ADEN 92. BÖLÜM CİVCİV
92. CİVCİV
GÜNEŞ UYGUROĞLU / AĞUSTOS 2027
Hızlı giden, üstü açık arazi aracının içine dolan rüzgâr iyice uzamış, deniz suyundan dolayı rengi hızla akmış sarı saçlarımı uçuşturuyordu. Yemyeşil ağaçlarla kaplı patika yolda Daron aracı sürerken; ben havaya uzattığım elimi rüzgârın savuruşlarına bırakmıştım. Bir aydır Amazon Ormanlarında tatil yapıyorduk. İlk geldiğimizde bölgenin hayvan çeşitliliğinden çekinsem de kısa sürede alışmıştım. Buraya turla gelmiş olsak da son günleri sadece baş başa gezmek istedik. Rastgele çıktığımız araba gezintisinde denk geldiğimiz durgun şelalenin yanında durduk.
"Soleil, spreyini sıktın değil mi?" bir aydır en çok bu soruyu duyar olmuştum. Daron bilmediğimiz bir hayvandan, parazit ya da mikroptan hastalık kapmamızdan fazlasıyla endişe ediyordu.
"Sıktım ya sevgilim otelden çıkmadan önce," Daron omzunu silkti arabadan inip önünde dolandı ve kapımı açıp beni belimden kavradığı gibi indirdi.
"Yeniden sıkalım. Su kenarında fazla sinek, börtü böcek vardır," bel çantamdaki koruyucu spreyimi çıkarttım. Kendim sıkacakken Daron spreyi elimden alıp açıkta kalan her yanıma spreyi sıktı. Sonra kendi çantasından güneş kremini çıkarıp bana uzattı.
"Her şey karşılıklı diyorsun," Daron gülerek başını salladı.
Daron'un yüzüne, kollarına krem sürdükten kremi elimden alıp bacaklarına sürdü. Arabanın koltuğuna bıraktığı spreyi alıp yüzüne sıktım. Eğildiği yerden doğrulmadan başını bana çevirince gözlerine gelmeyecek şekilde spreyi bir kez daha sıktım.
"Ne? Seni sivrisineklerden koruyorum işte..." dediğimde güldü. Bileğimden hızlıca tutup bedenimi kendisine çekip yasladı. Ellerimi sıkıca tutup belime yasladı. Burnunu burnuma sürtüp gözlerini dudaklarımda gezdirdi.
"Ne şanslı adamım. Dünya üzerindeki en güzel kadın tarafından korunuyorum," kıkırdayıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Öpmek için eğildiğinde başımı geri çektim. Yeniden hamle yaptı, başımı yeniden geri çektim.
"Soleil açık hava fantezisi benim içinde çok hoş olur ancak buralar pek uygun değil," dediğinde kıkırtılarım etrafımızda yankılandı.
"Haklısın, cesedimi bir pitonun midesinden çıkartmalarını istemem..." başı geriye düşecek kadar büyük bir kahkaha attı.
"Gözümün önüne gelen sahneleri tahmin etmek istemezsin," deyince uzanıp omzunu ısırdım.
"Pis adam!" burnunu burnuma sürtüp ucunu öptü.
Şelaleye gittiğimizde etrafı dolaşıp fotoğraflar çektik. Daron bir yerde makineyi benden alıp bir sürü fotoğrafımı çekti. Şelalenin aktığı göle girmek istediğimde bana attığı bakışa kahkahalar attım. Çocuğunu azarlayan bir baba edasıyla cık cıklayıp başını olumsuzca salladı.
"Sevgilim senin ormanla, gölle ne bileyim hayvanlarla ilgili travman falan mı var?" diye sordum.
"Hayır, sadece bilmediğim bir yer," deyince ofladım. Belimdeki çantamı çıkarıp ayaklarımın ucuna bıraktım. Ona arkamı dönüp üstümdeki tişörtü ve kot şortumu çıkarıp omzumun üzerinden gülerek ona baktıktan sonra ayakkabılarımı da çıkarıp Daron'un tüm itirazlarına rağmen göle koşarak atladım. Sudan çıkıp Daron'a döndüm ve el salladım.
"Gel yanıma," dediğimde başını sağa sola salladı.
"Aşı olduk, alerji ilaçlarımızı aldık, krem, sprey ne varsa kullandık. Bir şey olmaz Daron gel yanıma!" Daron nefesini gürültüyle bırakıp tişörtünü çıkartıp benim kıyafetlerimle birlikte arabaya koydu. Kapri şortunu çıkarıp arabadaki çantasından deniz şortunu giyinip istemeyen adımlarla göle girdi. Gözlerini gözlerimden çekmeden suya girip ağır hareketlerle yanıma kadar geldi. Ellerini bana uzatınca ona doğru yönelip kolları arasına girdim. Avuçlarıma doldurduğum suyu omuzlarına döktüm.
"Batalım mı?"
"Güneş!" kıkırdayıp saçlarını karıştırdıktan sonra tüm gücümle omuzlarına avuçlarımı bastırıp onu suya gömmeye çalıştım ama Daron milim kıpırdamadı. Ben uğraştıkça dudaklarındaki gülüşleri büyüdü. Beni kucağına çekince bacaklarımı beline sardım.
"Saçlarının asıl rengini merak ettim," deyince bir elim saçlarıma gitti. Sarı boya iyice aktığından kestane rengi saçlarımda ortaya çıkmıştı.
"O kadar uzun zamandır boyalı ki ne renk olduğunu unutmuştum," dedim. Islak saçlarımı omzundan geriye atıp sol elinin işaret parmağını alın çizgilerimde dolaştırdı. Dudaklarının kenarları titrediğinde göğsüm huzurla inip kalktı.
"Güneş," parmağı dudaklarımda dolandı.
"Boyatma desem ileri gitmiş olur muyum?" deyince gülümsemem soldu.
"Sarışın halimi beğenmiyor musun?" dedim tereddütle. Avcunu yanağıma yaslayıp burnunu burnuma sürttükten sonra dudağımın sol kenarına küçük bir buse kondurdu.
"Gözümün gördüğü en güzel kadınsın sen. Seni nasıl beğenmiyor olabilirim sevgilim. Sadece saçlarının asıl rengini merak ettim," deyince göğsümdeki sıkışıklık yok oldu.
"O zaman boyatmayayım ben bir süre, kestiririm de sarılar gider," parmaklarını sarı tutamlarıma dolayıp usulca okşadı.
"Ben istedim diye..." dudaklarını öpüp ellerimi yanaklarına yasladım.
"Merakını giderince tekrar sarışın olurum," dedim. Gülerek başını sallayıp beni kaslı bedenine iyice yaslayıp dudaklarımızı birleştirdi...
Otele akşam döndüğümüzde peş peşe duş alıp akşam yemeği için restorana indik. Ben damak tadı olarak çok açık bir insandım ancak Daron gezmeyi, yeni yerler ve yemekler keşfetmeyi seven bir adam olmasına rağmen bazı duvarlarını aşmıyordu. Sanırım tereddütsüz, sorgulamadan tattığı yemekler Türk mutfağına aitti.
"Hamburger daha idealdi," dediğinde gülerek başımı sağa sola sallayıp önümdeki kahverenginin hüküm sürdüğü sulu yemeği önüne ittirdiğimde bana ters ters baktı.
"Gittiğimiz her yerde hamburger mi yiyeceğiz sevgilim?" dediğimde gözlerini devirdi.
"Ben diyor sana Türkiye'ye gitmek. Orada yemek yemek," bozuk Türkçesiyle konuşunca dediğinde kıkırdadım.
"Ben sana o uçağa binmeden önce dedim sevgilim sen inat ettin," dediğimde gözlerini devirdi.
"Sen buraya gelmek istiyordun," dedi. Elini tutup kendime çekip avcunu öptüm ve ona teşekkür ettim. Aklıma düşenlerle yüzüm asılınca Daron'a belli etmemek için kadehi dudaklarıma yasladım.
Henüz nisan ayındayken yaz tatili için aslında kardeşler olarak bir şeyler yaparız diye düşünmüştüm ama büyüdüğümüzü ve artık farklı hayatlarımızın olduğunu unutmuştum. Aslan ve Baran'a asla gücenmemiştim. Baran'ın çok önceden Simge ile Güney Kore'ye gideceğini zaten biliyordum. Aslan ise İzel henüz küçük olduğundan uçak seyahati yapmak istememişti... Tam boylardan ret yiyince de Aden'e bir şey dememiştim. Onlarda zaten adam akıllı balayına çıkamamışken tatillerinden çalamazdım. Ancak Doğu'ya fazlasıyla dargındım. O henüz bir plan yapmamışken ona birlikte bir şeyler yapalım demiştim ama bana net bir cevap vermeden benden sonra arkadaşlarının yaptığı teklife balıklama atladığını görünce... Üstelik o tatil planını yapan kişi Işıl olunca...
"Saçmalama Güneş, Saçmalama kızım, sakin kal..." dedim kırık bir mırıltıyla. Kendi kendimi uzun zaman sonra yeniden doldurmaya başladığımı fark edince derin nefesler alıp verdim ve sadece Daron'a odaklanmaya çalıştım.
"Soleil, iyi misin?" başımı sallayıp gülümsedim.
"Sanırım haklısın hamburger daha cazip bir seçenek..."
Aynadaki yansımamdan gözlerimi çekmeden dakikalardır sağ gözümdeki makyajı temizliyordum. Pamuğu yenileyip sol gözümü silmeye başladım. Sağ gözüm yanıp yaşardığı için görünüşüm bulanıktı. Sol gözümü de temizledikten sonra soğuk suyla yüzümü yıkayıp kuruladım. Havluyu yerine bırakıp tezgâhın üzerindeki telefonumu alıp küvetin kenarına oturdum. Telefonu açıp bildirimlere göz atıp yüzden fazla mesajın olduğu aile grubuna girdim. Mesajları okuyup atılan fotoğraflara baktım. Aden, Bejna ve annem benden de fotoğraf istemişlerdi ama mesajların üzerinden iki saat kadar geçmiş olunca fotoğraf atmak ya da cevap vermek istemedim. Kırdığım kabukların hızla yeniden birleştiğini hissetmek tenime iğneler batırırken sıkkınca ofladım. Reddedilmek, görülmemek, istenmediğimi yeniden hissetmek ve nice kötü düşünceler akın akın beynime üşüşüp şakaklarımda ince sızılar yarattı.
"Salak saçma düşünüp durmasana!" diye hayıflanıp kafama vurdum.
"Güneş?" Daron'un endişeli sesini duyunca başımı kaldırıp kapalı kapıya baktım.
"Geliyorum," deyip ayaklandım. Kapıyı açtığımda Daron gözlerime baktı.
"Sevgilim... İyi misin?" başımı sallayıp banyodan çıktım.
"Gözlerin?"
"Sabun kaçtı," deyip onu geçiştirdim. Yatağa çıkıp kendi yattığım kısma geçip uzandım. Elimi ona uzatınca yanıma gelip uzandı ve beni göğsüne çekti. Sanki ağrımı hissetmiş gibi parmaklarını saç diplerimde gezdirip usulca okşadı.
"Ne üzdü seni?" diye sorunca yanağımı göğsüne sürtüp başımı boynuna doğru kaydırdım.
"Üzülmedim sadece bir an kötü hissettim kendimi ama geçti..." dediğimde bana inanmadığını biliyordum. Kolunu ensemin altından geçirip beni yatağa yatırdı ve üzerime doğru yükseldi. Ben gözlerimi kaçırdıkça Daron izin vermiyordu. Sonunda çenemi tutup ondan kaçmamı sona erdirdi.
"Gözlerine hüzün sinmiş. Yemeğe kadar iyiydik ne oldu Soleil?" dedi şefkat barındıran o güzel sesiyle.
"Hiç, kendi kendime doldum yine. Uyursam geçer," parmaklarının sırtıyla yanağımı okşadı. Sol gözümün altını oradan da dudak kenarımdan üç santim kadar uzaktaki benimi öptü.
"Güneş... Birbirimize söz vermiştik," deyince dudaklarım titredi. Elimi yanağına yaslayıp uzun kirpiklerini parmak ucumla sevdim.
"Doğu... Aylardır hiç aklımda değildi. Hatta unutmuştum ama birden aklıma geldi," dedim. Kaşımın üstünü öpüp burnunu burnuma sürttü.
"Benim hatam ama..." dudaklarıma sertçe kapanıp beni susturdu.
"Güneş! İçinde tutma artık sevgilim. Susup kalbinde, aklında büyüttükçe kendine zarar veriyorsun. Abilerinle, ailenle kalbin kime kırıldıysa kime kızdıysa konuşup tartışmaktan ve kavga etmekten çekinme. Tutma kendinde bağır, kız. Hatta vur ama içinde tutma daha fazla. Onlarda görsünler seni ne kadar kırdıklarını, etkilediklerini..." titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Yaşaran gözlerimi öpüp geri çekildi. Yeşil hareleri benden bir cevap bekler gibi bakıyordu. Gözlerimi kırpıştırıp başımı hafif aksak salladım.
"Gel," dedi yatağa geri yatıp beni göğsüne çekerken. Onu sıkıca sarıp başımı boynuna gömdüm. Elleri belimi ve kolumu sıvazladı. Saçlarımı okşadı, dudakları alnımda dolanıp durdu. Onun sıcaklığında, nefesime çarpan nefesinde uykuya daldım.
Boynumda hissettiğim nemli nefeslerin huylandırmasıyla omzumu boynuma doğru silkip yatakta kaydım. Boynumdaki nefesler önce omzuma sonra saçlarıma karıştı. Karnıma sarılan kolun ardından yanağımda buseler hissettim. İç çekerek esneyip gözlerim, araladım.
"Günaydın Soleil..." başımı Daron'a çevirdiğimde dudaklarıma yanaştı. Kısa buseler kondurup beni belimden destekleyip doğrulttu.
"Günaydın sevgilim. Saat kaç?" oda henüz aydınlanmamıştı.
"Sabah olmak üzere. İki saat sonra uçağımız var kalk haydi," dediğinde dakikalardır açamadığım gözlerim hızla açıldı.
"Nereye gidiyoruz?" dediğimde çapkınca sırıtıp dudaklarımdan ıslak bir buse çaldı.
"Kız kardeşin seni çok özlemiş. Gece arayıp bana gün güzelimi getir dedi. Haydi kalk Türkiye'ye gidiyoruz..."
ADEN UYGUROĞLU TORAL / AĞUSTOS -2027
Ağustos'un yakıcı sıcaklığı Datça'nın yüksek rakımındaki köy evimizde çok fazla hissedilmiyordu. Yusuf'la izne çıkalı on gün olmuştu ve on gündür buradaydık. Yıllar önce Sema anne ve Sefa babanın Yusuf'a doğum günü hediyesi olarak aldıkları, Yusuf'un bana mehir olarak hediye ettiği arsaya Datça'nın havasına, mimarisine uygun çok tatlı bir ev yaptırmıştı.
Sabah erken kalkıp Palamutbükü plajına inmiş denizin tadını çıkarıp öğleden sonra üç gibi eve dönmüştük. Yusuf deniz yorgunluğuyla balkondaki hamakta uyurken ben de mutfakta kek çırpıyordum.
"Hayranım kaşına gözüne maşallah..."
Şarkı mırıldanmayı kesmeden keki kaba boşaltıp fırına koyduktan sonra etrafı toparladım. Toparlarken bile yıllar sonra dilime dolanan şarkıyı söylemeye devam ediyordum. Salona geçip balkona çıktığımda Yusuf hâlâ göğsünde Patrişka ile uyuyordu. Kızıma benim dışımda herkes Pati diyordu ama neyse ki kızım annesine ihanet etmeyip ona Patrişka dediğimde bana tepki veriyordu. Benden başka Patrişka diyen kimseye dönüp bakmıyordu bir de zilli. Ona hiç dokunmadan içeri geri girip beyaz tül perdeleri düzeltip duş almaya odamıza çıktım.
Kıyafetlerimi hazırlayıp duşa girdim ama son günlerde eskisi gibi uzun uzun duş alamıyordum. Sıcak su, buhar hemen tansiyonumu düşürüp gözlerimi karartıyordu. Duştan çıkıp kendimi yatağa bıraktım. Soğuğa yakın suyla yıkansam da durum aynıydı.
"Yok kesin bu yaşta tansiyon hastası oldum ben," kendi kendime söylendim.
Üzerime mor elbisemi giyinip aşağı indim. Keki fırından çıkardıktan sonra kahve yaptım. Birkaç dilim kekle kahveleri tepsiye koyduktan sonra balkona çıktım. Elimdekileri yuvarlak, mermer masaya bırakıp Yusuf'la kızımın yanına gittim.
Önce Patrişka'yı sonra da Yusuf'u uyandırdım. Yusuf yüzünü yıkamak için içeri girerken Patrişka balkonun siyah demirlerinin arasından zıplayıp bahçeye atladı. "Kız, kaybolma gözümün önünden döverim seni," diye peşinden bağırdığımda bana dönüp baktıktan sonra miyavlayıp bahçedeki büyük hurma ağacına tırmanıp Yusuf'un ona yaptığı küçük hamağa kuruldu.
Yusuf yanıma gelip yanağımdan peş peşe öpüp "ellerine sağlık yavrum," deyip oturdu yanımda. Kahvesinden iki yudum alıp tüm kek dilimleri dakikalar içinde tüketti. Ağzına vurup elindeki son lokmayı alıp ağzıma attım.
"Hayvanlık ettim değil mi?" başımı sallayınca boş tabağı alıp içeri geçti. Bütün kekle balkona yeniden gelince güldüm.
"Kilo aldın farkındasın değil mi? Kasların puf oldu gitti," dediğimde eğilip dümdüz olan kaslı karnına baktı. Eşek adam spora Bartın'da da devam ediyordu. Elindeki keki masaya bırakıp bana doğru eğildi ve başımı tutup yanaklarımı peş peşe öptü.
"Diğer elmayı da uzat birazda o taraftan yiyeyim," kıkırtılarımın arasında başımı çevirip sağ yanağımı da huzuruna sundum. Peş peşe öptükten sonra ısırdı. Karnına vurunca gülerek geri çekilip yerine yeniden oturdu.
"Alışveriş yapmamız lazım," kahve fincanını elinden bırakmadan başını salladı. Bir iki yudum aldıktan sonra masaya bıraktı.
"Konuştun mu Güneş'le neredelermiş?"
"Konuştum. Aktarma için bekliyorlardı. Yarın çok erken inerlermiş, senin gitmene gerek yokmuş boşuna," dedim.
"Olmaz öyle şey," dedikten sonra ayaklanıp içeri girip bir iki dakika sonra elinde telefonuyla geri geldi. Güneş'i arıyordu sanırım.
"Nasılsın abim?" dedi telefon açılır açılmaz. Biraz sohbet ettikten sonra Yusuf kaçta ineceklerini sorup bizzat kendisinin almaya geleceğini söyledikten istediği cevabı almış olacak ki başını bana çevirip göz kırptı.
"Tamam, sabah görüşürüz abim... Daron'a selamlar," deyip telefonu kapattı.
"Altı gibi inerlermiş. Orada bir iki saat, yol da bir o kadar sen on gibi kahvaltıyı hazır edersin bebeğim," dediğinde güldüm.
"Arkadaş sen ne midene düşkün adam oldun başıma ya!" uzanıp çenemi sevdikten sonra yemediğim keki önümden alıp bir güzel midesine indirdi. Bahçede biraz daha vakit geçirdikten sonra alışveriş yapmak için sahile inmeye karar verdik.
"Pati gel kızım," diye seslendi Yusuf. Patrişka ağaçtan inip koşarak Yusuf'a gelip bacağına tırmandı. Yusuf onu kucağına alıp bir güzel öpüp kokladıktan sonra eve bıraktı. Datça'nın çiçeklerle bezenmiş, taş evlerin sıralı dizilmiş sokaklarında yürüyüp sahile kadar indik. Deniz kenarında da biraz yürüdükten sonra markete geçtik.
"Balığımız var mı?" diye sorunca başımı Yusuf'a çevirdim.
"Yok sevgilim ama almayalım. Balığı dışarıda yemeye gideriz. Et alabiliriz ama," dediğimde başını salladı. O kasap reyonuna ilerlerken ben de diğer şeyleri hallettim. Evde çoğu şey vardı zaten. Daron ve Güneş'in sevdiği birkaç şey ve iki kutu dondurma aldım. Manav kısmına ilerlediğimde Yusuf'ta yanıma geldi. Yaz meyvelerinden fazlaca alıp sebzelere yöneldim.
"Rakı alalım," domatesleri koyduğum poşetin ağzını bağlayıp alışveriş arabasına bıraktım.
"Şaraplarımız var zaten sevgilim. Balık yemeğe gittiğimizde içeriz almayalım boşuna," dediğimde başını arkaya atıp cık-ladı.
"Yok, içeriz yavrum. Hatta iki bacanak çay bardağında, sek!" dediğinde ona şaşkın şaşkın baktım.
"İki bacanak?" gülüp yanından makas aldım. "Sen sevdin bayağı Daron'u," dediğimde dudak büküp başını salladı.
"İyi, temiz adam," dediğinde kaşlarım kuşkuyla hareketlenip gözlerim kısıldı.
"Temiz?" dediğimde başını salladı.
"Araştırdın değil mi?" dediğimde omzunu silkti.
"Yağız babacığımla hallettik biz o işi," deyince kaşlarım çatıldı.
"Neyi merak ediyorum biliyor musun?" dediğimde önce bir etrafa baktı sonra beni belimden kavrayıp meyve reyonuna yasladı.
"Neyi merak ediyorsun güzel karım söyle hemen gidereyim merakını," tavrı, mimikleri o kadar komikti ki gülmeden edemedim. Boğazımı temizleyip kıkırtılarımı durdurmaya çabaladım ama bakışlarını gördükçe gülesim geliyordu.
"Ya bakma şöyle," dediğimde gülüp başını biraz arkaya yatırdı.
"Söyle neyi merak ediyorsun?" dedi. Dudaklarımı yalayıp burnumu çenesine sürttüm.
"Olur ya Allah nasip eder bir kızımız olur... Ona da böyle caka satabilecek misin acaba?" öyle bir iç çekti ki sahip olmadığımız o kız çocuğuna büyük bir özlem duyduğunu hissettim.
"Kızımız... Ne kadar güzel bir kelime," dudaklarımdaki gülüş yavaşça küçülüp yok oldu. Göğsüme soluklarımı doldurup sessizce bıraktım. Yusuf yanaklarımı sıkıp iki yana çekiştirip gülüşümü yeniden büyüttü.
"Mango?" elini arkama uzatıp meyveyi aldı ve gözüme gözüme soktu.
"Güneş sevmez," burnuma dolan kokuyla yüzümü ekşitip başımı yan çevirdim.
"Hem çürük mü o iğrenç kokuyor," dediğimde mangoyu burnuna yaklaştırıp kokladı.
"Bu ne be!" dediğinde güldüm. Aptal adam seçe seçe çürümüş meyveyi seçmişti. Mangoyu kasaya koymak yerine bir poşete koyup ağzını iyice bağladıktan sonra biraz ilerimizdeki manav görevlisine gidip büyük ihtimalle önce durumu anlatıp sonra da azar çekti.
Alışverişimizi tamamladığımızda eve geçmeden önce tatlıcıdan hem şerbetli hem de sütlü tatlılardan fazla fazla aldık. Güneş'le regl dönemlerimiz aynı zamana denk geleceğinden fazlasıyla ihtiyacımız olacaktı.
"Ay Patrişka'nın mamasını unuttuk," dediğimde durdu.
"Sen banka geç otur güzelliğim ben alıp geleyim hemen," elindeki poşetleri alıp banka oturdum. Yusuf'u beklerken telefonda dolandım. İnstagram hikayelerini izledikten sonra gelen bildirime tıkladım. Aslan her zaman olduğu gibi İzel'in yeni bir fotoğrafını ve videosunu aile grubuna atmıştı. İzel o kadar cimcime, güleç, tatlı bir bebekti ki insanın sevdikçe sevesi geliyor, kucağından indiresi gelmiyordu. Tabii benim minik bebeğim birazcık tombik olduğundan kucakta fazla taşıyamıyorduk, hoş Aslan da zaten kızını kucağından indirmediği için kimseye sıra gelmiyordu. Babam tam bir torun aşığı olup çıkmıştı. Adam sanki yıllardır bunu beklemiş gibiydi. Torunum aşağı torunum yukarıydı. Gerçi herkes öyleydi. İzel aşağı İzel yukarıydık... Benim tombik miniğim ailemize ilaç gibi gelmişti.
Eve geldiğimizde Yusuf torbaları mutfağa taşırken ben de Patrişka'nın mama kabını doldurdum. Kızım büyüdükçe çok daha güzelleşmişti. Yanına oturmuş onun yemek yemesini izledim. Yabancıya kendisini sevdirmeyen tüm cilvesini bize yapan, uslu bir kız olmuştu. Yusuf durup durup inşallah kardeşi de ablasına çeker deyip duruyordu. Olmayan bebeğimize don biçmeye aylar öncesinden başlamıştı ama...
Sabah uyandığımda Yusuf yanımda yoktu. Yatakta iyice gerinip kalktım. Saate baktığımda Yusuf'un mesajını gördüm. Eve geliyorlardı. Hızlıca yataktan kalkıp aşağı indim. Çay suyunu koyduktan sonra dün geceden yaptığım poğaçaları ısınması için mikrodalgaya attım. Güneş sevdiğinden pankek yaptım. Dün geceden doğrayıp suya koyduğum patatesleri süzüp kızartma tenceresine atıp sosis için sos hazırladım. Masayı hızlıca bahçeye kurduğumda her şey hemen hemen tamamdı. Hızımı kesmeden odaya geçip üzerime uzun mavi elbisemi giyinmeden önce vücut spreyimi sıktım. Saçlarımı ensemde gelişi güzel toplayıp parfüm sıktım.
"Kız, maviş boncuk nasıl oldu annen?" Patrişka peş peşe miyavlayıp elbisemin ucunu çekiştirdi.
"Aferin bebeğim aferin," onu kucaklayıp sıka sıka sevince patisini burnuma vurup kucağımdan kaçtı. Aşağı indiğimde mutfağa geçip poğaçaları ve kreple pankek tabaklarını da bahçeye taşıdım. Nasıl olsa şimdi gelirlerdi. Patrişka bahçeye çıkınca hamağına çıkıp kuruldu. Onları beklerken karpuzdan bir dilim alıp kemirmeye başladım. İkinci dilime geçerken arabanın sesini işittim. Heyecanla sandalyeden kalkıp bahçe kapısına ilerledim. Gelmişlerdi.
"Mavişim," Güneş koşarak bana gelince kollarımı açtım. Birbirimize sıkıca sarılıp kendi etrafımızda döndük. Başımız dönüp sendeleyince durduk. Onu göz ucuyla belli etmemeye çalışarak süzdüm. Daron iki gece önce arayıp yanınıza gelebilir miyiz dediğinde yüreğim korkuyla çarpmıştı Güneş'e bir şey oldu diye. Daron olayı kısaca anlatınca bana da kırgın bulutlar çökmüştü ama neyse ki dağılmayacak bulutlardan değillerdi.
"Hoş geldin gün güzelim," dedim.
"Hoş buldum," dedi. Tekrar sarıldığımız sırada Yusuf ve Daron ellerinde bavullarla bahçeye girdiler. Daron ile de selamlaştıktan sonra içeri girdik. Daron ve Güneş lavaboya geçerken Yusuf odaya çıktı. Mutfaktan çaydanlığı alıp bahçeye geçtim. İki dakika kadar sonra üçü birlikte geldiler.
Güneş yerine oturmadan yanağımdan öpüp karşıma geçti. Yusuf da çayları doldurup yanıma geçti. Güneş'in masaya attığı aşk dolu bakışı görünce güldüm. Önündeki tabağı alıp her şeyden fazla fazla doldurup tekrar önüne bıraktım.
"Ay, sarma çıkartmıştım unuttum. Siz başlayın ben geliyorum," deyip koşar adımlarla eve girip mutfaktan soğuk, zeytinyağlı sarma dolu tabağı alıp tekrar yanlarına geçtim. Tabağı masaya koymadan Güneş ve Daron'a uzattım.
"Eve bayıldım, proje kısmında da fazlasıyla güzeldi ama gerçek hali muhteşem olmuş," Güneş'in söyledikleriyle şaşkınlıkla Yusuf'a baktım.
"Ben Aslan yaptı sanıyordum," dediğimde Yusuf gözlerini devirdi. Aslan yapmış olsaydı bin kere havasını atmış olurdu. Gerçi bana düğün hediyesi olarak tasarlayıp planladığı evi de daha yapmamıştı ya neyse...
"Fark ettim ki Güneş bu konuda onlardan daha iyi iş çıkarıyor," dediğinde Daron çat pat anladığı kelimelerle güldü.
"Biz çok keyif yaptık ev," Daron'un yeni yeni sökmeye başladığı Türkçesi onu aşırı sempatik gösteriyordu.
"Teşekkür ederim, harikalar yaratmışsınız," dedim içtenlikle. Evin dışı tam olarak Datça'ya uyumluydu ancak içi daha iyiydi. Yerimden kalkıp Güneş'in yanına ilerleyip ellerimi boynuna sarıp yanaklarını öpüp tekrar tekrar teşekkür ettim. Daron'a da teşekkürümü yenileyip sandalyeme geri geçtim. O sırada da Patrişka hamağından inip yanımıza gelip babasının kucağına kuruldu.
Keyifle geçen kahvaltıdan sonra Güneş'le masayı ve mutfağı sohbet ederek toparladık. İşimiz bittiğinde Türk kahvesi yapıp yanında soda ve çikolatayla birlikte tekrar bahçeye çıktık. Yusuf ve Daron bahçenin denize bakan kısmına geçmişlerdi.
"Tatil nasıldı?" diye sordum İngilizce konuşarak.
"Çok güzeldi... Tüm eczanelerdeki sineksavar ilaçlarla aşk yaşadım resmen," dedi Güneş bıkkın bir gülüşle.
"Beni şikâyet ediyor?" dedi Daron. Başımı salladığımda Yusuf'a döndü ve Türkçe konuşarak "iyilik yayılmıyor," deyince güldük.
"Haklısın bacanak iyilik hiç yayılmıyor," dedi Yusuf, Daron'u bozmadan.
"Ben yanlış dedi yine," Güneş, Daron'un yanağını okşayıp başını aşağı yukarı salladı.
"Öğrenirsin, öğrenirsin..." dedi Yusuf yüreklendiren bir sesle. Daron, Yusuf'a bir şeyler sorarken Güneş'e döndüm. Kolunu okşayınca bana döndü.
"Güzelliğim saçların ilk defa akmış böyle. Kuaföre gidelim mi burada buldum bir tane iyi bayağı," dediğimde gülüşü büyüdü.
"Daron boyatmamı istemiyor. Doğal halini merak ediyormuş. Ama kestirmeye gidebiliriz," dedi.
"Bak sen," dediğimde gülüşü daha da büyüdü.
"Nefes alır hem saçlarım," dedi.
"O zaman öğlenden sonra gidelim?" başını salladı. Ellerini saçlarına atıp parmaklarıyla taradı.
Öğleden sonra Yusuf ve Daron'u evde bırakıp kuaföre gittik. Önce bakım yaptırdıktan sonra ikimizde saçlarımızı kestirdik. Ben kırıklarımı aldırıp perçemlerimi kısaltırken Güneş saçlarını bir cesaret küt kestirdi. Sonucu görene kadar yüreğim ağzımda attı ama sonuç neyse ki harikaydı. Kaküllü kısa saçı fazlasıyla yakışmıştı. Saçlarının sadece uç kısımları sarıydı. İki üç ay sonra yeniden kestirdiğinde onlarda tamamen gidecekti.
"Annem bayılacak benden demesi," dediğimde Güneş denizdeki gözlerini bana çevirdi. Kuaförden sonra bir kafeye oturmuştuk.
"Zaten karaydım iyice kara oldum gibi hissediyorum," deyince kıkırdadım.
"Güzelsin güzel. Hem ne demişler esmerin yanında diğerlerinin esamesi okunmazmış," dediğimde gözlerini devirdi.
"Vallahi senin yanında da bizim esamemiz okunmaz Aden Hanım. Maşallah yaratana," deyince güldüm. Saçımı geriye savurup göz süzünce güldü.
"Anamlar sağ olsun nasıl mübarek gecede yaptılarsa beni," Güneş içtiği kahveyi püskürtmemek için elini ağzına kapattı.
"Aden ya," dedi gülerek. Pastamdan bir çatal alıp keyifle yedim.
Kafeden çıktığımızda Yusuf aradı. Akşam yemeği için dışarıda olalım deyince sahildeki banklardan birine oturduk. Güneş bana tatildeki detayları anlatıp fotoğrafları gösteriyordu.
"Aranız nasıl?" dedim.
"İyi. Sandığımdan daha iyi, güçlü adımlarla devam ediyoruz," dedi. Sesinden, gözlerinden, bedeninin hal ve hareketlerinden çok iyi oldukları belli oluyordu. Farklı bir tamamlanmışlıkları vardı.
"Çok güzelsiniz. Auranız o kadar iyi ve pozitif ki herkese geçiyor hemen," gülüşü büyüdü. İç çekip bakışlarını denize çevirdi.
"Daron'u sevmek... Onun tarafından sevilmek o kadar eşsiz ki. Ondan başkasını böyle sevip böylesine aşık hissedemem. Bir daha da böylesine sevilmem sanırım," onu anlıyordum. Gerçek aşk insanı böyle hissettiriyordu.
Yusuf ve Daron geldiğinde Datça'nın güzel restoranlarından birisine gittik. Daron, Güneş'i gördüğü an sanırım bir kez daha çarpılmış ve kardeşime yeniden âşık olmuştu. Durmadan saçlarının çok yakıştığını söyleyip duruyordu. Kumsaldaki masalardan birisine yerleştiğimizde deniz suyunun ayaklarımıza kadar vurmasıyla ayakkabılarımızı çıkarıp boş bir sandalye isteyip onun üzerine bıraktıktan sonra siparişlerimizi verdik.
Balıklardan önce soğuk mezeler ve salatalar geldi. Yusuf rakı açtırıp Daron'a yan gözle bakınca Güneş'le gülüştük. Yemekler geldiğinde Yusuf kadehleri doldurdu. Güneş hemen fotoğraf makinesini çıkarıp garsonlardan birisine fotoğrafımızı çekmesini rica etti. Onun peşinden ben de telefonumu garsona uzattım.
Çekindiğimiz fotoğraflardan en beğendiğimi sosyal medyaya attıktan sonra telefonu bir kenara bıraktım. Güneş'le bizimkilere dikkatimizi verdiğimizde ikisi de gözlerini devirdiler.
"Bitti mi işiniz?" dedi Yusuf.
"Bitti sevgilim bitti. Kırk yılın başı bir fotoğraf paylaştım zaten hemen söylen," dediğimde bozulduğumu anlayınca bana baktı hemen.
"Söylenmedim güzelim," dedi. Yanağımı sevip uzanıp şakağımdan öptü.
"Ne diyor siz eee şelefimize?" kıkırtımı sessizce içime gömüp Daron'a baktım. Rakı kadehini kaldırmış bize bakıyordu.
"Aynen kardeşim şerefimize!" dedi Yusuf. Kadehlerimizi tokuşturduk.
Tüm akşam ileriye dönük sohbetlerin, geçmişi yad eden anıların eşliğinde sona erdi. Yusuf, Daron'u bayağı zorlamıştı ancak Daron'u rakı umduğu gibi etkilememişti. Ben de normalde içsem de iki kadehten sonra midem almamıştı.
Eve döndüğümüzde Patrişka önce Yusuf'u sonra da beni patilemiş onu yalnız bıraktığımız için bize küsmüştü. Yusuf onunla ilgilenirken ben de Daron ve Güneş'in odalarını ve misafir banyosunu hazır ettim. İkisine iyi geceler dedikten sonra odaya çıktım. Yusuf, Patrişka'yla yatağımızda aşk yaşarken onlara hiç bulaşmadan banyoya girdim. Soğuğa yakın bir suyla hızlıca duş aldıktan sonra çıktım. Kendimi onların yanına bıraktığımda Yusuf dikkatle yüzüme baktı.
"Düştü mü yine?" dedi. Elleri alnımda, yanaklarımda dolandı.
"Çok değil, iyiyim ama bir doktora gitmek farz oldu sanırım tansiyon var," sıkıntıyla iç geçirdi.
"Bu yaşta ne tansiyonu yavrum Allah esirgesin," yan dönüp Patrişka'nın başını sevdim.
"Bilmiyorum... Aman sadece duşta oluyor zaten belki buranın suyundan falandır... Sen de gir haydi duşa uyuyalım," dediğimde beni hiç dinlemedi. Alnımı öpüp yanımızdan kalkıp banyoya girdi.
Patrişka mırıl mırıl seslerle elimin altından kaçıp kucağıma sokulup başını karnıma yasladı. O mayışınca ben de mayışıp göz kapaklarımı daha fazla açık tutamadım. Zihnim rüyaya dalmakla dalmamak arasında çelişkideyken Yusuf'un gölgesi düştü sanki üzerime. Bana sessizce seslendi ama gözlerimi açamayacak kadar uykudaydım. Yusuf'un üzerimi giydirişini saçlarımı örten havluyu değiştirdiğini hayal meyal hissettim.
"Pati, gel kızım bana..." dediğini duydum en son ama Patrişka'nın sıcaklığını tüm gece karnımın üzerinde hissettim.
Ertesi sabah denize gideceğimizden dolayı erkenden uyandık. Yusuf'la hazırlanıp mutfağa geçtik. Deniz için sepeti de hazırladıktan sonra Güneş'in odasına gittim. Girmeden önce her ihtimale karşı kapıya vurdum. İçeriden ses gelmeyince kapıyı usulca açıp başımı uzattım. Güneş yatağın orta yerinde sere serpe uyuyordu. Yanına gidip uyandırdım.
"Günaydın gün güzelim. Denize gideceğiz kalk haydi," esneyerek doğrulup gözünü ovalarken bana baktı.
"Günaydın," dedikten sonra esneyip tekrar yatağa yattı.
"Kalk, Daron'u da kaldır... Haydi haydi kaldır kıçını," deyip odadan çıktım.
Kargı koyunun plajına geldiğimizde umduğumdan daha kalabalık olduğunu fark ettim. Önceden kiraladığımız şezlonglara yerleştik. Daron anında Güneş'e, güneş kremini uzatınca Güneş gürültü bir sesle ofladı ve gözlerini devirdi. Yusuf yanıma uzanıp çantadan kremi çıkarınca Güneş gibi bir tepki vermedim. Hemen yanan bir insan olarak itiraz edeceğim bir halde değildim.
Öğlene kadar denizde oyalandıktan sonra bir şeyler yemek için üst taraftaki restoranda yemek yedikten sonra tekrar denize indik. Akşama kadar denizde vakit geçirdikten sonra duşakabinlerde duş alıp biraz kurulanmak için güneşin altında oturduk.
Akşam dokuz gibi eve geçtiğimizde tekrar duş alıp bahçeye geçtik. Yusuf ve Daron bahçedeki koltuklara oturmuşken bizde Güneş'le salıncak koltuğa yerleşmiş dondurma yiyorduk. Patrişka'nın başı yine karnımdaydı.
Bacağımda titreşim hissedince Güneş'e baktım. "Telefonun yavru," dediğimde hırkasının cebinden telefonunu çıkardı. Tam boylar ve Kerem görüntülü arıyordu. Aramada ben de vardım ama telefonum içerideydi. Güneş'e iyice yanaşıp aramayı cevapladım. Güneş'e kalsa kırkıncı çalışta açardı.
"Ooo beyler siz bizi arar mıydınız?" diyerek hemen laf attım.
"Ben babayım kızımla ilgilenmem gerekiyor," diyerek bahanesini sunup hemen köşesine çekildi Aslan.
"Aman bu da bir baba oldu yani," dediğimde Güneş dahil hepimiz gülüştük.
"Ablacığım sen nasılsın nasıl gidiyor kamp?" dedi Güneş. Kerem oflayıp yatakta sağa doğru döndü.
"Artık sıkılmaya başladım. Neyse ki Lara ve arkadaşlarımla bir aradayız yoksa çoktan dönmüştüm," dedi Kerem.
"Kerem!" diye ciddi bir sesle konuştu Aslan. Kızması normaldi çünkü kerem bu kamp için hepimizi bezdirmişti.
"Tamam, tamam sustum..." dedi Kerem gözlerini devirir devirmez.
"Gün güzelim, biz seni Amazon da sanıyorduk," dedi Baran.
"Dün geldik," Güneş'in cevabıyla araya kaynadım.
"Ben çağırdım, özledim kardeşimi burnumda tüttü," Doğu'nun yüzü utançla düşerken Aslan ve Baran gözlerini kaçırdı.
"Gün güzelim hemen dönecek misin?" diye sordu Doğu.
"Bilmem belki annemlerin yanına da uğrarım bir iki günlüğüne," dedi Güneş pek sıcak olmayan sesiyle.
"Bir iki gün olmaz kızım gelin işte buraya," dedi Aslan itiraz istemeyen bir ifadeyle.
"Evet evet hem denize açılırız ne dersiniz sadece biz bize?" dedi Doğu bir umut.
"Üvey evlat mıyız lan biz?" diye bağırdı Yusuf sesini duyurabilmek için bağırırken.
"Evet," diye bağırdılar tam boylar.
"Bence denize açılmak harika olur. Bu arada buradan size çok güzel şeyler aldım bayılacaksınız," dedi Baran.
"Simge nerede sahi?" diye sorduğumda kamerayı kaydırdı. Simge her zamanki gibi dağınık bir halde uyuyordu.
"Bu resmen cinayete teşebbüs abi iyi yine hayattasın," dedi Kerem. Güneş'le birbirimize sokulup sessizce güldük.
"Dalga geçme lan yengenle," dedi Baran kızarak.
"Offf! Vallahi herkesin hanımcılığı çekiliyor da seninki çekilmiyor be Baran'ım," Doğu'nun dediğiyle Aslan sırıttı.
"Hadi lan oradan!" diye yükseldi Baran.
"Vallahi yengelerimin adına çok üzgünüm. Yusuf ve Daron'un yanında sizin hanımcılığın esamesi okunmaz. Belki biraz Aslan," dediğimde yüzleri düştü.
"Aşk olsun ama mavişim gömdün beni resmen!" dedi Baran.
"Öyle ama orta boy kusura bakma," dedim burnumdan kıl aldırmayan bir edayla. Baran bayağı bozulmuştu ama umursamadım. Simge'yi biraz fazla daraltıyordu.
"Abi İzel nerede uyumuyorsa getirsene," dedi Güneş. Aslan'ın anında yüzü aydınlandı.
"Annesinde durun hemen alıp geliyorum," diye kalkınca arkasından "Bejna'yı da getir," diye bağırdım. Bir saat kadar telefon görüşmemiz devam etti. İzel sesimizi duydukça tatlı çığlıklar atınca hepimizin göğsü özlemle kabardı ve İzmir'e yanlarına gitmeye karar verdik.
Geçen iki günün sonrasında İzmir için hazırlanırken Daron'a Fransa'dan gelen telefon tatlarını kaçırdı. Daron'u annesi çağırıyordu. Adamın yüzü telefonda konuştuğu sırada öylesine bir ifade almıştı ki içim sızlamıştı. Bunu söylemek bana çok acımasızca gelse de bazı insanların anne ve babası olmaması daha iyiydi...
Daron'u Fransa'ya uğurladıktan sonra biz havalimanından arabayla İzmir'e yol aldık. Güneş biraz buruktu. Daron'dan iyi bir haber alana kadar böyle kalacağına emindim. Daron'un kendi hikayesi, annesi üvey ailesi... Büyük bir çıkmazdı ancak Daron, Güneş'in dediğine göre o çıkmazdan bir başına çıkmayı başarmıştı.
"Baldız sen koca köylü olmuşsun resmen," diye takıldı Yusuf. Güneş derin bir nefes alıp verdikten sonra omzunu silkti. Kucağındaki Patrişka'nın başını sevip bize baktı.
"Canı sıkılacak, üzülecek..." dediğinde Yusuf dikiz aynasından arkaya bir bakış attı.
"Ailevi sorunlar her zaman yaşanır abim. Daron kolay kolay yıkılacak, etkilenecek bir adama benzemiyor..." Güneş kırıklarla dolu bakışlarını dikiz aynasından Yusuf'un gözlerine dikti.
"Söz konusu aile travmaları olunca tek bir bakış, bir görüntü, kelime bile insanı yıkmaya yetiyor... Neyse ki sen bu konuda en şanslı olanımızsın abi," ağırca yutkundum ama boğazımın orta yerine aniden çöreklenen yumru yutkunuşuma izin vermedi. Yusuf önce Güneş'e sonra bana baktı. Gözlerine sinen merhamet ve üzüntü ikimiz içindi.
"Neyse ki sen varsın," dedim Güneş'e dönerek. Uzattığım elimi tutunca güven vermek için sıktım.
"Siz birbirinize yuva olmuşsunuz gün güzelim. İnan bana orada ne olursa olsun kollarının arasına girdiği an acısı derdi, kederi varsa dinecek," dediğimde buruk tebessümüyle başını salladı.
Akşam olmadan İzmir Selçuk'a vardığımızda evdekiler bizi kapıda karşıladılar. Herkesle sarılıp özlem giderdikten sonra Güneş'le çocukları aramıza alıp tüm hasretimizi dindirmeye çalıştık. Yusuf Ali ve Barlas o kadar hızlı büyüyorlardı ki bu anlarının çoğunda yanlarında olamamak bizi üzüyordu.
"Halaları minik tombik uyandı," Bejna'nın sesiyle Güneş'le aynı anda başımızı odanın kapısına çevirdik.
"Allah'ım," diye bir ses yükseldi Güneş'ten.
"Kız bu nasıl büyümüş?" dedim şaşkınlıkla. Su gibi akıp giden sekiz ayda ara ara İstanbul'a gidiyor ya da sürekli görüntülü konuşup fotoğraflarını görüyorduk ama onlarda bu kadar büyüdüğü belli olmuyordu. Boyu uzundu, büyüyüp ek gıdaya geçince tombikliği daha da artmıştı. Kolları da bacakları da boğum boğumdu.
Güneş yerden kalkıp Bejna'nın kucağından çok dikkat ederek İzel'i aldı. Düşürür bir yerini acıtırım diye nizami özen gösteriyordu. Tabii bu özenin altında bir de Aslan'dan laf yeme endişesi de olabilirdi. Pis adam baba olduktan sonra hem çok tatlı hem çok beter olmuştu...
Güneş, İzel'le birlikte yanıma yeniden oturduğunda Barlas ve Yusuf Ali'nin tüm ilgisi İzel'e kaydı. Güneş iki yana açtığı bacaklarının ortasına İzel'i oturtup uzamış saçlarını koklayarak öptü. İzel, Yusuf Ali'nin ona verdiği oyuncağı önce koklayıp sonra ağzına soktu. Oyuncağı salyalarını akıta akıta kemirdikten sonra ağzından çekip bana o güzel bebek sesiyle mırıltılar çıkartarak uzattı. Oyuncağı elinden aldıktan sonra ellerindeki salyalardan hiç tiksinmeden ısıra ısıra öptüm güzel tenini.
"Kız yerim seni heee!" İzel elini benden çekip dudaklarını büktü. Gözleri annesini ya da babasını aradı ama onları göremeyince büktüğü dudaklarını titretip yeşil gözlerini doldurdu. Tam ağlayacakken Yusuf Ali, İzel'in elini tutup önce üfledi sonra da öptü. İzel büktüğü dudaklarını düzeltip elini yeniden öpmesi için Yusuf Ali'ye uzatınca Barlas araya kaynak yapıp İzel'in elini öptü ama öpmesiyle İzel'in tiz çığlığı tüm odada yayıldı.
"Kız sen kardeşleri birbirine mi düşüreceksin?" dediğimde İzel minik elini bacağıma vurup Yusuf Ali'ye gitmek istedi.
"Kara kedi olmuş ya bu!" dedi Güneş gülerek.
İzel kendini yere atıp poposunu havaya dikti. Emeklemek istiyordu ama yeni yeni öğrendiğinden nasıl yapacağını şaşırıyordu sanırım. Onu emeklemesi için uygun bir pozisyona sokunca çığlıklarına devam ederek Yusuf Ali'ye emekleyip kucağına başını yasladı. Yusuf Ali, Barlas'a göz kırpıp İzel'in kumral saçlarını okşamaya başladıktan sonra ona Barlas'ı sevdirmek için henüz anlayamayacağı cümleler kurmaya başladı. Barlas kendisini İzel'e göstermeden arkalarından dolanıp Yusuf Ali'nin diğer yanına geçip oturdu ve o da minik dokunuşlarla İzel'in başını okşamaya başladı.
"Ölmüşüm güzelliklerinden," Güneş iç çekip telefonunu çıkarıp onların bu güzel anlarını ölümsüzleştirdi.
Akşam olduğunda bahçeye masamızı kurmuş yerimizi almıştık. Sevgi anneanne ve Nevzat dede Artvin de biz buradaydık. Doğu ve Emir yanlarında Işıl ve arkadaşlarıyla, Simge ve Baran da baş başa tatile çıkmışlardı. Kerem de okulun yaz kampındaydı.
"Sevda'nın tüm hazırlıkları tamam mı teyze?" diye sordu Güneş.
"Tamam kızım. Her şeyi hallettiler," dedi Sema anne. Bizde uzaktan uzağa tüm yardımlarımızı yapmıştık. Sevda'nın gelinlik sürecinde de hep bir aradaydık. Zaten buradan sonrada direkt Artvin'e geçecektik.
"Kesin yaylada yapacaklar değil mi?" dedim.
"Kınada düğünde yaylada. Tam eski zamanlardaki gibi," dedi Sefa baba. Sevda ilk andan beri böyle istiyordu ama biz yayla hem çok yüksek bir rakımda hem de soğuk olacağından bir ihtimal değişir fikri diye düşünmüştük ama kararı netti. Ki bence çok güzel olacaktı.
Yemekten sonra Yusuf işle alakalı bir telefondan sonra odaya çıkmıştı. Çocuklar sanki tüm gün oynayan onlar değilmiş gibi tüm enerjileriyle bahçede koşturuyorlardı. Babamla Haydar abi tavla oynarken Sefa baba ve Aslan onlara hakemlik adı altında sataşıp duruyor bizde öylece oturuyorduk. Bejna tüm yorgunluğuyla kucağında İzel'le uyuklarken yanına gittim. İzel'i kucağından alıp onu uyuması için odasına yolladım. Bahçeye geri inecekken Yusuf'un yanına gitmeye karar verdim.
"Yusuf bak sana kimi getirdim," Yusuf telefonundaki bakışlarını kaldırıp bana bakınca yüzü aydınlandı. Yataktan kalkıp yanıma geldi ve İzel'i kucağına aldı.
"Kimler gelmiş, kimler gelmiş, İzel Hanım hoş gelmiş sefalar getirmiş," İzel'in boğum boğum olan kollarını öpe öpe yatağa ilerleyip dikkatlice yatırdı.
"Babası olacak meymenetsiz nasıl oldu da kucağından bıraktı?" dediğinde güldüm. Yanlarına gidip İzel'in diğer yanına uzandım.
"Babamlarla tavla oynuyor. Bejna da çok yorulmuş uyukluyordu ben de aldım kaşla göz arasında," İzel'in çıplak ayağını öpüp parmaklarıyla oynadım. İlgiyle, sevgiyle büyüyen bir bebek olduğunu büyük ihtimalle hissediyordu. Yüzü hep gülüyor, eli ayağı durmuyordu.
"Gözlerinin rengi değişir mi?" diye sordu Yusuf.
İlk doğduğunda normal olarak maviydi, sonrasında o mavilik yeşile çalmıştı ama şimdiden o yeşillerde baldan emareler oluşmuştu. Çok güzeldi. Babaannemlerin deyimiyle büyüyünce çok canlar yakacaktı. Babasını, amca ve dayılarını çok uğraştıracağı şimdiden belliydi eşek sıpasının.
"Büyük ihtimalle yeşil olarak kalır belki çakıra döner ama emin değilim," dedim. İzel'in kızarık yanaklarına işaret parmağını vurup kumral saçlarını usul usul sevdikten sonra gözlerini bana çevirdi.
"Bizimkiler maviş olur bence," diye sorunca iç çektim. İzel'i sevmeye devam ettim.
"Bilmem yani hangimizin geni daha baskın olursa öyle oluyor işte," ağzımda geveledim bir şeyler.
"O zaman ben dualardan, dileklerden devam," dedi. Ben İzel'i sevmeye devam edip Yusuf'a bakmayınca tıpkı İzel'e yaptığı gibi yanağıma parmağıyla vurdu.
"Türbeye falan da gitmem gerekir mi sence?" deyince güldüm.
"Salak herif," uzanıp dudağımın kenarından öptü. Yanağımı sevip burnumu okşayan perçemimi kulağımın arkasına iliştirdi.
"Sorun yok biliyorsun değil mi mavişim biraz daha zaman sadece..." ağır ağır başımı salladım.
İzel'i sevmeye devam ederken yanımıza Yusuf Ali geldi. Koşa koşa yatağa zıplayıp İzel'le vakit geçirdi. Abi kardeş tombiğimle aşk yaşarken ben de yanlarından ayrılıp aşağı indim. Annemler veranda da oturuyorlardı. Güneş kucağında Barlas onunla şekilden şekle girerek eğleşirken ikisinin o komik haline güldüm.
"Aden hazır oradayken çaydanlığı getirsene kızım," diye seslendi Filiz annem. Mutfağa geçip ocağın altını kapatıp çaydanlığı aldım ama aldığım gibi geri bıraktım. Alt çaydanlık ağzına kadar doluydu. Onu iki elimle tutup kaynamış suyun yarısı kadarını lavaboya döktüm. Üst demliği de aldığım gibi verandaya çıkıp çaydanlığı masanın üzerindeki nihalenin üstüne bıraktım.
"Ah," diye mırıldanıp parmaklarım belime gelecek şekilde ellerimi belime yaslayıp ağrısından ki yana kıvrıldım. Alt tarafı bir çaydanlık taşımıştım arkadaş!
"Ne oldu kızım?" diye sordu Filiz annem. Başımı onlara çevirdiğimde Sema annenin bana bakan şaşkın bakışlarıyla karşılaştım.
"Çaydanlığı taşırken belim ağrıdı birden, ne kadar çok su doldurmuşsunuz," dedim. Sema annenin dudakları kıvırılıp omzuyla annemi dürtüp başıyla beni işaret etti. Zümrüt annem beni süzüp gözlerini belime yasladığım ellerimde gezdirdi. Gülümsemesini gösterip göstermemek arasında kaldığında dudaklarını birbirine bastırdı.
"Ne oldu niye öyle bakıyorsunuz bana?" Sema anne sırıtışını gizlemeye gereği duymadan beni yeniden süzdü.
"Şu duruşun bana birisini hatırlattı," deyip anneme yan gözlerle baktı. Başımı eğip duruşuma baktım. Bir anormalliğim yoktu. Başımı kaldırıp onlara bakınca Zümrüt annemin şefkatle parlayan mavileriyle göz göze geldim.
"Anlamadım ben," dediğimde gülüştüler.
"Aslan'dan sonra hamile olup olmadığımı öğrenmek için test yaptırmama gerek kalmazdı anneciğim, Sema anneciğin bir bakışında anlardı," dedi Zümrüt annem.
"Annen ne zaman hamile kalsa ilk zamanlarında hep bel ağrısı çeker ellerini hep beline yaslayıp tıpkı senin gibi ayakta durur iki yana kıvranırdı," dedi Sema anne. Hamilelik lafıyla yüzüm düştü. Keşke o ihtimal bir bel ağrısıyla, duruşla gerçek olsaydı.
"Aden?" dedi annemler aynı anda heyecanla.
"Aden?" dedi Güneş endişeyle. Onun yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Annemlere bakıp omzumu silktim.
"Ben hamile kalamıyorum," dediğimde gözleri endişeyle parlayıp gülüşleri silindi.
"Ne demek o şimdi?" dedi Filiz annem.
"Öyle işte kalamıyorum..." dediğimde Sema anne uzanıp elimi tuttu.
"Kızım bir anlat bakalım sen şu işi," dedi. Genzim yanmaya başladı, dudaklarımı ısırıp içeriye doğru bir bakış attım. Yusuf'un duyup üzülmesini istemiyordum. Güneş kolumu okşayıp Barlas'ta öptü. Onlara dönüp Barlas'ın yanaklarını sevdim.
"Kızım meraklandırmasana!" diye azarladı Zümrüt annem. Derinden soluklanıp oflayarak bıraktım nefesimi. Güneş, Barlas'ı içeri yolladığında annemlere verdim dikkatimi.
"Biz uzun zamandır çocuk düşünüyoruz. Geçtiğimiz kasım ayından beridir korunmuyoruz ama işte ben bir türlü hamile kalamıyorum," dediğimde annemler birbirine baktı.
"Korunan sen miydin?" dedi Sema anne. Başımı salladım.
"E kızım o ilaçların etkileri kişiden kişiye değişir biliyorsun doktora gittiniz mi?" diye sorunca başımı salladım.
"Şubat ayından beri sürekli test yaptırıp hep negatif sonuçlar aldık. Ben biraz fazla üzülüp korkunca Yusuf dert etti kendine. Mayıs ayının başında gittik doktora. İkimizin de sağlık problemi yok. Doktor zamana bırakın fazla stresten etkilenmiş olabilirsiniz falan dedi işte," deyip sustum.
"En son ne zaman test yaptın?" diye sordu Güneş.
"Haziran başıydı sanırım. O da negatif çıkınca bir daha yapmadım," dediğimde dudak büktü.
"Canım sağlık sorununuz yokmuş çok şükür. Hem haklı doktor kızım başına neler geldi etkilerini de hâlâ yaşıyorsun e şimdi olmuyor diye de üzülüp stres yapınca etkilenmen çok doğal. Korkma sen, olmadı Aylin Hanım'a, başka doktorlara gideriz..." dedi Zümrüt annem.
"Doğru diyor Zümrüt. Hem artık her şey daha da gelişti kızım bin tane yolu var," diyen Filiz annemdi. Omzumu silkip yaşaran gözlerle baktım onlara.
"Yusuf çok istiyor," dedim kısık sesle. Sema anne elimin üzerini öpüp usulca okşadı.
"Senin daha deminki duruşun bas bağırdı bana ben hamileyim diye kızım. Biz en iyisi yarın gidelim bir doktora test yaptıralım," deyince başımı olumsuz anlamda salladım.
"Şu an olmaz Sema anne. Gidip yaptırmakta sorun yok ama olumsuz bir sonuç beni fazlasıyla kötü etkiler. Hem regli oldum bu ay zaten," dedim.
"Canım doğurana kadar regl gören kadınlar var kızım doktor olacaksın bir de," dedi Filiz annem. Omzumu silkip ağlamamak için kirpiklerimi kırpıştırdım.
"Yok kafa dağıtmaya, tatile geldik buraya. Hem Yusuf anlar hemen yüzümden onu da üzmek istemiyorum..." hepsi nefeslerini sessizce bırakıp kararıma saygı duydular. Bu konuyu konuşmaya devam etmek istiyorlardı ancak babamlar yanımıza gelince sustular...
Sabaha kadar sağa dön sola dön uyuyamadım. Bel ağrımda kendini sürekli belli edince Sema annenin hamilesin sözü kulağımda çınlayıp durdu. Ani bir kararla yataktan kalkıp Yusuf'u ve Patrişka'yı uyandırmamaya çalışarak hazırlandım. Sessizce odadan çıkıp aşağı inip mutfağa girdiğimde annemleri, Güneş'i ve Bejna'yı tam takım hazır halde buldum.
"Ben demiştim," dedi Güneş keyifle gülümseyerek. Dayanamayıp doktora gideceğimi anlamışlardı. Sema anne herkesin önce davranıp yanıma geldi ve ellerimi tutup güven veren bakışlarıyla gözlerime bakıp gülümsedi.
"Günaydın kızım, hazırsan çıkalım mı?"
Merkezdeki özel sağlık merkezine gidip kadın doğum için kayıt yaptırdık. Doktorun odasının bulunduğu üst kata çıktığımızda annemler bekleme koltuklarına yan yana oturdular. Ben heyecandan ileri geri yürürken Güneş duvara yaslanmış sırıtarak beni izliyordu. Stresten tırnaklarımı kemirirken geçip giden yarım saatte sanki saçlarıma aklar düşmüş gibiydi.
"Aden Uyguroğlu Toral?" bana seslenen hemşireye döndüm.
"Benim," dedim. Genç hemşire beni doktor odasına aldı. Annemler ve Güneş peşimden geldi. Bejna çok istese de hem bebekten dolayı hem de evdekileri oyalamak adına evde kalmıştı.
Doktor odasına girdiğimizde doktor kalabalık oluşumuza gülecek gibi olsa da kendisini hemen toparladı. Ayağa kalkıp kendisini tanıtıp sırayla hepimizle tokalaştı. Masasın önündeki koltukları gösterdiğinde annemler beni ve Güneş'i oturttular.
"Aden Hanım?" diye sordu doktor.
"Benim," güzel gülümsemesiyle tüm ilgisini bana yöneltti. Kırklarının sonunda, çok tatlı bir kadındı.
"Sanırım gebelik testi için buradasınız," dediğinde başımı salladım.
"Peki size bazı sorularım olacak ondan sonra kan alımı için sizi Yeliz hemşireye emanet edeceğim," dedikten bana cinsel hayatımla ve regl dönemimle ilgili sorular sordu. O sormadan da uzun zamandır korunmadığımızı ancak hamile kalamadığımı söyleyip mailimde tuttuğum hem benim hem de Yusuf'un test sonuçlarını, ultrason sonuçlarımızı da gösterdim.
"Açıkçası regliniz yeni bittiği için ve herhangi bir belirti göstermediğiniz için kan sonuçlarını görmeden sizi umutlandırmak istemem lakin doğuma kadar regl olan ya da birkaç ayını regl olarak geçiren anne adaylarımız oluyor bu da bir ihtimal. Burada son kanamızdaki yoğunluk nasıldı?" dediğinde duraksadım.
"Aslında lekelenme şeklinde normalinden daha kısa sürdü. Hava değişikliğine yordum ama," dediğimde doktor başını salladı.
"Siz önce bir kan verin Aden Hanım. Ona göre ultrasonla da bir bakarız," dediğinde doktora teşekkür edip odadan çıktık.
Kan verdikten sonra kahvaltı etmek için yakınlardaki bir kafeye geçtik. Menüye bakarken gördüğüm tost fotoğrafıyla ağzım sulandı. Herkes siparişini verdikten sonra annemler heyecanla henüz olup olmadığı belli olmayan yeni bir bebeğinin gelişini konuşurken ben gerginlikten kurdeşen dökecek kıvama gelmiştim. Üstüne Yusuf da arayınca gerginliğim tırmandıkça tırmanmıştı.
"Açsana kızım," dedi Zümrüt annem.
"Ne diyeceğim?" dediğimde güldüler.
"Ver sen bana kızım," deyip telefonumu elimden aldı Sema anne. Yusuf'u ustaca bertaraf edişine şapka çıkardım. Kahvaltımızı yaptıktan sonra aynı heyecan ve gerginlikle sağlık merkezine geri döndük. Doktor bizi iki hastasından sonra tekrar odasına kabul ettiğinde yüzüne baktım direkt ama kadının yüzünde mimik oynamıyordu. Her hastasını karşılarken yüzüne taktığı o gülümseme vardı sadece. Bu sefer oturan tek kişi ben oldum. Doktor önündeki karton dosyalarından bir tanesini öne çıkarıp kapağını açtı ve içindeki kâğıdı alıp bana uzattı. Kâğıdı titreyen ellerimle aldım.
"Açıkçası pek umudum yoktu ama," dediğinde gözlerim test sonucuna kaydı.
"Tebrik ederim Aden Hanım hamilesiniz..." nefesim boğazımda düğümlendi. Dudaklarımın arasından içime çektiğim nefes geçtiği yerleri okşadı. Ne diyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Ellerimi karnıma yasladım. Ellerimin altında bebeğim vardı. Benim bebeğim vardı. Civcivim olacaktı...
Hamileydim. Ben hamileydim, hamileydim...
Arabadan inmeden önce annemlere ve Güneş'ten ben Yusuf'a söylemeden kimseye bebeği söylememelerini rica ettim. Hepsinin yüzünde büyük bir sırıtış varken nasıl gizleyeceklerdi emin değildim. Doktorun odasında her bir ağızdan önce ağlamış sonra gülmüştük. Sağlık merkezinden nasıl çıktığımızı, arabaya ne ara bindiğimizi bile hayal meyal hatırlıyordum.
"Gizleyebilir miyiz pek emin değilim. Şunlara baksana!" dedi Güneş. Arkama dönüp annemlere baktığımda sanki beni hiç duymamış gibilerdi.
"O zaman tatlım sen engelliyorsun tamam?" dediğimde Güneş gözlerini devirip başını salladı.
Eve geçtiğimizde herkes bahçedeydi. Bize sorgular gözle bakarken Güneş anında durumu kontrol altına aldı. İzel'i Aslan'ın kucağından alıp yanaklarını ısıra ısıra sevip yerine geçip oturdu. Tüm heyecanımı gerginliğim bastırmıştı. Ellerimi birbirine sürttüm. Avuçlarım terlemişti ama sıcak değildi. Kalbimin atışları gerdanımda, boğazımda, dilimde hissediyordum. Derin bir nefes alıp masaya göz attım. Sahi Yusuf neredeydi?
"Yusuf nerede?" dedim. Aslan İzel'deki bakışlarını bana çevirdi.
"Arka bahçede telefonla konuşuyordu," deyince yerimden kalkıp arka bahçeye doğru yürümeye başladım. Ellerim buz gibiydi, bedenimdeki tüm titreme ayaklarıma toplanmıştı sanki. Midemde bulanıyordu, ateşimde yükselmiş olabilirdi. O kadar tarifsizdim ki...
Arka bahçeye girdiğimde Yusuf'u az ileride komşu evle sınırı ayıran çitin önünde gördüm. Yere eğilmiş telefonla konuşuyordu. Ona biraz daha yaklaştığımda kucağında sapsarı bir civciv gördüm. Burnumun direği aniden sızladı, dudaklarım titreyip gözlerim yaşarınca ciğerlerime derin bir soluk çektim. Ona yaklaşınca beni fark etmiş olacak ki başını bana çevirdi. Beni görünce ayaklandı. Civcivi bırakmadan telefonu bir iki kelimeyle konuşup kapattı. Bana elini uzatınca yanına gidip elini tuttum. Beni yamacına çekip omzumu sardı. Şakağımı öpüp gözlerime baktı.
"Gizli saklı işler kokusu alıyorum," dediğinde dudaklarımı ısırdım. Titreyen dudaklarım kıvrılıp durunca dudağımı öptü.
"Annesi görürse seni gagalar," dediğimde kaşları çatıldı.
"Civciv diyorum. Annesi dolanıyor bak," dediğimde diğer evin bahçesindeki tavuğa baktı. Gülüp avcundaki civcivi aramızda yükseltti. Civcivin başını parmağımın ucuyla sevmeye başlayınca Yusuf dudaklarını alnıma bastırıp durdu.
"Annesi bağırmaya başladı," tavuğun sesi avcundaki civcivi de hareketlendirmişti.
"Haydi bırak yoksa gerçekten gagalanacaksın," Yusuf gülerek iç çekip civcivi çitin diğer tarafına bıraktı. Bakışları civcivdeyken dudaklarımın kıvrılışı büyüdükçe büyüdü.
"İçerleme bu kadar... Yakında kendi civcivini seversin," dedim. Göğsüm heyecanla inip kalktı. Yusuf'un dudakları büküldü. Gözleri hâlâ civcivdeyken konuştu.
"Yavrum nerede besleyeceğiz biz civcivi?" gülmek istedim ama heyecanım ve gerginliğim o kadar büyüktü ki bedenimin, mimiklerimin kontrolü ben de değildi sanki.
"Evimizde. Bizim civciv annemle babamı daha fazla bekletmeyeyim deyip toplamış pılını pırtını yola çıkmış," başı o kadar hızlı bir hareketle bana döndü ki az kalsın boynuna zarar verecek sandım.
"Anlamadım?" dedi ama gözlerinde parlamaya başlayan yaşlar anladığını açık ediyordu. Ellerimi yanaklarına alnımı alnına yasladım. Gözlerimizden yaşlar akmaya başlarken dudaklarımız kıvrılmıştı.
"Bizim civciv diyorum çıkmış yola ama malum benim kuluçka zamanı dokuz ay kadar..."
"Aden," sesi titriyordu.
"Yusuf," dedim. Benim sesimin de onun sesinden ayrı kalır bir yanı yoktu.
"Civciv, bizim civciv mi?" başımı salladığımda gülmekle ağlamak arasında bir ses çıktı dudaklarından. Eli hemen karnımı buldu. Büyük avcu tüm karnımı sardı.
"Hamile misin?" başımı yeniden salladım. İnanmak isteyip inanamayışı...
"Aden, Aden, Aden..." hıçkırıklarını tutmak için kendini kastı ama pek beceremedi. O ağlayınca ben de ağlamaya başladım. Beni sıkıca sarıp dudaklarının denk geldiği her yerime buseler kondurdu.
"Hamilesin... Güzelliğim, güzel karım..." ellerimi göğsüne yasladım. Kalbinin ritmi çok hızlıydı.
"Aden anne olacaksın sen," dediğinde gülerek başımı geri çektim. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmış bunumu da bir güzel akıtmıştı.
"Sen de baba olacaksın şapşal," güldü. Yüzümdeki yaşlarımı, dudağımın üstünü parmaklarıyla sildi. Dudaklarımızı birbirine kavuşturup büyük bir tutkuyla öptü beni. Aynı tutkuyla karşılık verdim.
"Yusuf," dedim dudaklarımız ayrılır ayrılmaz.
"Yusuf'un canı, canım, canım..." elleri yüzümü kavradı. Alnıma dudaklarını yaslayıp saçlarımın kokusunu içine çekti.
"Rüyada değiliz değil mi güzelliğim?" sakallı yüzünü sevip uzamış saçlarının arasına sürükledim parmaklarımı. Alnımı yeniden alnına yaslayıp derin bir nefes alıp verdim.
"Değiliz sevgilim. Gerçekten hamileyim!" beni sıkıca sarıp birden etrafında döndürdü. Ağlayışlarımızın arasına bir kez daha gülüşlerimiz karıştı. Durduğumuzda Yusuf önümde diz çöküp ellerini belime sardı ve alnını karnıma yasladı. Dudaklarını karnıma yasladı. Omuzları sarsılmaya başlayınca ben de yeniden ağlamaya başladım. Aldığımız negatif sonuçlar bizi birbirimize belli etmemeye çalışsak da yormuştu. Olmayacak sanmaya başlamışken civcivimiz bizi en umutsuz olduğumuz zaman yakalamıştı.
"Çok hoş geldin bebeğim. Bize çok hoş geldin..." saçlarını okşadım. Karnıma peş peşe buseler kondurduktan sonra ayaklanıp beni göğsüne çekti. Dakikalarca sarılıp civcivimizin gelişini kutladık.
"Ay diğerlerini unuttuk!" diye birden doğruldum göğsünden. Gülerek omzunu silkip yanaklarımı sevdi.
"Annemler biliyor değil mi?" başımı salladım.
"Sema annem anladı dün gece. Ben mırın kırın ettim önce ilk ama sabah dayanamayıp hastaneye gitmek için kalktım bir de ne göreyim hepsi beni bekliyor," dediğimde güldü. Yüzümü iyice kavrayıp başımın tepesine dudaklarını yasladı.
"Bin şükür..." dedi içtenlikle. Sanki omuzlarındaki, yüreğindeki tüm yük, korku kalkmıştı. Ben de öyle hissediyordum.
"Haydi gidelim. Aslan'ın saltanatını sallama zamanım gelmişti zaten!" dediğinde kıkırdadım.
"Çok havalanmıştı tek baba benim diye zaten sallayalım kocacığım hakkındır," diye destekledim kocamı. Gülüşlerimiz gökyüzünde yankılanırken sarmaş dolaş ön tarafa ilerledik. Masanın başında durduğumuzda tüm gözler bizi buldu. Sema anne Yusuf'a bakar bakmaz kendin tutamayıp sessizce gözyaşlarına boğuldu.
"Ne oluyor?" diye sordu Sefa baba. Sema annenin yüzünü okşayıp neden ağlamaya başladığını sordu. Annemlerin gözü zaten bizdeyken Babam ve Haydar abi bize merakla bakıyordu. Ah, Aslan'ı da unutmamak lazım.
"Bizim bir haberimiz var," dedi Yusuf. Sesindeki heyecanı, mutluluğu dört yanımı sardı.
"Hayırdır?" dedi Aslan meraklı bakışlarla. Gözlerimi Yusuf'a çevirdim. Bana göz kırpıp başını sallayınca gülerek masaya dönüp bize bakanlarla kısa kısa göz teması kurduktan dudaklarımı ıslattım.
"Şey... Eee... Ben, ben hamileyim!"
Önce keskin bir sessizlik oldu. Babamlar dönüp birbirine baktıktan sonra annemlere döndüler. Aslan ise çatık kaşlarıyla Yusuf'a bakıyordu. Güneş ve Bejna yerlerinden kalkıp bize sarıldılar ve tebrik ettiler. Onların hamlesiyle donup kalan babamlarda büyük bir sevinçle ayaklandılar dede oldukları için birbirilerini tebrik edip sarıldılar.
"Hey bana sarılmanız lazım," dediğimde bana döndüler.
Sefa baba beni sardıktan sonra Yusuf'la duygusal bir çıkmaza girdi. Onların duygusallığı gözlerimi yaşartınca Haydar abi beni hemen kolları arasına aldı. "Tebrik ederim kızım. Annelik en çok sana yakışacak," dedi. Ondan ayrıldığımda babamın bana kollarını açtığını gördüm. Yüzümdeki yaşlarımı silip küçük bir kız çocuğu gibi ona doğru yürüyüp açtığı kollarının arasına girdim.
Huzurla nefeslenip kollarımı beline sardım. Kalbinin atışı tenime çarparken saçlarımda hissettiğim merhamet dolu dokunuşları zaten yaşarmış gözlerimi daha da yaşarttı. Bir kelam etmedik. Gün boyu kollarının arasından çıkmadım. İzel'i öğrendiğimizdeki coşkusu ben de yoktu. Çok daha duygusal ve sessizdi. Neler hissettiğini az çok tahmin edebiliyordum ama ben de çok duygusallaştığımdan babama bir şey diyemedim gün boyunca. Çocuklar bebek haberini verdiğimizde uyuduğundan onlara da bir şey dememiştik. Herkesten de Emir'e söylemeden kimseye söylemelerini rica etmiştim. Yarın geleceklerdi ve Emir bu haberi benden duymalıydı...
Ertesi gün öğleden sonra Emir ve Doğu akşama doğru Baran ve Simge geldiler. Biz onları karşılarken evin bahçe kapısında Daron ve Arda belirdi. İşte şimdi tam olmuştu. Simge'yle onlara doğru koşup sıkıca sarıldık. Eşekleri özlemiştik... Hasret giderirken şimdilik hamileliğime dair hiçbir şey demezken Simge bizdeki halleri anlamış olacak ki beni ve kızları bir odaya sokup ne olduğunu sordu.
"Dur o zaman Işıl ve Sevda'yı da arayalım böyle ayrı gayrı olmaz," dediğimde Güneş telefonunu çıkarıp gruptan görüntülü arama yaptı. Aramayı önce Işıl sonra Sevda açtı. Bir iki dakika hal hatır sorduktan sonra Simge ve kızlara "hazır mısınız?" diye sorduktan sonra hamile olduğumu söyledim.
"Ne!" tepkileri yüksek oldu. Simge anında bana sarılırken kızlarda tebrik ediyorlardı. Onlara şimdilik kimseye söylememelerini söyledim. Babaannemlere ve dedemlere Artvin'e gittiğimizde yüz yüzeyken söylemek istiyorduk. Kızlara neler olduğunu uzun uzun anlattıktan sonra vedalaşıp aramayı sonlandırdık. Simge tıpkı Patrişka gibi yamacımdan ayrılmayıp karnımı sürekli okşarken daha doğmamış bebeğime don biçmeye başlamışlardı. Bejna ise İzel tek büyümeyeceği için çok mutluydu. Birlikte büyütecektik. İkimizin de arzusu çocuklarımızın tıpkı Yusuf Ali ve Barlas gibi bir bağa sahip olmalarıydı.
Akşam yemeğinden sonra annemler ve babamlar çocuklarla birlikte içeri geçerken bizde gençler olarak bahçede oturmaya devam ettik. Herkes tatilde neler yaptıklarını anlatırken biz kızlarla Baran ve Doğu'nun bize aldıkları hediyeleri çekiştiriyorduk.
"Klibi ne ara çektiniz oğlum?" Doruk'un sesiyle başımı o tarafa çevirdim.
"Ne klibi?" diye sordum. Emir'in yüzü anbean kızarırken kaşlarım çatıldı.
"Aşk klibi abim. Emir, Işıl'a şarkı yazmış yazması yetmiyor gibi tatildeyken bir de klip çektiler..." Doğu bombayı ortaya atıp sandalyesine geri yaslandı. Benimle birlikte bu olayı bilmeyen herkes Emir' şaşkın bakışlarla baktı. Bu masadaki herkes Emir'in bana verdiği sözü biliyordu...
"Emir?" iki kere yutkundu. Gözleri benden hemen yanımda oturan Güneş'e kaydı ama emindim ki Güneş pek buralı değildi.
"Bana verdiğin sözü çiğnedin demek... Vay be!" ciddi değildim ama Emir'in şimdilik bunu bilmesine gerek yoktu.
Emir bana yan gözle bakıp omzuma vurduktan sonra kollarımı göğsümde bağlayıp ona döndüm. Dudakları hemen kıvrılıp yanıma yanaştı. Yanaklarımı mıncırıp burnumu sıktı.
"Affet beni be cennet bahçem," ellerini birbirine kavuşturup çenesinin altına yasladı. Omzumu trip atarak silkip dudaklarımı büzerek Yusuf'a baktım ve Emir'i şikâyet ettim.
"Bir de beyefendi yemin etmişti biliyor musun asla başkasına şarkı yazmayacaktı ama işte bak!" Yusuf boğazını temizleyip ters bakışlarını Emir'e dikti. Geride bıraktığımız aylarda benimle birlikte Emir'in de gönlünü almak için epey uğraşmıştı. Daha doğrusu Emir'in güvenini tekrar kazanmak için çabalamıştı. Neyse ki şimdi iyilerdi.
"Kızardım ama aşk bu karıcım. İnsana ne sözler çiğnetip ne sözler verdiriyor mazur gör kardeşini," dediğinde Emir rahat bir nefes verip tekrar bana omuz attı.
"Affetme abim bence. Çok ayıp yapmış," dedi Baran. Simge koluna vurup "sen karışmasana," diyerek kızdı.
"Abim haklı Simge, Emir mavişime bayağı ayıp etmiş," dedi Doğu. Ona da bir hayret baktım. Normalde Emir'i desteklerdi.
"Ulan sende mi?" diye hayıflandı Emir. Doğu gülerek omzunu silkti.
"Aşk her şeye kadirdir maviş. Hem adam müzisyen koskoca sanatçı yazmayıp söylemeyip ne yapacak?" diye Emir'i destekledi Doruk. Arda da anında sevgilisi ni destekledi elbette.
"Canlarım!" diye teşekkür etti Emir onlara.
"Bak kardeşim söz verilmişse o söz tutulur. Bak bize ne Güneş'imize ne Aden'imize verdiğimiz sözleri asla çiğnemedik," Aslan'ın cümlesi bitmeden Güneş içtiği suyu birden püskürtüp öksürmeye başladı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Aslan sus bence kardeşim," dedi Yusuf. Bejna, Güneş'in sırtını sıvazlarken ben de önümdeki peçeteyi ona uzattım.
"Emir abi bana da bir şarkı hazırlasana Lara'ya söylerim," Kerem'in ortama girişiyle kıkırdadım. Eşek büyüdükçe daha da bir romantikleşiyordu.
"Ulan sen de büyüdün ya," dedikten sonra iç geçirdi Aslan.
"Mavişim, cennetim, bahçem bırak sen şunları beni dinle sadece... Vallahi billahi elimde değildi. Yazmış bulundum e yazmışken de söylememek olmazdı... Affet bir tanecik abini lütfen," bakışlarımı düşürüp dudaklarımı büzerek tekrar Emir'e döndüm. Ona aslında kızmamıştım. İstediği kadar şarkı yazsın, Işıl'a bir sürü şarkılar ithaf etsin benim için hatta burada bulanan herkes için en özel şarkısı Aden şarkısıydı. Üstelik bir bestekarı, müzisyenin hayal gücüne ket vurmak ona yapacağım en büyük kötülük olurdu.
"Affederim ama bir şartla," dediğimde hevesle başını salladı.
"Başım üstüne cennet bahçem sen ne istersen," genzimi temizleyip söyleyeceğim kelimeleri aklımda toparladım. Diğerlerine bir göz atıp Emir'e odaklandım.
"Dokuz ay sonra ben seni saat fark etmeksizin aradığımda telefonunu açacaksın," dudakları neden dercesine büküldü.
"Niye ki?"
"Çünkü civcivimi senin sesinle uyutup sakinleştirmek istiyorum..." kaşları bir yükselip bir indi. Kirpiklerini peş peşe kırpıştırdı. Benim ağzımdan çıkanları köşeli jetonunda hesaplıyordu.
"Civciv?" dedi afallamış bir suratla.
"Civciv. Bizim civciv işte. Bebiş olanından," dediğimde gözleri büyüdü.
"Civciv! Oha dayı mı oluyoruz?" Kerem'in bağırtısıyla gülerek onlara dönüp başımı salladım. Baran ve Doğu iri iri açılmış gözlerle bana bakarken ben gözlerimi Emir'i çevirdim.
"Aden?" sesinin titreyişini duyunca anında doldu gözlerim.
"Dayı oluyorsun Emir'im," dedim.
Sandalyesini geri itip beni kaldırdı. Cennet bahçesini göğsüne sıkıca bastırıp yüzünü omzuma gömdü. Kollarımı beline sarıp onun gibi sessizce akıttım gözyaşlarımı. Saçlarımı okşayarak başını geri çekip yüzümü avuçladı.
"Anne mi olacaksın sen?" gülerek burnumu çekip başımı salladım.
"Anne olacağım sizde dayı oluyorsunuz," dedikten sonra diğerlerine baktım. Ben onlara bakınca Kerem, Doğu ve Baran daha fazla sabredemeyip yanımıza geldiler ve beni dört yandan kuşattılar. Doğu ve Baran büyük bir coşkuyla beni tebrik ederken Kerem ve Emir daha duygusaldı. Aslan da Yusuf'un omzuna bayağı tokatlayıp gülerek kulağına bir şeyler dedi.
"Addaaaa!" Yusuf Ali adımı ağlayarak bağırıp bize doğru koştu. Önümüzde durunca beni saran herkesi minik elleriyle itekleyince herkes geri çekildi. Yusuf Ali bana büzülü dudaklarıyla bakıp elinin tersiyle gözlerini sildi.
"Adda senin bebeğin mi olacak?" ona iki adım atıp önünde diz çöktüm ellerini tutup avuçlarını öptüm. Gözlerimizin bağını kesmeden başımı salladım.
"Evet bir tanem. Abinle benim bir bebeğimiz olacak," dudakları titredi. Omuzlarını küskünce düşürüp mutsuzca baktı gözlerime.
"Artık benim Adda'm olmayacak mısın?" dedi korkuyla.
"Olur mu hiç öyle şey bebeğim. Ben sadece senin Adda'nım sen de sadece benim Yusuf Ali'msin..." emin olamayarak baktı gözlerime. Sonra da abisine baktı. Yusuf yanımıza gelip kardeşinin önünde diz çöktü.
"Abim," deyip kollarını küçük bedenine sardı.
"Abi sizin İzel'iniz mi olacak?" Yusuf güldü. Yusuf Ali'nin saçlarını karıştırıp yanağından makas aldı.
"Henüz kız mı değil mi belli değil abim. İzel gibi tombik, güzeller güzeli minicik bir bebek daha olsun istemez misin? Hem amca olacaksın aslanım sen. Bebekler için amcaları çok önemli değerli olur," Yusuf Ali omzunu silkip küskünce bakmayua devam etti. Bizim ellerimizin arasından sıyrılıp Aslan ve Bejna'nın yanına koşup Bejna'nın bacağına sarıldı ve başını ona doğru kaldırdı.
"Benna benim sadece Barlas'ım ve İzel'im var ben başka bebek istemiyorum," bu durumdan memnun olan tek kişi elbette Aslan'dı. Yusuf Ali'yi kucakladığı gibi omuzlarına oturtup "İzel'imize gidelim yavru aslan," diye neşeyle konuşarak eve doğru ilerledi.
"Size geçmişler olsun. Bu velet hem Barlas'ı hem İzel'i örgütler benden demesi," dedi Arda.
"Yok canım. O düşkün ya bana bayağı ondan böyle oldu," dedim emin olamayarak. Yusuf dudaklarını büküp omuzlarını düşürünce bir tık çekinmedim desem yalan olurdu.
"Bir şey olmaz. Kendi okeylerine dördüncü geliyor alışırlar, kabullenirler sakin..." dedi Baran oturduğu yerden.
Eve girdiğimizde Yusuf Ali ve Barlas, İzel'le oynuyorlardı. Aslan da yanlarına uzanmış onlara eşlik ediyordu. Yanlarına gidip Yusuf Ali'nin yanına oturdum. Bana göz ucuyla bakıp Barlas'a kaydı.
"Yusuf Ali sen benim bebeğime sevinmedin mi?" diye sorunca küçük Emrah yüz ifadesiyle bana bakıp başını salladı.
"Ama neden?" dediğimde Barlas yanıma gelip kucağıma oturdu.
"Abla bebek?" deyip elini karnıma yasladı. Kumral saçlarını sevip yanağından öptüm.
"Evet ablacığım. Bebek olacak," dediğimde Yusuf Ali'den beklediğim tepki Barlas'tan geldi. Yaşasın bebek diye bağırarak kucağımdan kalkıp etrafımızda koşuşturmaya başladı. Yusuf onu birden yakalayıp havaya tutup atınca ben de ilgimi tekrar Yusuf Ali'ye çevirdim.
"Sen sadece benim Adda'msın," kollarını birbirine bağlayıp başını eğdi. Onu kucağıma çekip hep yaptığım gibi öpe öpe sevdim onu.
"Ben sadece senin Adda'nım hem sen istemez misin bir tane civciv olsun hımmm?"
"Ne civcivi Adda sen tavuk musun?" ellerini ağzına kapatıp güldü. O gülünce rahatladım. Karnını gıdıklayıp sevdim onu.
"Tavuğum tabii. Bir sürü civcivimiz olacak..."
İzmir günleri çok hızlı geçmişti. Bizim izinler bitince Yusuf ile önce İstanbul'a gitmiş önce Ahsen anneannemle Kalender dedemi ziyaret etmiş onlara da bebek haberini vermiştik. Anneannemle konuşurken kendimi tutamamış sürekli ağlamıştım. Yusuf bir yerde artık dayanamayıp müdahale etmişti. Onlarla vedalaştıktan sonra Jiyan'ı da ziyaret etmiştik ama onunda minik mezarını görünce daha çok ağlamıştım. Aklıma Bejna düşmüş; ilk defa bir annenin evladını kaybetmesinin acısının ne denli kötü, can yakan bir sızı olduğunu derinden hissetmiştim...
Bartın'a dönüp iş rutinimize yeniden ayak uydurmuştuk. Tek fark artık üç kişilik bir aile değil dört kişilik bir aileydik. Yusuf üzerime o kadar düşüyordu ki normalde asla sıkılmadığım ilgisi bir yerde beni boğmuştu ama kocam laftan anlamıyordu. Henüz bir aylık bebeğimizin cinsiyeti ona göre çoktan belliydi. Kızım aşağı kızım yukarıydı. Aceleci ve net davrandığı için ona kızıyordum ama o kadar tatlı ve şapşaldı ki...
Yatak odamızın yanındaki giyinme odamızı boşaltmış orayı bebeğimiz için hazırlamaya başlamıştık. Güneş ve Doğu birlikte birkaç tane tasarım yapacaklardı. Eşya almak için onları bekliyorduk. Eşyaları da gözden geçirmiş giyinmediğimiz temiz kıyafetleri dağıtmıştık. Ben çoğunu Sıla'ya vermiştim.
İzmir'den sonra ilk defa doktora gittiğimizde Yusuf yerinde duramıyordu. Benimde ondan aşağı kalır halim yoktu. İzmir de ne yazık ki bebeğim henüz çok küçük olduğundan doktor ultrasonda görememişti. Şimdi ikinci aya doğru giderken bebeğimizi ilk defa görmüştük. Bir noktadan birazcık daha büyüktü. Yusuf doktorun parmağının ucuyla gösterdiği o noktayı görünce kendini tutamamış yeniden ağlamaya başlamıştı. Deli adam doğurana kadar benden daha sulu göz olacağını resmen belli etmişti.
Sevda ve Merdo abinin düğünü için Artvin'e geldiğimizde herkesi bir araya toplamış ve bebek haberini vermiştik. Babaannemler ve Sevgi anneanne mutluluktan ağlarken dedemler havalara uçmuştu. Öyle ki Tahir dedem hiç huyu olmasa da evdeki tüfeğini alıp havaya ateş açmıştı. Ertesi günün sabahında da bir sürü kurban kesilmiş, baklavalar börekler açılmış tüm Artvin'e komşu illerdeki ihtiyaç sahiplerine, çocuk yuvalarına dağıtılmıştı...
Bebek haberinden sonra kına ve düğün hazırlıkları daha da şevkle yapılmıştı. Herkesin yüzünde hem bebek haberinin mutluluğu hem de kurulacak yeni yuvanın heyecanı vardı. Hazırlıklar hakkını vermiş kına ve düğün çok güzel geçmişti. Sevda ve Merdo abi o kadar güzel olmuşlardı ki hiçbirimiz onlardan gözlerimizi alamamıştık. İş ilişkisiyle başlayan yolculukları arkadaşlıkla devam etmiş sonrasında dostluğa everilip en sonundaysa sevgiyle harmanlanıp evlilikle mühürlenmişti...
***
Yorumlar