sağlık!"

Avusturya'ya indiklerinde Daron'un önceden kiraladığı arabaya geçip dağ evine yol aldılar. Giderken büyük bir markete uğrayıp iki günlük alışveriş yaptıktan sonra yollarına devam ettiler. Yol boyunca sohbet edip müzik dinlediler.

Uzun patika bir yolun ardından orman yoluna girip virajlı yolları geçerek dağların altında, güzel bir göl kenarındaki küçük ahşap ve taştan yapılmış evin önünde durdular. Arabadan indiklerinde Daron bagajdan eşyalarını alırken Güneş doğanın ve manzaranın güzelliğine kapılıp gitti.

"Çok huzurlu değil mi?" Güneş, Daron'a bakıp başını salladı.

"Çok güzel," dediğinde Daron güldü.

"Seninle daha da güzel oldu..."

Eve girdiklerinde Güneş etrafı süzdü. Bir odası yoktu. Amerikan mutfak cam kapıyla salon ve yatak odası olarak kullanılan kısımdan ayrılıyordu. Şömine sobanın sol tarafında geniş bir yatak vardı. Yatağın karşısındaysa geniş bir L koltuk. Yemek masası hemen mutfak ve sobanın ortasındaydı. Giriş kapısının sol tarafındaysa bir koridor görünüyordu. Taş duvarlarda belli aralıklarla yerleştirilmiş ışıklandırmalar ayrı bir hava katıyordu eve. Ev çok güzel ve aşırı temizdi. Kullanılmadığı belliydi ancak fazlasıyla temizdi. Daron'a baktığında mutfakta olduğunu gördü. Yanına adımlayıp ona yardım etmeye başladı.

"Ev çok temiz," dediğinde Daron elindeki paketi buzluğa atıp Güneş'e yaklaştı.

"Temizlettirdim," dediğinde Güneş başını salladı. Meyveleri yıkayıp Daron'un çıkardığı büyük cam kâseye bıraktı. Diğer şeyleri de buzdolabına ve mutfağa yerleştirdikten sonra Daron, Güneş'e banyoyu ve evin altındaki küçük mahzeni gösterdi. Küçük kare odanın duvarlarındaki karşılıklı raflarda içki şişeleri vardı.

"Küçücük ev ama işlevi çok," Daron gülüp Güneş'i kolundan tutup yamacına çekti. Sırtını göğsüne yaslayıp çenesini de başına yasladıktan sonra kollarını karnına doladı.

"Seninle sarhoş olmak güzel olurdu," Güneş gülüp sarhoş hallerini anımsadı. Tam bir rezillik diye içinden geçirdi.

"Eminim benimle çok eğlenirdin," Daron'un gülüşü büyüdü. Yanağını Güneş'in başına yaslayıp ellerinin altındaki bedeni ince kumaşın üzerinden okşadı.

"Çevreyi gezmek ister misin? İskele kısmında küçük bir sandal olması lazımdı. Gölde dolaşırız, akşama balık tutarız sen ne istersen?" Güneş başını yasladığı yerden çekip Daron'a baktı. Elini uzatıp sakallı yüzünü okşadı.

"Balık tutmayı çok severim ama uzun zamandır hiç tutmadım," dediğinde Daron burnunun ucunu öpüp "o zaman akşam balık yapıyoruz. Sen tutuyorsun, ben pişiriyorum..."

Önce evin etrafında sonrasında gölde sandalla gezintiye çıktıklarında kürekleri Daron çekti, oltayı Güneş attı. İlk dakikalarda neyi nasıl yapması gerektiğini hatırlayıp işe odaklandı. Gölün orta yerinde durduklarında Güneş dikkat kesilip oltaya odaklandı.

"Bir şey yok sanırım," dedi Daron ancak Güneş fazla odaklandığından onu duymadı.

"Soleil," sesi bir tık fazla çıkınca Güneş sıçrayıp ona döndü.

"Korkuttum mu özür dilerim. Duymayınca," dedi Daron.

"Yok dalmışım ondan," dedi Güneş. Oltasına balık gelmemesi canını sıkıyordu. Daron dikkat ederek Güneş'in yanına geçti. Sandal ağırlığın eşitsizliğinden bir iki kere sallanıp duruldu.

"Yardım lazım mı?" diye takıldı Güneş'e.

"Hallediyorum ben," dedi Güneş hiç pas vermeden.

"Belki bugün yaşamak istiyorlardır," dediğinde dilini ısırdı. Çok yanlış bir cümle kurduğunu düşündüğünden Güneş'e baktı.

"Tutmayalım o zaman," Güneş'in ters tepkisine gülüp "cık," diye mırıldandı.

"Tutalım," elini Güneş'in elinin üstüne koydu. Makarayı geri sarıp ucuna yeni bir yem takıp birlikte tekrar attılar. Uzun bekleyişlerin ardından sonunda balık tuttuklarında eve geri döndüler. Temizlenip üstlerini değiştikten sonra birlikte mutfağa geçtiler. Daron balıkları temizlemeye başlamadan önce Güneş'i belinden tutup ahşap tezgâhın üzerine oturttu.

"Sana efsane bir yemek hazırlayacağım bana tekrar tekrar âşık olacaksın," dedi Daron. Güneş'in kıkırtıları keyfini daha da yerine getirdi.

"Biz Türkler de bir laf vardır. Erkeğin kalbine giden yok midesinden geçer diye, sen şimdi böyle deyince," deyip kıkırdadı Güneş. Daron, Güneş'e bakıp anlam veremeden kaşlarını çattı. Yıkadığı balıkları lavabonun içine bırakıp Güneş'e baktı. Ne dediğini tam anlayamadığından merak etti.

"Ben tam anlayamadım?" dediğinde Güneş'in kıkırtısı yükseldi.

"Şöyle ki benim sana yemekler yapıp kalbini kazanmam gerekiyor ama şu an tam tersi," Daron anladığı şeyle gülüp ellerini kuruladıktan sonra Güneş'in önünde durup ellerini iki yanına yasladı. Dudaklarını Güneş'in kalbinin tam üzerine yaslayıp nefeslendi.

"Kalbimi seni gördüğüm ilk gün kazandın," dedikten sonra peş peşe buseler kondurdu. Dudaklarına çarpan atışlar içini huzurla kapladı.

"Salata, salata yapayım ben," Güneş'in titrek sesini işitince sırıtması büyüdü. Geri çekilmeden önce kızın boğazının tam ortasından da öpücük çalıp geri çekildi.

"Yap bakalım," sırıtması Güneş'i sinir etse de kendi sırıtmasına da engel olamıyordu.

Buzdolabından salata için gerekli malzemeleri aldıktan sonra Daron'un lavaboda işini bitirmesini bekledi. Çıkardıklarını yıkayıp özenerek salatayı hazırladı. Daron da balıkları yanına sebzeler dizerek fırına attıktan sonra ellerini balıkların kokusu çıksın diye uzun uzun yıkadı.

"Veranda da yesek olur mu?" diye sordu Güneş.

"Olur güzelim. Şarap açalım mı?" Güneş sabah içtiği ilacın üzerinden kaç saat kadar geçtiğini hesap etti.

"Açalım. Ama beyaz," dediğinde Daron başını salladı.

"O zaman sen mahzenden istediğini al ben de masayı halledeyim," Güneş mahzene inip rafları gezindi. Hepsinin markası Fransız'dı. İçki kullandığı zaman tercih ettiği markadan beyaz şarap seçip yukarı çekti. Evin kapısı açıktı, Daron'un keyifle ıslık çaldığını duyduğunda gülümsemesi büyüdü. Yanına gittiğinde Daron başını kaldırıp ona baktı.

"Böyle iyi mi istersen iskeleye inelim?" dediğinde Güneş iskeleye baktı.

"Yok böyle iyi. Bir de oraya taşımayalım," dediğinde Daron başını salladı. Balıklar hazır olduğunda Güneş salatayı sosladı. Masaya oturduklarında Daron şarabı açıp kadehleri doldurdu.

"Geçen gün Profesör David ile görüştüm," Güneş başını tabağından kaldırıp Daron'a baktı.

"Sen ne alaka?" dedi.

"Benimde öğretmenimdi. Yanımda staj yapanın sen olduğunu öğrenince aramak istemiş," Güneş dudaklarını dişledi. Profesör David bölümde en çekindiği öğretmeniydi. Yerinde huzursuzca kıpırdanıp gözlerini kırpıştırdı.

"Ne dedi?" Daron karşısında merakla kıvranan kadına gülüp şarabından büyük bir yudum aldı. Bacağında hissettiği ani tekmeyle öksürdü.

"Daron kıvrandırmasana!"

"Tamam tamam, bir süre seni övdü. Jüri projelerinden uzun zamandır tam not verdiği tek öğrencisiymişsin yanımda tecrübe kazanıyor olmandan ve şimdiden gerçek projelerde adının yer almasından çok memnun kalmış. Bizi de çok yakıştırmış bu arada düğünümüze mutlaka gelecekmiş," Güneş'in gözleri irice açıldı. Gıcık ve öksürük tutunca kadehini başına dikti.

"Düğün derken?" Daron sırıtıp başını salladı.

"Ben sizin kültürünüzü araştırdım, aile anlayışınız, yaşamınız falan. Aden'le de konuştum biraz. Sizin için aile bazı değerler çok önemliymiş. Abilerinin ve babanın biraz katı olduğundan kızlarının aşk ilişkilerine pek sıcak bakmadıklarından ve yabancı bir insandan da hoşlanmayacaklarından bahsetti. Ciddi olmam gerektiğini de ekledi. Yani evlilik şart bence bize," Güneş gülse mi ağlasa mı bilemedi.

"Bunları Aden mi dedi sana?" Daron saf saf başını salladı.

"Abilerim ve babamın çok sert ve tutucu olduğunu mu dedi sana yani?" Daron yine başını salladı. Güneş keyifle gülüp arkasına yaslandı. Kız kardeşi gazı vermişti anlaşılan.

"Daha mı kötüler?" diye sordu Daron.

"Evet... O yüzden buradayım şu anda," Daron, Güneş'in kendisiyle dalga geçtiğini anlayınca kaşlarını çattı.

"Kafam karıştı," deyince Güneş'in kahkahası boş arazide yankılandı.

"Aden biraz eğlenmiş seninle sanırım. Aile olarak bazı değerlerimiz var tabii. Dedemle tanıştın az çok bir fikrin olmuştur. Babamızla abilerimiz fazla düşkünlerdir bize ama baskılayıcı, sert tutumları yoktur. Aksine her zaman destek verip arkamızda dururlar. Gerçi seninle nasıl anlaşırlar bilmem ama," deyip duraksadı. Abilerinin Daron'a az çok yaklaşımlarını tahmin edebiliyordu ancak şimdilerde pek eminde değildi. Eskisi gibi güçlü ilişkileri olmadığı için sandığı kadar sert ya da kaba bir tutum sergileyeceklerini sanmıyordu.

"Aslında çekinmen gereken kişiler annelerim," dediğinde Daron dudak büktü.

"Aden de öyle dedi," Güneş yeniden güldü. Balığının yanındaki patateslerden bir dilimi alıp ağzına attı. Keyifle çiğneyip Daron'un yüzünü izledi.

"Şey sanırım Aden'in nişanlısıyla konuşup akıl almam lazım," Güneş'in kahkahası bir kez daha koca arazide yankılanınca Daron'da dayanamayıp güldü. Güneşin gülüşü o kadar güzeldi ki hep gülse Daron hiç sıkılmadan izlerdi.

"O konuda şansızsın. Yusuf abi bizim ailede damat değil evlattır. Neredeyse bir asırlık aile dostluğumuz var. Önce dedelerimiz, babalarımız sonra da Aslan abimle Yusuf abinin dostluğu böyle uzayıp gidiyor. Bizde aynı şekilde Yusuf abinin ailesinin çocukları gibiyiz," Daron'un yüzüne dingin bir gülümseme kondu.

"Kalabalık bir aile..." Güneş başını salladı.

"Aden ile birlikte daha da kalabalıklaştık. Filiz annem, Emir, sonra Haydar abi geldi hayatımıza sonra da Yusuf Ali ve Barlas. Bejna ve Simge de var tabii. Yengelerimiz," deyip güldü.

Daron iç geçirip derin bir nefes aldıktan sonra dirseklerini masaya yaslayıp Güneş'e yaklaşıp "bir şey sorsam?" dedi.

"Sor tabii," dedi Güneş.

"Ailenle nasılsınız düzeldi mi bir şeyler?" Güneş omzunu silkti.

"İyi, yani olması gerektiği gibi işte," diyerek geçiştirdi. Bileğindeki siyah tokayla saçlarını gelişi güzel toplayıp şarabından içti. Aslan ve Bejna'nın düğün arifesinde aralarındaki sorunları Güneş'e göre ayaküstü halletmişlerdi. Güneş onları da anlıyor bazı kısımlarda onları haklı da buluyordu ancak burada tek başına yaşadığı zamanda farkına varmıştı ki abileriyle aralarında o eski sıcaklık artık yoktu. İç geçirip gülümsemesini büyütüp Daron'a çevirdi bakışlarını.

"Bu evi ne zaman yaptın?" diye sordu konuyu değiştirerek. Daron, Güneş'i anladı. Ona ayak uydurup sorduğu soruyu cevapladı.

"Yedi yıl olmuştur, ilk tasarladığım projelerden biriydi. Staj dönemimde kazandığım parayı harcamadım işe başladıktan bir yıl kadar sonra da birikimle, krediyle yaptım," dedi Daron.

"Peki neden burası?"

"Lisedeyken okul gezilerine hep katılırdım. Yurttaki müdür yardımcımız benim gibi aile desteği görmeyen her öğrenciye cebinden destek verirdi. Son senemizde tüm yatakhaneyle biriktirdiğimiz parayla onu Avusturya'ya getirdik. Gezerken buraya denk geldik o zamanlar," deyip evin karşısındaki dağ yolunu gösterdi parmağını uzatarak.

"O dağın tepesinde durmuş manzarayı izlerken gölün kenarında bu evi hayal ettim. Sonrası da buradayız işte," Güneş, Daron'a tebessümle bakıp elini yanağına yasladı.

"İnsanın hayallerini gerçekleştirmesi çok güzel değil mi?" Daron usulca başını salladı.

"Senin peki gerçekleşen hayalin oldu mu?" dedi Daron.

"Pek hayal kuran bir insan değilim. Hayaller bazen yorucu oluyor," Daron yerinden kalktı. Sandalyesini peşinden sürükleyip Güneş'in yanına oturdu. Bacaklarını genişçe açıp arasına Güneş'in oturduğu sandalyeyi bacağından tutup çekti. Şimdi aralarındaki mesafe daha azdı.

"Belki birlikte gerçekleştirebileceğimiz hayaller kurarız. Mesela benim öyle hayallerim var ki gerçekleştirmek için neler yaparım bir bilsen," Güneş yutkunup nefesi tenine çarpan adama çevirdi bakışlarını.

"Olduğu gibi yaşamak daha güzel," Daron sırıtıp başını sağa sola salladı. Yüzünü Güneş'in özel alanını ihlal etmemeye çalışarak ona yaklaştırdı.

"Bana hayalini kurduğun ama yapamadığın bir şey söyle," Güneş güldü. Yan dönerek oturdu. Şimdi karşı karşıyaydılar ve dizleri birbirine değiyordu.

"Hayal ettiğim, istediğim şeylerin çoğunu yapmışımdır. Bunu demekten hep kaçınırım ama, Daron ben zengin bir ailenin kızıyım bazı şeyler için hayal kurmama bile gerek kalmıyor ki," ağırca başını salladı Daron. Dudaklarını büküp ensesini ovaladı.

"Bizde soyut hayallerin peşinden gidelim," dediğinde Güneş'in kaşları merakla çatıldı.

"Soyut hayaller?" diye sordu.

"Aşk, sevgi, birliktelik, sarılmanın o muhteşem bağlılığı, uyumuyla baş döndüren tenlerimizin kavuşması... Bunlar da güzel hayaller," Güneş önce bir Daron'un dudaklarında gezinene gözlerine baktı sonra da koca arazide yankılanan bir kahkaha çıkardı dudakları arasından.

"Sen tehlikeli bir adamsın," dedi Güneş.

"Ben mi?"

"Evet, sen! Fazlasıyla tehlikelisin," Daron itiraz mırıltılarını el kol hareketleriyle de yineledi.

"Ben sadece Güneş'ine fazlasıyla aşık bir adamım..."

Güneş peş peşe yutkundu. Ne diyeceğini kestiremezken sızlayan gözlerini kırpıştırıp bakışlarını Daron'dan kaçırdı. Dile getirmese de şu anda eskiden hep hayalini kurduğu bir anın tam orta yerindeydi. Sevgisini iliklerine kadar hissettiren, ona dünyada da sadece kendisi varmış gibi çok özel hissettiren bir adamın, sevdiği adamın yanındaydı. Sırtında sürüklenen terini hissedince rahatsızca kıpırdandı. Bu heyecan, kalbinin hızı çok fazlaydı.

"Soleil?" diye fısıldadı Daron.

"Sanırım taşikardi geçiriyorum," deyip yutkundu Güneş. Daron'un kıkırtısını duyunca ondan kaçırdığı gözlerine tekrar ona çevirdi.

Daron, Güneş'in elini tutup kendi kalbine yasladı. Kendi elini de Güneş'in kalbinin üzerine yaslayıp sadece gözlerine bakıp birbirilerinin avuçlarını döven vuruşları dinledi. Daha önce de ilişkileri olmuştu ancak böylesine güçlü bir hissi hiç yaşamamıştı. Güneş'i ona aşkın sevgiyle nasıl büyüdüğünü, bağlılığın ne denli kuvvetli olduğunu bir bakışıyla, kıvrılan dudaklarıyla, avcunu döven kalbiyle öğretiyordu.

"Seni seviyorum Güneş. Sana hissettiğim bu sevginin, aşkın, aidiyetin ve arzunun tek tarifi bu... Seni seviyorum," Güneş titreyen dudaklarını birbirine bastırıp başını Daron'un göğsüne yaslayıp kollarını beline sardı. Daron, Güneş'i oturduğu sandalyeden kucağına çekip sol bacağının üzerine oturtturdu. Sarılışına karşılık verip göğsünde yaslı başın üzerine peş peşe buseler kondurdu.

"Daron," deyip başını geriye kaydırıp Daron'un yüzüne baktı Güneş.

"Soleil," deyip kızının yanağını okşadı Daron. Kucağındaki kadının güzelliğine doymak için yüzünün her zerresini izlediğinde ona asla doyamayacağını anladı.

Güneş parmaklarını Daron'un boynundaki dövmelerde gezdirdi. Titrek parmaklarını boynundan kaydırıp yüzüne getirdi. Buz tutmuş parmağı Daron'un yüz hatlarında gezdirdikten sonra sağ gözünün altındaki beni okşadı.

"Seni seviyorum..." dedi Güneş. Dudakları kıvrıldı, gülüşleri büyüdü.

Daron iki yılın sonunda kavuştuğu, kolları arasındaki Güneş'ini sarıp sarmaladı. Alnına, saçlarına, kirpiklerine buseler kondurdu. Hissettiği mutluluğun, huzurun coşkusu o kadar çoktu ki Güneş'i göğsüne sokup orada saklamak arzusuyla baş etmekte zorluk çekiyordu o anlarda.

Geceyi verandada, sarmaş dolaş geçirdiler. İlk zamanlarından, birbirilerine karşı olan duygularını keşfettikleri ilk anları anlattılar. Daron bir yerde eve girip yatağının üzerindeki kalın battaniyeyi alıp Güneş'in yanına geri döndü. Geceyi sabah edip güneşi karşıladıklarında Daron gökyüzünün güneşini izlemek yerine kendi Güneş'ini izlemeyi seçti ve ona bir kez daha "Le soleil que je veux voir, c'est toi, pas dans le ciel..." deyip ve Güneş'inden, gökyüzünün güneşinin kızıl ışıklarının altında ilk öpücüğünü çaldı...

Avusturya'da geçen iki günün sonunda İsviçre'ye geri döndüklerinde Daron işleriyle Güneş ise mezuniyet hazırlıklarıyla ilgilendi. Ailesi geleceği için hem kendi evini hem de kullanmadığı rezidans dairesini temizlettirdi. Elinden geldiğinde bir şeyler hazırladı. Bu yoğunluğun içinde Daron ile sabah kahvaltıda akşam ise yemekte görüşüyor günde saat aşırı telefonda görüşüyorlardı. Şirkette ise Güneş azami dikkatle sadece işine odaklanıyordu. Mezun olmadan ilişkilerinin duyulmasını istemiyordu.

"Benim gelmemi istemediğinden emin misin?" Güneş küpesini takıp Daron'a döndü. Ailesini karşılamak için havalimanına gidecekti. Gitmek için hazırlanırken Daron gelmiş, çayını alıp Güneş'in hazırlanışını izliyordu.

"Eminim. İlk günü atlatalım, senden söz edeyim sonra tanıştıracağım. Şimdi direkt karşılarına seninle çıkarsam nasıl bir tepkiyle karşılaşırım emin değilim," dedi Güneş.

"Tamam... Sen nasıl istersen," Güneş, Daron'un yanına gidip yanağından öptü.

"Kırılma bana. Karşılarına haberleri yokken birden sevgilimle çıkmak istemiyorum o kadar. Söz ilk işim senden bahsetmek olacak," Daron, elindeki çay bardağını sehpaya bırakıp Güneş'i yanına oturtup göğsüne yasladı.

"Kırılmam Soleil. Dediğim gibi sen nasıl istiyorsan, ne istiyorsan..."

Güneş havalimanına geldiğinde uçağın çoktan indiğini gördü. Yolcu karşılama kısmına geçip ailesini beklemeye başladı. Aslında gelmelerine gerek olmadığını söylese de babası şiddetle karşı çıkıp geleceklerini söylemişti. Güneş gerginliğini atmak için sağa sola yürüdü. Bileğindeki saatine bakıp tekrardan çıkış kapısına dönüp baktı. Kalabalığın arasında tanıdık simalar gördüğünde gülümsedi. Onları gördüğünde özlem kendisini derin bir sızıyla Güneş'e kendisini hissettirdi.

"Gün Gün!" Barlas'ın bağırarak kendisine koştuğunu görünce eğilip kardeşine kollarını açtı. Barlas kucağına atladığında sıkıca kucakladıktan sonra doğrulup kardeşini öpücük yağmuruna tuttu.

"Gün Gün çok özledim seni," dedikten sonra ablasını öptü Barlas.

"Ben de özledim bebeğim," deyip kardeşinin boynunu, yanaklarını öptü tekrardan.

Barlas'ı kucağından indirmeden diğerleriyle de sarıldı. Anneleri, babası, Haydar abisi, dedesiyle babaannesiyle birlikte Baran dışında tüm kardeşleri buradaydı. Aden ve Bejna'yla uzun uzun sarılıp artık kendisinden uzun olan Kerem'in kendisini döndürmesine izin verip kardeşini sarmaladı.

Eve geldiklerinde dedesi ve babaannesinin rahatlığına daha fazla önem verdiğinden onları kendi odasına yerleştirip isterlerse banyo yapabileceklerini söyledi. Karı koca biraz dinlenmek istediklerinde onları tek başına bırakıp odasından çıktı. Neyse ki Aden ve Bejna evi hiç yadırgamadan çayı koymuş yiyecek bir şeyler çıkarıyordu.

"Evin çok güzelmiş abla, özellikle şuna bayıldım," dedi Kerem. İki taraflı kitaplığın üst kısmında legolar vardı.

"Boş zamanlarımda tek uğraşım oldu. Seninle yapmak daha güzel olurdu ama," Kerem koltuktan kalkıp ablasının yanına gidip sarıldı. Boyu artık ablalarından ve annesinden uzun olduğundan onlara sarıldığında kendisini çok büyük ve üçlü hissediyordu.

Anneleriyle, babası ve Haydar abisiyle özenle ilgilenip kardeşleri ve yengesiyle vakit geçirdi. Akşam yemeği için dedesi ve babaannesini uyandırdı. Yemek için masaya yerleştiklerinde Aden'le birlikte yemekleri servis ettiler. Yemek yerken ortam sessizdi. Kiraz ve Yavuz'un okulla, işle ilgili sorularına cevap veriyordu Güneş.

"Ne zaman döneceksin abla?" dedi Kerem. Güneş başını tabağından kaldırıp kardeşine sonra da masadakilere baktı. Burada kalmaya devam edeceğini sadece kızlar biliyordu. Ailesiyle henüz paylaşmamıştı. Kerem de pat diye sorunca kelimelerini toparlayamadı.

"Mezun oluyor canım gelir bizimle," dedi Filiz.

"Ben," deyip sustu Güneş. Gözünün altını kaşıyıp masadakilere tekrar baktı. Aden kız kardeşinin elini tutup ona destek oldu. Güneş nefeslenip boğazını temizledikten sonra arkasına yaslanıp bakışlarını annesi ve babasına çevirdi. Verdiği bu kararın şu anda en büyük muhatabı onlardı Güneş'e göre.

"Ben staj yaptığım şirketten ve buradaki başka yerlerden iş teklifi aldım. Henüz bir cevap vermedim ama staj yaptığım yerle devam etmeyi düşünüyorum. O yüzden de İsviçre'ye tamamen yerleşeceğim," dedi.

Masada artık çatal bıçak sesleri bile çıkmıyordu. Herkesin bakışları Güneş'in üzerindeyken Güneş sadece Zümrüt annesine ve babasına bakıyor elini sıkıca tutmuş kız kardeşinden destek alıyordu.

"İş teklifleri alman bizi çok mutlu etti babam. Seninle gurur duyuyoruz, kararlarına elbette saygı gösteriyoruz ancak tamamen yerleşme konusunda açıkçası tam olarak ne diyebiliriz kestiremedim. Çok fevri davranmadan düşünsen olmaz mı?" dedi babam. Sözleri tamamen destekleyiciydi ancak ses tonu ve yüzü Güneş'in burada yaşamasından yana olmadığını belli ediyordu.

"Baban doğru diyor kızım. Okuldu, stajdı dayandık ama tamamen yerleşmek... Bilemedim," diyerek araya girdi Zümrüt annem. Elbette kimse Güneş'in burada kalmasını istemiyordu ancak onu engellemenin de yanlış olacağının en azından bazıları farkındaydı.

"Neyi bilemiyorsunuz Allah aşkına anne. Ailesi Türkiye'deyken, İstanbul da kocaman bir şirket üstelik kendi ailesinin şirketi varken burada mı kalıp çalışacak?" Aslan'ın memnuniyetsizliği masadaki ortamı daha da gerdi.

"Nerede çalışacağıma ben karar veririm!" diyerek restini çekti Güneş. Aslan kardeşine bir bakış attı. Üç yıl önce kardeşini buraya yolladığında hiç pişmanlık hissetmemişti ancak şu anda o pişmanlık derinden kendini hissettirmeye başlamıştı.

"Kızım şart mı burada kalman hem tek başına ne yapacaksın hasta olsan Allah korusun bir şey olsa kimse yok yanında," Güneş, Filiz annesine boş gözlerle baktı. Dilinin ucuna kadar gelenleri yutup sustu.

"Filiz abla haklı. Okul bitti, staj bitti dahasına ne gerek var?" diyerek araya girdi Doğu.

"Ayrıca yalnız kalmanda pek sağlıklı olmaz," bu sefer konuşan Aslan'dı. Güneş derin bir nefes alıp verdi. Suyundan büyük bir yudum aldıktan sonra masanın sol kısmında kalanlara doğru dönüp Filiz annesi ve abilerine baktı.

"Çok umurunuzdaymışım gibi konuşmanız yok mu? Güldüreceksiniz beni!"

Filiz, Aslan ve Doğu işittikleri lafla ne diyeceklerini şaşırdılar. Bakışları önce birbirilerine sonra Güneş'e döndü ancak Güneş tekrar önüne dönüp babasına ve annesine baktı.

"Aldığım karara saygı duyacağınıza eminim. Buraya alıştım, seviyorum. Çevremde oluştu kısa zamanda, herhangi bir sorun yok içiniz rahat olsun baba," Güneş tavrıyla, cümlesinin sonuna eklediği baba kelimesiyle bu konu hakkında söz hakkı tanıdığı tek kişinin babası ve Zümrüt annesi olduğunu belli etti.

"Ne bu tavırlar Güneş ne bu halin senin?" dedi Aslan. Öfkesi gözle görülür bir durumdaydı. Onun tanıdığı kardeşi asla böyle davranmaz, ailesi ne derse onu yapardı.

"Açık açık bizi yok sayıyorsun şu anda!" diyerek abisini destekledi Doğu.

"Yok saymıyorum. Artık kendi kararlarımı alabilecek yaştayım... Aldığım bu kararlarda da söz sahibi haliyle sadece annem ve babamdır," Güneş 'in taviz vermeyen hali abilerini daha da kızdırıp, Filiz'i kırdı.

"Ben neyim kızım hiç mi söz hakkım yok senin üzerinde?" dedi Filiz. Güneş yan gözlerle öz annesine bakıp dudaklarını ıslattı.

"Sen o söz hakkını beni evine kabul etmediğin gün kaybettin anne," dedi Güneş. Bu sefer herkesin bakışı Filiz'e çevrildiğinde Filiz oturduğu yerde küçüldükçe küçüldü. Kendisini savunacak bir yanı olmadığının farkına çok önceden vardığından tek kelime edemedi. Kızını ne kadar kırdığını bu yok sayılmayla daha iyi anlaması gözlerini doldurup taşırdı. Masadaki gerginlik ve sessizlik herkesi bunaltırken Güneş suyundan bir yudum daha içip oturuşunu dikleştirdi.

"Sizinle paylaşmak istediğim bir konu daha var," dedi.

"Tabii kızım. Paylaşabilirsin," dedi Yağız. Güneş burnunun ucunu kaşıyıp ellerini birbirine kavuşturdu. Aden ve Bejna'ya bakıp onlardan da onay aldıktan sonra bakışlarını hiç kaçırmadan anne ve babasına baktı.

"Benim bir erkek arkadaşım var," dedi tek solukta.

"Sevgilin var yanlış anlamadım değil mi kızım?" dedi Zümrüt.

"Evet anne. Sevgilim, uzun zamandır tanıyoruz birbirimizi ama ilişkimiz yeni başladı. Sizde hazır gelmişken öğrenmenizi ve mümkün olursa tanışmanızı istiyorum," Güneş'in söz konusu Daron olduğundaki kendinden emin tavrı Aden'i gülümsetti.

"Ne bu acele hem hani sen çok yoğundun ne ara bir ilişkiye başladın?" Güneş gürültüyle nefeslenip abisine ters bir bakış attı.

"Anneciğim kim peki bu arkadaş?" diye sordu Zümrüt.

"Adı Daron. Staj yaptığım şirketin inşaat mühendisi," Zümrüt ve Yağız bakışıp gözleriyle konuşurken araya Yavuz girdi.

"Gördüm, tanıdım ben delikanlıyı. Eli yüzü düzgün, mert bir adam. Benim gözüm tuttu," Yağız babasına çatık kaşlarıyla baktı.

"Ne ara gördün de tanıdın baba?" dediğinde Yavuz gülüp oğluna baktı.

"Ayağıma kadar geldi oğlum," dediğinde Güneş'le bakışıp birbirilerine gülümsediler.

"Bejna'yı isteme zamanında o da İstanbul'a gelmiş baba. Bizde dedemle havaalanında karşılaştık," Doğu kız kardeşine alayla güldü.

"Peşinden İstanbul'a geliyor ama ilişkiniz daha yeni başladı öyle mi?"

Öyle abi!"

"İsviçre sevdasının sebebi de anlaşıldı," dedi Aslan. Karısının ikazlarına asla kulak asmıyor babasının sert bakışları ona işlemiyordu.

"Elleşmeyin torunuma. Yeter bu kadar sorgu sual!" diyerek tartışmalara noktayı Yavuz koydu.

Yemekten sonra kızlar tekrar çay demlediler. Çaydan sonra Aden'in kahvesi de içildikten sonra Kerem, Aden, Barlas ve Yavuz'la Kiraz dışında herkes rezidansa geçti. Yavuz yatmak için odaya çekildiğinde Kiraz ve torunları da iki lafın belini kırdılar. Gece olduğundaysa Aden'le Kerem, Güneş'le de Barlas uyudular.

Mezuniyet günü okula geldiklerinde Güneş ailesini oturmaları gereken yere bırakıp öğrencilerin bulunduğu yere ilerledi. Durduğu yerde gözleri Daron'u ararken bir yandan da mesaj atıyordu. İki gündür sadece telefonla görüşmüşlerdi.

Güneş sahneye çıkmadan hemen önce Daron'u konferans salonunun girişinde gördü. Yüzüne anında geniş bir gülüş yayılıp sevgilisine el salladı. O sırada Güneş germese de Aslan ve Doğu kız kardeşlerinin el salladıkları yere dönüp baktılar ancak kalabalıktan kime el salladığını seçemediler. Öğrenciler tebrik kartlarını almak için sırayla kürsüye çağrıldıktan sonra onur öğrencileri ve okulu dereceyle bitiren öğrenciler anons edilip plaket verildi. Güneş okulu dereceyle bitirmese de onur öğrencilerinin arasındaydı.

Güneş sahneden indiklerinde ilk iş anne ve babasına sarılmak oldu. Onlardan ayrıldıktan sonra diğerleriyle sarılıp tebrikleri kabul etti. Barlas yine kucağından inmezken tüm sevgisini kardeşiyle paylaştı. Telefonun bildirim sesiyle gelen mesajı okuduktan babasına baktı.

"Bahçeye çıkalım, Daron'da burada sizinle tanıştırayım."

Mezuniyet kutlaması için düzenlenen arka bahçeye çıktıklarında Güneş, Daron'u görebilmek için etrafa bakındı. Onu birkaç masa ötede kendisine bakarken gördüğünde gülüşü büyüdü. Barlas'ı kucağından indirip Aden'e verdikten sonra Daron'a koşar adım ilerleyip kolları arasına girdi ve sıkıca sarıldı.

"Tebrik ederim Soleil," dedi Daron. Güneş'in omzunu öpüp geri çekilip yanlarına gelen insanlara baktı. Aden'e gülümseyip Yavuz'a yöneldi ve elini öpüp alnına koydu.

"Daron, işte ailem..." deyip Daron'un elini sıkıca tuttu ve herkesi Daron'u herkese tanıştırdı.

Filiz ve Aslan'la Doğu'nun asık suratlarını umursamadan herkesle tokalaştı Daron. Kendisine sıcak davranana sıcak soğuk davranana soğuk davrandı. Özellikle Kerem'in kendisine olan ilgisini fark ettiği andan itibaren onunla iletişimini ilerletti. Güneş'e ne yazık ki yanaşamıyordu ama. Barlas, Güneş'i kıskanıp sıkı sıkı boynuna sarılmış Daron'a kötü kötü bakıyor yanaştığında "git" diye küskünce söylenip minik eliyle itekliyordu koca gövdesini.

"Daron, bize yemekte eşlik etmeni çok isteriz," dedi Aden. Okuldan sonra yer ayırttıkları şık bir restoranda bir nevi kutlama yemeği yiyeceklerdi.

"Aden doğru söylüyor, katılırsan memnun oluruz," dedi Zümrüt. Bazı endişeleri vardı ve bu endişelerini gidermek için Daron'la daha fazla vakit geçirmek daha yararlı olacaktı.

"Teşekkür ederim, elbette size eşlik etmek isterim." dedi Daron.

Restorana geçmek için arabalara yöneldiklerinde Güneş, Barlas'la birlikte Daron'un arabasına geçti. Yola çıktıklarında Barlas başını Güneş'in göğsünden kaldırıp Daron'a baktı. Elini uzatıp Daron'un kolunu dürtükledi. Daron, Barlas'a bakıp gülerek göz kırptı ama çocuğun büzülü ve dolmuş gözlerini görünce endişelendi.

"Güneş, o iyi mi?" dediğinde Güneş kardeşine baktı.

"Bebeğim ne oldu?" diye sordu kardeşine Güneş.

Barlas burnunu çekip ablasına baktı. Titreyen dudaklarını daha da büzüştürüp ablasını sıkıca sarılıp burnunu çekti. "Gün Gün benim," dediğinde Güneş'in endişeleri yok oldu. Kardeşinin sırtını okşayıp kumral saçlarını sevip öptü.

"Ben onunmuşum," Daron onlara gülerek bakıp tekrar yola odaklandı.

"Sanırım bir rakibim var," dediğinde Güneş kardeşini daha da sarmaladı. Barlas'ın kendisine olan düşkünlüğü, sevgisi onu çok mutlu ediyordu.

"Biraz düşkün," dedi Güneş. Daron tekrar onlara bakıp Barlas'ın kumral saçlarını okşayıp elini Barlas iteklemeden geri çekti.

Restorana gelip masalarına geçtiklerinde siparişlerini verip şarap açtırdılar. Yemek boyunca ilgi odağı Güneş ve Daron'du. Mezuniyet hakkında, üniversitedeki hocaları hakkında ve iş hakkında konuştuktan sonra muhabbet Daron'u tanımaya yönelik sorularla devam etti. İlk zamandan çok üzerine gitmekten de kaçındıklarından belirli noktalarda konuştular.

"O zaman hediye vakti," dedi Kerem ortamdaki muhabbetten sıkılınca. Herkes onaylanınca Kerem, Aden ve Doğu hediyeleri almak için otoparka indiler. Hediye kutularıyla geri döndüklerinde herkese kendi hediyelerini verdiler. Güneş'e ilk hediyesini Bejna ve Aslan onların peşinden Doğu verdi. Kerem hem kendi hem de Baran abisinin hediyesini verip ablasını öptükten sonra yerine oturdu. Aden'de önce Simge'nin hediyesini sonra da Yusuf ve kendi hediyesini verdi. Diğerleri de hediyesini verdikten sonra Barlas annesinin yanına koşup kendi vereceği hediyeyi alıp "Gün Gün," diye bağırıp ablasına geri koştu.

"Abla bak abim almış sana," deyip elindeki hediyeyi Güneş'e verdi.

"Emir'in hediyesi kızım. İşleri yoğun olduğu için gelemedi ama selamını ve hediyesini yolladı," dedi Filiz. Daron konuşulanların arasından Emir adını duyunca ister istemez gerildi.

Güneş, hediyeyi açtığında çok sevdiği markanın son çıkardığı koleksiyonundan bir çanta gördü. Emir zamanında Güneş'in pahalı seçiciliğine dem vurup hayıflanırken şimdi kendisinin de aynı seçicilikle bu çantayı almasına güldü.

"Teşekkür ederim bebeğim. Abine teşekkür ettiğimi söyle tamam mı?" Barlas başını sallayıp kollarını ablasına uzattı. Kucağına yerleştiğinde Daron'a dil çıkarıp yüzünü ablasının boynuna gömdü.

Hediye faslından sonra yemeğe ve sohbete devam ettiler. Daron, Aslan ve Doğu'nun her türlü sataşmasını profesyonellikle bertaraf edip ince ince dokundurmalar yapmaktan geri durmadı. Eve dönüş yolunda uyuyakalan Barlas'ı annesine verip rahat bir nefes aldı Güneş. Barlas'ı taşımaktan kolları yorulmuştu. Evin önüne geldiklerinde Daron, Yağız ve Zümrüt'ten Güneş'in birkaç dakika yanında kalması için izin istedi. Aslan ve Doğu'nun homurtularını duymazdan gelip Yağız'ın cevabını bekledi.

"Keyfinize bakın çocuklar," cevabından sonra Yağız herkesi önüne katıp Güneş ve Daron'u baş başa bıraktı.

Daron baş başa kaldıklarında arabasının bagajından hediyesini alıp Güneş'in yanına geri döndü. Hediyesini vermeden önce Güneş'i öpüp mezun olduğu için bir kez daha tebrik ettikten sonra hediyesini uzattı.

"Fark ettim ki fotoğraf çekmeyi, çekilmeyi çok seviyorsun. Avusturya'dayken de bir türlü seçip alamadım deyince... O yüzden aklıma ilk bu geldi," dedi Daron.

Güneş, hediye kutusunu açtığında karşılaştığı antika analog fotoğraf makinesiyle kocaman gülümsedi. Makineyi kutudan çıkarıp inceledi. Ne zamandır kendi kendisine alayım diyordu ancak bir türlü vakit ayıramamıştı. Fotoğraf makinesine göğsüne bastırıp mutlulukla salındı.

"Daron bu çok güzel ne zamandır böyle bir şey istiyordum," deyip Daron'a sımsıkı sarıldı. Bu gece aldığı en değerli hediye şüphesiz buydu.

"Beğenmene çok sevindim. Gerçi diğer hediyeleri düşününce benim hediyem biraz sönük kaldı," Güneş, Daron'un yanağını öpüp tekrar sarıldı.

"Bugün aldığım en güzel hediye bu Daron. Her şeyden önemlisi senin hediyen olması bile en değerli olması için yeterli..." Daron, Güneş'in yüzünü avuçlayıp yanaklarını okşadı.

"Bugün için hem özür dilerim hem teşekkür ederim. Ben annemlerden endişe etmiştim ama abilerim beni de yanılttı," dediğinde Daron omuz silkip Güneş'in burnunun ucunu öptü.

"Sen üzülmediğin, mutsuz olmadığın sürece benim için hiçbir şeyin önemi yok. Beni sevip sevmemeleri pek umurumda değil Güneş'im. Gerçi kendimi Barlas'a sevdirmem gerekiyor," Güneş sırıtarak başını salladı. Barlas resmen Daron'u asla yanına yaklaştırmamak için kucağından inmemişti.

Daron'un beline sarılıp sol göğsünü öptü. "Ben severim seni," dediğinde Daron'un yüzünde büyüyen gülüşüyle iç çekti.

"Ben de seni severim. Çok severim..."

ADEN UYGUROĞLU / MAYIS 2026

Düğüne çok az bir zaman kala izinlerimizi alıp Bartın'a geldik. Şubat ayındaki ilk gelişimizde evimizi bulup tuttuğumuzdan geçirdiğimiz diğer aylarda evin tadilatıyla, boyasıyla, döşenmesiyle hem giderek hem de uzaktan uzağa ilgilenmiş ki bizden çok benim canım kardeşlerim ve babam ilgilenmişlerdi. Ve evet artık içimden de olsa Yağız Uyguroğlu'na baba diyordum. Yan yana geldiğimizde dilim yine bir içime kaçıyor ama bakışmalarla hallediyorduk.

"Yalnız babam var ya adama üç buçuk attırdı, Bartın da ne kadar evi varsa kontrol ettik," dedi Doğu gülerek. Ev meselesini açtığımızda onlarda Bartın'a gelip evi her anlamda kontrol etmişler, zeminini, depreme dayanıklılığı, inşa malzemesi. A'dan Z'ye her detayı incelemişlerdi.

Ev dubleks olsa da sıfır daire değildi. Üç odalı, geniş, ferah ve aydınlık bir evdi. Çok fazla güneş alıyordu. Alt katta bir oda, bir salon, balkon, mutfak ve banyo varken üst katta iki oda, bir banyo ve terasa açılan geniş bir antre vardı. Özellikle içi fazlasıyla yıpranmıştı. Annemler sıfır, temiz bir ev bulsaydınız diye biraz dırdırlansalar da evin içine ilk girdiğimde diğer evlerde hissetmediğim, huzuru ve aidiyeti hissettiğim için kim ne derse desin duymuyordum. Neyse ki Doğu iç mimarlığını konuşturup evin içini istediğim hale iki ay gibi kısa bir sürede getirmişti. Evin dizaynında istediğim çoğu eşyayı da burada bulamadığımdan Güneş'ten istemiştim. Beyaz, krem ve açık kahve tonlarında ferah bir evimiz vardı Yusuf'la artık... Eve bayağı masraf yapmıştık ama ev sahibi madem burayı yapıyorsunuz tüm apartmanı yenileyin parada da anlaşırız deyince işler daha kolay yürümüştü. Babamda adam ne kadar verebilecekse o kadarını kabul etmişti. Aldığı o parayı da direkt bir hayır kurumuna benim adıma bağışlamıştı.

"Adam sözünün eri çıktı ama. Hem zemini sağlam hem de harbiden malzemeden çaldırmamış," dedi Aslan. Uyguroğlu İnşaat'ının en büyük prensibi buydu. Doğal afetlere dayanıklı ev yapmak ve malzemeden çalmamak onlar için önemliydi. Daha önce birkaç kez bu konular nedeniyle işine son verdikleri insanlar olduğunu bu sayede öğrenmiştim.

"Şuranın manzarası bence her şeye değer," dedi Emir. Teras direkt denize ve kemer köprüye bakıyordu. Burayı da çok güzel bir hale getirmiştik. Evde en çok burada zaman geçireceğimizden emindim. Doğu terası camdan bir tavanla kaplayıp uzun, dar bloklu pencereler ekletmişti. Teras oldukça büyük olduğundan burada da bir yemek masası, küçük bir oturma grubu ve büyük bir hamak vardı. Eve tamamen yerleşeceğimiz zamanda da buraya bir sürü saklı yerleştirecektim.

"Bence de hele kahve içmek ayrı güzel olur," deyip göz kırptı Aslan.

"Ay evet. Böyle şekerli bol köpüklü," dedi hemen yanımda oturan Bejna. Ev, mutfak ve banyo alışverişi dışında tamamdı.

"Evde kahve yok ki," dediğimde Kerem ayaklandı.

"Ben hemen alır gelirim abla. Başka bir şey istiyor musunuz?" dediğinde Yusuf cebinden para çıkarıp Kerem'e verdi.

"Soğuk su ve kesme şeker al ablacım," dedim. Kafasını salladı.

"Limonlu keklerden de alsana yengeciğim birkaç tane," dedi Bejna.

"Karım, acıktın mı?" dedi Aslan hemen.

"Yok, öyle canım istedi," dedi Bejna.

"Tamam. Birkaç bir şey alıyorum," deyip eve yöneldi Kerem.

"Dikkat et ablacığım," diye bağırdım arkasından.

"Merak etme abla yan taraftaki apartmanın altında bakkal," dedi Kerem gülerek. Bu kattaki dış kapıdan çıktığında ben de ayaklandım.

"Annemleri bir arayın ne yapmışlar," Aslan direkt telefonunu aldığında Bejna ayaklanıp peşimden geldi. Mutfağa indiğimizde fincanları ve su bardaklarını çıkarıp kahve makinesine suyu koyup Kerem'in gelmesini bekledim.

"Açsan direkt yemeğe çıkalım bence," dediğimde Bejna mutfağın penceresinden görünen manzaradan bakışlarını çekip bana baktı.

"Aç değilim ya. Birden canım istedi. Regl olacağım birkaç güne ondan," dediğinde başımı salladım.

"En büyük değişimi mutfak yaşamış değil mi?" dediğinde gülerek başımı salladım.

"Doğu'nun az başını ağrıtmadım vallahi. Sağ olsun çok güzel yaptı," dedim.

Evdeki belki de en eski ve kirli yer mutfakken şimdi bambaşka bir havaya bürünmüştü. Tüm dolapları, tezgâhı sökmüş, fayansları söküp yenilemiş zeminine de parke döşenmişti. Mutfağın eski ceviz ağacından yapılma koyu renk dolaplarının yerini beyaz dolaplar, turuncu fayansların yerini de beyaz geniş bloklu fayanslar ve sütlü kahve tonlarındaki parkeler almıştı. Tezgâh ise ahşaptı. Lavabo ise geniş ve tam istediğim gibi üç bölümlüydü. Mutfak fazlasıyla büyük olduğundan burada da ada tezgâh ve kahve köşesi de yapmıştık.

Yusuf ile zevklerimizin benzer olması evin diğer kısımlarında fazlasıyla işimizi kolaylaştırdığından zorluk yaşamamıştık. Salon ve yatak odamız krem ve açık kahve tonlarındaydı. Aksesuarı biraz fazla kaçırmıştım ama güzel duruyorlardı. Yusuf'un aldığı civcivleri de taşındığımızda çalışma alanımıza yerleştirecektim. Fazla kıyafetimiz olduğundan bir odayı da giysi odası yapmak durumunda kalmıştık. Evin alt kattaki girişinde uzun duvarı tamamen beyaz çerçeveli fotoğraflarımızla kaplamıştık.

"Geldim," Kerem mutfağa girdiğinde elindeki poşeti bana uzatıp diğer elindeki anahtarı sallayıp çantana koyuyorum diyerek yanımızdan ayrılıp terasa tekrar çıktı. Poşeti tezgâhın üzerine bırakıp içinden kahve ve şekeri çıkardığım sırada Bejna kekleri alıp hızlı hızlı yemeye başladı. Onun bu haline gülüp kahveyi yapmaya koyuldum.

"Rahatladım resmen," dediğinde sırıttım. Büyük paketteki tüm kekleri yemişti neredeyse.

"Regl krizleri insanı bazen çileden çıkartıyor," dediğimde başını salladı. Kahveleri yapıp fincanlara koyarken Bejna'da suları doldurdu. Terasa tekrar çıkıp kahvelerimizi içtik. Kahve içerken de Bejna, Kerem'in aldığı çikolataları hiçbirimize vermeden yiyince bir kaşlarım çatıldı. Birkaç kere görüntülü konuştuğumuzda da hiç adeti olmadığı halde sanki önünden alacaklarmış gibi içi giderek bir şeyler yediğine denk gelmiştim. İstemsizce bedenini bir süzüp dudak büktüm ama balayı sırasında korunmakla ilgili bilgi almak için bana danıştığında hamilelik olaylarını konuşmuştuk. Hemen bebek düşünmediklerinden dikkatli olacaklarını düşündüğüm için hamilelik ihtimalini çöpe attım.

"Annemler gezmelerini bitirmişler, Günbatımı Restoran mı ne oraya oturmuşlar," dedi Aslan.

Kahvelerimizi içtikten sonra evi kapatıp çıktık. Restorana annemlerin yanına gittiğimizde uzun bir masa ayırtmışlardı. Hepsini öpüp yerlerimize oturduk. Hem küçük bir hafta sonu tatili hem de evi görmek için onlarda gelmişlerdi. Annemler ve Sema abla evi gördükleri an çok beğenmişlerdi. Sema abla özellikle üst kattaki antreyi küçük bir kütüphaneye ve çalışma odasına çevirmemizi çok beğenmişti. Filiz annem elbette mutfağı, Zümrüt annem ise terası çok beğenmişti. Babam, Haydarikom ve Sefa abiler için beğeni düz bir algı olduğundan annemlerin aksine hiç detaylı bir yorum yapmamışlardı.

"Dünürüm açtıralım mı bir yetmişlik?" dedi Sefa abi. Babam cevap vermeden önce bize bakıp içip içmeyeceğimizi gözleriyle sordu. Hepimizden olumlu cevap alınca "açtıralım dünürüm," dedi. İçmeyecekleri için annem ve Kerem dışında hepimizin önüne rakı kadehi konulduğunda gözüm Bejna'nın kadehine kaydı. Tamam hamile olduğunu düşünmüyordum ama bir ihtimalde olabilirdi.

"Aslan ben içmeyeceğim, çok başım ağrıyor benim sonrasında," Bejna, ben acaba nasıl müdahale etsem diye düşünene kadar olayı halledince rahatladım.

"Olur karım ne istersin?" dedi Aslan.

"Şalgam istesene bana," dedi Bejna. Peşinden de dudaklarını yalayınca kek ve çikolatalardan sonra içecek tercihiyle sırıttım. Sanırım ilk fırsatta Bejna'yla konuşmam gerekiyordu.

Masa çeşit çeşit mezelerle donatılıp, balıklar ve salatalar gelince Sefa abi garsonun cebine yüklü bir bahşiş bırakıp rakıyı elinden aldı. Rakı içecek olanlara kendisi servis yapıp yerine geçti.

"Yavru aslanım denemek ister misin?" Aslan'ın dediğiyle başım hemen Kerem' kaydı. Kerem elimizdeki kadehlere burun kıvırıp Aslan'a su dolu bardağını kaldırıp gülümsedi.

"Sağlığına abim," dediğinde gülüştük.

Kına, düğün ve sonrası hakkında uzun uzun sohbetler edip durduk. Mart ayında girdiğim Tıpta Uzmanlık Sınavı'nda derece yapıp istediğim puanı almak omuzlarımdaki yükü oldukça hafifletmişti. Eylül ayından itibaren Bartın Devlet Hastanesi'nde uzman psikiyatr doktor olarak görevime başlayacak olmak şimdiden heyecanıma heyecan katıyordu. Sınavdan sonra kendimi alışverişe kaptırmış; bir sürü takım, elbise, hiç almadığım kadar topuklu ayakkabılar almıştım. Yusuf bir yerde durmamı söyleyince abarttığımı anlamıştım.

Gecenin geç saatlerinde otele geçip geceyi orada geçirdik. Ertesi gün öğleden sonra İstanbul'a geçtiğimizde annemler ve Bejna ile hiç eve gitmeden Aysel Hanım'ın moda evine kına, gelinlik ve elbiseleri almaya gittik. Gitmişken son defa bir prova yapıp her şeyin istediğim gibi olduğuna emin olduktan sonra evlere dağıldık.

"Çok yoruldum," dedim kendimi kanepeye bırakır bırakmaz.

"Kiraz, kahve yapıver," diye mutfağa seslendi annem. Başımı bacağına yaslayıp ayaklarımı koltuğa uzattım. Annemle ev hakkında konuşurken Kiraz kahveleri getirdi. Ona teşekkür edip annemin kucağından kalkıp bağdaş kurarak oturdum.

"Sema yarın kahvaltı yapalım bizde diyor," dedi annem telefonunu sehpaya bırakıp.

"Olur," kahvemi içip anneme doğru dönüp oturdum.

"Anne," dediğimde fincanı dudaklarından çekip bana baktı.

"Kızım," dediğinde desem mi demesem mi ikilemi yaşadım. Bu ikilem biraz uzun sürmüş olacak ki annem bir kez daha bana seslendi. Tam Bejna diyecektim ki kapı çaldı.

"Ne oldu anneciğim?" diye sorunca söyleyeyim en iyisi deyip dudaklarımı aralamıştım ki salonda Güneş'in sesi yankılandı.

"Ben geldim..." yanımıza geldiğinde Kiraz'dan kendisine soda isteyip yanaklarımı öptükten sonra karşıdaki koltuğa oturdu. Mezuniyetinden sonra Tulum'a gidip öyle İstanbul'a gelmişti. İki gün öncede Daron geldiği için bizimle Bartın'a gelememişti.

"Daron nasıl?" dediğimde ayakkabılarını çıkarıp koltuğa uzandı.

"İyi çok selamı var," dedi. Daron'un adı geçtiği an sırıtmaya başlıyordu.

"Çocukla ilgilenemedik doğru düzgün. Akşam yemeğe çağırsana kızım güzelce ağırlayalım," dedi annem. Güneş bir an ciddi mi diye anneme bakıp gözlerini bana çevirdi.

"Bilmem olur mu ki?" dedi bir tık endişeyle.

"Olur tabii kızım neden olmasın. Sen ara davet ettiğimizi ilet. Ben babana haber vereyim. Aden sen de al kardeşini geç mutfağa bir menü hazırlayın yapalım hep bir elden," deyip ayaklandı. Koşar adım yukarı çıktığında Güneş'le birbirimize baktık.

"Senden sonra bana da heveslendi herhalde," dediğinde güldüm. Annem, Daron ile tanıştığından beri adamı dilinden düşürmeyip her fırsatta memnuniyetini dile getiriyordu. Sanırım en hoşuna giden şey Daron'un, söz konusu Güneş olduğunda ortaya koyduğu aşırı korumacı tavrıydı.

"Haklı kadın. Misafirimiz sayılır adam, hadi gel ben enişteme güzel yemekler hazırlarken sen de arayıp çağır," dedim.

Güneş, Daron'u davet ettikten sonra yemek yapmaya koyulduk. Kiraz, temizlikle ilgilenen diğer kızları da çağırınca elimiz daha da hızlandı. Annem peşinden babamla birlikte mutfağa girdiğinde babam direkt masaya geçip oturduktan sonra Güneş'i göz ucuyla süzdü.

"Daron seninle Milano'ya geldi mi?" Güneş önce bana bakınca omzumu silkip göz kırptım. Saklaması ya da yalan söylemesi gereken bir durum yoktu.

"Evet, geldi..." dediğinde omzumun üstünden babama baktım.

"Peki diğer arkadaşların geldi mi?" Güneş dudaklarını ıslatıp alnını kaşıdı.

"Geldiler ama biz biraz daha uzun kaldık," babam başını sallayıp ona bakan anneme göz attı. Annemin sert ve ters bakışlarını fark edince sessizce "ne?" deyip suratını salladı.

"Abinlere de haber verdim," Güneş anneme dönüp ofladı.

"Anne ya," dediğinde annem yanımıza gelip Güneş'in omzunu sıvazladı.

"Aslan'ın dilinden kurtulamayız anneciğim. Hem merak etme misafirimize terbiyesizlik yaparsa baban kulağını çeker," dediğinde kıkırdadım.

"Bence Aslan'ı boş ver sen. İyi ki Baran yok ya çat kapı gelse" dememle kapının çalmasıyla Güneş alev alan gözlerini bana çevirdi.

"Şom ağzın inşallah bana patlamamıştır Aden," demesiyle mutfağa Simge'yle Baran'ın girmesi bir oldu. Annemler gülerken Güneş bana ters bakışlar attı.

"Hissikablelvuku," dediğimde gözlerini devirip elini kuruladıktan sonra Simge ve Baran'ı karşıladı. Onun peşinden ikisine sarılıp Simge'yle uzun uzun koklaştık.

"Hayırdır kokumuzu mu aldınız döktürmüşsünüz," dedi Baran yemeklere bakarken.

"Misafirimiz var oğlum," dedi annem.

"Kim?" diye sordu Baran.

"Daron gelecek," dedi Güneş.

"O gereksizin burada ne işi var?" Baran'ın ters bakışlarını görmezden gelip ona arkasını döndü Güneş.

"Ben davet ettim. Çocuk o kadar İstanbul'a gelmiş hem düğüne de davetli. Daha yakından tanıyıp kaynaşmamız uygun olur dedim," Baran anneme bakıp kollarını göğsünde bağladı.

"İsviçre de tanıştık ya yetmiyor mu?"

"Daron, kız kardeşinin erkek arkadaşı Baran. Tanışmamız ve evimizde ağırlamamız çok normal. Üstelik ayaküstü bir merhabadan öteye gitmememiz gerekir değil mi?" dedi babam. Baran boğazını temizleyip kaşının ortasını kaşıdıktan sonra başını salladı. Bir şey demeden mutfaktan çıkınca Simge'de peşinden gitti.

"Kiraz her şey hazır mı?"

"Hazır Zümrüt Hanım. Kızlarda masayı hazırlıyorlar," dedi Kiraz.

"Üç servis daha ekleyelim Kiraz. Ben Yusuf'u da çağırsam iyi olacak," dediğimde Güneş bana teşekkür eden bakışlarla baktı. Tam boyları dizginlerse Yusuf dizginlerdi.

Önce Aslan ve Bejna peşlerinde de Yusuf kucağında Yusuf Ali ile birlikte geldi. Salonda oturmuş sessizlik içinde Daron'u beklerken çıkan tek ses Yusuf Ali ve Fındık'ın sesiydi. Fındık uzandığı yerde kuyruğuyla Yusuf Ali ile oynuyordu. Gözüm onlara dalmışken bacağımda hissettiğim sıcak elle sıçradım.

"Bunlar neden kana susamış cellatlar gibi?" dedi Yusuf fısıldayarak. Yan yana oturmuş tam boylara baktım. Oturuşları, duruşları, bakışları şu an tıpa tıp aynıydı.

"Daron'dan hiç hoşlanmadılar," dedim.

"Neden?" başımı koluna yaslayıp yüzüne baktım.

"Fazla açık sözlü ve dişli de ondan," dudaklarını birbirine bastırıp tam boylara baktı.

"Eğlence var desene," dediğinde buna pek emin olamadım. Soğuk yeller esmesi daha olasıydı. On dakika kadar sonra kapı çaldığında Güneş hızlıca ayaklanıp koşar adım kapıya gitti. Bizde ayaklanıp salonun girişinde durduk. En önde annemle babam yanlarında Aslan ve Bejna vardı. Bizde Baranlarla onların bir adım gerisindeydik. Doğu ve Kerem yanında Yusuf Ali'yle birlikte annemlerle bizim ortamızdaydılar.

Daron ve Güneş yan yana salona girdiklerinde ne kadar yakıştıklarını düşündüm. Birkaç hafta da tamamlanmış gibiydiler. Aralarındaki bir adımlık mesafeden bile yükselen enerjiyi hissedebiliyordum.

Salona inen iki basamağı inip tam karşımızda durduklarında annem bir adım atıp elini Daron'a uzattı ve o güzel İngilizcesiyle hoş geldin dedi. Daron anneme elindeki beyaz gül buketini uzatmadan önce annemin elinin üzerini öpüp bize baktıktan sonra çap pat bildiği Türkçe ile konuştu.

"İyi akşamlar, davetiniz için çok teşekkür ederim," dedikten sonra annemin ve benim en sevdiğim çiçek olan beyaz gülleri anneme verdi.

"Çok naziksin teşekkür ederim," dedi annem. Daron annemin sıcak karşılamasıyla rahatladı. Babama dönüp onunla da tokalaştığı sırada Aslan "artist," diye mırıldandı.

"Kocam, eğer bu gece Güneş'i üzecek tek bir hareketin olursa bozuşuruz ona göre. Evde ofsaytta düşmek istemezsin değil mi?" dedi Bejna açık açık tehdit ederek. Aslan derin bir iç çekip huysuzca başını salladı.

"Aynısı senin içinde geçerli Baran o güzel çenene sahip çıkıyorsun yoksa sırf senin için giyinmekten vazgeçtiğim o elbiseyi giyinirim düğünde," diyerek Simge'de kartını açık oynadı. Kıkırtılarımı içime gömüp burnumun ucunu kaşıdım.

Doğu gülüp Aslan'a "merak etmeyin ben hallederim," dediğinde ona dönüp yan gözle sert bir bakış attım. Yutkunup "şaka, sadece şakaydı," deyip sustu.

Abiliklerini başka konu da taslayabilirlerdi. Güneş bu kadar mutlu ve heyecanlıyken sırf Daron'dan haz etmedikleri için onu üzmemeleri gerektiğini bizim hatırlatmamıza gerek kalmadan anlasalardı keşke.

Daron herkesle selamlaştıktan sonra önümüzde durdu. Onu Yusuf'la tanıştırdığımda gülümsemesi derinleşti. Tokalaştıktan sonra sonunda Yusuf ile tanıştığı için fazlasıyla memnun olduğunu söyledi Daron. Yusuf nadiren duyduğum Fransızcasıyla ayaküstü sohbet etti Daron ile. Enerjileri fazlasıyla uymuş gibiydi.

"Zümrüt Hanım her şey hazır," diyerek yanımıza geldi Kiraz.

"Serviste Makbule eşlik etsin sana Kiraz," dedi annem. Sonra bize dönüp masayı işaret etti.

Masaya geçtiğimizde Yusuf Ali sandalyesinde oturmayı reddedip Aslan'ın kucağına yerleşti. Bejna'ya olan aşırı düşkünlüğünden dolayı sürekli onların evindeydi Yusuf Ali. Bu kısa zamanda da Aslan ile iletişimleri daha artmış ve sağlamlaşmıştı.

Kiraz ve Makbule çorba servisi yapmaya başladığında Kerem okulda öğrenmeye çalıştığı Fransızcasıyla Daron ile sohbet etmeye başladı. Daron onun yanlışlarını düzeltmeden söylemek istediği her şeyi anlayarak cevap verirken Güneş yüzünde memnun bir gülüşle ikisini dinliyordu. Tam boylar yüzünden gerildiği o kadar belliydi ki Kerem de bir şekilde ablasına destek olmaya çalışıyordu. İlk tanıştıkları andan beri Kerem'in içten içe Daron'a hayranlık beslediği belliydi. Sanırım bundaki en büyük etki Daron'un Fransız olmasıydı.

"Başlayalım mı?" diye sordu annem.

Çorbalar içilirken oluşan sessizliği bölen tek şey Yusuf Ali'nin sorduğu sorulardı. Aslan'a olur olmadık sorular sorup aldığı cevapların doğrulunu Yusuf'la sorguluyordu. Eşek çocuk istediği cevapları alamayınca dudaklarını büzüp omuzlarını sallıyordu.

Babam çorbasından birkaç kaşık içtikten sonra gözlerini Daron'a dikti. Onu şöyle bir süzüp suyundan içti. İsviçre'de ilk tanıştıklarında da Daron'a aynı bakışlarla bakıp gözlerini birkaç saniyeliğine Güneş'e çevirdikten sonra tokalaşmak için elini anca uzatmıştı.

"İşler nasıl gidiyor?" diye sorduğunda Daron başını kaldırıp babama baktı. Lokmasını yutup dudaklarını sildikten sonra babam cevap verdi.

"Oldukça iyi. Uzun zamandır üzerinde çalıştığımız projelerimiz bitmek üzere," dedi. Sonra dönüp Güneş'e gülümsedi.

"Güneş'in eşsiz projeleri sayesinde bu yıl iyi anlaşmalar sağladık diyebilirim," dediğinde babamın gözlerine gurur sindi. O bakışlarını Güneş'e çevirip göz kırptı.

"Güneş'ten önce vizyonunuz yoktu demek ki," Baran'ın söyledikleriyle başlarımız ona döndü. Daron, Baran Türkçe konuştuğu için ne dediğini anlamasa da laf sokuşturduğunu bizim yüzümüzdeki ifadeler anlamış olacak ki boğazını temizleyip Baran'a çevirdi bedenini.

"Sanırım bana bir şey söylediniz?" dedi İngilizce konuşarak.

"Vizyon... çok önemli," dedi Baran tavrından ödün vermeden. Daron'un aksine İngilizce değil Fransızca konuştu. Maşallah masa da benim ve yengelerim tabii birde Yusuf Ali'nin dışında herkes Fransızca biliyordu.

"Haklısınız, önemli. Bazı değişimler, gereksiz insan arınmaları kişiyi farklı bir boyuta çekiyor. İnsan daha pozitif daha verimli oluyor," dedi Daron hiç acımadan.

Baran, dudaklarını araladı ancak bir şey diyemedi. Bakışları Güneş'e kayınca masanın altından bacağına sert bir tekme geçirdim. Bakışları bana kayınca gözlerimle ikaz edebildiğim kadar ettim ama Baran'dı bu. Önce gömer, söver, döver sonra da severdi.

"Burada gereksiz insan biz oluyoruz sanırım kardeşim," dedi Aslan gözlerini Daron'dan ayırmadan. Bejna'nın bakışlarının farkında bile değildi.

"Sanırım öyle abi... Güneş anlaşılan bizden uzaklaşmak sana fazlasıyla iyi gelmiş," Baran ah Baran...

"Abi," dedi Güneş. Sesinin gerisindeki titremeyi Daron'da duymuş olacak ki Aslan ve Baran'a sert bakışlar attı.

"Güneş bana abilerinin anlayışlı, hep destekleyici ve kaba olmadıklarından bahsetmişti ama yanılmış sanırım," tam boylara baktım. Bir kızarma bozarma yoktu. Aksine burunlarından kıl aldırmamaya devam edeceklermiş gibi duruyorlardı.

"Beyler!" dedi babam sert bir tonda.

"Ama baba bu hayırdır ya?" diye söylendi Doğu. Baran ve Aslan'dan daha da sert bir laf gelecekken araya Yusuf girdi.

"Beyler önceliğiniz kişisel egonuz değil kız kardeşiniz olsun. Ayıp ediyorsunuz," dediğinde üçünün de omuzları düştü. Derin nefesler alıp verdikten sonra arkalarına yaslandılar.

"Ben hep Güneş'in müzisyen olmasını isterdim. Çok güzel keman çalar dinleme şansın oldu mu Daron?" dedi annem oluşacak olası gerginliği yok etmek niyetiyle.

"Ne yazık ki henüz dinleyemedim, ama çok isterim..." deyip Güneş'e baktı Daron. Keman çaldığını şimdi öğrendiğinden adım kadar emindim.

"Ben pek sevmiyorum çalmayı aslında ama senin için bir şeyler çalabilirim sonra," dediğinde Daron'un gülüşü büyüdü.

"Abla birlikte çalalım mı?" dedi Kerem hevesle. Son zamanlarda piyanosuyla fazla haşır neşir olmuştu o da.

"Kemanım yok ki ablacığım," dedi Güneş.

"Var kızım. Atmadım ben kemanını," Güneş anneme baktığında annem uzanıp masanın üzerinden Güneş'in elini tuttu.

"Çocukluğundan hatıra. Kıyamadım," dedi annem. Güneş dudaklarını ısırıp anneme birkaç saniye bakıp burnunun ucunu kaşıdı. Hiç istemeyerek, ağlayarak çalmayı öğrendiği kemanını özlemişti belki de. Ya da annemin kemanı saklaması onu duygulandırmıştı.

Çorbalardan sonra diğer yemekler servis edilirken Daron, Yusuf ve babam ekonomi hakkında konuşuyorlardı. Tam boylardan ses çıkmazken bizde kızlarla bir şeyler konuşuyorduk. Yusuf Ali yemeğinden bir çatal aldıktan sonra başını birden kaldırıp Güneş'e baktı.

"Gün Gün," diye birden bağırıp Aslan'ın kucağından indi. Koşarak Güneş'e gidip kucağına alması için kollarını uzattı. Güneş kucağına aldığında hep yaptığı gibi başını göğsüne yaslayıp bir elini boynuna yasladı. Bakışları direkt Daron'a kayınca Daron'da Yusuf Ali'ye baktı.

"Merhaba," dedi Daron. Yusuf Ali başını kaldırıp Güneş'e baktı.

"Bu kim?" diye sordu.

"Arkadaşım," Yusuf Ali tekrar Daron'a bakıp onu bir süzdü. Sonra bize bakıp dudak büktü. Elini Daron'a hiç bakmadan ona uzattı. Daron da kendisine uzatılan eli tutup Yusuf Ali ile tokalaştı. Onunla yavaşça iletişim kurmaya çalıştığında Güneş'in yüzünü izledim. Daron da oyalanan hayran bakışları çok tanıdıktı.

"Yusuf Ali yine iyi. Barlas tam olarak Güneş aşığıdır," dediğimde Daron başını bana çevirdi.

"Öyle bizzat şahit oldum," dedi Daron. İsviçre'deyken Barlas'ın, Daron'a yaptıklarını hatırlayınca kıkırdadım. Güneş'e bir türlü yaklaştırmamıştı adamı.

Yemek tam boyların sessizliği, Yusuf ve Daron'un aktif muhabbetiyle devam ederken annem tatlı servisi için bahçeyi ayarlamalarını istedi Kiraz'dan. Bahçe hazır olana kadar herkes salona geçerken Güneş'le birlikte kızlara yardım edip salona döndük.

"Bahçeye geçelim mi?" dediğimde hepsi ayaklandı.

Bahçede içeridekinin aksine daha sıcak bir ortam olunca bir nebze rahatladım. Yusuf ve babam Daron ile ortak noktalarını bulmuş olacaklar ki konuşmalarına hiç ara vermiyorlardı. Kerem de hevesle arada sohbetlerine dahil olup kendi fikirlerini söylüyordu. Tıpkı İsviçre'de olduğu gibi Aslan'la Doğu'nun ve onlara katılan Baran'ın laf sokmalarına hiç aldırmıyordu.

"Abla, çalalım mı?" dedi Kerem.

Eve girip piyanonun olduğu kısma geçtik. Tam boylar salonda oturmayı tercih edip yanımıza gelmeyince hepsine bir bakış attım. Kızlarda ne kadar uyarsalar da bana mısın demediler.

Kiraz, Güneş'e kemanını getirince önce hangi parçayı çalacaklarını konuştular. Karar verdiklerinde ilk Kerem çalmaya başladı. Kısa zamanda kendisini bayağı geliştirmişti. Parçanın orta yerinde Güneş kemanını çalmaya başlayınca sadece Daron'u izledim. Güneş'e o kadar naif, merhametle bakıyordu ki sırıtmadan edemedim. İnsanın sevdiği insana farklı bir güzellikte baktığına şahit olmak çok hoştu.

Çay, kahve faslından sonra Daron kalkmak için izin istedi. Davet ettiğimiz için teşekkür edip çok güzel ağırlandığını söyleyip iyi geceler diledikten sonra hepimizle vedalaşınca onu yolcu ettik. Salona geçip tekrar oturduğumuzda annem ve babam Daron'u birbirilerine övüp duruyorlardı. Bu durumdan en mesut kişi elbette Güneş'ti.

"Çok düzgün, olgun bir adam bu zamanda böylesine denk gelmek mucize gibi bir şey artık," dedi annem.

"Emir yamuk muydu anne?" Doğu'nun ani çıkışıyla hepimiz ona döndük. Emir ne alakaydı şimdi?"

"Emir'e laf etmedim ki oğlum. Ben tamamen Daron'u değerlendiriyorum," dedi annem. O da şaşırmıştı Doğu'nun çıkışına.

"Değerlendir, değerlendir bitmedi anne. Etten kemikten işte," dedi Baran tüm huysuzluğuyla.

"Ne oluyor size kız kardeşiniz için sevinmeniz gerekirken ne bu tavır Allah aşkına?" diyerek azarladı annem onları.

"Ben adama üzülüyorum," Aslan'ın kısık sesli homurdanışını ne yazık ki hemen yanımda oturan Güneş'te duydu.

"Doğru diyor abim. Yarın öbür gün Güneş'in ruh haline uymadığında terk edilebilir adam. Kim bilir sonrasında da daha iyisini, güzelini bulabilir tabii. Gördük aynı senaryoyu nasıl olsa!"

Doğu konuşmasını bitirir bitirmez ne dediğini anladı. Dediğinin nerelere dokunduğunu, hangi yaraları sızlattığını fark etti. Bakışları anında Güneş'e kaydığında üzülmek için çok geçti. Güneş'in yutkunuşlarını işittiğimde ona baktım. Yanak içlerini ısırdığı dışarıdan belli oluyordu. Kırık bakışları abilerinde dolandıktan sonra iç çekip ayaklandı.

"Ben odamdayım. Size iyi geceler," dedikten odasına çıktı.

"Aferin size, gurur duyup alkışlayın bir de kendinizi!" dediğimde oturdukları yerde kıpırdandılar. Annemle babamın da üzgün ve kızgın bakışları onları daha da rahatsız ediyordu.

"Derdiniz ne lan sizin alıp veremediğiniz ne kızla?" dedi Yusuf. Sinirli olduğu salladığı bacağından belliydi. Artık ne bahanelerini ne kendilerince sebeplerini duymak istemiyordum.

"Ne dertleri olacak oğlum Daron'u kıskandılar bas bayağı," dedi annem.

"Siz gelsenize benimle bir bahçeye," deyip ayağa kalktı Yusuf. Tam boylarla bahçeye çıkınca kucağımda uyuklayan Yusuf Ali'yi koltuğa yatırıp üzerini her zaman koltuğun kolçağında duran ince pike battaniyeyi üzerini örttüm.

"Ben bir Güneş'e bakayım," dediğimde kızlarda ayaklandı. Onlarda merak ediyorlardı tabii Güneş'i.

"Güneş?" dedim odasına girip göremeyince.

"Banyodayım," diye bağırınca yatağına gidip oturduk. Birkaç dakika sonra yanımıza geldiğinde yüzünü inceledim. Üzgün ya da mutsuz görünmüyordu. Kızları öpüp yatağa yanıma gelip kucağıma uzandığında yüzünde göremediğim kırgınlığını hissettim. Başını okşadığımda dizimi öptü. Senin ağzına tüküreyim Doğu, iki yakan bir araya gelmesin Baran, cehennem kuyularında kavrula kavrula yan Aslan!

"Kız görümcek bakma sen onlara salak hepsi!" dedi Simge. Sonra dönüp Bejna'dan kocasına hakaret ettiği için özür diledi.

"Kıskandılar bence. Bir de Aslan sanırım seni İsviçre'ye tek gönderdiği ve sana karşı olan tavırlarından dolayı pişman. O pişmanlıkta sinir yaptı kocamda," dedi Bejna.

"Gazdır o gaz salamadıysa," dedi Simge. Bejna ona omuz atınca tekrar özür dileyip gözlerini devirdi.

"Vallahi benim ki tamamen aptallığından böyle yapıyor. Üçü de yediremedi senin artık kendi ayaklarının üzerinde durup kimseye tamah etmemeni. E birde maşallah seni başının üzerinde taşıyan bir adamı karşılarında görünce malak gibi kaldılar," Simge o kadar komik dert yandı ki gülmeden edemedim.

"Kız görümcek turnayı gözünden vurmuşsun he. İlk gördüğümde de demiştim ama bugün daha iyi emin oldum mis gibi adam yemin ederim. Rabbim ne şanslı kullarınız nazarlardan koru bizi," dedikten sonra kulağını çekip dişine parmağını üç kere vurdu.

"Âmin, âmin. Rabbim taş değdirmesin ayağımıza," dedi Bejna. Susar susmaz da hızlıca duasını okuyup nefesini hepimize üfledi. Kızlar konuşmaya biz susmaya devam ettik. Ara ara güldük ama Güneş'le sessizliğimizi sürdürdük.

"Kızlar müsaade var mı?" dalıp gittiğim yerden babamın sesiyle sıçrayarak geri geldim.

"Gel baba," dedi Güneş. Bejna ve Simge kalkıp "sizi yalnız bırakalım," dedikleri gibi odadan çıktılar. Ben de çıkmak için hareketlendiğimde babam kalmamı söyledi.

"Saat biraz geç oldu ama haydi kalkın sizi dondurmaya yemeğe götüreyim," dediğinde Güneş'e baktım.

"Çengelköy'deki yere," dedi babam. Güneş'in yüzünde sonunda bir gülüş görünce rahatladım.

Evden çıktığımızda Yusuf'ta bizimle birlikte çıktı. Kapının önünde onlarla vedalaştıktan sonra Arda abinin şoförlüğünü yaptığı arabaya geçtik. Babam önde biz arkada yolculuk ettik. Çengelköy'de sahile çok yakın bir sokaktaki bir dondurmacıya geldik.

Babam hepimize kâğıt helva arasında dondurma aldı. Benim dondurmama çikolata sos, Güneş'e ise sadece fındık parçaları koydurdu. Dondurmalarımızı yiyerek sahile kadar yürüdük. Kuleli'nin önünden karşıya geçip denize bakan banklardan birine oturduk. Babam ortamıza bizde sağına soluna oturduk.

"Güzelmiş bu bayağı," dedim. Doğal, ev yapımı olduğu aşırı gelen süt tadından belli oluyordu.

"Küçükken hep gelirdik," dedi Güneş.

"Abilerinde arkamızdan ağlardı. Asla getirmezdim onları buraya yine getirmem. Sadece kızlarımla benim mekânım burası," dönüp babama bakınca göz kırptı.

"Ama dayanamayıp onlara da eriyeceğini bile bile paket yaptırırdı," Güneş'e eğilip baktım. Dondurmasını iştahla yiyordu.

"Ağlaya ağlaya yerlerdi," dedi babam gülerek. Sonra bize bakıp "ağlasın köpekler," dediğinde kıkırdadık.

"Ağlasınlar vallahi yoksa bu gidişle ben ağlatacağım," dediğimde babam saçlarımı sevip yanağımı okşadı. Dondurmasını bitirdikten sonra arkasına yaslanıp bizi kollarının arasına aldı.

"Her zaman önemli olan kendi hisleriniz, düşünceleriniz olsun kızlarım. Kim ne demiş, nasıl davranmış bunlara takılmayın. Güzellerini, iyilerini kendinize alıp kötü olan her şeyi görmezden, duymazdan gelin," dedikten sonra başımızı öptü.

"Sizin için çok mutluyum. Mesleğiniz elinizde, sevilip sayılan birer yetişkinsiniz, hayatınızdaki adamlar sizi el üstünde taşıyıp gözlerinizin içine bakıyor. Çok şükür gözüm arkada kalmayacak," dediğinde Güneş'le göz göze geldik. Dudaklarımız anında kıvrıldığında ikimizde sindiğimiz göğse sıkıca sarıldık.

"Abilerinizi de takmayın kafanıza. Ay döngüleri denk geldiyse ondan bu huysuzlukları demek ki," dediğinde kendimizi tutamayıp güldük.

"Doğru diyorsun vallahi. Bir doktora göstermek lazım onları," dedim. Kollarımızı sıvazlayıp başımızın tepesine buseler kondurdu.

"Bir ananız birde siz böyle kollarımdayken huzura eriyorum şimdi onları düşünüp huzurumu kaçıramam, bırakın o kot kafalıları..."

Sahilde biraz daha oturup eve geri döndük. Güneş'le birlikte uyumaya karar verip benim odama çıktığımızda Kerem'i bizi beklerken gördük. Bizimle uyumak istediğini ama bunun aramızda kalmasını rica edince Güneş'le bu bahaneyle hunharca gülüp sinirimizi, stresimizi attık. Pijamalarımı giyinip Emir'i ortamıza alarak derin bir uykuya daldık.

Artvin'e geldiğimizde Yusuf ile son hazırlıklarla ilgilenmekten nefes alamaz olmuştuk. Düğünü yapacağımız otelde yatıp kalkıyorduk artık neredeyse. Karagöl'ün hemen yanında olması düğün için seçimimizi kolaylaştırmıştı. Diğer şehirlerden gelecek olan misafirlerimizi bu otelde ağırlayacaktık. Otelin iskelesini nikah töreni için hazırlıyorlardı. Geçici olarak beyaza boyayıp iskele boyunca sağlı sollu olarak şeffaf vazolarda bizim için anlamı çok derin olan mavi ve mor tonlarında sümbüller olacaktı. Gölün kenarına uzun masalar yerleştirecek masaların etrafını mavi tül saçaklı lambalarla çevreleyecektik. Gölde de üzerinde bir sürü mum olan sallar yüzecekti.

"Zemini ahşap bloklarla kapladık. Dans edeceğiniz alan masaların tam ortası olacak. İsteğiniz üzerine size ayrı bir masa koymadık. Ailenizin oturacağı masanın sağ başını sizin için geniş tuttuk," dedi Pınar Hanım. Kadın sağ olsun bizim için buralara kadar gelmişti.

"Teşekkürler Pınar Hanım. Şimdiden bile tam istediğim gibi olacağı belli," dediğimde memnuniyetim karşısında gülümsemesi tüm suratına yayıldı.

"Rica ederim. Bu arada sahne kısmını elektrik ayarlamalarına göre düzenleyeceğiz. Emir Bey otele yakın kısımda olmak istedi," dediğinde başımı salladım. Tıpkı nişanımda olduğu gibi Emir ve saz ekibi düğünümde de canlı performans yapacaklardı.

"O tamamen Emir'e ait. O nasıl uygun görürse sizin de işinizi bozmadan ayarlarsınız birlikte," dediğimde başını salladı.

"O zaman kınama bekliyorum. Belki köy kınası hakkında fikir edinmek istersiniz," dediğimde güldü.

"Orada olacağım Aden Hanım," deyip tokalaşmak için elini uzattı. Tekrar tekrar teşekkür edip uzattığı elini sıktım. Pınar Hanım otele girerken ben de iskeleye ilerledim. Sanki üzerimde gelinliğim, yanımda Yusuf varmış gibi yürüyüp durdum. Ellerimi korkuluklara yaslayıp başımı geriye atıp masmavi gökyüzünü izledim.

İki gün sonra bu gökyüzünün altında gelin olacağımı hatırlayınca dudaklarım kıvrıldı. Yusuf hayatıma girer girmez evlilik diye tutturan ben beş yıl iyi dayanmıştım. Yusuf'un canıydım, kıymetlisi, her şeyiydim şimdi de karısı olacaktım.

"Mavilerinizi mi yarıştırıyorsunuz," koluma aniden dolanan kollar ve kulağıma çarpan nefesle kalbim ilk günkü heyecanla çarptı. Ha beş yıl ha elli yıl. Kalplerimizin hep böyle çarpacağına o kadar emindim ki...

"Gökyüzünün yanında benimkilerin lafı olmaz," dediğimde omzuma dudaklarını bastırdı.

"Asıl seninkilerin yanında gökyüzünün esamesi okunmaz," ellerimi ellerine dolayıp başımı omzuna yasladım.

"Yusuf," dediğimde dudakları kıvrıldı. Ne zaman böyle uzatarak söylesem ne duymak istediğimi hemen anlıyordu.

"Yusuf'un canı," deyip kulağımın arkasını öptü. O böyle dedikçe ucu bucağı olmayan aşkım daha da büyüyor, daha da derinleşiyordu.

"Sevginin teşekkürü olmaz biliyorum ama... Beni bu kadar güzel sevdiğin için ve bir adam nasıl böylesine sevilir tattırdığın için teşekkür ederim," boynuma gömülüp derin soluklar aldıktan sonra uzun bir buse kondurdu.

"O güzel kalbine, taptığım mavişlere, öpmeye doyamadığım çillerine, kokusunu aldıkça aklımı kaybettiğim bedenine beni kabul ettiğin için... Senden önce erkek olan Yusuf'u adam ettiğin asıl en büyük teşekkür sana sevgilim..."

Dudaklarına sokulup yavaşça öptüm onu. Karnımda gezinen ellerinden birini boynuma sürükleyip nabzımın üzerinde parmaklarını gezdirdi. Nerede olduğumuzu hatırlayınca geri çekildim ama Yusuf dudaklarını benden çekmedi. Yanağımı, çenemi, boynumu öpüp durdu.

"Hep böyle yapıyorsun ben ne zaman güzel laf etsem sen daha güzelini söylüyorsun sonra ilişkimizin odunu ben oluyorum," gülüşü tenimde dağıldı. Boynumu dişleri arasında çekiştirip bedenlerimizi birbirine bastırdı.

"Bak ödeşiyoruz o zaman. Çünkü ben de oynak Aden ortaya çıktığı zaman böyle hissediyorum kendimi," dediğinde sırıttım. Kalçamı kasıklarına sürtüp karnımda dolanan elini göğsüme çıkardım.

"Bazen o konuda da beni geri de bırakıyorsun sevgilim," dediğimde göğsümü sıkıp kendini kalçama bastırdı.

"İki gün sadece iki gün daha sonra kim ileri kim geri görürüz," kıkırdayıp kolları arasında döndüm. Kollarımı boynuna dolayıp âdem elmasından sesli bir öpücük çaldım.

"Görüşelim savcım. Uzun zaman oldu bir alayım ifadeni," burunlarımızı birbirine sürtüp çenemi öptü.

"Saat yedi oldu. Dönelim mi?" dediğinde başımı salladım. Yola çıktığımızda köye değil de merkeze gittiğimizi fark edince dönüp Yusuf'a baktım. O da bana dönüp gülümsedi.

"Merkeze uğramam lazım güzelliğim," dediğinde üstelemedim. Yol boyunca kızlarla mesajlaştık. Merdo abinin merkezdeki restoranın önünde durduğumuzda tekrar Yusuf'a baktım. Sırıtışını gizleyemeden yüzüme bakıp yanağıma sokuldu. Peş peşe yanağımı öptükten sonra işaret parmağının sırtıyla yanağımda bıraktığı ıslaklığı sildi.

"Haydi git. Kızlar seni bekliyor," dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Evdeler onlar," dedim.

"Bazen 138 olmasına şaşırıyorum biliyor musun?" dediğinde elimin tersiyle karnına vurdum. Elimi tutup ısırdıktan sonra öptü.

"Ben bilmem. Canım baldızım buraya getir dedi ben de getirdim," dedi.

"Heeee kızlar gecesi yapacağız," gülüp başını salladı. Yanağımı tekrar öpüp dudaklarını çeneme kaydırdı.

"Git haydi yoksa çiftliğe doğru son sürat süreceğim arabayı," kıkırdayıp yanağından kocaman öpüp arka koltuktan çantamı aldım.

"Sen eve mi döneceksin?"

"Yok, Merdo balıkçı teknesini ayarlamış. Bizde erkekler gecesi için denize açılıp içeriz herhalde," dedi alayla.

"İyi bakalım. Ben gidiyorum o zaman," deyip hızlıca dudaklarından öpüp arabadan indim. Restoranın merdivenlerini çıkacakken arabaya geri dönüp camı tıklattım. Yusuf arabanın camını indirdi.

"Daron'u davet ettin mi?"

"Ettim güzelliğim hem merak etme onunla Doruk ve Arda ilgileniyor," dediğinde sırıttım.

"Güzel... Bacanağın sonuçta ayıp olurdu," başını sağa sola sallayıp güldü. Sonra uzanıp yanağımdan makas aldı. Havadan öpücük atıp ona el salladıktan sonra restorana ilerledim. Merdivenleri koşar adım çıkıp içeri girdiğimde birden yüzümde konfetiler patladı.

Kızlar mavilere bürünmüş bir halde karşımdaydılar. Saçlarındaki kısa duvaklardan ayaklarındaki ayakkabılara kadar masmaviydiler. Güneş koşar adım yanıma gelip boynuma sarılıp geri çekildikten sonra gülerek yanaklarımdan öptü.

"Gelin Hanım bekarlığa veda gecemize hoş geldiniz, eğlencemize başlamadan önce sizi hazırlamak için gelin odasına alalım. Baldız olarak sizi bizzat kendim hazırlayacağım," dediğinde kıkırdadım.

"Delisiniz ya. Üstelik hepiniz çok güzel olmuşsunuz," dedim.

Bejna ve Sevda'nın elbiseleri son derece sade ve şıkken, Simge mavinin her tonunu kendisine uyarlamıştı. Işıl adı gibi elbisesiyle ışıldarken en cüretkarı elbette benim canım kız kardeşimdi.

Biz Güneş'le, Merdo abinin bu gecelik gelin odası olan odasına çıkarken kızlar direkt denize bakan masaya geçti. Odaya girdiğimiz gibi Güneş ayaklı askılıktaki elbise kılıfından beyaz elbiseyi çıkarıp yanıma geldi. Elbiseyi süzdüğümde ağzım açık kaldı. O kadar güzeldi ki ne giyindiğimde oldukça derin olan dekoltesini ne kısacık eteğini dert ettim. Kısa gelinliğim o kadar güzel ve göz alıcıydı ki aynadaki yansımamadan gözlerimi ve elbisenin eteğindeki tüylerden ellerimi bir an olsun çekemiyordum. Elbisenin daha doğrusu gelinliğin üzerindeki taş işçiliği o kadar muntazamdı ki insanı bambaşka bir havaya sokuyordu. Bazı markaların gerçekten hakkını verdiğini elbiseyi girdiğimde daha iyi anlıyordum tabii.

"Mezuniyetten sonra Milano'ya gittiğimde caddede gezerken gözüme takıldı. Elbiseyi gördüğüm gibi bu geceyi planlamak geldi aklıma. Simge'yle hemen ayarladık her şeyi. Gelinliğin sana çok yakışacağına emindim. Öyle de oldu. Çok güzel görünüyorsun maviş," arkama dönüp Güneş'e kollarımı açtım. Düğün hazırlıkları başladığından beri aramızda kilometreler olsa da en büyük destekçim olmuştu. İnsanın böyle olaylarda gerçekten bir kız kardeşe ihtiyacı olduğunu daha iyi anlamıştım.

"Teşekkür ederim gün güzelim. İyi ki varsın, iyi ki kız kardeşimsin," dedim tüm samimiyetimle. Gözlerimi mutlulukla yumup başımı Güneş'in boynuna gömdüğümde onunla ilk anımız düştü hatırama. Fatih'teki o evin mutfağındaki ilk konuşmamız çınladı kulağımda. Güldüm, daha da sıkı sardım kollarım arasındaki kardeşimi.

"Kızlar birazdan üşüşürler tepemize. Hadi hızlı olalım biraz," dedi ayrıldığımızda. Askılığın olduğu yere tekrar gidip üzerinde oldukça pahalı bir markanın logosunu taşıyan ayakkabı kutusuyla yanıma geri geldi.

"Gelinliği almışken ayakkabıyı da halledeyim dedim. İtalya'daydım sonuçta," deyip güldü. Söz konusu giyim kuşam olunca bu kızın asla paraya acımaması ayrı bir durumdu ama bu durumu kutunun kapağını açtığı an unuttum.

"Biraz erken oldu ama benden ilk düğün hediyen," dedi.

"Güneş şaka yapıyorsun," deyip kutudaki ayakkabıları büyük heyecanla aldım.

Gelinliğimin henüz tasarım aşamasında ayakkabı derdine düşmüştüm. Hem rahat edip hem de şık olmak istiyordum haliyle. Üstelik her ne kadar düğün alanımıza suni zemin hazırlansa da kır düğünü olacaktı topuklu ayakkabı rahatlığının önemi büyüktü. İstediğimi bir türlü bulamayınca dolgu topuklu bir ayakkabı seçmiştim kendime. Annem yaptıralım istediğin gibi dese de hevesim kaçtığından hiç oralı olmamıştım. O sıralar kara kara ayakkabılarımı düşünürken derdimi Güneş'e yanmıştım.

"E ben neredeyse tüm markalara bakındım. Annem o kadar araştırdı bulamadık biz bir türlü istediğimizi sen nasıl buldun bunları," dediğimde güldü.

"Bu da benim hünerim. Ayrıca sen de artık oldukça zengin bir ailenin kızı olduğunu kabullenmelisin mavişim ona göre hareket etsen çok kolaydı aslında hayallerine kavuşman," deyip göz kırptı.

"Özel mi yaptırdın?" dediğimde güldü.

"Onların adı Gucci ise benimki de Uyguroğlu. İsteyip alamayacağım, yaptıramayacağım bir şey olamaz. Tabii bu sadece maddiyata bağlı şeylerde geçerli," dediğinde kıkırdayıp başımı salladım. Ayakkabıları göğsüme yaslayıp mutlulukla kıpırdandım. Beyaz, incilerle süslenmiş, kalın yuvarlak topuklu ve ön tarafı istiridye formunda geldiği çok şık bir ayakkabıydı.

"Çok kaptırma pazar gününe sakla birazda kendini," deyince mavilerim büyüdü.

"Şaka?" tepkime sırıtıp saçlarını savurdu.

"Yapmışken tam yapayım dedim. Tam olarak telefonda ağlaya ağlaya anlattığın gibi yaptırdım!" dedi gülerek.

Boynuna sarılıp defalarca teşekkür ettim. Güneş'in yaptığını Zümrüt annemde Yusuf'ta teklif etmişti ama onları uğraştırmamak için birazda şımarıklık yaptığımı hissettiğimden kabul etmemiştim. Şimdi Güneş'in bu yaptıkları o kadar mutlu etmişti ki beni bir gelin olarak tamamen doyuma ulaşmış hissediyordum kendimi.

"Kızlar?" Güneş'ten ayrılıp odaya giren Simge'ye baktım.

"Ya duygulandınız mı siz ağlaştınız mı yoksa?" deyip yanımıza geldi. Yüzümüze bakıp kaşlarını çattı.

"E ağlamamışsınız?" dediğinde Güneş'le güldük.

"Gülmeyin, gülmeyin ay ya da gülün canım ama hızlı olun biraz. Kurt gibi açım vallahi sizi beklerken beş kilo verdim açlığımdan," deyip geldiği gibi odadan geri çıktı.

Ben ayakkabılarımı giyinince Güneş yüzüme ufak dokunuşlar yapıp başıma tepesinde bride yazan kısa duvaklı tacı taktı. Aşağı indiğimde kızlarla tek tek sarılıp masanın başına geçip oturdum. Benim oturmamla servis başlarken garsonlardan biri elinde şampanya ile yanımıza geldi. Kızlarla kadehlerimizi alıp ayaklandık. Hepsi benim etrafımda toplanınca garson sakin bir şekilde şampanyayı patlattı. Kızlardan yüksek bir çığlık sesi yükselince kastığım bedenim gevşedi. Garson kadehlerimize şampanya doldurduktan sonra şişeyi masaya bırakıp iyi eğlenceler diledikten sonra yanımızdan ayrıldı. Kızlar tekrar yerlerine geçip oturmadan durup bana baktıklarında benden bir konuşma beklediklerini anladım.

"Hanımlar, bu güzel gece için beni çok mutlu ettiniz. Çok teşekkür ederim," dediğimde gülerek alkışladılar.

"Bu gece madem bizim gecemiz o zaman eğlencemiz bol olsun," deyip kadehimi kaldırdım. Neşe içinde kadehlerimizi tokuşturup yerlerimize tekrar oturduk. Garsonlar Sevda'nın bir el hareketiyle servise başladılar. Şampanyamdan bir yudum alıp kızlara baktığımda Bejna'nın garsondan su istedi.

"Bejna?" dediğimde güzel gülümsemesiyle bana baktı.

"Canım," dediğinde gözüm kadehe kaydı.

"Kokusu hoşuma gitmedi," dedi neden içmediğini soracağımı anladığı anda.

"Yengeciğim seninle bir ara konuşalım," deyip göz kırptığımda kaşları çatılsa da başını salladı.

Yemeğimizi tüm mekânı saran kahkahalarımızın arasında yedik. Güneş bugün sarhoş olmaya karar vermiş olacak ki üçüncüye doldurduğu kadehini alıp yerinden kalktı. Yanıma gelip elimden tutarak beni de ayaklandırdı.

"Kızlar yedik yakma vakti," dediğinde Simge omuzlarını sallayarak kalkıp yanımıza geldi. Baktı Bejna ve diğerleri ayaklanmıyor gidip onları da kaldırıp yanımıza getirdi.

"Işıl Işıl müzik işi sen de," dedi Simge.

Işıl hareketli parçalardan oluşan çalma listesini açıp hoparlöre bağladı. Kızlarla çalan her şarkıda da daha da coşup oynadık. Hatta bir yerden sonra hepimiz ayakkabılarımızı çıkarıp yalın ayakla dans etmeye devam ettik. Güneş ve Simge su içer gibi içki içerken geriye kalanlar olarak daha kontrollü gidiyorduk. Bejna ise sürekli bir şeyler yiyip duruyordu. Sonra çok yediğini fark edip duruluyor dakikalar sonra tekrar yemeye başlıyordu. Şimdi de kucağına meze tabağını almış hiç farkında değilmişçesine babagannuş yiyordu. Bejna'daki bakışlarım Işıl'a kaydı. Müzik setinin başında tek başınaydı. Kendisini yalnız ve kötü hissetme düşüncesi rahatsız etti. Emir için çok değerli birisinin benim olduğum bir yerde böyle hissetme ihtimali çok daha kötüydü. Yüzüme kocaman bir gülücük yerleştirip yanına gidip şarkılar için teşekkür ettim. Çalma listesini oluştururken Emir'e danıştığı belliydi çünkü neredeyse tüm şarkılar benim en sevdiklerimdi. Işıl'ı da yanıma katıp kızların yanına geri döndüm ve Işıl'la birlikte eğlenceme devam ettim. Güneş ile aralarında ister istemez belirli bir mesafe olsa da Bejna, Simge ve Sevda ile kısa sürede sıcak bir iletişim kurmuşlardı.

Eğlencemiz gecenin ilk saatlerine kadar devam ederken damat tayfası da aramıza katıldı. Yusuf beni gördüğünde kapının önünde duraksayıp tüm bedenimi baştan aşağı süzdükten sonra derin bir nefesle ıslık çala çala yanıma gelmişti. Onlarında gelişiyle eğlencemiz büyürken müzik setinin başına Emir geçti. Birkaç ayarlama yaptıktan sonra Yusuf ve bana bakıp güldükten sonra "mavişimize gelsin," deyip bir şarkı açtı. Çalan şarkıyla tam boylardan ve Kerem'den gür bir kahkaha koptu. Mavişim şarkısının yeni versiyonu çalıyordu. Yusuf'a dönüp kollarımı boynuna sarıp kolları arasında salınmaya devam edip şarkıya eşlik ettim.

"Mavi kız kara çocuk gözleri boncuk, boncuk," kısmında Yusuf keyiflenip gözlerimi öptü. Belimdeki elini açık sırtıma sürükleyip parmak uçlarını tenimde gezdirdi.

"Bu elbiseyi giydirse giydirse Güneş giydirir," dediğinde kıkırdayıp başımı salladım.

"Çok güzel değil mi âşık oldum görür görmez," yarım ağız sırıtıp başını salladı.

"Güzel çok güzel... Gece pencerene tırmandıracak kadar güzel," dediğinde kahkahama engel olamadım.

"Üzgünüm sevgilim. Güneş benimle kalıyor," dediğimde gözlerini devirdi.

"O zaman bu elbiseye güzel bak mutlaka üzerinden seni severek çıkartacağım bir gecemiz olacak," başımı sallayıp gülerek çenesini öptüm.

"Ayyy Yusuf asıl ayakkabılarıma bak," deyip masanın oradaki ayakkabılarıma koşup onları aldım. Tekrar Yusuf'un yanına geldiğimde ayakkabılarımı salladım.

"Güneş'in ilk hediyesiymiş çok güzeller değil mi?" Yusuf gülüp yanaklarımı mıncırdı.

"Güzel bebeğim. Giyinsen mi acaba üşüteceksin böyle yalın ayak," dediğinde başımı salladım. Tam eğilip giyinecektim ki Yusuf durdurdu.

"Yavrum bu elbiseyle çok yanlış hareketlerde bulunuyorsun," dedi. Ayakkabıları elimden alıp önümde diz çöktü. Ayakkabıları giydirdikten sonra sol diz kapağımı öpüp doğruldu.

Yemekler ve içkiler yenilenince masaya oturduk tekrar. Daha yavaş şarkılar eşliğinde vakit geçirdik hep beraber. Herkes eşinin yanında sarmaş dolaş bir haldeyken Doğu'ya Kerem kaldı. Doğu için sorun değildi ancak Kerem ikide bir Lara'ya buraya gelmesi için izin vermeyen ailesine söylenip duruyordu. Başım Yusuf'un omzunda, ellerim koluna sarılıyken masadakilere dingin bir tebessümle baktım. Herkes mutluydu, herkes olduğu yerden, yanında olan kişiden memnundu ve yüzlerinde benimki gibi bir gülüş vardı...

Ertesi gün babaannemler erkenden hepimizi ayağa dikip temizliğe giriştirdiler. Emir iki laf arasında Işıl'ı gezeceğiz deyip kaçırınca kızlarla bölünüp iki evi hep bir elden temizledik. Evler zaten temiz olduğundan işimizi erkenden bitirip yarın için hazırlıklara giriştik ancak Merdo abi bizi kurtardı. Yemekleri ve ikramlıkları zaten kendisi ayarladığından bizim ekstra bir şey yapmamıza gerek yoktu.

"Benim terziye gitmem lazımdı ya. Aden, kızlar haydi kalkın gidelim," dedi Güneş. Beni peşimden de Simge ve Bejna'yı kaldırıp üst kata çıkarttı.

"Hazırlanıp merkeze gidelim. Bir gezelim kahve falan içelim yoksa bu gidişle bizim pekmezimizi akıtacaklar," dediğinde hepimiz ona hak verdik. Hazırlanıp annemlere haber verdikten sonra evden çıktık. Yolda Sevda'yı arayıp onu da çağırdım. Merkezdeki butikleri dolaşıp hediyelik eşya satan dükkanlarda gezindik. Sevda yanımıza geldiğinde sahildeki kafelerden birine gitmeye karar verip arabaya ilerleyecekken Bejna'nın duraksamasıyla hepimiz durduk.

"Bejna ne oldu?" dedi Simge. En yakınında o vardı.

"Başım döndü birden," dediğinde yanına gittim. Yüzü bembeyaz kesilmişti.

"İyi misin?" diye sorduğumda başını sallamak istedi ancak gözleri kayıp bayılacak gibi olunca hepimiz düşmemesi için tuttuk onu.

"Ay ne oldu birden?" dedi Sevda telaşla.

"Hemen hastaneye gidelim," dedim. Bejna iyiyim dese de onu dinlemeden koluna girip belinden destekleyerek arabaya taşıdık.

Aylar önce ameliyat olduğum hastaneye gelip acilden giriş yaptık. Güneş hemen özel bir oda açtırıp Bejna'nın kaydını yaptırdı. Acilden bir doktor ve hemşire bir iki dakika sonra Bejna ile ilgilenmek için yanımıza geldiklerinde olayı anlattık. Doktor serum taktırıp Bejna ile konuşurken araya girip detaylı kan testi yaptırılmasını istedim. Kızla bir fırsat bulup konuşamamıştım hazır fırsat ayağımıza gelmişken aklımı kurcalayan sorunun da cevabını alabilirdik.

"Ama ben böyle yattıkça gerçekten hasta hissediyorum kendimi. Oturayım en azından," dedi Bejna sıkkınlıkla. Simge gülüp Bejna'nın doğrulmasında yardımcı oldu.

"Nedimelerimsiniz biraz can kan kuvvet lazım yengeciğim. Al serumunu kendine gel sonra dırdırlanırsın aman yani konuşursun," Sevda ve Güneş bıyık altından güldüler.

"Görüyorsun değil mi Bejna görümce ne kötü bir şey!" kıstığım gözlerimle Simge'ye ters ters baktım. Gülerek dil çıkarıp kısacık saçlarını elinin tersiyle iteledi.

"Kurban olun siz bize be! Bunlarda bulmuş bunuyor," dememle Güneş'in gülüşü daha da büyüdü. Sevda da yenge konumunda olduğundan sesini pek çıkarmadı.

"Aden'in hakkı var. Ya en çirkef hallerime denk gelseydiniz ne olacaktı diye de düşünmüyor musunuz?" dedi Güneş.

"Canım armut mu topluyor bizim el. A aa şunlara bak," Simge'ye gözlerimi devirip Bejna'ya baktım.

"Sen bu delinin laflarına bakma mis gibi görümceyiz," dediğimde Bejna kıkırdadı.

"Öylesiniz vallahi. Allah razı olsun," dedi Bejna.

"Kız Sevda bu esmer şekerden eli sopalı yenge olmasını beklemek benim hatam. Bize kaldı bu iş," kahkaham odanın neredeyse her yanında yankılanınca kendimi topladım hemen. Deli kız azıcık eğleneceğiz diye kendini bayağı kaptırmıştı.

"Vallahi Simge, Bejna'dan bile eli sopalı yenge olur da senden olmaz," Sevda nokta atışı cevabıyla Simge'nin bakışlarını üzerine çekince gülüp başını başka bir yana çevirdi. Didişip gülüşmeye devam ederken yanımıza doktor geldi.

"Bejna Uyguroğlu değil mi?"

"Evet," dedik hep bir ağızdan. Doktor güzel bir gülüşle Bejna'ya baktı.

"Ufak bir tansiyon düşüklüğünüz vardı ancak müdahale ettik serumdan sonra değerleriniz normale döner. Diğer değerleriniz iyi. Herhangi bir sorun yok. Ancak bir hormon değeriniz oldukça yükselmiş durumda," doktordaki bakışlarım direkt Bejna'ya kaydı. Safım dümdüz bakışlarla doktora bakıyordu.

"HCG mi? " dedi Simge coşkuyla. Bejna'nın bakışları doktordan Simge'ye ondan bana kaydı."Evet," dedi doktor.

" O ne Aden? " diye sorunca gülümsedim. Saçlarını okşayıp öptüm.

"Sanırım Jiyan anne ve babasına cennetinden bir melek yollamış Bejna," dediğimde yutkundu. Anlam veremediği gözlerinden belliydi. Kızlarla birbirimize baktık. Güneş'in de gözleri yaşarmıştı. Yanımıza bir iki adım atıp Bejna'nın elini tuttu.

"Nasıl ben anlamadım bir şey?" dedi titreyen sesiyle Bejna.

"Bejna Hanım tebrik ederim. Hamilesiniz..."

Bejna için hayatın durduğu ilk an sanırım Jiyan'ı kaybettiği andı. İkinci an ise buydu. Yeniden anne olacağını, içinde tekrardan bir yaşamın filizlendiğini öğrendiği bu andı. Gözyaşları o kadar çok o kadar hızlılardı ki... Çok sürmedi bir iki saniye sonra hıçkırıkları sardı etrafımızı. Dokunmadık, ağlama demedik. Elini tutup, öptük, saçlarını okşadık. Sıkıca, sımsıkı sardık onu. O ağladıkça bizde ağladık ama hiçbirimiz durun, ağlamayın demedik. Ailemizin yeni üyesini gözyaşlarıyla karşıladık.

"Bejna Hanım, Bejna Hanım!" hemşirenin yüksek çıkan sesiyle irkildik.

"Bejna Hanım. Doktor bey jinekoloğumuz Hülya Hanımla size bir görüşme ayarladı. Arzu ederseniz gidelim," dedi. Gözyaşlarımı silip Bejna'nın da gözyaşlarını kuruladım.

"Annesi miniğimizi görmeye gidelim mi?" dediğimde Bejna titreyen gözlerini kırpıştırdı.

"Gidelim Aden," dedi. Kadın Doğum katına çıktığımızda hemşirenin yönlendirdiği odaya ilerledik. Odaya girmeden önce hemşire durup bize baktı.

"Yalnız hepiniz giremezsiniz," dediğinde birbirimize baktık.

"Ama biz halasıyız," dedi Güneş.

"Bizde yengeleri olacağız. Hatta ne yengesi canım kapı gibi teyzeleri olacağız biz," dedi Simge. Bir yandan da eliyle Sevda'yla kendisini gösteriyordu.

"Biz en iyisi doktor hanıma rica edelim. Belki kabul eder," deyip önden odaya girdim. Kadın neyse ki bizi geri çevirmeyip odaya kabul etti.

"Evet, işte burada..." doktor monitörü Bejna'ya doğru çevirip ekrandaki küçük keseyi parmağıyla işaret etti.

"Yaklaşık yedi haftalık, kalp atışlarını çok az duyabiliriz şu anda. Net duyumları onuncu hafta itibariyle duyabilirsiniz," dedikten sonra Bejna'ya ve bize baktı.

"Şansımızı deneyelim mi?" dediğinde senkronize bir şekilde sırıtarak başımızı salladık. Doktor bir düğmeye bastıktan sonra çok kısık net olamayan kalp seslerini duyduk. Bejna tekrardan ağlamaya başladığında elini daha sıkı tuttum.

"İlk gebeliğiniz sanırım, Allah sağlıcakla kucağınıza almayı nasip etsin," dedi doktor. Bejna'nın ağlayışları daha da arttı. Bizde ondan farksız değildik.

"Bizim için çok özel bir an," dedi Güneş. Öyleydi, hele ki Bejna için bambaşka bir andı.

"Doğumu aşağı yukarı aralık sonu, ocak başı olur diyebiliriz. Hatta yılbaşı bebeği bile olabilir," dedi doktor.

"Ay ne güzel olur," dedi Simge. Gözlerimin önüne Noel baba kostümü giyinmiş bebeklerin görüntüleri gelince sırıttım.

"Kız olsun, kız olsun, kız olsun. Ailemizde yeterince erkek var. Bir tane prensesimiz olsun âmin," Güneş'in duasına hep ağızdan âmin dedik...

Hastaneden çıktığımızda gözlerimiz, burnumuz kıpkırmızıydı ama dudaklarımızda da tebessüm bakiydi. Arabaların önünde durmuş öylece birbirimize sırıtarak bakarken Simge birden çığlık atıp Bejna'ya sıkıca sarıldı ve yanaklardan öptü.

"Kız esmer şekeri bebek geliyor ya," dediğinde kıkırdadık.

"Bunu kutlamadan olmaz," dedi Sevda. Doğru diyordu vallahi.

"Pasta," dedi Bejna birden. Dudaklarını yalayıp burnunu çektikten sonra "çikolatalı pasta yiyelim böyle üzerinde de profiterol olsun," dediğinde güldük.

"Canın mı çekti canım eltim gider yeriz tabii en güzelinden," dedi Simge. Bu kızın elti sevdası da bambaşkaydı.

"O zaman atlayın bakalım pasta yemeye gidiyoruz," dedi Güneş.

Merkezde arabayla biraz dolaştıktan sonra bir pastaneye girdik. Kızlar masalardan birine otururken biz Bejna'yla tezgahtaki pastalara baktık. Gözleri çikolatalı olanlardan ayıramazken ben Güneş için küçük meyveli bir pasta ve beş çay söyledim.

"Pastalar günlük çıkıyor değil mi?" diye sordum bizimle ilgilenen genç kıza.

"Evet abla. Ama en lezzetlileri bir günlük olanlar tam kıvamında oluyor o zaman. Ne ilk gün pastası ne üçüncü gün. En güzeli bir günlüktür ablam," dedi genç kız.

"Peki, yengeciğim seçtin mi?" dedim Bejna'ya dönüp.

"Şunu istiyorum. Şey profiterol var mı?"

"Var ablam olmaz mı merak etmeyin onlarda taze. İstersen sana çay değil de taze yapılmış limonatalarımızdan verelim," dedi. Gözleri de Bejna'nın karnında dolanıyordu. Kız Bejna'nın iştahlı halinden anlamıştı tabii.

"Olur, nane koymayın ama," dedi Bejna.

"O zaman orta boylardan çikolatalı ve profiterollü olan pastayı masaya getirirsiniz bir de tabii ekstra bol çikolatalı profiterolleri unutmayalım," dediğimde kız başını salladı.

"Bejna sen geç bir lavaboya gidip geliyorum," dediğimde Bejna kızların yanına geçti. O gidince genç kıza pastaya mum koyup not yazmasını rica ettikten sonra kızların yanına döndüm.

"Sana meyveli söyledim gün güzelim birlikte getirecekler," dedim Güneş'e. Bana havadan öpücük atıp çantasından artık yanından bir an olsun ayırmadığı analog fotoğraf makinesini çıkarıp bize gülerek baktı.

"Bugüne ait bir fotomuz olmasın mı?"

Hem kendisi çekip hem de çalışanlardan birinden fotoğraflarımızı çekmesini rica etti. Kaç tane çekildik sayamadım ama pastalar geldiğinde fotoğraf çekilmesine bir son verdik. Meyveli pasta ve profiterol masaya koyulduktan sonra çikolatalı başta tam Bejna'nın önüne bırakıldı.

"Tebrik ederiz, afiyet olsun..." dedikten sonra servis yapan çalışanlar yanımızdan ayrıldı.

"Madem kutlama yapıp pasta kesiyoruz mumsuz olmaz diye düşündüm. Hadi miniğimiz için tut dileğini üfle," dedim.

"Allah'ım yavruma uzun ömürler versin," dediğinde hep bir ağızdan âmin dedik. Titreyen çenemi zar zor zapt edip kolunu öptüm. Bejna dolu gözleriyle önce bana sonra pastaya baktı. Pastanın üzerindeki notu alıp sesli okudu.

"Miniğimiz ve dünyanın en güzel esmer şekeri annesine..."

Kına sabahı erkenden uyandım. Güneş hâlâ uyurken sessiz hareketlerle odadan çıkıp Simge ve Işıl'ın kaldığı Güneş'in odasına ilerledim. Simge'yi uyandırıp hazırlanmasını söyledikten sonra Baran'ın odasına çıktım. O da Kerem'le kalıyordu. Baran'ı da uyandırıp havaalanına gecikmemelerini söylediğimde gözleri anında hazırlanıp ayaklandı. Onlar hazırlanırken aşağı mutfağa inip çay koyduktan sonra ikisi için hızlıca sandviç hazırlayıp kahvaltı hazırlamayıp başladım.

Baran ve Simge sandviçlerini alıp havaalanına Simge'nin ailesine almak için evden çıktılar. Masayı hazırlarken Hatice ve Leyla abla geldiler. Beni görünce bir dursalar da hemen işe koyuldular. Onlar son hazırlıkları yaparken evdeki tüm odaları dolaşıp herkesi uyandırdım. Uyandırırken de "uyanın bugün kınam var benim uyanın!" diye bağırmaktan da geri kalmadım. Aynı çığırtımla Yusuflara geçip onları da uyandırdım.

Eğlenceli ama oldukça hızlı bir kahvaltıdan sonra Pınar Hanım'ın çalışanlarıyla kına hazırlıklarına başladık. Simge'nin ailesi geldiğinde onlarla bir kahve içip cümbür cemaat kuaföre gittik. Daha önce hiç gelmediğim bir yer olduğundan endişeli olsam da Gazel yenge gayet güzel bir yer olduğunu savundu. Annemle Sema abla da endişe etmememi söyleyince kendimi kuaförün ellerine bıraktım.

"Makyajınıza da başlayalım mı?" çalışan kıza baktım.

Yok makyaj olmayacak," dedi Güneş hemen araya girerek. Makyajımı Güneş'in yapacağına bayağı önceden karar vermiş her yan yana geldiğimizde de prova yapmıştık. Güneş'i yılların makyözüne değişmezdim vallahi.

"Peki," deyip yanımızdan gitti çalışan kız.

Saçlarımız yapıldıktan sonra annemler makyaja oturunca kızlarla eve geçmeye karar verdik. Daha hepimiz makyaj yapıp giyinecektik. Eve geldiğimizde bahçeyi görmemle sırıtmam bir oldu. Bizim tarafta kına Yusufların tarafta damat eğlencesi olacaktı. Eğlence dediğimde yiyip içmekti. Bahçe duvarlarının önlerine beyaz kumaş paneller koyulmuş, dört kişilik yuvarlak masalar hemen o kısma yerleştirilmişti. Ağaçlara cam hazneli ışıklar asılmış sahne olarak kullanılacak alana parke zemin yerleştirilmişti ve bu sadece bir kısmıydı.

"Pınar Hanım bu işi cidden biliyor," dedi Güneş. Doğruydu, kadın gerçekten işini biliyor ve hakkını veriyordu.

Eve girip direkt odama çıktık. Kızlarda elbiselerini alıp yanımıza geldiler. Güneş beni pencerenin önüne yüzüm ışık alacak şekilde oturtup önce bakım yaptı. Yüzümü temizledikten sonra nemlenmesi için maske yaptı. Orada da önce Gamze'nin makyajını yaptı. Gamze fazlasıyla büyümüş ve çok güzel, üniversiteli genç kız olmuştu.

"Doruklar geliyorlarmış," dedi Simge.

"Daron yanlarında mı?" diye sordu Güneş hemen.

"Dur sorayım," deyip kıkırdadı Simge.

Güneş, Gamze'nin makyajını bitirdikten sonra benim makyajıma başladı. Kına elbisem yeşil olduğundan toprak ve şeftali tonlarını karıştırarak makyajımı yaptı. İşimiz ruj sürmek dışında bittiğinde aç karnımı doyurmak için mutfağa indim. Haydar abiyle babam tavla oynuyor, Simge'nin babası Murat abide onları izliyordu.

"Şeytanınız bol olsun beyler," deyip ikisini de öptükten sonra Murat abiye selam verdim.

"Saçların ne güzel olmuş. İlk defa dalgalı görüyorum," dedi babam. Göğüs hizamdaki saçlarımı iri su dalgaları yaptırıp sol tarafıma incili bir toka takmıştım. Onun dışında tamamen serbestti saçlarım.

"Teşekkür ederim. Ben de ilk defa yaptırdım. Annemler, babaannemler, Sevgi anneannem hepsi böyle istedi. Gelin tribi dalgalı saç sanırım," dediğimde güldüler.

"Çok yakışmış kızım," dedi Haydar abi. Murat abide iltifatlarını dizdikten sonra hepsine teşekkür edip buzdolabına yöneldim. Zeytinyağlı sarma tenceresini kucaklayıp yanlarına oturdum. Sevgi anneannem sevdiğim için İzmir'den yapıp getirmişti hiç üşenmeden. Böyle davranışlar insanın sevildiğini bilmesini, değer gördüğünü, kıymetli olduğunu anlamasını sağlıyordu benim nezdimde.

Ben sarmaları teker teker gömerken üçünün de bakışları bendeydi. Lokmamı yutup onlara da ikram ettiğimde geri çevirmeyip benim gibi çatal kaşık kullanmadan benimle birlikte yediler.

"Kızım e sen daha giyinmemişsin, misafirlerimiz gelecekler kalk kalk kalk hazırlan hemen," diye daha selam vermeden telaşla bağırdı Kiraz babaannem. Tencereden son lokmalarımı alıp koşar adımlarla odama tekrar çıktım. Kızların hepsi hemen hemen hazırdı. Lavaboya gidip odama geri döndüğümde ailenin tüm kadınları odamdaydı.

"Hanımlar bu ne güzellik," hepsi çok şık, cıvıl cıvıldı. Bize taş çıkartırlardı.

"Bırak sen bizi şimdi bebeğim. Giyin kıyafetini haydi misafirler gelirler şimdi," dedi Zümrüt annem tıpkı babaannem gibi.

"Ay tamam giyinirim bir sakin olun," onlar odadan çıkarken elbisemi astığım yerden alıp yatağa bıraktım. Yeşil, ince askılı saten bir elbiseydi. Korse formlu, göğüs kısmı dökümlü çapraz geliyordu. Etek kısmı A kesimdi ve bedenimi sarmadığı için hareket alanım rahattı. Dizimin hemen üstünde biten yırtmacı da neyse ki çok göze batmıyordu.

Güneş perdeleri çekince soyunup elbiseyi giyindim. Aynalı masama ilerleyip çekmecesinden bilezikleri koyduğum büyük ahşap kutuyu çıkardım. Babaannemler kınada el alem laf eder boş durmasın kolların deyip beni kuyumcuya sürükleyecekken benim var onları takarım demiştim. Yusuf'un yıllar önce bana aldığı bilezikleri takmak bugüne kısmet olmuştu... Güneş'in uzattığı dudak kalemi ve rujumu sürdükten sonra topuklularımı giyinip son kez aynaya baktım.

"Çok güzel oldun," dedi Güneş. Aynadaki yansımalarımızdan birbirimize baktık.

"Sen de çok güzel oldun. Vallahi Uyguroğlu kızları olarak dillerden düşmeyeceğiz," kıkırdadı. Pembe elbisesi miniydi. Göğüs kısmında gümüş parıltılar ve pırlanta işlemeler vardı. Balerin topuzu saçları gerdanının ve boynunun güzelliğini meydana çıkarmış, inci kolyeleriyle de süslemişti. Gümüş stilettolarıyla benim ince bantlıların topuk boyu aynı olduğundan boyumuzda yine aynıydı. Aynada birbirimize bakıp kendimizi şımartırken odanın kapısı çaldı.

"Gir," dediğimde Yusuf içeri girdi. İkimizde birbirimizi baştan aşağı süzünce kıkırdadım. Onu takım elbise ile çoğu kez görmüştüm ancak şimdi karşımda bir damat olarak bu halde görmek beni bambaşka duygulara sürüklüyordu. Biz Yusuf ve Aden sahiden evleniyorduk.

"Abim, Daron aşağıda kurtlara yem olmadan yetiş istersen," dediğinde Güneş'le gülüştük.

"Merak etme enişteciğim Daron kolay lokma değildir," dedikten sonra odadan çıkmak için kapıya yeltendi. Yusuf onu durdurup alnını öptükten sonra kolunu sıvazlayıp göz kırptı. Yusuf, İstanbul'da Daron'u misafir ettiğimiz gecede yaşadığımız o tatsız olaydan sonra tam boylara karşı Güneş'in yanındaydı.

Güneş odadan çıktıktan sonra Yusuf yanıma elindeki siyah karton çantayı yatağıma bırakıp kollarını belime sardı, siyaha yakın yeşil takım elbisesi ona fazlasıyla yakışmıştı. Kravat ya da papyon takmamıştı. Fazlasıyla salaş bir görünümü vardı ama çok yakışıklıydı. Kısa traşlı saçları ve sakalsız temiz yüzünden yayılan ferah kokusunu derinden soludum.

"Güzelliğin gün geçtikçe daha da büyüyor. Üstelik gelin olmak sana o kadar yakışıyor ki," kollarımı boynuna sarıp burnumu yanağında gezdirdim.

"Çok güzelim değil mi?" gür kahkahası yüreğime saçıldı. Gülüşünü izlerken derin bir iç çekip dudaklarının ahengini izledim. Çok güzel gülüyordu.

"Gözlerimin gördüğü, kalbimin hissettiği, aklımı kaybettiren en güzel şey sensin. Kurban olurum sana," erime Aden, erime kızım. Yusuf'un yüzünü sevip içimden edip edebileceğim en güzel duayı ettikten sonra burnumu burnuna sürttüm.

"Keşke rujumu sürmeden önce gelseydin. Öpemiyorum, of!" yanağımı mıncırıp boynuma, gerdanıma sesli öpücükler kondurduktan sonra ceketinin cebinden iki tane takı kutusu çıkarıp bana gösterdi.

"Bak en sevdiğin hediye kutusu," dediğinde elimin tersiyle göğsüne vurdum.

"Düğünümüzde Ahsen anneannenin kolyesini takmak istediğinden ben de bugün için vermek istedim. Küçük bir düğün hediyesi," deyip uzun kutuyu açtı.

"Bana kalsa altın alırdım ama annem devreye girdi," dediğinde kıkırdadım. Yuvarlak pırlantalarla bezenmiş bilekliği Trabzon burmasının olduğu sol bileğime takıp avcumu öptü. Küçük kutudan da yine pırlantalardan yapılmış daha ince olan bilekliği bileziklerimi itekleyip sağ bileğime taktı ve yeniden avcumu öptü. Yatağın üzerine bıraktığı karton çantadan geniş kadife kutu çıkartıp sırıtarak kapağı açtı.

"Yusuf sen ciddi ciddi kalan tek böbreğini sattın herhalde?" gülüşü bir kez daha odamda yankılandı. Yanağımı öpüp dudaklarını şakaklarımda gezdirdi.

"Yüz görümlüğü işte mavişim. Merak etme benim değil dedemle babamın böbrekler gitti," dediğinde güldüm ama aynı zamanda da şaşkındım. Bileklerimdekiler, kutudaki gerdanlık fazlaydı, çok ama çok fazlaydı. Güneş birde bana zenginliğimize alış diyordu. Arkadaş böyle zenginliğe ben nasıl alışacaktım. Bir kere benim ruhum fakirdi ruhum!

"Sefa Toral'ın bir tanecik gelinisin olsun bu kadarı," deyip gerdanlığı kutusundan çıkarıp arkama geçti. Saçlarımı omzuma sıyırıp enseme sesli bir öpücük kondurduktan sonra yan yana birbirine geçmeli, damla ve kalp şeklinde dört sıralı, ucunda büyük kalple onların yanında sırayla dizilmiş su damlası formunda olan tamamen beyaz elmaslardan olduğunu ışıltısıyla bas bas bağıran gerdanlığı gerdanıma taktıktan sonra tekrardan ensemi ve omzumu öpüp önüme geçti.

"Yusuf," dediğimde bana sırıtarak baktı.

"Yusuf'un canı," deyip ceketinin yakalarını düzeltti.

"Sence de biraz abartmamış mısınız sevgilim?" başını hayır anlamında salladı.

"Sana az bile," parmaklarımı gerdanlıkta gezdirip şu an üzerimde kaç milyon doları taşıdığımı düşündüm. Güya bizimkiler daha zengindi.

"Teşekkür ederim, ben çok mahcup oldum..." alnımı öpüp burunlarımızı birbirine sürttü.

"Ben anneme gelinin çok seviyor, ona altın alalım demiştim ama dinlemedi beni kocasına da hiç acımadı," dediğinde güldüm. Altın, gümüş ya da elmas fark etmez yine gider en pahalısından alırlardı emindim ki.

"Onlara teşekkür etmem lazım. Ay ilk defa böyle oldum," dedim. Gerçekten de utanmış ve mahcup hissediyordum kendimi.

"Yavrum. Aramızda kalsın amcam ve teyzem bana bir düğün hediyesi almış sorma. Bu güzelim takılar ne ki onun yanında," dediğinde gözlerim iri iri açıldı. Babam hiç bahsetmemişti.

"Vallahi mi?"

"Vallahi mavişim. Uyguroğlu ailesi en sevdikleri damatları için kesenin ağzını bayağı açmışlar," dediğinde içim rahatladı. Yusuf'la aramızda asla bu tarz şeylerin lafı olmazdı ama insan yine de altta kalmak istemiyor gördüğü değerin karşılığını da vermek istiyordu.

"Ben kendi hediyemi yarın vereceğim olur değil mi sevgilim?"

"Olur güzeller güzelim olur. Çıkalım haydi çok beklettik..."

Aşağı indiğimizde tüm aile bir aradaydı. Sırayla büyüklerimizin ellerini öpüp hayır dualarını aldıktan sonra bahçeye çıkıp misafirlerimizi ağırladık. Gelen herkesi selamlayıp bazılarıyla ayak üstü sohbetler ettik. Büyük kısmı uzak akrabalardı. Aslan'ın düğününde tanıştığım çoğu kişi bugünde de yanımızdaydı. Yusuf'un Van'daki ve İstanbul'daki arkadaşları da gelmişti. Onur başkomiserde buradaydı. Masaları gezmeye devam ederken bahçeye yeni giren kalabalık dikkatimi çekti. Kalabalığın hemen önünde yıllar önce karın ortasında yolda kaldığımızda bize el uzatan Zafer amca ve karısı Fadime teyze vardı. Onların ardındaysa tanır tanımaz çok sevdiğim, sosyal medyadan da olsa irtibatımı hiç kesmediğim Karadeniz kızları vardı.

Onların yanlarına gittiğimizde önce Zafer amcanın ve Fadime teyzenin ellerini öptükten sonra kızlara yöneldim. Sadece Ayşenur, Ada, Betül, Öykü, Rahile, Ülkü ve Yağmur vardı. Diğerlerine de bakındım ama bu kadarlardı. Hepsi büyümüş, güzelleşmiş, genç kadın olmuşlardı. Hepsiyle sarılıp güzelliklerini baştan aşağı süzdüm. Tam olarak kız tarafı şıklığı vardı üzerlerinde.

"Hoş geldiniz, ne kadar büyümüşsünüz güzelleşmişsiniz, maşallah..." dediğimde kıkırdayıp birbirilerine göz süzdüler.

"Maşallah maşallah. Sana da maşallah," dedi Ayşenur. Lacivert elbisenin baş örtüsünü düzeltip hızlıca duasını okuyup üfledi.

"Gerçekten çok güzel görünüyorsun Aden, hiç değişmemişsin," diyen Rahile'ye baktım. Tüm marjinalliği yine üzerindeydi. İddialı siyah, mini elbisesinden daha çok mor saçlarıyla dikkat çekeceğine emindim.

"Siz değişmişsiniz, bayağı büyümüşsünüz vallahi. İlk gördüğümde siz misiniz diye emin olamadım," dediğimde gülüştük.

"E tatlım Karadeniz'in havası suyu diye bir gerçek var," Yağmur'un dediğine başımı salladım. Uzun kollu, mini elbisesiyle o da fazlasıyla dikkat çekiyordu. Eğer birazcık buraları tanıdıysam Zafer amcanın kapısı bugünden sonra bayağı aşınacaktı.

"Bakma sen Yağmur'a Adenciğim sülalenin tüm iyi genlerini bu üçlü kaptı," dedi Öykü. Ada ve Ülkü'yü işaret etti. Onlarda oldukça şık elbiseleri, saçları ve makyajlarıyla oldukça özen göstermişlerdi.

"Konuştu mimar," dedi Ayşenur. Hepsi üniversite öğrencisiydi. Güzel yerlerde, güzel bölümlerde okuyorlardı.

"Aden," Yusuf bana seslenince çok lak lak ettiğimi anladım. Kızlara boş masalardan birini gösterip Yusuf'un yanına geri döndüm. Diğer misafirleri de selamladıktan sonra kına tam anlamıyla başladı. Erkekler diğer bahçeye geçtiklerinde bizim bahçede kadın kadına kaldık. Yusuf Ali ve Barlas'ta babalarının yanlarındaydılar.

Kına yemekli olduğundan önce yemek faslını hallettik. Sonrasında halaydı, horondu danstı derken herkes sahnedeydi. Kızlar beni sürekli ortaya atıp etrafımı çevrelerken ben de yanıma bir Güneş'i, bir Simge'yi, Işıl'ı diğerlerini yanıma çekip hepsiyle dans ediyordum ama yanımdan da Güneş'i asla ayırmıyordum. Kızlarla ikide bir Bejna'ya yorulmamasını söylediğimizde bize kızıp gidip oturmuş siyah, midi boy elbisesiyle tam olarak yenge asilliğiyle yemek yemeye kaldığı yerden devam ediyordu.

Kızlarla eğlenmeye devam ederken aramıza Gazel yenge girip kına vaktinin geldiğini söyleyip bindallı giyinmem için eve geçmemi söyleyince kızlarla eve geçtim. Ayşenurları da çağırıp onlara da kırmızı ince kaftanlardan verilmesini istedim. Güneş ve Simge kırmızı bindallımı giyinmeme yardımcı olurken Işıl, Bejna ve Sevda'da kendi kaftanlarını giyindiler.

"Ya çok güzel oldun," dedi Simge hayranlıkla. Yanağından makas alıp aynaya baktım. Babaannemlerin isteği üzerine bir tık şatafatlı bir bindallı seçmiştim kendime. Güneş kırmızı, işlemeli duvağı başıma örttükten sonra fazlasıyla ağır kaftanın yakalarını düzeltip eğildi ve etek kısımlarını da düzeltti.

"Hazır mısın?" diye sorduğunda baş parmağımı kaldırdım. Birden heyecan basmıştı.

"Haydi inelim o zaman."

Evin giriş katına indiğimizde Rahile ve diğer kızlarda kaftanlarını giyinmiş bizleri bekliyorlardı. Beni görür görmez iltifatları ve duaları havada uçuştu. Sevda kızlara taşıyacakları mumları verdikten Bejna'ya kına tepsisini verip kendi mumlarını aldı.

"Kızım hazır mıs..." Zümrüt annemin sesiyle başımı kaldırıp ona baktığımda gözlerinin yaşardığını fark ettim. Yanıma gelip kollarını açınca sıkıca sarıldım anneme. Omzumu peş peşe öpüp sırtımda ellerini gezdirdi.

"Çok güzel olmuşsun annem," gözyaşlarını silip duvağımı kaldırdıktan sonra yanağından öptüm.

"Sana çekmişim kız, aynı senim vallahi," dediğimde güldü.

"Aden haydi kızım sizi bekliyoruz," diye kapı ağzından bağırdı Gazel yenge.

Annem son kez beni ve Güneş'i öpüp bahçeye çıktı. Kızlar önümde iki olacak şekilde dizildiklerinde Güneş sağımda, Bejna solumda Simge ve Sevda, tam arkamdaydılar. Öndeki Işıl bahçedeki gürültü kesildikten sonra bana baktı. Ona başımı salladığımda o güzel sesiyle yüksek yüksek tepelere türküsünü söyleyerek evden çıktı. Kızlarla birlikte bizde peşinden çıktık. Sahnenin ortasına ilerlediğimde Yusuf'u gördüm. Benim oturacağım sandalyenin yanına kendi sandalyesini çekip oturmuştu. Omuzlarında da benim kırmızı duvağıma eş yeşil bir tül örtü vardı. Beni âşık olduğum o güzel gözleriyle tepeden tırnağa süzdü. Dudaklarındaki gülüşün narinliği kalbimi titretti. Usul adımlarla yürüyüp yanındaki yerimi aldım. Kırmızı duvağımın altından göz göze geldiğimizde kahve harelerinin dolduğunu fark ettim. Yaşları akşamın karanlığında, loş ışığın altında bile parlıyordu.

Kızlar etrafımızda dönemeye başlarken Işıl türküyü tekrar tekrar söylüyordu. Başımı önüme çevirip karşıma baktığımda kızların bıraktıkları aralıklardan annemleri, Haydar abiyi ve babamı gördüm. Dördü yan yana durmuş bizi izlerlerken alt dudağım çoktan titremeye başlamıştı.

"Benimle evlendiğin için ağlayacak mısın sen?" Yusuf tam duygusala bağlayacağım an beni güldürünce dönüp baktım yüzüne. Elimi sıkıca tutup göz kırptı. Annemlere yeniden baktım. Yanlarına Sefa abiyle Sema ablada gelmişti. Gözüm babama kaydığında gözlerim istemesem de yaşardı. Burnumu çekip gözlerimi babamdan kaçırdım. Ağlamak istemiyordum ama gözlerim yaşarmaktan geri durmuyordu. Kızlardan biri önümde durup duvağımı kaldırdı.

"E ağlamamışsın sen," dedi Ayşenur. Beni ayıplar gibi bakıp "ağlamayan gelin mi olur? Ağlasana kız," dediğinde gülesim geldi. Benim duygular şu an çok farklıydı yemin ederim.

"Her gelin ağlayacak değil ya Ayşe. Rahat bırak kardeşimi," Güneş'in ortaya dalış şekline sessizce kıkırdayıp Ayşenur'a göz kırptıktan sonra duvağımı geri indirdim. Türkü ve etrafımda dönme faslı bittikten sonra Gazel yenge önümde belirdi. Bejna'dan kına tepsisini alıp bana güzel gülümsemesiyle baktı.

Önce güzel dileklerde bulundu sonrada dualar edip ellerimi kucağına çekti. Açık ellerimi kapatıp etrafına bakındıktan sonra "gelin elini açmıyor," diye bağırdı. Tamam her şey geleneğine, adetine göre olsun demiştik yengem de keşke alttan alttan bu kız altın istiyor mesajı vermeseydin millete...

Sema abla bir yanına Sevgi anneanneyi diğer yanına Meryem babaanneyi alıp yanımıza geldi. Ellerindeki küçük kırmızı keseden çıkarttıkları altınları Gazel yenge görünce ellerimi açıp kınamı yaktıktan sonra tam altınları avcuma bırakıp tül eldivenleri elime geçirdikten sonra koca bir alkış tufanın eşliğinde Yusuf'unda sol avcuna bir parça kına yakıp beyaz bir kumaşla kınayı kapattı. Gazel yenge çekildiğinde boşluğunu Sema abla bıraktı. O da kadife kırmızı bir keseden uzun kalın zincirli altın kolyeyi çıkarıp boynuma taktı. Kolyenin ucunda Cumhuriyet altını vardı. Sırıtmamak için yanaklarımı ısırıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Hepsine teşekkür edip sarıldıktan sonra Sevgi anneannenin ve Meryem babaannenin ellerini öptüm.

Yusuf'ta ayağa kalktıktan sonra duvağımı kaldırıp alnımı öptü. Kiraz babaannemin ardından da dedemlerin ellerini öptükten sonra annem ve babamlarla da sarıldık. Gözüm tam boylara ve Emir'e takılınca onların yanına ilerledim. Emir beni görünce başını çevirip gözlerini ovaladı. Onlara ilerleyecekken önüme Daron ve Arda çıkınca önce onlara sarıldım. Abimlerin yanına gittiğimdeyse Emir'i sona bırakıp sırasıyla üçüne sarılıp bana mahzun bakışlar atan Kerem'e kollarımı açtım. Önce Kerem peşinden de küçük veletler etrafımı sardı. Hepsini koklaya koklaya öpüp sarıldıktan sonra Emir'e ilerledim.

"Emir'im," dediğimde burnunu çekip yüzünü sıvazladıktan sonra bana döndü.

"Cennet bahçem," sesinin titrediğini işitince burnumun direği sızladı.

"Ağlama sakın, ağlamayayım sen de ağlama diye gözüne görünmedim sakın ağlama," dediğinde başımı salladım ama dudaklarım çoktan büzülmüştü.

"Gel başımın belası gel," kolları arasına girip göğsüne sokuldum. Şu ana kadar kendimi iyi tutmuştum ancak Emir'in göğsünde kendimi daha fazla tutamadım. Gözyaşlarım sessizce düştü gözümden. Onun kolları arasında gelin Aden değil çocuk Aden'dim.

"Emir hani ben şimdi evleniyorum ya, yine cennet bahçen olurum değil mi?" güldü. Alnımın kenarını öpüp çenemden tutup ona bakmamı sağladı.

"Sen hep benim cennet bahçemsin ama bu sümüklerini üstüme bulaştıracağın anlamına gelmiyor," başımı göğsünden çekip çatık kaşlarımla yüzüne baktım. Gülünce burnumu gömleğine sürüp pis pis sırıttım.

"Bulaştırırım. Cennet bahçenim ben senin istediğimi yaparım," yanağımı sıkıp beni tekrar göğsüne çekti. Ne hissettiğini, duygularını biliyordum. Kardeşini, yavrusunu evlendiren bir abi bir babaydı o. En yakın arkadaşını, dostunu, sırdaşını gelin ediyordu. Kendi büyüttüğü cennet bahçesi kuş olup uçuyordu...

Kınanın devamında bindallımı çıkarmadım. Yeşil elbisemde çok güzeldi ama böyle daha çok hoşuma gitmişti. Bir yerden sonra erkeklerde bizim bahçeye geçiş yaptığında Yavuz dedemle Tahir dedem sessiz sedasız sahnenin ortasına geçince müzik tamamen kesildi. Nereden çıktığını anlamadığım bir adam elinde kemençe ile ikisinin yanına gidip kemençeyi çalmaya başladı. Dedemler ufaktan hareketlenmeye başlayıp ayaklarını sertçe yere vurmaya başlayıp karşılıklı küçük adımlarla dönmeye başladılar.

"Bu nasıl bir horon sevgilim?" dediğimde Yusuf gülüp "sadece izle," dedi.

Kemençe hızlandıkça dedemlerde hızlandı. Hiç beklemediğim bir anda bellerinden bıçak çıkarıp kılıçla dövüşür gibi bıçakla dövüşüp bir yandan da horon oynamaya devam ettiler. Hem şaşkınlıkla hem de hayranlıkla izledim onları. Yaşlarını bilmesem ellilerinde sanırdım bu enerjileriyle. Bıçak oyununu bitirdikten sonra oğullarını, torunlarını yanlarına alıp horon tepmeye devam ettiler. Merdo abi tıpkı Aslan'ın düğününde yaptığı gibi gür sesiyle komutlar verip oyunu coşkulandırdıkça coşkulandırdı. Onları izlerken bir ara gözüm Daron'a kayınca kahkahalarıma engel olamadım. Fazla şaşkın bir halde bizimkileri izliyor Güneş'in kulağına sürekli bir şeyler fısıldıyordu.

Kına bitip her taraf toplanıp temizlendik. Allah'tan Kiraz'la diğer kızlarda buradaydı da her şeyi hızlıca hallediyorduk. Kendimi anca duşa attığımda rahat bir nefes aldım. Diğerleri beklediğinden işimi hızlı tutup çıktım. Odama geçtiğimde bornozumla yatağa uzanınca nasıl yorulduğumun farkına ancak varabildim.

Telefonumu alıp biraz sosyal medyada dolandım. Kızların attığı fotoğrafları beğenip yorum attıktan sonra kendi galerime girip Yusuf'la çekindiğim fotoğrafla bakındım. İçlerinden beğendiğim bir tanesini paylaşıp Yusuf'u etiketledim.

"Çok yorulmuşum," Güneş odaya girip kendisini yanıma attı.

"Mis gibi uyuruz ama var ya," dediğimde iç çekip esnedi.

"Simge sakın uyumayın dedi," dediğinde telefonu bırakıp ayaklandım.

"Dedikodu perileri gelmişse demek ki," kıkırdayıp o da ayaklandı. Pijamalarımızı giyip yatağa girdiğimizde kızlar geldi.

"Bejna gel böyle sen," deyip yerini Bejna'ya verdi Güneş. Sırtına da yastıkları yığıp rahat ettirdi yengesini.

"Kız bunun hala olması böyleyse ana olunca pamuk olur ya," dedi Simge.

"Ben zaten pamuğum Simge," dedi Güneş.

"Heee dikenlisinden ama," kızlar atışmaya devam ederken Işıl'la Gamze ellerinde tepsilerle odaya girdiler. Simge hemen yerinden kalkıp kardeşinin elindeki tepsiyi aldı. Işıl'a yardım etmek için kalkacakken ona da daha yakın olduğundan Güneş el attı.

"Ay acıkmışım," dediğimde Bejna benden önce yemeye başladı. Onun bu iştahı sayesinde bizim minik tosuncuk olacak gibiydi.

"Bejna abla yavaş boğazında kalacak," dedi Gamze hayretle. Garibim bilmiyordu tabii hamile olduğunu.

"İyi çiğne Bejna büyük büyük yutma," dedi Simge de. Bejna bize bakıp dudak büktü.

"Çok yemeye başladım değil mi?" dedi dolu gözlerle.

"Minik bayağı iştahlı annesi, ye sen bakma bunlara," dediğimde Gamze'den bir çığlık yükseldi.

"Ay bebek mi geliyor?" dediğinde Bejna başını salladı.

"Gamzeli yanağım şimdilik aramızda tamam mı? Bejna elticiğim sonra söyleyecekmiş," dedi Simge.

"Tebrik ederim Bejna. Sağlıkla doğar, büyür inşallah," dedi Işıl. Hep bir ağızdan âmin dedik. Gamze de tebrik ettikten sonra börekleri, sarmaları yiyip gecenin dedikodusunu yaptık. Hem karnımız hem de ruhumuz doyunca esnemekten yarılan dudaklarımıza acıyıp uyumaya karar verdik.

Sabah çok erkenden uyanıp fotoğraf çekimi için hazırlanıp Karagöl'e gittik. Hem gölde hem de ormanlık alanda fotoğraf çekimi yapıp öğleden sonra eve geri döndük. Hatice abla bize hızlıca bir şeyler hazırlayınca karnımı bir güzel doyurup odama çıktım. Bir iki saate erkek tarafı beni evden almaya geleceklerdi.

Kısa, güpürlü, karpuz kol gelinliğimi giyinip yüksek altına beyaz, kurdeleli sandaletlerimi geçirdim. Sadece kapatıcı, rimel ve rujla yüzümü toparladıktan sonra çekim için düzleştirdiğim saçlarıma hiç dokunmadan orta uzunluktaki duvağımı takmaya çalıştım.

"Aden, babam otele gidecek şeyleri arabaya yükleyin unutmayın dedi," odaya giren Güneş'e baktım.

"Ay ne güzel olmuşsun," burnunu çekip yanıma geldi. Kollarımı açınca sıkıca sarıldı.

"Darısı başına," dediğimde gözlerini kaçırıp dolabı açtı. Şimdi giyineceği elbisesini ve düğünde giyineceği elbisesini çıkarıp yatağa bıraktı. Kırmızı elbisesini kılıfına yerleştirip ayakkabılarının olduğu kutuyu da çıkardı.

"Kaçtın resmen şu an," dediğimde oflayıp yatağa oturdu.

"Daha bir ay oldu ciddi olarak bir ilişkiye başlayalı mavişim. Yani bizim için çok çok erken," gülüp kollarımı göğsümde bağladım.

"Daron ne düşünüyor?" gözlerini kısıp tıpkı benim gibi kollarını göğsünde bağladı.

"Bilmem. Daron mavi gözlü bir kadının gazına fazla geliyor gibi," kıkırdayıp omuzlarımı silktim.

"Kendi tarzımda tartıp biçtim. Sonuçta bir tane eniştem olacak iyi seçmem lazım," yatağa yatıp güldü. Kıkırtıları yükselince yanına gittim.

"Of, bana ilk yemeğimizde evlenelim dedi," dediğinde kıkırdadım.

"Aferin ona. Ama benden seni almak için daha kırk fırın ekmek yemesi lazım. Bir tane kız kardeşim var kimselere veremem öyle," elini uzatınca tuttum.

"Bir gün umarım senin gibi inanılmaz güzel yürekli bir insan olabilirim," dedi.

"Sen zaten öylesin gün güzelim. Benim ki biraz salaklığa kayıyor sen böyle iyisin boş ver beni," başını sağa sola sallayıp güldü. Elimin üstünü öpüp yataktan kalktı.

"Salak olan benim ya neyse. Herkes hazırdır bekletmeyelim ben de giyineyim hemen," mor mini elbisesini giyinip saçlarını gelişi güzel at kuyruğu yapıp benim gibi çok hafif makyaj yaptı. Sonra benim takmayı beceremediğim duvağı özene bezene başıma yerleştirdi. Arabaya bırakacağımız tüm eşyaları yüklenip aşağı indik. Doğu ve Emir'in yardımıyla elimizdekileri arabaya bırakırken Aslan'dan gelinliğimi getirmesini rica ettim.

"Bunun gelinlik olduğuna emin miyiz eşek ölüsü gibi," Aslan söylene söylene gelip gelinliği kendi arabasına yerleştirdi.

Eve geri girip Yusufların gelmesini bekledik. Ben yerimde duramazken diğerleri fazlasıyla sakindi. Lakin her iki annemde, babamla Haydar abi durgundu. Emir belli etmemeye çalışsa da gözleri bana değdikçe gözleri yaşarıyordu. Ağlamamak için asla onlardan tarafa bakmıyordum.

"Kuzularım, gelin yamacıma da sizi bir güzel okuyayım nazar değmesin," dedi babaannem. Kızlar hemen babaannemin yanına geçince ben de gidip yamacına oturdum. Babaannemin başlattığı dua zincirini Hatice ablayla annemler devam ettirdi.

"Meryem ninem bizi de okusana malum ortamın en yakışıklıları biziz," dedi Doruk. Dedem ikisine bakıp "tövbe estağfurullah," deyip başını başka tarafa çevirdi. Çocuklarla bakışıp gülüştük. Babaannem ikisini de okuyup üfledi.

"Geldiler!" Kerem'in bağırtısıyla heyecanla oturduğum yerden kalktım. Kulağıma çalınan kemençe ve davul sesiyle kalbim daha güçlü darbelerle çarpmaya başladı. Salonun camından dışarıya baktığımda ağzım iki metre açıldı. Gökyüzünü resmen renkli sis bombaları sarmıştı. Kalabalık bir grup sanırım köydeki komşularımızdı. Bazılarının elinde meşaleler, bazılarının elindeyse bu sis bombalarından vardı. Yusuf, anne ve babasıyla en önde bizim evin kapısına yürüyordu.

"Kerem, Barlas eniştenizi bir güzel sömürün, açmayın kapıyı," dedi Doğu fazlasıyla eğlenerek. Pencereden uzaklaşıp bizimkilere döndüm. Heyecandan titremeye başladım, ellerimde terliyordu ama buz gibiydiler.

"Maviş, su getireyim mi?" dedi Simge. Başımı salladığımda mutfağa koşar adım gidip bana bir bardak su getirdi. Dışarıdaki sesler yükselip durdukça heyecanım daha da katlanıyordu. Ben şimdi böyleysem nikah sırasında kim bilir nasıl olacaktım?

"Kızım," dedi annemler aynı anda. İkisi de yanıma gelip ellerimi tuttular.

"Derin rahat nefesler al bebeğim," dedi Zümrüt annem. Dediğini yapıp güldüm.

"Heyecanın geçmeyecek ama biraz sakin olmaya çalış güzel kızım," dedi bu sefer Filiz annem. Ona da başımı salladım ancak çalan kapıyla heyecanım arttıkça arttı.

"Haydi bakalım. Allah yüzümüzü kara çıkartmasın," dedi dedem. Babamla Emir'i önüne katıp yanıma geldiler. Annemlerden izin isteyip etrafımı sardılar. Babam alnımdan öpüp duvağımı kapattı. Bu an benim için o kadar farklı ve etkiliydi ki hissettiğim tüm duygularım birer damla gözyaşı olarak yanaklarımdan süzüldü. Gözyaşlarım silip duvağın üzerinden tekrar öptü alnımdan. Dedemse cebinden çıkardığı kırmızı kuşağı Emir'e uzattı. Bu olayı hiç sevmesem de dedem bu tarz şeylere önem verdiği için o kırılmasın diye ses etmedim.

"Güneş, al kardeşlerini yanına açın kapıyı kızım," dedi dedem. Kapı neredeyse beş dakikadır aralıksız çalınıyordu. Güneş peşine Simge ve Işıl'ı da katıp Kerem ve kucağında Barlas'la kapıyı açmaya gitti. Önce Barlas sonra Kerem peşinden kızlar Yusuf, Merdo abi ve Sefa abiden yüklü bahşiş kopardıktan sonra kapıyı sonuna kadar açtılar. Eve önce Meryem babaannemle Tahir dedem, Sevgi anneannemle Nevzat dedem girdi. Peşlerinden Sefa abiyle Sema abların onların hemen ardından yanında Merdo abiyle Sevda'yla Yusuf eve girip direkt benim olduğum yere yöneldi.

Beni görünce titreyen dudaklarını birbirine bastırıp burnunun ucunu kaşıdı. Güçlü bir nefes alıp gömleğinin yakalarını düzeltti. Bej rengi pantolonu ve beyaz gömleğiyle damat gibi görünmese de o benim damadımdı.

Dualar, güzel dilekler derken artık çıkmamız gerektiği için Emir tıpkı benim gibi yaşlı gözlerle kuşağı belime birkaç kez dolayıp çözdükten sonra son kez belime doladı kuşağı. O kuşağı bağlarken gözüm sadece titreyen çenesindeydi. İkimiz için hem zor hem de çok kıymetli bir andı. Kuşağa son düğümü attıktan sonra başını kaldırıp bana baktı. Gözlerim yaşlarımdan bulanık görüyordu. Emir'e sarılmak için hamle yaptığımda beni sıkıca sardı. İkimizde kendimizi daha fazla tutamayıp ağlamaya başladık. Bizim için hiçbir şey değişmeyecekti. Farklı illerde ve evlerde yaşayacak olsak da bizim için her şey yerli yerinde kalmaya devam edecekti. O benim yine Emir'im olarak kalacaktı ben de onun cennet bahçesi olmaya devam edecektim.

Beni geri çekip duvağımı önemsemeden yanaklarımı avuçlayıp gülümseyerek gözlerime baktı. Konuşmadı kama ben onun ne demek istediğini bir bakışıyla anladım. Başımı salladığımda burnunu çekip kendini toparladı. Alnımı öpüp geri çekildikten sonra hemen arkamızda duran Yusuf'a baktı.

"Anneleri, babaları sana evlatlarını, abileri ve kardeşleri sana mavişlerini emanet ediyor Yusuf. Ben sana tüm çocukluğumu, en güçlü dayanağımı, en kıymetlimi, sırdaşımı, yol arkadaşımı... Cennet bahçemi emanet ediyorum. Onu başının üstünde taşıyacağından, gözünden sakınıp çok sevip sayacağın biliyorum. Eminim ki Aden' de yuvanızı cennet bahçesine çevirecek. Elleriniz hiç ayrılmasın, Allah'ım yuvanızı mutlu kılsın," dediğinde herkesten aminler yükselirken ben ağlamaya devam ettim. Emir sıkı sıkı tuttuğu elimi Yusuf'un avcuna bıraktı.

"Yavrum," onunda sesi titriyordu. Alnıma, başıma, ellerimin üzerine buseler kondurup duvağın altından ellerini sokup gözyaşlarımı parmak uçlarıyla kuruladıktan sonra beni göğsüne çekip kısık sesiyle bana güzel laflar etti.

"Dedem, Yağız babam," deyip güldü.

"Kayınvalidelerim izninizle gelinimi alıyorum," dediğinde başımı göğsünden kaldırıp omzumun üzerinden gerime baktım. Annemler gözlerini siliyordu.

"Yolunuzda bahtınızda açık olsun oğlum. Sevgi dolu, huzurlu güzel yıllarınız olsun," dedi Kiraz babaannem...

Evden çıktığımızda bahçede biraz oynayıp oyalandıktan sonra bizim evlerin karşı yolundaki yokuşundan inip mezarlığa geldik. Ali amca ve Esma için dualarımızı ettikten sonra arabalara ilerledik. En öndeki Aslan'ın arabasının arkasındaki gelin arabasına bindiğimizde arka kısma Güneş ve Kerem yerleşti. Yusuf arabayı oldukça sade süsletmişti. Ön kaputun köşesinde mavi sümbüllerle beyaz güllerden oluşan bir aranjman vardı. Arka kısımdaki camdaysa beyaz yapıştırmadan baş harflerimiz vardı. Diğer herkes arkamızda uzun bir konvoy oluşturan arabalara yerleşikten sonra Karagöl'e gitmek için hareketlendik. Tüm yol boyunca kornalar hiç susmadı. Bazıları arabadan dışarıya uzanıp renkli sis bombalarıyla tüm yolculuğu geçirdi.

Karagöl'deki düğünümüzün yapılacağı butik otele geldiğimizde çok güzel karşılandık. Ben gelin odasına Yusuf damat odasına geçince hazırlıklarımız başladı. Kuaför ve makyöz önce benim hazırlarken Güneş yine kendi makyajını yapıyordu. Diğer çalışanlarda boşta kim varsa onunla ilgileniyorlardı. Ojelerim ve rujum kırmızı olduğundan toprak tonlarında çok hafif bir göz makyajı yaptırdım. Saçımı ensemin biraz üzerinde sıkı, sade bir topuz yaptırdım. Gelinliğimi giyindikten sonra duvağımı topuzumun üzerine taktıracak nikahtan sonra çıkartacaktım.

Güneş ve Simge'yle gelinliğimi giyinmek için banyoya geçtik. Neyse ki banyo fazlasıyla büyüktü de hareketlerimiz kısıtlanmıyordu. Kızlar bana gelinliği giydirdi. Güneş fermuarımı kapatırken Simge de askılarımı düzeltti.

"Ama bu güzellik çok fazla," dedi Simge.

"Oldum mu?" diye sorduğumda başını salladı.

"Çok güzel oldun. Bak aynaya," dedi Güneş. Banyodaki boy aynasına döndüğümde karşımda Disney'den fırlamış prenseslerden biri duruyordu sanki. Gelinliğim o kadar güzel ve göz alıcıydı ki sade makyajımla, saçımla tamamlanmıştı.

"Maviş hediyemi şimdi mi vereyim fotoğraf çekiminden sonra mı?" başımı hızla Güneş'e çevirdim.

"Şimdi, şimdi..." dedim. Sabahki dış çekimin yanı sıra otelin Karagöl manzarası olan büyük odasında da asıl gelin damat halimizle de çekim yaptıracaktık.

"E girelim o zaman içeri," dedi Simge.

Odaya geri döndüğümüzde herkesin gözleri üzerimdeydi. Herkesten bir ses çıkarken Işıl ve Sevda fotoğrafımı çekiyorlardı. Hepsi çok güzel olmuşlardı. Güneş kırmızı, tüm vücudunu saran bir elbise terci etmişti. Bejna turuncu uçuş uçuş bir elbise giyinmişken Sevda ve Simge çiçekli motifleri olan farklı renklerde elbise tercih etmişlerdi. Işıl ise mor, ince askılı midi boy bir elbise giyinmişti. Nedimelerim fazlasıyla güzeldi. Güneş kendi eşyalarının olduğu kısma ilerleyip ayakkabı kutusunu alıp yanıma döndü.

"Asıl düğün hediyem. Umarım beğenirsin," kutuyu almadan önce ona sıkıca sarıldım. Yatağa ilerleyip oturduktan sonra kutuyu açtım.

Kırık beyaz tonlarında kalın topuklu, klips ve bant kısmı incilerle ve gözyaşı formunda pırlantalarla süslü çok güzel bir ayakkabıydı. İnci ve pırlantaların gerçek olduğuna da adım kadar emindim. Ön kısımdaki kalın bant kısmıysa saten kumaştan drapeliydi.

"Güneş... Çok teşekkür ederim," ona tekrar sarılıp defalarca kez teşekkürümü tekrarladım.

"Rica ederim maviş. Giyin haydi," dediğinde araya hemen Sevda girdi.

"Önce isimler," deyip elinde kalemle yanıma geldi.

"E adetten isimlerimizi yazalım," dediğinde uzattığı kalemi aldım. Bir tanesinin tabanına boydan boya Güneş yazdıktan sonra diğerinin altına, tam orta kısmında Simge, Sevda, Işıl'ı ve Zafer amcanın kızlarının adını yazıp ayakkabılarımı yine Güneş'in yardımıyla giyindim.

Ayakkabı faslından sonra takılarımı takmak için aynalı komodine ilerledim. Gelir gelmez çekmecesine yerleştirdiğimiz kutuları alıp komodinin üzerine bıraktım. Önce sallantılı inci küpelerimi taktıktan sonra Ahsen anneannemin bana ilk ve tek doğum günü hediyesi olan mavi elmastan olan, etrafını minik inciler çevreleyen kalpli kolyemi boynuma taktım. Belki şimdi burada değildi ama biliyordum ki o hep benim yanımdaydı.

"Aden," Güneş elinde bir takı kutusuyla yanımda belirdi.

"Anneannem bunu zamanında Emir'le birlikte bana yollamıştı. Doğum günü hediyesi olarak. Kolyeyi kardeşine bunu da sana bırakıyorum diye de not düşmüştü. Sen bugün bu kolyeyi takacağını söyleyince ben de tamamlamak istedim. Bu gece için bu bilekliği de takar mısın?"

"Hey hey ağlamak yok," dedi Simge başımda bir komutan edasıyla. Ona gözlerimi devirip Güneş'e elimi uzattım. Yanağımdan öpüp bilekliği sol bileğime geçirdi. Bileklikte tıpkı kolyem gibi incili, elmas kalptendi.

Duvağımı taktırmış, herkes hazırlanmıştı. Odada benim ve kızların dışında kimse yoktu. Ara ara tam boylar ve Emir gelip gitmiş çocuklarda bir süre peşimde dolandıktan sonra yorulup uyumuşlardı.

"Aden, geliyorlar!" dedi Bejna. Telefonundaki bakışlarını kaldırıp bana baktı.

"Ay heyecan bastı yine," dediğimde gülüştüler. Simge duvağımla, gelinliğimin eteklerini düzeltip bana baş parmağını kaldırdı.

"Hah geldiler," dedi Güneş. Kapıyı açmak için hareketlendiğinde kızlarda onun peşinden ilerlediler. Avuçlarımı gelinliğime yaslayıp derin nefesler aldım. Güçlü adım sesleri işittiğimde başımı kaldırıp odanın girişine baktım. Emir, tam boylar ve Kerem tam karşımdaydılar. Beni baştan aşağı süzdüler. Dudaklarındaki gülüş büyüse de gözlerindeki yaşlar parlamaya devam ediyordu. Bugün hepimiz fazla duygusaldık. Kerem koşar adım yanıma gelip sıkıca sarıldı. Peşinden tam boylar geldi. Emir elleri cebinde bizi, bir adım ötemizde gülümseyerek izledi. Kardeşimle, abilerimle sarıldım. Onların sevgilerini büyük bir mutlulukla kabul ettim.

"Nasıl da güzel. Prensesler gibi olmuşsun," dedi Baran. Sağıma soluma salınıp ellerimi belime yasladım.

"Çok güzelim değil mi? Bakın," deyip ayakkabılarımı da göstermemezlik yapmadım. Onlar bu halime gülerken Emir yaklaştı. Yüzüme avcunu yerleştirip elimi tutup öptü.

"Çok güzel olmuşsun cennet bahçem. Gelin olmak sana çok yakıştı," elimi tekrar öpüp sarıldı. Emir'le sarılmaya devam ederken Filiz annemle Haydar abi içeri girdi. Yanıma gelince sarıldık. Haydar abi ellerimi tutup gözlerime baktıktan sonra çok güzel olduğumu söyleyip her zaman yanımda olduğunu, beni hep desteklediğini söyledi. Annemle düğün hediyelerini verdiklerinde teşekkür ettim. İkisine aynı anda sarıldığımda odanın girişinde Zümrüt annemle babamı gördüm.

"Gençler anneyle baba kıza biraz mahremiyet tanıyalım," dedi Baran. Onlar diğer odaya geçerken annemle babam yanıma geldiler.

"Çok güzel olmuşsun," dedi babam. Uzanıp kirpiğinde biriken yaşını sildim. Elimi tutup avcumun içini öptü.

"Güzel kızım benim. Keşke ömrünün her anında yanında olabilseydim," uzanıp yanağını öptüm.

"Önemli olan bundan sonrası... Bundan sonra hep yanımda olacaksınız değil mi?"

"Hep. Hep yanında olacağız kızım. Bu pamuk ellerini hep tutacağım," deyip ellerimi öptü. Anneme elimi uzattığımda yanımıza gelip sarıldı. Beni sıkı sıkıya sarıp öptükten sonra babam ceketinin cebinden üç tane küçük takı kutusu çıkardı.

"Şimdilik bunlar," dediğinde anneme baktım. Omzunu silkip ben bilmem der gibi bakıp kocasına döndü.

"Annenle ne alalım diye çok konuşup durduk. Umarım beğenirsin," dedi. Kutulardan ilkini açtığında karşılaştığım şey damla formunda, kalın tam tur pırlanta yüzüktü. Babam sağ elimi tutup yüzük parmağıma yüzüğü geçirdi. Diğer kutuyu açtığında ise gözlerim büyüdü. Bu kutudaki yüzük zümrüt bagetti. Annem kutudaki yüzüğü alıp sol elime, alyans ve tek taşımın yanına orta parmağıma taktı.

"Allah'ım ülkenin elmas, zümrüt ve pırlanta rezervi oldum yemin ederim," dediğimde güldüler. Babam diğer kutudan da kendi taktığı yüzüğün eşi bilekliği anneannemin bilekliğinin olduğu bileğime taktı.

"Diğerler hediyelerimiz evinize yerleştiğinizde gelecek kızım. Şimdilik bu kadar," dedi annem.

"Ne demek şimdilik bu kadar anne bu kadarı bile çok fazlayken dahası ne acaba?" dedim şaşkınlıkla.

"Onu da zamanı gelince öğrenirsin maviş kızım," dedi babam. Konuşurken bir yandan da yanaklarımı sıkıştırdı.

"Yusuf abiyi zor tutuyoruz, gelse mi artık içeri," diye bağırdı dış kapının oradan Simge.

"İyi bakalım. Damatla gelini baş başa bırakalım," dedi annem.

Onlar çıktığında Yusuf girdi içeri. Bulunduğum odanın girişinde bir iki dakika durdu. Sadece birbirimizi izledik. Geride bıraktığımız beş yılın her anı doldu zihnime. Onunla nefes alıp verdiğim her saniye gözümün önünden geçip gitti. Ayrı ayrı, beraber bir sürü imtihandan geçmiş, çok şeyle mücadele etmiştik ama eninde sonunda ellerimiz birbirine kavuşmuştu. Şimdi ellerimiz hiç ayrılmamak üzere sonsuza denk mühürlenecekti.

"Yusuf," dedim. Dudağının sol ucu kıvrıldı.

"Yusuf'un canı, Yusuf'un güzeller güzeli gelini..."

Yanıma usul adımlarla gelip ellerimi tuttu. Gelinliğimde gezindi gözleri. Sonra bilekliğimde, gerdanımda, yüzümde. Saçlarımdan duvağımın uzun kuyruğuna kadar her yanımı izledikten sonra derince soluklanıp gözlerini kapatıp başını tavana doğru kaldırdı.

"Çok şükür Allah'ım," dedi. Ellerini yüzüme, alnını alnıma yasladı.

"Güzelliğim çok güzel bir gelin olmuşsun..." dedi. Zamanında Haydar abiye gördüğüm en yakışıklı damat sensin demiştim ancak Yusuf tüm tezlerimi çürütüp zirveye yerleşmişti. O kadar yakışıklı, o kadar güzeldi ki insanın baktıkça bakası geliyordu.

Ona çok yakışıklı olduğunu söylediğimde sırıttı. Dudaklarını alnıma bastırıp avuç içlerimi öptü. Biz aşkımızı yaşarken içeri özür dileyerek Güneş girdi fotoğrafçının bizi beklediğini söyledi.

Yusuf'la el ele tutuşup çekim yapacağımız odaya gittik. Pencere önünde, balkonda, düz beyaz duvarın önünde bir sürü çekim yaptıktan sonra işimizde bitmişti. Düğünün başlamasına yarım saat kala dedemler yanlarında imamla birlikte geldiler. Yarım saat içinde imim nikahımız kıyıldığında herkesin yüzünde bir gülüş varken ben Yusuf'a dik dik bakıp somurtuyordum. O da benim bakışlarımı gördükçe sırıtıyordu. Bana mehir olarak Sefa abiyle Sema ablanın ona doğum günü hediyesi olan Datça'daki ve Tahir dedenin hediyesi olan Arhavi'deki çifte köprünün oradaki araziyi bana vermiş bunlar yetmemiş gibi bana bilmem kaç kilo altın almıştı.

Gelin odasına geri döndüğümüzde Yusuf'a aldığım düğün hediyemi koyduğum yerden alıp yanına döndüm. "Seninkilerin yanında pek sönük kaldı ama. Size yetişmeme imkânsız Yusuf Bey," dedim.

Ona saat almış, beyaz altından, baş harflerinin işlendiği özel tasarım kol düğmesi ve kravat iğnesi yaptırmıştım. Yusuf bileğindeki saatini çıkarıp benim hediyemi taktı. Kol düğmelerini de takmamı rica edince takılı olanları çıkartıp hediye olanı taktım. Kravat takmadığı için iğneyi ne yazık ki takamadı.

"Teşekkür ederim güzelliğim," deyip dudaklarımdan küçük bir öpücük çaldı.

"Çifte kumrular vakit geldi," dedi Baran.

Son toparlanmalarımızı yapıp Yusuf'la ellerimizi sıkıca birleştirdikten sonra bizimkilerin peşinden odadan çıktık. Otelin arka kısmına ilerleyip iskelenin oraya çıktığımızda şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuştum neredeyse. Burası hayallerimin ötesinde çok güzel olmuştu. Tam olarak bir cennet bahçesini andırıyordu. Yusuf'a dönüp baktığımda gülerek bana göz kırptı.

"Güzelliğim, hazır mısın?" diye sorduğunda başımı sallayıp elini daha da sıkı tuttum.

Davetlilerin coşkulu alkışlarıyla iskeleye ilerledik. Bizimkiler sağlı sollu iskeleye dizilmişlerdi. İskelenin ucuna ilerlediğimizde ellerinde beyaz gülleri üzerimize attılar. İskeledeki nikah masamıza geldiğimizde Yusuf'la yan yana durduk. Emir ve Aslan en önde olacak şekilde şahitlerin durduğu kısma geçtiğinde diğerleri de onların arkasında durdular. Asıl şahitlerimiz Emir ve Aslan'dı ama ben diğerlerinde onların yanında olmasını istemiştim.

Nikahımızı Artvin Belediye Başkanı kıyacaktı. Kendisi hem babamın hem de Sefa abinin sık sık görüştüğü eski arkadaşıydı. O da yerini aldığında sadece ailemiz için ayırdığımız kısma annemler ve diğerleri geçti. Diğer davetliler kıyıdaki kısımdaydılar. Belediye başkanı davetlileri selamlayıp hoş geldiklerini söyledikten sonra bize döndü.

"Gelin Hanım adınız yol adınız?

"Aden Uyguroğlu," dediğimde alkışlar havada uçuştu.

"Anne adınız?" dediğinde gözlerim hemen annemlere döndü. Önce Filiz annemle sonra da Zümrüt annemle göz göze geldim. Gözlerimi onun mavişlerinden babamın mavişlerine çevirdim.

"Gelin Hanım heyecanlı sanırım. Gelin Hanım anne adınız?" diye tekrar sordu belediye başkanı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra belediye başkanına dönüp bana uzattığı mikrofona yaklaştım.

"Zümrüt Filiz," dedim. Daha deminki alkışların aynısı yeniden yayıldı gökyüzünde.

"Baba adınız?" peş peşe yutkunup gözlerimi babama çevirdim ve onun gözlerinin içine bakarak belediye başkanına cevabımı verdim.

"Yağız," dediğimde daha deminki alkıştan daha yüksek bir alkış koptu. Bakışlarım hâlâ babamdaydı. Bana göz kırpıp öpücük atınca kıkırdayıp tekrar önüme döndüm. Belediye başkanı Yusuf'a da aynı soruları sorduktan sonra asıl meseleye geldik.

"Siz Aden Uyguroğlu, Yusuf Toral'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" önce Yusuf'a baktım. Dudaklarında bir türlü durduramadığı sırıtış vardı. Başını yüzüme doğru eğip gözlerini dudaklarımda dolandırdı.

"Güzelliğim kocan olayım mı?" diye fısıldadığında kıkırdadım. Başımı salladıktan sonra mikrofona doğru bağırarak "evet!" dedim.

"Siz Yusuf Toral, Aden Uyguroğlu'nu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" Yusuf bana dönünce göz kırpıp başımı salladığımda güldü.

"Kabul edeyim mi?" dediğinde pis pis gülüp "hele bir etme!" dedim. Kıkırdayıp belediye başkanına tekrar dönüp benden daha yüksek bir sesle "evet!" diye bağırdı.

Alkışlar, gülüşler, tebrikler havada uçuştu. Nikah şahitlerinin de onayları alındıktan sonra önümüzdeki defteri imzaladık. Emir ve Aslan'da imzaladıktan sonra belediye başkanı bizi karı koca ilan edip nikah defterini bana teslim etti. Defteri havaya kaldırıp salladıktan sonra Yusuf'un ayağına hiç beklemediği anda bastım.

"Benim sözüm geçer diyorsun," dediğinde güldüm.

"Hep benim sözüm geçiyordu sevgilim," dedim. Gülmesi daha da şenlendi. Ellerini belime sarıp bedenimi kendisine çevirdi. Duvağımı kaldırdıktan sonra alnımı öptükten sonra sımsıkı sarıldık.

"Hoş geldin güzelliğim, bana çok hoş geldin..."

İlk dansımızı yapıp davetlilerle ilgilendik. Hediyelerimizi, takılarımızı kabul ettikten sonra kendi masamıza geçtik. Masamız tüm masaları görebilecek bir yerde olduğundan herkesi görebiliyorduk. Masanın bir ucunda biz bir ucunda annemle babam ve Sefa abiyle Sema abla oturuyordu. Yusuf bizim masa için rakı açtırmıştı. Yemekler servis edilip yiyen yemiş yemeyen kendisini kemençenin ve tulumun büyüsüne çoktan bırakmıştı.

Masada otururken önde Ayşenur ve Rahile arkasında diğer kızlar yanıma gelip beni nöron için kaldırdılar. Tıpkı dünkü gibi fazlasıyla güzel ve göz alıcı olmuşlardı. Horon oynadığımız sırada onlara ayakkabımın altına isimlerini yazdığımı söylediğimde güldüler. Ayşenur ve Betül hemen bir sevgilileri olduğunu söylediler. Hatta Ayşenur'un sevgilisinin adı Aslan'dı. Sanırım karma da böyle bir şeydi. Rahile bu işler hiç benlik değil derken diğer kızlarda umarım kendi isimleri silinir diye dua ediyorlardı.

Horonlar oynanıp dururken Yusuf bana dönüp sahneyi işaret edince zamanın geldiğindi anladım. Ben de Emir'e baktığımda ayaklanıp peşine Işıl'ı da katıp Suna abla ve müzisyen arkadaşlarının oturduğu masaya ilerledi. Onlar kendi sahnelerine geçerken bizde Yusuf'la ayaklandık.

"Sevgili davetliler, dans sahnemizi gelin ve damadımız için boşaltalım lütfen," dedi Emir. Horon oynayanlar masalarına geri döndüklerinde Yusuf'la birlikte sahneye geçip karşılıklı durduk.

"Yavrum ben sana işaret verince eşlik et tamam mı?" dedi Yusuf. Neden böyle dediğini anlamasam da başımı salladım. Yusuf, Emir'e bir bakış attıktan sonra çalıştığımız müzik değil de bambaşka bir zeybek türküsü çalınca istemsizce Emir'e baktım. Ancak önümden Merdo abi, tam boylar ve Kerem geçince önüme tekrar döndüm. Yusuf'un arkasına sıralı bir düzenle dizildiler. Oynamaya başladıklarında tek ilgi odağım Yusuf'tu.

Oynadılar, kendi etraflarında dönüp bağırdılar. Yusuf bana başını sallayıp diğerleri daire oluşturacak şekilde etrafımızı sardılar. Onların ortasında Yusuf'la birlikte geçtiğimiz aylarda çalışabildiğim kadar çalışıp öğrendiğim zeybeği oynamaya başladık. Yusuf diz çöktüğünde diğerleri de çöktü. Yusuf önce yere avcunu vurup sonra göğsüne, dudağına, alnına vurduktan sonra bana selam verdi. Ayağa kalkınca oynamaya birkaç dakika daha devam edip bitirdik.

"Emir'im çalın bakalım oradan Halilim'i torunumla karşılıklı bir de ben oynayayım," dedi Nevzat dede coşkuyla.

Yusuf dedesiyle Emir'in seslendirdiği Halilim türküsüyle karşılıklı zeybek oynadılar. Bununla kalmayıp horondur, halaydır her türlü oyunu oynayıp durdular. Bir ara kızlarla Aslan ve Bejna'nın düğününde olduğu gibi sadece kızlar olarak kalabalık bir grup horon teptik erkeklerde alkış tuttu.

Eğlenceye doymadık, bir süreden sonra Emir ve ekibinin söylediği şarkılarla coşup eğlendik. Emir söyledi biz oynadık, biz oynadıkça Emir daha da çok söyledi. Sonunda yorulup biraz nefes almak için masaya geçip oturdum. Su içip önümdeki çerezlerden atıştırıp oynayanları izledim. Masalarda belirli bir yaşı geçmiş insanlar dışında herkes sahnedeydi. Masada oturmaya devam ederken babaannemlerle dedemlerle konuşup gülüştük. Sonra annemleri de kaldırıp birazda onlarla kurtlarımı döktüm. Gazel yengeyi kaldırmak biraz zor olmuştu ama şimdi tam karşımda durmuş bana eşlik ediyordu.

Emir dans etmelik şarkılar söylemeye başlayınca sırasıyla tam boylarla, Kerem'le ve Doruk'la dans ettim. Yusuf Ali ve Barlas'ta dans etmek isteyince yardımıma Güneş yetişti. Ben Yusuf Ali'yi o Barlas'ı kucakladıktan sonra birbirimize sarılıp dans ettik. Çocuklar gülüp eğlendikçe bizimde yüzümüzde güller açtı.

Emir bu sefer Yalın'ın Bir Bahar Akşamı şarkısını söylemeye başladığında tıpış tıpış Yusuf'un yanına gidip kollarımı boynuna sardım.  Durduğumuz yerde salınırken hem şarkıyı mırıldanıp hem de konuşuyorduk.

"Sevgilim adını tekrar söyler misin masadayken tam duyamadım," dediğinde kıkırdadım.

"Aden Uyguroğlu... Toral," gülüşü büyüdü. Dudaklarını sağ kaşımın hemen üzerine kondurdu.

"Beş yıl nasıl geçip gitmiş değil mi?" Aden, Yusuf'a bakıp sırıttı.

"Sen öyle san. Neler yaşadık hatırlatmamı ister misin?" dedim. Fazla zorlu, yıkıcı ama bir o kadar da güzel, huzurlu anlar yaşamış her gün birbirimize daha da bağlanıp sevgimizi katlamıştık.

"Tamam sustum..." Burnumun üzerindeki çillerimi öpüp daha da sıkı sarmaladı bedenimi.


"Gençler," başımı arkamızdaki babama çevirdim.

Babam yanımıza gelip beni Yusuf'un kolları arasından aldı. Biz sahnenin ortasında sarılırken herkes yerine geçip oturdu. Çalan şarkıyla sağa sola salındık. Topuzumdan firar eden saçlarımı okşayıp sırtımı sevdi. Yaşaran gözlerini benden kaçırıp elimi tutan elini de belime sardı. Başımı göğsüne yaslayıp huzurla gözlerimi yumdum.

"Senin kız olduğunu öğrendiğimde nasıl sevindiğimi hatırlıyorum da..." dedi. Yanağını başıma yaslayıp hafiften üşüyen tenimde avuç içlerini gezdirdi.

"Annen bıkmıştı benden. Oğullarına bu kadar sevinmedin diye sürekli söylenir dururdu..." tam karşımdaki masada oturmuş bizi izleyen abilerime baktım. Hepsinin yüzünde tebessüm vardı ama gözleri de dolu doluydu.

"Güneş olsun adı diye tutturmuş annenin başının etini yemiştim. O kadar güzel olacağına emindim ki güzelliğinle aydınlatırsın bizi diye düşünmüştüm..." gözlerim Güneş'e kaydı. Elindeki analog fotoğraf makinesiyle gülerek fotoğraflarımızı çekiyordu.

"Yalan yok Güneş'e bu isim çok yakıştı..." başımı salladım. Güneş gerçekten çok güzel bir kadındı.

"Yaşadığımız bu şeyi asla tahmin etmezdim. Güneş benim dört gözle beklediğim kızımdı Aden. Sendin... Güneş'imin, kızımın aslında kızım olmadığını öğrenmek benim için büyük bir yıkımdı... Senin, Güneş'in ne hissettiğini asla düşünemedim o zamanlar. Seni yüzüstü bırakıp defalarca hayal kırıklığına uğrattıktan sonra da yüz bulamadım. Utandım..." başımın üzerini öpüp bir elini yüzüme yasladı. Başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım.

" Fark ettim ki senden hiç hak ettiğin gibi gerçek bir özür dilememişim. O yüzden sen şimdi böyle kollarımda prensesler gibiyken o güzel kalbinde babanın yerinin temiz, sağlam ve sevgi dolu olmasını istiyorum. Hiç kalmasın, acaba beni yine üzer mi diye düşünmeni İstemiyorum," alnımı öpüp yüzümü avuçladı.

"Güneş olsun istedim adını ama Aden ismi bir sana bu kadar yakışmıştır herhalde," gözyaşlarım usul usul dökülürken dudaklarımda gerçek bir gülüş vardı."Maviş, beni affedip cennet bahçene kabul eder misin?" başımı sallayıp sıkıca sardım onu. Başımı göğsüne yaslayıp ağlamamak için kendime direndim. Ağzımı açsam hıçkırıklarımı duyacağımdan korkup sessiz kaldım. İlk sarıldığımdan an beri aldığım o baba kokusunu almak için daha da sardım onu.

Başımı geri kaldırıp maviş gözlerine dolu gözlerle bakıp derin bir nefes alıp verdikten sonra boğazımı temizledim. Tam dudaklarımı aralayıp baba diyecektim ki Emir sahneden bana seslendi.

"Cennet bahçem hazırsan sana serenat yapmak isterim," babam yavaş bir gülüşle yanaklarımı sevip başımdan öptü.

"Allah'ın bir bildiği var demek ki maviş kızım," deyip göz kırptıktan sonra masaya doğru yürüdü. Ben de Yusuf'un yanına gidip kolları arasına girdim. Emir'in sahnesinin önüne yürüyüp benim için söyleyeceği şarkıyı merakla beklemeye başladım. Emir lise zamanlarında kullandığı gitarını boynuna geçirip bana göz kırptı.

"Bu şarkı bir zamanlar cadı annelerinden başka kimi kimsesi olmayan iki küçük çocuğun şarkısıydı. Ama şimdi bu şarkı kocaman bir ailesi olan iki küçük çocuğun şarkısı oldu..." dedikten sonra gitarını çalmaya başladı.

"Bu caddelerde kimse yok..."

O söyledi ben ağladım. O kadar güzel o kadar içli söyledi ki şarkıyı karşımdaki yirmi yedi yaşındaki Emir değil on beş yaşındaki Emir'di. Şarkıyı bilen herkes Emir'e eşlik ederken gözlerim masaya, Filiz anneme kaydı. Göz göze geldiğimizde gülümsedi. Gözlerine bakarken küçük Aden'in ve Emir'in onu daha çok sevdiğini fark ettim. O farkındalık beni kırdı. Kırgınlığım gülüşüme sataştı. O küçükler büyümüştü, büyüyüp sevgilerini de büyütmüşlerdi ancak bu sevginin artık çok daha fazla sahibi vardı.

Emir sahneden indiğinde dikkatimi ona yönelttim. Yanıma geldiğinde eline sıkıca tutup başımı omzuna yasladım. O söyledi ben dinledim. Küçükken olduğu gibi yine o merdiven altında, eski püskü halının üstünde vakit geçiriyorduk sanki. O bana yine şarkı söylüyor ben de ona sarılıyordum.

Şarkı bittiğinde başımı öpüp omzumu sardı. "Cennet bahçem sahiden tek başına değiliz artık," dediğinde gülümsemenin üzerinden gözyaşım kayıp gitti.

"Değiliz Emir'im..."

Düğünümüz bir iki saat kadar daha sürdükten sonra bitti. Davetliler tekrar tebrik edip gitmişlerdi ancak biz hâlâ masada oturmuş felekten bir gece geçiriyorduk. Sadece ailelerimizde kısık bir müzik eşliğinde düğünümüzün son anlarını yaşıyorduk. Başım Yusuf'un omzunda, benim omuzlarımda onun ceketi. Ailemi izliyordum. Annemler, dedemler, babamlar... Babamlar... Sefa abi ve Sema abla artık anne ve babaydı bana.

Abimlere baktım. Baran ve Simge, Gamze'nin telefonundan gösterdiği bir şeylere gülüyorlardı. Doğu ve Emir yanlarında Doruk ve Arda'yla Işıl'ı ortalarına almışlar onun anlattığı bir şeye gülüyorlardı. Gözüm değer taraftaki Güneş'e kayınca onun bakışlarını Doğu'nun üzerinde yakaladım. Işıl'la olan diyaloğu benim kadar onunda dikkatini çekmişti tabii. Sonra bakışları Gamze ile gülüşen Baran'a kaydı. Orada da birkaç saniye dolandı. Daron, Güneş'in çenesinden tutup onu kendine çevirip bir şeyler söyleyince Güneş'in durgun tebessümü büyüdü. Bakışlarım onların yanında oturan Aslan ve Bejna'ya kaydı. Aslan bir dizine Barlas'ı diğer dizine Yusuf Ali'yi oturtmuştu. Bejna'nın bakışları o manzaraya dolup dolup taşarken göz göze geldik. Kendisini söylememek için tuttuğunu fark edince göz kırpıp başımı salladım. Gecemiz bu kadar güzelken bir bebek haberi daha da güzelleştirirdi.

"Aslan," dediğini duydum önce. Aslan, Bejna'ya başını çevirip "karım," dedi.

"Şey, ben sana bir şey söylemek istiyorum," dediğinde Aslan başını salladı.

"Söyle karım. Üşüdün mü canın bir şey mi istedi?" diye sordu Aslan. Can kulağıyla onları dinliyordum.

"Yok yok öyle bir şey değil. Of... Şey, Aslan," deyip peş peşe yutkundu Bejna. Başını önce bana sonra kızlara çevirdi. Kızlarda Bejna'nın söyleyeceğini fark etmiş onları izliyorlardı. Hepimizden destek alınca Aslan'a geri döndü.

"Ben hamileyim," dedi hiç beklemeden.

"Anlamadım karım nesin?" dedi Aslan. Bunu derken de Bejna'yı daha iyi duymak için ona doğru eğilip kulağını çevirdi.

"Ben diyorum hamileyim Aslan, bebeğimiz olacak!" Bejna'nın sesi beklediğimizden daha yüksek çıkınca Aslan'la birlikte masadaki herkes onu duydu. Bizim dışımızda herkes şoka girmiş gibiydi. Tüm gözler onların üzerindeyken ilk tepki hiç beklemediğimiz birinden geldi.

"Yaşasın bebek, bebek!" diye bağırdı Yusuf Ali neşeyle.

"Karım bebek mi dedin sen?" diye sordu Aslan.

O kadar şapşal görünüyordu ki yanaklarını sıkasım geldi. Bejna başını salladı. Şu an sırtını görsem de ağladığına emindim. Aslan bir coşkuyla çocukları kucağından indirip "Allah!" diye bağırıp Bejna'yı kucakladı. Masadakilerle birlikte onları kutlamak için ayaklandık. Aslan, Bejna'yı etrafında döndürüp durduktan sonra karsısının yüzünün her yanını öpüp baba olacağım diye çığlıklar atıyordu.

Babaannemlerle Sevgi anneannem daha fazla dayanamayıp Bejna'yı Aslan'ın kıskacından kurtarıp onu tebrik edip bağırlarına bastılar. Onlardan sonra dedemler de tebrik edip sırayı Sefa babayla, babam aldı. Annemler de tebrik edip kutladıktan sonra Bejna sıkı sıkı annesine sarıldı. Sema anneyle birlikte ağlaştıktan sonra bizlerde yeniden tebrik ettik. Yusuf diğerlerini de yanına alıp Aslan'ı şimdiden darlamaya başlarken Bejna'yı sarıp sarmaladık.

Kutlama faslı bitince masaya tekrardan yerleştik. Aslan'ın tüm ilgisi tamamen Bejna'daydı artık. Sürekli öpüp duruyor, göğsünden ayırmıyordu. Bir eli de görünmese de emindim ki Bejna'nın karnına yaslıydı.

"E böylelikle benimde ilk doğurtacağım anne bu vesileyle Bejna olacak," dedi Simge. Aslan anında Simge'ye bakıp kaşlarını çattığında kıkırdadım.

"Ben karımı sokakta bulmadım Simge vallahi kusura bakma, henüz tecrübesiz bir doktora emanet edemem karımı," dediğinde Simge'nin ağzı iki metre açıldı.

"Aşk olsun Aslan abi. Darıldım, gücendim ve küstüm..." Simge'nin dertlenişine hepimiz gülerken kısık gözlerle hepimize bakınıp annesi ve babasına cırladı. Baran, Simge'yi sarıp "bakma sen ona işi düşünce gece demez sabah demez arayıp durur seni," dedi. Bir yerde de haklıydı.

"Madem gecemiz bebek haberiyle daha da şenlendi bir güzel haberde bizden," dedi Merdo abi. Kızlarla önce birbirimize sonra aynı hızla Sevda'ya baktık. Ancak onun bakışları Merdo abideydi.

"Hayırdır inşallah oğlum," dedi Tahir dede hevesle.

"Hayır babam hayır. Biz Sevda ile evlenmeye karar verdik," dediğinde Gazel yenge kendini tutamadı.

"Ay Allah'ım sana şükürler olsun," dedi. Gözyaşları çoktan yanaklarında süzülmeye başlamıştı. Bu güzel haberi de aynı sevinçle karşıladık. Onları tebrik edip Sevda'yı bize söylemediği için köşeye sıkıştırsak da kıyamayıp hemen affettik. Bu gece bu masada herkes aşırı mutlu, aşırı duyguluydu. Herkesin gözlerinde mutluluğun parıltısı, kimilerinin gözlerinde mutluluk yaşları vardı. Ama sonuç olarak ailem mutluydu çok mutluydu...

"Ne geceydi ama," Yusuf yoldaki bakışlarını bana çevirip direksiyondaki elini uzatıp çenemi sevdi. Biz kalksakta diğerleri oturmaya devam ediyorlardı. Arabaya geçmeden önce herkesle sarılıp vedaşlaştıktan sonra gelin çiçeğimi atıp kim tutmuş diye arkama baktıktan sonra arabaya geçmiştim. Gelin çiçeğini elbette Sevda tuttmuştu ama neyse ki bu sefer kimseye vermemiş kendisine saklamıştı. 

"Çok güzeldi, çok ama çok güzeldin..." dediğinde nazlı nazlı göz süzüp kıkırdadım.

"Ben hep güzelim kocacığım. Senden ötürü," gülüp başını sağa sola salladı.

"Siz bebek ve evlilik haberini biliyor muydunuz?"

"Vallahi ben aslında Bejna'nın hamile olduğunu daha Bartın'dayken anlamıştım ama bir türlü fırsat bulup konuşamamıştım. Kızlarla merkeze indiğimiz gün fenalaşınca hastaneye gittik ve mutlu son. Ama Sevda hiçbir şey söylemedi. Ağzı ne kadar sıkıymış onun. Ben sen bana evlilik teklifi ettiğinde herkesi arayıp haber vermiştim," koca kahkahası tüm arabada yankılandı. Çenemi tekrar sevip boş yoldan istifade eğilip yanağımdan öptü.

"Herkes sen mi güzelim?" dedi bir de dalga geçerek.

"Abart... Peki siz evlilik olayını biliyor muydunuz?" başını salladığında dikleştim. Bakışlarımı görünce gülüşü daha da büyüdü. 

"Merdo evlilik teklifi yapacağı zaman bizi aradı. Aslan ve ben çok iyiymişiz bu konuda fikir sordu. Bizde söyledik bir şeyler ama gitmiş kıza balık tutmaya çıktığı zaman arayıp evlen benimle kızım, demiş mankafa!"

"Bence tam olarak Merdo abilik bir olay," dediğimde başını salladı.

"Sorun bu değil yavrum. Biz Aslan'la oturup bu adam için kafa patlattık işlerimizi aksattık bu beğenmeyip kafasına eseni yapmış. Soruyoruz kız beğendi mi diye demez mi bize ben sizin dediğinizi yapmadım. Sevda da akıllı kız buna yapıştırmış ne öküz adamsın lafını kapatmış yüzüne," bu sefer benim kahkahalarım arabada yankılanıyordu.

"İlk iş kızlarla bunun dedikodusunu yapmam lazım. Sevda'nın dilinden dinlemem lazım yoksa asla rahat edemem," dedim kahkahalarımın arasından.

"Ne güzel ama gecemiz daha da anlamlı değerli bir an olarak kalacak herkesin hatıralarında," dedim. 

"Öyle... Ne yalan söyleyeyim Bejna için çok mutluyum, aramızda kalsın abin tükürdüğümü yalattırdı bana," dediğinde uzanıp yanağını öptüm.

"Aşk işte insanı adam da ediyor madara da. Neyse ki hayatımdaki tüm erkekleri adam etti bu illet," dedim.

"Öyle. Beni de adam eden sensin maviş hanım..."

Çiftlik evine geldiğimizde arabadan inip Yusuf'un yanına gittim. Elimi tutunca çiftlik evine yürüdük. Ben otele gideceğimizi sanırken buraya gelmek güzel bir sürpriz oldu. Kapının önüne geldiğimizde Yusuf kapıyı açıp anahtarı cebine tekrar koyduktan sonra bana döndü. Gülüşü yüzüme baktıkça büyünce ne oldu diyecektim ki beni kucağına aldı.

"Yusuf," çıktı dudaklarımın arasından hafif bir çığlıkla. O kadar beklemiyordum ki bir an için korktum.

"Adetler güzelim adetler," yanağımı öpüp çenemin kenarını ısırdı. Eve girdiğimizde kapıyı elimle itekleyip kapadım. Evin içine girip şöminenin önünde durduğunda ondaki nakışlarımı eve çevirdim. Ortam çok güzeldi. Her tarafta uzunlukları farklı mumlarla şeffaf cam vazolarda beyaz ve kırmızı güller vardı. Şöminenin önünde etrafı tavandan sarkan beyaz led ışıklarla çevrilmiş ve beyaz saten çarşafla örtülmüş geniş bir yatak ve şarapla atıştırmalık bir şey vardı.

"Beğendin mi?" diye sordu Yusuf.

"Çok beğendim," yanağından öpüp boynuna sarılı elimi ensesine sürükleyip saçlarını sevdim.

"Beşinci yılımızın son altıncı yılımızın ilk günü özel olsun istedim," dediğinde güldüm.

"Ve evliliğimizin de ilk gecesi," gülüşümden öpüp alt dudağımı dişleri arasında çekiştirdi. Yetinmeyip öpüşünü derinleştirdiğinde kendimi geri çektim.

"Önce duş almam lazım sevgilim kir pas içindeyim," dediğimde beni kucağından indirdi.

"Ben de aynı durumdayım. O kadar önlem aldık ama toz topraktı her taraf," dedi. Kollarımı boynuna sarıp çenesinden öptüm.

"Çok güzeldi ama," başını sallayıp parmak uçlarını saç çizgilerimde gezdirdi.

"Gözlerim sadece senin güzelliğinle meşguldü," parmak ucumda yükselip dudağını öptükten sonra kollarımı boynundan çekip ona arkamı döndüm.

"Sevgilim fermuarı bir zahmet indirir misin?"

Fermuarı indirmeden önce ellerini gelinliğin üzerinden bedenimin her yanında gezdirdi. Ensemden, omzundan, boynumdan öpücükler çalıp gelinliğin fermuarını açmayı olabildiğinde geciktirdi. Söylenmeye başlayınca kıkırdayıp omzumla boynumun arasını ısırıp parmaklarını çıplak sırtımda gezdirdi.

"Yusuf haydi indir sevgilim, kendi kendine eziyet çektiriyorsun yemin ederim," fermuarı indirip parmaklarını askılarıma geçirip gelinliği bedenimden sıyırdı. Beni kendine döndürüp bedenimi süzdükten sonra keyifle ıslık çaldı. Gözleri çıplak göğüslerimde oyalanınca sırıtışım tüm yüzüme yayıldı. Biraz eğilip sol köprücük kemiğimin üzerine dudaklarını bastırıp dudaklarını göğsüme kaydırdı. Bir elimde sırtımda dolanırken diğer eliyle sağ göğsümü avuçladı.

"Yusuf önce duşa girmem lazım," normalde asla diretmezdim ancak kendimi gerçekten terden, toz topraktan dolayı aşırı kirli hissediyordum. Göğsümdeki dudaklarını boynuma oradan da dudaklarıma kaydırdı. Sakin bir yavaşlıkla önce üst dudağımı sonra da alt dudağımı emdi. Dayanamayıp karşılık verdiğimde o sakinlik ve yavaşlık kuş olup uçtu. Git gide hoyratlaşıp savaşır hale geldik. Yusuf belime sardığı koluyla beni kendine çekince göğüslerim aramızda ezildi. Hissettiğim sızıyla inleyince Yusuf'un dokunuşları da hoyratlaştı. Dudaklarını tekrar boynuma indirip kulağımın arkasını öptü.

"Boş ver duşu sonra beraber alırız," dedi.

"Olmaz," deyip kollarından çıkmaya çalıştım ama beni bırakmadı. Kolları arasında ters döndüğümde sırtımı göğsüne yaslayıp kollarını da karnıma sarıp omzumu ısırdı. Elleri asla rahat durmayıp göğüslerimde ve kasıklarımda dolanıyordu.

"O zaman birlikte duş alalım hem boşuna zaman kaybetmemiş oluruz," bozulan sinirimle kocaman bir kahkaha patlattım. Başımı omzuna yaslayıp gülmeye devam ederken o hâlâ beni öpüp okşamakla meşguldü.

"Aşkım oynak Yusuf'u sahalara sürmüşsün," dediğimde kendisini fazlasıyla belli eden erkekliğini kalçalarıma bastırdı.

"Sen de oynak Aden'imi ortaya çıkarsan hiç fena olmaz," dediğinde yeniden kahkahalarla güldüm. Ev düzmekti, kına ve düğün hazırlığı derken hiç baş başa kalıp hasret gideremediğimizden birbirine aç olan bedenlerimiz sonsuz bir aşkla birbirine kavuşmaya çalışıyordu.

"O zaman, zaman kaybetmeyelim kocacığım..."

Banyoya girdiğimizde topuklularımı çıkardım. Yusuf arkama geçip topuzumu çözmeye başladı. Elleri saçlarımda olsa da gözleri aynadaki yansımamızdaydı. Daha doğrusu gözlerini göğüslerimden bir an olsun ayırmıyordu.

"Şaşı olacaksın," gözlerini gözlerime dikip yarım ağız sırıttı. Islık çalmaya başlayıp bir elini göğsüme kaydırdı.

"Kilo verdiğinde bunlar küçülür diye bir korkmuştum ama daha da büyümüşler sanki," omuzlarım titreye titreye güldüm.

"Sporu bırakmış olabilirim ama göğüs çalışmaya devam ediyorum. Hoşuma gitti," dediğimde meme ucumu sıkıştırdı. İnlememek için dudaklarımı dişleyip boğazımı temizledim. Saçımdaki son tokayı çıkartıp parmaklarını saç diplerimde gezindirip masaj yaptı.

"Çok iyi geldi," dediğimde başımı öpüp beni kendisine çevirdi. Ben altımda sadece dantelli iç çamaşırımla dururken onun fazla giyinik olması hoşuma gitmedi. Gömleğinin düğmelerini teker teker çözüp aheste hareketlerle pantolonu indirdim.

"İç çamaşırlarımız kalsın mı?" diye sorunca sırıttı. Ellerini tenime bastırarak kalçalarıma indirip sert hareketlerle avuçladı. Parmaklarını iç çamaşırımın ince kenar ipine takıp sıyırdı. Sıyırdıkça da önümde eğiliyordu. Diz çöküp iç çamaşırımı ayaklarımdan çıkartıp özenle katladıktan sonra banyo tezgahına bıraktı.

Önce diz kapaklarımı öptü. O öpücükleri diz kapaklarımdan bacak içlerime doğru ilerledi. İlerledikçe bacaklarımı biraz aralayıp kendisine yer açtı. Nefesi bacak aramda dolandıkça alıp verdiğim nefesler şiddetlendi. Şu an ne terim kalmıştı aklımda ne tenime sinen toz toprak.

Dudakları kadınlığımı es geçip kasıklarımda dolandıktan sonra tekrar bacak içlerime kaydı. Tenime bıraktığı buseler ıslak emareler bırakıp tüyleri diken diken ederken Yusuf halinden fazlasıyla memnundu. Titrediğimi fark ettiğinde bana çapkın bir bakış atıp dudaklarını kadınlığımın üstüne bastırdı.

"Yusuf kaçak oynuyorsun," dediğimde dudaklarına dili karıştı. Gözlerini gözlerime diktiğinde duş meselemizi biraz daha erteleyeceğimizi anladım. Dudaklarını ve dilini dakikalarca kadınlığımla gezdirip acımadan beni tüketti. Diliyle en hassas noktalarıma sataşıp beni çıldırttı. Parmaklarımı saçlarına geçirip çekiştirdim. Geri çekilip sırıtarak yüzüme baktıktan sonra beni aniden belimden kavrayıp lavabo tezgahına oturtturdu. Bacaklarımı beline doladığım an hızlı bir darbeyle içime gömüldü.

"Zamandan kastın bu muydu sevgilim?" kıkırdayışım hoşuna gitmiş olacak ki sırıtan suratını yüzüme yaklaştırıp alt dudağımı dişleri arasında ezdi. İçimdeki hareketleri daha hızlanıp beni nefessiz bırakacak bir hal alırken başımı arkaya atıp dirseklerim üzerinde zar zor doğruldum.

"Yusuf," dedim inlemelerimin arasında. Solukları göğsüme çarparken sol göğsümün altını öpüp ucunu dişleri arasında ezip emdi.

"Aramızda kirin, terin lafı mı olur sence güzelim?" dedi. Dudaklarını boynuma sürükleyip koca gövdesiyle beni tezgâha tamamen yatırdı. Birlikteliğimiz her an daha da şiddetlenip şuurumuz kaybolurken nefes nefese inliyorduk. Dudaklarımdan adı döküldükçe yeni bir ısırık darbesi alıyordu tenim.

"Güzelliğim, güzel karım..." diye fısıldadı kulağıma. Kollarımı omzuna sarıp dudaklarına sataştım. Dillerimiz birbirine dolanıp nefeslerimiz birbirine karışıp tükenirken Yusuf dudaklarımızı koparmadan beni lavabo tezgahından indirip ters çevirdi.

"Bak bize yavrum. Güzelliğimize bak," dediğinde aynadaki yansımamıza baktım. Yusuf tüm heybetiyle arkamda duruyordu. Bir eliyle göğsümü avuçlayıp diğer elini karnıma sardıktan sonra gözlerini gözlerimden kaçırmadan tekrardan bedenlerimizi bütünleştirdi. Gözlerimizi bir an olsun aynadaki yansımamızdan çekmeden dakikalarca kendi yansımalarımızın şahitliğinde seviştik.

Birbirimizi tüketip sona erdiğimizde birkaç dakika dinlenip nefeslendikten sonra Yusuf beni kucaklayıp duşakabine taşıdı. Beni güzelce yıkadıktan sonra kendisi de hızlıca yıkandı. Duştan çıktığımızda valizlerimiz arabada olduğundan banyo dolabındaki havluları kullandık.

İçeri geçtiğimizde Yusuf önceden hazırlattığı şömineyi sadece tutuşturdu. Üstümüzde havlularla şöminenin önündeki yatağa sarmaş dolaş oturduk. Yusuf ekstradan yanında getirdiği beyaz havluyu omuzlarıma örttü.

"Acıktın mı güzelliğim?" diye sorunca kendimi bir yokladım.

"Tatlı bir şeyler var mıdır?" dediğimde güldü. Yanağıma sıkı bir öpücük kondurup beni yatakta bırakıp mutfağa gitti. Dakikalar sonra elinde üstünde mumları yanan bir pastayla gelince sırıtışım tüm yüzüme yayıldı.

"Hem evliliğimizi hem de altıncı yılımızı kutlamamız lazım değil mi?" dediğinde gülerek başımı salladım. Yanıma oturup pastayı önümüze yerleştirdi.

"Üfle haydi," dediğinde "birlikte üfleyelim," dedim.

Pastamızı üfleyip yedikten sonra kendimize şarap doldurduk. Şöminenin önünde uzanıp hem düğünü konuşup hem de şarabımı içerken gözüm sürekli Yusuf'un çıplak gövdesine kayıp durdu.

"Annemlere paralarla altınları ayırmalarını söyledim. İşimiz daha da kolay olur," dediğinde başımı salladım. Çok fazla gerçekten çok fazla takı ve hediye gelmişti. Yusuf'la düğünden önce özellikle altınları ve nakit paraların üzerine kendimizde bir şeyler ekleyip belirli bir yerlere bağışlama kararı almıştık ancak sandığımdan daha fazla takı ve para takılmıştı. Bizimkilerin hediyeleri ve günlük hayatta kullanabileceğim takılar dışında hemen hemen hepsini çocuk yurtlarına, Lösev, Darüşşafaka, Eğitim gönülleri Vakfı ve TSK'ya bağışlayacaktık. Düşündüğümüz bütçenin üzerinde bir yardım olacağı için aşırı iyi hissediyordum kendimi...

"Doldurayım mı yavrum?" dediğinde hayır deyip kadehi bırakması için uzattım. Kendisine dolduracağı sırada izin vermeyip üzerinde doğrulup havlumun elverdiğince kucağına oturup kollarımı boynuna sardım.

"Kocacığım sen beni sevdin acaba diyorum ben de seni mi bir sevsem?"

"Seve seve kabul ediyorum," dediğinde vakit kaybetmeden sanki hiç doymayacakmışçasına dudaklarına tabiri caizse saldırdım.

Onu yatağa itekleyip üzerinde uzanıp öpücüğümü derinleştirdim. Yusuf'ta halinden fazlasıyla memnun bir şekilde karşılık veriyordu. Ellerim göğsünde dolanıp kasıklarına kadar süzüldü. Dudaklarından boynuna, boynundan göğsüne sürükledim dudaklarımı. Onun beni sevdiği gibi sevip öptüğü gibi öptükten sonra kucağında aşağılara kayıp dudaklarımı havlusunun izin verdiği ölçüde kasıklarında gezdirip havlusunun düğümünü çözüp onu çıplak bıraktım.

Doğrulup önce başımdaki havluyu sonra da bedenimi saran havluyu bedenimden sıyırdım. Yusuf keyifli bir ıslık tutturup ellerini başının altına yaslayıp keyifle bana baktı. Gözlerimi gözlerinden çekmeden ellerimi kasıklarında dolandırıp erkekliğini avuçlayıp okşadım.

"Sevgilim hazır mısın?" dediğimde başını salladı.

Banyoda bana uyguladıklarını teker teker onun üzerinde uyguladım. O keyifli hali devam ediyordu ancak sırıtan suratının yerinde yeller esiyordu. Dudaklarımın arasında git gide büyürken daha fazla dayanamayıp saçlarımı çekiştirdi.

"Aden," diye inlediğinde dişlerimi erkekliğinin damarları üzerinde gezdirip geri çekildim. Dizlerimin üzerinde kucağına tekrar çıkıp erkekliğini hizalayıp güçlü bir hamleyle kucağına oturdum. Benim inleyişim Yusuf'un iniltisini bastırdı. Kucağında yavaştan hareketlenirken Yusuf ellerini çok sevdiği göğüslerime götürüp onlarla özenle ilgilendi. Ben hızlandıkça inlemelerimizde hareketlerimizde hiddetlendi. Yusuf belimi sıkıca kavrayıp doğruldu. Belimi iki yanımdan tutup gelgitlerimi hızlandırdı. Başını boynuma gömüp etimi dişleriyle ezip çekiştirdikten sonra ıslak öpücüklerle beni çileden çıkarttı. Çileden çıktıkça kucağında daha da hızlandım. Sona yaklaşıp ikimizde mutlu sona erecekken Yusuf beni hızla ters çevirip altına aldı. Sağ bacağımı omzuna yaslayıp sol bacağımı dizimden kırıp yatağa bastırdı. Kendisine daha fazla alan yarattıktan sonra içimde hızla gidip gelmeye devam etti.

"Aden... Aden... Aden..." diye durmadan inledi.

Vuruşlarının kuvveti o kadar enfesti ki bedenim daha öncesinde hiç alışık olmadığı tepkiler vermeye başlamıştı. Kendimi ilk defa bu denli haz dolu, zevkten dört köşe, çığırından çıkmış hissediyordum.

"Yusuf, ben..." dayanamıyorum demek istiyordum ancak o kadar fenaydım ki dilim bir türlü dönmüyordu.

"Beraber bebeğim," dedi Yusuf. Çenemin altını öpüp köprücük kemiğime kadar dilini sürükledikten sonra sağ göğsüme ısırıklar bıraktıktan sonra sol göğsüme geçip meme ucumu bir kez daha dişlerinin arasında çekiştirip ezdi. Bununla yetinmeyip beni oklamaya başladığında daha fazla dayanamayıp o zevk çukuruna yenik düştüm...

Nefeslerimiz, inleyişlerimiz, adımızı haykırışlarımız kocaman çiftlik evinin her köşesinde yankılandı. Sevişmemiz, bedenlerimizin kavuşması gece boyunca durmadı. Bittik dediğimiz yerden yeniden başladık birbirimize sevmeye. Birbirimize hoş geldiğimiz bir mayıs gecesinde, bedenlerimizin ilk defa kavuştuğu çatının altında defalarca birbirimize hoş gelip birbirimizle kavuştuk. Bedenlerimizi ve ruhumuzu birbirine ölünceye dek mühürlendi...

*  * * 





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERHABA!

ADEN 94. BÖLÜM SONSUZ SONLAR / FİNAL

ADEN 1. BÖLÜM KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER