ADEN 90. BÖLÜM EMANET EMARE
90. EMANET EMARE
SİMGE DOĞRUER & BARAN UYGUROĞLU / MERSİN-KASIM 2026
Simge yoğun geçen hastane saatlerinden sonra sonunda kendisini evine atabildi. İlk iki ay her şey çok kolayken son iki üç haftadır aşırı yoğundu. Keşke başka bir alan mı seçseydim sorusu en zorlandığı anlarda kendisini yokluyordu ama girmeye başladığı doğumlarda ellerine doğan yeni hayatlar bu düşüncelerini silip atmasının en büyük nedeniydi. O minik varlıkları gördükçe, ağlamalarını duydukça olumsuz tüm düşünceleri tuz buz oluyordu.
Eve geldiğinde uzun bir duş ve bakım seansının ardından Baran'la telefonda konuşup kızlarla gruptan mesajlaştıktan sonra kendisine salata yapıp salona geçti. Kadın İsterse dizisinin rastgele bir bölümünü açtı. Diziyi izlerken salatasını yiyor bir yanda da izlediği sahneleri kendince yorumluyordu.
"Kız Buket sen amma salaksın he," deyip kendi kendine güldü.
İştahla salatasını yerken kapısı çaldı. Yanlış çalmışlardır diye düşünüp kılını kıpırdatmadı. Mersin'in seçkin, güvenli semtlerinden birinde küçük bir dairede yaşıyordu. Baran koca şehri talan edip öyle bulmuştu bu evi. Hastaneye ve sahile yakın, site içinde temiz bir daireydi. Baran kardeşlerine Tıpkı Adenlerin Bartın'daki evlerine yaptıkları gibi inciğini cinciğini araştırtırmış öyle yerleştirmişti Simge'yi.
Kapı yeniden çalınca Simge oflayıp diziyi durdurup elindeki kâseyi sehpaya bıraktıktan sonra kapıyı açmaya gitti. Dürbünden bakmadan kapıyı açtığında karşısında kucağında kocaman peluş ayıyla Baran'ı görünce bastı çığlığı.
"Aşkım," diye özlemle bağırıp kucağına atladı Baran'ın. Bacaklarını beline dolayıp yüzünün her köşesine öpücüklerini bıraktı.
Baran zor koruduğu dengesiyle Simge'yi tek eliyle kalçasından destekleyip diğer eliyle taşıdığı peluşla eve girdi. Peluş ayıyı duvara yaslayıp Simge'yi iki eliyle sıkıca sarıp sarmaladı. Ezbere bildiği adımlar atıp salona girdi. Koltuğa kucağında Simge'yle oturdu.
"Hiç beklemiyordum çok sevindim," dedi Simge. Baran sevgilisinin yanaklarını sevip minik bir buse kondurdu öpmeyi çok sevdiği dudaklara.
"Hasretinden prangalar eskitmeye başlayınca gideyim de hasretimi dindireyim dedim," Simge nazlı nazlı kıkırdadı. Yanağını Baran'ın avcuna yaslayıp tatlı bakışlarını Baran'ın çok sevdiği mavi gözlerinde gezdirdi.
"Ben de çok özledim. O kadar alışmışım ki seninle yan yana olmaya, Aden ile yaşamayı söylemiyorum bile. Şimdi böyle bir başıma çok yadırgıyorum..."
Baran, Simge'yi göğsüne çekip yasladı. Uzadıkça kestiği saçlarını sevip çiçek kokusunu içine çekti. Kendisinin de Simge'den bir farkı yoktu. Kızların yokluğu ona da çok zor geliyordu. Onların gürültülerini, kendi evine sinen kokularını, birlikte geçirdikleri anları çok özlüyordu.
"Biraz sabrediyoruz kumralım. Çok değil bir yıl kadar sonra burada yine birlikte yaşayacağız," dedi Baran. Tus sonrası Mersin'i beraber kararlaştırmışlardı. Doğu görevi bittikten sonra anlaştıkları gibi tayinini Mersin'e isteyecekti.
"Doğru. Sadece bir yıl sonra yine birlikteyiz," dedi Simge.
"Aynen öyle kumralım," Baran'ın saçlarını sevip sakalsız yanaklarını öptükten sonra kendini en güvende hissettiği yere, Baran'ın göğsüne sarıldı.
"Hafta sonu buradasın değil mi?" diye sordu Simge.
"Buradayım. Pazar akşamı döneceğim," dedi Baran.
"Süper iki gün benimsin... Ay hiç sormadım karnın aç mı bir şey yer misin içer misin?" dedi telaşla Simge.
"Açım fıstık," deyip ıslık çalınca Simge kıkırdayıp Baran'ın göğsüne elini yavaşça vurdu ve "salak adam," diye mırıldandı.
"Salata mı yedin?" dedi Baran.
"Hımmm," diye mırıldandı Simge.
"Fıstığım sen böyle nasıl doyuyorsun Allah aşkına? Haydi kalk yemek yemeye gidelim..."
Simge ayaklandıklarında, Baran'ın hediyesi için teşekkür edip boyu kadar olan peluşu yatak odasına kadar sürükleyerek götürdü. Yatağının dibine yerleştirdikten sonra nefes nefese Baran'a baktı. Sevgilisinin sırıtarak kendisini izlediğini görünce gözlerini devirdi.
"Aşkım çok güzelde daha büyüğü yok muydu?" dedi Simge.
"Yoktu. İşte benim kadar ya bakar bakar beni görürsün diye aldım," Simge, Baran'a kıkırdayarak baktı.
"Ayı olduğunu kabulleniyorsun yani?"
Baran ağır adımlarla Simge'ye yaklaşıp kollarını beline sardı. Mavilerini kumralının güzel yüzünü izleyip kiraz dudaklarından küçük bir öpücük çaldı. Burnunun ucunu, pembe yanaklarını sevip saçlarını öptü.
"Bazen çok yanlış zamanda doğru yerlere nokta atışı yapıyorsun kumralım," dediğinde Simge kıkırdamaya devam etti.
"Doktorum ya ben mavi göz, nokta atışlarım elbette on üzerinden on olacak!" Baran bir şey demedi. Gözlerini alamadığı dudaklar şu an çok daha dikkat çekiciydi.
"Bakma öyle dudaklarıma... Daha hazırlanacağım!"
Simge hazırlanırken Baran yatağa uzanıp izlemeye başladı. Simge'nin giyinmek için elini attığı her elbiseye, eteğe, şorta laf edip durdu. Simge sonunda oflaya oflaya kalın eşofman takımını giyinip üzerine de turuncu ve yeşil renkteki şişme montunu giyindi. Baran sırıtmasını gizlemeye gereği duymadan yataktan kalkıp dolaba ilerledi. Aradığını hemen bulup turuncu bereyi Simge'nin başına geçirdi.
"Pis adam seni," dedi Simge asık suratla.
"İyi de kumralım hava eksi bilmem kaç derece ama sen mini mini giyiniyorsun. Hem gerek yok öyle elbiseye, eteğe. Sen her halinle benim aklımı başımdan alıyorsun zaten," Simge dudaklarını ısırarak güldü.
"O zaman eşofmanın altına termal taytımı giyineyim. Dışarısı çok soğuk oluyor," dedi. Baran gür bir kahkaha atıp Simge'nin yanaklarını seve seve çekiştirdi. Evden çıkıp yola koyulduklarında sahilde dolanmaya başladılar.
"Ne yemeye gidelim kumralım?" diye sordu Baran.
"Tantuni ayran gerisi yalan," Baran, Simge'ye kısa bir bakış atıp kahkaha attı. Genç kadın sesini bayağı inceltip tekerleme söyler gibi hızlı bir şekilde melodik konuşmuştu.
"Ne yiyelim ne yiyelim?" dedi Baran gülüşlerinin arasından.
"Tantuni ayran gerisi yalan abi!" dedi Simge. Geçenlerde hastaneden birkaç arkadaşıyla tantuni yemeğe gittiklerinde çalışan gençlerden biri böyle bağırınca çok komiğine gitmiş diline de dolanmıştı.
"Fıstığım sen bayağı Mersinli olmuşsun," dedi Baran.
"Oldum değil mi?" dedi Simge de gülerken. Baran direksiyondaki elini uzatıp Simge'nin çenesini sevdi.
"Var mı bildiğin güzel bir yer?" diye sorunca Simge son gittiği yeri tarif etti.
Geçen arkadaşlarıyla geldikleri yere bu sefer Baran'la geldi Simge. Kendilerine güzel bir masa seçip oturdular. Baran havanın soğukluğundan dem vururken Simge ona gülüyordu. Kars daha soğuk bir yerdi aslında ama deniz soğuğu, esintisi biraz daha güçlü hissettiriyordu kendisini.
"Hoş geldiniz. Ne vereyim abim size?" dedi diye sordu genç çalışanlardan biri. Baran, Simge'ye bakınca simge de siparişi vermek için garsona döndü.
"İki porsiyon yoğurtlu tantuni. Yanında ayran ve kırmızı lahana turşunuzdan da bol bol koyarsanız süper olur," dedi Simge. Siparişi verirken bile ağzı sulanmıştı.
"Madem bu kadar acıkmıştın o salatayla neden yetindin bebeğim?" dedi Baran.
"Bu aralar çok kaçırdım. İki haftalık arınmadaydım ama sen geldin," dedi Simge.
Baran karşısındaki elli kilo bile olmayan bedene baktı. Simge tıpkı Güneş gibi yiyip kilo almayanlardandı. Su içse yarayan maviş kız kardeşi hiçbir zaman kilo aldım diye kasmazken bu kadar zayıf olan sevgilisinin ve gün güzelinin iki kilo alınca kasmalarına anlam veremiyordu.
"Bir iki kilodan bir şey olmaz güzelim. Ye istediğin gibi olmadı spora gidersin," dedi ortalama bir cevap vermeye çalışarak.
"Olmazda hemen ağırlık yapıyor bana sevgilim, spor salonuna kayıt yaptırdım ama bir yerlerimi kaldıramıyorum ki yorgunluktan," deyip iç çekti Simge.
Baran uzanıp Simge'nin yanağını okşadı. Simge'nin yanağına yasladığı avcuna öpücükler kondurup yumuşak elini tutup parmaklarıyla oynamaya başladı. Tırnaklarındaki renkli, kabartmalı, şekilli ojelerine gülerek baktı. Simge yaş aldıkça daha da renklenmişti.
"Geçen yaptırdım. Ay Baran burada Kore nail art bulacağım diye kırk dolandım ama neyse ki buldum," Baran çatılan kaşlarıyla Simge'nin kahverengi gözlerine baktı.
"Kore neyi?" dedi.
"Tırnak sanatı işte. Bence bu işin hakkını Koreliler veriyor. Yaaa Baran bu yaz gitsek ya Kore'ye. Hem ben de yerinde yaptırmış olurum tırnaklarımı," Baran gülecek gibi oldu ama durdurdu kendisini.
"Ben anlamadım kumralım. Sen şimdi sırf tırnaklarını boyatmak için Kore'ye mi gidelim diyorsun?" Simge kıkır kıkır güldü.
"Yani gezeriz de canım," dediğinde Baran başını sağa sola sallayıp güldü.
"İyi gideriz... Ayarlarım ben," Simge el çırpıp yerinden kalktı. Baran'ın boynuna sıkıca sarılıp yanağını öpücüklere boğdu.
"Bir tanemsin, bir tanemsin..."
Yemekleri geldiklerinde afiyetle yediler. Bir ara genç çalışanlardan biri restoranın önüne çıkıp tantuni ayran diye bağırınca Simge de daha kısık sesle masada bağırdı. Baran kahkahalarını durduramadı. Deli kızı o çocuktan çok daha güzel bağırıyordu.
"Bak bak birde bu var," deyip boğazını temizledi Simge. Baran onu gülerek izlerken geçen gün denk geldiği Youtube videosundaki kadını taklit etti.
"Kestane kebap yemesi sevap abi!" Baran'ın kahkahaları tüm mekânda yankılanırken Simge tekrar tekrar aynı şeyi söyleyip durdu.
"Güzelim sen nereden buluyorsun bu lafları?" dedi gülmekten yaşaran gözlerini silerken.
"İzledim bir yerde işte. Bu lafı söylemek için sırf Bolu'ya giderdim de neyse," dediğinde Baran tekrar güldü. Yanağını avcuna yaslayıp Simge'nin güzel gülüşünü izledi. İç çekip yüzündeki dinginleşen tebessümüyle Simge'nin yüzünde gezdirdi bakışlarını.
Sahilde soğuk havayı pek takmadan el ele yarım saat kadar yürüdükten sonra eve geçtiler. Simge çay yaparken Baran'da kısa bir duş almak için banyoya girdi. Evin her yanı o kadar renkliydi ki siyah bornozuyla bu eve fazla aykırıydı. En azından Baran öyle hissediyordu. Simge'nin odasına bıraktığı sırt çantasından giyeceklerini çıkartıp giyindi. Saçlarını kuruttuktan sonra salonda oturmuş telefonuyla uğraşan sevgilisinin yanına gitti.
"Sıhhatler olsun sevgilim," dedi Simge, Baran'ı görür görmez.
"Sağ ol yavrum," dedi Baran.
Simge'nin yanına oturup kızı göğsüne çekti. Burnuna dolan kokuyla derince soluklandı. Simge'nin kendine has kokusu her seferinde Baran'ı mest ediyordu. Simge'yi sarmalayıp saçlarına yüzünü gömdü. Sarmaş dolaş bir halde dizi izleyip vakit geçirdiler. İzledikleri dizinin her bölümünde yer alan sıcak sahneler Baran'ı bunaltınca oflayıp televizyonu kapadı.
"Artık erotizm pazarlamakla para kazanıyor diziler!" dediğinde Simge sessizce kıkırdadı.
"Güzel diziydi ama," dediğinde Baran gözlerini devirdi.
"Güzel miydi? Kumralım adam karşısına çıkan her kadına kaydı resmen," dediğinde Simge başını sıcak göğüsten kaldırıp Baran'a baktı.
"Terbiyesiz," deyince Baran tekrar gözlerini devirdi.
"Yalan mı güzelim? Adam tutmuş şeyini gördüğü her deliğe... Tövbe tövbe!"
"Baran çok fenasın var ya!" dedi Simge.
"Fenaysam sadece sana fenayım güzellik," Simge'nin kıkırtıları tekrar yükselince Baran kızı birden kendisine çekip dudaklarına asıldı. Islak ve sert bir öpücüğün ardından geri çekildiklerinde Baran gözlerini kırpıştıran sevgilisine gülerek baktı. Onun bu şaşkın hallerine bayılıyordu.
"Baran, bizde biraz terbiyesizleşelim mi?" Baran ani bir manevrayla Simge'yi belinden tutup koltuğa uzandırdı. Kızın kısa tutumlarını severek yüzünden çekti.
"Gösteriyim mi fenalığımı?" diye sordu Baran.
"Göster sevgilim..."
Baran, Simge'nin uzun biçimli bacaklarını ayırıp kızın kuytusuna yerleşti. Ağırlığını vermemeye dikkat ederek Simge'nin boynuna gömülüp kokusunu soluyup sakin buselerini kondurdu. O buseler aynı sakinlikle Simge'nin gerdanına sürüklendi. Öpücüklerine kısa bir ara verip doğruldu Baran önce kendi üzerindeki kapüşonluyu sonra da Simge'nin üzerindeki ince kazağı çıkardı. Gözleri Simge'nin beyaz tenini örten mor sütyende gezindi. Parmaklarını sarı sütyenin dantelli kenarlarında dolandırıp askılarını indirdi. Tekrar Simge'nin üzerine eğilip omuzlarına, sütyenin örtemediği noktalara ıslak buseler kondurdu.
"Baran?" dedi birden Simge. Baran başını Simge'nin teninden kaldırmadan nefes alıp verdi. Bu ses tonunu biliyordu.
"Söyle sevgilim," dedi.
"Hani Kore'ye gideceğiz ya. Ben bir araştırsam konser falan varsa ona da gider miyiz?" diye sordu Simge hevesle.
"Ne konseri bebeğim?"
"Ne bileyim bir sürü grup var bulurum ben illa ki, gideriz değil mi?" Simge o kadar hevesliydi ki Baran ne derse yaparım diye düşündü.
"Gideriz güzellik," dedikten sonra dudaklarını tekrar sevgilisinin teninde dolandırmaya başladı.
"Baran?" dedi bir kez daha Simge.
"Söyle sevgilim," dedi Baran derin bir nefes eşliğinde.
"Tarihi yerleri de gezeriz değil mi? Hatta geleneksel kıyafetlerini de giyelim lütfen..."
"Giyeriz bebeğim," dudaklarını Simge'nin boynuna sürükleyip bedenini altındaki narin bedene bastırdığı sırada Simge tekrardan "Baran?" deyince sabır çekti Baran.
"Söyle bir tanem," dedi ses tonuna dikkat ederek. Simge'yi kıracak bir tepki ya da kelime kullanmaktan çekiniyordu.
"Hani daha yakın ya oradan da Japonya'ya gider miyiz?" Baran yılgın bir halde başını kızın omzuna yasladı. Bir aylık adli iznine nereyi sığdıracak emin değildi ama Simge'yi geri çevirmek istemedi. Bir yolunu bulur, eder sevdiğinin gönlünü hoş tutardı.
"Tamam kumralım sen ne istersen öyle olur ama şimdi biz sevgimizi paylaşmaya devam mı etsek?" Simge, Baran'ın sitemine güldü. Baran'ın sarıya çalan saçlarını sevip biraz doğruldu.
"Yatağımıza gidelim o zaman," Baran, Simge'nin üzerinden doğrulup kızı bir anda omzuna aldı. Simge ani bir çığlıkla Baran'ın beline tutundu. Yatak odasına geldiklerinde Baran dikkat ederek Simge'yi yatağa bıraktı.
"Soracağın başka bir soru var mı?" dedi ciddi ciddi. Simge kıkırdayıp başını hayır der gibi sallayıp dizleri üzerinde durdu. Yatağın ucunda durmuş ona bakan sevgilisine ilerleyip kollarını uzattı.
Baran ellerini yatağa yaslayıp Simge'ye yaklaştı.
Simge kollarını Baran'ın boynuna sarıp yüzünün her yanına sesli öpücükler kondurup dudaklarına yöneldiğinde Baran, Simge'den önce davrandı. Bir har misali yanan dudaklarını birbirinden koparmadan dokundular birbirilerine. Bedenleri her seferinde olduğu tutkuyla hiç ayrılmamak üzere birbirine kavuştu...
* * *
ADEN UYGUROĞLU TORAL / BARTIN- 2026 KASIM
İnsan hayal ettiği her şeye eninde sonunda kavuştuğunda bir kuş tüyü kadar hafifliyordu... Arzu ettiğim, hayalini kurduğum her şeye sahiptim artık. Sıcacık, huzur ve sevgi dolu bir yuvam, kocaman bir ailem, üzerimde beyaz doktor önlüğüm vardı. İnsan sevildiği yerde sahiden çiçek açıyordu. Açan çiçeklerim büyümüş kocaman olmuşlardı.
Odadaki penceremin önünde bugün için gönderilmiş, sadece beyaz güller ve mavi sümbüllerim vardı. Masamın üzerindeki küçük sümbüllerimi sevip masaya düşen yapraklarını toplayıp saksının toprağına koydum. Gözüm saksının hemen yanındaki çerçeveye takılınca yüzümdeki küçük gülüşüm büyüdü. Düğün günümüzden kalan bir fotoğraftı. Solumda Yusuf, onun hemen yanında Güneş, sağımda Emir'le Kerem vardı. Güneş'in kucağında Barlas, Emir'in kucağındaysa Yusuf Ali vardı.
Fotoğrafa bakarken odamın kapısı çaldı. Kolumdaki saate bakıp dudak büktüm. Mesaim biteli beş dakika anca olmuştu. "Girin," dediğimde kapı açıldı. Stajyer doktorlardan biri olan Gülsüm içeri girmeden başını uzattı. Arkasından sesler geliyordu.
"Hocam girebilir miyiz?" dedi.
"Tabii girin Gülsüm. Bir sorun mu var?" Gülsüm önde, arkasında diğer stajyer doktorlar ve poliklinikteki genç hemşirelerden birkaçı vardı. En arkadaki hemşire Nuran'ın elindeki küçük pastayla odama doluşma sebeplerini anladım.
"Hocam biz normalde bu tarz şeyler yapmayız ama sizin doğum gününüzü kutlamak istedik. Kusura bakmayın böyle odanıza doluştuk ama şimdi ortak alanda yapsak laf söz eden olabilir diye endişe ettik," dedi stajyerlerden Burak.
"Teşekkür ederim. Ne yalan söyleyeyim mutlu ettiniz beni. Ama hiç zahmet etmenize gerek yoktu," dediğimde senkronize bir şekilde itiraz ettiler.
"Hocam siz geleli üç ay oldu ve biz bu üç ayda gerçek bir doktor nasıl olur sizin sayenizde yeniden gördük. Yani şu hastanedeki değme profesörlere taş çıkarttınız. Duruşunuz olsun, bize güvenip sorumluluk vermeniz olsun, bize ayakçınız gibi değil de meslektaşınız gibi davranmanız olsun, bizim aramızda kurduğunuz adalet olsun özellikle bizi asla ezdirmemeniz... Bize ne olmak istediğimizi tekrar hatırlattı." dedi içlerinden biri.
Polikliniğe ilk geldiğimde pek güzel bir manzara ile ne yazık ki karşılaşmamıştım. Canım meslektaşlarımın umduğum gibi çıkmaması ayrı stajyerlere ve henüz yeni mezun hemşirelere davranışları ayrı bir olaydı. İlk aydan hiç istemesem de sert bir tavırla ağırlığımı koyup olayı başhekime taşıdığımda neyse ki adamda benden yana bir tavır sergileyip gerekli uyarıları yapmıştı. E haliyle doktorlar tarafından bana karşı küçük olsa da bir cephe oluşmuştu ama pek umurumda da değildi.
"Vallahi hocam bizim için yaptıklarınızın yanında bence küçücük bir pastanın lafı olmaz," dedi Gülsüm.
"Teşekkür ederim. Ayrıca ben yapılması gerekeni yapıyorum o yüzden bana bu şekilde minnet duymayın. Olması gereken şey, normali bu tamam mı?" başlarını salladılar.
"Hocam o zaman dileğinizi tutun," deyip yanıma geldi Hemşire Nuran.
Mumu üfleyip pastadan bir çatal aldıktan sonra hepsine teşekkür ettim. Onlar odadan çıkarken ben de çıkmak için hazırlandım. Çıkardığım önlüğümü askıya asıp kabanımla şalımı takıp çantamı aldığım gibi odamdan çıktım. Kapıyı kilitleyip çıkışa doğru yürüdüğümde hasta bekleme alanında günlerdir gördüğüm adamı yeniden gördüm. İstisnasız iki haftadır her sabah ve akşam onu aynı yerde otururken görüyordum. İlk zamanlar pek umursamasam da altıncı günde randevu listesinde hep aynı ismin randevulara gelmediğini görünce ister istemez bu adamla o ismi birbirine bağlamıştım.
Yanına gitmek için o yöne adımladığımda beni fark etti. Yerinden ani bir hızla kalkıp koşar adımlarla hastaneden çıktı. Omuzlarımı silkip peşinden sakin adımlarla hastaneden çıkıp otoparka ilerledim. Artık sürekli olarak kullandığım arabama bindiğimde derin bir nefes aldım. Yola çıktığımda Yusuf'u aradım. İlk çalışta açmayınca saate baktım tekrar. Çoktan çıkmış olması lazımdı. Yeniden arayacağım sırada o aradı.
"Güzelliğim duştan çıktım şimdi," dedi açar açmaz.
"Sıhhatler olsun sevgilim. Yoldayım bir şey istiyor musun?" iş saatlerimiz aynı olduğundan evden birlikte çıkar birlikte dönerdik ama bazı günler ben ya da Yusuf daha erkenden çıkabiliyordu. Bugün de erken çıktığından evdeydi.
"Yok mavişim, gözüm yollarda karımı bekliyorum sen gel yeter," dedi. Kıkırtılarım yükselince o da güldü.
"Tamam sevgilim. On dakikaya oradayım."
Amasra'ya geldiğimde önce çarşıya uğrayıp taze çekilmiş Türk kahvesi ve buraya geldiğimden beri aşığı olduğum simitlerden aldıktan sonra eve gittim. Asansör beklerken yanıma kucağında küçük bir tencereyle koştura koştura apartmanın kapıcısının kızı Sıla geldi. Kapıcı tabirini hiç sevmesem de ağız alışkanlığı kazanmıştı ne yazık ki. Annesi doktor olduğumu öğrenince Sıla için ders konusunda utana sıkıla yardım istemişti bir keresinde. Ben de bu bahaneyle Sıla ile tanışmış, tanışır tanışmaz da çok sevip kaynaşmıştım. Zeki ve akıllıydı ama tembelliği de fazlasıyla seviyordu. Kerem ile aynı yaşlardaydı. Anne ve babasının uzun yıllar sonra gelen mucizesi olduğundan babası pek bir düşkündü kızına.
"Hoş geldin Aden abla. İyi ki doğdun güzel yaşların olur inşallah. Bu arada sana bir sürü bir sürü hediye geldi kuryeler bir ara isyan edecekler sandım yemin olsun. Yusuf abinin geldiğini babam haber edince tüm kargoları üç seferde yukarı taşıdım vallahi. Yusuf abi sağ olsun kutuları taşıdığım için bir yıllık harçlık verdi resmen. Ben bu yaşımda babamdan elli lira zor koparıyorum adam tek seferde benim bir yılda anca yiyeceğim parayı verdi... Kız abla kocan ne kadar bonkör senin öyle maşallah maşallah. İlk bir utandım istemedim ama eve döner dönmez kendime ayakkabı alıverdim. Rabbim bana da böylesini nasip etsin," Sıla susunca nefesimi bıraktım. Konuşunca çok konuşanlardı Sıla. İyi hoş, zeki kızdı ama çenesi biraz fazla düşüktü. Gerçi onu da sempatik yapan şey bu çeneydi. Yusuf'ta pek seviyordu bu cimcimeyi.
"Nefes al nefes!" dediğimde gülerek başını salladı.
"Aldım abla aldım. Ben doğum gününü bugün öğrendiğimden hemen hediye alamadım ama bak sana ne yaptım," deyip tencereyi uzattı. Tencereyi alıp kapağını açtığımda ağzım anında sulandı.
"Kız Sıla normalde kabul etmezdim ama can evimden vurdun," dediğimde elini ağzına kapatıp kıkırdadı. Bartın'a has unlu ispit dolması yapmıştı.
"Eline sağlık emin ol aldığım en güzel hediye bu şu anda," dediğimde gülmeye devam etti.
"Afiyet olsun ablam. Bu arada aklın kalmasın ben haftalık sorularımı çözüp ekstra testlerimi de çözdüm. Netlerimde iyi bu sefer," tek kaşım anında hareketlenince "vallahi, billahi. Yalanım varsa iki gözüm önüme aksın," dedi.
"İyi bakalım. Teşekkür ederim dolma için. Geç sen de haydi eve üşüteceksin yalın ayak çıkmışsın birde," doğum günümü tekrar kutlayıp hoplaya zıplaya evine gitti.
Bizim kata sonunda çıkabildiğimde zili çaldım. Yusuf yüzünde kocaman bir tebessümle kapıyı sonuna kadar açıp beni eve çekip kapıyı kapadı. Kolları anında belime dolanıp dudaklarıma kapandığında seve seve kabul ettim onu. Girişin ortasında nefes nefese koptuğumuzda alnımı, burnumu ve çenemi öptü.
"Hoş geldin güzelliğim. Eve gelmen on dakika yukarı çıkman yarım saat sürdü," dediğinde güldüm.
"Sıla'ya yakalandım," dediğimde gözlerini devirip güldü.
"Annesi doktor olsun istiyor ama kızda avukat olacak çene var yemin ederim. O çeneyle kimseye dava kaybetmez bu kız," gülerek başımı salladım. Bu konuda hem fikirdik.
"Kendi bileceği iş. Ne olmak isterse ona göre destek oluruz bizde," dedim.
"Oluruz tabii," çenemi tekrar öperken elimdekileri ve kabanımla yün şalımı çıkartıp sol tarafımızdaki vestiyere bırakıp beni birden kucakladı.
"Doğum günü kızına bugün bir sürü hediye geldi. Hepsi yukarıda çalışma odamızda," bir yandan konuşuyor bir yandan da merdivenleri çıkıyordu. Dün gece yarısını geçer geçmez doğum günümü kutlamış hediyemi vermişti. Bana çok şık bir kol saati almıştı.
"O kadar da almayın bir şey dedim ama dinlememişler beni. Hastane odamı da bir gör her yanım çiçek oldu. Ama en güzelleri senin yolladığın. En güzel köşeye koydum onları," burnumun ucunu öpüp beni çalışma odası olarak kullandığımız geniş antrenin ortasında bıraktı. Benim masamın olduğu kısımda bir sürü paket vardı.
"Yine fena abartmışlar," gülerek omzunu silkip kendi masasına kalçasını dayayıp kollarını göğsünde bağladı.
"Kars'tan da bir sürü paket geldi," dedi.
"Sağlık ocağındakilerdir," dediğimde başını salladı. Kutulara bakmak için adımladığımda Yusuf durdurdu.
"Bunlara sonra bakarsın güzelliğim. Senin için küveti hazırladım, giyinmeni istediklerimi de yatağa bıraktım. Sana hemen hemen kırk dakika veriyorum," dediğinde ona döndüm.
"Bak sen! Beni küvette yalnız bırakacaksın yani?" güldü.
"Daha güzel planlarım var..." yanıma gelip çenemi tuttu. Alt dudağımı çekiştirerek öptükten sonra beni omuzlarından yatak odamıza ilerletti.
"Kırk dakika," deyip kalçama bir şaplak attıktan sonra aşağı indi.
Gülerek odamıza girdiğimde yatağın üzerindeki elbise anında dikkatimi çekti. Güneş'in düğün zamanımızda kız gecemiz için aldığı ve Yusuf'un bayıldığı elbiseydi. Yanında ise sadece dantelli beyaz alt iç çamaşırım vardı. Kıkırtılarımı durduramadan aynalı makyaj masamın önüne gidip takılarımı ve yüzüğümü çıkarıp masanın üzerine bıraktım. Bu odaya tadilat sırasında küçük bir banyoda eklettirmek verdiğimiz en doğru kararlardandı.
Banyoya girdiğimde üstümdekileri çıkarıp kirli sepetine attıktan sonra küvete girdim. Yusuf çok sevdiğim vanilya kokulu mumlarımı da yakmıştı. Suya da vanilya özlü sabun toplarından atmıştı. Tüm banyo vanilya kokuyordu. Yirmi dakika kadar banyonun tadını çıkardıktan sonra durulanıp çıktım. Odaya geçmeden önce cilt bakımlarımı yapıp saçlarımı kuruttuktan sonra ensemde sıkıca topladım.
Elbiseyi giyinecekken iç çamaşırına sırıtarak baktım. Onu giyip heba etmeme gerek yoktu ama Yusuf giyinmemi istediğinden giyinecektim. Hazır olduğumda uzun topuklu stilettolarımı giyindim. Tektaşımı ve alyansımı da taktıktan sonra aşağı indim. Burnuma gelen kokularla karnım guruldayınca adımlarımı hızlandırdım.
"Aşkım," diye seslendiğimde mutfaktan elinde tabakla çıktı. Tabakta Sıla'nın yaptığı dolma vardı. Yusuf bana bakıp ıslık çalarak beni süzdü. Son basamakları inip yanına yürüdüm.
"Banyo için teşekkür ederim sevgilim. Elbise ve iç çamaşırı tercihine bayıldım," boynuma eğilip kokumu derince soluklanıp ıslak bir öpücük bıraktı.
"Bu güzelliğin aklımla oynuyor," dediğinde kıkırdadım.
"Sen güzel sevdiğinden güzelim bu kadar," deyip çenesini öptüm.
"Hem senin bu yakışıklılığını göz ardı etmeyelim. Vallahi geliyor kulağıma bir şeyler. Adliye bir sürü kadın kaynıyormuş. Gelip bir boy gösterisi yapmam lazım sanırım," başı arkaya düşecek kadar şiddetli bir kahkaha attı.
"Gel yavrum meydan senin," deyip beni yamacına çekip salona yürüdü.
"İnanmam," dediğimde güldü.
"Sadece balık ve pilavı yaptım," dedi. Balık ve meyhane pilavının yanında birkaç çeşit mezeyle, kalamar ve karides vardı. Rakımızda elbette masadaydı.
"Ellerine sağlık," deyip yanağından peş peşe öptüm.
Masaya geçtiğimizde ben tabaklarımızı hazırlarken Yusuf rakılarımızı doldurdu. Yan yana oturduğumuzda birbirimize bakıp güldük. Evlendik evleneli masalarımızda karşılıklı değil yan yana oturuyorduk.
"Günün nasıl geçti?" dediğinde lokmamı yutup ona döndüm.
"Bugün çok yorucu değildi. Ağır bir vakam yoktu, senin nasıl geçti?"
"Duruşmadan sonra emniyete uğradım. Oradan da eve geldim," dediğinde ofladım.
"Yusuf vallahi kırılıyorum hiç detay vermiyorsun!" dediğimde gülüp o da benim gibi yan dönüp oturdu.
"Gizlilik, yasak kelimeleri sana ne çağrıştırıyor sevgilim?" dil çıkarıp yüzümü masaya çevirdim.
"Ben sana hastalarını soruyor muyum karım?" dediğinde gözlerimi devirdim.
"Ama benim sana anlatabileceğim heyecanlı bir olayım, hastam yok ki," dediğimde güldü.
"Olsa yasaları çiğneyip anlatacaksın yani. Nerede hasta gizliliği?"
"Aşkım sen savcısın ya hani. Hem evimizde olan evimizde kalır," yanağımdan makas alıp bana kendi tabağındaki dolmayı alıp bana yedirdi.
"O zaman bugünden sonra olurda aşırı heyecanlı bir olay olursa ucundan çıtlatırım," dedi.
"Söz mü?"
Yusuf sözü," dediğinde kollarımı boynuna sarıp yağlı dudaklarımı hiç umursamadan yanağını öptüm. Normal ısrar etmezdim anlatmayınca gıcık olmuştum işte. Yusuf yan gözlerle bana bakınca tabağımın kenarındaki peçetemle yanağını sildim.
"Hani aramızda kirin, pasın lafı olmazdı?" dediğimde güldü.
"Balık yağı geçerli değil bebeğim..." dedi. Gülüp yemek yemeye devam ettim.
"Yusuf pilav efsane olmuş," dedim dolu ağzımla. Peçetelikten bir peçete alıp dudağımın kenarını ve çenemi sildi.
"Pasaklı seni. Afiyet olsun güzelliğime," dedi. Rakısından içip bana tekrar baktı.
"Bu arada gündüz Kerem aradı. Hafta sonu gelebilir miyim diye sordu," dedi.
"Beni neden aramamış?"
"Ben daha müsaidim yavrum normal saatlerde ondan beni aramıştır, benim için sorun yok ama sana sormadan cevap vermedim," deyince masadan kalkıp girişteki vestiyere asılı çantamın içinden telefonumu alıp salona geri döndüm.
"Arayayım bir," deyip yanına tekrar oturdum.
"Abla," diye açtı telefonu Kerem.
"Fındık kurdum, nasılsın bebeğim?" dedim.
"İyiyim ablacığım. Ders çalışıyordum. Doğum günün kutlu olsun tekrardan," dün gece Yusuf doğum günümü kutlar kutlamaz telefonlarımız çalmıştı. Tüm aile Güneş ve beni ortak görüntülü aramayla arayıp doğum günümüzü kutlamışlardı.
"Teşekkür ederim fındık kurdum. Yusuf şimdi bahsetti buraya gelmek istiyormuşsun biz müsaidiz ablacığım gelebilirsin," dedim.
"Teşekkür ederim," dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Fındık kurdum sorun ne?" dedim direkt.
"Hiç... Özledim sadece daha yakınsın ya şimdi ondan gelmek istedim hem hediyemi de bitirip bizzat kendim veririm," dediğinde pek inanmasam da başımı salladım. Başka bir derdi olduğu sesinden direkt anlaşıyordu.
"Tamam bir tanem. Nasıl geleceksin hemen ayarlayalım?"
"Otobüsle gelmek istiyorum," dedi.
"Tamam ben hallederim bilet işini. Ama mutlaka maske tak tamam mı? Dezenfektanında yanında bulunsun mutlaka ablacığım her yere de dokunma," dedim pimpirikle. Arda abi ya da diğer şoförlerden birisinin bırakmasını tercih ederdim ama Kerem'inde bazı şeyleri tecrübe edip yaşaması gerekiyordu.
"Merak etme anneciğim tüm önlemlerimi alırım," dediğinde güldüm.
"Çok konuşma çok konuşma. Annemler otobüs konusunda ters yaparsa ara beni ben hallederim fındık kurdum," dedim.
"Tamamdır, teşekkür ederim abla... Seni çok seviyorum."
"Ben de çok seviyorum seni, öptüm kocaman..."
Yusuf'a baktığımda omzunu silkip dudak büktü. Yemek bittiğinde beni salona yollayıp bekletmeyi sevmediğimi bildiğinden her yeri toparlayıp temizledi. Ben de pencereleri açıp balık kokusunu bastırması için oda parfümünü sıkıp tütsü yaktım. Koltukta bacak bacak üstüne atmış otururken kızlarla mesajlaşıyordum. Eskiden dört kişilik olan mesaj grubumuz Sevda ve Işıl'ın da katılımıyla altı kişilik olmuştu. Bejna iyice büyümüş göbeğini atınca hepimiz sevgi yumağına dönmüştük. Güneş'in çok içten ettiği o dua tutmuştu. Bejna ve Aslan'ın kızları olacaktı. Annem ve Sema anne, Bejna'yı el üstünde tutup bir dediğini iki etmiyordu. Tüm doktor kontrollerinde, alışverişlerde mutlaka ona eşlik ediyorlardı. Babaannemler ve Sevgi anneanne de memleketlerinden doğal ve taze sütlerini, peynirlerini, zeytinlerini, yağlarını düzenli olarak gönderiyorlardı. Gerçi sağ olsunlar hepimize yolluyorlardı. Minik kızımızın her şeyi neredeyse tamamdı. Odası da şimdiden hazırdı. Aslan ise fazla pimpirikli ve aşırı düşkün bir adam olmuştu. Bejna'nın ağzından a çıksa hastaneye gidelim diyordu.
ESMER ŞEKERİ:
Ay çıldırtacak beni yemin ediyorum.
Nefes aldırmayınca dayanamadım bağırdım çığırdım.
Küstü bana, naz yapıyor bir de!
Sonunda ben de dayanamayıp onu evde bırakıp Zümrüt annelere geldim
Kalkıp peşimden geldi!
KIZ KARDEŞ:
Abartma konusunda
Aslan Uyguroğu'nun üstüne tanımıyorum.
SİZ:
Boş ver sen onu. İsim netleşti mi?
SEVDA KUŞUM:
Ya evet
En sonra iki isim arasında kaldık demiştin karar verdiniz mi?
IŞIL IŞIL:
Bence Aslan abinin dediği olmuştur 😊
SİZ:
Katılıyorum
KIZ KARDEŞ:
Ben hakkımı ikinci seçenekten yana kullanıyorum.
Hem sizin yüklediğiniz anlam çok kıymetli hem de daha güzel geliyor kulağa.
Güneş'in mesajının peşinden hepimiz ona katıldığımızı söyledik. Seçim onlara kalmıştı tabii lakin kesinlikle ikinci seçenek çok daha güzel ve anlamlıydı onlar için. Aslan'ın da ısrarcı tarafına Bejna'nın pek direnebileceğini sanmıyorduk zaten.
KIZ KARDEŞ:
Bu arada önümüzdeki hafta İngiltere'ye gideceğim.
İstediğiniz bir şeyler varsa yazın.
Esmer şekerim miniğe Disney Story'den birçok şey ayırttırdım.
Geçen sorduğun eşyaları da bulup aldım bile.
İstanbul'a gelince getireceğim haberin olsun.
Sen ne istersin?
KUMRALIM:
Haaaaa biri İngiltere mi dedi?
Gün güzeli hemen bir liste yapıp atıyorum sana. İbanını yolla 😊
SİZ:
Ben de nerede benim ebem diyordum 😄
KUMRALIM:
Ebeniz kurban olsun size canlarım
SİZ:
Salak 😂
SEVDA KUŞUM:
İş bahane gezmek şahane be Güneş
Bana da ajanda bakınsana. Harry Potter'lı olursa tadından yenmez
KIZ KARDEŞ:
Ne yapayım bu konuda bana güveniyorlar.
Şirket sayesinde tüm Avrupa'yı geziyorum vallahi.
Davan yoksa gel götüreyim seni de Sevda kuşu?
Hem nişan için oradan bakarız kıyafet
SEVDA KUŞU:
Ay çok güzel olur.
Dur ben bir ayarlamaya çalışayım
Sana haber vereceğim birazdan bekle bebeğim.
SİZ:
Kıskandım şu an. Devlet memuru olmak bazen zorluyor ☹
KIZ KARDEŞ:
Yazın çıkartırsın acısını😊
Merak etme sana da yeni sezondan bir sürü iç çamaşırı ayırttırdım.
SİZ:
Canımsın yavrum
ESMER ŞEKERİ:
Teşekkür ederim Güneş'im ama birazda kendine mi çalışsan?
Kızlarla konuşmaya devam ederken Yusuf salona geldi. Kızlara veda edip tüm ilgilimi kocama yönelttim.
"Keşke yardım etseydim," dediğimde yanıma oturup boynuma gömüldü.
"Elime yapışmadı güzelliğim ama sanki balık koktum biraz," dediğinde onu kokladım. Koklarken yanağına, boynuna sesli öpücükler kondurdum.
"Kokmuyorsun kocacığım rahat ol," dedim.
Boynumdan istemeye istemeye sıyrılıp telefonundan en sevdiğimiz müziklerden bir tanesini açtı. Elimden tutup beni kaldırdığında beni kolları arasına aldı. Salonumuzda dans ederken daha ne kadar huzurlu olurum onu düşündüm bir an. Yusuf'un kolları arasında, sadece bizim olduğumuz bize ait bir yuva kadar huzurlu hissettirecek daha ne olabilirdi ki... Burnunu burnuma sürttüğünde göğsüne yaslı ellerimi boynuna sardım.
"Yirmi yedi mi oldun sahi?" dediğinde sırıttım.
"Elinde büyüdüm resmen," sırıtışım ona da bulaştı. Sırtımda dolanan parmaklarını kalçalarıma indirdi.
"Bebeğimi büyütmek çok zevkliydi. Darısı diğer bebeklerimin başına," tükürüğüm boğazıma kaçınca öksürük tuttu. Yusuf keyifli sırıtışıyla sırtımı sıvazladı.
"Diğer bebekler derken?"
"Bizim civcivler yavrum. E malum üçüz doğurmuştun en son. Şimdi üçten aşağı olursa olmaz," dedi. Ameliyat sonrasında narkoz etkisiyle yaşadığım o muhteşem kafa üzerinden kaç ay geçerse geçsin pişip pişip karşıma çıkıyordu.
"Şu an civciv yok sevgilim konuştuk bunu," başını sallayıp dudaklarını yanağımda gezdirdi.
"Yok güzelliğim zaten kendimi asla Aslan'la kavgaya sokamam. Kıskanç köpek diye diye gezer peşimde," kıkırtılarımı bastırıp gövdesine yaslandım. Boynundaki ellerim saçlarının arasına süzüldüğünde yandan yandan güldü. Aslan babalığın yanı sıra aileye ilk torunu verecek olmanın da gururunu fazlasıyla yaşıyordu.
"Aslan bu sevgilim ben asla şaşırmıyorum. Hele doğum hediyesi olarak istedikleri," dediğimde kıkırdamalarımız yükseldi.
"Benden ciddi ciddi Miami'den yazlık ev istedi. Kendi keyfine bebeği alet ediyor puşt," alnımı çenesine yaslayıp kahkahalarımı dizginlemeye çalıştım.
"Ve sende söylediği ilk gün arsa avına çıktın," dedim.
"E yavrum hem amca hem dayı olmak zor zanaatmış şimdiden öğrenmiş oldum," ellerimi yüzüne yaslayıp önce çenesini sonra dudağını öptüm. Kalçalarımda dolanan ellerini sırtıma sürükleyip sol elini göğsüme sürükledi. Dudaklarımız nefes nefese koptuğunda Yusuf'un dudakları göğüs dekoltemde gezindi.
"Yusuf," dediğimde başını hiç kaldırmadan bir şeyler mırıldandı.
"Yukarıdan bir ses geldi sanki," dediğimde aynı sesi tekrar duydum.
"Ne sesi yavrum. Kapı duvar üst kat," dedi dudaklarını tenimden çekmeden.
"Yok vallahi ses geliyor. Hatta miyavlama gibi bir ses tam anlayamadım," geri çekilip sesi duymak için dikkat kesildi.
"Bak duydun mu kedi sesi?" dediğimde başını salladı.
"Ay acaba yan apartmandan falan bizim terasa mı girdi?"
"Bilmem. Çıkıp bakalım," dediğinde başımı sallayıp önden hızlı adımlarla merdivenleri çıktım. Ben ne kadar hızlı ve aceleciysem Yusuf o kadar yavaş ve sakindi. Üstelik ıslık çalıyordu. Terasa çıktığımızda tüm pencerelerin kapalı olduğunu gördüm. Sağıma soluma bakınıp Yusuf'a döndüm. Terasın kapısına yaslanmış beni izliyordu.
"Camlar kapalı," dediğimde başını salladı.
"E o ses neydi o zaman?" omzunu silkip kollarını pantolonun ceplerine soktu.
"Belki gaipten sesler duymuşuzdur," dedi. Gözlerimi devirip omzumu silktim. Pencerelere son defa baktıktan sonra Yusuf'un yanına gidecektim ki miyavlama sesini çok net duydum. Sesin yerin geldiği tarafa ilerlediğimde oturma alanındaki ikili koltuğun arasındaki beyaz yumak topunu gördüm. Minicik, tüyleri, bembeyaz siyam yavrusuydu. Kulakları ve burnu kapkaraydı. Üstelik gözleri de masmaviydi.
"Yusuf bu ne?" dedim şaşkınlıkla.
"Asıl doğum günü hediyen," dedi. Sevinçle gülüp kediyi kucakladım. Aşırı tatlı ve aşırı şapşal bir ifadesi vardı. Hemen hemen iki haftalık ya vardı ya yoktu. Benim küçük avcuma bile sığıyordu. Miyavladığında başını öpüp göğsüme yasladım.
"Yusuf bu çok güzel bir şey," dedim. Yusuf'un yanına gidip kediyi sanki ilk defa görüyormuş gibi ona gösterdim.
"Baksana nasıl güzel, nasıl tatlı..." yanağımdan bir makas alıp bizi göğsüne çekti.
"Kediyi görünce gözümün önüne sen geldin," dediğinde başımı göğsünden kaldırıp ellerimin arasındaki kediyi havaya kaldırıp baktım. Maviş gözleri dışında tatlılığı ve güzelliği de kesinlikle benimle yarışırdı.
"Kedi gözlü mavişime onun minyatürü yakışırdı," dediğinde gülerek kediyi tekrar göğsüme bastırıp Yusuf'u öptüm.
"Nereden esti peki bu minnak?"
"Adliyeden bir arkadaşın kızının kedisi yavrulamış. Anne kedi ne yazık ki ölmüş yavrum. Kızcağız bir daha sahiplenemem bir süre hayvan deyince adam mecbur tüm yavruları sahiplendirmek için etrafa haber salınca ben de bir bakayım dedim. Sonra bu ufaklığı görünce mavişlerin geldi direkt aklıma. Dedim benim yavrumun kucağına bu bebek çok yakışır," dedi. Alttan alttan vurduğu imalara güldüm.
"Teşekkür ederim sevgilim bu bebek şimdiye kadar aldığım güzel hediye," dudaklarına uzandığımda benden önce dudaklarıma yanaştı. Usul usul öptü. İspit dolması yerini bu güzelim kediye kaptırmıştı.
Kedi için her şeyi düşünmüştü. İlk aşılarını yaptırmış, çip için randevu almıştı. Yatağı olsun su ve mama kabı olsun çifter çifter almıştı. Hem teras hem de salon için oyun ve uyku setleri almıştı.
"Ben bir lavaboya gideyim sen de bu güzelliğe isim bul bebeğim," dedikten sonra terastan çıktı Yusuf. Kucağımdaki kediyi indirmeden koltuklara ilerleyip oturdum. Kediyi yine havaya kaldırıp yüzüne baktım.
"Ne olsa ki senin adın?" dediğimde miyavladı. O kadar güzel miyavlıyordu ki ısırarak seveyim geliyordu ama kıyamadığımdan öpmekle yetiniyordum.
"Ay senin cinsiyetin ne?" deyip minik bedenini inceledim.
"Kızsın demek... Bana maviş dediklerinden sana maviş ismi olmaz, kara kız ya da pamuk çok klişe," ben konuştukça miyavlaması aşırı hoşuma gidince yüzüne kocaman öpücükler kondurdum.
"Daha bebeksin ama çok asil duruyorsun," siyah burnuna, kulaklarına baktım. Mavişleri direkt bana bakarken dizlerimin üzerine yatırıp patilerini sevdim.
"Buldum kız. Patrişka olsun senin adın," dediğimde peş peşe miyavladı.
"Güzel güzel. Hem asil anlamına geliyor. Mis gibi Patrişka olur senden," kendi kendime güldüm. Ben Patrişka ile aşk yaşarken elinde pastayla Yusuf geldi. Bir yandan da iyi ki doğdun şarkısını söylüyordu. Pastayla yanıma oturup önüme uzattı.
"Önce dilek," dediğinde gözlerimi kapatıp dileğimi diledikten sonra mumları üfledim.
İkimizde aşırı tok olduğumuzdan pastayı dolaba kaldırdık. Salonda sarmaş dolaş otururken Patrişka da kucağımda uyukluyordu. Yusuf'a ismi söylediğimde birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra "sen öyle istiyorsan," deyip beğenmediğini açık etmişti ama sonuçta kedi benim kedimdi.
Yusuf'un sürekli üzerimde gezinen gözleri, göğüs aramda dolanan parmağı, sürekli dudaklarıma çarpan nefesi aklıma bambaşka yerlere sürükleyip duruyordu. Aramızda mesafe olmamasına rağmen iyice yanaşıp çenesinde, yanağında, dudaklarında dolandırıp durdum dudaklarımı. Uzun buselerden uzak kısa temaslarla yetindim şimdilik.
Yusuf, Patrişka'yı alıp salona yerleştirdiğimiz yatağına yatırdıktan sonra yanıma gelip beni kucakladı. Saçlarını karıştırıp yüzüne baka baka güldüm. Küçücük kediyi kıskanmış olamazdı. Merdivenlerden çıkarken Patrişka'ya son kez baktım.
"Benimle ilgilen," dedi Yusuf. Kollarımı boynuna sıkıca dolayıp yanağını öptüm.
"İlgilenirim kocam ilgilenmez miyim hiç?"
Odamıza geldiğimizde beni yatağa hiç ummadığım bir anda attı. Bedenim birkaç kez zıpladıktan sonra durdu. Dirseklerimin üzerinde doğrulup bacak bacak üstüne atıp Yusuf'u baştan aşağı tıpkı onun yaptığı gibi ıslık çalarak süzdüm. Yüzündeki sırıtışıyla dizlerimin önünde durup önce sol bacağımı tutup kendisine doğru çekti. Diz kapağımın üzerini öpüp ayakkabımı çıkardı. Ayak bileğimi öpüp bacağımı bıraktıktan sonra sağ bacağımda da aynı yolu izledi. Bacaklarımı iki yana açıp arasına yerleştikten sonra koltukaltlarımdan tutup beni yatağın ortasına iteledi.
Ben kıkırdarken Yusuf dekoltemin ortasına sıcak, ıslak darbelerle dudaklarını gezdirdi. O beni öpücüklere boğarken ben tenime sürten yeni çıkmış sakalları yüzünden sürekli kıkırdıyordum. Yüzüme baktığında başımı kaldırıp burnuna burnumu sürttüm. Ellerimi yanaklarına yaslayıp dudaklarına iliştim. Sanki fırsatını bulduğumuz her anda sevişen biz değilmişiz gibi aynı tutku ve özlemle yeniden kavuşturduk bedenlerimizi...
Gecenin bir vakti Yusuf'un telefon sesiyle uyanır gibi oldum. Yusuf bedenime sarılı kollarını çektiğinde yorganın altında da olsam tenime sızan soğukluğu hissettim. Yusuf'tan tarafa döndüğümde sırtı bana dönük bir şekilde oturmuş telefonla konuşuyordu.
"Tamam, tamam Tuna komiser geliyorum hemen. İsa ile konuş gazetecileri engellesin!" dedikten sonra telefonunu kapatıp bana döndü. Uyandığımı görünce uzanıp alnımı öptü usulca.
"Çıkmam lazım güzelliğim, sen uyumana devam et," dedi.
"Ne oldu?" dedim.
"Henüz bilmiyorum," dedikten sonra bu sefer yanağımı öpüp yataktan kalktı.
"Saat daha beş güzelliğim uyu haydi sen," deyince onun yastığını kendime çekip sarıldım. Uyumak yerine onun hazırlanışını izledim. Fazla hızlı ve gergin görünüyordu. Kars'ta hiç olmuş muydu bilmiyordum ama ne İstanbul'da yaşarken ne burada yaşadığımız sürede gecenin bir vakti göreve çağrıldığına şahit olmamıştım.
Hazırlandığında yatağa gelip dudaklarımdan hızlı bir buse çalıp alnımdan öptükten sonra son kez uyumamı söyledi ve evden çıktı. Onun gidişinden sonra uyumaya çalışsam da pek başarılı olamadım. Sabahın altısına kadar uykuyla uyanıklık arasında gidip geldim.
Yatakta oyalanmaktan sıkılınca kalktım. Vaktim olduğundan uzun uzun hazırlandım. Ne giyineyim diye yarım saatimi harcadıktan sonra kadife, gri ekoseli eteğimi, onun üzerine giyinmem içinde beyaz boğazlı kazağımı çıkarttım. Beyaz uzun çizmelerime uysun diye beyaz kalın kabanımla, atkı ve beremi tercih ettim. Omuz ve iş çantamı da hazırladıktan sonra sonunda aşağı inebildim. Patrişka uyuyordu. Onu uyandırmamaya dikkat ederek suyunu ve toz sütünü hazırlayıp yeniledikten sonra hemen yatağının yanına bıraktım. Yusuf'u aradığımda açmayıp mesaj attı. Günaydın yazdıktan sonra bir şeyler atıştırıp evden çıktım.
Hastaneye geldiğimde önce serviste yatan hastalarımla ilgilenip doktorlar olarak kullandığımız ortak dinlenme odasına geçip kendime kahve yaptıktan odama geçtim. Ne zamandır odama pratiklerinden küçük su ısıtıcısı alacaktım ama her seferinde aklımdan çıkıyordu. Telefonuma iş çıkışımın saatine alarm kurup hatırlatmaya notumu düştüm.
"Hocam günaydın," diyerek içeri girdi hemşire Nuran.
"Günaydın Nuran, kaç hasta var bugün?"
"Vallahi hocam her geçen gün sizin randevular daha da çoğalıyor. Artık randevu bulamıyorlar size," dediğinde gülümsedim. İlk ay sadece diğer polikliniklerden yönlendirilen hastalarla ilgilenirken yavaş yavaş kendi hastalarımı da kazanmıştım ancak henüz ciddi bir vakayla karşılamamıştım.
"Neyse ki seans süresi arttırıldı da rahat rahat ilgilenebiliyorum insanlarla," dedim. Doktor önlüğümü giyinip sol göğüs cebinin üzerine işlenmiş adımın üzerinde gezdirdim. Alışkanlık olmuştu ben de bu hareket. Masama geçip tüm hazırlıklarımı yaptıktan sonra Nuran'a ilk hastamı kabul edebileceğimi söyledim.
İlk hastalar ehliyetti, askerlikti onlar için genel bir akıl sağlığı testinden geçen hastalar olduğundan sabah saatleri hızlıca geçip gitti. Öğle arasında yemek yemek için odamdan çıkıp Nuran ile birlikte kafeteryaya giderken dünkü adamı yine aynı yerde gördüm. Tüm dikkatim ona kayınca Nuran'ında dikkatini çekti.
"Sizde fark ettiniz değil mi?" dediğinde ona bakıp başımı salladım.
"İki haftadır burada, ne tesadüf benimde iki haftadır randevusuna gelmeyen bir hastam var," dedim.
"Ne derdi var kim bilir?" deyip iç çekti Nuran.
Kafeteryaya indiğimizde yiyecek bir şeyler alıp bizim stajyer doktorların oturduğu masaya ilerledim. Yarım saatte sohbet edip yemeğimizi yedikten sonra işimin başına geri döndüm. Hastalarla ilgilenmeye devam ederken randevu sırası yine o isme geldi. O adam burada ismi yazan kişi olmayabilirdi ancak hislerim tam tersini söylüyordu. Ani bir kararla yerimden kalkıp odadan çıktım. Kapının önünde sırada bekleyen hastalara kısa bir tebessümle bakıp hasta bekleme alanına ilerledim. Adam neyse ki buradaydı. Zamanımız kısıtlı olduğundan hızlı adımlarla yanına gidip önünde durdum. O kadar dalmıştı ki beni henüz fark etmemişti bile.
"Gökberk Balabey?"
Adam yerdeki bakışlarını ağır hareketlerle kaldırıp yüzüme baktı. Koyu mavileri, kan oturmuş gözlerinin ortasında sönükçe parlıyordu. Saçı sakalı birbirine karışmış, solgun benizli zayıf sarışın bir adamdı. Duruşumu dikleştirip boğazımı sessizce temizledikten sonra adını tekrarladım.
"Gökberk Balabey siz misiniz?" başını salladı.
"Bence artık görüşmemizin zamanı geldi Gökberk Bey. Ne dersiniz odama geçelim mi?" başını yeniden yere eğdi. Bir dakika kadar sessizce durduktan sonra ayağa kalktı.
"Buyurun," deyip yolu gösterdim. Arkamda kalsa kaçıp gidecek gibi hissediyordum. Odamın önüne geldiğimizde kapımı açıp içeri davet ettim. Ben masama geçerken ona da oturması için sandalyeyi gösterdim.
Hızlıca hastanın kaydını oluşturduktan sonra defterimi alıp karşısındaki sandalyeye oturdum. Kol dirseklerini bacaklarına yaslamış ellerini birbirine kavuşturmuştu. Başı yine yerdeydi.
"Nereden başlamamızı istersiniz?" diye sordum. Cevap vermedi. Başka sorular sordum onlara da cevap vermedi. Başını kaldırıp yüzüme de hiç bakmadı. Sürekli titrettiği bacağı, sık sık ısırdığı dudak içleri ve hiç durmadan birbiriyle oynayan parmakları stresini ve gerginliğini fazlasıyla açık ediyordu.
"Peki... Anlaşılan sizinle yolumuz fazla uzun olacak Gökberk Bey. Neyse ki ben uzun yolcukları seven biriyim," yutkunup dudaklarını yaladı. Başını kaldırmadan gözlerini bana çevirip uzun uzun gözlerime baktı. Bir andan sonra onun mavilerinin gerisinden işittiğim çığlıklarla şimdiye kadar ki en ciddi vakamın karşımda oturduğunu anladım...
Eve geldiğimde Yusuf hâlâ yoktu. Aramalarımı da açmayıp mesajla geçiştirdiğinden büyük bir olayla ilgilendiğini anladım. Elimdeki torbaları mutfağa bıraktıktan sonra odama çıkıp üzerime krem rengi triko şort takımımı geçirdikten uzun beyaz çoraplarımı giyindikten sonra saçlarımı çözüp tekrar bağladım. Patrişka'yla biraz oynayıp onu koynumdan indirmeden çalışma odasına gidip hediyelerimi açmaya başladım. Kars'taki arkadaşlarımdan başlayıp sırayla herkesi arayıp teşekkür ettim.
"Kız Patrişka şu hediyeler arasında en güzeli sensin vallahi. Yumuş yumuş, tatlı, saçaklı bebeğim benim," deyip her tarafını koklaya koklaya öptüm. El kadar olduğundan evire çevire öpüyordum zaten.
Patrişka'yı kucağımdan bırakıp hediyeleri kaldırmaya başladım. Ayakkabı ve çantaları giyinme odasına götürmek için ayırıp kıyafetlerin etiketlerini söküp yıkamak için bir köşeye iteledim. Parfüm ve takıları alıp odama bıraktıktan sonra diğerlerini de halledip Patrişka'yla birlikte aşağı inip süt ve su dolu mama kabının önüne onu bıraktım. Mutfağa girip kendime hızlıca tostla kahve yapıp Patrişka için aldığım enjektörü de tepsiye koyup salona geçtim. Patrişka'da düşe kala peşimden geldi.
Onu yemek mamasından enjektöre çektiğim sütle besledikten sonra "gel bakalım haber izleyelim biraz," deyip Patrişka'yı yanıma yatırdım. Haberleri izlerken hem karnımı doyuruyor hem de izlediğim haberlere yorum yapıyordum. Ben konuştukça Patrişka o bebek sesiyle miyavlıyordu.
"Aferin kız hep böyle ben ne dersem onayla beni," miyavlayıp minik patilerini bacağıma vurunca kucağıma aldım. Kıçını sallaya sallaya göğsüme tırmanıp koynuma sokuldu. Haberler bittiğinde sıkıntıyla ofladım. Tabakla bardağı mutfağa götürüp makineye yerleştirdikten sonra Yusuf'u aradım. Açmasını beklerken mutfağın penceresine ilerleyip karanlık denizi izledim.
"Güzelliğim," diyerek telefonu açtığında rahat bir nefes aldım.
"Sonunda sevgilim. Açmasaydın türlü türlü şey gelecekti aklıma, neredesin bitmedi mi işin?" dedim.
"Gelmesin o güzel aklına kötü şeyler. Emniyetten şimdi çıktım yarım saate evde olurum güzelliğim," dedi.
"Şükürler olsun. Karnın aç mı hazırlayayım hemen bir şeyler," dedim.
"Yok karım. Sen bana güzel bir çay demle bir de kek yapsan yeter..."
"Tamam sevgilim. Sen gelene kadar hazır olur... Dikkatli gel," telefonu kapadıktan sonra çay koyup Yusuf'un sevdiği keki yaptım. Fırına verdiğim esnada da kapı çaldı. Patrişka önde ben arkasında kapıyı açmaya gittik. Kapı dürbününden bakıp kapıyı açtım.
"Hoş geldin sevgilim," diyerek açtım kapıyı.
"Çok hoş buldum güzelliğim," ayakkabılarını çıkarıp montunu astıktan sonra kollarını açtı. Göğsüne sıkıca sarıldığımda Patrişka ayaklarımızın arasında dolanıp durdu. Yusuf eğilip onu kucağına alıp sevince canım kedimde ona sırnaştı.
"İki günde göz koydun ya kız benim kocama!" dediğimde içli içli miyavlayıp başını Yusuf'un yanağına yasladı. Yusuf'ta bu ilgiden fazla memnun görünüyordu. Patrişka'yı öptükten sonra bana uzattı.
"Ben bir duş alayım güzelliğim," dedi. Durgun ve yorgun görünüyordu.
"Yıkayayım mı seni?" dudakları kıvrıldı. Yanağımı okşayıp öptü.
"Eğer beni yıkarsan çaya ve keke yazık olur, hakkımı başka bir zamana saklıyorum," dediğinde kıkırdadım. O yukarı çıkarken ben de keke bakmak için mutfağa geçtim. Fırından çıkarıp soğuması için bir köşeye bıraktım.
"Patrişka, annem zaten küçücük bir şeysin sessiz sessiz ayağımın altında dolanma bari ezeceğim diye aklım gidiyor," miyavlayıp ayağımın üstüne çıkıp tünedi oraya.
"Kız ben kime diyorum?" yeniden miyavlayıp yüzünü bacağıma sürttü.
Patrişka'ya dikkat ederek çay doldurup keki dilimledim. Yanına karışık çerezlerden de koyup hepsini bir tepsiye yerleştirdikten sonra küçük adımlarla salona geçtim. Koltuğa oturduğum Yusuf'ta geldi. Ayağıma yapışmış kediyi görünce kıkırdadı. Yanıma geldiğinde Patrişka'yı kucağına alıp yanıma yayılarak oturdu.
"Günün nasıldı?" dedi her zamanki gibi.
"Standart... Haaa ama bugün ilk ciddi vakamla tanıştım diyebilirim," dedim.
"Bak sen, nasıl bir vakaymış bu?" dediğinde sırıttım.
"Savcım hasta gizliliğine ne oldu?"
"Dün konuşup bir kerelik rafa kaldırdık ya," sırıtışım tüm yüzüme yayıldı. Tepsideki kek tabağını kucağıma alıp Yusuf'a yedirmeye başladım. Benim ona bebek gibi davranmama arada ayar olsa da onunla böyle ilgilenmemi çok seviyordu.
"Sen de bana anlatacak mısın bugünü?" dedim.
"Ucundan çıtlatırım," dediğinde ona uzattığım keki kendi ağzıma attım.
"Anlatıyorum hazır mısın?" dedim fısıltıyla. Sanki devlet sırrı verecektim adama.
"Anlat hazırım güzelliğim," dedi.
"Bak şimdi," diye başlayarak iki hafta öncesinden bugüne kadar olan kısmı anlattım.
"Hiç mi bir şey demedi?" diye sordu.
"Demedi... Sükût çökmüştü üzerine. Büyük bir travma yaşamış, ne bileyim gözlerine acı bir pişmanlık sinmiş gibi hissettim," elimi tutup ağzına götürdü. Tuttuğum keki ısırıp elimi geri bıraktığında göğsüne vurdum diğer elimle.
"Yusuf beni tınlama seviyene hayran kaldım sevgilim," dediğimde güldü.
"Yavrum ben de ruh hastası ne bileyim seri katil falan sandım sen öyle heyecanla söyleyince," dedi.
"Eeee senin günün nasıl geçti?" yüzündeki sırıtış durgunlaştı. Elimde kalan keki tabağa geri bırakıp tabağın altına koyduğum peçeteyle elimi silip Yusuf'a yanaştım.
"Gel," deyip göğsüme çektim onu. Kötü ve onu zorlayan bir olayla ilgilendiği apaçık ortadaydı.
"Çok mu kötü?" dediğimde göğsüme iyice sokuldu. Patrişka da onun kucağında sıkılmış olacak ki Yusuf'un göğsüne yerleşti.
"Kötü... İl çıkışındaki ormanlık alanda kimliği belirsiz ceset bulundu. Sonra alan keşfi yapılırken başka cesetlerde bulundu. Ceset dediğime de bakma. Kalıntılar...Bugün bulunan henüz iki üç günlük," deyip derin nefesler alıp verdi.
"Her seferinde daha kötüsüyle karşılaşmam diyorum ancak her seferinde daha beteriyle karşılaşıyorum," dedi. Saçlarının üzerini öpüp omzunu okşadım.
"Çünkü dünya iyiye gitmek yerine kötüye gidiyor ne yazık ki," dediğimde başını kaldırıp yüzüme baktı.
"Öyle. Ama keşke o kötülükler masumlara, çocuklara hiç bulaşmasa... Bazen düşünüp kendi başımın etini yiyorum. Kerem, Yusuf Ali, Barlas, minik, bizim diğerlerinin daha doğmamış çocukları... Geleceklerini ne zaman düşünsem aklıma hep ilgilendiğim davalar geliyor... Kötülüğün nereden, ne zaman geleceğini insan asla bilemiyor Aden. Asla anlamıyor insan..." haklıydı, çok haklıydı...
Saçlarını sevmeye, öpmeye devam ettim. Söylediklerinde o kadar haklıydı ki diyebileceğim, karşı çıkacağım hiçbir kelimem yoktu. Mesleğinden dolayı gördükleri ister istemez şüpheci, tedbirli bir adam yapmıştı Yusuf'u. Onu gece uykusundan eden, tüm gününü emniyette geçirmesine sebep olan olayı çok merak etsem de sormadım. Koltukta geceye kadar pinekleyip kucak kucağa vakit geçirdik. Uyuklamaya başladığımda Yusuf beni kucaklayıp odaya taşıdı.
"Aşkım üstüm," diye mırıldandığımda geceliğimi giydirdi. Tamamen uykuya dalacağım zaman yatağa girip beni göğsüne çektikten sonra sonunda zihnim tamamen kapandı.
Sabah alarmla uyandığımda sağıma soluma dönüp gerindim. Yusuf yanımda yoktu. Kalkıp yatağı topladıktan sonra banyoda işlerimi halledip giyinme odama geçtim. Krem rengi ipek gömleğimi giyinip üzerinde kahverengi blazer takımımın ceketini giyindim. Kahverengi kumaş pantolonumun altında krem rengi sivri uçlu topuklu botlarımı giyindim. Kahverengi trençkotumla krem rengi deri omuz çantamı kombinime ayarlayıp son kez boy aynasına baktım. Görüntümden memnun olunca gülümsedim. İşe başladığımdan beri giyimime kuşamıma hiç göstermediğim kadar özen gösteriyordum. Saçımı ve makyajımı yapmak için odama geçtim. Dyson kutumu çıkarıp saçlarımı şekillendirdikten sonra sade bir makyaj yapıp parfüm banyomu yaptıktan sonra sonunda aşağı inmek için hazırdım.
Aşağı indiğimde mutfağın ışığının yandığını gördüm. Yusuf ya hiç uyumamış ya da çok erken kalkmıştı. Mutfağa girdiğimde masada oturmuş dosya incelerken buldum onu. O kadar dalmıştı ki topuklularımın çıkardığı sese bile dönüp bakmamıştı. Yanına gidip ensesini öptüm. İrkilip başına bana çevirdi.
"Sevgilim günaydın," dediğimde başını geriye atıp karnıma yasladı.
"Günüm şimdi aydı bebeğim," dedi ama güneş henüz doğmamıştı bile.
"Uyumadın mı?"
"Erken uyandım," dedi. Yanaklarını okşayıp yüzüne eğildim. Dudaklarımı dişlerini arasında kıstırıp öptü. Rujumu dağıtmasın diye başımı geri çekmeye çalışsam da pek oralı olmayıp uzun uzun öptü.
"Kahve taze," dedi ayrıldığımızda. Gülümseyerek başımı sallayıp dudaklarına bulaşan ruju parmak uçlarımla sildim.
"Kahvaltı ettin mi?" diye sordum.
"Canım istemedi," dediğinde dudaklarımı büktüm.
"Pek vaktimiz yok ama tost ya da sandviç hazırlayabilirim," sandalyeden kalkıp beni kolları arasına aldı.
"Tost olur. Ben de hazırlanayım o zaman," dediğinde başımı sallayıp dudaklarına minik bir öpücük kondurup kolları arasından istemesem de sıyrıldım. O masaya dağıttığı kağıtları toplarken ben de onu izledim. Gözlerim sık sık kağıtlarda yazanlara kaysa da okumamak için direndim. Gördüğüm iki üç bilgi beni yeterince üzmüştü.
Yusuf odaya çıkınca ben de tost yapmaya başladım. Yusuf'a sevdiği gibi bol malzemeli kendime de salçalı yapıp tost makinesine bıraktım. Kendime kahve doldurup tostun yanına domates ve salatalık doğradım.
Yusuf aşağı indiğinde ona da kahve doldurup tostları çıkardım. Kerem'in kaçta geleceği hakkında konuşarak kahvaltımızı yaptıktan sonra son hazırlıklarımızı yapıp evden çıktık. Kendi arabalarımıza geçmeden önce öpüşüp koklaştıktan sonra ayrıldık.
Hastane haftanın son gününde fazla yoğundu. Doktorlardan bir tanesi de olmayınca onun hastalarını da bana yönlendirmişlerdi. Neyse ki çoğu geçen seferki gibi ehliyet içindi. Akşama kadar durmaksızın ilgilendiğim hastaların içinde genç bire kızla yaptığım bir görüşme beni fazlasıyla üzmüştü ancak kızla seans boyunca üzüntümü belli etmeden sürdürdüm. Gencecik çocuklar sınav stresi, aile baskıları yüzünden bu yaşta antidepresanlarla tanışıyorlardı. Ona ilaç yazmayıp sınava kadar benimle görüşmesini istedim. Önce endişelense de ailesiyle konuşacağımı ve merak etmemesi gerektiğini söyleyince rahatladığını gördüm. Ailesiyle de iki dakika kadar konuşup hızlıca durumu anlatıp onları bazı! durumlarda nasıl davranmaları gerektiğini açıkça söyledim.
Hastane çıkışı pazara uğrayıp bir şeyler aldıktan sonra markete de uğradım. İşlerimi halledip eve geldim. Patrişka'nın sütünü ve suyunu doldurup odama çıktım. Hızlıca duş alıp çıktım. Hemen üstüme siyah, uzun kollu, boğazlı penye elbisemi giyinip aşağı indim. Kerem'in gelişi hemen hemen gece on biri bulacağından hafif yemekler hazırlamayı tercih ettim. Tatlı zaten hazırdı. Bir de sevdiği kıymalı patatesli börek yaparsam tamamdı.
Hamuru açıp dinlenmesi için üstünü örttükten sonra Yusuf'u aradım. Açmayınca gelip gelmeyeceğini sorduğum bir mesaj attım. Ona göre yemek hazırlayacaktım. Hamur dinlenene kadar iç harcını hazırladım. Böreği yaparken Yusuf aradı. İki akşamdır yalnız yemek yediğim için özür dileyip Kerem'i alıp öyle geleceğini söyledi. O öyle deyince sadece tarhana çorbası yaptım. Çorba ve börekle bu geceyi geçirebilirdik. Asıl yemekleri yarına saklamak daha mantıklıydı. Böreği fırına verdikten sonra çorbayı da yapıp kendime kahve yapıp Patrişka'yla birlikte televizyonun karşısında keyif yaptık. Saatler ilerlerken bir şeyler atıştırıp Kerem için nevresim, pike, yastık hazırladım.
Yusuf arayıp Kerem'i aldığını haber verdiğinde çay koyup çorbanın altını yaktım. Böreği ısıtıp oturacakken Kerem'in akşam kahvaltısını çok sevdiğini hatırlayınca oturduğum gibi geri kalkıp kahvaltı hazırlamaya başladım. Yarın zaten büyük ihtimalle sabahtan akşama kadar dışarıda olacağımızdan bu akşam kahvaltı edebilirdik. Her şeyi hazır edip menemenin yumurtasını kırıp karıştırdığım an kapının açıldığını işittim. Ocağın altını kısıp ellerimi yıkayıp sildikten sonra koşar adım girişe gittim. Kerem'i gördüğüm gibi kollarımın arasına aldım. Daha doğrusu e beni kolları arasına aldı. Birbirimize sıkıca sarıldık.
"Fındık kurdum hoş geldin," dedim. Parmak uçlarımda yükselip yanaklarını öptüm. Eşek kocaman olmuştu. Nerede kucağımdan inmeyen fındık kurdu nerede boyuna yetişemediğim fındık kurdu...
"Hoş buldum abla," dedi. Benim öptüğüm gibi yanaklarımı öpüp kolunun altına aldı beni.
"Yusuf nasıl büyümüş görüyorsun değil mi?" dediğimde Yusuf'un Kerem'de dolanan gözleri şefkatle büyüdü.
"Koca delikanlı olmuş ablası. Boklu bezini temizlediğim anlar dün gibi," dediğinde kıkırdadım.
"E sonuçta bu evrelere büyümek deniliyor enişte! Büyüdük bizde. Bana bebekliğimden dem vuracağına saçındaki beyazlarını boyat istersen çoğalmış. Evlilik yaramadı mı ne oldu?" gülmemek için genzimi temizledim. Kerem'in laf sokma becerisi yaş aldıkça gelişiyordu.
"Ulan abisi kılıklı!" dedi Yusuf. Kerem'e çatık kaşlarıyla bakıp ensesinden tuttuğu gibi banyo kapısına doğru dikkat ederek fırlattı.
"Git aklan paklan mutfağa gel. Ölüyorum açlıktan," dediğinde Kerem gülerek bana bakıp göz kırptı.
"Bana bak fındık kurdu laf etme benim kocama bozuşuruz," dediğimde güldü.
"Sen nasıl istersen patron," deyip banyoya girdi Kerem.
"Ay menemen!" koşarak mutfağa girip altını kapadım.
Masadaki tüm eksikleri yerleştirdiğim an mutfağa önce Kerem peşinden Yusuf geldi. Kerem'i bir kez daha sarılıp sarı saçlarını okşadım. Eşek çocuğum kocaman olmuştu. Basketbol oynadığından da bedeni bayağı genişlemiş, güçlenmişti.
"Akşam kahvaltısı demek," dediğinde yanaklarını mıncırdım.
"En sevdiğin şey ablam," dedim.
Masaya yerleştiklerinde çayları doldurup yerime geçtim. Kerem'in tabağını doldururken Yusuf'ta tabağını uzattı. Kerem kıs kıs gülerken dudaklarımı birbirine bastırıp tabağını aldım. Kerem'e tabağını verdikten sonra Yusuf'unda tabağını hazırlayıp uzattım.
"Sağ ol karım. Ellerine sağlık," deyince "afiyet olsun," dedim. Gırgır şamatayla kahvaltımızı ederken Patrişka'nın mutfak kapsının önünde miyavlamasını işittim.
"Kedi mi miyavladı?" dedi Kerem anlam veremeyerek. Yerimden kalkıp mutfağın kapısına ilerledim. Patrişka kapıyı açtığım an bacaklarıma patilerini vurup başını sürttü. Onu kucağıma alıp masaya döndüğümde Kerem kucağımdaki bebeğimi görür görmez parlayan gözlerle ayaklanıp yanıma geldi.
"Abla bu nereden çıktı? Allah'ım çok tatlı bu!" kucağına almak isteyince ona verip masaya ilerledim. Kerem de kucağında canım kedimle peşimden yürüyüp yerine tekrar oturdu.
"Yusuf'un hediyesi," dediğimde Kerem gülerek Yusuf'a baktı.
"Ben de iki aydır havalı havalı ablam en çok benim hediyemi beğenecek kimse benimkimden daha iyisini yapmaz, alamaz, bulamaz havasındaydım," dediğinde onunda hediyesini merak ettim.
"Sahi nerede benim hediyem fındık kurdum?" Kerem cevap veremeden Yusuf araya girdi.
"Arabada kaldı sevgilim. İner alırım birazdan," dedi Yusuf.
Kerem salona geçtiğimizde bile kediyi kucağından indirmedi. Patrişka da onu çok sevmiş olacak ki elim kadar boyuyla Kerem'le oyun oynuyordu. Onlar aşk yaşarken Kerem'e banyo yapmak ister mi diye sordum.
"Yapsam iyi olur," dedi. Birlikte banyoya geçtiğimizde ona havlu, şampuan ve temiz diş fırçalarının nerede olduğunu söyleyip yanından ayrıldım. Yanında getirdiği çantasından temiz kıyafetleri alıp banyo kapısının yanındaki dikdörtgen puf koltuğun üstüne bırakıp Kerem'e haber verdim.
"Aden, hediyeyi alıp geliyorum yavrum," dedi Yusuf.
"Tamam aşkım ben de bize bir kahve yapayım," deyip mutfağa geçtim. Cezveyi ocağa bırakıp dolaptan tatlıyı ve sütü çıkardım. Bir bardak sütü büyük cezveye koyup onu da ocağa bıraktım. Kahve olduğunda fincanlara koyup masaya bıraktım. Tatlıyı da dilimleyip bizim için bir tabak Kerem için bir tabak yaptım. Yusuf eve geldiğinde elinde büyük bir paket vardı.
Paketi girişe bırakıp yanıma geldi. Masadaki tepsiyi alıp içeri geçti. Isınan sütü kupa bardağa koyup içine bal kattım. Kerem çıkana kadar ılınırdı. Kupanın üzerini kapatıp onu da tatlıyla birlikte ayrı bir tepsiye koyup içeri götürdüm. Biz kahvemizi içip tatlımızı yerken Kerem banyodan çıktı.
"Abla kurutma makinesi var mı?" diye bağırdı Kerem.
"Lavabo tezgahının altındaki dolapta ablacım. Kıyafetlerini de makineye at," dedim ben de bağırarak. Beş dakika kadar sonra Kerem elinde hediyesiyle birlikte yanımıza geldi. Yanakları büyük ihtimalle sıcak buhardan dolayı kıpkırmızı kesilmişti.
"Bir iki gün gecikti ama bence değdi. Umarım beğenirsin ablacığım," uzattığı hediyesini alıp teşekkür ettikten sonra elma yanaklarından öptüm. Paketi açıp kağıtları dertop edip bir kenara bıraktıktan sonra hediyeme baktım ve ağzım iki karış açık kaldı.
"Oha!" dediğimde Yusuf'tan da aynı tepki geldi. Kerem legolardan portremi yapmıştı ve çok, çok güzel görünüyordu.
"Kerem buna bayıldım," dedim coşkuyla. Hiç böylesini beklemiyordum. Güzelliği bir yana manevi değeri, Kerem'in emeği daha kıymetliydi.
"Teşekkür ederim bebeğim bu benim için çok değerli," Kerem'e sıkıca sarılıp peş peşe teşekkür ettim.
"Güneş ablama da aynısını yaptım. Onun yurt dışı kargo olayı olduğundan önce yaptım tabii," dedi.
"Eminim Güneş'te bayılmıştır," başını salladı.
"Sürekli arayıp çok beğendiğini söyledi. Hatta Daron abi de istedi. Sömestr tatilinde onunda portresini yapacağım," dedi. Hediyemi dikkatle tutup salondaki yemek masasına götürüp şimdilik bıraktım. Bu güzelliğin yeri kesinlikle mini kütüphanemizdi. Koltuğa geri döndüğümde hâlâ ayakta dikilen Kerem'i yanıma çekip Yusuf'un yanına oturdum. Kerem'e tatlısını uzatıp yanağını öptüm.
"Tiramisu yaptım sana," dedim.
"Ne zamandır canım çekiyordu. Ellerine sağlık abla," dedikten sonra Yusuf'a yan gözlerle bakıp bana konuştu.
"Maviş ablam tamamen bana çalışmış gibisin. Börekten, akşam kahvaltısından sonra bu tatlı süper oldu," dediğinde kıkırdayıp yanaklarını sıkıştırmak için ellerimi kaldırdım ki kafasını geri çekti.
"Afiyet bal şeker olsun bebeğim. Bu akşamlık böyle idare edelim dedim," dedim. Yarına karnıyarık ya da patlıcan kebabı mı yapsam diye düşündüm. Kerem ikisini de çok seviyordu ancak kocamı da düşünmeliydim. Gecede baklava yapacaktım. Fazladan yapıp Kerem'le birlikte gönderecektim.
"Eee yarın ne yapalım?" dedi Yusuf. O sıra telefonu çaldı. Ekrandaki Tuna komiser yazısını görünce sessizce nefeslendi. Son iki gündür telefonu hiç susmuyordu. Aramayı reddedip mesaj kısmına girince başımı Kerem'e çevirdim.
"Kerem ne isterse o kocacığım," deyip Kerem'e göz kırptım.
"Bana fark etmez," dedi Kerem.
"O zaman sabah kahvaltıya gider geçen geldiğimizde gezemediğin yerlere gideriz, akşama da ziyafet hazırlarım sana fındık kurdum," dediğimde güldü.
"Abla, Yusuf abi bunca yıl ne beni ne abimleri kıskanmadı ama bu sefer fena kıskanacak bu ilgiyi ben sana diyeyim..."
Gülerek Yusuf'a baktım. Hiç oralı değildi. Tatlısını yiyip kahvesini içiyordu. Bana bakıp göz kırptıktan sonra elini birden başımın arkasından uzatıp Kerem'in ensesine geçirdi. Gülsem mi kızsam mı karar veremedim.
"Ulan fındık kurdu dedik, yavru aslan dedik azılı düşmanım olma yolunda velet," dediğinde kıkırdadım. Kerem ensesini ovalayıp küskün bakışlarla Yusuf'a baktı.
"Sen de yer arıyormuşsun Yusuf abi. Elinde ağırmış bayağı," sesi de en az bakışları kadar küskündü.
"Acıdı mı lan?" dedi Yusuf şüpheyle.
"Öpersen geçer," Kerem'in cevabıyla ağzımı kapatıp güldüm. Yusuf yerinden kalkıp Kerem'in yanına oturdu. Onlar boğuşmaya başlayınca Patrişka miyavlamaya başladı. Koşarak yanımıza gelip Yusuf'un bacaklarına patilerini vurdu. Yavrucuğum aralarında ezilmesin diye kucağıma alıp göbüşünü sevdim.
Yusuf ve Kerem'in şamatası devam ederken tepsileri mutfağa taşıyıp makineye yerleştirdim. Baklava için gerekli şeyleri çıkardıktan sonra saate baktım. Gece ikiye geliyordu. Mutfağın yanındaki odaya girip Kerem için çıkardığım yastık ve diğer şeyleri kucaklayıp salona geçtim. Ben nereye gidersem Patrişka'da peşimden koşturuyordu.
"Fındık kurdum uyku vakti," uyumak için geç bile kalmıştı.
"Tam vaktinde geldin çillim. Kerem efendi esnemeye başladı bile," dedi Yusuf. Elimdekileri koltuğun kenarına bırakıp Kerem'e döndüm.
"Ne tarafta rahat edersin bebeğim?" dediğimde Kerem geniş L koltuğa baktı.
"Sol taraf olur abla," deyince yatağını serdim. Fazladan çıkardığım pike battaniyeyi de ayak ucuna bıraktım. Kerem serdiğim yere çoktan yatmıştı bile.
"Ev sıcak ama olurda üşürsen gece bunu da örtersin bebeğim. Gece uyuyamazsan televizyon izleyebilirsin, üst katı zaten biliyorsun. Laptopum orada kullanabilirsin. Sabah erken kalkarsan da beni uyandırmaktan ya da bir şeyler yemekten çekinme tamam mı?" Kerem bir bana bir Yusuf'a baktı.
"Tamam abla. Merak etme," dedi ama gülmek ister gibi bir hali vardı.
"Ne?" dediğimde Yusuf beni kolunun altına çekti.
"Güzelliğim Kerem kırk kat yabancı değil neden çekinsin?" dediğinde omuz silktim.
"Ne bileyim diyeyim ben yine dedim. Hem kırk kat yabancıdan bana ne kardeşimin memnuniyeti daha önemli," dediğimde güldüler.
"Merak etme abla. Aşırı memnunum," dedi Kerem.
"O zaman iyi geceler bebeğim," dedim. Salondan tam çıkacakken durup tekrar Kerem'e döndüm.
"Kapını şimdilik kapatacağım ablacım. Mutfaktan ses gelmesin diye, ayrıca açmak istersen lambaderin kumandası hemen sehpanın üzerindeki beyaz olan. Ve son olarak ilk geceden sormayayım dedim ama yarın kaçışın yok," dediğimde oflayıp başını salladı.
"Abla Patrişka ile uyuyabilir miyim?" diye sorunca ayakucumda duran Patrişka'ya baktım.
"Çağır bakalım," dediğimde Kerem doğrulup Patrişka'ya seslenip yanına çağırdı. Benim güzel kızımda o tatlı kıçını sallaya sallaya Kerem'e gitti. Minik boyuyla tırmanmaya çalıştı ama beceremeyince miyavladı. Kerem onu kucaklayıp göğsüne yerleştirdi.
"İyi geceler," dileyip lambayı kapattıktan sonra salondan çıkıp kapısını örttüm. Yusuf merdivenlerin başındaydı. Yanına gidip beline sarıldım. Yüzümde parmaklarını gezdirip burnumun ucunu öptü.
"Sana hamur açmanda yardım etmek isterdim ama biraz çalışacağım," deyince gülerek başımı sallayıp çenesini öptüm.
"Tamam sevgilim ben de işimi halledip geliyorum hemen," dudaklarımdan minik bir buse çalıp yukarı çıktı ben de baklava yapmak için mutfağa geçtim. İki saat sonra kadar yorgunlukla yukarı çıktığımda Yusuf'u çalışma masasında buldum. Gözlerini ovalayıp bana baktı.
"Bitti mi işin?" dediğinde başımı sallayarak yanına gidip dönen sandalyesini çevirip kucağına oturdum. Gözleri kıpkırmızıydı.
"Kaç gündür uyumadın. Keşke hemen yatsaydın," yanağımı sevip burnumu öptü.
"Şahsı henüz tespit edemedik ve haliyle yakalayamadık ondan dolayı içim rahat değil!" dedi. Yanağını öpüp başımı omzuna yasladım. Beni saran kolunu okşadım. Gözüm masanın üzerindeki açık dosyalara kayınca beş tane birbirine benzeyen kadının fotoğraflarını gördüm. Hepsi beyaz tenli, mavi gözlü, koyu kumral saçlıydı. Bazılarının çilleri çok fazla belli olurken bazılarının azdı. Bu fotoğraftaki kadınları Bartın'ın çıkışında, Bartın-Zonguldak otoyolunun kenarındaki bir ormanlık alanda belirli aralıklara gömülü halde bulmuşlardı. Yusuf asla bahsetmiyordu ancak bir seri katilin ortalıkta dolandığı ayan beyan ortadaydı. Fazla gergin ve stresliydi. İlk defa seri cinayetlerle karşılaştığından sanırım öfkeli ve şaşkındı. Ve sanırım bir tık korkuyordu çünkü o ruh hastası katil bu şehirde bir yerlerde olabilirdi.
"Birbirilerine benziyorlar," dediğimde Yusuf alnımda dolandırdığı dudaklarını geri çekip ona bakmam için çenemi tuttu.
"Fotoğraftaki kadınlar," dediğimde fotoğraflara baktı. Başını ağır ağır sallayıp iç geçirdi.
"Olaydaki tek iyi yan kimliklerini hemen tespit edebilmemiz oldu. Hepsinin de kayıp ihbarı varmış..." derince nefeslenip dosyayı kapattı.
"Peki bağlantılı mı cinayetler?" başını salladı.
"Tipik saplantılı, psikopat ve takık bir sosyopat sevgilim. Umarım hemen yakalarız," dedi. Saçlarının arasına parmaklarımı geçirip burnunu öptüm. Dudakları kıvrılınca bir daha öptüm, tekrar öptüm.
"Eminim ki bulacaksın ama düşünüp akıl yormak için dinç olman lazım. O yüzden kalk bakalım uyuyalım..." yatağa girdiğimizde göğsüne sokulup kolları arasında huzurla gözlerimi yumdum.
Cumartesi sabahı 09:00 gibi uyandım. Yusuf hâlâ uyuyordu. Sessizce kalkıp hazırlandıktan sonra aşağı indim. Salona girdiğimde Kerem uyuyordu. Patrişka da hemen ayak ucuna bıraktığım pikenin üzerinde uyuyordu. Sessiz adımlarla mutfağa geçip kapısını kapattı. Kerem birazdan uyanırdı, Yusuf'u ise uyandırmak istemediğimden rezervasyon yaptığımız mekânı arayıp bir saat geç geleceğimizi bildirdim. Akşam için karnıyarık yapmaya karar verdiğimden patlıcanları sorup acısı çıksın diye suya koyup iç harcını hızlıca hazırladım. Yarım saat kadar bir süre sonra karnıyarığı hazır edip akşam pişirmek üzere fırına koydum. Pilavı ve cacığı akşam geri döndüğümüzde yaparım diye düşünürken mutfağın kapısı açıldı.
"Fındık kurdum günaydın," yanına gidip yanaklarını öptüm.
"Günaydın abla," gözlerini ovalayıp esnedi. Onu banyoya yollarken içeri geçip Patrişka'nın mama ve su kabını alıp mutfağa geri döndüm. Mamasını temiz bir kaba boşaltıp kullandıklarını temizledim. Suyunu ve mamasını tekrar doldurup içeri götürdüm. Benim güzel kızım çoktan uyanmıştı zaten. Önce suyunu içti sonra mamasını yemeğe koyuldu. Ona hiç elleşmeden salondaki hava temizleme fanını açtım.
Patrişka ve Kerem'le biraz sabah keyfi yaptıktan sonra Yusuf'u uyandırmak için yukarı çıktım. Canım kocam yastığıma sarılmış uyuyordu. Yusuf'u uyandırmadan önce üzerimdeki eşofmanlarımı çıkartıp üzerime mavi kotumla kırmızı kazağımı geçirdim. Yünlü deri ceketimle beyaz peluş şalımı da giyinmek için yatağa bıraktıktan sonra Yusuf'un yanına oturdum. Eğilip yanağını öpeceğim sırada yorganın bir köşesinde bildirim ışığı yanan telefonu dikkatimi çekti. Sessizce uzanıp ekranı aydınlattım. Reber'den ve Tuna komiser diye kayıtlı bir numaradan mesajlar vardı. Ekranı tekrar kapayıp telefonu komodinin üzerine bıraktım.
"Aşkım uyan haydi," dediğimde mırıldanıp yastığa daha da sarıldı.
"Yusuf uyan bir tanem," gözlerini kırpıştırıp araladı. Başını bana çevirince çenesini öptüm.
"Günaydın sevgilim," kollarını iki yana açıp esnedi.
"Günaydın güzelliğim. Saat kaç?"
"On buçuk, haydi kalk çok acıktık hazırlan da gidelim," yüzünü sıvazlayıp doğruldu.
"Gecikmişiz," dediğinde çenesini tekrar öptüm.
"Biraz daha uyu diye rezervasyonu erteledim bir saat kadar sevgilim sorun yok..."
Kahvaltı ettiğimiz sırada Kerem'e neler olduğunu sordum. İlk başta anlatmaya çekinse de Yusuf'la birlikte üstüne gidince bülbül gibi şakıdı. Sorun Lara'nın annesiydi. Tabii o anneye ek olarak abisi ve dedesi de sorun yaratan unsurlardı.
"Geçen hafta sonu Filiz abla bizi yemeğe çağırdı. İşte Doruk abiler falan. Meğer Lara'nın dedesi de onlara gelmiş. Apartmanda karşılaşınca kıyamet koptu. Lara'nın dedesiyle annesi Doruk abilere çok kötü laflar ettiler..." omuzlarını düşürüp bana baktı.
"O olaydan sonra da sırf biz Doruk abilerle görüşüyoruz diye hem Filiz ablayla komşuluğunu kesmiş annesi hem de bizim arkadaşlığımızın asla devam etmeyeceğini bana kocaman bir mesajla iletti. Lara ile bir haftadır değil konuşmak aynı sınıfın içinde yan yana bile gelemiyoruz," dediğinde ağzım iki metre açıktı sanırım. Doruk'la geçenlerde konuştuğumuz sesi gayet iyi geliyordu oysa ki.
"Lara annesinden çok korkuyor birde üstüne üstlük abisi sürekli kızı darlıyor," yavrucuğum çok üzülmüştü. Masanın üzerinden uzanıp yanağını sevdim.
"Ben anlamıyorum abla sırf hayat tarzı kendilerine uymadığı için kendi kardeşinden, oğlundan nasıl nefret edebiliyorlar? Üstelik bu nefretlerine herkesi de dahil etmeye çalışıyorlar..."
"İşte büyümenin en kötü yanlarından biri. İnsanları tanımak yavru aslanım," dedi Yusuf. Kerem iç çekip oflayınca dayanamadım o haline.
"Ben hallederim bebeğim sen merak etme," dediğimde gözleri parladı.
"Aden!" gözlerimi kırpıştırarak Yusuf'a dönüp gülümsedim.
"Mesleki deformasyon sevgilim, hem özledim onları da bir hâl hatır sorayım," dediğimde "sen iflah olmazsın," diye dert yandı.
"Ben de seni seviyorum kocacığım..."
Kahvaltıdan sonra Kerem'in görmek istediği yerlere gittik. Tarihi yerleri, çarşıları dolanıp kumsala indik. Yusuf ve Kerem'den biraz uzaklaşıp Lara'yı aradım. Onunla bir iki dakika konuştuktan sonra annesiyle konuşmak istediğimi söyledim. Annesiyle yaklaşık yirmi dakika kadar ağzını açtırmadan konuştuktan sonra telefonu kapayıp benimkilerin yanına gittim.
"Hasta olacaksınız!" ayakkabılarını çıkarmış, eşofmanlarını dizlerine kadar çekmiş kıyıda denize girmişlerdi.
"Bakarsın yavrum," dedi Yusuf.
"Bakarım bakmasına da Kerem hasta olmasa çok iyi olur sevgilim," dediğimde Kerem gözlerini devirip sudan çıktı.
"Yusuf abi çok sevgili karına söyler misin ben gayet sağlıklı, büyümüş, ergenliğe girmiş bir delikanlıyım," Yusuf bana ben Yusuf'a sonra ikimizde Kerem'e bakıp kahkahayı bastık. Yusuf koşar adım Kerem'e yanaşıp kolunu omzuna atıp yüzünü göğsüne bastırdı. El ense çekme denilen olayı da yapmış olabilirdi tabii. Güle oynamaya kendimizi sonunda eve attığımızda ikisini direkt banyoya yollayıp mutfağa geçtim. Fırını açıp pilavı da hızlıca ocağa koyduktan sonra cacık yapmaya başladım. Salatalıkları rendelerken çalan telefonumla ellerimi silip masadaki telefonumu aldım.
"Efendim canım," Sıla'ydı.
"İyi akşamlar Aden abla. Bugün geleyim mi yoksa erteler miyiz?" diye sordu. Doğru ya bugün cumartesiydi. Sıla'ya Cumartesi Yusuf Pazar ben ders çalıştırıyordum. Bu durum bizim içinde kafa dağıtma haline geldiğinden bir saat diye sınırladığımız ders çalışma iki üç saati geçiyordu.
"Gel tatlım hem neden erteleyelim?" dedim.
"Misafiriniz varmış sanırım. Ondan sordum abla rahatsız etmeyeyim diye şey ettim," dedi.
"Etmezsin, hatta gel şimdi birlikte yemek yiyelim bekliyorum," dediğim sırada mutfağa Yusuf girdi. Yanıma gelip omzuma dudaklarını bastırdıktan sonra ocaktaki pilavın kapağını açıp kokusunu içine çekti.
"Tamam abla geliyorum," dedi canlanan sesiyle Sıla.
"Tamam canım," dedikten sonra kapadım telefonu.
"Sıla mı?" dediğinde salatalıklarımın başına geri dönüp başımı salladım.
"Çekinmiş Kerem var diye," dediğimde Yusuf yanıma gelip kollarını iki yanımdan tezgâha yaslayıp burnunu saçlarımın arasında gezdirdi.
"Yusuf, Kerem gelir şimdi," dediğimde tezgahtaki ellerini karnıma dolayıp bedenini bedenime yasladı.
"Su sesi geliyor hâlâ," kalçamla onu iteklemek gibi bir gaflete düşünce Yusuf ellerini göğüslerime çıkardı.
"Aşkım yemin ediyorum hiç olmaması gereken zamanlarda havaya giriyorsun," dediğimde kısık bir kahkaha attı.
"Çünkü beni en olmadık zamanlarda tahrik ediyorsun," dediğinde bu sefer gülen ben oldum.
"Burada hıyar rendelerken nasıl tahrik ettim seni açıklar mısın?" kasıklarını kalçama sıkıca bastırıp sol göğsümü avuçladı.
"Bir şey yapmana gerek yok aslında. Sana bakmam yetiyor," deyince pis pis sırıttım. Kalçamı kasıklarına sürtüp kolları arasından sıyrıldım. Ona yandan yandan göz süzüp dolaptan yoğurt ve su şişesini çıkarttım. Tekrar yanına gidip yine kasıklarına sürtünerek eski yerimi aldım.
"Şu an bu evde bir başımıza olmamız gerekirdi," dediğinde sessiz sessiz kıkırdadım.
"Gece uzun sevgilim," ensemi öpüp arkamdan çekildi. Onun çekilmesiyle hemen mutfağın karşısındaki banyo kapısının açılması da aynı anda gerçekleşti. Şu adamın ileri görüşlülüğü artık tehlikeliydi.
"Sıhhatler olsun fındık kurdumi" diye seslendim Kerem'e.
"Sağ ol ablacığım. Yemek hazır mı acıktım," dediğinde pilava göz attım.
"Hazır hazır. Siz masayı kurun ben de turşu çıkartayım," dediğimde Kerem oflayıp puflayıp Yusuf'la masayı kurmaya başladı.
"Sevgilim Sıla'ya da tabak koy," dediğimde Kerem bana çatık kaşlarla baktı.
"O kim?"
"Komşumuzun kızı yavru aslanım. Gelince tanışırsın," dedi Yusuf. Kerem peki der gibi başını sallayıp işine devam etti. Kapı çaldığında gidip açtım. Sıla elinde yine bir tabakla gelmişti. Deli kız her geldiğinde mutlaka eli dolu geliyordu.
Birlikte mutfağa girdiğimizde onu Kerem'le tanıştırıp masaya oturtturdum. İkisi de ortamda birbirine yabancı oldukları için bir tık gerilmiş gibilerdi. Hoş, Kerem zaten misafir kavramını pek seven bir insan değildi. Yemekleri doldurduğum zaman Sıla hep yardımcı oldu. Yusuf ikisiyle sohbet edip aralarında bir iletişim kurmaya çabaladı. O çabası da meyvesini verdi. İlk baştaki çekingenlikleri yemeğin sonunda yok olmuştu.
Biz Yusuf'la mutfağı toplarken onları da ödevleri için terasa yolladık. Merdivenlerden çıkacakları sırada Patrişka salondan fırlayıp Kerem'in ayağına yapışınca Sıla çığlık atıp merdivenlere çıktı. Manyak kız el kadar bebeğimden korktu resmen. Kerem gülmemeye çalışarak Patrişka'yı kucaklamış ve "bağırma lütfen. Korktu yavrucak!" deyince Yusuf'la kıkırdadık.
"Bu velet harbi sana benziyor. Yavrucak dedi kediye," dedi Yusuf.
"E olsun o kadar," dedim. Sıla koşarak yukarı çıkarken Kerem de kucağında minik yavrucağımla peşinden ilerledi.
Mutfağı temizleyip çayımızı da koyduktan sonra çocukların yanına çıktık. İkisi terastaki masaya karşılıklı oturmuş ders çalışırken Patrişka kendi kendine koşturup duruyordu. Yusuf çalışma masasına geçip mesaisine başlayınca iç çekip terasa, çocukların yanına geçtim.
"Evet neler yaptınız bakalım?" dediğimde ikisi de bana baktı.
"Ben test çözüyorum abla," dedi Kerem. Ödevlerini her zaman günü gününe yaptığından asla yetiştirme sorunu yaşamazdı.
"Benim ödevim yok Aden abla. Pazartesi sınavlarım başlıyor. Bugün Türkçe ve Felsefe çalıştım. Onlarda sorun yok ama bu canını sevdiğin matematik bir salmıyor beni," dedi sitemle. Yanına gidip oturdum. Önünde bir sürü kâğıt ve matematik defteri açıktı ama kalem oynatmadığı belliydi.
"Hangi konuda zorlandın?" dediğimde hepsi diyeceğinden emindim.
"Trigonometriyi az buz anladım ama bu fonksiyonlar beni mi sevmedi ne asla yüzüme bakmıyorlar şerefsizim," dediğinde gülecek gibi oldum. Sağ olsun fındık kurdum benim yerime güldü. Sıla ona ters bir bakış atıp bana tekrar döndü.
"Fonksiyonları bir köşeye bırakalım şimdilik. Trigonometrinin bir üstünden geçelim," dediğimde dudağının sol köşesini dişledi.
"Formülleri say bakalım," dediğimde saçını kaşıyıp kulak memesiyle oynadı.
"Sıla," dediğimde iç çekip defterine bir göz attı.
"Silüs vardı, sonra tancat mı ne vardı... Eee bir de conusül ya da cantacat mı ne öyle bir şeylerdi," ona ciddi olup olmadığını sorarcasına bakınca başını eğdi.
"Sinüs, tanjant, kotanjant ve kosinüs onların isimleri. Hatta jantlar gent olarak okunabilir," Sıla başını Kerem'e çevirdi. Kerem konuşmaya devam ederek tüm formülü işlemleriyle birlikte hızlıca anlattı.
"Maşallah çok zekiymişsin," dediğinde Kerem sırıtarak başını salladı.
"Öyleyim," deyip göz kırpınca dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Hayret bu zekayla nasıl erkenden bitirmedin sen okulunu?" Sıla'nın çıkışıyla Kerem'e baktım.
"Anı yaşama taraftarayım," diye karşılık verdi Kerem.
"Tüh yazık oldu bana üniversite sınavında senin gibi bir rakip.... Neyse," Sıla bana dönüp dudaklarını aralamıştı ki Kerem tekrar konuştu.
"Ben lise bir öğrencisiyim," Sıla'nın kara gözleri iri iri açıldı. Yani Kerem'i hem görünüşünden ötürü hem de lise üç konularını bildiğinden dolayı kendisiyle yaşıt sanması normaldi.
"Nasıl ya?" dediğinde araya girdim.
"Kerem'in lisesinde hazırlık yılı var tatlım. Beş yıl okuyorlar," dediğimde Kerem'e baktı.
"Biz damızlığız her halde ilk seneden dayadılar her dersi," dedi.
"Çok çirkin bir tabir," dedi Kerem.
"Ama doğru. Hem senin lisen neresi beş yıl lise mi olur arkadaş?" dedi Sıla.
"Galatasaray," dedi Kerem gururla.
"İşte bak Aden abla hayaller Galatasaray hayatlar ATMAL," deyince aralarındaki imkân farklılıklarına üzülmeden edemedim. Gerçi burada ikisinin durumu imkân meselesinden çok disiplin, planlı yaşama ayrımıydı. Ve bir sorunda elbette Sıla'nın ailesiydi. Sanırım Sıla'da ailesinin onu kazansa dahi sırf uzak olduğu için başka okullara göndermeyeceklerini bildiğinden derslerine asılmadığını itiraf etmişti. En azından normal Anadolu lisesini kazanabilecekken zar zor mesleki liseye yettirmişti puanını. Ama neyse ki ona güzel bir üniversite kazandırabilir ve ailesini de ikna edebilirdik.
"Tamam yeter bu kadar gırgır şamata, ben aşağı inip çayı demliyorum. Sen de formüllere göz at ben gelene kadar. Ve sen de testini bitir..."
O akşam ve pazar günü Sıla'yı sadece sayısal ve fen derslerine çalıştırdık. Kerem'in anlatımının benden daha iyi olduğunu fark edince aralarından çekildim. Bir ara Yusuf'ta Tarih dersinin sınav konularını Sıla'ya bazı taktikler vererek anlatıp onu sınava bizden daha iyi hazırladı. Bu adamın her şeyi çok iyi yapması ayrı bir havaydı. Akşam Kerem'in gitme vakti geldiğinde onu otogara götürüp yolcu ettik. Yusuf otobüs hareket etmeden önce muavinle konuşup Kerem'i ona emanet etti. Eve geri dönerken Yusuf'un telefonu çaldı. Emniyetten aranıyordu. Sadece karşı tarafı dinleyip tamam dedikten sonra bana baktı. Sanırım bu gece bir başımaydım. Beni eve bıraktıktan sonra hiç durmadan merkeze doğru yol aldı.
Pazartesi güne hızlı başladım. Hastane haftanın ilk günü olmasına yaraşır bir vaziyette ana baba günüydü. Hastalarla soluk almadan ilgilenirken bir dakikalık aralarda Yusuf'la mesajlaşıyordum. Daha doğrusu ben yazıyor Yusuf müsait olursa cevap atıyordu. Öğle arasında da canım bir şey yemek istemediğinden tüm vakti odamda öldürdüm. Yusuf aradım açmadı ben de Emir'i aradım. Öğlen aramı tamamen Emir'le konuşarak geçirdim.
Mesaim bittiğinde Yusuf'tan gün için aldığım son mesaj öğleden sonra saat üçte attığı mesajdı. Geç geleceğinden emindim ama yine dayanamayıp mesaj attığımda bana dönmeyince oflaya oflaya evin yolunu tuttum.
Tüm akşamı tek başıma geçirip yatağımıza da yine tek başıma girdim. Çalışmasını, yoğunluğunu, stresini her şeyi ama her şeyi anlıyordum ancak bir dakikasını arayıp en azından bilgi vermek için bana dönüş yapmasını bekliyordum. Çünkü Yusuf bunu zaten yapan bir adamdı. Son bir umut telefonuma uzandığım sırada çalması da bir oldu. Ekrandaki HAYRANIM yazısını görünce derince soluklandım.
"Yusuf sonunda sevgilim!" dediğimde karşıdan gelen ses Yusuf'un sesi değildi.
"İyi geceler yenge, Reber ben," hayal kırıklığıyla başımı yastığa vurdum.
"İyi geceler Reber. Yusuf nerede?" dedim. O da bizimle buraya gelmişti. Yusuf ne yapıp edip onu burada da özel kalemi yapmıştı. İlk başta torpil mi geçtin diye bayağı takılmıştım ama Reber hakkıyla atanmıştı.
"Yenge burada durumlar çok karışık. Savcım önce senden mesaj ve aramalarına dönemediği için özür dilediğini söyledi. Bir de bu gece gelemeyecek haber vermemi istedi," dedi. Gözlerimi yumup nefesimi gürültüyle bıraktım.
"Tamam Reber. Teşekkür ederim haber verdiğin için, kolay gelsin size..." deyip telefonu kapadım.
Yataktan çıkıp aşağı kata indim. Dış kapının bütün kilitlerini kilitleyip mutfağa geçip kendime papatya çayı demledim. Bu olay artık ne zıkkımsa bir an önce çözülsün diye de bol bol dua etmeyi aksatmadım. Sanki Bartın da değil Teksas da yaşıyorduk. Çayımı içtikten sonra salona geçip Patrişka'yı kucakladığım gibi odama çıktım. Yusuf'la uyuyamıyorsam ben de minik kızımla uyurdum...
Dünün aksine fazlasıyla sakin geçen salı gününün sonuna vardığımda başımı arkaya atıp gürültülü nefesler alıp verdim. Sanırım dünden dolayı ve aklım sürekli Yusuf'ta olduğundan fazla yorgun hissediyordum kendimi. Başımı sağa sola yatırıp ensemi ovaladım. Tembelliğime son verip ayaklandım. Önlüğümü çıkarıp montumu giyinip atkı ve beremi üstüme geçirdim. Odamdan çıkmak için hareketlendiğimde adımın anons edildiğini duydum.
"Psikiyatrist Doktor Aden Uyguroğlu Toral acile bekleniyorsunuz!" aynı anda odamın kapısı da hızlıca vurulup açıldı.
"Hocam acilde ciddi bir vaka var sizi istediler," dedi Nuran. Masamın üzerindeki çantamı da alıp koşar adımlarla önce odadan sonra poliklinikten koşarak çıkıp hastanenin aciline gittik.
Kırmızı alanda elinde hastaneye ait olan bir makasla herkesi tehdit edip yanına yaklaştırmayan otuzlarının sonunda bir kadınla karşılaştım. Kadına en yakın duran kişiye yaklaşıp kendimi tanıtıp ne olduğunu sordum.
"İntihar vakası hocam. Kardeşi son anda engel olmuş kadında kendini kesemediğinden sinir krizi geçirmiş haliyle. Manyak kadın doğrayacak kendini," dediğinde çatık kaşlarımla bana durumu anlatan kişi inceledim. Acil hemşiresi olduğu üzerindeki formadan belli oluyordu.
"Bu nasıl üslup nasıl bir lakaytlık? Karşında bir hasta var!" diye azarladığımda yutkundu. Daha yetkili birisini görebilirim diye etrafıma bakındım ama birkaç hemşire, hasta ve güvenlik görevlisinden başka kimse yoktu. Allah aşkına bu nasıl bir hastaneydi?
Elimdeki çantamı hemen arkamdaki Nuran'a verip kadına yaklaştım. Beni fark edince bu sefer beni tehdit edip yanına yaklaşmamı istemedi. Ben konuşmaya çalıştıkça o bağırdı. Bağırınca gözü bir şey görmediğinden ona adım adım yaklaşıp onu sesimi duyurmaya çalıştım. Gözlerimiz sonunda birleştiğinde bir adım daha atıp göz temasını kesmeden onu sakinleştirmek için konuştum. Hızlı nefesleri yavaşladı. Derin derin nefes alıp vermeye başladı. Dediğimi yaptığını görünce bir adım daha yaklaşıp makası istedim. Tereddüt etti, gözleri etrafımızdaki insanlarda dolanınca hepsinin çıkmasını istedim. Hareket etmediklerini fark edince daha yüksek sesle çıkmalarını söyledim. Herkes uzaklaşınca kadına bakıp gülümsedim.
"Ver haydi," deyip elimi uzattım. Tereddütle bakan gözleri üzerimde dolandı.
"Korkmana gerek yok. Sana zarar vermem, bırak avcuma lütfen," deyip bir adım daha yaklaştım ona.
"Ölmek istiyorum," dediğinde gülümsemem sekteye uğradığı ama hemen toparladım kendimi.
"O makas seni öldürmez. Üstelik hastanedesin ölme ihtimalin çok düşür olur," dedim. Allah'ın işine karışılmazdı ama erken müdahale her zaman hayat kurtarırdı.
"Çok denedim ama ölmedim... Hep kurtardılar beni. Ben ölmek istiyorum!" diye bağırdı gözyaşları içinde.
"Demek ki bir de yaşamayı denemen gerekiyor," başını sağa sola sallayıp yüzüme bağırdı.
"Ölmek istiyorum! Anlamıyor musunuz beni ben ölmek istiyorum, ölmek istiyorum..." makası kaldırıp kendine saplayacakken hızla atılıp kolunu tutup makası elinden aldım. Dizleri üzerine düşüp hıçkırıklara boğulunca Nuran'a sakinleştirici hazırlamalarını söyledim. Benim bağırmamla yanıma doluştular. Kadını zar zor zapt edip sakinleştirici yaptık. Yatağa taşıdıktan sonra el ve ayaklarını sabitlemelerini söyleyip tedavisi bittikten sonra yarına bana bizim kliniğe bizzat bana sevk edilmesini istedim. Hasta yakını anıma gelince hasta hakkında ayaküstü bilgi alıp yarın mutlaka yanıma gelmelerini istedikten sonra güçlü bir nefesle danışma deskine yaslandım.
"Güzel bir gösteriydi," sol yanımdan gelen kaba erkek sesiyle omzumun üzerinden baktım.
"Efendim?" dediğimde yamuk bir gülüş belirdi dudaklarında. Uzun boylu, cılız denilecek zayıflıkta bir adamdı. Yüz ifadesi, bakışları insanı görür görmez rahatsız eden cinslerdendi.
"Mesleğinizin hakkını veriyorsunuz diyorum doktor hanım, Aden'di değil mi adınız anonsta duydum... Aden Uyguroğlu Toral," dediğinde başımı sallayıp baştan aşağı süzdüm onu. Yeşil doktor formasının üstünde beyaz önlüğü vardı. Doktordu.
"Siz?" dediğimde elini uzattı.
"Doktor Cemil Ergün. Genel cerrahım," dediğinde kabalık olmasın diye elini sıktım. Benim için bir saniye bile sürmeyen bu olay fazlasıyla rahatsız hissettirdi. Üstelik adamın sanki ilk defa görüyormuş gibi kumral saçlarımda, mavi gözlerimde ve zannediyorum ki çillerimde dolanan gözleri tüylerimi ürpertip canımı sıktı.
"İyi akşamlar Cemil Bey," deyip baş selamı verdikten sonra Nuran'la birlikte acilden çıktık.
"O nasıl bir adamdı ya," dedi Nuran.
"İrrite ediciydi... Boş ver neyse ki bizim poliklinikte değil. Eve mi geçeceksin bırakayım," dediğimde "yok," dedi.
"Emniyete abimin yanına gideceğim hocam oradan yemeğe çıkacağız," deyince aklıma Yusuf geldi.
"Bir dakika," dedim Nuran'a. Reber'i aradığımda neyse ki ilk çalışta açtı.
"Yenge selamın aleyküm," dedi.
"Aleyküm selam Reber, Nasılsın?"
"İyiyim yenge çok şükür. Sen nasılsın?" diye sordu.
"İyiyim ben de. Adliyede misiniz?" dediğimde yorgunlukla soluklandığını işittim.
"Yok yenge emniyetteyiz. Vallahi savcım herkesi topladı. Amirler, komiserlerle falan toplantıdalar," dedi.
"Durum vahim anlaşılan?" dediğimde beni onayladı.
"Vallahi günlerdir o rutubet kokulu adliyeye hasretim buralar çok gergin," deyince istemsizce güldüm.
"Hemen çözülür şu olay umarım... Yusuf'a söyleme bir geleyim yanınıza," dedim. Kocam burnumda tütüyordu.
"Tamamdır yengem merak etme..."
Nuran'la emniyete geldiğimizde ikimizde aynı büroya çıktık. Nuran'ın abisi cinayet büroda polis memuruydu. Yusuf'ta soruşturmadan dolayı bu bürodaydı. Büroya girdiğimizde Reber'i anında gördüm. Ona seslendiğimde hemen yanımıza geldi.
"Yenge hoş geldin," deyip Nuran'a baş selamı verip hemen bana döndü.
"Toplantı bitmedi mi?"
"Yok yenge. Kaç saattir çıkmadılar şu odadan. Yusuf savcımda bir gergin bir gergin sorma ateş püskürtüyor vallahi. Baksana herkes mum şu an," dediğinde büroda gözlerimi gezdirdim. Herkes harıl harıl çalışıyordu.
"Abimde görünmüyor, o da toplantıda demek ki," dedi Nuran.
"Adı ne?" dedi birden Reber. Anında kızarıp Nuran'a kaçamak bakışlar attı.
"Yanlış anlamayın içeridekilerin adını biliyorum o yüzden dedim. Yani söylerim size diye," dudaklarımı birbirine bastırıp bir Reber'e bir Nuran'a baktım. İkisinin de yanakları kıpkırmızıydı. Hele Nuran'ın kıvrık dudaklarına edecek lafım yoktu.
"İsa Yıldıran," dedi Nuran.
"Tanıyorum. O da içeride, malum Tuna komiserin yardımcısı olunca," dedi Reber. Nuran nazlı bir gülüşle başını sallayıp derin bir nefes aldı.
"Yenge şöyle geçip oturun ben size içecek bir şeyler getireyim. Ne içersiniz?"
"Sert bir kahveye hayır demem Reber," dediğimde başını salladı.
"Siz?" dediğinde Nuran saçını kulağının arkasına iliştirip göz süzerek "ben de kahve alayım zahmet olmazsa," dedi.
"Yok yok olmaz. Hemen geliyorum," dedi ve yanımızdan koşar adım uzaklaştı. Reber'in gösterdiği koltuklara gidip oturduğumuzda Nuran'a yan gözlerle imalı bakışlar attım.
"Bir şey mi oldu hocam?" deyince başımı salladım.
"Yooo, öylesine," diye bir şeyler geveledim. Bacak bacak üstüne atıp ayağımı sallamaya başladım. Etrafı inceleyip yanında toplantı odası yazan kapıya bakıp durdum. Acaba gelmese miydim diye düşününce baloncuklarını patlatıp kendime rahatlatmaya çalıştım.
Reber kahveleri getirip yanımıza oturdu. Yanımda Nalan da olduğundan olayla ilgili bir soru da sormadım. Ben ayağımı sallamaya devam edip sahiden sert olan kahvemi içerken Nuran ve Reber bir sohbete başlamışlardı bile.
"Hah çıktılar," Nuran'ın sesiyle dalıp gittiğim beyaz zeminden gözlerimi çekip karşıma baktım. Odadan birkaç adam çıktıktan sonra Yusuf yanında orta yaşlarda bir adamla ve genç, sarışın bir kadınla odadan çıktı. Arkalarında da iki kişi daha vardı. Orta yaşlı adam Yusuf'la el sıkıştıktan sonra hemen arkasındaki genç polisle yoluna devam ederken Yusuf, kadın ve diğer adam durup konuşmaya devam ettiler.
"Hocam gelmiyor musunuz?" dedi Nuran iki adım önümde.
Alnımı kaşıyıp Nuran ve Reber'in peşinden ilerledim. İlerledikçe kadının sesini işittim. Yusuf'a adıyla seslenip merak etmemesi gerektiğini söylüyordu. Yanlış olmasın, Bartın Emniyet Müdürlüğü, Cinayet Büro Amirliği'nin orta yerinde Bartın Cumhuriyet savcısına askerlik arkadaşıymış gibi sadece adıyla hitap ediyordu. Daha önce ne Onur ve Kübra komiser ne Van da tanıştıklarım Yusuf'a bu tarz resmi ortamlarda Sayın Savcım demekten öteye gitmemişlerdi. Hatta Baran bile birlikte çalıştıkları zaman mesai saatleri içinde Yusuf'a asla adıyla seslenmemişti.
Bizi ilk fark eden büyük ihtimalle Nuran'ın abisi olan genç adam oldu. Onun uyarısıyla Yusuf ve kadın bize döndüler. Yusuf beni görünce önce kaşları çatıldı sonra yüzüne görmeye alışkın olduğum huzur dolu gülümsemesini yerleştirdi. Aramızda iki üç kalan adımı o tamamladı. Elini belime sarıp yanağımdan öptükten sonra yorgun gözleriyle yüzüme bakındı.
"Güzelliğim hayırdır?" dedi. Beni görmeyi beklemediği belliydi.
"Seni görmek için bahaneler ürettim ve buradayım," dediğimde gülümsemesi büyüdü.
"Hoş geldin. Deşarj oldum şu mavilerini görür görmez," deyince sonunda yüzüme bir tebessüm yerleşti. Zaten gerginken bir de kadının kocama sadece adıyla hitap etmesine takılmıştım.
"İşin bitti mi?" dedim umutla.
"Maalesef güzelliğim bir süre daha buradayım," deyince omuzlarım anında düştü.
"Dalgalanmasın mavilerin kurban olduğum, söz şu işi çözeyim telafi edeceğim..." deyince kızdım kendime.
"Sorun yok sevgilim. Özledim seni ondan bu halim bakma sen bana," deyip yanağını okşadım.
"Yusuf," duyduğum sesle başımı yan taraf çevirdim. Sarışın kadınla göz göze gelince kısa bir baş selamı verdim. Gür olduğunu belli eden uzun saçlarını iki yandan balık sırtı örmüştü. Dar paça, tüm bacaklarını ikinci bir deri gibi saran gri kotu ve v yaka kazağıyla fazla iyi görünüyordu. Tekrar yüzüne baktığımda beni çatık kaşlarıyla süzdüğünü fark ettim. Gözleri özellikle saçlarımda ve yüzümde dolanıyordu. Saçlarımda ya da yüzümde farkında olmadığım bir şey mi vardı acaba bugün?
"Güzelliğim tanıştırayım Tuna komiser ve komiser muavini İsa," dedi Yusuf. Önce İsa ile sonra da Tuna ile tokalaştım. Tuna ile tokalaşırken alyansımın olduğu elimi uzatmaktan da geri durmadım. Gereksiz bir davranış olduğunun elbette farkındaydım ama gıcık olunca oluyordum işte!
"Aden Toral, Yusuf'un eşiyim," dedim. Karşılıklı memnun olduğumuzu söyledikten sonra İsa ve Nuran bir köşeye çekildiler. Tuna komiserin telefonu çalınca o da bir iki adım uzaklaştı.
"Yemek yemek içinde mi vaktin yok sevgilim?" dedim bir umut. Yusuf bir şey demeden başını elindeki telefondan kaldırmadan yanımıza geri dönen Tuna komiser konuştu.
"Yemekler gelmiş Yusuf burada mı yoksa kafeterya da mı yiyelim?" deyince iki kaşımda aynı anda alnıma doğru kıpırdandı. Yüz ifademi normal tutmaya çalışarak Yusuf'a baktım.
"Altlarının sana Sayın Savcım demesi gerekmiyor mu?" der demez dilimi ısırdım. Bunu burada yapmamalıydım ama kadının tavrı da hiç hoşuma gitmemişti. Hem Tuna diye kadın ismimi olurdu canım?
"Öyle ama şu an biz bizeyiz yavrum," deyince etrafıma bakındım.
"Burada bir sürü memur var Yusuf," Yusuf dudaklarını ıslatıp birbirine bastırdı. Ben yine Yusuf'tan bir cevap beklerken araya su gibi sızdı Tuna komiser!
"Ağız alışkanlığı ne yazık ki... İnsanlara mevki ya da rütbeleriyle seslenemiyorum hem herkes alıştı bana sorun olmuyor," dedi Tuna komiser. Laubalilikten nefret ettiğimi söylese miydim acaba?
"Şu an muhatabım kocam hanımefendi!" dedikten sonra kahverengi gözlerine"" kısa bir bakış atıp Yusuf'a döndüm.
"Yemek?" dediğimde içimden haydi gidelim demesi için dua edip durdum ama beklediğim olmadı.
"Üzgünüm güzelliğim, çok bile ara verdik. Hem verdiğimiz siparişler de gelmiş beraber yiyelim ne dersin?" dediğinde iç dudak kenarlarımı ısırıp ezdim.
"Paket yemek sevmiyorum biliyorsun. Neyse ben oyalamayayım seni, eve geleceğin zaman ara mutlaka olur mu?" deyip yanağında hızlıca öpüp Reber'e başımı salladım.
"Yavrum," dedi Yusuf ama çoktan Nuran'a ilerliyordum.
"Sanırım bize buradan iş çıkmadı Nuran," dediğimde o da bükülü dudaklarıyla bana baktı. Abisi yemeğe çıkamayacakları için tekrar özür dileyip Yusuf ve Tuna'nın yanına ilerledi.
"Haydi gel bari biz yemek yemeğe gidelim," dediğimde biraz olsun yüzü düzeldi. Gözleri arkama kayınca başımı çevirdim. Yusuf yanımıza gelip Nuran'dan bir iki dakika müsaade istedi.
"Çok aksattım seni biliyorum ama gerçekten burada kamp kurmuş haldeyim güzelliğim. Reber'i bile mesai saati bittiğinde göndermiyorum. Söz şu dava çözülsün hepsini telafi edeceğim," dedi ama takıldığım nokta asla işi değildi. Ben feci şekilde Tuna komisere ayar olmuş durumdaydım.
Yusuf'un yüzünü avuçlarımın arasına alıp çenesini öptüm. Yanağını usul usul okşayıp gülümsedim. Benim düzelen halimi görünce onunda dudakları kıvrıldı. "Sorun yok aşkım. Dedim ya özlemim kabardı fazlasıyla ondan bu halim," dediğimde alnımı öpüp beni göğsüne çekti.
"Kurban olurum sana," deyip tekrar tekrar alnımı öptü. Daha fazla gözleri üzerimize çekmek istemediğimden kollarının arasından çıktım.
"Nuran'la yemek yiyip eve geçeceğim, sen de çok geç kalma ama tamam mı? Dinlenmeye de ihtiyacın var," dediğimde başını salladı.
"Tamam güzelliğim. Erken gelmeye çalışacağım..." dedi.
Nuran'la merkezdeki restoranlardan birinde balık yedikten sonra bir kafede de kahve içip kalktık. Onu yolumun üzerindeki evine bıraktıktan sonra Amasra'ya doğru sürdüm arabamı. Akşamları bana korkutucu gelen yolda yolculuk etmek beni zorluyordu. Genellikle Yusuf'la peş peşe yol aldığımızdan ya da onun arabasıyla gidip geldiğimizden dolayı pek sorun olmuyordu ancak ne yazık ki neredeyse bu cinayet olayları patlak verdiğinden beri tek başıma bu karanlık yolda araba kullanıyordum.
"Siri, babamı ara," diye telefonuma komut verdim. Telefon ikinci çalışından sonra açıldığında rahatladım.
"Mavişim," dedi babam telefonu açar açmaz.
"Müsait miydin öyle dan diye aradım ama?" dediğimde beni azarlayıp güldü.
"Babalar dan diye aranmak için vardır mavişim," dediğinde ben de güldüm.
"Evde misin ne yapıyorsunuz?"
Eve gelene kadar babamla konuştum. Ara ara annemde ona katıldı. Arabayı apartmanın yan tarafındaki alana park ettikten sonra apartmanın girişine yürümeye başladım.
"İzledik bizde haberleri, sen de dikkatli ol güzel kızım," dedi annem. İlk günlerde bu cinayet olayları gizlense de sonrasında duyulmuştu.
"Merak etmeyin anne bizlik bir durum yok," dedim. Apartmanın içine girip ağır dış kapıyı çarpmasın diye dikkatle kapattığımda son sürat hızla bir araba apartmanın önünden geçip gitti. Bu mahallede çok fazla çocuk olduğundan genellikle arabaları yavaş kullanırdık. Bir yabancıdır diye düşünüp asansöre ilerledim.
"Ben asansöre bineceğim şimdi. Kapatayım, seviyorum sizi," dediğimde Onlarda beni sevdiklerini söyleyip telefonu kapadılar.
Eve çıktığımda kendimi direkt duşa attım. Uzun uzun suda vakit geçirdikten sonra güzel bir cilt bakımı yaptım. Evlendikten sonra bu tarz huylar edinmiştim. Simge ve Güneş'ten de bulaşma olasılığı vardı tabii ama bir iki kereden sonra fazlaca hoşuma gitmişti. Saçlarımı kurutup ördükten sonra şortlu pijama takımımı giyinip pofuduklarımı ayağıma geçirdim.
Kendime büyük bir kupayla kahve yaptıktan sonra Patrişka'yla terasa çıktım. Terasın ısıtıcısını açıp geniş salıncak koltuğa oturup biraz telefonumla uğraştım. Kızlarla görüntülü konuşalım mı yazdım ama hepsinin işi olduğundan konuşamadık. Patrişka'yla bakışırken gözüm teras kapısının camına yansıyan kitaplığı fark edince en iyi kitap okumak dedim.
Kitap seçip tekrar terasa çıkıp salıncağa oturdum. Sayfalar geçip gittikçe kendimi kaptırdım. Yazarın dili fazla güzel ve çekiciydi. Patrişka da kucağıma kurulup göğsüme yattı. Esneyip ensemi ovaladıktan sonra salıncakta daha da yayılıp bire ayağımı yere koyup kendi kendimi salladım. Hem sallanıp hem de kitap okudukça gözlerim kendiliğinden kapanıp gitti. Uykunun en tatlı anında saçımda dolanan bir elin varlığını hissettiğimde sıçrayarak uyandım. Salınca değil yatağımdaydım. Patrişka'nın da sıcaklığı hâlâ göğsümdeydi.
"Güzelliğim, benim korkma..." Yusuf'un sesiyle gözlerimi ovalayıp araladım. Yatakta hemen yanımda uzanıyordu.
"Sevgilim ne zaman geldin?"
"On dakika kadar oldu güzelim. Terasta uyuyakalmışsınız," dediğinde esneyip ona doğru döndüm. Patrişka göğsümden yatağa düşünce önce bir cıyakladı sonra uykusuna devam etti. Ne çok uyuyordu bu da böyle canım!
"Saat kaç?" dediğimde omzumu öpüp yataktan kalktı.
"Sabah dört," dediğinde gözlerim daha da açıldı. Yusuf dolaptan temiz kıyafetler çıkardı.
"Ben bir duş alayım geliyorum güzelliğim," deyince başımı salladım. Banyoya girince ben de su içmek için doğruldum. Komodinin üzerindeki küçük cam şişemden su içip tekrar uzanacağım sıra Yusuf'un telefonu dikkatimi çekti. Mesaj gelmişti. Bir yanım işle alakalıdır boş ver dese de diğer yanım bu çalışma bitmiş kim neden mesaj arsın dediği için telefonu Yusuf'un tarafındaki komodinin üzerinden alıp mesajı yukarıdan kaydırıp okudum.
KOMİSER TUNA CANYURT:
(04:28)
Eve bıraktığın için sağ ol Yusuf.
Gerçekten çok ince düşüncelisin.
Sabah bizim çocuklarla kahvaltı edip merkeze öyle geçeceğiz.
Sen de gelmek istersen konum atarım.
Tabii Reber ile birlikte...
Derin, ama çok derin nefes alıp yarım dakika boyunca o nefesi ciğerlerimde tuttum. Telefonu komodinin üzerine bırakıp yatağa uzanıp sırtım Yusuf'un tarafına ters bir şekilde uzandım. Yusuf duştan çıkınca gözlerimi kapayıp uzun sakinler nefesler alıp verdim. Yusuf'un gölgesi üzerime düştü. Sessizce adımı fısıldadı, ben cevap vermeyince saçlarımı okşayıp yanağımı, boynumu ve omzumu öptü. Patrişka'yı yataktan alıp odadan çıktığını işittim ama gözlerimi aralamadım. İki dakika sonra tekrar gelip yatağa yattı. Beni naif dokunuşlarıyla sarıp göğsüne çektikten sonra her gece uyumadan önce dediği gibi "çok şükür Allah'ım," deyip yüzünü saçlarıma gömdü.
O günlerin verdiği uykusuzluk ve yorgunlukla derin bir uykuya dalarken ben uyuyamadım. Yusuf'tan yana asla bir şüphem, endişem, korkum yoktu. Canımı sıkan tek şey Tuna komiserin! Cüretiydi. Sadece Yusuf demesi, emniyetteyken Yusuf ile konuşmalarıma haddi olmadan atlaması, gecenin bir körü demeden işle alakasız mesaj atması...Üstelik Yusuf onu evine mi bırakmıştı?
Uzun bir soluk daha alıp verdim. Yusuf'un kolları arasında dönüp güzel yüzünü izledim. Elimi yanağına yaslayıp göğsüne sokulup beline sarıldım. Bu saatten sonra uyuyamayacağımdan sabah alarmım çalana kadar Yusuf'un kalp atışlarını ve nefeslerini dinleyerek saatleri geçirdim.
Sabah alarm çalmadan kırk dakika kadar önce yataktan kalkıp aşağı indim. Kocam kahvaltı edecekse kendi evinde, karısıyla ederdi. Hızlı hareketlerle Yusuf seviyor diye krep ve kızartma yapıp kahvaltıyı hazır ettikten sonra yukarı çıktım.
"Yusuf uyan haydi bir tanem," deyip yanaklarına sulu sulu buseler kondurdum.
"Yavrum," diye mırıldanarak uyandı.
"Günaydın sevgilim," dediğimde kolunu belime sarıp beni yamacına çekti.
"Uyusak ya bütün gün," dedi.
"Çok isterdim sevgilim ama gitmemiz gereken bir işimiz var. Hem ben sana çok güzel bir kahvaltı hazırladım. Krep yaptım, patates ve biber kızarttım. Bol domates soslu sosis yaptım. Haydi kalk vaktimiz varken güzel güzel yiyelim," dediğimde yanaklarımı öpüp doğruldu.
"Asla hayır diyemeyeceğim bir teklifle geldin güzelliğim," dediğinde sırıttım.
Ayaklandığında ikimiz yan yana hazırlanıp sonunda aşağı inebildik. Neyse ki krep ve kızartmalar fazla soğumamıştı. Ben çayları doldururken Yusuf telefonuna bakıyordu. Çaydanlığı masaya bırakıp yanına oturdum.
"Bir şey mi oldu?" dediğimde telefonu kapatıp bana döndü.
"Emniyetten arkadaşlarda kahvaltıya çağırmışlar da gitmeyeceğimi söyledim. Karımın kahvaltısını hiçbir yerin kahvaltısına değişmem," dedi. Gülüp başımı yana eğdim.
"Yalancı," dediğimde sırıtıp burnumun ucunu öptü.
"Değişmem. Hem seninle vakit geçirecek zamanım varken bunu asla onlarla harcamam," deyince hissettiğim o tatminlikle neşeyle gülümsedim. Yarım saat boyunca keyifle kahvaltımızı yaptıktan sonra mutfağı da hemen toparlayıp evden çıktık. O işine ben işime yol alırken düne göre keyfim fazlasıyla yerindeydi.
Odama geçmeden önce yatan hastalarımı gezip polikliniğe girdiğimde odamın önünde Nuran'ı buldum. Normalde odamın önünde beklemez ben odama girdiğim vakit gelirdi yanıma.
"Günaydın," dediğimde daldığı rüyalardan uyanıp bana döndü.
"Günaydın hocam," dedi.
"Daha on beş dakikamız var iki kahve yapıp içelim," dediğimde başını sallayıp "ben yaparım hocam," deyip koşar adımlarla hemşirelerin dinlenme odasına yürüdü. Çantamdan anahtarlarımı alıp odamı açtığımda koridorlarda dolmaya başlamıştı. Dünkü kadını yanında kardeşiyle birlikte koridorun başında gördüğümde rahat bir nefes alıp verdim. Beni fark ettiklerinde baş selamı verip yanıma gelmelerini bekledim.
"Günaydın, on iki – on üç dakikamız var daha sonrasında sevk hasta olduğunuz için ilk sizi alacağım," dediğimde adam teşekkür etti. Kadın ise başını yerden asla kaldırmıyordu. Adama tekrar baş selamı verip odaya girdim. Nuran gelene kadar bilgisayarları açıp günün hasta sıralamasını inceledim. Yoğun bir gün beni bekliyor gibiydi.
Nuran'la kahvelerimizi içtikten sonra ilk hastamı kabul ettim. Özellikle ismini ondan öğrenmek istediğimden kayıtlara da bakmadım. Kardeşi onu sandalyeye oturttuktan sonra bana baktı.
"Ben sizinle sonra görüşeceğim," dediğimde emin olamasa da odadan çıktı. Ama adım gibi emindim ki tam olarak kapının dibinde bekleyecekti. Defterimi alıp yerimden kalkıp karşısına oturdum.
"Tekrardan günaydın," diyerek ilk seansıma başladım.
Başladığım gibi bitmedi. Adını zar zor öğrendiğim Sevim'le hayatı bir kez daha sorguladım. Dün intihar etmek istediği için kızdığım kadına bugün başka seçenek bulamamış kendisine sahiden derken buldum kendimi. İnsanlıktan çıkmış insanlarla tanıştım, kaybolmuş olanlar aradım, ruhunu yok edenlere yeni bir ruh kazandırmaya çabaladım, bedenine türlü türlü emareler bırakanların yaralarını iyileştirmeye çalıştım... Bugün çok insan tanıdım. O insanları tanıdıkça hayat kelimesinin ne anlama geldiğini bir kez daha tarttım, biçtim...
Mesaim biter bitmez kendimi dışarı attım. Bartın kararmaya yüz tutmuş gökyüzüne başımı kaldırıp derin nefesler aldım. Havalar soğuk değilmiş gibi git gide daha da soğuyordu. Hafiften kar yağıyordu. Açık otoparka doğru ilerlerken Yusuf'u aradım. Onun açmasını beklerken arkamda birisi varmış gibi hissedince durup arkama baktım. Birkaç kişi biraz ilerimde kaldırımın üzerinde durmuş konuşuyorlardı. Birkaç kişide yürüyordu. Hatta birileri yanımdan geçip gitmişti ama o his henüz geçmediğinden etrafıma bir kez daha bakındım.
"Aden!" kulağımda çınlayan sesle irkilip nefesimi gürültüyle bıraktım.
"Sevgilim," dedim.
"İyi misin güzelliğim kaç kere seslendim sana," dediğinde önüme dönüp yürümeye devam ettim.
"Bir an duyamadım sevgilim sorun yok. Emniyette misin?" diye sordum.
"Yok güzelliğim adliyedeyim ama eve yine geç gelirim," deyince iç çekip nefesimi birkaç saniye tuttum. Kendini kasma kızım, rahat ol!
"Aşkım eğer takviye lazımsa ben de beyin fırtınasına katılabilirim," dediğimde güldü.
"Hastaların seni yeterince yormuştur bir tanem. Evimize git ve dinlen. Ben geldiğimde de beni dinlendir," deyince dudaklarım anında kıvrıldı.
"Öyle yapayım madem," dedim. Dudaklarımdaki kıvrılış büyük bir gülüşe dönecekken arkadan Tuna komiserin o bet sesini duydum.
"Teşekkürler Yusuf kahve çok iyi geldi..." Yusuf kadar başına taş düşsün senin emi!
"Ellerine sağlık tabii. Ellerine sağlık kocam ellerine sağlık!" Yusuf'un öksürüklerini işitince daha da sinirlendim.
"Helal helal!" diye mırıldanışıma Tuna komiserinde helal deyişleri karıştı. Sakin Aden, sakin ol. Nefes al ver. Olmadı ona kadar say ama sakin ol.
"Yusuf savcım! Yalnız değilsin herhalde," dedim.
"Yok güzelliğim. Tuna komiser ve diğer arkadaşlarda yanımda çalışıyoruz hep beraber," deyince öfkeyle burnumdan soluyacaktım ki kendimi frenledim.
"Anladım. Sana, Tuna komiser ve diğerlerine kolay gelsin. Tuna komiserle işin bittiğinde gelirsin evine artık. Tabii Tuna komiser seni salarsa," deyip yüzüne kapadım telefonu.
"Gıcık kadın. Yusuf'ta Yusuf. Yusuf düşsün başına, tövbe tövbe ya!" söylene söylene arabaya ilerledim. Sinirden anahtarımı da bulamayınca daha da sinirlendim. Tuna denilen kadına da saydırmaya devam ediyordum.
"Aden hocam," hemen arkamdan gelen sesle yüreğim korkuyla çarptı. Hızla gerime döndüğümde dün tanıştığım ama adını tam olarak hatırlayamadığım doktoru gördüm. Bugün gün boyu işe başladığım günden bu yana hiç görmediğim kadar görmüştüm adamı resmen. Sürekli karşıma çıkıp durmuştu... Bana aşırı yakın durduğunu fark edince birkaç adım geriledim.
"İyi akşamlar," dediğinde başımı salladım.
"İyi akşamlar," deyip elimi çantamın içinde dolandırdım. Bir an önce anahtarımı bulmak için çantamı karıştırıyordum ama gözlerimi karşımdaki adamdan çekmiyordum. Adamın bakışı, duruşu, tipi o kadar rahatsız ediciydi ki gözümü başka yöne çevirsem enseme ya da başıma bir darbe alabilirim hissi vardı. Üstelik gözleri de yine saçlarımda ve yüzümde geziniyordu. Adam izlediğim belgesellerdeki seri katillere benziyordu resmen.
"Sakin olursanız daha rahat bulursunuz," dediğinde samimiyetten uzak bir gülüşle başımı sallayıp sonunda bulduğum anahtarımla rahat bir nefes aldım. Adamın gözleri hâlâ üzerimdeyken arabanın kilidini açıp "izninizle," diyerek gerilemesini istedim ama gözlerini yüzüme dikmeye devam etti.
"Hocam, iyi akşamlar izninizle. Çekilir misiniz?" deyip arabanın kapısını sertçe açtım. Kapı ona çarpsa da umursamadan arabaya binip kapıyı çektim ve hemen arabayı kilitledim. Hiç hareket etmeden aynı yerde durmuş bana bakarken korku tohumlarının çoktan ruhuma serpiştirdiğini hissettim.
Eve varana kadar Emir'le telefonla konuştum. Yol boyunca istemsizce sürekli dikiz aynamdan arkamı kontrol ediyordum. Eve girdiğimde telefonumu kapadım. Yaslandığım kapıdan çekilip tüm kilitlerini kilitledim. Manyak adam beni paranoyak yapmıştı bir günde.
Durduğum yerde uzun uzun soluklanıp ayaklarımın dibinde dolanan Patrişka'yı da alıp yukarı çıktım. Kızımı yatağa bırakıp üzerimi çıkardım. Duş almaya üşenince eşofman takımımı giyinip yatağa uzandım. Birazcık Patrişka'yla oynaşıp mutfağa indim. Yiyecek bir şeyler hazırlayıp masaya oturdum ama canımda pek bir şey istemiyordu. Tabaktaki yemeği itekleyip durmaktan öteye gidemeyince yemeği tencereye tekrar boşalttım.
Oflaya puflaya salona geçip koltuğa uzandım. Boş boş kanalları dolaşıp rastgele bir kanalda durdum ama izlenecek bir şeyde yoktu. Tepinmemek için kendimi zor tuttum. Zaten canım kocamda aramadı. Bu kadın öldü mü kaldı mı hiç merak etmiyordu sağ olsun!
"Bu baba çok pis kuyusunu kazıyor kızım haberin olsun. En ufak olayda benim tarafımda saf tutacaksın tamam mı?" ben ciddi ciddi Patrişka'ya bunları söylerken o da bana miyavlayıp durdu. Gözüm haber kanalındaki saate takılınca henüz erken olduğunu gördüm. Ani bir kararla yerimden kalkıp mutfağa girdim. Dondurucudaki böreklerden çıkarıp ısıttım. Poğaçalardan da ısıttıktan sonra onları paketleyip bir torbaya yerleştirdim. Odama çıkıp hızlıca hazırlandıktan sonra evden çıktım. Madem Yusuf eve gelemiyordu ben ona giderdim...
Adliyeye geldiğimde mesai saatleri bittiğinden belki içeri alınmam diye endişe ettiğimden Reber'i arayıp aşağı inmesini rica ettim. Beş dakika kadar sonra adliyenin sessiz ve karanlık koridorunda Reber'le yan yana yürüyorduk.
"Bir ilerleme yok değil mi?" diye sorduğumda omzunu silkti.
"Ne yazık ki," dedi. O da fazla etkilenmişe benziyordu. Asansöre bindiğimizde Reber'e baktım.
"Reber, bu Tuna komiser nasıl biri?" Reber bana bakıp dudaklarını büktü.
"Yani işinde fazla iyi olduğunu söylüyorlar yenge. Öyle de hakikaten ama ben bir türlü ısınamadım o kadına. Yani aramızda kalsın ama fazla rahat fazla destursuz," dedi sır verir gibi. Canım Reber, kankam Reber ne de güzel konuşuyordu.
"Öyle öyle doğru diyorsun benimde hiç gözüm tutmadı. Saygısız bir de," dediğimde hızlı hızlı başını salladı.
"Öyle vallahi yenge. Yani bazen savcımla sivildeyken görüştüğümüzde bile sayın savcım diye dolanıyorum peşinde. Kadın ilk günden Yusuf ama Bey falan da yok..." dedikten sonra dudağını ısırdı.
"Savcım birkaç kez uyardı aslında ama bir şey olmadı. Sonrasında da büro amiri de bu kızda böyle savcım hoş gör deyince..." nefes alıp verdim. Asansör durduğunda çıktık. Koridorun sonuna kadar yine yan yana yürüyüp üstünde CUMHURİYET SAVCISI YUSUF TORAL yazan kapının önünde durduk. İçeriden hiç seste gelmiyordu.
Kapıyı tıklatma gereksinimi duymadan açtım. Yusuf masasında, Tuna komiser ise tam yanında masaya eğilmiş bir kâğıdı inceliyor haldeydi. Başları bana döndüğünde gözlerim sadece Tuna'daydı. Çatık kaşlarının altındaki kahverengi gözlerini bana dikti. Beni gördüğüne elbette memnun değildi.
"Güzelliğim," diyerek yanıma geldi Yusuf. Meydan okuyan bakışlarımı Yusuf'a çevirdim.
"Yusuf," dediğimde "Yusuf'un canı," yüzümü avuçlayıp beni yamacına çekti.
"Yiyecek bir şeyler getirdim," dediğimde gülümsedi.
"İşimiz başımızdan aşkınken pek müsait olamayacağız ama teşekkürler," tekrar Tuna'ya baktım. Onu bakışlarımla rahatsız ettiğimi görünce dudağımın kenarı kıvrıldı.
"Sana değil kocama getirdim," dediğimde gözlerini devirip kollarını göğsünde bağladı. Yusuf şaşkın bakışlarla bana bakarken umursamadım.
"Biraz ara versek iyi olacak aslında. Reber diğer arkadaşları çağır eminim ki yengen bol bol getirmiştir ne getirdiyse," dedi Yusuf.
"Hemen sayın savcım," Yusuf elimdeki torbayı alıp içine baktı.
"Ispanaklı da var mı?" dediğinde başımı salladım.
"Ben çay ocağına inip güzel b ir çay demleyeyim en iyisi. İçersin değil mi yavrum?"
"İçerim sevgilim," Yusuf odadan çıkınca sert adımlar atıp masasının önündeki kırmızı sandalyeye oturdum. Bacak bacak üstüne atıp Tuna'ya baktım. Masanın etrafını dolaşıp karşıma oturdu. Bu an beni yıllar öncesine götürdü. Halide'yi rahmetle andım. O en azından sınırını, yerini bilen bir kadındı. Ama karşımdaki bu kadının ne sınırı olduğunu ne de yerini bildiğini düşünmüyordum.
Ondaki bakışlarımı masaya çevirdiğimde pembe adliye dosyalarından bir tanesine takıldı gözüm. İçindeki kâğıtta sanırım robot resim vardı. Uzanıp aldığımda henüz bakamadan Tuna elimden çekip masaya ters bir şekilde bıraktı.
"Henüz halka açıklanmamışken görmen doğru olmaz," dediğinde dudağımın sol köşesi seğirdi.
"Görmemin bir sakıncası olacağını sanmıyorum," gözlerini devirip sol ayacağını sağ bacağına yasladı.
"Hep böyle müdahil oluyorsun sanırım," dediğinde kollarımı göğsümde bağladım.
"Ben sizin lise arkadaşınız değilim Tuna Hanım. Benimle senli benli konuşmanızdan hiç haz etmedim. Dikkat ederseniz memnun olurum, ayrıca kocamın yanına ne zaman gelip gelmeyeceğimin hesabını vermek durumunda değilim!" dediğimde yüzünde nasıl tarif etsem bilemediğim bir ifade belirdi.
"Deli doktoru olduğunu duymuştum," dediğinde yüzüm ifademi iç bozmadan yüzüne bakmaya devam ettim.
"Lafı ilk söylendiğinde anlayamadığınıza göre aptallık seviyesindesiniz. Bu seviyedeki insanları bu tarz önemli mesleklere nasıl kabul ederler gerçekten anlaşılır gibi değil. Ayrıca deli doktoru değil psikiyatristim..." burnundan derin bir nefes çekti. Zaten ince olan dudaklarını büzüp iyice inceltti. Fiziken albenili bir kadındı ancak yüz güzelliği ortalamanın altındaydı.
"Bir doktor olarak fazla ergence konuşuyorsun. Bu çocuk tavırlarla Yusuf gibi bir adamı nasıl tavladın kim bilir?" kıpırdanma Aden. Sakin kal, mimik oynatma yüzünde, ifadesizliğini koru kızım. Yoksa ne olduğun makam ne karşındaki kadının rütbesi umurunda olmadan dalacaksın... Sakin kızım sakin!
"Böyle düşünmeniz sizden küçük olduğumdandır. Sahi sizin yaş kaç 40-45?" taş çatlasa 30-33 yaşlarındaydı ama yalandan kim ölmüştü değil mi?
"Yeri gelmişken..." bedenimi ona doğru meyledip yüzüne yüzüne sertçe konuştum.
"Biz üçüncü şahıslar yüzünden birbirine ihanet edecek, ayrılacak bir çift değiliz. Daha doğrusu hiçbir durumda ayrılacak bir çift değiliz. Sevgimizde, aşkımızda, sadakatimizde baki... Demek istediğim illa ki sallamak istiyorsanız kuyruğunuzu başkalarına özellikle bekar olan başkalarına dolayın aksi takdirde o kuyruğu kesmek zorunda kalacağım!"
İlk önce boynu kızardı, o kızarıklık yüzüne ve kulağına kadar yayıldı. Onu sobelediğim için değildi bu hali benim kolay lokma olmadığımı anladığındandı. Ne yazıktı ki Yusuf'un hayatındaki esas kadının ben değil kendisinin olduğunu düşünüyordu belli ki... Yazıktı sahiden böyle insanlara çok yazıktı.
"Anladığınızı umuyorum," dediğimde yutkunup bana öldürecekmiş gibi baktı. Çenesi de kasılmıştı.
"Ya savcım olmuyor böyle verin ben taşıyayım," Reber'in ve onun ardından gelen seslerle kendimi toparladım. Yusuf elinde tepsi arkasında geçen gün gördüğüm polisler ve Reber'le içeri girdi. Onların girmesiyle ben de ayaklandım. Yusuf tepsiyi masasına bıraktı.
"İyi akşamlar beyler. Dün tanışamadık. Aden ben, Yusuf'un eşiyim," deyip İsa ve adını bilmediğim iki polisle daha tanıştım. Hepsinin eli yüzü temizdi. Güleryüzleriyle benimle tokalaşıp börek ve poğaçalar için teşekkür ettiler.
"Aden, balkona çıkalım güzelliğim," dediğinde kendi çayımı alıp odadan önden önden çıktım. Yusuf'ta bir elinde çayı bir elinde börekle yanıma geldi. Balkona çıktığımızda havanın daha da soğuduğunu fark ettim.
"Teftişten memnun kaldın mı?" dediğinde yan gözlerle baktım ona.
"Kalmadım," dediğimde güldü. Çayından içip iki lokmada böreği yedi.
"Yavrum sen neden kıl kaptın şimdi?" deyince bardağı bankonun mermerine koyup kollarımı göğsümde bağlayıp ona döndüm.
"Yusuf'tan kıl kaptım sevgim Yusuf'tan!" ablak ablak suratıma baktım.
"Ha sen ona takıldın," keşke sadece ona takılsaydım Yusuf. Ona da kızamıyordum ki gözü sadece işini görüyordu. Bana belli etmemek için çabalıyordu ama aklı fikri sadece buldukları cesetlerdeydi ve katili bulamadıkça daha da fevrileşiyordu.
"Vallahi ben çok şeye takıldım sevgilim ama şu olayın hayırlısıyla çözülmesini bekliyorum. İnşallah tez zamanda katili ya da katilleri bulursunuz," dedim. O da bardağını bırakıp belime kollarını sarıp alnını alnıma yasladı. Üzerinde sadece gömleğinin olduğunu kollarımı beline sarınca fark ettim.
"Montunu alsaydın üstüne keşke," dediğimde "sorun yok. Zihnimi açıyor soğuk," dedi. Keşke atkımı arabada bırakmasaydım diye düşündüm. Yusuf ellerini boynuma yaslayıp başparmaklarını çene kemiğimde gezindirdi.
"Koynunda kokunla uyumayı özledim," dediğinde dudaklarım kıvrıldı.
"Erken paydos yapabilirsin," dedim istemeden.
"İş çok ciddi güzelliğim. Fazla baskı var yukarılardan. Koca orman kazan biz kepçe didik didik başka ceset bulur muyuz diye arıyoruz. Başsavcılık bir yandan, bakanlar, vali bir yandan bastırdıkça bastırıyorlar haklı olarak. Bakma burada beş altı kişi olduğumuzda nöbetleşe nöbetleşe çalışıyoruz," kolunu okşayıp çenesini öptüm.
"Ben işine laf söylemiyorum ki aşkım. Farkındayım inan mesele asla bu değil ben sadece Tuna Hanım'ın tavrına takıldım o kadar. Şu olay bitsin zaten okuyacağım canını hazırla kendini," dediğimde güldü.
"Takılma bir tanem. O kadında öyle biri. İlk başta uyarmıştım ama bu da böyle bir cins," dedi.
"Cinsini..."
"Şttt," diye mırıldandı. Dudağıma nefesi çarpınca usulca yanaştım ona. Beni öpecekken balkonun cam kapısı tıklatıldı. Kim olduğunu görmem için bakmama bile gerek yoktu.
"Umarım bu dava tez zamanda çözülür," deyip Yusuf'un dudağına kısa bir buse kondurduktan sonra dönüp Tuna'ya baktım. Kapıyı itekleyip içeri girdiğimde Yusuf peşimden girdi.
"Devam etsek mi artık?" dedi. Beni görmezden geliyordu bir de haspam!
"Odaya geçebilirsin komiser. Geliyorum şimdi," dedi Yusuf. Tuna'ya karşı on dakika öncesine kadar olan samimi tavrı artık yoktu. Sesi fazla mesafeli ve soğuktu. Tuna'nın bakışları anında bana döndü. Aynı ifadesizliğimi devam ettirerek bakışlarına.
"Tamam," deyip arkasını döndü ve tıpış tıpış odaya yürüdü.
"Ben de gideyim bari. Kızım evde tek kaldı," başımı öpüp yanağımı sevdi.
"Kızımızı öp benim için. Reber eşlik etsin sana," dediğinde gerek yok demedim. En azından yanımda tanıdığım bir insanla o yolu daha rahat giderdim.
Gece yarısı eve döndüğümde beni kapıda minik kızım karşıladı. Büyük ihtimalle onu tek bıraktığım için küskünce miyavlayıp patilerini ayaklarıma vurdu. Gündüzleri Sıla'nın annesinden rica ettiğim için sık sık eve çıkıp kızımla ilgileniyordu sağ olsun.
"Geldim kız zırlama," deyince güzel yüzüyle bana baktı sonra kıçını dönüp salondaki yatağına ilerledi.
"Anam trip yedim ya!" Patrişka'nın peşinden gittiğimde salonun ayağıma gelen ıslakla küfrettim.
"Kız işedin mi her yere pasaklı?" halbuki evden çıkarken kumunu hemen yatağının yanına yerleştiriyordum ama daha yolunu bulamamıştı anlaşılan.
Salonu temizleyip havalandırdıktan sonra yukarı çıkıp kısa bir duş aldıktan sonra tekrar aşağı indim. Patrişka'ya uyurken ben de koltuğa kurulup rastgele bir belgesel açıp izlemeye başladım. Belgesel ne anlatıyordu ne mesaj veriyordu bir yerden sonra uyukladığım için hiç anlamadım.
Sabah hem alarmın hem de Patrişka'nın miyavlamasıyla uyandım. Yavrucuğuma sütünü içirip, tuvaletini yaptırdıktan sonra hava temizleme fonunu açıp odama çıktım. Elimi yüzümü yıkayıp giyinme odasına geçtim. Dolapla uzun uzun bakıştıktan sonra siyah kumaş pantolonumu ve açık mavi ipek gömleğimi giyindim. Uzayan saçlarımı düzleştirip her zaman yaptığım makyajımı yaptım. Gerdanımı boş görünce üst üste birkaç kolyemi taktım. Evden çıkmadan önce kızımla vedalaşıp evden çıktım. Arabaya biner binmez Yusuf'u aradım ancak arama reddedildi. Bir kez daha aradığımda yine reddedilince alnımı direksiyona vurup sinirle soluklandım. Bu kadın çok oluyordu artık! En iyisi Yusuf'la artık açıkça konuşmaktı...
Hastaneye gidecekken yolumu değiştirip adliyeye sürdüm. Adliyeye geldiğimde arabadan inecekken ilerideki Yusuf ve Tuna'yı gördüm. Yusuf'un sırtı bana dönüktü ama Tuna tam karşımdaydı. Ve Yusuf, Tuna komisere ne söylüyorsa güya bunca derdin tasanın arasında kahkahalarla gülüyordu. Ensemde başlayan karıncalanma başımın her yerine yayıldı. Bir hınçla arabadan inip topuklarımı yere vura vura yanlarına yürüdüm. Tına beni fark edince bir kahkaha daha atıp elini Yusuf'un koluna yasladı.
"Allah muhabbetinizi arttırsın!"
Yusuf anında bana döndü. Yüzüme bakınca ne gördü bilmiyorum ama anında kaşları çatıldı, ciddileşti. Ondaki bakışlarımı Tuna'ya çevirdim. Bana arsız sırıtması ve sinsi bakışlarıyla baktı. Belki uzmanlığımı alalı aylar olmuştu ama bu yaşıma kadar görüp geçirdim, yaşadığım şeyler biraz olsun insanları tanımamı sağlamıştı. Ve karşımdaki kadın sandığımdan daha arsız, cüretkâr, hadsiz ve tehlikeliydi...
"Ben de sizi sahiden çalışıyorsunuz sanıyordum ama siz maşallah kakara kikiri!"
"Aden, biz yeni bitirdik çalışmayı," dedi Yusuf.
"Öyle mi? Sen de karımı arayayım haber vereyim demek yerine şu kadınla iki kıkırdayayım mı dedin?" bakışları sertleşti. Yutkunup derin bir nefes aldı.
"Aden... Mesai saatin başlayacak güzelim. Gel götüreyim seni yolda konuşuruz hem," dediğinde güldüm.
"Yoo burası iyi... Hem eğer aramalarıma cevap verseydin gelmezdim," kaşları daha da çatıldı.
"Ne zaman aradın?" telefonunu çıkarıp baktı.
"Yarım saat kadar önce iki kere reddettin ama. Mesajda atmayınca merak ettim," Yusuf'a konuşuyordum ama bakışlarım Tuna'daydı.
"Belli ki haddi olmayan bazı vasıfsızlar kendilerinde buldukları cüretle senin telefonuna müdahale edebiliyor," Yusuf başını Tuna'ya çevirdi.
"Ben bir şey bilmiyorum," dedi Tuna. Alayla güldüm. Yusuf derin bir nefes aldıktan sonra tekrar bana çevirdi bakışlarını.
"Tabii. Eminim bilmiyorsundur," dediğimde dudağının kenarı kıvrıldı. Pis pis sırıtıyor, Yusuf ona dönünce anında surat asıyordu. Şeytan görmüştüm ama bu başka bir şeydi.
"İftira atıyorsunuz resmen Aden Hanım. Yusuf gibi bir adama sizin gibi bir eş... Yakıştıramadım," ensemdeki ve başımdaki o karıncalanma alev topuna döndü. Gözümün önüne inmesine izin vermediğim o perde beni tahrik etse de kendimi tuttum. Ona Yusuf'un önünde bu kozu vermeyecektim. Omuzlarımı ve çenemi dikleştirip tiksinerek baktım ona.
"Tuna komiser haddini gerçekten aşıyorsun. Ağzınızdan çıkan kelimelere dikkat et! Karımla bu şekilde konuşamazsın!" Tuna ciddileşti. Bakışları ikimizin arasında dolandıktan sonra Yusuf'a son kez bakıp "size iyi günler," dedi ve yürüyüp gitti. Yusuf'la göz göze geldiğimizde tüm hıncımı ondan çıkarmak istedim.
"Bravo sana Yusuf gerçekten bravo yani beni şu kadınla muhatap edip lafları yedirdin ya helal sana!" dedim. Sinirden tepeden tırnağa titriyordum.
"Sen önce sakin ol. Sesini düşür adliyedeyiz," dedi gergince.
"Ne sakini ya Allah aşkına ne sakini Yusuf? Kadın alenen sana yürüyor, bana asla sana yakışmadığımı iddia ediyor ne sakini!" diye bağırdım yüzüne. Yüzünü sıvazlayıp ofladı.
"Saçmalama Aden ne yürümesi sadece fazla rahat bir kadın. Umurumda da değil. Bana ne o kadından!" alayla güldüm hatta gülmekle kalmayıp kahkaha attım.
"Rahat mı? Evet fazla rahat o kim ki sana adınla hitap ediyor ya o kim neyin senin? Ben bugüne bugün Baran'ın bile sana çalıştığınız zamanda savcımdan başka bir şey dediğini duymamışım o kim ki sana gevşek gevşek Yusuf diyor. O kim Yusuf o kim ki senin orana burana dokunuyor telefonlarına karışıyor?" terlediğimi hissettim ama aynı zamanda da üşüyordum.
"Tamam sakin ol... Ben gerekli konuşmayı ve uyarıyı yapacağım. Tamam mı?" dedi ama duymadım onu.
"Tabii tabii. Uyarırsın mutlaka. Tam olarak ne zaman uyaracaksın Yusuf, Tuna hanımefendiyi gecenin körü evine bıraktığında mı yoksa kahvaltıda mı?" kaşları dalgalandı. Dudaklarını ıslatıp birbirine bastırdı.
"Telefonumu mu karıştırıyorsun?" rahatsız olduğunu gözlerinden hemen anladım. O bakışları sinirimi, hıncımı daha da artırdı.
"Ne zamandan beri birbirimizin telefonlarını kurcalamaktan rahatsız olduk?" dediğimde burnundan soludu.
"Benim sana ihanet edebileceğimden şüphe ettiğini anladığımdan beri..." tekrar güldüm. Yanak içlerimi ısırıp ellerimi yumruk yapıp açtım.
"Saçmalama Allah aşkına! Sorunun sen olmadığını çok iyi biliyorsun Yusuf. Ama anlamadığım bir şey var evet. Ne bu tahammül bu kadına karşı. Sen her zaman sınırını çizen kimseyle gereksiz samimiyet kurmayı sevmeyen bir adamsın. Bu kadında tüm bu kurallarını yok sayma nedenin ne çok merak ediyorum. Hoşuna mı gitti sana olan ilgisi?"
"Aden!" bağırtısı tüm adliyede yankılandı. Arabalarının önünde olan insanlar, güvenlik kulübesindeki koruma polisleri dönüp bize baktılar. Aşırı artan kalp çarpıntımla dilimi ısırdım. Dün o kadına bizi asla bu duruma düşüremeyeceğini söylemiştim ama şu an ki halimiz tam olarak istediği bir durumdu.
Yüzünü bu sefer daha sert sıvazladı, sağına baktı soluna baktı. Öfkesi o kadar elle tutulur gibiydi ki ileri gittiğimi fark ettim ama geri adım atmadım. Haklıydım! O kadını ilk gördüğüm andan itibaren öyle ya böyle rahatsızlığımı dile getirip hal ve hareketlerimle belli etmişken bu sabah karşılaştığım manzara benim için çok fazlaydı.
"Bağırma bana!" dediğimde öfkeli bakışları daha da kısıldı.
"Bağırtma. Sen ne dediğinin farkında mısın Aden? Söylesene ne ima ettiğinin farkında mısın?" dedi.
"Farkındayım, ama sen değilsin anladın mı sen farkında değilsin Yusuf!"
"Tartışmayacağım seninle... Başımda tonla bela varken, bacağım kopacak gibi ağrırken senin bu boş lafların hakkında konuşmayacağım!" dediğinde dakikalar önce inmemesi gereken perde indi. Öfkemden dilimi kanatırcasına ısırıp göğsünü sertçe ittim.
"Boş laf! Boş yapıyorum öyle mi Yusuf? Kadın bildiğin seninle flört etme derdinde seni tavlama derdinde ama boş yapan benim! Peki, peki..." deyip göğsünü daha güçlü bir darbeyle itekleyip ona arkamı dönüp hızlı adımlarla arabama ilerledim. Arkamdan bağırsa da dönüp bakmadım. Arabaya binip kapıyı çekip kilitlediğim an Yusuf cama vurdu. Ona bakmadan son gazla çıktım adliyeden.
Hastaneye on dakika gecikmeyle vardığımda söylenen hastalarının arasından ilerleyip odama girdim. Nuran peşimde telaşla dolanıp dururken beyaz önlüğümü giyinip masama yerleştikten sonra birkaç kez derin ve güçlü nefesler alıp kendimi sakinleştirdikten sonra hasta kabulüne başlayabileceğimi söyleyip odadan çıkmasını söyledim.
Hastalarımla neyse ki profesyonelliğimi kaybetmeden ilgilenebildim. Öğle arasında bahçede biraz oturup hava aldım ama Yusuf kuytularımda dolanmaya devam etti. Omuzlarım kırgınlıkla çökmüştü Dudaklarımda sürekli büzülüp gözlerim yaşarıyordu. İlk tartışmamız değildi ama birbirimizi kırdığımız ilk kavgamızdı. Evet ileriye gitmiştim bu yüzden ben de kendime kızgındım şu anda ama haklıydım da.
"Gerzek adam... Öyle sabahlara kadar oturursan bacağın ağrır tabii. Geri zekalı!" oflayıp kollarımı göğsümde topladıktan sonra başımı arkaya doğru boşluğa yasladığımda dört beş adım ötemde durmuş bedeni fark ettim. Başımı hemen kaldırıp arkama baktığımda yine o adamı gördüm. Neydi adı Cemil'di herhalde ya da her ne haltsa umurumda değildi. Ancak bir gerçek vardı ki bu adam beni fazlasıyla ürkütüyordu artık. Aniden ayaklanıp koşar adımlarla polikliniğe gittim. Odama girip sandalyeme oturduğumda kalbimin hızının farkına vardım.
"Bir manyak, sapık eksikti anasını satayım..."
Günün geri kalanını ne yazık ki aynı profesyonellikle devam ettiremedim. Hissettiğim korkunun dinmesi için Yusuf'un kolları arasında olmaya ihtiyacım vardı ve bu ihtiyaçta aklıma sürekli sabah ki halimizi hatırlatıyordu. Son hastadan sonra rahat bir nefes verip başımı masaya yasladım. Çok değil bir iki dakika kendimize izin verdikten sonra eve dönmek için hazırlandım.
Bahçedeki otoparka yürürken yine arkamda birisi varmış hissine kapılınca aniden döndüm arkamı ama kimse yoktu. Geçen gün en azından birkaç tane insan varken şimdi görünürde kimsenin olmayışı beni tedirgin edince önüme dönüp adımlarımı hızlandırdım. Lanet otoparkı hastanenin en ıssız yerine yapmaktaki amaçları neydi acaba? Yürüdükçe üzerimdeki kalın paltom, yün atkım beni boğdukça boğdu. Arabama varır varmaz üzerimdekileri çıkarıp arka koltuğa bıraktım. Kapıyı kapatıp ön tarafa geçecektim ki dibimde onun varlığını hissettim.
"Aden..." adımı söyledikten sonra iç geçirmesi midemi bulandırdı.
"Buyurun Cemil Hocam, bir sorun mu var zırt pırt karşıma çıkıp duruyorsunuz?" dedim sert bir tonda. Bugünün üstüne bir de bu adamı çekemeyecektim.
"Canın sıkılmış gördüm seni. Belki konuşmak, paylaşmak iyi gelir... Bildiğim güzel bir yer var, manzarası çok güzeldir. Sakinleştiren bir yanına da var. Ormanın içinde, ne dersiniz bir yemek yiyelim mi?" bazı insanlarda sınır yoktu. Bunu şu anda daha iyi anlıyordum.
"Hayır, evime gideceğim. Size iyi akşamlar," elimi kapının kulpuna uzattım. Bir yandan da çekilsin diye ters ters baktım ama bana mısın demedi.
"Rica ediyorum," dedi. Sinirlenmiş gibiydi.
"Hayır dedim!" yüzüme samimiyetten uzak bir gülüş kondurup çekilmesini rica ettim ama milim kıpırdamadı.
"Çok ciddiyim Aden. Orası sana iyi gelecek bence bana eşlik etmelisin!" yutkunamadım. Öğleden beri bedenimi ürperten korku tenime iğnelerini batırdı.
"Teşekkür ederim Cemil hocam ama hiç gerek yok gerçekten," dedim. Aşırı ısrarcıydı. Yüzümde zorla tuttuğum gülümsememde dolandı gözleri. Yerimde istemsizce kıpırdanıp arabayı açmak için hamle yapmıştım ki tekrar konuştu.
"O zaman bir kahve içsek hem böylelikle birbirimizi yakından tanımış oluruz..." yüzündeki o küstah gülüş ve arsız bakışları daha da huzursuz etti beni. Evli olduğumu bildiği halde benimle flört etme çabası apayrı bir saygısızlık ve hadsizlikti. Bir yandan Tuna bir yandan bu manyak adam. Bula bula bizi bulmuşlardı resmen.
"Sizi tanımak gibi bir niyetim yok Cemil Bey. İzninizle!" deyip hızlı adımlarla ondan uzaklaşıp arabamın arka tarafına gidiyordum ki kolumu tutup beni kendisine çevirdi.
"Bu naz fazla değil mi Aden?" kolumu çekiştirip bozulan sinirimle güldüm. Sıkıca tuttuğu kolumu çekiştirdiğim halde bırakmayışı korkumu tetikledi. İçimden kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ne kadar psikiyatrist olup insanlara yardım etsem de böyle bir olayla kendim karşılaştığım an bana kal geliyordu...
"Kolumu bırakın!" diye sinirle söyledim. Kolumu çekmeye çalıştıkça daha sıkı tuttu. Koskoca otoparkta bir Allah'ın kulu da yoktu...
"Geldiğin günden beri gözün bendeyken ne bu naz anlamıyorum," çenemde başlayan titreme tüm bedenime sirayet etti. Manyaktı bu adam daha dört gün önce tanıştığımız halde bana böyle bir şey demesinin tek karşılığı manyak olmasıydı.
"Siz delirmişsiniz!" diye yüksek sesle konuştuğumda güldü. Kolumu o kadar sıkı tutuyordu ki canım acımaya başladı. Acının ve korkunun yanı sıra titrediğimi de hissettim.
"Sen delirttin. Bu güzelliğin delirtti!" yüzünü yüzüme yaklaştırınca elim ayağım birbirine dolandı. Ağzımda atan kalbim hızlıca çarpıyordu. Tekme at dedim içimden kendime. Tekme at kızım, tekme at ve arkana bakmadan kaç!
"Bırak beni, bırak dedim!" gevşek gevşek sırıtmasıyla bana bakan gözlerinin kararlığı yüreğimi ağzıma getirdi. Can havliyle önce sol dizine sonra kasıklarına tekme attım ama bana mısın demedi!
"Bana sökmez böyle şeyler. Ben biliyorum senin de aklın ben de!" korkuyla yutkunup tekme atmaya devam edip diğer elimle yumruk atmaya da başladım ancak karşılaştığım deli gücü ne tekmelerimi ne yumruklarımı hissetmiyordu. Kolumu daha sıkı kavrayıp beni peşinden sürüklemeye başladığında ölecek gibi hissettim.
"Bırak beni!" bunu yaşıyor olamazdım. Bu, bu olmamalıydı. Olmamalıydı...
"Çay mı seversin kahve mi güzel göz? " pişkin pişkin konuşuyordu. Sinirden ve korkudan gözlerim dolunca görüşüm bulanıklaştı.
"İmdat, yardım edin!" bağırtım koca alanda yankılandı. Ben bağırdıkça onun gülüşü büyüdü. Peşinden sürüklerken ayaklarım birbirine dolanıp çamurlaşmış yağmur suyunun birikintisine dengesizce düştüm. Başımı çarpınca kafamın içinde bir uğultu oluştu. Durdu, o pis ellerini ne kadar engellemeye çalışsam da beni tutup kaldırdı. Elleri göğüslerime kayacakken kasıklarına, dizlerine tekme attım ama etki etmedi. Ellerini bedenimden uzaklaştırıp kolumu tekrar sıkıca kavradı. Bana iğrenç bakışlarıyla bakınca tekme atmaktan, yumruk atmaktan vazgeçmedim. Kolum acıdan hissizleşse de çekmeye devam ettim ama bir türlü ondan kurtaramıyordum kendimi.
"Boşuna bağırıp durma. Burada kimse bana karışmaz. Karışamaz!" yürümeye devam ediyordu. Otoparkın arka kısmındaki çıkışa doğru sürüklüyordu beni.
"Ne zannediyorsun sen kendi aşağılık herif! Pislik bırak beni! İmdat, yardım edin duymuyor musunuz?" güldü. O gülüş saf zevkten ibaretti. Kolumu çekiştirmeyi bırakıp tüm gücümle sitilettomun sivri topuğunu baldırına denk getirecek şekilde tekme attım. O gülüşüne ilk defa acı inlemesi karıştı. Eli bir an gevşeyince hızla kendimi çekip koşmak için arkamı döndüm ancak saçlarıma asılan elle nefesim kesildi. O kadar kuvvetli çekti ki saçlarımı çığlığım gökyüzünde çınladı.
"Bu çığlıklarını o güzel bacaklarının arasını neşterimle kesip biçerken atmalıydın çok erken başladın sen!" nefes alamadım. Gözümün önüne üşüşen görüntüler beni diri diri mezara gömdü sanki. Bağırtılarım, çırpınışlarım durmadı. Saçımı zar zor elleri arasından kurtarıp son gücümle elleri arasından kurtulmak için direndim ama koluma yeniden asıldı.
"Çok eğleneceğim seninle çok..." demesiyle tam yüzüne vurup tekrar bağıracaktım ki ensesinden hızla çekilmesi bir oldu. Dengemi kaybedip yeri sertçe boylarken kulaklarım uğulduyordu. Titreyen halimle dönüp baktığımda Cemil'in üzerine çıkmış onu acımadan yumruklayan Yusuf ile karşılaştım...
Gözü dönmüştü. Kemiğin kemiğe çarpma sesi, etin ezilme sesi hepsi kulaklarımda çınlıyordu. Toparlanıp ayağa kalkmaya çabaladım ama bacaklarım bedenimi taşıyamadı. Kalktığım yere geri düştüm.
"Yusuf dur," dedim ancak sesim kısılmıştı. Yutkunup tüm gücümle "Yusuf," diye bağırdığımda bana baktı. Zaten kararmış benzi daha da karardı. Cemil'e daha büyük bir öfkeyle yeniden vurmaya başladı.
"Savcım! Yenge!" Reber'in sesiyle sağıma baktım. Koşarak yanıma geldi. Elleri bana uzanacakken istemsizce reflekse geri kaçındım. Gözleri dehşetle açılmış bana bakıyordu.
"Yusuf, Yusuf'u durdur!" dedim zar zor.
Reber, Yusuf'u durdurmaya çalıştı ama gücü yetmedi. Savcım dedi, dur dedi, Yusuf abi dedi, Yusuf dedi... Yusuf hiçbirini duymadı. Sesleri duyanlar başımıza üşüştüğünde hastanedeki güvenlikler, hastane polisleri bile alamadı Cemil'i Yusuf'un elinden. Polis memurlarından bir tanesi son çare havaya bir el ateş açtığında sıçradım, Yusuf ise durdu. Ellerini Cemil'den çekti. Etrafını, olanları yeni fark ediyormuş gibi görünüyordu. Kararmış gözleri polislerde, Reber de gezindikten sonra bana dokundu.
"Aden," sesindeki korku boğazıma koca bir yumru vurdu. Artık kendinde olmayan Cemil'in üzerinden kalkıp iki adımda yanıma geldi. Önümde diz çöküp ellerini bana uzatacaktı ki gözlerim kana bulanmış ellerine takıldı. Midem kasılınca gözlerimi başka bir yana çevirdim. Yusuf bir an kalakalsa da beni hızlıca kucakladı. Sarsılan bedenimle başıma ani bir ağrı girdi. Alnımın sol yanı sızım sızımlarken başımı Yusuf'un omzuna sakladım.
"Reber, tutuklasınlar şu iti. Ben ilgileneceğim onunla!"
"Tamam sayın savcım... Savcım yengeyi acile götürelim başı," dedi Reber. Yusuf'un gözlerini üzerimde hissettim. Başımın tepesine dudaklarını yaslayıp koşar adımlarla ilerlemeye başladı.
Görüyordum, duyuyordum ancak bir tepki veremiyordum. Ellerim en son böyle titrediğinde Yusuf yıllar önce kollarımda cansızca yatıyordu. Korkum hâlâ benleydi. Gözümde bir sis vardı. Hiçbir şeyi net göremiyordum. Şok geçirdiğimin farkındaydım ama kendime bir türlü yardım edemiyordum.
"Tomografisi temiz. Ancak biz yine de tedbirli olalım. Geceyi burada geçirsin. Şu an ruhsal olarak pek iyi görünmüyor," dedi acil doktorlarından biri. Acile geldiğimizde önce alnımdaki açıklığa müdahale edilmiş sonra da tomografi çekilmişti. Odaya alındığımda da ağrı kesici enjekte edilen serum bağlanmıştı. Doktor, Yusuf'a son açıklamaları yapıp odadan çıktı.
Buğulu bakışlarım odanın beyaz, yer yer kararmış tavanında gezinip duruyordu. Başımdaki ağrı hâlâ yerli yerindeydi ama uğultu kulaklarıma inmişti. Bedenime tuhaf bir hissizlik hakimdi. Dizlerim ve avuç içlerimde düşerken yere sürtündüğü için derin bir yanma vardı.
"Aden," Yusuf'un gölgesi düştü üzerime. Korkunun izi vardı üzerimizde. Benim kadar o da şoktaydı. Parmaklarını serumun bağlı olduğu kolumda hissedince gözlerimi ona çevirdim. Yüzü bembeyazdı. Gözleri kıpkırmızı. Kolumdaki parmaklarıyla aktığının farkında olmadığım gözyaşlarımı sildi.
"Güzelliğim," sesinin titreyişi gözlerimi daha da yaşarttı. O ilk defa böyleydi. Gözleri, dokunuşları, sesi... Yusuf ilk defa böylesine korkmuş, çaresiz ve bilinmezdi.
Gözlerimizi birbirimizden ayırmadan geceyi sabah ettik. Tepkilerimiz donuklaşmıştı sanki. Benim dilim tutulmuş gibiyken Yusuf ilk defa bana nasıl yaklaşacağını kestiremiyordu. Güzelliğim diyordu, karım diyordu, yavrum diyordu ama dudaklarımı bir türlü kıpırdatıp cevap veremiyordum. Ağlamak istiyordum sadece. Kucağında iki büklüm yatıp canım çıkana kadar ağlamak içime dolan bu pisliği kusmak istiyordum...
Sabah hastaneden çıktığımızda ifade vermem için emniyete yol aldık. Reber de bizimleydi. Yusuf beni arabadan indirip hemen göğsüne çekti. Eli elimdeydi. Gözlerini asla üzerimden ayırmıyordu. Emniyete girdiğimizde beni makam odası olduğu her halinden belli olan bir odaya sokup masanın önündeki siyah, deri koltuğa oturttu. Önümde diz çöküp ellerimi avcunun içine aldı. Onunda ellerinin üzerinde küçük açıklıklar oluşmuştu. Göz göze geldiğimizde onun gözlerinde gördüğüm korku canımı daha fazla yaktı. Avucumdaki çiziklere dudaklarını bastırıp bileklerimi öptü.
"Savcım, Başsavcımız geldi," diyerek odaya girdi Reber. Arkasında Tuna ve İsa vardı.
"Tamam geliyorum," deyince ellerine asıldım. Tek kalmak istemiyordum, Yusuf'suz kalmak istemiyordum.
"Bak, hemen karşıdaki odada olacağım bebeğim. Reber ben gelene kadar yanından ayrılmayacak korkma. Hem her taraf polis dolu," ellerimi tekrar öpüp eliyle arkasındaki duvardaki cam bölmedeki yerden karşı odayı eliyle gösterdi.
"Yusuf dediğin an buradayım tamam mı güzelliğim?" gözlerimi kırpıştırdığımda doğruldu. Alnımdaki sızısı dinmeyen yaranın üzerini öpüp geri çekildi. Odadan çıkıp söylediği odaya girene kadar dönüp dönüp bana baktı.
"Yenge su getirdim sana," deyip önümdeki sehpanın üzerine su şişesini bıraktı.
"İçemeyeceksen yardım edeyim mi yenge?" dediğinde gözlerimi Reber'e çevirdim.
"Elim değmez hiçbir yanına yenge. Dokunmadan içiririm," dediğinde çenem titredi. Başımı salladığımda şişenin kapağını açtı. Titremesi geçmeyen ellerimle şişeyi tutup üzerime döke döke bir iki yudum aldım.
Yusuf dönene kadar dakikaları saydım. Dört dakika kadar sonra yanında büyük ihtimalle başsavcı ve emniyet amiriyle geri döndü. Yanıma gelip önümdeki sehpanın oturup ellerimi tuttu.
"Güzelliğim konuşabilecek durumdasın değil mi?" başımı salladım. Yan tarafımızdaki insanlara kısa bir bakış atıp Yusuf'a döndüm.
"Reber hazır mısın?" dedi Yusuf.
"Hazırım savcım," dediğinde ona baktım. İfademi yazmak için kucağında laptop bekliyordu. Gerekli prosedürler yazıldıktan sonra başsavcı benden olayları anlatmamı istedi. Gözlerimi ovalayıp kendime bir iki saniye zaman tanıdım. Sanırım en baştan anlatmam daha sağlıklı olacaktı.
"Pazartesi günü mesai çıkışımda acilden çağrıldım. Bir intihar vakasıyla ilgili. Orada hastayla ilgilendikten sonra hastaneden hemşire Nuran Yıldıran ile çıkış yapacağımız zaman yanıma geldi. Onu ilk defa orada gördüm... Kendisini tanıtıp iyi iş çıkardığımı söyledi ama alaylı bir hali vardı. Bir de dikkatliydi, yani saçlarıma, yüzüme çok ama çok dikkatli baktı. Sanki aradığı bir şeyi bulmuş gibi bir hali vardı," derin bir nefes alıp Yusuf'un elindeki suya uzandım. Sesim kısılmıştı, boğazımsa tahriş olmuştu. Konuştukça acıyordu... Yusuf, suyu içirip dudaklarımı parmak uçlarıyla sildi. Anlatmaya devam edecekken aklıma gelen görüntüyle ağırca yutkundum.
"O gün hastaneden sonra buraya geldik Nuran ile. Buradan çıktıktan sonra merkezdeki balık restoranında yemek yedikten sonra eve geçtim. Apartmana girdiğim an bir araba aşırı hızda evin önünden geçip gitti. Dikkatimi çekti çünkü bizim yaşadığımız yerde çok fazla çocuk olduğundan mahalle sakinleri arabalarını minimum hızda kullanır... Belki de oydu şimdi düşünce..." suyumdan küçük bir yudum daha aldım. Yusuf'un küfürlü mırıldanışları, öfkeli solukları hemen yanımdaydı.
"Sonraki günlerde sürekli karşıma çıkmaya başladı. Başımı çevirdiğim her yerdeydi... Perşembe günü yine otoparkta birden karşıma çıktı. O gün hızlı davranıp arabama binebildim," Yusuf titremeye başlayan elleriyle bana yeniden su içirdi. Titreyişi öfkeden, korkudan, pişmanlıktandı. Biliyordum çünkü o benim Yusuf'umdu. Gözlerini benden kaçırışı, titreyen sesi, elleri... O beni nasıl bilirse ben de onu öyle biliyordum.
"Devam edin," dedi başsavcı.
"Cuma günü ilk öğle arasında çıktı karşıma. Bahçede tek başıma otururken arkamda belirdi. Onu görünce korkup odama geçtim direkt. Sonra da beni otoparkta yakaladı. Hoş bence pazartesinden beri beni adım adım takip ediyordu ama işte dokunduramadım..." bakışlarım Yusuf'a dönünce güven veren gözleriyle karşılaştım.
"Çekinme güzelim anlat," dediğinde dudaklarımı ısırdım.
Yine arabamın önünde çıktı karşıma. Bana sıkkın göründüğümü onunla paylaşabileceğimi söyledi. Sonra beni yemeğe davet etti. Ormanda güzel bir mekân varmış bildiği. Çok ısrarcıydı, oranın bana iyi geleceğini iddia edip durdu. Ben reddettikçe de özünü ortaya çıkardı..." Tuna'nın araya girmesiyle sustum.
"Orman mı? Ormana götürmek istedi seni?" başımı usulca salladım.
"Devam et Aden," dedi başsavcı yeniden. Ona dün olanları tüm detaylarıyla anlattıktan sonra beni en korkutan anı daha fazla dayanamadığımdan ağlayarak anlattım.
"Bana... Ben..." kelimeleri toparlayamayınca Yusuf elimi okşayıp yeniden su içirdi.
"Sakin ol güzelliğim. Sakince tamam?" burnumu yüzümdeki yaşlarımı sildim. Yusuf'un elini sıkıca tutup beni bu denli korkutan o cümleyi dile getirdim.
"Çığlık atınca henüz erken olduğunu, neşteriyle bacak aramı deşerken..." yüzümü Yusuf'un göğsüne yaslayıp ağlayışımı susturdum.
"Ha siktir!" diye bir nida yükseldi birinden. Sanırım İsa'ydı. Herkesten özür diledikten sonra "Sayın savcım şey," dedi. İsa'nın endişeli sesiyle Yusuf'un göğsünden çekilip ona baktım. Benden gözlerini kaçırıp Yusuf'a ve diğerlerine baktı.
"Geveleme İsa!" diye bağırdı Yusuf tahammülsüz bir halde.
"Bu sabah ben Erdem'le görüştüm savcım. Sıkıştırayım elini çabuk tutsun diye. Şey bu ormandaki maktuller hakkında yeni bir bilgi verdi," herkes gergince İsa'ya bakarken Tuna sabırsızca "yeri mi İsa?" diye azarladı onu.
"Sanırım sırası komiserim," deyince Yusuf kızgınca "tamamla şu cümleni artık!" diye söylendi. İsa gözlerini benden yine kaçırdı.
"Sayın savcım dışarıda size izah etsem. Sanırım aradığımız adamı bulduk," dediğinde Yusuf ayaklandı. Başımın üzerine bir öpücük kondurup başsavcıya kısa bir bakış atıp dışarı çıktı. Tuna, amir ve diğerleri de peşlerinden çıktılar. Odada bir ben, Reber ve başsavcı kaldık.
"Biz devam edelim Aden bitmek zaten," dedi başsavcı. İfademi tamamlarken gözüm camdaydı.
"Geçmiş olsun Aden. Biz gerekli işlemleri halledeceğiz merak etme," dedikten sonra başsavcıda odadan çıktı. Reber'le göz göze geldiğimizde dudakları titredi. Sanırım dışarıda neler döndüğünü tahmin edebiliyordu.
Ondaki bakışlarımı tekrar cama çevirdiğimde Yusuf'la gözlerimiz kesişti. İsa ne dediyse Yusuf'un beti benzi daha da beyazlamıştı, alnındaki terleri buradan bile fark edebiliyordum. İsa'ya bir şeyler dedi. İsa ise anında Yusuf'un yanında durup elindeki telefonundan Yusuf'a bir şey gösterdi. Telefonda ne gördü bilmiyorum ama yutkunuşunu fark ettim, çenesi kaskatıydı fakat dudağının titreyişi aramızdaki mesafeye rağmen belli ediyordu kendisini. Yerimde daha fazla duramadım. Ayaklanıp titreyen dizlerimi aldırmadan odadan çıktım ve yanlarına gittim.
"Ne oluyor?" dediğimde yutkundu. Ortamdaki herkes gözlerini benden kaçırıyordu.
"Yusuf teşhis etmeli," dedi emniyet amiri. Yusuf öfkeli soluklarla ensesini ovalayıp arkasına kısa bir bakış attıktan sonra İsa'nın elindeki telefonu alıp iki adımda yanıma geldi.
"Sana bir robot resmi göstereceğim," dediğinde aklıma adliyede görmek istediğim robot resmi gelince gözlerim Tuna'ya kaydı. Bendeki kaçamak bakışlarını farklı bir yöne çevirip yutkundu.
"Kimin robot resmi?" dediğimde gözlerini benden kaçırdı. Aklıma gelen şey tüylerimi diken diken ederken kuruyan dudaklarımı ısırıp cevap vermesi için gözlerine baktım.
"Yusuf," deyip derin bir nefes alıp verdim.
"Aradığınız katilin robot resmi mi?" dedim korkarak. Ağırca yutkunup başını salladı. İkimizin de gözleri dolu doluydu. Yusuf, bana telefonu çevirdiğinde gördüğüm robot resmiyle beynimden vurulmuşa döndüm. Dizlerimdeki titremeler artıp bedenimi sarstığında yalpalandım. Yusuf anında belime sarılıp beni düşmekten son anda kurtardı.
"Yusuf bu, bu o!" dedim. Göğsüm şiddetle çarptı. Nefes almakta zorlanınca Yusuf'a tutundum. Yusuf endişeyle bana bakıp beni hızlıca kucaklayıp bir pencerenin kenarına götürdü. Pencereyi açıp yüzümü dışarıya çıkarıp saçlarımı geriye doğru taradı.
"Reber su getir!" diye bağırıp yanaklarımı okşayıp gerdanımı ovaladı.
"Sakin ol, yavaşça nefes al güzelliğim, haydi bir tanem yavaş yavaş!" ben bana takılmasının sebebi sapıklık zannederken o Yusuf ve emniyetin aradığı seri katildi. Yeni kurbanı olarak beni seçmişti... Orman... Beni, Yusuf'u gecenin beşinde ansızın arayıp çağırdıkları ormana götürüp öldürecek miydi? Öldürmeden önce kim bilir neler yapacaktı? Allah'ım... Ben neyden kıl payı kurtulmuştum böyle?
"Bir şey yok bebeğim. Bir şey yok tamam mı Aden? Bak buradasın güzelliğim benim yanımda, kollarımın arasındasın. Buradasın, buradasın, yanımdasın..." Yusuf'a çevirdim bakışlarımı zar zor. Onunda benden aşağı kalır bir hali yoktu ama benim için güçlü durmaya çabalıyordu.
"Savcım," Reber'in uzattığı suyu yavaşça içirdikten sonra elini ıslatıp yüzümde, boynumda gezdirdi. Şakağıma dudaklarını yaslayıp minik dokunuşlarla öptü. Kalbinin atışını hissettiğimde elimi kalbinin üzerine başımı da göğsüne yasladım.
"Ya gelmeseydin Yusuf?"
Beni saran bedeni kaskatı kesildi. Yeni bir gerçekle daha yüzleşti belki de. Eğer dün gelmeseydi ya da bir dakika bile geç gelseydi ben şimdi onun kolları arasında olamayacaktım. Kim bilir belki bir ağacın dibinde bulacaktı beni ya da öylesine gelişi güzel kazılmış mezarda. Belki de hiç bulamayacaklardı... Kanım çekildi, başımın ağrısı büyüdükçe kulağımdaki uğultu hiç acımadan yükseltti sesini.
Pencerenin önünde dakikalarımızı tükettikten sonra başka bir polis memuru geldi yanımıza. Amire ve başsavcıya şüphelinin sorgu için hastaneden getirildiğini söyleyince Yusuf beni hiçbir şey söylemeden yine Reber'e emanet etti ve gözü kimseyi görmeden gitti.
"Gidin şunun peşinden!" diye bağırdı başsavcı.
Reber ile yeniden odaya döndüğümüzde oturamadım yerimde. Oda da dolanıp durdum. Pencereyi açıp derin derin nefes aldım, su içtim, Reber'le konuşmaya çabaladım ama yetmedi. Aklım ondaydı. Topukluların üzerinde daha fazla duramayınca oturdum. Reber'in gözü hep üzerimdeydi ama onunda şu an Yusuf'un yanında olmak istediğine emindim. İkimizde o adama zarar vermesin korkuyorduk aslında. Başını yakıp mesleğini tehlikeye atmasından deli gibi korkuyordum, korkuyorduk.
"Reber, git bak Yusuf'a. Kötü bir şey yapmasın..."
"Yenge ben yanından ayrılamam senin!" dedi. Emir büyük yerdendi tabii.
Sıkıntıyla oflayıp boynumu ovaladım. Üstüme üstüme geldiğinden daha fazla burada kalmak istemiyordum. Evime gidip temizlenmek sonra da kızımla Yusuf'un kolları arasında uyumak istiyordum. Bakışlarımı kucağımdaki ellerim indirip avuçlarımdaki çiziklere baktım. Acımıyorlardı ama bana dünü hatırlatmaktan da geri durmuyorlardı. Avuçlarımdaki emarelere dalıp gidecekken dışarıdan gelen gürültüyle irkildim. Başımı kaldırıp anında camdan baktığımda Yusuf'u gördüm. İsa ve bir polis memuru onu zor zapt ediyordu. Küfürleri tüm büroda çınlarken hıncını alamayıp önüne çıkan her şeye tekme savuruyordu. Odadan koşarak çıkıp yanına gidecekken Reber engelledi. Önüme geçip Yusuf'a yaklaştı ve onu sakinleştirmeye çalıştı ancak etki etmedi. Yusuf etrafı dağıtıp küfretmeye devam etti. Duvarları tekmeleyip yumruklamaya başladığında "Yusuf!" diye sesimin elverdiği kadarıyla bağırdım.
"Yusuf," dedim gözlerinin içine bakarak. Sol gözünden bir damla yaş hızlıca akıp gitti. Sanki aramızda görünmez bir engel vardı. Ne o ne ben bir adım dahi atamadık birbirimize. O öfkesinden çekindi ve ben acıyan yerlerinden.
"Yusuf savcım, Aden kızımızı da al evine git. Biz gerisini hallederiz, aklın kalmasın..." Yusuf omzunun üzerinden başsavcıya baktı.
"Karının sana ihtiyacı var evlat. Evinize gidin!"
Evimize geldiğimizde Yusuf beni merdivenlerin başında kucağına alıp yukarıya öyle çıktı. Yatak odamıza girdiğimizde beni yatağa oturtup önümde diz çöküp ayakkabılarımı çıkardı. Önce dizlerimi sonra da üst bacaklarımın üzerini öpüp gözlerime baktı.
"Yıkayayım seni," dedi. Başımı salladığımda koltukaltlarımdan tutup kucakladı bedenimi. Odamızdaki banyoya girdiğimizde beni küçük lavabo tezgahına oturttu. Alnımdaki sargıya dudaklarını bastırdı. Sırayla şakaklarımı, gözlerimi, burnumu yüzümün her yanını öptükten sonra banyodaki küveti hazırlayıp yanıma geldi.
"Çıkarıyorum yavrum," dedi.
Ses etmedim, önce gömleğimi çıkardı. Tezgâhtan indirip pantolonumu çıkarttıktan sonra iç çamaşırlarımı da yavaşça çıkarıp kendi soyundu. Önce beni soktu küvete sonra kendisi girdi. Duş başlığını alıp arkama oturdu. Beni yamacına çekti. Önce saçlarımı yıkadı sonra bedenimi. Beni kendine döndürüp dizlerimi, avuçlarımı öpe öpe yıkadı.
"Acıyor mu güzelliğim?" parmakları avuçlarımdaki çiziklerde dolanıyordu.
"Acımıyor," dedim. Gözlerini mavilerimde dolandırdı. Elindeki banyo süngerini yanaklarımda gezdirip, boynumu, gerdanımı köpükledi. Gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmıyordu. Belki de ettiğimiz o kavganın üzerinde bu olayı yaşadığımız içindi bu uzaklığımız. Bedenlerimiz iç içeydi ama... Aması işte...
Banyodan çıkıp odaya geçtiğimizde Yusuf önce anlımdaki sargıyı yeniledi. Sonra üzerimi giyindirdi. Yanıma gelip elindeki havluyla saçlarımı tutam tutam sevip kuruttu. Parmaklarının uçlarını saçlarımın diplerinde gezdirip acımı almaya çalıştı. Geride bıraktığı her tutama buselerini kondurdu. Taradı, kuruttu, ördü. Eskiden sevinçle yaptığı bu eylem şimdi derin bir sızıydı ikimizde de.
"Çorba yapayım, içeriz değil mi güzelliğim?" başımı olumsuzca salladım.
"Uyumak istiyorum," dediğimde ısrar etmedi. Beni yatağa yatırdığında elini tuttum.
"Kızım?"
"Sıla'da. İlgilenmesini istemiştim. Getirsin mi?" dediğinde başımı salladım. Sıla'yı arayıp Patrişka'yı getirmesini rica etti. Dakikalar sonra Patrişka göğsümdeydi. Patilerini boynuma yaslamış çenemin altını yalayıp miyavlıyordu.
"Özlemiş annesini," Yusuf'a çevirdim bakışlarımı. Odanın girişinde ayakta durmuş öylece bizi izliyordu. Yanımıza gelmesi için elimi uzattım. Onun koynunda daha huzurlu olacaktım. İsteğimi ikiletmedi, ona uzattığım elimi tutup öptükten sonra yanımıza uzanıp bizi kendisine çekti. İşte şimdi ait olduğum yerdeydim.
Sürekli sıçrayıp durduğum, kabuslar yüzünden terler içinde bazen çığlıklarla uyandığım bir uykuydu benim için. Göğsümdeki Patrişka'nın sıcaklığı ne Yusuf'un huzur kokan göğsü beni o kabuslardan kurtaramadı. Her seferinde bir ormanın içinde o adamdan kaçarken buluyordum kendimi. Yusuf her defasında beni sakinleştirip sıkıca sarıp öperek yeniden uyutuyordu beni. Şimdiki uyanışım kâbus yüzünden değildi ama. Kulağıma ufaktan çalınan seslerdendi. Yatakta tektim, Patrişka makyaj masamın önündeki puf koltukta uyuyordu. Yusuf ise yoktu. Etrafıma bakınınca gece olduğunu fark ettim. Odanın lambası çok kısık seviyede açılmıştı. Yatakta doğrulup Yusuf diye sesleneceğim zaman bir şeylerin kırılma ve hıçkırığa benzer ses duydum. Gözüm odadaki banyoya kaydığında kapısının kapalı olduğunu fark ettim. Ancak ışığı yanıyordu. Yataktan kalkıp banyoya ilerledim. Önünde durduğumda içerideki sesleri daha iyi işittim. Duyduğum her kelime, her ses kalbime bir hançer sapladı sanki. Gözyaşlarımda beni yalnız bırakmadı.
"Allah belamı versin... Allah belamı versin!" Yusuf kendisine kızıyordu. Bana kızdığı için, kavga ettiğimiz için, beni ciddiye almadığı için kendisini işine kaptırıp beni ihmal ettiği için kendisini suçluyordu. Kapıyı usulca açıp içeri girdim. Aynası kırılmış lavabo tezgahının önündeydi. Ellerini tezgâha yaslamıştı. Başı önüne eğikti, ağlıyordu.
Yusuf ağlıyordu.
Yanına gittim. Ellerimi bedenine sarıp başımı beline yasladım. Ağlaması daha da şiddetlendi. O ilk defa hıçkırarak ağlıyordu bense sessizce döküyordum gözyaşlarımı. Ellerimin üzerine ellerini yasladığında sıcak bir ıslaklık hissettim. Avuçları kanıyordu. Sırtını, kürek kemiklerinin tam ortasına dudaklarımı yasladım.
"Buradayım Yusuf," dedim. Beni şimdi anlıyordu. Yıllar önce o harabe inşaatın orta yerinde benim ne yaşadığımı, acımı, korkumu şimdi daha iyi anlıyordu.
"Yaşıyorum sevgilim, yaşıyorum korkma," dedim gözyaşlarımın arasında. Çenem dişlerimi birbirine çarptıracak kadar kuvvetle titriyordu.
Kollarımın arasında dönüp yüzüme baktı. Suratı allak bullak idi. Titreyen çenem pek yardımcı olmasa da ağlamaktan kıpkırmızı olduğuna emin olduğum gözlerimle gülümsedim ona. Ellerini tutup kanla dolmuş avuçlarını öptüm. Öyle bir bakıyordu ki bana daha da çok ağlamak istiyordum.
Lavaboya yönelip suyu açtım. Ellerini yıkayıp havlularla tampon yapıp sardım. Kanı durana kadar bunlar iş görürdü. Yusuf beni durdurup hâlâ akan suyla parmaklarını ıslatıp dudaklarıma bulaşan kanını temizledi. Gözlerimiz yine birbirine adılı kaldığında Yusuf ansızın yeniden ağlamaya başladı.
"Sadece bir iki dakika... Sadece o kadar... Yetişemeseydim..."
"Yetiştin ama. Biz birbirimize hep yetiştik Yusuf. Hep yetişeceğiz," dediğimde ağır ağır başını salladı. Kollarını açtığında tereddüt etmeden sarıldım ona. Sıkıca sarıp, kalbinin üzerini defalarca kez öptüm. Dün yaşadığımız korkunun üzerine bugünkü olanlar eklenince daha da sarsılmıştık. Dünden kalan emareler artık hayatımızın bir köşesinde emaneten bizimle birlikte yaşayacaktı.
"Özür dilerim, özür dilerim güzelliğim... Sana şu bir haftada yaşattığım, hissettirdiğim her şey adına çok özür dilerim!"
Hiçbiri umurumda değildi. Dün o adamın kurbanıyken düşündüğüm tek kişi Yusuf'tu. Onu bir daha görememekten, sesini duyamamaktan, tenine dokunmayıp ruhunu hissedememektendi köpek gibi korkmam. Ölümü hep onun yanında, kollarında huzurla hayal ederken onsuz öleceğimden korkmuştum... O korkunun yanında özür dilediği konunun gözümde değeri yoktu. Önemsizdi, gereksizdi. Önemli olan bu andı. Ona sahip olduğum, bana sahip olduğu birbirimizi tüm duygularımızla, korkumuzun harmanladığı aşkımızla birbirimizi sarmalamamızdan daha önemli bir şey yoktu...
* * *
Yorumlar