ADEN 91. BÖLÜM AİDİYET

 91. AİDİYET

ADEN UYGUROĞLU TORAL / ARALIK 2026

Yaşadığım o kâbus günlerinin üzerinden geçen on günde korkum büyük bir oranda dinmişti ancak ani sıçramalar ve temaslardan kaçınma dürtüm hâlâ benimleydi. O adam çok hızlı bir şekilde ara mahkemeyle yargılanmış ve asıl mahkemeye kadar tutuklu olmasına karar verilmişti. Robot resim yayımlandıktan sonra birkaç kadın daha şikâyette bulunmuştu. Kapalı kapıların ardında Yusuf ve çalışma arkadaşları ağırlaştırılmış müebbet cezasına kesin gözüyle bakıyorlardı.

Yusuf'la banyoda yaşadığımız yoğun duygu boşalmasının ardından kendimi yeniden kabuğuma çekmiştim. Şoku atlatıp korkum dindikçe de kırgınlığım ve kızgınlığım yeniden ayyuka çıkmıştı. Bu kırgınlığım öncesinde hissetmediğim kadar yoğun ve şimdiye dek yakmadığı kadar yakıcıydı... Beni kucağında bebek misali uyuttuğu gecenin sabahında Yusuf'a karşı olan soğuk tutumum onu fazlasıyla afallatmıştı. Yüzüne baktıkça o kadının "Yusuf!" deyişleri kulağımda çınlamaya devam ettikçe de bu soğukluğum, tavırlarım değişmeyecekti.

"Akşam ben alacağım yine güzelliğim. Ben gelene kadar odanda bekle tamam mı?" arabanın arka koltuğuna bıraktığım çantalarımı alıp "iyi çalışmalar," dedikten sonra arabadan inip hastaneye doğru yürüdüm. Yusuf'un ben içeri girene kadar gitmeyeceğini bildiğimden adımlarımı hızlandırdıkça hızlandırdım.

"Hocam günaydın," polikliniğinin hemen girişinde Nuran karşıladı beni.

"Günaydın Nuran. Her sabah beni böyle kapılarda karşılamana gerek yok. Hem bu görevin falan da değil senin," dedim birazda azarlayarak.

"Ama ben sizin hemşirenizim," dediğinde gözlerimi devirdim.

"Hemşirenin görevi hastalarla ilgilenmek, doktorları kapıda karşılayıp odasına kadar eşlik etmek değil," dedim sert bir tonda.

"Tamam, anlaşıldı hocam..." dedi çok uzatmadan. Odanın önüne geldiğimizde kol saatime baktım. Hastalar koridorları çoktan doldurmuştu.

"Daha yirmi dakikamız var, gel kahve yapayım sana," dediğimde güldü.

"Yani bana laf ediyorsunuz hocam ama sizde bana kahve yapıyorsunuz," dedi.

"Ben yaparım. Geç haydi," odanın kapısını açıp önden girmesi için yol verdim. Hastalara dönüp saat dokuzda mesainin başlayacağını söyleyip Nuran'ın peşinden odama girdim. Üstümdekileri çıkarıp beyaz önlüğümü giyindikten sonra Nuran'ın çoktan hazır ettiği malzemelerle ikimize bol köpüklü Türk kahvesi yaptım.

"Vallahi Yusuf Bey iyi ki aldı makineyi. Sayesinde sizin kahvenizin müptelası oldum beş günde," dediğinde tebessümle başımı salladım. Yusuf on gündür beni bırakıp aldığından masamdaki kağıtlardan birinde kahve makinesi al notumu okuyunca hiç beklememiş o günün akşamında bana makine almıştı. Benim erteleyip durduğum şeyi onun tek seferde alması elbette hoşuma gitmişti. Bir de üstüne fincan ve çeşit çeşit kahvede alınca bayağı keyiflenmiştim ama bunu Yusuf'a hiç belli etmemiş üstelik neden alıyorsun diye de cırlamıştım.

"Ellerinize sağlık hocam şimdi kendime geldim vallahi," deyip ayaklandı. Fincanını odadaki lavaboda yıkayıp ayaklı askılığın yanındaki küçük dolaba koydu.

"İlk hastanızı alıyorum iki dakikaya," deyip odadan çıkınca bilgisayardaki randevu listesine göz attım. Yoğun bir gün yine beni bekliyordu.

Hastalar su misali akıp giderken peşlerinde zamanı da götürdüler. Günü yine akşam edip hazırlanmış Yusuf'u beklerken telefonda alışveriş sitelerine girmiş boş boş dolanıyordum. Beğendiğim birkaç parçanın detaylarına bakarken kapı çalınıp açıldı.

"Güzelliğim," diyerek içeri girdi Yusuf. Ona göz ucuyla bakıp ayaklandım. Çantamı alıp yanına gittiğimde odaya girmeden iki adımda geriledi. Odadan çıkıp kapıyı kilitledikten sonra ona bakmadan önden önden yürüdüm.

"Mavişim, ben bugün seni ekstra kızdıracak bir şey mi yaptım?" dediğinde omzumun üzerinden baktım ona. Yapmamıştı, sürekli mesaj atmış, nerede kimle olduğunu da yazmıştı. Ama sanırım bugün üst üstte aldatıldığı için kendini kaybetmiş insanlarla bir araya gelmek Yusuf'a olan hıncımı yeniden diriltmişti.

"Yok," dedim geçiştirircesine.

Peş peşe yürüyüp arabaya ilerledik. Yusuf kapımı açıp yerleşmemi bekledikten sonra kemerimi bağlayıp kendi tarafına geçti. Arabanın içi fazlasıyla sıcaktı. Filiz annemin ördüğü kırmızı atkımı çıkartıp çantamla birlikte arkaya bıraktım.

"Dışarıda yiyelim mi bu akşam bebeğim?" diye sordu. Fazlasıyla makuldü.

"Olur, ama balık istemiyorum..." dediğimde başını sallayıp arabayı çalıştırdı.

Yusuf beni merkezdeki esnaf lokantalarından birisine getirdiğinde önce bir şaşırdım. Pek takıldığımız mekanlar gibi değildi. İçeride sadece adamlar vardı. Ben etrafı izlerken Yusuf belimi sarıp boş masalardan birisine ilerledi. Oturduğumuzda etrafı yeniden inceledim. Samimi, sıcak bir ortamı vardı.

"Arada geliyoruz Reber'le, polis arkadaşlarla güzel yemekleri," dediğinde mekâna duyduğum samimiyet tuz buz oldu.

"Polis arkadaşların demek, -lar eki biraz çoğul oldu bence," derin derin soluklanıp garsona el kaldırdı.

"Mercimek?" başımı salladım.

"Koçum bize önden mercimek, sonra ana yemekte ne varsa yanında da bol ekşili salata getiriver. Birde ayran," dedi Yusuf.

"Hemen abim," dedi garson çocuk. Yanımızdan gidene kadar arkasından bakıp önüme dönüp Yusuf'a baktım.

"Sık sık geliyorsunuz anlaşılan?" dediğimde başını salladı.

"Yani İsa, Reber falan sık sık geliyormuş ben de geldim birkaç kere," dedi. Mırıldanıp başımı salladım. Arkama yaslanıp kollarımı göğsümde bağladıktan sonra kıstığım gözlerle baktım yüzüne.

"Kesin yanında Tuna gereksizi de vardır," dediğimde tükürüğü boğazına kaçtı.

"Helal," dedim. Öksürüklerini dindirip nefeslendi.

"Aden uzamadı mı güzel karım bu mesele?" dedi bıkkınlıkla. Ensesini ovalayıp durdu.

"Yooo!" dedim umursamadan.

Arkama yaslanıp tırnaklarımla oynamaya başladım. On gündür kuaföre de gitmemiştim. Hafta sonu en iyisi Sıla'yı da peşime takıp Şirin ablaya gitmekti. Tırnaklarıma bakarken sırıttım. On gün önce katledilmekten kıl payı yırtan ben değilmişim gibi, kocama darılmamışım gibi durmuş tırnaklarımı düşünüyordum.

"Yavrum daldın gittin?" bakışlarımı Yusuf'a kaldırıp baktım.

"Hiç," kollarımı göğsümde bağlayıp bacak bacak üstüne atarak biraz kaykıldım. Ayağım bacağına çarpınca sırıttı eşek herif. Yayılarak oturup bacağını ayağımı sürttü. Çizmemin ucuyla dizine vurunca daha da sırıttı.

"Bak bir de sırıtıyor ya!" diye çemkirince dudaklarını birbirine bastırıp bana alttan bakışlar attı.

"Sen hep böyle kızgın kızgın bak bana yavrum," dediğinde gözlerimi devire devire bir hal oldum. Çorbalar neden gelmedi diye dönüp arkama baktığımda Reber ve İsa'nın gülüşerek restorana girdiğini fark ettim. Reber boş masa için etrafına bakınınca elimi kaldırıp adını seslendim. Bizi fark eder etmez yanımıza gelip selam verdiler.

"Otursanıza, birlikte yiyelim," dediğimde Yusuf'a baktılar.

"Oturun dedim," Yusuf onay vermiş olacak ki İsa benim yanıma Reber Yusuf'un yanına geçip oturdu.

"Eyvallah yenge," dediler peş peşe. Sonra Reber elini havaya kaldırıp salladıktan sonra "Memo koçum bize mercimek yolla!" diye bağırdı.

"Savcım kusura bakma," dedi İsa. Reber de hemen destekledi İsa'yı. İkisine ters ters bakınca önlerine döndüler. Akılıma Nuran gelince İsa'ya baktım.

"İsa sen hep dışarıda mı yemek yersin?" diye sordum.

"Ara sıra yenge. Nuran'ım pek izin vermez," deyince gülümsedim. Kardeşine fazla düşkün bir abi olduğunu Nuran her seferinde dillendirirdi.

"Biz burada o evde bir başına olmaz. Ara gelsin," dediğimde tekrar Yusuf'a bakacaktı ki "Ara dedim," diye bastırarak konuştum.

"O zaman arayayım ben gözümün nurunu," deyip masadan kalktı İsa. O kalkınca gözüm gülümsemesini zor tutan Reber'e kayınca ona göz kırptım. Dudaklarının kıvrılışına ister istemez gülünce Yusuf dönüp Reber'e baktı. Elini ensesine vurup çocuğu sarstı.

"Aslanım hayırdır?" dedi Yusuf muzip bir tavırla.

"Yok bir şey savcım," dedi Reber utanarak.

"Haydi lan oradan," Reber, yardım isteyen bakışlarını bana çevirince Yusuf'un dizine vurdum.

"Rahat bırak çocuğu," Yusuf gülerek Reber'i bir kez daha sarsıp elini kolunu çekti.

"Çağırdım yenge. Bizzat sizin çağırdığınızı da ilettim. Çok sevindi..." birden duyduğum İsa'nın sesiyle yerimde korkuyla sıçradım. Ani seslere ve temaslara karşı panikatağım gelişmişti. Yusuf hemen elimi tutup önündeki açık çene suyunu bana içirdi.

"Yenge özür dilerim ben birden boş bulundum bağırdım," dedi İsa. Aslında normal konuştuğunda da bağırıyormuş gibiydi İsa'nın sesi. Zaten mesele bağırması değildi benim beklemediğim bir anda hemen arkamda olup bağırmasıydı.

"Sorun yok İsa. Ben boş bulundum bir an," dedim. Tekrar özür dileyip arkasını dönüp "Memo kardeşim gelecek o zaman getir yemekleri," diyerek tekrar masaya oturdu.

Nuran geldiğinde onu unutmadığım için özellikle bana teşekkür edip abisine onu unuttuğu için şakayla karışık sitem etti. Birbirilerine fazla düşkün olduklarından bu tarz şeylere hem cidden takılıyor hem de takılmıyor gibiydiler. Bu durumu tam olarak yansıtabileceğim bir kelimem yoktu. Emir ve ben de böyleydik...

Çorbadan sonra biz Nuran ile köfte pilav isterken Yusuf ve diğerleri etli kuru fasulye istediler. Çok iştahlı yediklerini görünce Yusuf kaşığını bıraktığı gibi alıp fasulyeden bir kaşık aldım. Tadı güzeldi ama yemek içinde sipariş ettirecek kadar değildi. Kaşığı tekrar tabağın kenarına bırakıp kendi tabağımdan bir köfteyi çatalıma batırıp ona uzattım.

"Ah ah... Ne aşklar var görüyorsun değil mi abi?" dedi Nuran derin bir iç çekişle. Melül bakışlarla bize bakıyordu. O bize, Reber ona.

"Maşallah de abim, nazar falan değdirmeyelim şimdi durduk yere," dedi İsa. Gülesim geldi ama tuttum kendimi.

"Değen değdi de neyse," dediğimde Yusuf'un öksürüğünü işittim. Ona göz ucuyla bakıp ayranımı içtim.

"Helal savcım helal," dedi Reber. Bir yandan da sırtını sıvazlıyordu. Ayranı bırakmadan bedenimi İsa ve Nuran'a doğru çevirdim. Onları merak ediyordum esasen.

"Sizin nasıl bir hikayeniz var?" dedim direkt konuya dalarak.

"Vallahi doktor hanım yenge bizim sizin gibi esaslı bir hikayemiz yok. Doğma büyüme buralıyız, çiftçi bir ailenin iki çocuğuyuz," dedi İsa. Kısa ve özdü.

"Şey hocam, biz yeni gelecek doktorun adını yani sizi öğrenince ister istemez araştırdık. Medyadan biliyoruz hayat hikayenizi," dedi Nuran.

"Sorun yok tatlım," dedim.

Aslında düğünümüze kadar bizimkiler benim ve Güneş hakkında herhangi bir haber yapılmasını hep engellemişlerdi ancak buna artık gerek olmadığını söyleyince düğünle birlikte tüm hikayemiz medyaya saçılmıştı. Zaten tüm çevremizin, sosyetenin, Artvin'in bildiği gerçeklerdi. Bizi tanımamış insanlarında bilmesinde bir sakınca yoktu.

"Düğün haberlerinizi güzelliğinizi izlemekten okuyamamıştım. O gelinliğiniz, prensesler gibiymişsiniz," dedi Nuran. Beğenisi sesine, gözlerine yansımıştı. Aysel Hanım o kadar iyi bir gelinlik yapmıştı ki uzun süre sosyetede ve medyada konuşulmuştu.

"Daha güzellerine sahip olursun inşallah," dediğimde "amin," dedi.

"Biraz daha büyüsünde doktor hanım yenge ondan sonra inşallah," dedi İsa.

"Aden, İsa. Adım Aden," dediğimde Yusuf'a kaydı gözleri.

"Şey biliyorum da hani böylesi daha makbul diye... Yenge mi diyeyim ne diyeyim?" dedi.

"Yenge olur," dediğimde başını salladı.

"Olur, eyvallah yenge," gülüp başımı sağ sola salladım.

Yemek yedikten sonra çayda içip evlere dağılmak için ayaklandık. Nuran'la çıkmadan önce lavaboya gittik. Lavabodan çıkıp çıkışa ilerlediğimizde onları kapının önünde konuşurken duyunca duraksadım. Nuran da ben durunca durdu.

"Yenge haklı savcım," dedi İsa.

"Ulan daha konu ne bilmeden ne yorum yapıyorsun?" diye azarladı Yusuf.

"Bilmeme gerek yok savcım. Ben görünce anlarım haklı yengemiz," İsa'nın cevabına gülümsedim.

"Savcım, kadınlar sever ya inci boncuk hediye falan alıp gönlünü mü hoş etseniz?" dedi Reber. Sesi fazla kararsız çıkmıştı.

"Karımın kalbini kırdım Reber. Karım kırgınlıklarını inci boncukla unutup yok sayan bir insan değil," dedi ümitsizlikle. Bana ilk defa ulaşamıyordu. İlk defa kırgınlığımı, mutsuzluğumu dindiremiyordu.

"Hocam, iyi misiniz?" Nuran'a dönüp başımı salladım.

"İyiyim, çıkalım haydi..."

Eve geldiğimizde uyuyana kadar sadece Patrişka ile vakit geçirip ara ara Emir ve Güneş'le ayrı ayrı görüşmeler yaptım. Yusuf her an yanımdaydı. Salondaysam salonda, mutfaktaysam mutfaktaydı. Gece ilerlediğinde Patrişka'yı yatağına bırakıp odaya çıktım. Pijamalarımı giyinip yatağa girdiğimde Yusuf'ta yanımdaki yerini aldı.

Ona sırtımı dönüp cenin pozisyonunda uyumaya çalıştım. Yusuf'un bedenin sıcaklığı hemen ardımda, nefesi saçlarımdaydı. Dudaklarımı ısıra ısıra kendimi zorla uyuttum. Gece Yusuf'u hissettikçe kaçtım ondan.

Geçip giden iki gün hastanede fazlasıyla hareketliydi. Yusuf'un önderliğinde hastanede o adam yüzünden geniş çaplı bir soruşturma sürdürülüyordu. Hakkında bir sürü suç dosyası olan, şikâyet olan bir adamın nasıl olurda hastanede göreve başlayabilir sorusuna cevap arıyordu ancak o soruların cevabını kendi adalet sarayında araması gerektiğini söylemiştim. Sonuçta o adamı insan içine salan onun meslektaşları sıkı sıkıya bağlı olduğu yasaları ve kanunlarıydı.

"Markete şimdi mi gidelim hafta sonu mu?" dalıp gittiğim yoldan sıyrılıp başımı ona çevirdim.

"Hazır yoldayken halledelim," dedim.

Markete gidip alışverişimizi yaptık. Yusuf yılbaşı süslerinin olduğu kısımda ağaç alalım deyince onayladım onu. Uzunlarından bir ağaç alıp çeşit çeşit süs aldı. Normalde bu tarz şeyleri arayan birisi değildi Yusuf. Benim sevdiğimi bildiğinden aldığına emindim.

Eve geldiğimizde aldıklarımızı yerleştirdikten sonra Yusuf ağacı kuralım diye ısrar etti. Salonun balkon kapısı ve kolonun arasındaki boşluğa ağacı yerleştirip süslerini takmaya başladık. Süsler elimdeydi ama hiç hevesim yoktu. Yusuf belki bir iletişim kurarız amacıyla heveslenmişti bu işe ama kendisini tamamen kapatmış olan benliğim hiçbir şeyden tat almıyordu. Elimdekileri yere bırakıp Yusuf'a bir şey demeden salondan çıkıp odaya çıktım. Banyoya girip kapıyı kapattıktan sonra ne yapacağımı şaşırdım. Duşa mı girsem yüzüme su mu çarpsam bilemedim.

"Aden?" Yusuf'un sesini işitince kapının kilidini çevirdim.

"Duş alacağım," diye bağırdım. Bir şey demedi ama seslerden anladığım kadarıyla kapının önüne oturmuştu. Lavaboya ilerledim musluğu açıp soğuk suyla yüzümü, ensemi ıslattım. Yüzümü kurularken aynada karşılaştığım kendimle çenem titredi. Sanki bunca zaman tolere ettiğim, üstünü kapattığım, içimde unutup gittiğim tüm kırgınlıklarım saklandıkları yerden ağır adımlarla boğazıma dizildi. Karşılaştığım gerçek beni daha da üzdü, kırdı, parçaladı.

Lavabo tezgahından uzaklaşıp kapının dibine çöktüm. İçim öyle hınçla doluydu ki ne kadar ağlasam, bağırsam geçmeyecek gibiydi. Burnumu çekip yüzümü koluma gömdüm ama iç çekişlerimi bastıramıyordum.

"Ağlama," dedi kapının diğer tarafından Yusuf.

"Senin yüzünden," dedim kırık sesimle. En büyük kırgınlığımda bana yaşattığı bu şeydi.

"Benim yüzümden..." dedi. Üzgünlüğü kapının altındaki boşluktan banyoya sızıp benim üzgünlüğümle harmanlandı. Tüm birikmişlerimle kendimi engelleyemeden hıçkırarak ağladım.

"Aden, aç kapıyı güzelliğim," dedi yalvarırcasına. Kapıya vurdu, birkaç kez seslendi. Kapıyı açıp köşeye kaydığımda içeri girip yanıma oturdu. Yüzümü avuçlayıp gözyaşlarımı sildikten sonra başımı göğsüne çekip omzumdan sardı beni. Ağlayışım dinene kadar göğsünden sıyrılmadım. Annesinden dayak yese de anne diye ağlayan çocuklar gibiydim kollarında. Derdimde dermanımda oydu.

"Yusuf," dedim boğuk sesimle.

"Yusuf'un canı," hüzün çökmüş sesiyle.

"Hep sen üzüp kırdın beni..." dedikten sonra tekrar ağlamaya başladım.

Yusuf'un yüzümü okşayan parmakları durdu, nefesi kesildi sanki bir an. Kendini toparlayamadan beni kucaklayıp yerden kalktı. Odaya geçip yatağa beni kucağından indirmeden oturdu. Bacaklarımı iki yanından uzatıp kollarımı boynuna sarıp omzuna yüzümü gömmek istedim ama izin vermedi.

"Aden... Özür dilerim güzelliğim... Ben, ben..." konuşmaya devam edemedi. Gözleri gözlerime dalıp gitti.

"Konuşuyoruz, gülüşüyoruz, vakit geçiriyoruz ama bu uğruna öleceğim mavişler bana kırgın baktıkça öldüresim geliyor kendimi," dedi.

"Kırdın çünkü... Her şeyi geçtim, adliyenin orta yerinde insanların içinde bağırdın bana. Beni suçladın, boş konuştuğumu söyledin," dedim. Üzgünce başını sallayıp dudaklarını birbirine bastırdı. Çenemdeki elini omzuma sarıp şakağımı öptü.

"Sakinleştiremedim kendimi o an. Çok fazla stresli ve bir çıkmazın içindeydim yavrum. O an sana patladım. Haksızım, salağım hatta en önde gideninden malım..." şakaklarımdaki dudaklarını yanağıma kaydırdı. Elmacık kemiğimi okşayan perçemimi okşayıp kulağımın arkasına iliştirdi.

"Ama," deyip derince yutkundu.

"Ama?" dedim.

"O gün, o lanet gün seni çok üzmüş olsam da o kavgayı iyi ki etmişiz diyorum. Eğer etmeseydik ben sadece seni aramakla yetinirdim güzelliğim. Yanına gelmez şu lanet olası adamı bulup işi halletmek için direkt adliyeye giderdim," dedi. Titreyen sesi yüzünden kesik kesik konuştu. Alnımı göğsüne yaslayıp kollarımı beline indirdim.

"Belki o kadın bana sırf inat olsun diye robot resmi göstermezlik yapmasaydı ya da maktullerin profiline uyduğumu gördüğü ilk anda anladığı halde sana söyleseydi belki biz o günü hiç yaşamazdık Yusuf..."

"Ne?" dedi şaşkınlıkla. Başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. Onu etkilememek adına susmayı seçmedim bu sefer. Belki yanlış düşünüyordum ama hissettiklerimi dile vurmak istedim.

"Öyle, sen ister şikâyet ettiğimi düşün ister bilerek yaptığımı düşün umurumda değil. Günlerdir düşünüyorum bunu... O adamın beni ilk gördüğünde dikkatini çeken şey dış görünüşümdü, aynı bakışları Tuna'da da görmüştüm. Sonradan katledilen kadınların resimlerine tekrar bakınca fark ettim ki ben o kadınlara benziyorum... Saç rengim, gözlerim, çillerim... Tuna bunu beni gördüğü ilk an fark etmişti Yusuf... O robot resmini bilerek göstermedi. Belki gerçekte öyle olmasa da ben böyle hissediyorum," dedim.

Çenesini kuvvetle kasmıştı. Boğazından yüzüne yayılan kızarıkla ve alnının ortasından sol köşesine doğru uzayan damarı kendini belli edince ne denli öfkelendiğini fark ettim. Derin nefesler alıp verdikten sonra başını eğip burnunun ucunu kaşıdı. Bir dakika kadar sonra başını kaldırdığında kendini toparlamış görünüyordu.

"Kurban olduğum," deyip alnımı, yanağımı öptü.

"Çok yordum seni... Yıkayayım mı ya da uyutayım?" başımı sağa sola salladım. Kucağından kalkıp dolaba ilerledim. Üzerimi değiştirdikten sonra yatağa girip Yusuf'a sırtımı dönüp yattım.

Diğer günlerde de aramız aynıydı. Ara ara güldüğümüz, konuştuğumuz şeyler oluyordu ama genel olarak sessiz ve uzaktık birbirimize. Daha doğrusu ben öyleydim. Yusuf hep konuşmaya çalışıyor, ellerini ben müsaade ettiğim müddetçe bedenimden çekmiyordu. Geceleri ondan uzak uyusam da sabahları kollarının arasında uyanıyordum ancak bu sabah tek uyandım. Cumartesi ve pazar günleri ben ne kadar geç uyanıyorsam Yusuf hep aynı saatte uyanıyordu.

Saçlarımı bağlayarak merdivenlerden indiğimde Yusuf'un sesini duydum. Mutfakta Reber ile telefonda hoparlörde konuşuyordu. Hafta sonu konuşmak gibi bir huyları olmadığından ne konuştuklarını merak ettim.

"Soruşturma izni gelmiş savcım. Bakanlık tarafından da bir heyet oluşturulmasına karar kılınmış. Heyet haftaya gelecek ama günü belli değil. Baskın yapar gibi gelecekler sanırım zaten geldiklerinde de ilk olarak sizinle görüşeceklerini not düşmüşler... Sanırım sonuna gelmek üzereyiz savcım," dedi Reber rahatlamış bir sesle.

"Daha değil Reber! O ikisini, bağlı oldukları hainlerin kuyusunu kazmadan da sonuna gelmiş olmayacağız," dedi Yusuf. Sesindeki nefret ve tiksinti çok yoğundu.

"İnşallah savcım. Yani demeyeyim diye tuttum kendimi ama vallahi benim artık midem bulanıyor o adamla kadını görünce," dedi Reber. Kadın? O kadın?

"Son görüşlerimiz merak etme koçum. Çok değil birkaç güne ne o seslerini duyacağız ne yüzlerini göreceğiz. Hepsini tarihin tozlu raflarına gömeceğim," dedi Yusuf. Amir? Kadın? Tuna ve Amir mi? Neler oluyordu Allah aşkına?

"Amin savcım. Pazartesi erkenden gider tüm hazırlıkları hallederim ben savcım. Tatil gününüzde tutmayayım sizi daha fazla..." telefonu kapattıklarında kalan son basamakları inip mutfağa ilerledim. Yusuf kollarını göğsüne bağlamış, tezgâha yaslanmış dalıp gitmişti. Mutfağa girip masaya geçip oturdum. Arkama yaslanıp rahatça oturduktan sonra Yusuf'a baktım.

"Artık her şeyi konuşmamız gerekiyor sanırım," dediğimde sıçradı. Gözleri anında beni bulunca silkelenip yüzünü sıvazladı. Yanıma gelip şakağımdan öptükten sonra saçımı avcuyla okşayıp sevdi.

"Günaydın güzelliğim, ne dedin tam anlayamadım?" dedi.

"Artık kaçak göçek cevaplar yerine dosdoğru konuşsak mı neler oluyor?" dedim. Göğsünü şişirip gürültüyle bıraktı nefesini. Ocaktaki çayın altını kısıp mutfaktan çıktı. Merdivenlerden çıkıp bir iki dakika sonra elinde kalın bir dosya ile yanıma geri geldi. Dosyayı önüme bırakıp bir şey demeden çaylarımızı doldurup yanıma oturdu.

"Oku," dedi sadece. Dosyayı önüme iyice çektiğimde üzerinde kocaman kırmızı bir ünlem, sağ üst köşesinde büyük puntolarla GİZLİ SORUŞTURMA yazıyordu. Tereddütle yüzüne baktığımda "bilip bileceğin, hakkında sadece bu ev sınırlarında ve sadece benimle konuşabileceğin tek dosya," dedi.

Dosyanın zarfını özenle çıkartıp yan tarafımdaki sandalyenin üzerine bıraktım. Dosyayı okumak için dik oturup ilk sayfadan okumaya başladım. Dosyadaki isimler, iddianameler, ifadeler... Yusuf'un üç aydır ne denli çıkmaz bir cenderenin içinde olduğunu okuduğum her satırda daha iyi anlıyordum. Anladıkça ona olan öfkemde katlanıyordu. Salak adam üstü kapalı olarak bile söylese ben bu kadar çıldırmaz, bir şekilde o lanet olasıca kadına katlanırdım.

"Cidden yapmışlar mı bunu?" dedim artık bir yerde okumaya daha fazla katlanamayarak.

"Evet demek istemezdim ama evet. Yapmışlar," dedi sıkılı dişlerinin arasından.

"Yusuf bu bir yerde vatana ihanetle eş değer değil mi?" diye sordum hayretle.

"Öyle. Vatana, bayrağa, ülkeye... İnandığım her şeye," dosyayı kapatıp zarfın üstüne bırakıp tamamen Yusuf'a döndüm.

"Aylardır hiçbir şey hissettirmedin," dediğimde omzunu silkti.

"Senin omuzlarına böyle bir yük bindiremezdim Aden. Bildiğin, dahil olduğun her dava senin için risk. Bilmemen her koşulda, her anlamda senin faydana. Bak bunun legalliğini, kanununu, yasasını da geçtim. Olurda yarın öbür gün bu tarz bir olay ya da bambaşka bir olay benim başıma gelse senin de başını yakamam. O nedenle bilmemen, tarafsız olman en sağlıklısı..." dudaklarını yalayıp ufaktan çıkan kirli sakallarını sıvazladı.

"Tuna komiserin aramızda böyle bir kriz yaratabileceğini öngöremedim. İnan, bana nasıl seslendiğinin, nasıl davrandığının gram önemi yoktu. Ona bakarken gördüğüm tek şey boktan ibaret bir insan olması, üstelemedim istediği alanı tanıdım ona. O, a benim alanıma hükmettiğini sandıkça benim ağıma düştü. Senin dert ettiğin tepkisizliğim, tahammülüm bu yüzdendi. Haklısın ama sana karşı, evliliğimize karşı bu kadar ayarsız davranmasını da fark edip müdahale etmem gerekiyordu," dedi. Avucunu yanağıma yaslayıp dudaklarını alnıma bastırdı. Küçük öpücüklerini şakaklarıma oradan yanaklarıma indirdi. Çillerimi, gözlerimi öpüp dudaklarını dudaklarıma yaslayıp nefeslendi.

"O gün söylediğin şey..." dedi bir nefeste. Hangi sözüm olduğunu hemen anladım. Söylerken beni de çok yaramıştı.

"Söylediğin, yaptığın hiçbir şey beni bu kadar üzüp duvara toslamışım gibi hissettirmemişti... Üzen, kıran tarafın hep ben olduğum gerçeği öyle bir çarptı ki yüzüme. Özürlerimin, affet dememin bir anlamı olmayacak biliyorum... Seni üzdüğümle kalmış olacağım ve bunun ağırlığı her şeyden daha sancılı," alnını alnıma yasladı. Başparmağı nizamını hiç bozmadan yanağımı okşarken iç çektim.

Ne kadar kırık, üzgün ve öfkeli olsam da onun dokunuşlarına, nefesine, tenimi şefkatle öpen dudaklarına kapılıp gidiyordum. Yusuf, benim ağlaya ağlaya pamuklara sararak büyüttüğüm, sadece ona gösterdiğim sevginin tek sahibiydi. Ne Emir'e ne aileme ne de dostlarıma duyduğum sevgi gibi değildi Yusuf'a hissettiğim. Bir sınırım yoktu, durduğum, durduranımın olmadığı bir sevgiyle, bağlılıkla, bütünlükle aittim ona. Benim sevgimin karşılığı Yusuf'ta aşktı. Ben beraberliğimizin merhametini Yusuf ise tutkusunu taşıyordu. Benim sevgim onun aşkına onun aşkı benim sevgime erişemezdi ama bir yerde her şey, yap bozun tüm parçaları muhteşem bir adanmışlıkla birbirine geçmeyi başarmıştı. Birbirimizi tamamlamıştık. En ufak bir şüphemizde yoktu. Lakin bazen beklenmedik şeyler oluyordu. Hep olurdu, olacaktı da.

"Ben o günü..." dudaklarımı ısırıp aralı dudaklarımın arasından nefeslendim.

"Ben günü hâlâ sindiremedim Yusuf. Bana biraz izin ver olur mu?" deyip Yusuf'un elini yanağımdan çekip kendimi de geri çektim. Pişmanlıkla parlayan kahverengi harelerine baktım. Uzanıp dudağının köşesine bir buse kondurduktan sonra yanından kalkıp mutfaktan çıktım. Merdivenlere ilerlemeden dönüp kapının önünden Yusuf'a baktım.

"Seni bir vatandaş olarak anlıyorum ve hak veriyorum ama senin karın olarak bunları yapamıyorum... Ne olursa olsun Yusuf sana defalarca rahatsızlığımı belli ettim ben..." dedikten sonra salonda kendi halinde takılan kızımı kucaklayıp üst kata çıktım. Ne zamandır gözüme batan kitaplığı düzenleyerek kafamı tamamen dağıtacak, tüm enerjimi boşaltıp ondan sonra kendimi yeniden şarj edecektim.

"Güzel kızım, senin terastaki köşeni de buraya mı alsak ne dersin?" bir yandan öpüp bir yandan da yüzüne bakıp ciddi ciddi soruyordum. Patrişka da beni çok anlıyormuş gibi miyavlayıp duruyordu.

"Evet evet, hem daha güvende olursun. Babanın kusuruna bakma düşüncesizin teki o," dediğimde bu sefer miyavlamadı.

"Kız bana bak vallahi senin bu saçaklı yünlerini yolarım anne ne derse o tamam mı?" dediğimde patilerini yüzüne kapattı. Güzelliği karşısında iç çekerken burnuma Yusuf'un kokusu doldu.

"5237 Sayılı Türk Ceza Kanunundaki tehdit suçunu işliyorsun şu anda. Üstelik buna ek olarak hayvan haklarını da çiğnemiş oluyorsun. Hem bir birey hem de bir savcı eşi olarak kanun ve yasalara uygun mu yaşasan güzelliğim?" dudaklarım kıvrıldığı gibi kendimi frenledim.

"Evladımla nasıl konuşacağımı bilirim ben!" dediğimde sırıtışını duydum.

"Dili yok ya yavrumun bilirsin tabii. Neyse ki müşteki tanığı olarak ifademe başvurulabilir," çattığım kaşlarımla dönüp Yusuf'a baktığımda elindeki tepsiyi gördüm.

"Bir şey yemedin..." deyip yanıma geldi, önce beni sonra Patrişka'yı öpüp terasa çıktı. Tepsiyi masaya bıraktıktan sonra tekrar yanımıza gelip aniden kucakladı bizi. Patrişka ani hareketten ürküp göğsüme sokulunca kötü kötü Yusuf'a baktım.

"Özür dilerim kızım, annen bu aralar aklımı oynattığından pek sağlıklı davranamıyorum," dediğinde gözlerimi devirdim.

"Annesinden değildir üvey annesi olmaya niyetlenen şıllık yüzündendir," Yusuf'un adımları durdu. Başını geriye atıp büyük bir kahkahayla inletti terası.

"Şıllık?" dediğinde omzumu silktim. Yanağımdan birden hızlıca öpüp gülmeye devam edip beni sandalyeye oturttu. Patrişka'yı göğsümden indirmeden kahvaltı etmeye başladım.

"Kitaplığı düzenleyeceğim. Öyle sonra hallederiz dedik kaç ay oldu," dediğimde lokmasını yutup elini silkeledi.

"Beraber yaparız yavrum, benimde ne zamandır aklımdaydı," deyip sustu. Çayımdan yudumlayıp uzattığı bal kaymaklı ekmeği aldım. Ben afiyetle ekmeği yerken o da beni izledi.

"Pazartesi kontrolü ve aşısı var Pati'nin," dediğinde Patrişka başını göğsümden kaldırıp Yusuf'a baktı ve miyavladı. Kucağımdan inmek istedi ama korkunca patisini göğsüme vurup miyavladı. Yere bıraktığımda Yusuf'un yanına gidip ayaklarının arasında dolanıp durdu.

"Patrişka!" dediğimde dudaklarını büktü.

"Fark etmez yavrum," deyip çayını içti. Peynirden, domatesten peş peşe yiyip gülerek yüzüme baktıktan sonra Patrişka'ya baktı. Bana dosyadan bahsedince üzerinden bir yük kalkmış gibiydi. Rahatlamıştı.

"Sineklik yaptıralım diyorum. Pati şimdi bebek büyüdüğünde tehlikeli olur pencerelerle balkon," dediğinde çay bardağımı sertçe masaya bıraktım.

"Patrişka gel anneciğim," dediğimde benim nankör kızım başını babasının bacağından çekip yüzüme bakmadı.

"Kızımın adı Patrişka. Pati deyip durmasana ben seslenince bakmıyor yüzüme," ben sinirle soluyordum ama Yusuf fazlasıyla keyifliydi.

"Patrişka çok uzun güzelliğim. Ama madem dert ettin kendine sen beni affet ben de kızımıza adıyla sesleneyim," Patrişka'nın yaslanmadığı bacağına tekmemi geçirip dik dik suratına baktım.

"Çok beklersin," dediğimde yine güldü.

"Pati gel kızım kucağıma," ben seslendiğimde yüzüme bakmayan benim güzel kızım Yusuf'un tek çağrısıyla kucağına yerleşmişti.

İkisini terasta bırakıp içeri geçtim. Kitaplara girişmeden önce telefonumdan müzik listesi açıp aşağı indim. Toz almak için cam sil ve toz bezlerini ve süpürge makinesini alıp tekrar yukarı çıktım. Ben kendi tarafımdan başlarken Yusuf masayı toparlayıp aşağı götürdü. On dakika kadar sonra yanıma döndüğünde o da kendi tarafını düzenlemeye başladı. Güya benim tarafımdı ama Yusuf'un bir sürü kitabı da buradaydı. Onları bir köşeye ayırıp boşalttığım rafların tozunu aldım.

"Bak senin maskotlarda buradan çıktı," dediğinde başımı çevirip Yusuf'a baktım. Lise zamanında biriktirdiğim Harry Potter, StarWars ve Mangalarımın karakter maskotları bir kutunun içindeydi.

"Ben onları tamamen unutmuştum," dedim. Kutuyu yanıma bırakıp yüzüme baktı. Boşluğumdan faydalanıp dudaklarıma ıslak bir buse kondurduktan sonra kendi tarafına geri döndü.

"Karşı taraftaki raflar tamamen klasikler olsun bence ne diyorsun?" diye sordu.

Çalışma alanı yaptığımız hol fazla genişti. Aşağı inen merdivenlerin sol kısmında odaların bulunduğu dar bir koridor vardı. Onun dışında kalan tüm alan bizimdi. Yusuf ile yan yana çalışma masalarımız vardı. Arkamızdaki ve karşımızdaki duvarlar boydan boya kitaplıktı. Karşı kitaplığın önünde de ikili, İngiliz tarzı gri renkte, sol köşesinde krem renginde el örgüsü kalın örtüyle tamamladığım kanepe vardı.

"Olur, ama neredeyse her klasikten iki tane var," dediğimde güldü. Klasiklerde de okuduğumuz yazarların çoğu aynıydı. Ufak tefek ayrışmalar yaşıyorduk ama o ayrışmaları kitap okurken tartışmak fazlasıyla güzel oluyordu.

"Benimkiler temiz ayıralım halk kütüphanesine, köy okullarına bağışlarız," dediğinde başımı salladım. Ben kitaplarımda genellikle cümlelerin altını çizip, kenarlarına not aldığımdan fazla yıpranmış ve bir nevi günlüğüm gibiydiler.

"Bazı manga ve fantastikleri ayırdım ben de. Mangaları bir Kerem'e çekip atayım istediği varsa ona götürürüz, fantastiklerde Sıla'ya," dediğimde güldü.

"Yavrum önce Türk klasiklerinden başlasaydı," omzumu silktim.

"Önce okumayı sevsin," dediğimde ellerini havaya kaldırıp sustu. Kitaplığı bitirdiğimizde Yusuf ayırdığımız kitapları terasa taşırken ben de bu kattan süpürmeye başlayıp aşağı indim. Evi süpürdükten sonra Patrişka'nın kumunu ve yattığı yeri temizledim. Ben duşa girerken Yusuf'ta evi siliyordu. Duş aldıktan sonra banyoyu da temizleyip kendimi yatağa attım. Biraz dinlendikten sonra akşam için hazırlanacaktım. Yusuf geçen akşam bazı isimlerle yemeğe çıkacağımızı söylemişti. Tabii önce katılıp isteyip istemediğimi de sormuştu. Bir iki aydır bu muhabbet döndüğünden itiraz etmemiştim.

Yusuf odaya gelip "sıhhatler olsun güzelliğim," dedikten sonra duşa girdi. Arkasından banyoyu temiz bırak diye bağırdım.

Yatakta gerinip Patrişka'ya seslendim. Miyavlayıp kapının önüne kadar gelip bana baktı. "Gel kızım," dediğimde miyavlayıp yatağın kenarına kadar geldi. Eğilip kucakladım. Eşek hemen boynumla omzum arasındaki boşluğa kıvrılıp yüzünü yanağıma yasladı. Onun keyfini bozmamaya gayret ederek komodininden telefonumu alıp bu anımızı çekip UYGUROĞLU MALİNAKESİ adlı aile grubuna attım.

SİZ:

Kızıma bakınnnnnnn

DOĞUCUK:

Amanda aman

Şıp demiş anasının burnundan düşmüş

SİZ:

Değil mi dayısı çok güzel kızım

SAVCI BOZUNTUSU:

Çok çirkin.

Ben civcivlerime dayılık yaparım

SİZ:

Sen dön bir aynaya bak Baran Efendi

Kurban ol benim Patrişka'ma.

DOĞUCUK:

O nasıl isim kız? Nataşa gibi tövbe tövbe

SAVCI BOZUNTUSU:

Bu iğrenç ismi çok düşündün mü maviş?

SİZ:

Kırdınız bizi...

BABAM:

Orta boy çok konuşma sen

DOĞUCUK:

AHHAAHAHAHHAHH

SİZ:

Allah'ım gol

Ahahahahahahahh

SAVCI BOZUNTUSU:

Eyvallah reis!

KIZ KARDEŞ:

Babaaaaa ahahahahahahah

Sağ ol sayende herkesin içinde krize girdim

Mavişim hemen ekran resmi al ne olur ne olmaz

SİZ:

Doğru dedin gün güzelim bu Baran ne yapar ne eder imha eder

BİR KÜÇÜK ASLANCIK:

Adamın resmen en çirkin anlarımızdan oluşan fotoğraf koleksiyonu var.

Benim güzel kızım çok şanslı, babası prensesinin hep en güzel anlarını çekecek

BABAM:

Prensesimize tüm ifşalarını zevkle göstereceğim oğlum

BİR KÜÇÜK ASLANCIK:

Neyse bakında biraz içiniz açılsın

DOĞUCUK:

Demeyeyim diyorum ama

Resmen görmemişin kızı olmuş modundasın şu an abi

SİZ:

Doğu'm canım abim hatırlat geldiğim gün alnından öpeceğim

DOĞUCUK:

Kikikikiki

BİR KÜÇÜK ASLANCIK:

Kaybolun, kıskanç köpekler

SİZ:

Sahi benim esmer şekerim nerede?

BİR KÜÇÜK ASLANCIK:

Kızımızla güzellik uykusunda canım karım.

BABAM:

Ulan ben altı çocuk babasıyım

karıma ilkinde bile senin yaptığın şu işveyi cilveyi yapmadım be

SİZ:

E nasıl olduk biz o zaman?

BİR KÜÇK ASLANCIK:

Kavga edip edip çoğaldılar ya mavişim

SİZ:

AHAHAHAHAHAH

KIZ KARDEŞ:

Kangurular getirmiş, bizi hep öyle kandırdılar

FINDIK KURDUM:

Uyguroğlu tutulması yaşanıyor şu anda shsdhss

Ablaaaa

Babam kanguru dedikçe annem gerçeği anlatmaya çalışırdı

Ama babam inatla kanguru da kanguru derdi

Sanki fen - biyoloji dersi görmeyecekmişiz gibi

BABAM:

Hepinizin çenenizin bağı bir anladım artık

SİZ:

Ahahahaha

Kanguru mu ne mana?

KIZ KARDEŞ:

Keseleri var ya ondan inanırız sanmış

SİZ:

Ahahahahahahahah

ANA KRALİÇE:

Dokunmayın kocama!

BABAM:

Canım karım. Bitti mi toplantı?

ANA KRALİÇE:

Bitti, geliyoruz eve.

Bakın yakışlıklıma :)

Benim yavru aslanım lisenin yeni yıl kutlamasında piyano resitali yapacakmış,

Tüm öğretmenleri çok güzel konuştular hepsinin gözdesi olmuş

SİZ:

Yaaaaa fındık kurdummmmm

Çok sevindim

KIZ KARDEŞ:

Tebrik ederim ablacım,

Umarım bizim aileye fazla yer ayırtırlar.

ANA KRALİÇE:

Hallettim bile kızım

27 Aralık günü ama umarım takviminizi ayarlayabilirsiniz.

Herkesi o gün bir arada istiyorum.

SİZ:

Günübirlik gelebiliriz sanırım.

SAVCI BOZUNTUSU:

Ben çoktan hallettim izinlerimi

Oradayım

KIZ KARDEŞ:

Ben de halletmeye çalışırım anne

Yusuf banyodan çıktığında gözüm ona takıldı. Saçlarını kurulayarak yanıma gelip oturdu. Patrişka anında varlığını hissedip ona gidince gözlerimi devirdim. Gruba son mesajımı yazıp telefonu kenara bıraktıktan sonra yan dönüp dirseğimin üzerinde doğruldum.

"Hangi restorana gideceğiz?" diye sordum. Gözlerim nemli teninde dolanmamak için kendisini zor tutuyordu.

"Bartın Çayı'ndaki restoran güzelliğim. Yazın sonunda gitmiştik hani," dediğinde başımı salladım.

"Hazırlanalım o zaman," deyip ters dönüp yataktan kalkacakken kolumdan çekip yatağa düşürdü beni.

"Vaktimiz var," dedi nefesini dudaklarıma üfleyerek.

"Benim yok," göğsünden itekleyip yataktan kalktım...

Lacivert tonlarındaki uzun kollu, gömlek yakalı, kısa ipek kumaştan elbisemi giyinip yakalarını düzelttikten sonra sağıma soluma dönüp baktım. Dizlerimin bayağı üzerinde biten rugan topuklu çizmelerimi giyindim. Güzel olmuştum bence. Mavi taşlı pırlanta kolyemle küçük incili kısa kolyemi de takıp uzaktan baktım kendime. Kötü görünmüyordum. Saçlarımı geriye atıp farklı küpe taksam mı diye baktım ama kulağımdaki gümüşlerim güzel duruyordu. Toplasam mı açık mı bıraksam diye şekilden şekle soktuğum saçlarımı sonunda toplamaya karar verdim. Ensemde dağınıkça toplayıp dün kestirdiğim perçemlerimi hafif kıvırıp şekillendirip serbest bıraktım. Normalimden farklı olarak biraz iddialı bir makyajı tercih ettim. Gözlerimi öne çıkarıp kahverengi dudak kalemiyle dudak çerçevemi boyayıp yine aynı tonlarda parlatıcımı sürdüm.

"Oldum herhalde ya?" dedim kendi kendime.

"Çok güzel oldun," aynadan Yusuf'a baktım. Üzerinde elbisemin rengine denk koyu mavi boğazlı kazağı, altında siyah kotu ve siyah deri botları vardı. Yeni tıraş ettiği saçlarını geriye doğru taramıştı.

"Hangisini giyineyim?" diye sordu bakışmamızı bölerek. Elindekilere baktım. Siyah deri ceketiyle uzun siyah paltosuna baktım. Yanına gidip elindekileri alıp paltoyu yatağın üzerine bırakıp deri ceketini giydirip yakalarını düzeltip görünmeyen tozlarını parmaklarımla silkeledim.

Arkama dönüp makyaj masamın önünde pufa bıraktığım, siyah deri trençkotumu giyinip aynadan bakarak duruşunu düzelttim. Yusuf yanıma geldiğinde ikimizin uyumuyla iç çektim. İyi görünüyorduk.

"Erman müdürün oğlu gelmiş bu sabah. Daha demin aradı, oğlu da yemeğe gelecekmiş," dediğinde dudak büktüm.

"Fark etmez bana..." dedim. Gözlerini gözlerimden çekip saçlarıma çevirdi. Sonra uzun kalın parmakları saçlarıma karıştı. Tel tokalardan birisini düzeltip çok bastırmadan saçlarımı öptü.

"Çıkalım mı?" dedim önünden çekilip odadan çıkarken.

"Çıkalım yavrum çıkalım..."

Karasu'daki Bartın Çayı'nın kenarında olan restorana geldiğimizde saat henüz yeni sekiz olmuştu. Arabadan indiğimizde Yusuf yanıma gelip elimi tuttu. El ele restorana girdiğimizde bizi otuzlarında bir çalışan karşıladı. Yusuf adını söyledikten sonra bize masaya kadar eşlik etti. Başsavcı Süleyman Bey ve eşi Fidan Hanım, Emniyet Müdürü Erman Bey ve eşi Meyra Hanım ve oğulları Mete Bey'le Cinayet Büro amiri Galip Bey ve eşi Nazlı Hanım ile tokalaşıp yerlerimize geçtik.

"Ben böyle sürpriz misafir çocuğu gibi ortaya çıktım birden kusura bakmayın lütfen," dedi Mete Bey.

Tam karşımda oturuyordu. Fazla salaş mı denirdi yoksa başka bir tabir kullanılır mıydı bilmiyorum. Giyinişi, saçları, kulaklarındaki küpeler. Serseri desem ayıp olur muydu acaba? Bu hali bana Aslan'ı anımsatınca dudaklarım kıvrıldı. İster istemez adamı incelerken buldum kendimi. Yaşı otuz ya var ya yoktu. Yusuf'tan birkaç santim kısa, normal kiloda esmer bir adamdı. Tip olarak babasının kopyasıydı ve annesinden aldığı tek şey gözleriydi. Adamda tuhaf bir hava vardı. Herkesi, her şeyi etkisi altına alabilecek etkideydi.

"Estağfurullah," dedi Yusuf tek düze samimiyetten uzak bir tonlamayla.

"Aden kızım, Mete de doktordur daha doğrusu doktordu," dedi annesi Meyra Hanım. Meraklı bakışlarım Mete Bey'in yüzünde dolandı.

"Hastaneler bana göre değilmiş geç oldu ama anladım..." dedi Mete Bey direkt.

"Zaten ya okula başladığın ilk gün ya da mesleğe başladığın ilk gün anlıyor insan," dediğimde gülerek başını salladı.

"Aynen öyle. Okul fazlasıyla kolay gelmişti bana ama iş... Asla benlik değilmiş," dedi Mete Bey.

"Sizlik olan ne?" dedi Yusuf. Yan gözle ona baktım. Gerilmiş miydi o?

"Gezgin oldu çıktı başımıza bu oğlan Yusuf savcım, o memleket benim şu memleket onun geziyor," dedi Erman Bey. Emniyette tanıdığım o sert, vakur duruşlu adamla şimdi karşımda oturmuş adam arasında dağlar kadar fark vardı. Şu an fazla babacandı.

"Annem ve babam hastanede yapılmayan doktorluğu doktorluktan saymıyorlar sayın savcım. Ben genellikle savaş bölgelerinde gönüllü hekim olarak görev alıyorum," dedi Mete Bey.

"Ne hoş," dedi Yusuf. Neyse ki o an garsonlar geldi. Siparişlerimizi verdikten sonra farklı konular hakkında sohbetler açıldı. Ortama en yabancı ben olduğumdan genellikle benimle ilgileniyorlardı. Mete Bey'in hastane ve işle ilgili sorularını cevaplarken gözüm sürekli emniyet amiri Galip'e takılıp duruyordu. Sabah öğrendiğim şeylerden sonra ister istemez o adamla bu masada olmak beni geriyordu.

Suyumdan bir yudum alırken Yusuf'un elini bacağımda hissettim. Ona başımı çevirince gülümseyip göz kırptı. Elini çekmedi. Yemek boyunca parmakları bacağımda küçük temaslarla varlığını unutturmadı.

"Sahi doktor olmakta seni ikna eden şey ne oldu Aden?" diye sordu Mete. Geçtiğimiz dakikalarda yaşıt olduğumuzu ve ona sadece adıyla hitap etmem konusunda fazla ısrarcı davranmıştı.

"Travmalarım," dediğimde Yusuf'un öksürüklerini işittim. Herkesin bakışları tuhaflaşınca sahte bir tebessümle şaka yaptığımı söyledim.

"Doğru bir yaklaşım aslında. Özellikle senin alanındaki doktorlar için. Ne demiş hocalarımız önce kendinizi iyileştirin," Mete'ye başımı salladım. Meyra Hanım'ın bakışlarını üzerimde yakalayınca mahcup oldu.

"Böyle gözlerimi dikmiş gibi oldum ama açıkçası ben de hayranlık uyandırdın Aden, burası küçük bir şehir hem eşlerimizin mevkileri hem kendi konumlarımızın göz önünde olması dedikoduları da beraberinde getiriyor. Hayat hikayeniz siz gelmeden önce yayıldı haliyle," dediğinde dudaklarımı ıslatıp anlayışla gülümsedim.

"Aslında ailem yıllarca bizi medyadan uzak tutmak için çok çabaladılar ama bir yerde artık gereksizdi," dedim.

"Hayat hikayesi? Merak ettim," dedi Mete gözlerini gözlerimden çekmeden.

"Doktor olduğunuzu sanıyordum siz gazeteci çıktınız! Bu merak fazla değil mi?" dedi Yusuf. Aralı dudaklarımı kapayıp Yusuf'a yan gözle baktım.

"Mesleğimle alakalı değil. Tamamen karakteristik," dedi Mete. Yusuf yine ters bir şey demesin diye araya girdim.

"Çokta bir olayı yok Mete. Kız kardeşimle doğar doğmaz hemşire dikkatsizliğiyle karıştırıldık. Ben onun öz ailesiyle o benim ailemle büyüdü. Neyse ki şimdi kocaman bir aileyiz," dedim.

"Sahi ailen inşaat sektöründeydi değil mi?" dedi Galip Bey.

"Öyle," dedim kısa keserek.

"Bayağı iyi bir şirket, zor oluyordur ihaleler falan?" dilimin ucunu dişlerimi ezdim.

"Olmuyor. İnsan yaşamına önem veren, malzemeden çalıp çırpmayan en önemlisi de iş ahlakı olan insanlar neyse ki. O yüzden asla zorlanmıyorlar zaten seçilen değil seçen taraf olunca işler onlar için sandığınızdan daha kolay!" Yusuf bacağımı sıkıp okşadı.

"Ailene olan düşkünlüğün, vallahi bu devirde senin gibi evlat zor bulunur. Bakın benim hergelelere nerede olduklarını bile bilmem," dedi küstah bir gülüşle Galip amir. Emniyet müdürü Erman Bey'in ve başsavcı Süleyman Bey'in yüzlerinin kasıldığını gördüm çok kısa bir an ancak hemen toparladılar kendilerini.

"Fidan teyze kalk dans edelim," dedi Mete konuyu değiştirme çabasıyla.

"Çok isterdim Meteciğim ama ayağımın ağrısı ne yazık ki geçmedi. Kendine başka bir eş seç," deyince Mete bana döndü.

"Sevgili meslektaşım bana hayır demezsin diye umuyorum," Yusuf'un bacağımı tutuşu sıkılaştı.

"Elbette," dediğimde Mete sandalyesinden kalktı. Yusuf'un bacağımdaki elini itekleyip kalktım. Mete yanıma gelip "Savcım izninizle," dedi. Yusuf varla yok arası bir baş sallamasıyla önüne döndü. Ona arkamı döndüğüm an bakışlarının tekrar bize döneceğini bildiğimden omuzlarımı dikleştirip Mete'nin yanında yürüyerek dans eden birkaç çiftin arasına karıştık. Mete'nin temasları neyse ki fazlasıyla mesafeliydi. Dans ederken belime sadece bileğinin iç kısmını yaslamış parmaklarını değdirmemişti. Elimi tutan eli de aynı şekilde. Varlığını hissetmeyeceğim kadar az temas ediyordu. Bu durumu fark ettiğimi anlamış olacak ki konuşma ihtiyacı hissetti.

"Sevgili eşin kadar olmasa da ben de kıskanç bir adamımdır ve iki kız abisi olarak babam ve annem tarafından fazlasıyla bilinçli yetiştirildim," dediğinde gülümsedim.

"Bu arada hatırlatmak istemezdim ama çok geçmiş olsun, başına gelenler..."

"Sağ ol... Geçti gitti," dedim bu konudan konuşmaktan hoşlanmadığımı belli ederek.

Mete son gittiği yerdeki komik doktorluk maceralarını anlatıp beni güldürüyordu. Özellikle çapkınlık anılarındaki rezil oluşlarını sır verir gibi kısık sesle söyleyip kendisine kızıyordu.

"Kocan bana diri diri yakacak gibi bakıyor," dediğinde arkamı dönüp Yusuf'a bakmak istedim ama kendimi dizginledim.

"Normal hali o endişelenme," dediğimde başı arkaya düşecek kadar şiddetli bir kahkaha attı. Sanki birazcık bilerek yapmıştı çünkü tam şu anda belimde kendi avcumdan daha iyi bildiğim o avcun sıcaklığını hissediyordum.

"Mete Bey. İzninizle," bir insan sesiyle birisini dövebilir miydi sorusuna Yusuf'un bu sesi evet derdi.

"Elbette," diyerek beni kocamın kolları arasına bırakıp masaya geçti Mete.

Yusuf kollarını belime sıkıca sarıp bedenimi bedenine yasladı. Gözlerimi kararmış harelerinden çekmeden çenemi vakur bir tavırla dikleştirip ona alayla baktım.

"Rahatsız mı oldun?" dedim.

"Evet!" dudağımın sol köşesi alayla kıvrıldı.

"İyi en azından empati yapabilecek hislerin hâlâ yerli yerinde!" dedim. Sırtımdaki elini kolumun altına sürükleyip parmaklarını göğsümün sınırlarında gezdirdi.

"Merak etme güzelliğim sana dair tüm hislerim mütemadiyen benimle. Hep benimle olacak!"

Yemek olayı sonunda bittiğinde kimseye belli ettirmeden rahat bir nefes aldım. Herkesle vedalaştıktan sonra kendimizi sonunda arabaya atabildik. Yusuf normalinden yavaş sürdü arabayı dönüş yolunda. Birkaç kere soru sordu, laf attı ama sadece ara ara dönüp bakmak dışında bir karşılık vermedim. Bir saat kadar sonrasında sonunda evin önünde durduğumuz iç çekip arabadan indim.

Asansöre peş peşe bindik. Düğmelerin olduğu kısma yaslanıp en üsteki düğmeye bastım. Yusuf karşımda durmuş çatık kaşlarıyla bana bakarken ben keyiften dört köşeydim. Kıskanmak neymiş, gereksiz samimiyet ve laubalilik neymiş bu gece anlamıştı. İsteyerek bilerek bir şey yapmama da gerek kalmadan Mete sağ olsun canım kocamın devreleriyle oynamıştı.

Sağ bacağımı sol bacağımın yanına çaprazlayınca trençkotumun önü açıldı. Gözleri elbisemle çizmemin arasındaki tenimde gezindikten sonra derince soluklandı. Dudaklarımı yalayıp alt dudağımın sol köşesini ısırınca zaten karanlık olan gözleri iyice karardı. Sağ bacağımı biraz kırıp elbisemin kapalı yırtmacını açığa çıkarınca kazağının boğaz kısmını düzeltip boğazını kaşıdıktan sonra ani bir manevrayla beni kolumdan tutup kendisine çekti. Dudaklarıma hoyratça asılıp öpmeye başladı. Karşılık vermeme fırsat vermeden asansörü durdurup beni kalçalarımdan tuttuğu gibi kaldırıp asansörün duvarına yasladı. Bacaklarımı beline dolayıp aynı hoyratlıkla dudaklarına asıldım. Ne kadar içim içimi yese de Yusuf'a olan kırgınlığım devam etse de ondan, dokunuşlarından kendimi asla mahrum bırakmıyordum.

Bir kolumu boynuna sarıp parmaklarımı saçlarının arasına geçirdim. Dudaklarımızın savaşına dillerimiz, dişlerimiz karışmış nefes nefese boğuk iniltilerle birbirimizi tüketiyorduk. Yusuf ilk defa incitmekten korkmayarak ne kadar sert ve kıvrandırıcı davrandığının farkında olmadan ellerini bedenimde dolandırıyordu. Sol bacağımı tutup belinden indirdikten sonra trençkotumun kuşağını açıp elbisemi belime topladı. İnce çorabımı tek hamlede yırttı. Ellerimi pantolonuna indirip kemerini aceleci hareketlerimle çözdüğümde ellerimi itekleyip pantolonunu kendisi çözdü.

Çorabımın ağ kısmını tamamen yırtıp parmaklarını iç çamaşırımdan içeri sızdırdı. Kadınlığımı boydan boya okşadıktan sonra siyah, dantelli, ipten iç çamaşırımı kenara çekiştirdi. Erkekliğini kadınlığımda kaydırdı. Başımı yana çevirip nefes nefese yüzüne baktım. İnatla kendini kaydırıp içime girmiyordu. Sağ elini boynuma dolayıp çeneme dudaklarını bastırdı. Islak buseleri çenemden dudaklarıma tekrar kayınca elimi aramıza soktum ve erkekliğini kavrayıp girişime hizaladım. Kalçamı kaldırıp onu içime aldığımda Yusuf'ta tüm bedeniyle yüklendi. Işıkları sönmüş, iki katın arasında asılı kalmış asansörde sevişiyorduk.

Yusuf'un içime vuruşları hızını arttırdıkça dudaklarını ısırdım. Yere indirdiğim bacağımı tekrar beline dolayıp beni biraz daha yükseltti. Sevişmek mi yoksa sevişerek kavga etmek miydi bizimkisi belli değildi. Dudaklarını boynuma gömüp etimi çekiştirerek emdi. Hem dişlerinin baskısı hem de darbelerinin gücü canımı acıtınca saçlarını çektim. Belimdeki sol eliyle elbisemin üzerinden göğsümü avuçladı. Parmaklarının baskısı artıkça inlemelerimde arttı. Biz kendimizden geçmiş, nefes nefese birbirimize doyarken birden ışıkları yanıp hareket eden asansörle Yusuf aniden durdu. Hızlıca uzanıp asansörü tekrar durdurdu ama asansör birkaç saniyeden sonra yeniden hareket edince asansörü durduran düğmeye tekrar bastı. Neredeyse basılacaktık ama Yusuf içimde gidip gelmeye devam ediyordu.

"Bozuldu mu bu yine acaba?" diye bir ses duyduk asansörün dışından. Alt komşumuzun oğlunun sesiydi.

"Ya oğlum üşenmeyip insene merdivenlerden. Kalacaksın yine asansörde uğraştıracaksın herkesi," diye azarladığını da işittim annesinin.

"Ama çalışıyor anne, hem sanki içinden seste geliyor," Yusuf elini dudaklarıma yaslayıp gözlerime baktı. Burnunu burnuma sürtüp içimdeki vuruşlarını yavaşlattı. Düştüğümüz duruma gülecek gibi oldum bir an.

"Ayol in dedim sana merdivenlerden döveceğim valla şimdi yaşına başına bakmadan!" dedi hiddetle kadıncağız. Başımı duvara yaslayıp gülüşümü durdurmaya çalıştım. Yusuf'un da dudakları kıvrılmıştı.

"Offf," diye mırıldandığını duyduk çocuğun. Sonra da uzaklaşan adım seslerini. Yusuf seslerin dinmesiyle içimdeki hareketlerini hızlandırıp bizi sona ulaştırırken nefes nefeseydik.

Yusuf asansörü çalıştırınca bacaklarımı belinden indirip eteğimi düzelttim. Yusuf'ta asansör durana kadar toparlandı. Eve girdiğimizde göz ucuyla Patrişka'ya baktım. Mışıl mışıl uyuyordu güzel kızım...

Arkamı döneceğim zaman Yusuf kollarını karnıma sarıp boynuma gömüldü. Bir eli sol göğsümü avuçlarken diğer eli bacak aramda dolanmaya başladı. Boynumdaki buseleri git gide büyüdü. Başımı yana eğip ona yer açtım. Göğsümdeki elini boynuma sarıp kasıklarını kalçama sürttü.

"On beş gün... On beş gün şu kokundan mahrum ettin beni," dedi sitemle. Yatakta uyurken bile bana yanaştığını hissedince uyanıp iyice kenara kayıyordum kaç gecedir. Bana böyle yaptırdığı içinde kızgındım ona. Bizi birbirimizden mahrum edende oydu.

"Sana az bile," dediğimde derimi çekiştirerek ısırdı.

"Hayvan!" diye bağırdım kısık sesle. Başımı çekmeye çalıştığımda izin vermedi. Isırdığı yeri öpüp acımı almak istercesine emdi. Ellerini bedenimden kısa bir anlığına çekip üzerimdeki trençkotumu çıkartıp yere attı. Beni kendisine çevirip ellerini sıkıca belime sardı. Ondan bakışlarımı kaçırınca çenemden tutup başımı kaldırınca göz göze geldik. Ben yutkunurken Yusuf çenemden tutup dudaklarıma kapandı.

Geri durmadım, ben de onun ceketini üzerinden çıkarıp rastgele bir yere fırlattım. Birbirinden kopmayan dudaklarımız nefesimi kesse de ayrılmadık. Yusuf'un dilime sataşan dilini ısırınca kalçamı sıktı. Belimden tutup merdivenlere döndü. Elleri elbisemi çıkarmaya çalışırken bir yandan da merdivenlerden çıkmaya çalışıyorduk. Basamaklarda durup elbiseyi üzerimden çıkardıktan sonra kendi kazağını da çıkarıp öpüşmeye devam ettik.

Merdivenleri sonunda çıktığımızda odaya gitmek yerini iki adım arkamızdaki kanepeye ilerledik. Yusuf beni önce koltuğun kolçağına oturttu. Dudaklarını boynuma oradan gerdanıma sürükledi. Islak öpüşleriyle uzun bir yol çizdi bedenimde. Uzun çizmelerimi bacaklarımı öpe öpe çıkardı. Geri çekilip pantolonunu çıkarırken bedenimi koltuğa bıraktım. Yusuf saniyeler sonra üzerime eğildiğinde ellerimle yüzünü kavradım.

"Yusuf," dediğimde hareketleri duraksadı. Sesim kendimden hiç beklemediğim kadar naif ve yumuşaktı. İlgi isteyen, gönlündeki ağırlığın yumuşamasını isteyen bir bebekten farksızdım. Bu ses tonu onu da etkilemiş olacak ki gözleri yaşarmıştı.

Yusuf yüzünü ellerimin arasında kaydırıp avcumu öptü. Elini elimin üzerine yaslayıp gözlerime baktı. "Canım," dedi içe gidercesine.

Canım, canım, canım..." diye fısıldadı. Gözünden süzülen gözyaşı yanağından gerdanıma düştü.

"Ben bunu hiç sevmedim. Bu kırıklık seni benden alıkoyuyor. Ben bunu sevmedim, böyle olmak istemiyorum ama..." başını göğsüme yasladı. Ellerini iki yanımdan belime sarınca ben de kollarımla omuzlarını sarıp parmaklarımı saçlarının arasına geçirdim. Çok dengesizleşmiştim.

"Öncekileri gibi değil bu... Ben, ben ne düşünürsem düşüneyim sen ne dersen ne yaparsan yap kalbim sızlamaya devam ediyor," gözlerimden şakaklarıma sürüklenen yaşlarımı hissetmiş gibi parmaklarını o yaşlara değdirdi. Gözlerimi, gözyaşlarımdan ıslanan tenimi dudaklarıyla kuruttu.

"Ben senin aşkını biliyorum Yusuf, sevgini biliyorum. Öfkeni de kızgınlığını da biliyorum ama ben kırgınlığını bilmiyormuşum ve bu beni o kadar zorluyor ki..." o gün aramızda bir kapı varken diyemediğim ne varsa şimdi dökülüyordu dilimden.

"Ben sen tarafından hep tamamlanmaya alışmışken tamamlandığımız yerlerin çatladığını his..." dudaklarıyla susturdu beni. Yavaşça bir dokunuşla önce üst sonra da al dudağımı emdi.

"Asla..." dedi itiraz istemeyen sesiyle. Gözlerindeki korkusu bir taş misali göğsümü dövdü.

"Bizim sevgimiz, aşkımız çatlak verecek kadar zayıf değil Aden. Asla değil! Bu lafı bize asla yakıştıramam..." dudaklarımı tekrar öpüp alnını yanağıma yasladı.

"Sana böyle hissettirdiğim için Allah belamı versin!" kendisine kızışına sessiz kaldım. Evliliğimize, yıllardır ilmek ilmek ördüğümüz bağımızın çatladığını ima ettiğim için utandım bir an kendimden. Ama ben ilk defa bu kadar karmaşık ve dalgalıydım. Bir an surat asıyor ona kızıp bağırıyor bir an hiçbir şey olmamış gibi konuşup sevişebiliyordum. Bilmiyorum belki de bu dengesizliğimin sebebi ölümle burun buruna kalmış olmamdı. Bir karar veremiyor, net bir fikirde duyguda kalamıyordum son günlerde.

"Yine gün hiç doğmayacakmış gibi sevişsek, beni sevsen, tenim tenine yaslasa sırtını geçer mi bu lanet olasıca his?" diye sordum. Asansördeki o kısacık birleşmemizde sadece Yusuf ve ben vardık zihnimde. Yusuf, teni, dudakları, nefesi, parmakları...

Üzerimden kalkıp beni koltukaltlarımdan tutup kucağına aldı. Kollarımı boynuna sarıp başımı omzuna yasladım. Yatak odamıza geldiğimizde banyoya geçtik. Beni küvetin kenarına oturtup suyu açtı. Üzerimizde kalan son parçalarımızı da çıkarttı. Önce kendi girdi sonra beni kucağına çekip bacaklarının arasına oturtturdu. Kollarını karnıma sarıp çenesini omzuma yasladı.

"Aden?" başımı ona çevirip gözlerine baktım. Elmacık kemiğimin üzerine dudaklarını yasladı. Burnunun ucunu tenime sürttü.

"Tüm hatalarımın, yanlışlarımın ötesinde... Bil ki benim sana olan aşkımın yerini alabilecek hiç kimse yok! Olamaz, bunun mümkünü yok çünkü ben sana hissettiğim bu aşkı, sevgiyi, bağı, tutkuyu başka kimseye hissedemem. Bu hislerin tamamı sana ait. Aşkım, sevdam, öfkem, arzum, tutkum. Hepsi, her şey sana ait... Ben böylesine bir adanmışlıkla sana düğümlenmişken," yutkunup dudaklarını birbirine bastırdı. Yanağımı yeniden öpüp yanağıma avcunu yasladı.

"Sana ihanet edebileceğimi düşünmen beni kontrol edemediğim bir öfke kuyusuna attı... Evet seni kıran, üzen hep ben oldum ama bana hep ihaneti yakıştırman da benim ağrıma gidiyor..." devam etmedi konuşmaya. Halide geldi aklıma. Onun peşinden Ebru, Van'daki alt komşusu olan öğretmen. Adını hatırlayamadığım birkaç kadın daha... O da bu konuda haklıydı, ben söz konusu başka bir kadın olduğunda Yusuf'un bu durumdan hem memnun olduğunu iddia edip durmuştum... Utançla yandı yüzüm. Başımı eğmek istedim ama izin vermedi.

"Eğme başını, utan diye ya da üste çıkayım diye demedim bunu yavrum..." gözlerine bakınca kendi yansımamı gördüm.

"Tüm kalbimle, tüm aklımla, bedenimle, ruhumla sana sadakat ile bağlıyım Aden. Seni gördüğüm ilk an attım ben o bağın düğümünü. Günler, aylar, yıllar geçti o düğüm hâlâ sapasağlam," dudaklarımı ısırıp ağırca salladım başımı.

"Şimdi gelelim asıl meseleye," deyip burnumun ucunu öptü. Elini kalbimin üzerine yaslayıp acısını dindirmek istercesine okşadı göğsümü.

"İzin ver kırıp döktüğüm o güzel kalbini pamuklarla sarayım, affettireyim kendimi," dediğinde dudaklarım büzüldü. Sırtımı göğsüne yasladım. Burnumu çekip gözyaşlarımı sessizce akıttım. Nazdan değildi bu gönülsüzlüğüm sadece... Sadece-si çok yakıyordu canımı. Başımı ona çevirip baktım gözlerine.

"Ben kıskançlığın ateşini senle öğrendim Yusuf. Bir başkası ihtimalinin tahammülsüzlüğünü de yakıcılığını da sende öğrendim," Yusuf cevap vermeden önce çenemi öptü.

"Senden bir farkım yok," dedi.

"Var," dedim.

"Sen kıskançlığı kendine hak bana çok gördün!" dediğimde ağırca yutkundu.

"Ben..." nefesim ciğerlerimi yaktı.

"Sen bana o kadın yüzünden bağırırken kendimi o kadar değersiz hissettim ki..." hıçkırıklarımı göğsüne gömdüm. Derdim oydu, kırığım, dağınıklığım, hüznüm oydu ama dermanına sığındığımda yine oydu.

"Yavrum," dedi titreyen sesiyle. Yüzümü tamamen kendisine çevirip sıcaktan nemlenip yüzüme yapışan saçlarımı parmak uçlarıyla geriye doğru taradı.

"Sen benim bu dünya üzerindeki en kıymetlim en değerlimsin..." şefkat dolu sesi hıçkırığımı daha da büyüttü. Öyleydi, sadece sözde değil her hareketinde davranışında bunu hep hissettiriyordu ama o gün... Ah o gün...

Yusuf beni göğsüne yaslayıp başımın üstünde durmadan buseler kondurdu. Bana böyle hissettirdiği için defalarca özür dileyip kendisine kızdı. Kollarında gezdirdiğim parmaklarımı yüzüne sürükleyip başımı göğsünden kaldırıp yüzüne yaklaştım. Düşüncelerimi durdurmak, Yusuf'u hissetmek kendimi o melankolik halimden uzaklaştırıp bu geceyi sadece Yusuf'un teninde, kollarında geçirmek istiyordum.

Dudaklarına ıslak bir darbe bırakıp gözlerinin içine bakarak "sevişelim..." dedim. Yusuf çenemi öpüp dudaklarıma sataştı. Ben ne kadar eminsem Yusuf o kadar emin değildi. Asansörde hissettiğimiz şey saf arzuydu. Ama duygusal olarak bu kadar yoğunken emin olamaması normaldi ama ben şimdi sadece sevişmek istiyor birbirimize olan aitliğimizi birbirine dolanan bedenlerimizle kanıtlamış olmak istiyordum.

Bacakları arasında dönüp kucağına yerleştim. Bir elimi omzuna sarıp diğer elimi bedenlerimin arasında sürükleyip erkekliğini kavrayıp kadınlığımın girişine yerleştirdim ve bir an bile duraksamadan kucağına oturup onu tamamen içime aldım. Yusuf belimi iki yandan tutup hızımızı ayarladı. Kucağına oturup kalktıkça hızımızda artıyordu hiddetimizde. Gözlerini gözlerimden başka hiçbir yere çevirmiyordu. Yüzünü avuçlayıp dudaklarına sokuldum. Birbirine hızla çarpan kasıklarımızın aksine dudaklarımız sakindi.

Belimdeki bir elini sırtıma boylu boyunca yaslayıp avcunu enseme yasladı. Beni durdurup kendisi hareketlendi. Küvetin diğer ucuna bir hamlede bedenimi uzandırıp sol bacağımı küvetin kenarından dışarı sarkıtıp kendisine yer açtı. Üzerimde gidip gelirken gözlerimizin temasını koparmadı. Onun hakimiyeti arttıkça benimde inlemelerim arttı. Yüzünü tutup kendime yaklaştırıp dudaklarına kaba bir atakla sataştım.

"Yusuf," dedim nefes nefese. Altında titreyerek kıvranıyordum. Hareketleri daha da hızlanıp bedenime hükmederken aynı asilikle saçlarına asılıp sertçe çekiştirdim.

"Yusuf'un canı," dedi. O da nefes nefeseydi. Düşüncelerimi bir kenara bırakırım sanmıştım ama onunla doldukça hırslanmıştım.

"Sen... Sadece... Bana... Aitsin..." dedim hınç dolu sesimle. Başını salladı, bacağımı tekrar küvetin içine koyup içimden çıkmadan doğrulup beni kucağına yerleştirdi.

"Ben sadece sana aitim. Sadece sana, karıma... Tıpkı senin bana ait olduğun gibi," deyip dudaklarıma sataşıp dillerimizin hasretini dindirdi. İçimdeki darbeleri ummadığım bir hıza ve sertliğe ulaşıp aklımı bulandırırken başımı dik tutamadım. Geriye düşen başıma kayan gözlerim eşlik ederken Yusuf'un ıslak dil darbeleri boğazımda, boynumda dolanıp derimi acımadan dişleri arasında ezdi.

"Yusuf... Ah," inlememle dişlerinin baskısını göğüs oluğumda hissetim.

"Güzelliğim," dedi tükenen nefesiyle.

"Güzel karım," başımın altına elini yerleştirip alnımı alnına yaslayıp dudaklarıma küçük buseler kondurdu. Sona yaklaştıkça artan inilti ve titremelerimiz yüzünden gözlerimi açık tutamıyordum. Kasıklarım ve karnımdaki kasılmalar git gide arttıkça nefesim kontrolsüzce hızlanıyordu.

"Yusuf... Yavaşlama," dediğimde yorulmuş olacak ki kaçlarımı tutup beni üzerinde hareket ettirmeye başladı. Her yükselip alçaldıkça bu sefer Yusuf'un başı geriye düştü. Uzanır hale gelip başını küvetin kısa köşesine yaslayıp beni izlemeye koyuldu. Kıvranmalarımız, kasılmalarımız güçlü bir iniltiyle son bulduğunda nefes nefese göğsüne düştüm. Kollarını belime sardı, nefeslerimiz düzene girene kadar öylece, iç içe kaldık...

Uzun dakikaların ardından odadaydık. Yatakta kendi köşemde bağdaş kurmuş oturuyordum. Yusuf yatağa gelmeden önce Patrişka'ya bakmak için aşağı inmişti. Yusuf'un öpe okşaya tarayıp kuruttuğu saçlarım tenimi kaşındırınca banyoya geri döndüm. Benim eşyalarımın olduğu çekmeceyi açıp toka kutumdan lastik toka alıp çekmeceyi kapatacakken ilaç kutusu olarak kullandığım bez kutu gözüme çarptı. Saçlarımı bağlayıp kutuyu çekmeceden alıp lavabonun üzerine bıraktım. Ben ona o bana bakarken kutunun fermuarını açıp içinden ertesi günü hapımı çıkardım. Eskisi bitip yenisini aldığımda Yusuf'la doğum günümden sonra bebek fikrini düşünüp hayallere daldığımızdan ilacı kullanmam diyerek kaldırmıştım ama... Sanırım bir süre daha çocuk fikrini ileri bir tarihe ötelemem gerekiyordu. Bu düşünce ellerimi titretti. İlaç kutusunu çekmeceye koyup odaya geçtim. Yatağa tekrar oturup komodinin üzerindeki cam su şişeyi elime aldım. İlacı içip içmeme arasında kararsız kaldım. İlacı içmekten vazgeçip çekmeceye koymaya niyetlendiğim sırada odaya Yusuf girdi.

Gözleri direkt elimdeki ilaç kutusuna kaydı. Dudaklarını yalayıp ensesini ovaladı. Bakışlarımız çakıştığında kahvelerindeki kırıkları bu sefer belli eden o oldu. Ona bebek fikriyle giden ben iken şimdi o bebeğin yolunu kapatan da bendim ama şimdi olmazdı, olmamalıydı.

"Mışıl mışıl uyuyor Pati, yani Patrişka..." dedikten sonra banyoya girdi. Kendi çekmecesinden kendi ilaç kutusunu çıkarıp bacağı ağrıdığında kullandığı ağrı kesicisini çıkarıp suya tenezzül etmeden yuttu. Odaya döndüğünde yatağa girip yüzü bana dönük bir şekilde uzandı. İlaçla şişeyi komodinin üzerine bırakıp yüzüm ona dönük olacak şekilde uzandım. İkimizde kendi yastıklarımızda, dakikalar önceki yakınlığımızın aksine uzak bir şekilde birbirimize bakıyorduk.

"Kaç gecedir huzursuz uyuyorsun. Uyutayım mı seni?" dediğinde ona doğru kaydım. Başımın altından kolunu geçirip beni koynuna çekti. Bir kolumu göğsüne yaslayıp bacağımı bacaklarının üzerine çıkardım. Onun sıcaklığında huzurla uyumayı çok özlemiştim. Avcuma çarpan kalbinin üzerinde parmaklarımı gezdirip başımı birazcık geriye çekerek bana bakan gözlerine baktım.

"İlacı görünce içmem gerektiğini düşündüm ama sonrasında tam tersini hissettim," dedim. Çocuk istemediğim kanısına varmasını istemiyordum.

"Çocuk istemediğimden değil, kavga ettik ya... Kırgınız ikimizde ne bileyim iç dedi bir yanım," beni koluna yatırıp üzerimde yükseldi.

"Ben bebek fikrine hep açığım güzelliğim ama önemli olan senin ne düşündüğün ne hissettiğin. Bu karar tek taraflı alınılacak bir karar değil. Sen kendini hazır hissetmiyorsan, doğal olarak bana bu kadar kırgınken de hamile kalmaktan çekiniyorsan ilaca tekrar başlayabilirsin elbette. Ben bunu sorun etmem, hatta ben tekrar korunmaya başlarım," dedi. Isırdığımı fark etmediğim dudaklarıma sıcak bir buse kondurup yatağa yatıp beni tekrar göğsüne çekti.

Gecenin sessizliğinde uyumayıp günler sonra birbirimize saf bir şefkatle sarılıyor olmamanızın tadını çıkarıyorduk. En azından ben öyle yapıyordum. Yusuf'un bedenimde yatıştırıcı dokunuşları, alnıma çarpan sıcak nefesi, avcumu döven kalbi o kadar iyi geliyordu ki yorgun düşen ruhumla zihnime. Uyursam hissedememekten çekiniyordum aslında. Yüzümü göğsüne sürtüp alnımı çenesine yasladım. Göğsündeki parmaklarımı çene kemiği boyunca gezdirip dudaklarını okşadım. Ona dokunurken neden bilinmez aklıma gelen şeyle kıkırdadım.

"Ne geldi aklına?" dedi Yusuf. Beni bu kadar iyi tanımasına hem gıcık oldum hem mutlu.

"Hani annemle babamın büyük kavgalarından sonra olmuşuz ya biz..." güldü. Parmaklarımı öpüp sıkıca sarıp göğsüne bastırdı bedenimi.

"Şimdi seviştik ya bizde. Öyle aklıma geldi," dediğimde iç çekti.

"Eğer gerçekten istediğine emin olmasaydım hasretinden kavrulsam da yapmazdık güzelliğim..." dediğinde bu sefer iç çeken ben oldum.

"Aslan hep ağlardı kardeş istemiyorum diye," dedi konuyu başka bir yana çekerek. Gülüşüm büyüdü. Aslan'ın bu mevzu konusundaki travmalarını uzun uzun dinlemiştim zamanında.

"Her defasında kardeş istemem, kardeş olmaz kavga etmeyin derdi ama teyzemle amcam her defasında kucağına verirdi sizi," dedi bu sefer.

"Yusuf," dedim. Sıcaklığından çok uzaklaşmadan doğrulup yüzüne baktım.

"Ben bebeğimiz olsun istiyorum gerçekten," dediğimde anlayışla gülümsedi.

"Aden... Gerçekten sorun yok güzelliğim, yemin ederim bu konuda kırılmadım, darılmadım... Ama seni bu çelişkiye düşürüp hevesini kursağında bıraktığım için kendime kızgınım," dedi. Çenemi parmaklarının sırtıyla sevdi.

"Kursağımda kalmadı, sadece bir an bilemedim işte. Bakma sen bana," belimi sarıp yatakta doğruldu. Yastığını başlığa yaslayıp beni iyice kucağına çektikten sonra oturur pozisyonda uzandı. Bacaklarının arasına dümdüz uzanıp karnına yasladığım ellerimin üzerine çenemi yerleştirip yüzüne baktım. Çillerimi sevip parmaklarını perçemime dolayıp durdu.

"Özür dilerim..." dedi uzun bir iç çekişin hemen ardından.

"Ben basit bir kıskançlık sanırken sana hissettirdiklerimin ne kadar ağır olduğunu şimdi daha iyi anladım," göğsü inip kalktı. Bana dokunduğu, kalbime değdiği, tenimi öptüğü her an iyileşiyordum ama belli de etmiyordum.

Gözleri gözlerime değince dudaklarımı büzüp, omzumu düşürdüm. "Çok üzüldüm, çok..." dedim küskünce. Dudakları kıvrıldı, burnumu sıkıp koltukaltlarımdan tuttuğu gibi bedenimi göğsüne çekti. Bir eli belimde bir eli kalçamdaydı.

"Öpeyim mi?" dediğinde bu sefer benim dudaklarım kıvrıldı. Dudaklarımı sıkı sıkı birbirine bastırıp yüzümü boynuna sakladım.

"Öpmeyeyim mi?" fısıltısı kulağımı gıdıkladı.

"Öp o zaman," dediğimde bizi ters düz etti. Sanki kaç saattir sevişen biz değilmişiz gibi bedenim heyecanla dolup taştı. Yusuf yüzüme yaklaşıp nefesini dudaklarıma üflediğinde gözlerimi kapadım. Ben dudaklarımı öpmesini beklerken Yusuf'un dudaklarını sol göğsümün üzerinde hissettim. Atletimi çekiştirip çıplak tenime yakıcı buselerini bırakıp kalbimin hızını arttırdı. Dudakları sol göğsümün altındaki unutup gittiğim kurşun yaramın üzerinde gezindi. Bu yara ben de açıldığında kalp krizi geçirmişti. Benim kalbim durduğunda onunda kalbi de durmuştu...

Yara izini, göğüslerimi öpüp dudaklarını karnıma kaydırdı. Alt geceliğimi biraz aşağı kaydırıp karnımı da öptükten sonra gözlerini bana çevirdi. "Civcivlerimizi burada hissedeceğim günleri yalan yok sabırsızlıkla bekliyorum... Beklerimde sen ne kadar bekleyelim dersen o kadar beklerim," dedikten sonra karnımı tekrar öpüp ellerini belimin altından geçirip sıkıca sarıldı. Karnıma başını yaslayıp derince soluklandı. Parmaklarımı tek tük beyazları çıkmış saçlarında gezdirdim. Ellerimizi bedenlerimizden koparmadan geceye eşlik ettik. Uykunun ağır yükü gözlerimize yerleştiğinde Yusuf yanıma uzanıp beni sarıp sarmaladı. Bizim için çok uzun bir zaman sonra kucak kucağa uyuduk.

Ertesi gün öğlene doğru uyandığımda Yusuf yanımda yoktu ama onun yokluğunu Patrişka doldurmuştu. Yusuf'un yastığına tünemiş beni izliyordu. Kollarımı açarak gerindikten sonra Patrişka'yı öpüp banyoya geçtim. Odaya geri dönüp Patrişka'yı yataktan indirip çarşafı değiştirdikten sonra üzerime kısa taytımla mavi üstümü giyindim. Odadan çıkacakken gözüme takılan ilaçla iç geçirdim. Komodine yürüyüp ilacı alıp banyoya götürdüm ve kutuya koymak yerine çöp kutusuna attım.

Kucağımda kızımla aşağı indiğimde mutfaktan gelen sesleri işittim. Yusuf büyük ihtimalle tıpkı dünkü gibi kahvaltı hazırlıyordu. Mutfağa ilerleyeceğim zaman çalan kapıyla adımlarımın yönünü değiştirdim. Kapıyı açmadan dürbünden baktığımda Sıla'yı gördüm.

"Tünaydın," diyerek açtım kapıyı.

"Tünaydın Aden abla nasılsın?" dedi.

"İyiyim tatlım sen?"

"İyi diyelim iyi olalım abla. Bu senin dün gelmişti ama unuttum vermeyi," diyerek elindeki kargo paketini bana uzattı.

"Sağ ol güzellik. Akşam gelecek misin?" diye sordum. Dün yemeğe gideceğimiz için gelememişti.

"Ha yok abla. Kuzenimin nişanı var köye gideceğiz birazdan. Ama merak etme ben sabah erken kalkıp çalıştım," dediğinde memnunca sırıttım.

"Aferin," deyip paketi aldım. Birbirimize iyi günler diledikten sonra kapıyı kapatıp kargonun üzerindeki yazıyı okuyarak mutfağa girdim.

"Sıla mı?" dedi Yusuf.

"Hmmm. Kargom varmış," dedim. Masaya oturup Patrişka'yı yere bıraktım.

"Ne kargosu?" dediğinde omzumu silktim.

"Bilmem, Emir yollamış..." dedim. Plastik paketi yırtıp yere bıraktıktan sonra karşılaştığım spor ayakkabı kutusuyla yüzüme kocaman bir gülüş yayıldı.

"Yaaa eşek çocuk almış hemen," dediğimde Yusuf başını çevirip baktı. Kutuyu açtığımda tam da istediğim model olduğunu görünce gülüşüm daha da büyüdü.

"Ayakkabıya mı ihtiyacın vardı?" dediğinde "yooo," dedim.

"Öyle telefonda gezinirken reklamını görmüştüm. Emir ile konuşurken de lafı geçti, manyak almış hemen," dediğimde memnuniyetsizce baktı yüzüme.

"Ne?" dediğimde "benden neden istemedin ki?" dedi.

"Almayacaktım ki sadece beğendiğimi söylemiştim o da almış hemen," dedikten sonra "yok artık Yusuf," dedim. Emir'in bana hediye almış olmasını kıskanmış olamazdı.

"Benden isteseydin," dedi bozuk sesiyle.

"İstemedim laf arasında geçti lafı. Bilmiyor musun sen Emir'i ve diğerlerini gözüm neye değse alıyorlar, sen de dahilsin buna..." gözlerini devirip ocağa geri döndü. Çayın ve büyük ihtimalle menemenin altını kapattı. O çayları doldururken ben de Emir'i aradım.

"Cennet bahçem," diye açtı telefonunu.

"Emir..." diye uzatarak söyledim adını.

"Aldın mı hediyeni?" dedi gülerek.

"Aldım aldım... Çok teşekkür ederim," dediğimde Yusuf yanıma oturup birden telefonu çekip aldı.

"Alma oğlum benim karıma bir şey. Neciyim ben burada?" gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Yusuf, Emir'i bana hediye aldığı için daha doğrusu onunla konuşmadığımdan Emir'den istediğimi sandığından böyleydi.

"İyi aferin. Haydi uğurlar ola!" dedikten sonra telefonu kapadı.

"Ne yapıyorsun?" dediğimde telefonu önüme bırakıp omzunu silkti.

"Ben alırım sana ne istersen. Bana söyle artık tamam mı?" dediğinde boğazımı temizleyip ona gülen gözlerle baktım.

"Yusuf alsam kendim alırım zaten. Çocuk bir güzellik yapayım kardeşime demiş burnundan getirdin," dediğimde alıngan bakışlarla baktı bana.

"Almak isteseydin bana söylerdin değil mi?" gözlerimi devirip menemen tavasına kendime doğru çekip ekmek bandım.

"Kendim alırdım Yusuf!"

Kahvaltıdan sonra Yusuf dışarı çıkmayı teklif etti ama evde pineklemek daha cazip geldiğinden reddettim. Bu sefer film izleyelim o zaman deyince ne zamandır izleme listemde olan filmlerden birini açtım. Filmin ortalarında burnumu çeke çeke kızartmışken dönüp Yusuf'a baktım. Bir ayağı bacağının altında dirseğini koltuğun kenarına yaslamış filmi izliyordu. Öküz hiç etkilenmemiş gibiydi. Ona baktığımı hissetmiş olacak ki bana döndü. Kızarık yüzümü görünce yüzünde anında ben biliyordum ifadesi belirdi.

"Kitabını okumadın değil mi?" dediğinde dönüp televizyona baktım.

"Yoo. Senden duyuyorum," deyince filmi duraklattı.

"Bence izlemeyelim," daha da merak ettim.

"Çok mu üzücü?" başını salladı.

"Ana karakterler çocuk olmasaydı izle derdim... Üstelik gerçek bir hikâye olması," dedikten sonra sustu.

"Ama şimdi daha çok merak ettim," dediğimde kendine hayıflandı. Filmden tamamen çıkıp listedeki romantik komedilerden bir tanesini açtı. Bana uzanıp yanağımı öptükten sonra "kitabını okursun," dedi.

"O zaman mısır falan yapayım filmi beklet..."

Yusuf'un açtığı filmler sağ olsun tüm gün güldüm. Son açtığı filmde ise artık kahkaha atmaktan yüz kaslarım ağrıyordu. Günü böyle akşam ederken canım Yusuf'un makarnasından çekince uzandığım yerden doğrulup ona yaklaştım.

"Yusuf," dedim.

"Yusuf'un canı... Söyle bir tanem?" dediğinde tatlı tatlı sırıttım.

"Bana domatesli peynirli makarna yapar mısın?" koltuktan kalkıp beni birden kucaklayıp omzuna attı. Mutfağa girdiğimizde beni tezgâha bırakıp dudağıma güçlü bir buse kondurdu.

"Salata da ister misin?" diye sorunca başımı salladım.

Ben oturduğum yerde ayaklarımı sallarken Yusuf makarna suyunu koyduktan sonra domatesleri ve yeşillikleri yıkayıp doğramaya başladı. Bir yandan işini hallediyor bir yandan benimle sohbet ediyordu. Yusuf'a Kerem'in resital vereceğini söylediğimde yüzündeki gurur ve sevinçle tebessüm ettim.

"Nasıl büyüdü değil mi?" dediğinde geçip giden zamanlar için iç çektim.

"Onu ilk gördüğümde on değil de altı yaşında sanmıştım," Kerem'in o halleri gözümün önünde belirince kederlendim. Minik yavrum o yaşta küçücük bedeniyle acılarla ağrılarla tanışmıştı.

"Normaldi güzelliğim. Kolay bir hastalık atlatmadı," dediğinde başımı sallayıp doğradığı domatesten bir parça alıp ağzıma attım.

"Yirmi yedisindeymiş program. Cuma iş çıkışından sonra gitsek olur değil mi?" diye sordum.

"Olur yavrum," dedi. Doğradığı domatesleri tavaya koyup kesme tahtasını sudan geçirip yeşillikleri kesmeye başladı.

"Hatta istersen rapor al güzelliğim, yılbaşında da orada olacağız zaten o hafta git gel yapma istersen," dediğinde dudak büktüm.

"Sen?" dedim.

"Çarşamba gününe kadar davalarım var. Perşembe günü sabahtan gelirim. Ne dersin?" omzumu silktim.

"Rapor alma konusunda emin değilim," dediğimde bıçağı bırakıp ellerini havlu peçeteyle kurulayıp yanıma gelip burnumun ucunu öptü.

"Alman gereken bir rapordu zaten güzelliğim, hem kafan iyice dağılır. Kendini toparlarsın kalabalıkta. Hem özledin herkesi iki günde hangi evde kalacaksın da özlem gidereceksin?" doğru diyordu. O saldırıdan sonra evde kalsam benim için daha kötü olacaktı o yüzden rapor almayıp işe devam etmiştim.

"O zaman ben bu hafta halledeyim raporu," dediğimde memnunca gülümsedi.

"Güzel..."

Pek alışkanlığımız olmasa da yemeğimizi salonda televizyon önünde oturup yedik. Patrişka bizi özlemiş olacak ki bir benim kucağıma bir Yusuf'un kucağına gidip geldi yemek boyunca...

"Kerem'e tebrik hediyesi mi alsak?" dediğinde okuduğum kitaptan başımı kaldırıp Yusuf'a baktım. Yemekten sonra etrafı toparladıktan sonra üst kata çıkmıştık. Yusuf masasına oturmuş yarın gireceği davanın üzerinden geçerken ben de kucağımda kızımla kitap okuyordum.

"Ay evet alalım," dedim bir an heyecanla ama sonra omuzlarım düştü.

"Ne alacağız ki?" dediğimde masasından kalkıp yanıma geldi. Bacaklarımı çekip oturdum. O da yanıma yerleşince telefonunu bana uzattı.

"Son konuştuğumda uzaya merak sardığını söylemişti. Bence olur sence?" dediğinde ekrandaki teleskobu inceledim. Tam donanımlı, fazlasıyla tuzlu bir parçaydı ama asıl takıldığım nokta uzaydı.

"Ne ara merak sarmış uzaya bana hiç bahsetmedi?" dediğimde yarım ağız güldü.

"Eniştesiyle paylaşmak istediyse demek ki," dediğinde gözlerimi devirip teleskobu incelemeye geri döndüm.

"Bir haftada gelir mi?" dediğimde "hallederim ben," dedi. Hallederdi tabii. Toral ve Uyguroğlu soyadlarının halledemediği ne vardı ki zaten?

"Tamam alalım bunu," dedim.

"Aden sakın çocuğu yarın arayıp uzay ne alaka diye sorma tamam mı anlar falan," dediğinde oflayıp gözlerimi devirdim yine.

"Bana her şeyi anlatır, sorar eder uzaya merak sardığını bilmeyince... İlgisiz mi bıraktım acaba kendi halime düşüp..." yanağımı mıncırıp beni bebek gibi kucağına yatırdı.

"Geçen gün okulla fuar gezmeye gitmişler. Orada da NASA'nın sergisi dikkatini çekince ben bilirim diye beni arayıp sordu. Ben de tıpkı maviş ablasının ilgileneceği titizlikle Kerem ile ilgilendim..."

"Sen nereden bilirmişsin?" dediğimde güldü.

"Bir ara, bir ara dediğime bakma on beş yirmi yılı vardır böyle büyük şirketler hakkında açılmış davalara sarmıştım. NASA ile ilgilide bayağı dava araştırması yapmışlığım var," dudaklarımı büzüp göz süzdüm.

"Ben bunu neden bilmiyorum?" omzunu silkti.

"Ben bile unutmuştum yavrum. Aslan'la Baran bir ara çok dalga geçerlerdi benimle Kerem'de oradan hatırlamıştır," dedi.

"İnşallah çoktan almamışlardır," dediğimde "yok konuştum ben teyzemle merak etme sen mavişim," deyip yanağımı öptü ama hemen peşinden Patrişka'nın pati darbeleriyle karşılaştı.

"Ulan!" diye bir tepki verince Patrişka dudağına bir daha patisini vurdu.

"Kızımı da öp kıskandı," deyince kızımı bir güzel öptü. Patrişka bizden gördüğü ilgiyle şımardıkça şımardıktan sonra mayışıp boğazımın üzerinde uykuya daldı...

Yeni hafta diğer haftalara kıyasla çok daha fazla ve yoğundu. Zaten devlet hastanesi olduğundan hasta çokken bu hafta nefes aldıramayacak kadar yoğun ve zorluydu. İlgilendiğim hastalar geçen her gün daha da ciddileşiyordu. Pazartesi ve salı gününden sonra azalan hasta sayısıyla çarşamba günü tüm poliklinikle rahat bir nefes alabildik. Son hastamı da uğurladıktan sonra kendime bir kahve içimlik zaman tanıyıp yorgunluğumu sindirdim. Kahveden sonra toparlanıp odada Yusuf'u beklerken masanın üzerinde bildirim ışığı yanıp sönen telefonumu fark ettim. Yusuf'tan mesaj ve aramalar vardı. Onu aradığımda ilk işittiğim şey aldığı nefesti.

"Yavrum aklım oynadı yemin ederim kaç dakikadır arıyorum, mesajlara dönmedin?" dedi.

"Sessizden çıkarmamışım özür dilerim, geldin mi sen?" dedim.

"Yok güzelliğim. Reber'i yolladım seni alıp yanıma, emniyete getirecek," sıkıntıyla oflayıp odamın penceresinden dışarıya baktım.

"Neden?" diye sordum.

"Buraya müfettişler geldi güzelliğim," dediğinde nefeslendim. Aylardır bana hiç hissettirmeden ilmek ilmek örerek hazırladığı iddianame yürürlüğe girecekti.

"Ben eve geçeyim direkt," dediğimde itiraz etti.

"Tek kalmanı istemiyorum Aden, çok uzamayacak zaten söz veriyorum. Yanımda, gözümün önünde olmanı istiyorum," dediğinde başımı salladım. Yalan yok o günden beri çalışma saatleri dışında yanımda olmadığı bir an olmamıştı.

"İyi madem, ben bir Reber'i arayayım," dedim.

"Tamam güzelliğim. Bekliyorum," deyip kapattı.

Reber'i aradığımda beş dakikaya geleceğini söyledi. Odadan çıkıp kapıyı kilitledikten sonra poliklinikten çıkıp önünde Reber'i beklemeye başladım. Gözlerim sürekli etrafta dolanıp duruyordu. İnsanlara karşı aşırı artan güvensizliğim beden dilimi de yansımıştı. Omuzlarımı kaldırmış boynumu eğmiş bir şekilde iki ileri bir geri yürüyüp duruyorken polikliniğin önüne polis aracı yaklaştı. Reber araçtan inip yanıma geldiğinde rahatladığımı hissettim. Dışarıda ya da kapalı bir alanda tek başıma veya tanımadığım biriyle kalmaktan korkar olmuştum.

"İyi akşamlar yenge. Geciktim biraz kusura bakma vallahi," dedi.

"İyi akşamlar Reber. Sorun yok, gidelim mi?" dediğimde başının salladı. Araca geçtiğimizde şoför koltuğundaki polis memuruna selam verip sessizce oturdum arka koltukta. Emniyete gidene kadar Reber ile yüzeysel birkaç cümleden öteye konuşmadık. Benlik bir durum olmasa da aşırı gerilmiştim. Bunu o kadınla karşılaşmak istemediğime yorup kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

Emniyete geldiğimizde polis memuruna teşekkür ettim ve Reber'in peşine takıldım. Cinayet bürodaydık ancak Nuran ile geldiğimde ya da olayı yaşadığımda çıktığımız kata çıkmadık. Hemen giriş kattaki bir odaya girdik. Reber ben sandalyeye oturur oturmaz bana bol köpüklü orta şekerli keyif kahvesi söyledi. Yüzünde dakikalardır silemediği bir sırıtış vardı.

"Kendine de söyle bari karşılıklı içelim," dediğimde başını söyleyip kendisine de kahve istedi.

"Ananın evimi oğlum gel kendin al Allah Allah," diye bağırdı kahve istediği kişi.

"Sayın savcımın eşi yanımda onu tek bırakmamakla görevliyim kardeşim. Zahmet olmazsa sayın savcımın eşine kahvesini getiriver," kendimi tutamayıp güldüm. Reber'in bazı hareketleri bana Emir'i hatırlattığından ona karşı kanım daha da kaynıyordu.

"Ben savcı karısıyım diye bu kadar caka satmıyorum be Reber," dediğimde o da güldü.

"Vallahi yenge bazı yerlerde bazı insanlarda hatır gönül işi, mütevazilik işlemiyor burada onu daha iyi anladım... Bak savcı eşi dedim de nasıl koştura koştura mutfağa gitti. Yani yanlış anlamını istemem ama nerede benim memleketimin insanı nerede buradakiler... Van'daki adliyede emniyette biz istemeden getirirlerdi çayı kahveyi yemin ederim..." dediğinde anlayışla başımı salladım. Her insan doğup büyüdüğü topraklarda kendini daha sıcak ve samimi, güçlü, güvenli ve sağlam hissediyordu tabii ister istemez.

"Bu soruşturma bayağı gürültülü olacak sanırım. Galip amir, Tuna?" kahvelerimizi içerken kendimi daha fazla tutamayıp konuştum. Reber odadaki cam bölmeden dışarıya göz attı. Herkes kendi işinde gücündeydi. Bana dönüp biraz eğilerek konuştu.

"O soruşturma bu soruşturma değil yenge... Bu soruşturma görevini kötüye kullanmaktan ötürü sadece Tuna komisere açıldı," dediğinde kaşlarım şekilden şekle girdi.

"Nasıl?"

"Aramızda kalsın yenge ama Yusuf savcım günlerdir burada terör estiriyor, Tuna komiserin burnundan fitil fitil getirdi. Görünürde çoğu dosyada ihmalkarlığı söz konusu olduğu için açıldı bu soruşturma ama bence asıl olay sizinle ilgili," dediğinde kahvemden bir yudum alıp dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Yenge sözüme inanıp inanmamak sana kalmış," deyip iç çekti. Ne diyeceğini az çok anladım.

"İnanıyorum Reber. Sözüne inandığım insan nadirdir, için rahat olsun sen de o insanların içindesin," dediğimde yüzü aydınlandı.

"O zaman senin de için rahat olsun yenge. Savcım o kadına asla bir yakınlıkta bulunmadı. Yalan yok kadın her yolu denedi etti ama vallahi savcım dönüp bakmadı. Ama çok seste çıkarmadı malum soruşturmadan dolayı. Güvenlerini kazanmak için bazı şeyleri görmezden geldi bence ama o kadar yenge. İki gözüm önüme aksın, nenemin yüzünü bir daha görmek yemeğini yemek nasip olmasın ki doğruyu söylüyorum," dedikten sonra biraz daha yaklaşıp sessizce konuştu.

"O kadında savcıma göz koyduğundan değil kendi saflarına çekmek için bence öyle davrandı ama benim tahminim bu bilemiyorum," dedikten sonra geri çekilip arkasına yaslandı.

"Safına sıçayım onun," dediğimde gözleri iri açıldı, gözleri şaşkınlıkla baktıktan sonra güldü.

"Hay ağzına sağlık, bal yiyesin yengem," dedi keyifle.

"Birde adliyeye geldiğimde çok iyi işinde demiştin," dediğimde kızarıp bozardı.

"Gizli soruşturmaydı yengem. Görünen neyse onu demek zorundaydım," dedi.

"Neyse bırakalım onları konuşmayı," biten fincanı ortamızdaki alçak sehpaya bırakıp bacak bacak üstüne atıp dik oturdum.

"Yok mu bize bir yenge falan?" diye sordum. İç kahvenin telvesi boğazına kaçtığından mı yoksa sorduğum sorunun etkisiyle aklına Nuran geldiğinden mi bilinmez öksürmeye başladı.

"Helal, helal," dedim. Suyundan içip boğazını temizledi. Bana kaçak göçek gözlerle bakıp dudaklarını birbirine bastırdı.

"Çok mu belli ediyorum?" dediğinde neşelendim.

"Ben anlayabiliyorum diyelim," dediğimde gülümsedi.

"Gördüğüm günden beri aklımdan çıkmıyor yenge. İsa ile de yakın bir iletişim kurduk adama ayıp yapacağım diye de çekiniyorum," dediğin başımı anlayışla salladım.

"Büyük abim Aslan... Yusuf ile kan kardeşler, en yakın arkadaş, dost ne dersen de ama bak," deyip alyansımı gösterdim.

"Ama sizin olay bambaşka yenge. Sen savcımı abi bilerek büyümemişsin ki," dedi.

"Ne fark var? Aşk bu onlarla büyümüş olsaydım da bence yine takardım bu yüzüğü," iç çekip nefeslendi.

"O da doğru. Kaderde ne yazılıysa sonuçta değil mi?" başımı salladım.

"Eğer hisselerinde eminsen önce Nuran ile sonrada İsa ile konuş," dediğimde yeniden iç çekip başını salladı. Nuran'ın da Reber'den etkilendiğini bildiğimden böyle söylemem. Birbirlerinden hoşlanmışken neden yolları bir olmasındı ki?

"Hah! Gidiyorlar sanırım," dediğinde camdan dışarı baktım. Yusuf yanında bir sürü koruması olan takım elbiseli adamlarla büronun çıkış kapısının önünde durmuş el sıkışıyordu. Yanında Süleyman, Erman ve Galip Bey de vardı.

"Galip itinin yüzü sirke satıyor," dedi keyiften dört köşe olmuş haliyle.

"Umarım tez zamanda emniyet tüm pisliklerinden temizlenir," başını sallayıp "inşallah," dedi. Adamlar bürodan çıktıktan sonra Yusuf ve diğerleri kendi aralarında bir şeyler konuştuktan sonra herkes bir yere dağıldı. Yusuf ise başını direkt bana çevirdi. Anlaşılan bu odada olduğumu biliyordu. Hatta emindim ki nerede bekleyeceğime bile o vermişti. Yanıma gelmesine gerek kalmadan odadan çıktım. Yanına gittiğimde belimi sarıp yanağıma küçük bir buse kondurdu.

"Keyifler yerinde," dedi bize bakarken.

"Reber'le sohbet etmek fazlasıyla keyifli," dediğimde gülerek başını salladı. Yusuf, Reber'in koluna vurup başını salladı.

"Eyvallah koçum. Paydos git dinlen sen de," dedi Yusuf. Reber bize iyi akşamlar dileyip gitti.

"Evimize gitme vakti," deyip tutmam için elini uzattı Yusuf. Elini sıkıca tuttum. Ele ele emniyetten çıkıp arabaya yürüdüğümüzde karşımıza birden Tuna çıktı.

"Sayın savcım, Aden Hanım!" gözlerindeki nefret sesine yansımıştı. Üstelik adıyla değil resmi olarak seslenmişti.

"Tuna komiser sen hâlâ burada mısın?" dedi Yusuf gıcık eden bir ses tonuyla. Karşısındakini alaya alan, küçük gören bir sesti.

"Size selam vermek ve bir şey söylemek istedim sayın savcım," dedi. Gözleri saliselik bir hızla bana kaydı.

"Söyle?" dedi Yusuf sıkılgan bir havayla. Tuna duruşunu daha da dikleştirip küstah bir ifadeyle Yusuf'a olan bakışlarını sürdürdü. Yüzünde içindeki tüm pisliği dışarı çıkartan bir gülüş belirdi.

"Kartlarını artık açık oynayabilirsin savcı! Ben aldım senden o kokuyu istediğin gibi at koştur bir halt yapamayacaksın. Ne senden önceki bir bok yapabildi ne senden sonraki bir bok yapamayacak. Sen arkanda ağlayan karını bırakıp hapse düşerken ben de her zamanki gibi görevime geri döneceğim. Ha belki karın cezaevinin önünde değil mezarının başında ağlar!" damarlarımda kanımın donuklaştığını hissettim. Ensemde beliren ter belimde sürüklenirken yüreğim boğazımda attı. Yusuf tuttuğu elimi sıkıp başparmağıyla elimin üzerini okşadı.

"Şu kısacık meslek hayatımda senin gibi havlayan o kadar çok it oldu ki..." dedikten sonra dudaklarından soğuk, alay kokan bir gülüş düştü Yusuf'un.

"Ama sonunda ne oldu biliyor musun?" Tuna'ya bir adım yaklaşıp ona üstten tehditkâr bir bakış attıktan sonra sıkılı dişlerinin arasından konuştu.

"Hepsini ısıran ben oldum!"

İşte tam olarak bundan bahsediyordum. Yusuf'un söz konusu mesleği, görevi, makamı ve değerleri olunca her daim duruşu böyle olurdu. Tek fark karşısındaki insanın nerede durduğuydu. Karşısındaki insan kötünün yanındaydı, kötüydü...

Tuna'nın gözü ve çenesi seğirdi. Yusuf'a nefretle bakıp bir karşılık vermeden arkasını dönüp yürüdü ama birkaç adım attıktan sonra durup bize döndü. Yusuf'a gülerek baktıktan sonra sol elini bana doğru kaldırıp ateş edermiş gibi yaptıktan sonra önüne dönüp yoluna devam etti.

"Şerefsiz!"

"Tehdit mi etti o bizi?" dediğimde dönüp bana baktı. Elimi tutan ekliyle beni yamacına çekip diğer eliyle de sıkıca sardı beni.

"Bir bok yapamaz o!" deyip alnımı öptü.

Eve giderken yolda sessizlik hakimdi. Aklım Tuna'daydı. Yusuf'un bunca zaman açık ettirmediği gerçekleri bildiğini artık biliyordu. Açıkça restleşmeleri de Tuna'nın asla korkmadığını belli ediyordu. Kendim adıma bir endişem yoktu. Yusuf kendinden geçer de bana bir şey olmasına izin vermezdi. Tüm endişem oydu zaten. Onun yine zarar görme ihtimali aklıma acı içinde kıvrandığım zamanları düşürünce yüreğim korkuyla çarptı.

"Yusuf," dedim. Sesim hiç istemesem de korkuyla harmanlanmıştı.

"Korkma güzelliğim, hiçbir şey olmayacak. Korktuğun hiçbir şey gerçekleşmeyecek... Çok değil yeni yıla girmeden topunu sokacağım o deliğe!" dediğinde emniyet kemerimi çekiştirip ona tamamen döndüm.

"O yüzden rapor aldırdın değil mi bana?" dediğimde bana kısacık bakıp tekrar yola çevirdi bakışlarını.

"Önümüzdeki hafta boyunca İstanbul'da olman her anlamda daha iyi olacak güzelliğim. Bunu tartışmayalım tamam mı?" dediğinde ofladım. Uzanıp çenemi sevdi.

"Korkup meraklanmana hiç gerek yok. Perşembe günü seni öperek uyandırdığımda bu mesele çoktan bitmiş olacak..."

Cuma günü iş çıkışından sonra Yusuf her zamanki gibi beni aldı. Eve geldiğimizde üstümüzü değiştirip son hazırlıklarımızı yaptıktan sonra yanımızda kızımızla birlikte İstanbul'a doğru yola çıktık. Patrişka önce biraz korksa da sonradan alıştı. Kutusunda da kalmak istemeyince kucağıma yuva yapmıştı.

İstanbul'a geldiğimizde direkt Sema annelere geçtik. Eve gece geldiğimizden çok fazla vakit geçiremeden odalarımıza çıktık. Yusuf Ali geldiğimizde uyuduğundan biraz üzgündüm ama sabah tadını çıkarırdım nasıl olsa. Yusuf yirmi sekiz yılını geçirdiği odasını özlemiş olacak ki yatağa kendini bıraktığında odasının kokusunu derin derin soludu.

"Özledin herhalde?" dediğimde başını kaldırıp bana baktı.

"Anılarla dolu burası," dedikten sonra Patrişka'yı yerden alıp yanına bıraktı.

"Pati de sevdi bence odamızı," gözlerimi devirip pijamamın altını giyinip yatağa ilerledim.

"Ben Patrişka dedikçe inadına yapıyorsun değil mi?" güldü. Yanağımı sıkıp omzumu öptü.

"Pati daha güzel. Değil mi kızım Pati sana daha çok yakışıyor?" dediğinde benim nankör kedim Yusuf'a sırnaştı. Yenilgiyle yatağa yatıp onlara sırtımı döndüm. Yusuf dakikalar sonra uyuyan kızımı göğsüme bırakıp beni belimden sıkıca sardı...

Sabah kendiliğimden erkenden uyandım. Patrişka uyku sırasında göğsümden çıkıp yastığın boş kısmına tünemişti. Onları uyandırmadan yataktan kalktım. Lavaboda işlerimi halledip Yusuf Ali'nin yanına gittim. Mışıl mışıl uyuyordu. Köpeği Barby de yatağın ayak tarafında sere serpe sırtüstü uyuyordu. Yanına gidip usulca oturdum. Koyu renk saçlarını sevip beyaz tenini öptüm. Büyüdükçe daha da güzelleşiyor yakışıklı oluyordu bir taneciğim.

"Yusuf'um Ali'm uyan," dediğimde yarım ağız esneyip diğer tarafa döndü. Omzunu öpüp saçlarını sevdikten sonra bir kez daha uyanması için seslendim.

"Yusuf... Adda'n geldi uyan haydi," önce bir gözünü açıp etrafın bakındı. Beni görünce diğer gözünü de açıp iri iri bakan zeytin gözleriyle bana baktı.

"Adda!" diye sevinçle bağırıp yattığı yerden kucağıma sıçradı. Kollarını boynuma sarıp yanaklarıma büyük öpücüklerini sıraladı. Bir yandan da "Adda'm geldi," diye oldukça yüksek sesle bağırıyordu. Onu yatağa yatırıp güzel yanaklarını öpe öpe sevdim. Seslerimize ilk uyanan elbette Barby oldu. Onunda havlayışları yükselince odaya önce Sefa baba peşinden Sema anne girdi.

"Ben diyorum sana güzel karım oğullarımız söz konusu Adda olunca herkesin pabucunu dama atıyorlar," dedi Sefa babacığım.

"Kıskanma yavrularımı git büyük oğlunu uyandır haydi!" dedi Sema anne. Kucağımda Yusuf Ali'yle ayağa kalktığımda biraz sarsıldım.

"Oğlum sen ne kadar büyümüşsün yaaa," dedim oyuncu bir sesle.

"Kocaman oldum Adda, büyüdüm ben!" heyecanlı sesiyle bıcır bıcır konuşmasıyla mest oldum.

"Anne büyüdüm değil mi?" diye annesine dönüp baktı. Her çocukta olduğu gibi o da onaylanmaya ihtiyaç duyuyordu.

"Büyüdün tabii. Okula bile gidiyor yengesi," dedi Sema anne. Yusuf Ali başını sallayarak bana baktı. Eylül de anaokuluna başlamıştı.

"Adda sana bir sürü bir sürü bir şey anlatacağım bir sürü," Sema anneyle gür bir kahkaha koptu dudaklarımızdan.

"Bak çok heyecanlandım şimdi," benden beklediği ilgiyi görünce gözleri daha da parladı.

"Ama önce seni tanıştırmam gereken birisi var," dediğimde merakla baktı bana. Ağırlığını daha fazla taşıyamadığımdan onu yere indirip elini tuttum. Bizim odaya girdiğimizde Yusuf ve Sefa baba yatakta oturmuş konuşuyorlardı. Patrişka elbette çok sevdiği babasının kucağındaydı.

"Abim..." Yusuf Ali elimi bırakıp Yusuf'a koştu. Yusuf'ta Patrişka'yı yatağa bırakıp Yusuf Ali kucakladığı gibi havaya atıp tuttu.

"Yusuf!" diye aynı anda bağırdık Sema anneyle.

"Oğlum sen bayağı ağırlaşmışsın," dedi Yusuf yüzünü ekşiterek. Onun bu haline güldük. Yanlarına gidip kızımı kucağıma aldım.

"Bebeğim bak kim var burada?" Yusuf Ali abisinin kolları arasında dönüp bana baktı. Gözleri Patrişka'yı keşfettiğinde irileşti.

"Hiiii! Çok güzel," dedi. Yusuf'un kucağından heyecana inip yanıma geldi ve kediyi almak için ellerini uzattı.

"Kucağıma alabilir miyim Adda?" Patrişka'yı kucağına bıraktım. Dikkatle kucağına aldı. Burnu ve kulakları dikkatini çekmiş olacak ki ciddi bakışlarıyla Patrişka'yı inceledi.

"Yavru Adda bu!" dediğinde kahkaha attım.

"Değil mi abim. Tıpkı bizim Aden'imiz," dedi Yusuf. Kardeşinin yanında tek dizinin üzerine çöküp Patrişka'nın başını okşadı.

"Adı ne?" diye sorduğunda ben Patrişka Yusuf ise Pati dedi.

"Ama," dedi Yusuf Ali. Bir Patrişka'ya bir bize baktı.

"İki ismi mi var?" dediğinde "hayır bebeğim sadece Patrişka. Abin kendi kafasından uyduruyor bir şeyler işte," dediğimde Yusuf Ali dudak büzüp abisine baktı.

"Kader utansın be abim. Aden'imiz ne derse o. Ama biz kendi aramızda Pati deriz," Yusuf Ali abisine hevesle başını salladıktan sonra bana baktı.

"Adda üzgünüm ama Pati daha güzel bir isim..." dudaklarımı üzgünce büktüm. Kızımın adını kimse beğenmemişti.

"Adı Patrişka ve öyle kalacak!"

Uzun yemek masasında tüm aile yine bir aradaydık. Babaannemler ve Sevgi anneanneyle Nevzat dede de bu sabah gelmişlerdi. Baran ve Simge'yse akşama doğru geleceklerdi. Masada kalabalıktan dolayı uğultu vardı. Çocukları erkenden yedirdiğimizden onlar salonda Fındık, Barby ve Patrişka ile resmen at koşturuyorlardı.

"Aden sen bayağı bir süzülmüşsün kızım," Meryem babaanneme baktım. Masada benden biraz uzakta oturduğu için ister istemez yüksek sesle konuşmuştu. Haliyle tüm gözlerde bana dönmüştü.

"İş hayatı fazlasıyla yardımcı oldu," dediğimde masada gülüşmeler oldu ancak Yusuf'un ifadesiz yüzü masadaki bazılarının dikkatinden kaçmadı.

"Eniştem bu durumdan pek memnun değil gibi?" diye sordu bu düşüncemin hemen ardından Emir.

"Mavişim bu Yusuf efendi iyi bakmıyor mu sana yoksa?" diyerek bir tanecik kankasına hemen arka çıktı Doğu. Yusuf'la göz göze geldiğimizde yüzündeki mahcubiyeti gördüm.

"Elleşmeyin kocama yakarım çıranızı!" dediğimde yine küçük gülüşmeler yükseldi. Masanın mevzusu olmamak için konuyu ailemizin yeni üyesine getirip bizim üzerimizdeki tüm ilgiyi dağıttım.

Kahvaltıdan sonra sohbet muhabbet derken hiç beklemediğim bir anda eve masözler geldi. Sema anne doğum yaklaştığından Bejna'ya iyi gelir diyerekten evde bir organizasyon yapmıştı ama onunda unuttuğu yüzünden belliydi.

Neyse ki problem anında çözüldü. Masaj için Bejna'nın buradaki odası hazırlanırken Bejna'yı kızlarla birlikte odasına götürdük. Son günleri olduğundan fazlasıyla ağırlaşmıştı. Onu odaya çıkarttıktan sonra telefonumu almak için odadan tekrar çıktığımda Aslan'ın da Yusuf'un odasına başka bir masözle girdiğini gördüm.

"Abi, hayırdır?" dediğimde kapının önünde durup bana baktı.

"Mavişim sessiz," dedi kısık sesle.

"Niye?"

"Bejna duymasın şimdi," dediğinde tekrar niye diye sordum. Eliyle gel gel yapınca yanına gittim.

"Karım yaptırmamı istemiyor, kıskanıyor tabii kocasını güzel karım," dediğinde gülesim geldi.

"Masözden mi?" başını salladı. Kapısı açık odaya baktım. Kadın otuzlarının sonunda kısa boylu toplu bir kadındı. Gerçi mesele güzel kadın yakışıklı erkek olayı da değildi. Bejna büyük ihtimalle kocasının bedeninde başka kadının dokunuşlarını istemiyordu.

"Anladım," dedikten sonra "haydi o hamile doğuracak bedeni rahatlasın, gevşesin diye masaj yaptırıyor sen?" dediğimde sırıttı.

"Ben de baba olacağım ya mavişim... Bir masajı hak etmiyor muyum?" başımı salladım. Omzuna birkaç kere vurduktan sonra aşağı indim. Salondan telefonu aldıktan sonra Doğu ve Emir ile oturan Yusuf'un yanına gittim.

"Aslan masajda," dediğimde bana döndüler.

"Pis yalancıya bak sen," dedi Doğu bir büyük tepkiyle.

"Lan karıma niye yalancı diyorsun?" diye yükseldi Yusuf birden.

"Mavişime değil be abime. Geçen gün masaj konusu açıldığında sen merak etme karım sen endişelenme karım benim vücuduma senin ellerinden başka bir kadının elleri değemez kadınım, diye diye bir hal olmuştu abim," dediğinde ağzım iki karış açık kaldı. Gerçi, Aslan'dı bu yani. Emir birden kötü kötü gülmeye başlayınca hepimiz ona döndü.

"Bir tanecik esmer şekeri yengemizi kandırmanın bedeli ağır olmalı bence. Sizce?" dediğinde onunla birlikte pis pis sırıttım.

"Kocacığım senin ne zamandır bacağın ağrıyordu değil mi?"

Dördümüz üst kata çıktığımızda Yusuf, Yusuf Ali'nin odasına geçti. Ben, peşimde Doğu ve Emir'le Aslan'ın yanına girdiğimizde masaj çoktan başlamıştı. Kadın bize bakınca sessiz olmasını işaret ettik. Aslan'ın kulağında neyse ki kulaklığı vardı.

Emir hızlı hareketlerle kadının yanına gidip bir şeyler dedi. Kadın diğer odaya geçerken Emir ellerini birbirine hızlı hızlı sürttükten sonra masaj masasının kenarındaki yağlardan birini eline sıkıp güzelce yedirdi. Aslan'a yaklaşmadan önce bize gülerek baktıktan sonra ense kökünden başlayıp masaj yapmaya başladı. Aslan'dan memnun mırıldanmalar yükselince Emir hareketlerini daha da baskınlaştırdı.

"Ah," dedi acıyla birden Aslan. Emir ellerini kürek kemiklerinin etrafında gezdirip birden omurgasının iki yanına bastırdı. Aslan'dan yine aynı sızlanmalar çıkınca Emir hareketlerini daha da sertleştirdi. Masözlükten tellallığa geçiş yapmıştı. Aslan aynı serzenişlerle devam ederken acıyla ahlayıp uhlamaya başladı. Doğu kendini daha fazla tutamayıp başını koluma yaslayıp gülmeye başladı.

Aslan; "Abla, ablacığım bacım," diyerek kalkmaya yeltendiğinde Emir, Aslan'ın kaldırmaya çalıştığı kafasını tekrar yatağa bastırdı.

"Ulan abla! Ablacığım ne yapıyorsun?" diye konuşmaya devam ettikçe Doğu'nun gülüşleri büyüyordu. Eğlenceden uzak kalmak istememiş olacak ki gülüşlerini tutup Emir'in yanına gitti ve Aslan'a bodoslama daldı. Onların bu görüntülerine daha fazla kayıtsız kalamayıp güldüm.

"Lan gitti namusum, dokunmayın bana abla, aloooo kime diyorum," Aslan'ın bağırtısı fazla yükselince Emir ve Doğu geri çekilip Aslan'ın doğrulmasına izin verdiler. Aslan aceleyle yataktan doğrulduğunda ilk karşılaştığı ben oldum. Beni görünce kalçasından düşen havluyu alıp önünü kapattı. Bu tavrına daha da güldüm. Salak altındaki şortu unutmuştu herhalde.

"Demek yengemize yalan söylersin?" diyerek konuştu Doğu.

"Demek elin kadınlarına bedenini sunarsın?" dedi Emir. Onlar konuştukça Aslan bedenini kapamaya çalışıyordu. Sessiz sessiz içimden bu haline kahkahalar atıyordum.

"Lan namusum gidiyor elden sandım bir an!" dedi Aslan. Aptal adam şaşkınlığını henüz atamamıştı. Emir ve Doğu, Aslan'la eğlenmeye devam ederken yanlarından çıkıp Yusuf'un yanına gittim. Yusuf Ali'nin yatağında uzanarak oturmuş sadece ağrıyan bacağını açıkta bırakacak bir şekilde üstünü örtmüştü.

"İyi geldi mi?" diye sorduğumda dalıp gittiği yerlerden kopup bana döndü.

"Geldi güzelliğim. Sağ ol," dedi.

"Tamam... Kızların yanına geçiyorum ben," başını salladı. Son kez ona bakıp kızların yanına döndüm. Kızlar sessizce kendi arlarında konuşurken Bejna uyuyordu ama masöz masaja devam ediyordu.

"Uyumuş," diye sessizce konuştum.

"Normal bence," dedi Sevda. Başımı salladım. Yanlarına gidip yerdeki puflardan birisine oturdum.

"Simge neden gecikti?" diye sordu Güneş.

"Baran'ın işleri varmış. Beyefendi illa birlikte gideceğiz deyince," deyip iç çektim.

"Fazla mı baskıcı oldu son zamanlarda bana mı öyle geliyor?" dedi Güneş.

"Bana da öyle geliyor ama merak etme Simge hiç altta kalmıyor," dedim. Öyleydi asla alttan almıyor karşılığını misliyle veriyordu.

"Yine de böyle olması pek iyi değil bence," Sevda'ya dönüp güldüm.

"Yavrum, Merdo abinin yanında Baran'ın esamesi okunmaz bence ama yine de sen bilirsin," dediğimde o da güldü.

"Ben yolumu buldum be Aden benim deli uşak kedi oldu kedi," dediğinde Güneş kıkırdayarak Sevda'nın omzuna omuz attı.

"Sizin bu ehlileştirici geniniz Karadenizli olmaktan mı geliyor acaba?" dedi bir bana bir Sevda'ya gülerek bakarken.

"Kız sen nerelisin sanki?" dedi Sevda.

"Kütük Karadeniz, gen Akdeniz be Sevda'm," dediğinde uzanıp yanağını çekiştirdim.

"Artık İsviçreli olma yolunda ilerliyor Sevda'sı," dediğimde Sevda dudak bükerek Güneş'e baktı.

"Sahi, vatandaşlık alacağım demiştin?" dedi Sevda.

"Yeni yılda başvuru yapacağım," iç geçirip daha demin çekiştirdiğim yanağını okşadım.

"Güzel güzel ileride çocuklarım olduğunda gönül rahatlığıyla yurtdışına tatile gönderebileceğim," dediğimde güldüler.

"Civcivlerimizin başımın üzerinde yeri var mavişim," dedi.

Kızlarla konuşmaya devam ederken Güneş, Yusuf'la aramın bozuk olup olmadığını sordu. İlk itiraz etsem de yemedi. Birisine anlatma ihtiyacıyla dolduğumdan kızlarla sadece tartışmamızı anlattım. Yaşadığım o kâbusu bilmelerine gerek yoktu. Özellikle Güneş'in bilmemesi daha iyiydi. Sevdiği birisini kaybetme korkusu travmalarını tetikliyordu...

"Öyle işte," dedim.

"İyisiniz ama değil mi?" diye sordu Sevda.

"Yani tuhaf bir haldeyiz biraz ama," dedim bozulan sinirimle gülerken.

"Yusuf demişken ben bir bakayım ona," deyip ayaklandım. Odadan çıktığımda babamla karşı karşıya geldim.

"Kızım," dedi bir an panikle.

"Bir şey mi oldu?" başını salladı.

"Hiç, alt kattaki lavabo doluydu da buraya çıktım," dedi. Biz konuşurken kızlarda odadan çıktı. "Masaj bitti, Bejna da uyuyor aşağı inelim dedik," dedi Güneş.

Babamla kızlar aşağı inerken Yusuf'un yanına geçtim. Onunda masajı bitmişti. Elinde tableti gözünde gözlüğü yine işe dalmıştı.

"Yusuf," diye seslendiğimde bana baktı.

"Karım," dedi. Yanına gidip yatağın köşesine oturdum. Tableti kapatıp kucağına bıraktı.

"Bacağın nasıl?"

"İyi, masaj iyi geldi..." dedi. Çenemi omzuna yaslayıp gözlerine baktım.

"Kahve içelim mi?" diye sorunca gözleri parladı.

"İçelim güzelliğim, içelim tabii." dediğinde omzunu öpüp kalktım.

"Yapıp getireyim o zaman," itiraz etti.

"Ben de ineyim aşağı bir daha zahmet etme," dediğinde bir şey demedim. Birlikte aşağı indiğimizde salondakilere de kahve içip içmeyeceklerini sordum. Soran ben olunca hayır diyen olmuyordu. Önce içeridekilere kahve yaptım sonra da bize. Yusuf'la arka bahçeye çıkıp çardağa geçtik. Yusuf çardağın ortasındaki masanın altındaki ısıtıcı açtı. Kahvelerimizi sessiz sedasız içerken yanımıza birden babam, Sefa baba ve Haydar abi geldi. Üçü de sırayla başımı öpüp Yusuf'un yanına dizildiler.

"Çifte kumrular, o sessiz evinize alıştınız tabii gürültü başınızı ağrıttı değil mi?" dedi Sefa baba.

"Vallahi yalan söyleyemeyeceğim," dediğimde güldüler.

"Annen duymasın," Haydar abiye gülerek bakıp asker selamı verdim.

"Bizi geçinde siz neler yapıyorsunuz kurtlar. Annemler biraz dertli vallahi," dediğimde birbirilerine baktılar.

"Neden mavişim?" dedi babam.

"E siz toplaşıp golf kulübüne kayıt yaptırmışsınız, sürekli oradaymışsınız bir de," dediğimde Yusuf güldü.

"Ha o! Kızım biz eskiden de oynardık Sefa'yla. Tekrar başlayalım dedik," babama gülerek başımı salladım.

"Anladım, anladım... Ama aldığım duyumlara göre kulüpteki kadın yaş aralığı otuzlardaymış," birbirilerine bakıp başlarını sağa sola salladılar.

"Aşk olsun kızım biz karılarımızı aldatacak adam mıyız?"

"Yok Haydarikom ben tamamen annelerimin dert edindiği konuyu size aktarıyorum," dediğimde Yusuf bana yapma diyen gözlerle baktı.

"O annenler başka ne dert yanıyor gelinim?" Sefa abiye gülüp omzumu silktim.

"Şimdilik tek kaos konumuz bu kayınpederciğim," dediğimde güldü.

"Senin bu kızın var ya tam bir fırlama Yağız'ım," dedi. Babam yanağıma avcuna yaslayıp tenimi başparmağıyla okşadı.

"Hangisi değil ki baba maşallah tüm Uyguroğlu çocuklarının kanı bir deli akıyor ki sorma. Emir bile aynı," dedi Yusuf.

"Emir'ime laf yok!" dediğimde ellerini teslim oluyorum dercesine kaldırdı Yusuf.

"Neysem... Anlatın bakalım golf günlüklerinizi..."

Babamlar en başından başlayıp golf günlüklerini anlatırken Haydar abinin öğrenene kadar çektiği çileyle bayağı eğleniyorlardı. Haydar abi de o hallerinden fazla eğlenmiş olacak ki ne babama ne Sefa babaya bozulmuyordu. Onlar anlattıkça Yusuf sıkılmış bir halde onları dinliyor ben ise gülüyordum. Ancak o gülüşlerimin arasında birden gözlerime kapanan el ve boynuma sarılan kolla korkuyla yerimden sıçrayıp çığlık attım.

"Bırak beni! Bırak! Dokunma! Dokunma, dokunma!" bedenimden hızla uzaklaşan ellerle ayaklanıp Yusuf'un yanına gidip korkuyla göğsüne sindim. Babamlar endişe ve şokla bana bakarken Baran ile göz göze geldim. Korkuyla, ne olduğunu anlamamış bir halde bana bakıyordu.

"Aden!" diye annemler bağırarak yanımıza geldiler.

"Aden," Emir koşarak yanıma gelip beni Yusuf'un kollarının arasından çekip kendi göğsüne yasladı. Tüm ev başımıza toplanmıştı, Bejna bile gözlerini ovalaya ovalaya bahçeye inmişti. Hepsi korku ve endişe içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"Abim ben korkutmak istemedim. Şaka yapayım dedim, özür dilerim mavişim!" dedi Baran üzgünce. Herkesin yüzüne bakıp ağırca yutkundum. Yüzlerindeki ifadeden çığlığımın çok yüksek ve korkunç olduğunu anladım.

"Ben, ben birden boş bulundum ondan," dedim titreyen sesimle. Emir beni oturtup su isteyince Güneş içeri koştu. Annemler yanıma gelince Emir onlara yer verdi. Dedemlerde çardağa girip oturdular.

"Otursun herkes," dedi Yavuz dedem. Tahir dedemle bakışları Yusuf'ta dolandıktan sonra ben de durdu. Şefkatle parlayan gözlerinde hüzünde vardı. O an başıma gelen şeyi bildiklerini anladım. Nedeni, nasılı yoktu. Onlar her zaman her şeyi bilirlerdi zaten...

"Baba?" diye konuştu babam. Herkesin gözleri üzerimizde olduğundan gerilmiştim.

"Yusuf oğlanın anlatacağı şeyler var!" dedi Tahir dedem.

Herkesin bendeki bakışları Yusuf'a döndü. Yusuf derin bir nefes aldıktan sonra omuzlarını dikleştirip olanı biteni bir solukta anlattı. O anlattıkça annemlerin gözleri dehşetle açıldı. Kızlar korkudan tir tir titrediler. Abimler, eksiksiz hepsinin gözlerindeki öfke öylesine deliceydi ki o adamı bir an ortalarında düşündüm... Öldürürlerdi... Ne günah işlerdi ne yasalar ne başka bir şey. Hepsi el birliğiyle öldürürlerdi.

"Ağlamayın," dedim. Filiz annem sağımda Zümrüt solumda oturmuş ağlıyorlardı. Ellerimi tutan elleri titriyorlardı.

"Ah Allah'ım şu yaşında başına gelmeyen kalmadı annem, ah yavrum benim..." diye iç çeke çeke ağladı Filiz annem.

"Filiz," diyerek araya girdi Haydar abi. Zümrüt annemde ağlıyordu ama o sessizdi.

"Tamam, tamam..." deyip saçlarımı okşamaya devam etti annem. Burnumu çekip başımı yerden kaldırdığımda Kerem ve Güneş'le göz göze geldim. Annemlerin yanından kalkıp ikisine ilerledim. Kerem artık bizden uzun olan boyuyla bizi sarıp sarmaladı. Güneş'in elini sıkıca tutup "iyiyim," dediğimde dolmuş gözleriyle gülümseyip başını salladı.

"İyisin," dedi titreyen sesiyle. Yanımıza önce Doğu, peşinden Aslan ve Emir geldi. Baran gelmeyince ona baktım. Kendini suçlu hissediyor olmalıydı. Ona elimi uzattığımda derinden yutkundu, ensesini kaşıyarak yanıma geldi. Omzumu öpüp Kerem'in omzuna yaslı başımı okşadı.

"Özür dilerim abim. Yemin ederim isteyerek yapmadım. Korkacağını hiç düşünmemiştim," dediğinde avucumu yanağına yaslayıp tenini okşadım.

"Biliyorum. Senlik bir durum yok zaten," dedim.

Konuşmalar, sarılışlarımız devam etti. Gazel yenge eve geçelim deyince içeri girdik. Çocuklar neyse ki Aynur abla ve hayvanlarla vakit geçiriyorlardı. Salonda oturduğumuzda babam beni kendine çekip yanına oturtturdu. Diğer yanında da Güneş vardı. Başımı göğsüne yaslayıp sıkıca gövdesine sarıldım. Kolumun üzerine Güneş kolunu sardı. Ellerinin titreyişi durmamıştı. Babam başımı okşayıp buselerini hiç çekmeden kondurmaya devam etti. Zümrüt annemde diğer yanıma yerleşmiş sırtımı sıvazlıyordu. Öğrendikleri şey onlar için ağırdı. Herkes için ağırdı. Yaşadıklarımız yetmiyor gibi hep başımıza bir haltlar geliyordu.

"Davası ne zaman?" diye sordu Merdo abi.

"İki ay sonra," dedi Yusuf.

"Aklım almıyor nasıl ya nasıl olabiliyor böyle bir şey ben anlam veremiyorum!" Emir'e baktım. Öfkesini kolay kolay belli etmezdi lakin korkusu o kadar ağır basmıştı ki duygularına hükmedemiyordu.

"Emir," dediğimde bana baktı.

"Gel," deyince volta atmayı bırakıp yanıma geldi. Önümde diz çöküp ellerini dizlerime yasladı. Örgülü saçlarını sevip burnunu sıktım.

"Bizde anlamadık, Yusuf ve tüm emniyet o adamı ararken o benim çalıştığım hastanede doktorluk yapıyormuş meğer... Beni de gerçekten şans eseri gördü," dediğimde dudaklarını ıslattı.

"Hep şans eseri zaten... Bu şans eserleri bir gün birimizi toprağa gömecek!" annem Emir'in omzunu okşayıp ona yer açtı. Emir benimle annemin arasına yerleşip başını sırtıma yasladı.

"Yusuf abi yetişmeseydi..." deyip sustu Güneş.

"Yetişti ama... Kurtardı beni kocam," dedim. Herkesin yüzünde buruk bir tebessüm oluştu.

"Anlıyorum sizi. Korkunuzu, endişenizi, üzgünlüğünüzü ancak olan oldu. Ben sırf bu yüzden size söylemekten kaçındım ama öğreneceğiniz varmış... Yalan söylemeyeceğim ben de hâlâ korkumu atamadım ve ne yazık ki panikatağım gelişti ama bunlara rağmen yine de iyiyim. Yaşıyorum çok şükür, hem merak etmeyin Ekrem Bey'le bu olaydan dolayı terapiye başladım. Yapıyorum. Anlayacağınız cidden üstesinden gelemeyeceğim bir şey yok," dediğimde hepsi bir şeyler söylemek istediler ama benim için ses çıkarmadılar. Söyleyecek bir şey bırakmamıştım insanlara.

Salonda geçirdiğimiz vakitlerde Tam boylar, Emir ve Merdo abi Yusuf'tan adam ve davayla ilgili her detayı öğrenmişlerdi. Babamlar sessizlerdi. Özellikle babam Yusuf'a karşı fazla... Fazla gergin ve tepkiliydi. Annemler bir an olsun ellerini üzerimden çekmiyor babaannemlerle Sevgi anneannem sürekli dua ediyorlardı. Bejna da hamilelikten de kaynaklı fazla etkilenmişti. Durup durup ağlaması bir yerden sonra istemsizce canımı sıkınca Emir beni anlamış bahçeye çıkarmıştı. Akşam yemeğine kadar da bahçede dolaşıp durmuştuk. Ona karşı hissettiğim mahcubiyet çok fazlaydı. Korkusunu, endişesini hep canımla sınıyordum resmen. Ama benden kaynaklı değildi ki... O bela bir şekilde beni bulup tüm sevdiklerimi çok üzüyordu... Akşam yemeği sessizdi. Sadece çatal bıçak sesleri ve çocukların sesleri vardı. Kimsenin konuşası yoktu. Yemekten sonra misafirlikte bitmişti, herkes istemeye istemeye evden ayrılmıştı. Hem Filiz annemler hem de Zümrüt annemler bizde kal diye ısrar etseler de onları ikna etmeyi başarmıştım.

Toral ailesi olarak biz bize kaldığımızda tüm ilgim Yusuf Ali, Barby ve Patrişka'daydı. Salonun ortasında oturmuş gülüşürken Yusuf Ali'nin kızıma Pati demesine ses etmiyordum. Barby kızımı kıskanmış olacak ki Yusuf Ali'ye asla pas vermiyor minik kızıma fırsatını buldukça hırlıyordu.

Telefonumda asla durmuyordu. Aile grupları, kızlarla olan gruptan sürekli mesajlar yağıyordu. Sürekli nasıl olduğumu sorup duruyorlardı. Annemlerde sık sık arıyorlardı. Hiçbirine yetişemeyeceğimi fark edince uyuyacağım bahanesine sığındım. Yusuf Ali'de esnemeye başlayınca evdekilere uyumaya gittiğimizi söyleyip Yusuf Ali'yle birlikte yukarı çıktık. Barby önümüzden koşup odanın kapısını açmıştı çoktan.

Yusuf Ali dakikalar içinde göğsümde Barby ise ayak ucumuzda uyumuştu. Uykuya daldığına emin olduğumda Yusuf Ali'yi yatağa yatırıp kalktım. Üzerini örtüp başını okşadıktan sonra çıktım odasından. Yusuf kapının karşısındaki duvara yaslanmıştı. Patrişka kucağındaydı.

"Uyudu mu?" diye sordu.

"Uyudu..." dediğimde yaslandığı yerden doğruldu. Kolunu belime sarıp odaya doğru hareketlendi. Odaya girdiğimizde Patrişka'yı yatağa bıraktı. Üzerimizi giyindikten sonra yatağa yerleştik.

"Pati gel kızım," dediğinde Patrişka miyavlayarak yanımıza gelip göğsümdeki yerini buldu.

"Dedemler nereden biliyorlar?" dedim.

"Söylemediler... Büyük ihtimalle emniyette ya da adliyede muhbirleri var," dedi. Olabilirdi. Tahir dedenin emekli olmadan önceki son görev yeri Bartın'dı. Zamanında ülkenin her yanına nam salmış Sulh Ceza Hâkimi Tahir Toral ve ülkenin yer yerine sayısız evler, iş hanları, devlet binaları yapmış Yavuz Uyguroğlu'nun elbette muhbiri olurdu.

"Konuşmalarına izin vermedim diye pişman oldum. Hepsi bastırmak zorunda kaldılar duygularını," dediğimde saçlarımı okşadı.

"Merak etme güzelliğim. Herkes, hepimiz sen nasıl hissediyorsan, istiyorsan öyle davranacağız bu konuda," dedi. Nefesimi gürültüyle bırakıp ona sokuldum.

"Uyutsana beni," dediğimde kızımıza dikkat ederek beni yamacına çekti. Çok değil on dakika oldu olmadı Yusuf'un kollarının arasında uykuya daldım.

Gecenin bir vaktinde uyandığımda saat 03.52 idi. Yusuf'un yokluğunu hissedince huysuzca yataktan kalkıp gözlerimi ovaladım. Ağrısı mı tuttu acaba diye düşündüm. Ağrısı tutunca uyuyamıyordu. Beni rahatsız etmemek için aşağı inmiştir diye düşünüp ona bakmak için odadan çıktım. Alt kata indiğimde salondan antreye sızan loş ışıkla salonda olduğunu anladım. Esneye esneye salona girecekken babamın sesini duymamla adımlarım durdu.

"Geç bunları Yusuf!" kısık sesi barut gibiydi.

"Amca söz konusu olan..." Yusuf kendisini açıklamak istercesine konuştu ama sesini babamın öfkeli sesi böldü.

"Yeter Yusuf! Yeter!" gecenin bir körü olmasa tüm evi inleteceğine emindim. Derin, sıkıntılı bir nefes aldım. Babamın öfkeli solukları aramızdaki mesafeye rağmen rahatlıkla duyuluyordu. Şu an anlıyordum ki bugün olanlar, öğrendikleri herkesten çok babamı etkilemişti.

Amca," diye tekrar konuşmak istedi ama babam yine aynı sertlikte lafını kesti Yusuf'un.

"Söz konusu sen ya da o lanet olası mevkin, makamın değil Yusuf. Söz konusu olan benim kızım, benim kızımın hayatı!" duyduğum ses tüylerimi diken diken etti. Babamın sesi Yusuf'a karşı ilk defa böylesine katı, mesafeli ve tavırlıydı. O an anladım ki Yağız Uyguroğlu karşısındaki adama; elinde büyüyen bir evlat olarak değil kızının kocası olarak bakıyordu...

Babam Yusuf'a bir şeyler daha söyledi ama uğuldayan kulağım ne dediğini duyamadı. Saniyeler önce işittiklerimin hissettirdiği aidiyetlik duygusu beni olduğum yere mıhladı. Babam, benim için Yusuf'u karşısına alıyordu. Benim için çok sevdiği birisini karşısına alıyordu. Çoğu kız çocuğu için olağan olan bu durum benim için bir ilkti. Milattı...Tam şu anda, 2026 yılının son ayının son günlerinden birinde sabah saat daha dörtken babamın bana hissettirdiği bu his beni derinden sarsmıştı.

İçerideki sesler yükselince kendime geldim. Sadece babam değil diğerleri de gelmişti. Tam boylar, Emir, dedem...

"Bu kaçıncı Yusuf? Nedim olayında vuruldu, Deniz Sofuloğulları denen o it onu az kalsın ezecekti, şimdi de bu seri katil... Eline değen davalarda öyle ya da böyle benim kardeşim hep zarar gördü!" dedi Emir. Sesi nefretle harmanlanmıştı. Sırtımın terlediğini hissettim. Emir'in ve Yusuf'un arasının bozuk olmasına katlanamazdım.

"Doğru..." dedi Yusuf. Sesindeki yıkılış gözlerimi doldurdu. Benim ona üzen hep sen oldun sözümden daha ağırdı Emir'in bu dediği belki de.

Aslan, peşinden Baran da bir şeyler dedi ama onların sesi daha kısık olduğundan ne dediklerini tam anlayamadım. Araya Tahir dedemin gür sesi girdi.

"Kavgayı tartışmalarını bir kenara iteleyin şimdi. Karı koca arasında olur böyle şeyler, hallederler onlar. Bize de söz düşmez... Kalkın yatın dua edin ki Yusuf yetişmiş, Yusuf karısına yetişmiş, kurtarmış..." kavga ettiğimizi biliyorlardı. Babamla koridorda karşılaştığım anı anımsadım. Kızlarla bizi duymuştu o hali ondandı.

"Düşer Tahir baba düşer de kızımın evliliğine olan saygımdan bir şey demiyorum. Yoksa bir Allah'ın kulu tutamaz beni alırım kızımı götürürüm baba evine," dedi Babam. Titreyen dudaklarımı ısırdım. Babam o kadar kesin konuşuyordu ki onu tutan tek şeyin ben olduğunu açıkça dile getiriyordu.

"Oğlum siz sahi neden kavga ettiniz?" dedi Merdo abi.

"Kıskançlık... Haklı olan Aden'di ama ben..." deyip derin bir iç çekişle sustu.

"Ama sen işlerinle o kadar yoğundun ki Aden'in rahatsızlığını görmedin değil mi? Üstelik adım gibi eminim Aden sana her fırsatta belli etmiştir rahatsız olduğunu!" Emir, canım Emir...

"Aynen öyle," dedi Yusuf. Şu an onu göremesem de başının eğik olduğunu, ellerini birbirine yaslamış olduğunu hayal edebiliyordum.

"Yusuf," dedi Haydar abi. O da buradaydı... Birkaç saniyelik sessizlikten sonra tekrar konuştu.

"Buradaki herkes senin Aden'e olan sevgine ve aşkına şahit. Hiçbirimizin şüphesi yok buna. Meselemiz, derdimiz seni yermek gücendirmekte değil..."

"Biliyorum abi," diyerek araya girdi Yusuf. "Ama sizde bilin ben zaten günlerdir vicdan azabımla, acımla, kendime olan öfkemle baş etmeye çalışıyorum. Söylediğiniz çoğu şeyde haklısınız... Ama yemin ederim Aden'i korumak için her şeyi yaptım, yapıyorum..."

"Kendinden korumalısın belki de?" dedi Baran.

"Lan!" diye ilk defa sesini yükseltti Yusuf. Tartışmanın büyümesinden korkunca salona ilerledim.

"Aile mahkemesi kurulmuş!"

Yanlarından geçip Yusuf'un yanına oturdum. Elimi dizine yaslayıp yanında olduğumu hissettirdim. Ailemin beni böylesine koruyup kollaması çok güzeldi, beni çok güçlü hissettirmiş evet ama Yusuf benim hayat arkadaşımdı, eşimdi, ileride çocuklarımın babası olacak adamdı. İkimizin arasında yaşanan kavga ve tartışmanın bu kadar büyüyüp herkesin diline dolanması beni rahatsız ediyordu. Keşke hiç kızlara anlatmasaydım diye dertlensem de olan olmuştu. Ayrıca benim yaşadığım o olayın suçlusu da asla Yusuf değildi.

"Bizim Yusuf'la çözemeyeceğimiz bir sorunumuz yok," dediğimde Emir sinirle güldü. Sinirlenmekte haklıydı ancak ben de haklıydım.

"Eğer çözemeyeceğimiz kadar büyük bir sorun olsaydı inanın ilk size gelirdim," dediğimde gözüm sadece babamdaydı.

"Kavgamız, tartışmamız bizi ilgilendirir. Başıma gelen olaya da Yusuf sebep olmadı. Adam hastanede genel cerrahi doktoruymuş. Acilde denk geldik adam beni görünce kafasına koymuş demek ki. Koymasının sebebi Yusuf'un karısı olmam değil öldürdüğü diğer kadınların eşkaline birebir uymam... Öfkenizi, hırsınızı, üzüntünüzü anlıyorum ama şunu da atlamanıza izin vermem. Burada durmuş sizinle konuşuyorsam Yusuf sayesinde. Beni o adamdan kurtaran Yusuf'tu..."

"Peki," dedi Aslan. Onun sesi hiç çıkmamıştı. Sakin ve anlayışlıydı. Evlendikten sonra ilişkiler hakkındaki görüşlerinden ötürüydü belki de.

"Ne yani maviş bir şey demeyelim mi?" dedi Doğu.

"Çözemeyeceğimiz bir durum yoksa demenize gerek yok," dedim kesin bir dille.

"Ya kızım şaka mısın sen?" diye yükseldi Emir. Yusuf'un yanından kalkıp Emir'in yanına gittim.

"Mutfağa gidelim mi?" dediğimde arkasını dönüp hızlı adımlarla mutfağa ilerledi. Salondakilere bir göz atıp Emir'in peşinden ilerledim. İçeridekiler de konuşmaya yeniden başlamışlardı...

O volta atarken kendime su doldurup masaya oturdum. Emir'e de oturması için baskı yaptım. Karşıma geçip oturdu. Yarısını içtiğim suyu ona uzatıp elimden aldı ama içmeden kenara koyup yüzüme bakmaya devam etti.

"Yusuf savcı diye ben onu sevmekten vazgeçemem Emir," gözlerini devirdi. Arkasına yaslanıp sinirli sinirli güldü.

"Derdim bu değil Aden. Benim derdim senin sürekli zarar görmen!" omuzlarım düştü. Ellerini masaya yaslayıp başına bana doğru yaklaştırdı.

"Savcı olmanın ağırlığını, yükümlülüğünü bilmiyor mu biliyor. Kaç kere tehdit edilmiştir kim bilir? İnsan önlem alır Aden. Kendisi istemiyor tamam ama en azından senin peşine taksın koruma. Senin yanında bir tane polis olsun. Ama yok klasına ters adamın!"

"Var... Korumam var, Yusuf bildiğimi bilmiyor ama koruma polisini takmış peşime," alayla güldü.

"İyi bari. Bir sonraki olayda kıl payı kurtulma durumu olmaz umarım..." şimdi ne desem ne yapsam boş olacağını bildiğimden bir şey demedim. Başımı sallayıp "haklısın," demekle yetindim.

"Of Aden of..."

İçeri geri döndüğümüzde babamlar gitmek için ayaklandılar. Haydar abi, Yavuz dedem ve Aslan dışında kimse Yusuf'a bir şey demedi. Hepsini geçirirken babamı sona bıraktım.

"Teşekkür ederim. Bu gece burada olmanın benim için anlamı çok kıymetli," dediğimde alnımı öptü.

"Yusuf'a karşı..." dediğimde konuşmama izin vermedi.

"Önceliğim sensin kızım. Sebep, sonuç hak-hukuk ne olursa olsun önceliğim sensin," dedi ve alnımdan son kez öpüp evden çıktı. Kapıyı kapatıp alnımı yasladım ve biraz nefeslendim.

İçeri tekrar döndüğümde herkese iyi geceler dileyip odaya çıktım. Yusuf peşimden geldi. Yatağa girdiğimde yanıma oturdu. Saçlarımı sevip yanağımda parmağının sırtını gezdirdi.

"Özür dilerim..." dedi ama bir cevap vermedim. Bu cümleden nefret ediyordum artık...

Öğlene doğru kahvaltımızı yapıp akşamki program için hazırlığa şimdiden başlamıştık. Hazırlanırken bir yandan da durmadan telefonda annemlerle konuşup duruyordum. Kızlarla da bir mesaj trafiğim vardı.

Akşama doğru evden çıktığımızda aklımda sadece Kerem vardı. Zümrüt annem evdeyken Güneş'te gösteri merkezine gittiklerinde durmadan fotoğrafını atıyorlardı. Yanında olmak istemiştim ama dünden sonra etkilenmesini istememiştim. Gözünün önünde olursam odaklanmaz endişesi oluşmuştu.

Sonunda AKM' ye geldiğimizde ilk durağım Kerem'in yanı oldu. Kuliste Güneş, Doğu, Emir, Lara ve müzik öğretmeniyle bir aradaydı. İçeri girdiğimde oturduğu yerden hızla kalkıp koşarak yanıma gelip beni kolları arasına aldı ve döndürdü.

"Fındık kurdum çok şık olmuşsun, maşallah!" dediğimde güldü.

"Yakışıklı mıyım?" dediğinde "hem de nasıl," dedim. Güzel yüzünü sevip rujumun izi çıkmasın diye öpmedim.

"Seni dinlemek için aşırı sabırsızım," güldü, elini göğsüne yaslayıp fısıltıyla "çaktırmamaya çalışıyorum ama çok heyecanlıyım..." dedi.

"Çok normal bebeğim, heyecanlı olman ayrıca güzel. Her şey muhteşem ilerleyecek merak etme," dedim.

"Sen nasılsın peki?" diye sordu birden düşen yüzüyle.

"Çok iyiyim ve tıpkı annem gibi heyecanlıyım," dedim.

"E annemsin bir yerde," deyince duygusallaştım bir anda. Tekrar sarıldım.

Resitale çok az bir süre kalınca hepimiz salona geçtik. Protokol sırasının arkasına dizilmiş ailemizin yanına gidip yerlerimize yerleştik. Doruk ve Arda biraz uzağımda kalınca onlara el sallayıp havadan öpücük attım.

"Teleskobu kurmuşlar güzelliğim," dedi Yusuf.

"Sevinir değil mi?" dediğimde başını salladı.

"Sevinir merak etme yavrum..."

Gerekli konuşmalar, bazı ödüller verildikten sonra sahneye Kerem çıktı. Onun görülmesiyle alkışlar yükseldi. Seyircilere selam verip piyanosunun başına geçti. Çalmaya başladığında salon sessizliğe büründü. Kerem, piyanonun başında kendinden emin, vakur, güçlü ve çok güzel duruyordu.

Doğu ve Güneş, Kerem'i videoya alırken ben de sürekli fotoğrafını çekiyordum. Annem ve babam fazlasıyla duygusal bir halde oğullarını izlerken kendilerini müziğe kaptırmış gibilerdi. Kerem son anlarda işi tam olarak şova döküp piyanoyu tabiri caizse ağlatırken hepimizin gururla göğsü kabarıyordu.

Resital sona erdiğinde sahneye ilk çıktığında aldığı alkıştan daha fazlasını aldı. Hepimiz onu ayakta alkışlarken piyanosunun başından kalkıp sahnenin önüne gelip hepimizi selamladı. Bakışları bizimle kesiştiğinde ona el sallayıp öpücük attım. Dudakları kıvrıldı. Bir kez daha bizi selamladıktan sonra sahneden ayrıldı.

Gösteriden sonra Sarıyer'deki hep gittiğimiz restorana gittik. Yemekte tek konu tamamen Kerem'di. Hepimiz bir şey diyor, yeniden yeniden tebrik ediyorduk. Kerem gördüğü ilgiden, aldığı tepkilerden fazlasıyla memnundu. Yemek sonrasında eve geçtiğimizde Yusuf'la birlikte Kerem'e sürprizimi yapmak için Kerem'le birlikte odasına çıktık.

"Hazır mısın?" dediğimde Kerem sabırsızca kıpırdandı. Yusuf gözlerini kapattığından biraz memnuniyetsizdi. Odanın kapısını açıp önden ben peşimden onlar girdi. Yusuf'a başımı salladığımda Yusuf, Kerem'i pencerenin önündeki teleskobun yanına götürüp ellerini gözlerinden çekti.

"Şaka!" Kerem'in ilk tepkisi bu oldu. Heyecanla öne atılıp teleskobunu inceledi. Ellerini üzerinde gezdirip dürbünleri inceledi.

"Bu harika bir şey! Çok teşekkür ederim. Çok, çok, çok teşekkür ederim..." Kerem beklediğimden daha fazla tepki verdi. Çok sevinmişti.

"Eniştenin fikriydi," dedim. Kerem, Yusuf'a sarılıp teşekkür etti. Yusuf'tan sonra bana da sarılıp teşekkür etti.

"Efsane bir şey bu abla. En iyisi," Kerem'in dediğine asla şaşırmadım.

"Benimle sonra şu uzay merakını bir konuş bakalım fındık kurdu," dediğimde hevesle başını salladı. Onu teleskobuyla baş başa bırakıp aşağı indik. Herkes salonda çayını içerken Yusuf hepimizden izin istedi. Bartın'a geri dönecekti. Herkesle vedalaştıktan sonra birlikte evden çıktık.

Arda abi bizim çıkmamızla aracı hazırladı. Yusuf'a sıkıca sarılıp kendisine dikkat etmesini defalarca tekrarladım. Alnımı burnumu ve çenemi öptükten sonra Perşembe günü görüşeceğimizi söyleyip son kez sarıldıktan sonra Arda abinin şoför koltuğunda oturduğu arabaya yerleşti. Onlar gözden kaybolana kadar dışarıda durdum. Eve geri girdiğimde annemlerle vakit geçirdim. Zümrüt annem bu akşam burada kalacağım için rahatlamıştı. Filiz anneme cuma günü ve hafta sonunu onlarla geçireceğimi söyleyip kalbinin kırılmasına izin vermemiştim.

Gece ilerlediğinde önce annemler sonra Sefa babalar gittiler. Barlas ve Yusuf Ali Patrişka'dan ayrılmak istemediklerinden biraz zorluk çıkarınca yarın onların tekrar gelebileceklerini söyleyip ikna ettim. Ev ahalisiyle bir süre daha oturduktan sonra kızlarla odama çıktık. Bejna ve Aslan doğum yaklaştığından burada kalıyorlardı. Simge de elbette bizimleydi. Kızlarla da odada bir saat kadar vakit geçirdikten sonra herkes kendi odasına dağıldı. Yatağımda oturmuş Patrişka'nın başını sevip Yusuf'u düşünürken odaya babam girdi. Elinde kahve kupaları vardı.

"Uyuyamıyorsundur diye düşündüm," dediğinde bacaklarımı toparlayıp "gelsene," dedim. Biraz kayıp ona yer açtım. Yanıma gelip buradayken hep kullandığım kupayı bana uzatıp kendi kupasını komodinin üzerine bıraktı. Yanıma oturduğunda Patrişka kucağımdan kalkıp babamın kucağına ilerledi. Önce bacağını kokladı sonra da patileriyle birkaç kere bacağına vurduktan sonra miyavladı. İlgi istiyorum miyavlamasıydı bu. Babam kızımı kucağına alıp sevdi.

"Nasılsın kızım?" diye sordu.

"Duymak istediğini mi yoksa yalan mı söyleyeyim?" dediğimde güldü.

"İyi olduğunu duymak isterim ama bu bir yalan değil mi?" dedi. İç çekip omuzlarımı silktim.

"Yorgunum. Sanırım en net cevabım bu olabilir," dediğimde o da iç çekti.

"Üst üste gelmiş bazı şeyler," başımı salladım. Kesinlikle üst üste gelmesi beni duygusal anlamda daha da yormuştu. Derin bir nefesle iç çekti.

"Duygusal olarak zorlandım ama..." dediğimde ne diyeceğimi anlamış olacak ki araya girdi.

"Ama tek başına üstesinden gelmene gerek yok kızım. Yaşadığın şey kolay değil, tek başına baş etmeye çalışman senin karakterinde birisi için normal olabilir ama doğru değil," ona yavru kedi bakışları attım ama umursamadı.

"Seni seven insanların senin için endişe etmesi, korkması ve üzülmesi en az mutlu olması kadar normal Aden. Aile dediğin şeyin anlamı tamda bu zamanlarda ortaya çıkmıyor mu zaten?" hafifçe başımı salladım.

"Öyle tabii ama çok şey yaşadık çok fazla. Annemleri, sizi, diğerlerini yeniden, yeniden, yeniden üzmek istemedim ama elime yüzüme bulaştırdım," yanağımı sevdi.

"Bilmemiz iyi oldu... Çok şükür, çok şükür ki yaşıyorsun..." dedi. İç çekip kahvesine uzanınca ben de çok sevdiğim kahvesinden büyük bir yudum aldım.

"Şimdi gelelim diğer meseleye. Biz iyiyiz görüntüsü veriyorsunuz ama bakışlarınız sizi ele veriyor. Senin kırgınlıkla parlayan mavişlerin, Yusuf'un pişmanlığı bariz bir şekilde ortada ama sen dün gece kocanın yanında durarak yapman gereken en doğru hareketi yaptın. Gurur duydum o an seninle," gülüp başını aşağı yukarı salladı.

"Bir an Zümrüt duruyor karşımda sandım," deyince dudaklarım kıvrıldı.

"O da hep senin yanında mı olurdu?" dedim.

"Öyle... Bizde her sorunumuzu kendimiz çözerdik. Ailelerimizi karıştırmak doğru gelmiyordu. Birbirimize üç tane sorur sorardık, o sorunun cevabı da hiç değişmezdi, değişmedi..." dedikten sonra oturuşunu dikleştirip bana döndü.

"Şimdi o üç soruyu sana soracağım," dediğinde hem heyecan hem de gerginlikle dizlerimin üzerinde yükselip yatakta onu rahat göreceğim bir yere geçtim.

"Hazırım, sor!" dediğimde heyecanıma güldü. Güçlü bir nefes alıp gürültüyle bıraktıktan sonra ciddi bir ifadeyle yüzüme baktı.

"Kocanı seviyor musun?" dedi.

"Seviyorum," dedim.

"Kocan seni seviyor mu?" dedi.

"Seviyor," dedim.

"Evliliğiniz her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlü mü?" dedi.

"Güçlü," dedim.

Bir an bile düşünmeden cevap verişlerim yüzündeki o ciddiyeti tebessümle böldü. Yanağımdan bir makas alıp ağırca başını salladı. "Madem doğru cevapları verdin, evliliğiniz için endişe edilecek bir durum yok..." dedi.

Elimdeki kupayı diğer komodinin üzerine bırakıp babama yaklaşıp başımı kucağına yasladım. Elleri anında saçlarıma karıştı. Usulca okşayıp tek tük çıkan beyazlarımla kederlendi.

"Yarın bowling oynamaya sinemaya falan mı gitsek?" dediğinde kucağından heyecanla kalktım.

"Ay olur çok güzel olur," dedim hevesle. Onunla vakit geçirmekten dip köşe kaçan Aden'den bir şeyler paylaşmak için can atan Aden'e evirilmiştim.

"Güzel, tüm toplantılarım 29 Aralık da zaten yarın baba kız tüm gün vakit geçiririz!" dediğinde gözlerim iri iri açıldı.

"Yarın Yusuf'un doğum günü!" panikle yatakta telefonumu ararken babam uzattı. Telefonu hızla elinden ekrana baktım. Sessizde olduğunda hatırlatıcı notumu da görmemiştim.

"Ya saat iki olmuş! Ben nasıl unuturum bunu," babam ağladı ağlayacak halime güldü.

"Pilotla konuşurum. Yarın götürür seni Bartın'a. Diğer gün geri dönersin ama!"

"Yaaaa..." kollarımı boynuna sarıp yanaklarını öptüm.

"Bir tanesin, bir tanesin," deyip durdum.

Babam pilotu aramak için yanımdan giderken ben de yarın için aklımda planımı yaptım. Yusuf giderken ya da gece yarısından sonra kutlamadığım için kesin çok üzülmüştü. En güzeli sürpriz yapmaktı. Sabah çok erken saatte babamla evden ayrıldık. Beni havalimanına bıraktığında ona sıkıca sarıldım.

"Çok teşekkür ederim," dediğimde göz kırptı.

"Bugün için planladığımız her şeyi çarşamba günü yapacağız ona göre," dediğinde gülerek başımı salladım.

"Merak etme seni zevkle yeneceğim bowlingde," gür bir kahkaha atıp başımdaki beremi yüzüme kapattı.

"Yaaa," diye gülerek mırıldandım.

"Haydi, haydi bekletme uçağı. Varınca da haber et mutlaka ve çok dikkatli oluyorsun tamam mı kızım?"

"Merak etme," diye uzatarak kelimenin sonunu uzatarak cevap verdim.

Havalimanına girmek için hareketlendiğimde girmeden durup omzumun üzerinden babama baktım. El sallayınca ben de el sallayıp "seni seviyorum," diye bağırdım...

Bartın'a geldiğimde önce babama mesaj attım. Eve gitmeden önce merkezdeki büyük markete uğrayıp alacaklarımı aldıktan sonra taksiyle eve gittim. Saat daha erken olduğundan aldıklarımı mutfağa bırakıp odaya çıktım. Alarm kurup yatağa girdim. Yusuf'un yastığına sarılıp kokusuyla uykuya daldım.

Öğleden sonra iki gibi uyandığımda ayılmak için önce büyük bir kupa kahve içip tabletten günün haberlerine göz attıktan sonra kendime gelip işe koyuldum. Önce Yusuf'un pastasını yaptım. Pastadan sonra da Yusuf'un sevdiği et yemeğiyle Risotto yaptım. Yanlarına hafiflerinden mezeler yaptıktan sonra az bir şeyde İtalyan salatasından yaptım. Yemekleri yaparken geçen zaman bana kısıtlı bir vakit bırakınca mutfağı hızlıca temizleyip havalanması için fanı açıp güzel kokulu mumlarımdan yakıp sonunda yukarıya çıktım. Kısa bir duş aldıktan sonra bornozumla unutmayı kurduğum masayı terasa kurdum. Neyse ki camlar filmliydi de istediğim gibi hareket edebiliyordum.

Masayı kurup yemekleri de yukarıdaki şömine ocağına çıkarttım. Sonunda sıra kendimi hazırlamaya geldi. Tüm bedenimi kremledikten sonra vücudum nemlenene kadar elbise bakındım. Benim doğum günümde malum elbiseyi zaten giyindiğim için başka elbise bakındım. Gözüme aldığım ama hiç giymediğim siyah elbise takılınca sırıttım. Fazla iddialı bir parçaydı. Elbiseyi askısından çıkarıp giyindim.

Vatkalı, uzun kollu mini bir elbiseydi. Etek kısmı tamamen drapeliydi. Göğüs dekoltesi göbek deliğimin iki parmak kadar yukarısında bitiyordu. Göğüslerim büyük olduğundan elbise ekstra iddiasını ortaya koyuyordu. Saçlarımı düzleştirip makyajımı yaptım. Makyajımda ön planda olan tek şey kırmızı rujumdu. Üç şeritli üzeri kristal taşlarla kaplanmış ince bantlı yüksek topuklularımı da giyindim. Tamamen hazır olduğuma emin olunca dönüp boy aynasına baktım. Karşımda gördüğüm kadın beni fazlasıyla memnun etti. Güzel, güçlü ve iddialı görüntümü her zaman seviyordum.

Akşam olduğunda ve Yusuf'un eve geliş saati geçtiğinde sıkıntıyla ofladım Sürpriz yapacağım için de hiç aramamıştım adamı. Telefondan saate tekrar baktım. Mesaisi biteli iki saat olmuştu neredeyse. Telefona boş boş bakarken aklıma Reber geldi.

SİZ:

Reber, Yusuf'tan haberin var mı?

Yanındaysa sakın çaktırma!

REBER YAKUT:

İyi akşamlar yenge.

Yanımda savcım.

Doğum günü ya bugün İsa ile meyhane yapalım dedik

SİZ:

İnsan haber verir Reber!

İki saattir bekliyorum adamı.

Sakın söyleme bak benimle yazıştığını.

Bir yolunu bul yolla kocamı eve!

REBER YAKUT:

Yenge, canım yengem

Ben adamı zaten zar zor ikna ettim çıkmaya

Şimdi ne diyeceğimde yollayacağım eve?

SİZ:

Bilmem ben

Önce bir ara sor karısına kocası müsait mi diye

Bul bir bahane uydur bir şeyler

REBER YAKUT:

Yaktın beni yenge.

Savcım söylenir durur bana şimdi

SİZ:

Bir şey olmaz

Alışkınsındır sen haydiiii

Bekliyorum haber edersin...

Telefonu masaya bırakıp kollarımı göğsümde bağladım. On dakika geçti geçmedi Reber'den Yusuf'un eve geldiğine dair mesaj geldi. Rahat bir nefes alıp odaya geçtim. Rujumu tazeledikten sonra terasa geri döndüm. Işıkları kapatıp Yusuf'u beklemeye başladım. Çok değil yarım saat kadar sonra kapının sesini duydum. Hızla ayaklanıp pastanın mumlarını yakıp içeri girip merdivenlerin başında elimde pastayla Yusuf'u beklemeye başladım.

"Ah be kızım ah be Yusuf'un canı yaktın yıktın, darmaduman ettin beni," diye söylene söylene basamakları çıkıyordu. Beni görünce yaşayacağı şoku düşününce dudaklarım kıvrıldı. Sonunda bedenini gördüğümde gülümsemem daha da büyüdü. Ceketini omzuna atmış, başı yerde bir şekilde basamakları çıkıyordu. Sona geldiğinde görüş açısına ilk önce ayaklarım girmiş olacak ki beni ayaklarımdan yukarıya doğru süzmeye başladı. Sonunda göz göze geldiğimizde gözlerindeki şaşkınlık, şok ve mutluluk o kadar büyüktü ki dudaklarım daha da çok kıvrıldı.

"Sürpriz!" diye bağırdıktan sonra iyi ki doğdun şarkısını söylemeye başladım. Yusuf inanamıyormuş gibi gözlerini kırpıştırdı. Dudakları açılıp kapandı. Ona bir adım yaklaşıp pastayı bizden uzak tutup dudaklarını minik bir buse kondurdum.

"İyi ki doğdun sevgilim..." dedim dudaklarına fısıldayarak.

"Aden?" dedi inanamıyormuşçasına.

"Aden'in afkuranı," dediğimde güldü. Küçük başlayan kıkırtıları büyüdü.

"Allah'ım çok şükür," boştaki kolumu omzuna sarıp yanağını öptüm.

"İyi ki doğdun," dedim. Pastayı tekrar aramıza sokup "haydi üfle," dediğimde gözlerini ovalayıp başını sağa sola sallayarak güldü.

"Dilek tutmayı unutma," dedim. Pastadaki gözlerini bana çevirip uzun bir iç çekişle dileğini tutup gözlerini benden çekmeden mumları üfledi.

"Gerçekleşir umarım," dediğimde yüzümü avuçlarının arasın alıp dudaklarımı öptü.

"Gerçekleşmesi için elimden geleni yapacağım," dediğinde ne ima ettiğini ses tonundan anladım. Bedenim birden har alınca boğazımı temizleyip onu terasa çıkardım.

"Harikalar yaratılmış yine," gözleri masadaki her tabakta geziniyordu.

"Doğum günün ya, ondan yani öyle işte... Aman otur haydi yiyelim," dediğimde gülerek başını sallayıp oturdu. Patayı masanın bir ucuna bırakıp yemekleri ve şarabı servis ettim. Yanına oturduğumda sandalyemi kendisine çekiştirdi.

"Rüzgâr giriyor aramıza," dedi.

Yemeğimizi yerken yuttuğu her lokmadan sonra iltifatlarını diziyordu. Bir yerde ipin ucunu kaçırınca yeter diye söylendim. Gülüp şarabından içti. Bir kolunu sandalyemin sırtına yaslayıp dudaklarını peçeteye sildikten sonra şakağımı öptü.

"Her şey harikaydı, ellerine sağlık güzelliğim..." dedi.

"Afiyet olsun," yüzüne bakmayınca çenemi tutup yüzümü kendisine çevirdi. Bakışlarındaki soru işaretlerini fark edince konuşmaya başlamasına izin vermeden ben konuştum.

"Sana üç tane soru sormak istiyorum," kaşları çatıldı ama beni geri çevirmedi.

"Beni seviyor musun?" dedim.

"Seviyorum," dedi.

"Ben seni seviyor muyum?" dedim.

"Seviyorsun," dedi.

"Peki bizim evliliğimiz her sorunun üstesinden gelecek kadar güçlü mü?" dedim.

"Evet," dedi. Benim gibi hiç düşünmeden cevap vermesi dudaklarımda engelleyemediğim bir gülüş oluşturdu. Kollarımı omzuna sarıp dudaklarına usulca sokuldum.

"O zaman sorun yok," dediğimde başını hızlıca salladı.

"Yok güzelliğim. Bizim çözemeyeceğimiz, halledemeyeceğimiz, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun yok!" dedi kesin bir dille. Dudaklarına küçük bir buse kondurup uzaklaştım.

"Güzel, o zaman pastamızı yiyebiliriz," dediğimde hayal kırıklığıyla güldü.

"Sonra yerdik karım. Bence ilerleyen saatlerde daha iştahla yeriz," dediğinde sırıtan dudaklarımı ısırdım.

"Öyle mi diyorsun?" dediğimde başını salladı.

"Kesinlikle," dedi.

İyi madem, çay falan mı yapsam?"

Güldü, sandalyeden kalkıp bana elini uzattı. Elini tutup kalktığımda beni kucağına aldı. Omzumu öpüp, sırtımı okşadı.

Odamıza girdiğimizde beni yatağa bırakıp hep yaptığı gibi önümde eğilip ayakkabılarımı çıkardı. Ayak bileklerime dudaklarını bastırıp ıslak buselerini diz kapaklarıma kadar çıkardı. Yeni çıkan sakalları tenimi kaşındırınca kıkırdadım.

"Güzelliğim, güzel karım izninle dileğimi gerçekleştireceğim," dediğinde kıkırdamaya devam ettim.

"Ne diledin ki?" koyu harelerini mavilerime dikti.

"Civciv... Annesinin kopyası bir civciv..."

Bacaklarımı öperken beni karnımdan itip yatağa yatırdı. Bacak içlerime vuran nefesi çok hoşuma gidiyor, içimi gıdıklıyordu. Öpüşleri yakıcı bir hal alırken bacaklarımı diz altlarımdan kavrayıp omzuna yasladı ve beni kaçlarımdan tutup yatağın kenarına kadar çekti. Sıcak nefesi iç çamaşırımın üzerinden kadınlığımı okşarken yorganın nevresimini avuçladım.

Yusuf'un küçük öpücükleri geçip giden her an daha da kavurucu bir hal alıp beni kıvrandırıyordu. Alt çamaşırımı yavaşça bacaklarımdan sıyırıp tekrar açtığı boşluğa yerleşti. Kor gibi yanan dudakları acımasızca beni tüketmeye başlayınca belim yay gibi gerildi. Altında kıvrandıkça kalçamı kontrol eden elleri işe yaramaz oldu. Sol avcumu saçlarının arasına geçirip başını çok sevdiği mabedimden çektim. Islaklığımla parlayan dudaklarıyla dudaklarıma saldırıp vahşi bir arzuyla öptü beni.

Dudaklarının yerini parmakları alınca nefes nefese inledim. Parmakları içime peş peşe girerken öpüşmeye devam ediyorduk. Üzerimdeki kıyafetleri fark edince gömleğinin düğmelerinden birkaç tanesini çözdükten sonra sabredemeyip gömleğini iki yana çekiştirip düğmelerini kopardım. Yusuf gülerek üzerimde doğrulup gömleğini peşinden iç çamaşırıyla birlikte pantolonunu çıkardı. Üzerime tekrar eğilip elbisemi zar zor başımdan çekip çıkarttı.

"Düşündüm de sanırım en güzel halin bu... Yatağımda böyle çırılçıplak, sere serpe yatman... O güzelim saçlarının dağılması," iç çekip üzerime yeniden eğildi. Bedenimin her yanına buselerini kondurdu. Ön bedenim yetmedi, yüzüstü yatırıp arka bedenimde de ıslak buselerini gezdirdi.

Dilini omurgamda boydan boya gezdirdikten sonra boynuma sokuldu. Kulağımın arkasını öpüp kulak mememi ısırınca gülerek başımı geri çekmeye çalıştım ama bırakmadı. Bir elini karnıma dolayıp beni dizlerimin üzerinde yükseltti. Karnımdaki elini kadınlığıma kadar sürükleyip beni okşamaya başladı. Ellerimi yatağa yaslayıp belimi yükselttiğimde Yusuf bacaklarımı aralayıp arasına yerleşti. Erkekliğini sıcaklığımda gezdirmeye başlayınca itiraz mırıltılarım yükseldi.

"Yusuf," ben sevmedim seni," dediğimde boynumu ısırıp "bu gece sadece ben seveceğim..." dedi. Dudakları yeniden sırtımda gezindi, ağırlığını üzerimden çekmeden bedenlerimizi kavuşturdu. Hareketleri son sevişmemizin aksine yavaş ve dingindi.

"Beni affetmeyeceksin, mavilerin hep kırgınca bakacak diye o kadar korktum ki..." nefesi tenimi yakıyordu.

"Bunun imkânsız olduğunu sen de biliyordun," dedim. Kürek kemiklerimin ortasını öpüp göğüslerimi avuçladıktan sonra beni doğrulttu. Yatağa kendisi oturup beni kucağına sırtım göğsüne gelecek şekilde oturttu. Kucağında inip kalkmaya başladığımda onun kadar yavaş değildim.

"Biliyordum ama yine de benim için azap doluydu," dedi. Dudakları boynumdan asla kopmuyordu. Kucağında git gide hızlanırken başımı arkaya atıp omzuna yasladım. Nefeslerimiz, inlemelerimiz ve bedenlerimizin birbirine çarpan sesi tüm odada yayılırken odanın ısısı da git gide artıyordu.

"Senden, sıcaklığından kaçınmak benim için çok zordu," nefes nefese halime güldü. Göğüs uçlarımı çekiştirip sıktıktan sonra "uykuya daldığın an bana dönüp sırnaşıyordun," dediğinde kucağına birden hızlıca oturup hareketsiz kaldım.

"Ah!" ikimizde aynı anda hem zevkle hem de acıyla inledik.

"Ben mi sırnaşıyordum?" diye tehlikeli bir soru sordum ona.

"Hı hım... Kedi gibi mırlayıp göğsüme sokuluyordun," kucağında yavaşla kalkıp hızla oturdum. Bunu birkaç kez daha tekrarlayıp "emin misin?" diye tekrar sordum.

"Evet," dedi. Eşek herif gülüyordu bir de.

Kucağında tekrar yükseldiğimde beni belimden tuttuğu gibi yana devirdi. Bacaklarımı tekrar omzuna atıp dudaklarının denk geldiği her noktama öpücüklerini sıraladıktan sonra kuvvetli bir darbeyle içime gömüldü. Tıpkı dediği, arzu ettiği gibi hiç yorulmadan, hiç tükenmeyecekmişiz gibi sevdi beni... Her bileşip sona ulaşmamızda da bir milim bile uzaklaşmadan içime aktı.

Her seferinde de lütfen dileğim gerçekleşsin diyerek hem dileğini hem duasını tekrarladı...

Çarşamba günü sabah babam erkenden başımda belirdi. Önce dışarıda kahvaltı ettik sonrasında anneannemi bayağıdır görmeye gelmediğimden mezarlığa gitmek isteyince babam lafımı ikiletmedi. Önce Jiyan'ı sonra da anneannem ve dedemi ziyaret ettik. Anneannemle uzun uzun konuştuktan sonra yanlarından ayrıldık.

"Hazır mısın?" babama baktım. Elindeki bowling topuyla sırıtarak bana bakıyordu. Ayakkabılarımı giyinip başımı salladım.

"Hazırım..." kendi topumu seçip yanına gittim. Önceliği ban verince elimdeki topla reverans yapıp kendi lane-me ilerledim. Dizilmiş kukaları hedefleyip topu lane-nin üzerine bıraktım. Top kukalara çarpıp sadece dört tanesini devirince dudaklarım hemen büküldü.

"Güzel atıştı," diye takıldı babam. Kollarımı göğsümde bağlayıp ona döndüm.

"Seni de göreceğim," dediğimde gülüşü büyüdü.

"Atayım o zaman," dediğinde umursamadan "at," dedim.

Babam topu lane-ye benden daha hızlı bir şekilde attı. Top hızla kukalara çarptı ve hepsi devrildi. Skor ekranındaki tebrik yazısı ve alkış sesiyle gözlerimi devirip puan durumuna baktım. Adam ilk elden fark atmıştı iyi mi?

"Güzel atıştı," dediğimde eliyle sol göğsüne vurup "eyvallah!" dedi.

Ben ne kadar hırsla, tutkuyla ve büyük bir dikkatle oynasam da babam beni iki saat içinde üç kez tam puan alarak yendi. Bowling salonundan çıkarken yüzüm düşüktü ama babam bu halimle fazlasıyla eğleniyordu.

"Sinema?" başımı sağa sola sallayıp cık diye mırıldandım.

"Mantı?" başımı yerden kaldırıp bakınca sırıtışının yerli yerinde olduğunu gördüm.

"Madem yendin beni, ben ısmarlayayım..."

Akşam on gibi eve geldiğimizde tüm ahalinin bizde olduğunu gördüm. Doruk, Arda, Işıl ve Daron da buradaydı. Onlara hoş geldin deyip aralarındaki yerimi aldım. Herkes muhabbet ederken Daron ve Güneş kendi alemlerindeydi. Yanlarında Kerem de vardı. Onlardaki gözlerim Işıl ve Emir'e kaydı. Doğu ve Arda'yla Doruk dörtlü olarak takılıyor gibiydiler. Işıl'ı özellikle çok sevdikleri de belli oluyordu. Onları izlerken iç geçirmeden edemedim.

Işıl'ın hayatımıza girdiği andan beri fark ediyordum ki Güneş, Emir ile olan ilişkisinde dert edindiği şeylerde haklıydı. Daron'un sayesinde de fark ediyordum ki Emir'de bazı konularda haklıydı ancak Güneş'in haklı olduğu yanlar daha fazlaydı. En azından kendi terazimde bu durum böyleydi. Güneş'in, Emir'den arzu ettiği tüm ilgi, öncelik meselesi... Işıl'ın bunları talep etmesine hiç gerek kalmamıştı mesela. Ya da Daron'un Güneş'ten ilişkilerinde özverili olmasını arzu etmesine de hiç gerek kalmamıştı... Şimdi onlara uzaktan bakarken yanlarındaki insanların en doğru insanlar olduklarını ve zamanında, mekânında doğru olduğunu görüyordum...

Güneş ve tam boylarında araları ne yazık ki düzelmemişti. Daron'u kabullenmeleri biraz zaman alsa da sonunda kabullenmişlerdi ancak Güneş'in herkese karşı çizdiği bir sınır, koyduğu bir mesafe vardı. Abileriyle yüzeysel görüşmeler ve konuşmalardan öteye gitmiyordu. Filiz annemle de aynı şekilde devam ediyordu. Bir zamanlar kendime kindar derdim ama Güneş o kelimenin hakkını veriyordu. Gerçi bunun kindarlıkla bir alakası da yoktu. Sanırım ben de onun gibi davranırdım. Güneş kabul görmediği o eve bir daha hiç adım atmamıştı. Annemin, Haydar abinin hatta Emir'in bile tüm davetlerini geri çevirmişti. Barlas'ı görmek istediğinde ya gidip kapıdan alıyor ya da Arda abiden almasını rica ediyordu. Haklı mıydı?

Haklıydı...

"Abla, Pati bak," Barlas'ın sesiyle kendime geldim. Barlas kucağında Patrişka ile önümde durmuş bana bakıyordu.

"Bebeğim," kucağıma oturtup uzamış kumral saçlarını sevdim. Bu haliyle o kadar tatlıydı ki hiçbirimiz saçlarını kestirmeye kıyamıyorduk.

"Abla ben de istiyoyum ben de," Patrişka'yı göğsüne yaslayıp büktüğü dudaklarıyla yüzüme baktı. Annem apartman dairesinde olmaz, tozdur - tüydür diye istemiyordu. Barlas da burada Fındık'ı, Yusuf Ali'ye gidince Barby görünce ister istemez kendisine de bir dost istiyordu. Bu isteğinin tekrar tetiklenmesinde de Patrişka etkili olmuştu.

"Çok mu istiyorsun?" dediğimde başını salladı.

"O zaman yarın sabah seninle gidip kedi sahiplenelim tamam mı? Ama aramızda kimse duymasın," dediğimde gözleri iri iri açıldı. Hevesle başını sallayıp yanağımı öptü. Köpektense kedi bakımı daha kolay olurdu. Hem alıp eve yerleştirince de annemde bir şey yapamazdı.

Salonda oturmuş sohbet etmeye devam ederken bir yandan da çay içip kek yiyorduk. Babam beni nasıl yendiğini dedemlerle, Sefa baba ve Haydar abiye gülerek anlatıyordu. Adım geçtikçe dönüp onlara bakıyor göz deviriyordum. Kızlara dikkatimi verdiğimde Bejna'nın yemediğim kekte gözü olduğunu görünce gülüp ona tabağımı uzattım. Çok kilo almıştı. Minik hanımda fazlasıyla kiloluydu. Doktor normal doğumdan sırf bebeğimizin kilosundan endişeliydi. Eğer zorlanacak olurlarsa direkt sezaryene alınacaktı.

"Yusuf abi mi o?" Kerem'in sesiyle başımı ona çevirdim. Televizyonun önünde dizleri üzerinde yükselmiş ekrana bakıyordu. Televizyona baktığımda haber kanalında son dakika haber geçiliyordu.

"O ne?" dedi Sefa baba merakla. Kerem televizyonuna esini açarken oturduğum yerden kalkıp hızla televizyonun önüne geçtim.

"Bir son dakika haberiyle karşınızdayız sayın seyirciler! Ankara ve Bartın başta olmakla beraberinde birçok ilde eş zamanlı düzenlenen terör operasyonunda büyük bir suç örgütü çökertildi. Ankara merkezli operasyonda 150 örgüt üyesi, 8 örgüt lideri... Bartın da ise 132 örgüt üyesi ve 5 örgüt lideri yakalandı. Toplamdaysa 587 kişilik terör örgütü çökertildi. Yakalanan isimlerin arasında aldığımız duyumlara göre 118 emniyet mensubu, 44 adliye mensubu bulunmakta..."

"Aden bembeyaz kesildin kızım," dedi Zümrüt annem. Ekranda elleri kelepçeli Tuna'yı görünce tüm bedenim buz tutmuştu.

"İyiyim anne," dedim.

"Evet sayın seyirciler son gelişmeleri size aktarmaya devam ediyoruz. Açıkçası burada büyük bir kaos ortamı var. İç içleri bakanlığından büyük bir heyet şu anda burada. İç İşleri Bakanımızın da bir saat içerisinde burada olması bekleniliyor. Ayrıca, Bartın Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Yılmaz ve Bartın Cumhuriyet Savcısı Yusuf Toral'ın birazdan operasyon hakkında açıklama yapacağı haberini aldık. Çökertilen örgütle alakalı iddianameyi de Cumhuriyet savcımız Yusuf Toral'ın hazırladığı duyumları alıyoruz," Bartın Emniyet Müdürlüğü'nün önündeki muhabirin dedikleriyle derinden bir nefes aldım. Yusuf sonunda başarmıştı.

"Aden sen biliyor muydun bu olayı kızım?" diye sordu Tahir dede.

"Ucundan dede..."

Herkes kalktığı yere geri oturdu. Televizyonun sesini açıp pür dikkat haberleri izledik. Bir saat geçti geçmedi Yusuf ve Süleyman başsavcı yanlarında İç İşleri Bakanı ile birlikte kameralar karşısına çıktılar. Açıklamayı İç İşleri Bakanı yaptı ancak haberciler tüm soruları Yusuf'a sordu. Bakan aradan çekilip Yusuf'u omzunu sıvazlayarak öne çıkardığında nefesimin boğazımda kaldığını hissettim. Heyecanlanmıştım...

Yusuf kendisine sorulan her soruyu açık vermeden kısa cümlelerle çoğunlukla tek kelimelik cevaplarla geçiştirdi. Sorular çoğaldığında Yusuf teşekkür edip daha fazla soru cevaplamayacağını belli etti. Kameralar onları çekmeye devam ederken yanlarında özel harekât polisleri ve özel korumalarla birlikte makam araçlarına bindiler. Büyük ihtimalle adliyeye geçeceklerdi.

"Adamdaki karizma halis miydi? Aden ne şanslı kadınsın kız," dedi Arda. Dedemler tövbe çekerken bozulan sinirlerimle güldüm.

Haberler devam ederken programdaki konuklar soruşturma hakkında konuşuyorlardı. Erkekler pür dikkat haberleri izlemeye devam ederken annemler ve kızlar olay hakkında bana soru sorup duruyorlardı.

"Abla, telefonun!" Kerem'in sesiyle sıçradım. Bana uzattığı telefonumu aldığım gibi açtım.

"Canım," dediğimde derin bir nefes aldı Yusuf.

"Bitti," dediğinde bu sefer ben aldım o nefesi.

"Çok şükür sevgilim. İyi misiniz?" diye sordum.

"İyiyiz güzelim. Adliyedeyiz öyle bir boşluk bulup aradım geri dönmem lazım," dediğinde başımı hızlıca salladım.

"Tamam sevgilim. Yarın geleceksin değil mi?"

Geleceğim güzelliğim merak etme..." dedi. Telefonu kapayıp Sefa babayla Sema anneye döndüm.

"Yarın gelecek," dediğim de rahat bir nefes verdiler. Dedem keşke ben de konuşsaydım deyince yanının kalabalık olduğunu söyledim. Saatler ilerleyince Yusuf Ali bir köşede Barlas bir köşede uyuya kalmıştı. Aslan ve Baran'dan çocukları benim odama çıkarmalarını rica ettim.

Herkes dağılırken ben de odama çıktım. Üzerimi değiştirip çocukların yanına sessizce uzandım. Birbirilerine sokularak uyuduklarından bana da yer kalmıştı. Patrişka'yı yastıkların arasındaki boşluğa bırakıp yüzüstü yatıp çocukları izleyerek uykuya daldım.

Sabah saçlarımdaki tanıdık dokunuşlar, dudaklarıma vuran nefesle gülümseyerek araladım gözlerimi. Yusuf yüzünü yanıma yaslamış yorgun gözlerle beni izliyordu. Avcumu yanağımı yaslayıp saçlarını okşadım.

"Hoş geldin," dediğimde dudakları kıvrıldı.

"Çok hoş buldum güzelliğim," burnumun ucunu öptü.

"Hiç uyumadın değil mi?" gözlerini kapatıp açtı. Başımı kaldırıp çocuklara baktım. Patrişka'yı kucağıma alıp Yusuf'a da kolumu açtım. Yatağa yan uzanıp başını göğsüme yasladı. Patrişka'yı kendi kucağına aldı. Saçlarını okşayıp sırtında parmaklarımı gezdirdim. Yusuf koynumda uykuya dalınca ben de kapadım gözlerimi.

Uyandığımızda Yusuf'a banyoyu hazırlayıp buradaki kıyafetlerinden çıkarttım. Ondan beni ve çocukları kahvaltıya götürmesini istedim. O evdekilere görünürken ben de önce çocukları sonra da kendimi hazırladım. Çocuklarla kahvaltı ettikten sonra Barlas'a söz verdiğim gibi kedi sahiplenmeye gittik. Yusuf işin tüm detaylarıyla ilgilenirken Barlas'a seçmek kalmıştı.

"Hiii, abla bak," dediğinde gösterdiği kediye baktım. Siyah, yeşil gözlü tekir yavrusuydu ama bir gözü kördü. Barlas kediye ellerini uzatınca siyah yavru önce bir çekinde ama Barlas'ın ona "cici kedi, güzel kedi gelsene bana," demesine dayanamamış olacak ki Barlas'ın açıp yan yana getirdiği avuçlarına yerleşti. Barlas heyecanla bana bakıp kediyi göğsüne yasladı.

"Abla bu olsun nüffen nüffen," deyince başımı salladım.

Barlas'ın yeni dostunu sahiplenip Filiz annemlere gittiğimizde annem büyük bir şaşkınlık yaşadı. Laf etmemesi için onu gözlerimle ikaz ettiğimde derince soluklanıp sustu. Barlas o kadar mutluydu ki onun bu mutluluğunu kırmayacağını biliyordum. Yeltenirse herkesten veto yiyeceğini de bildiğinden sesini çıkarmadı.

Barlas'ın odasına kedisi için aldığımız şeyleri yerleştirdikten sonra salonda oturmuş isim düşünüyorduk. Benim söylediğim her isme yüzlerini ekşitince kollarımı göğsümde bağlayıp konuşmama karar almıştım. Barlas sonunda kedisini havaya kaldırıp yüzüne bakmış ve "bana şaşkın şaşkın bakıyor adı şaşkın olsun," demişti. Bu surumu da hallettikten sonra Toral ailesinin evine geçmek için yola çıkmıştık. Bu yılki yılbaşı yemeği orada olacaktı.

"Şaşkın ismi çok komik değil mi?" Yusuf Ali'ye dönüp gülerek başımı salladım.

"Yakıştı ama," dediğimde o da gülerek başını salladı.

"Adda, minik Adda'nın da adı Pati olsa ya," dediğinde yüzüm düştü. Yusuf'un kıkırtısı moralimi bozunca ona sataştım.

"Hep senin yüzünden," dediğimde bana kısa bir bakış attı.

"Ama güzelliğim sadece ben değil kimse beğenmedi ki..." deyince moralim daha da bozuldu.

"Aman!" diye önüme döndüm. Yusuf Ali "olsun mu?" diye tekrar sorunca istemeye istemeye "olsun," dedim. Zaten kızımda ismini hiç sevip sahiplenmemişti...

Akşam kış bahçesindeki uzun masada hep bir aradaydık. Lara dahil herkes bizimleydi. Geçen Yusuf'un olduğu son yemek masasındaki sessizliğin aksine şimdi büyük bir gürültü vardı masada. Herkesin yüzünde bir gülüş, mutluluk vardı. Dedemler hâlâ dün geceki haber hakkında konuşup Yusuf'a methiyeler dizerken annemler bir köşede doğumdan sonrasını şimdiden tartışıyorlardı. Herkes bir arada ama herkes kendi alemindeydi.

Gözüm ikide bir Bejna'ya takılırken kimseyle bir diyalog kuramıyordum. Yüzünü ekşitip ekşitip duruyor, derin nefesler alıp veriyordu. Daha fazla beklemeyip iyi olup olmadığımı sorunca masadaki tüm sesler kesildi. Bejna başını kaldırıp bana baktı ve acı içinde "sanırım geliyor," dedi.

Sonrası tam bir curcunaydı. O masadan nasıl kalktık, evden ne ara çıkıp hastaneye geldik anlamadık bile. Bejna kontrollerden sonra direkt doğuma alınınca yanında Simge de girmişti.

Güneş ve Sevda odayı hazırlamaya çıkarken Lara ve Işıl'da onlarla birlikte gitmişlerdi. Aslan kendinden geçmişçesine "karım doğuruyor," deyip duruyordu. Emir ve Doğu onun bu halleriyle o kadar çok eğleniyorlardı ki gülmemek elde değildi.

"Aden bebeği yere falan düşürmezler değil mi?" diye telaşla sordu Aslan.

"Neden Aslancık sana çekmesinden mi korkuyorsun? Korkma ne demişler kız halaya," Aslan kıstığı gözleriyle Emir'e baktı.

"Sus lan değişik şurada dokuz doğruyorum seninle uğraşmayayım bir de," Emir durur mu durmaz.

"Eben olabilirim Aslan," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Ulan defol git başımdan," Aslan çok gergindi. Yusuf, Emir'e yapma bakışları atarak yanımıza gelip Aslan'ı bizden uzaklaştırıp Merdo abinin yanına döndü. Emir ve Doğu durmadan dalga geçince kızdım onlara. Bir yerde de abartmışlardı.

Babaannemler dua okuyor, dedemler ilk torun torununun heyecanını yaşıyordu. Annemler heyecanla Bejna ve miniği beklerken Sefa babayla babam ilk torun heyecanıyla yerlerinde duramıyorlardı. Bizde de durum aynıydı. İlk defa yeğenimiz olacağından farklı hisler içindeydik. Kızlar yanımıza geri döndüklerinde doğum hâlâ devam ediyordu. Yeni yıla girmemize de yirmi dakika kalmıştı.

Yirmi dakika geçti, bir, iki, üç derken saatler akıp geçti ve sonunda saat sabahın dördünde kucağında miniğimizle Simge doğumhaneden çıktı. Gözleri ve burnu kıpkırmızı yanakları ıslaktı. Simge, Aslan'a yaklaştı.

"Aslan abi, gözün aydın..." deyip miniği babasına uzattı. Hepimiz başına üşüşmüştük. Aslan kucağındaki tombik kızına aşka bakarken herkes mutluluktan ağlıyordu.

"Bejna nasıl?" diye sordu Aslan titreyen sesiyle.

"İyi ama tombik kızımız bizi biraz yordu, dinlenmesi için uyuttuk... Odaya alınacak birazdan," dedi. O açıklama yaparken Bejna'nın doktoru Aylin Hanım da çıkıp gerekli açıklamaları yaptıktan sonra tebrik edip yanımızdan ayrıldı. Simge bebeği geri alıp yeni doğum ünitesine ilerleyince Güneş'le birlikte aynı anda Simge'nin peşinden ilerledik. Göz göze gelince ikimizin de gözlerinde aynı korkunun ışıltıları vardı.

Yeni doğan ünitesinin camından Simge'nin yeğenimizi bebek kuvözüne yatırmasını, hemşireye gerekli bilgileri vermesini izledik. Minik o kadar tombik ve kırmızıydı ki sırıtmadan edemiyorduk. Simge üniteden çıkıp yanımıza geldiğinde bize şöyle bir baktı.

"Yok artık," dediğinde Güneş'le aynı anda omzumu silktik.

"Korkmayın miniğimizi kimse karıştırıp kaçıramaz. Hanımefendi doğar doğmaz ağırlığını ortaya koydu," dediğinde güldük.

"Simge sen bizim yeğenimize şişko mu demek istiyorsun?" dedi Güneş.

"Kız gözün mü görmüyor?" diye çıkıştı Simge. Güneş gülerek başını sallayıp tekrar miniğe baktı.

"Simge sahi kaç kilo?" diye sordum.

"4 kilo, 121 gram," deyince Güneş'le aynı anda "hey maşallah!" dedik.

"Bejna haklıymış, Aslan abi cidden durmadan yedirip içirmiş kızı," dedi Simge.

Bebeği izlemeye devam ederken Arda abi ve Kiraz geldiler. Arda abi bizim nöbeti sessizce devralırken aslında herkesin aynı şeyden korktuğunu da böylelikle anlamış olduk. Kiraz ve arkasındaki diğer korumalar ellerinde bir sürü pembe tüllerle süslenmiş kutularla bizimle odaya çıktılar. Ellerindekileri sessiz bir şekilde odadaki masalara ve yere bıraktıktan sonra tebrik edip çıktılar. Kiraz bizimleydi.

Kiraz anneme bir şeyler söylerken Bejna'nın yanına gittim. Uyuyordu, Aslan hemen yanında sıkı sıkı elini tutmuştu. Aslan'ın omzunu sıvazladığımda dönüp bana baktı. "Arda abi yanında," dedim sessizce. Gözlerini kapayıp açtı.

Bir iki saatten sonra Bejna uyandığında yanında kızını göremeyince korkup ağlamaya başladı. Onu hep bir elden sakinleştirmeye çalışırken Simge kucağında bebekle odaya girdi.

"Millet huzurlarınızda İzel Uyguroğlu..."

Bejna iç çekerek ellerini Simge'ye uzattı. Simge gülerek Bejna'ya gidip kollarının arasına kızını bıraktı. Bejna kucağındaki kızına inanamıyormuş gibi bakıyordu. Titreyen parmaklarını dokundurmaktan korkarak kızı için kendi ördüğü battaniyenin üzerinden sevdi kızını. Kokusunu soluduğundan gözyaşları daha da hızlı aktı. Başını hemen yanında oturan Aslan'ın omzuna yasladı.

"Aynı Jiyan'ım gibi kokuyor Aslan, sahiden abisi göndermiş bize kızımızı cennetten..."

***




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERHABA!

ADEN 94. BÖLÜM SONSUZ SONLAR / FİNAL

ADEN 1. BÖLÜM KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER