ADEN 93. BÖLÜM BAZI ANLAR

 93. BAZI ANLAR

ADEN UYGUROĞLU TORAL / BARTIN- OCAK / ŞUBAT 2028

İnsan, hayatının her anında yeni hislerle tanışıyordu. Geçip giden her yaş farklı bir tecrübe farklı bir kazanımdı. Tanıdığınız, bildiğiniz duyguların da ötesinde duyguları yeniden tanıyabiliyordunuz. Hayatımın bu döneminde sevginin anlamını daha derinlerime kazıyordum. Hissettiklerim anlatamayacağım bir boyuttaydı. Sevginin ham halinin sandığımın çok ötesinde olduğunu karnımda büyüyen canım sayesinde bu yaşta yeniden tadıyordum.

Karnımı okşayıp derin bir iç çekişle Yusuf'a dönüp saçlarını okşayarak uyanması için seslendim. Yusuf kirpiklerini kırpıştırarak gözlerini açıp bana baktı. Sonra aniden doğrulup telaşla ne olduğunu sordu.

"Yusuf," dedim titreyen sesimle. Yusuf yanımda dizlerinin üzerinde durup yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"Yusuf'un canı... Ne oldu güzelliğim sancın falan mı var?" başımı sağa sola salladım.

"Ben aşeriyorum sanırım," der demez ağlamaya başladım. Yusuf'un yüzündeki endişe anında silindi. Dudakları kıvrıldı. Alnıma dudaklarını bastırıp burnunu burnuma sürttü.

"Sizin canınıza kurban olurum. Ne istiyor canın?" burnumu içli içli çekip ona alttan bakışlar attım.

"Yusuf kuymak istiyorum ben," yutkunup dudaklarımı yaladım.

"Kuymak mı?" kendi tarafındaki komodine uzanıp telefonunu aldı.

"Yavrum saat dört. Hiçbir yer açık değildir ki," dedi sıkıntıyla. Omuzlarımı silktim küskün bir nazla.

"Ben zaten abimin kuymağını istiyorum," Aslan'ın kuymağının kokusu burnumda tadı damağımda dolanıp duruyordu. Yusuf emin olamayarak bana baktı. Hafta sonundaydık ancak sabah emniyete uğraması gerektiğinden İstanbul'a gitme durumumuz yoktu. Beni de asla tek başıma göndermezdi.

"Abimi arayalım. Gelsin buraya yapsın," ciddi ciddi ağlayarak konuşuyordum. Resmen kuymak için ağlıyordum. Yusuf gözyaşlarımı silip karnımı okşadıktan sonra Aslan'ı aradı. Aslan telefonu üçüncü çalışta açtı.

"Yusuf?" dedi uykudan yeni uyanan sesiyle. Şaşkınlığının gerisinde panikte vardı. Sabahın dördünde aranınca böyle oluyordu insan sanırım.

"Günaydın kardeşim. Çözmen gereken bir durum var," dediğinde burnumu çektim.

"Aden mi o?" dedi Aslan hemen. Burun çekişimi duymuş olmalıydı. Yusuf telefonu hoparlöre aldı.

"Abi," dediğimde Aslan'ın hareketlendiğini işittim.

"Aden ne oldu mavişim?" diye sordu Aslan endişeyle.

"Abi ben kuymak istiyorum... Senin kuymağını aşerdim. Vallahi akşamdan beri gözüme uyku girmedi... Bebeğimde uyumadı," Aslan'dan önce "ha!" diye bir tepki geldi. Sonra güldüğünü işittim.

"Sizin canınızı seveyim ben. On gibi orada olurum abim. Gelir gelmez yaparım hemen tamam mı?" dediğinde büyük bir yük kalktı omuzlarımdan sanki.

"Bejna'yla İzel'i de getir. Hafta sonunu burada geçirirsiniz," dedi Yusuf.

"İyi fikir, sabah görüşürüz..."

Yusuf beni göğsünde uyuttuğunda saat beşe geliyordu. Uyandığımda ise saat dokuz buçuktu. Yusuf sandığımdan daha erken emniyete gidip gelmiş hatta kahvaltı masasını bile hazırlamaya başlamıştı. Ben kucağımda Patrişka'yla salonda oturmuş hâlâ kuymak hayaliyle iç geçiriyordum.

"Al bakalım," Yusuf büyük bir bardakla önümde durdu. Beş aydır asla aksatmadığı şey taze köy sütüydü. Her hafta Sıla'nın annesi aracılığıyla doğal süt ve ev yoğurdu alıyorduk.

"Bu sefer tarçın koymadım," dediğinde bardağı aldım. Dün sabah süte tarçın koyup içmiştim ama kusmaktan canım çıkmıştı. Zaten iştahsızdım, canımın çok çok istediği bir şey de olmuyordu. Hatta bazı ufak tefek şeyleri saymazsak en güçlü hislerle aşerdiğim şey kuymaktı. Sıcağa yakın ılıklıktaki sütten büyük yudumlar içtikten sonra bardağı önümdeki orta sehpaya bıraktım.

"Aslan yarım saate oradayız dedi. İstersen masaya bir göz attım yavrum elimden geldiğince hazırladım bir şeyler," dediğinde uzanıp yanağından kocaman öptüm.

"Ellerine sağlık sevgilim. Bakarım şimdi," sütümü bitirdikten sonra mutfağa geçtik. Yusuf masayı donatmıştı. Hatta buzluktaki poğaça ve böreklerden bile ısıtmıştı.

"İzel'e taze meyve suyu sıktım. Pürede yaptım," yanına gidip ellerimi beline sardım. Çenesinden öpüp sırtını sıvazladım.

"Kendini iyi hazırlıyorsun," dediğimde gülüşü büyüdü.

"Lazım olacak," burnumun ucunu öptükten sonra kollarını belime sardı. Kapımız çalana kadar evimizin kendi sessizliğinde öylece sarıldık birbirimize.

Abimler geldiğinde Patrişka güçlü miyavlamalarla kapıya patilerini vurdu. Yusuf'un göğsünden kopup kapıya ilerledim. Yusuf hemen arkamdaydı. Kapıyı açtığımda ilk gördüğüm elbette İzel'di.

"Halam hoş geldin," İzel heyecanla el çırpıp ellerini bana uzattı. Kucağıma almak için uzanacaktım ki Yusuf benden önce davrandı.

"Yavrum," diye ikazda bulunmaktan geri durmadı. Abimlere dönüp onları karşıladım içeri girdiklerinde sırayla sarıldık. Aslan hemen mutfağa geçerken bizde peşinden ilerledik. Malzemeleri bile getirmişti canım abim. Yusuf biz sandalyelere oturunca İzel'i Bejna'ya verip Aslan'ın yanına ilerledi. Patrişka da o sırada kucağıma atlayıp İzel'i izlemeye başladı.

"Aşkım, güzel kızım ne kadar büyümüşsün sen ya üç haftada," İzel dişlerini göstererek gülüp Patrişka'ya uzanmaya çalıştı. En son üç hafta önce kutladığımız birinci yaş gününde görmüştüm. Onlar çekirdek aile olarak özel kutlamış o günün hafta sonunda ailecek büyük bir partiyle kutlamıştık.

"Büyüdükçe inatçılığı arttı halası. Baksana saçlarına asla dokundurtmadı," dedi Bejna. İzel'in kahverengine dönen koyu kumral bukleli saçları taranmamış o yüzdende toplanmamıştı. Küçük hanım dokundurtmuyordu.

"Yıkarız kahvaltıdan sonra rahatlar biraz. Sonra halası çok güzel yapar tombik bebeğinin saçlarını," karnını gıdıklayınca gülüp annesine yapıştırdı minik bedenini. Bejna da sıkıca sarıldı... Kızının üzerinden bir an olsun gözünü ayırmıyordu. İzel nerede kimin kucağında olursa olsun eli kızının üzerindeydi. Bazı konularda fazla katıydı ancak hepimiz onun bu korumacılığını anlıyorduk. Fazlaya kaçtığı anda da araya Aslan giriyordu. Kendi terazilerini oluşturmuşlardı.

"Olur, yıkayalım değil mi bebeğim seni bıcı bıcı yaptıralım halayla," İzel ellerini çırpıp "lala, lala," diye neşe içinde bağırdı. Patrişka patilerini İzel'in karnına yaslayıp birden yanağını yalayınca İzel bir an duraksadı. Yeşil gözleri irice açılıp Patrişka'ya baktıktan sonra kızımın kafasına minik eliyle vurdu. Patrişka anında geri çekilip kucağıma sindi. İzel'e elinin tersiyle yanağını silip kaşlarını çattı. Bu tavrı sadece Patrişka'ya değil Fındık, Barby ve Barlas'ın kedisi Şaşkın içinde aynıydı. İzel onları sevmeyi seviyor ancak sulu sevilmeyi asla sevmiyordu.

"Kız, çocuğumu korkuttun," dediğimde İzel dudaklarını büzdü. Patrişka'ya uzanmak istedi ama Patrişka geri kaçtı.

"Ya öyle üzülürsün. Çok alıngan benim kızım halacığım vurma bir daha böyle tamam mı? Canı acır bir tanem..." dediğimde sanki anlamış gibi başını sallayıp büzdüğü dudaklarıyla "lala!" diye bağırdı. Yavrucuğum ana baba demeyi beceremeden Güneş ve benim sayemde lala demeye başlamıştı.

"Mavişim sana ve civcivimize efsane bir kuymak yaptım bayılacaksın," Aslan tavayı tam önüme bırakıp yanağımdan makas aldı. Kuymağın kokusuyla kendimden geçmek üzereydim.

Patrişka'yı yere bırakıp masaya yaklaştım. Ekmek sepetini yanıma çekip kimseye aldırmadan kuymağa gömüldüm. Neyse ki Aslan bana ayrı kendilerine ayrı yapmıştı. Ben sadece kuymak yiyince Yusuf beni durdurdu. Elimdeki ekmeği alıp kendi yedikten sonra bana portakal suyu içirip salatalık ve domates yedirdi. Diğer kahvaltılıklardan da kendi elleriyle yedirdikten sonra beni kuymağımla yeniden baş başa bıraktı.

Kahvaltıdan sonra Yusuf ve Aslan'a kahve yapıp Bejna'yla yukarı çıktık. Ben İzel için küveti hazırlarken Bejna da İzel'i soyuyordu. Yusuf'un bebeğimiz için aldığı bebek şampuanlarından ve bebek yağından birer tane çıkardıktan sonra plastik civciv maskotlarından da çıkartıp küvetin içine bıraktım.

"Bejna su tamam," Bejna kucağında kuzulu bornozunu giyinmiş İzel'le banyoya girdi.

"Bizde hazırız kızımla," deyip İzel'i kucağında hafifçe zıplattı.

İzel'i suya soktuğumuzda eli direkt civcivlere gitti. Tombiğimi güle oynaya yıkadık. Su soğumaya başlayınca sıcak suyu açıp suyu yeniden ısıttım. Bejna, İzel'i oyalarken ben de ıslak saçlarını yavaşça taradım. Esnemeye başlayınca sudan çıkarttık. Bejna onu giydirdikten sonra ben de saçlarını kurutup yeniden taradım. Huysuzlansa da çeşitli oyunlarla dikkatini iyice dağıtıp saçlarını güzelce tarayıp minik tutamlarını toplayıp lastiklerinin önüne çilekli tokalarını tutturdum. Bejna, İzel'i emzirip uyuttuktan sonra aşağı indik. Yusuf ve Aslan salondayken mutfağa geçip kendimize bol sütlü bir kahve yapıp salona yanlarına geçtik.

Uzun sohbetlerin sonunda yemek için rezervasyon yaptırdık. İzel uyandıktan bir süre sonra evden çıktık. Sahildeki restorana gideceğimiz için yürümeyi tercih ettik. Yürürken güzel yerlerde durup fotoğraf çekindik. İzel yürümek için çırpındığında Aslan bir elinden Yusuf diğer elinden tutup yürümesine yardım ettiler. İzel, yeni yeni düzgün adımlar atıyordu.

Restoran İzel için keşfedilmesi yeni bir yerdi. Gördüğü her şeye elini uzatıyor, gördüğü herkese el sallıyordu. Yemeklerimiz geldiğinde kendi yemeğinden bir lokma yedikten Bejna kaşığı her uzattığında ağzını sıkı sıkı kapatıp başını sağa sola salladıktan sonra bizim tabaklarımıza uzanmak için çırpınınca Aslan, İzel'i kucağına oturtup kendisi yedirmeye başladı.

"Lala, nam!" İzel elini tabağımdaki yemeğe pat diye soktu. Onun bu haline Yusuf'la gülerken Bejna ve Aslan kızlarının bu oburluğuyla mücadele ediyorlardı. Kaşığımın ucuyla yemekten biraz alıp İzel'e yedirdim.

"Lala, nam nam," sanırım ne yemek istediğini sonunda karar vermişti.

"Ver abi bana," deyip İzel'i Aslan'ın kucağından alıp kendi kucağıma oturttum. Ellerini yeniden tabağa sokmaya çalışınca hızlı davranıp ellerini tuttum.

"Kız oburcuk o ellerini yakacaksın en sonunda," deyip parmaklarını ısırır gibi yaptım. İzel gülüp elini dudaklarıma vurdu. Ellerini öperek sevip yemek yedirdim. Benim tabağımdaki yemekten de sıkılınca ellerini Yusuf'a uzattı.

"Al dayısı birazda sen yedir," Yusuf, İzel'i kucağına alıp tabağındaki balığı elleriyle yedirdi İzel'e. Küçük hanım sonunda doymuş olacak ki başını Yusuf'un göğsüne yaslayıp esnedi. Yusuf, İzel'in ellerini ıslak mendille silip peçeteyle kuruladı. Dudaklarını da peçeteyle nazikçe sildi.

"Uyur mu böyle?" diye sordu Yusuf.

"Uyur kardeşim," dedi Aslan. Dediği gibi de oldu. İzel dakikalar sonra uykuya daldı. Ne ses umurunda oldu ne başka bir şey. Yusuf'ta hiç bırakmadı kucağından onu.

Akşamın geç vakitlerinde eve döndüğümüzde Aslan ve Bejna peş peşe duş alırken bizde salona yataklarını serdik. Yusuf banyonun yanındaki odaya yatak mı alsak diye sorunca onu onayladım. Doğum sonrasında da fazlasıyla yatılı misafirimiz olacağını biliyorduk.

Pazar günü hava güzel olunca büyük tabiat parkına gittik. Geçirdiğimiz güzel vakitlerin sonunda veda vakti gelmişti. İzel'den kopmak zorlasa da onu öpmemem için ittirince yola çıkmışlardı.

Pazartesi her zamanki gibi yoğunken Nuran her boşlukta yanımda bitip nasıl olduğumu soruyordu. Artık emindim ki Nuran, Yusuf'un ajanlığını yapıyordu. Mesai çıkışı Yusuf'un gelmesini dışarıda bekledim. Doktor randevumuz vardı.

Yusuf geldiğinde onun inmesine müsaade etmeden yanına yerleştim. Yanağından büyük bir buse çalıp emniyet kemerimi taktım. Yusuf önce karnımı okşayıp sonrasında çenemi sevdi. Kliğine gelene kadar günümüzün nasıl geçtiğini konuştuk. Kliğine geldiğimizde kaydımızı yapıp doktorun odasına girdik. Rutin konuşmalardan sonra ultrason için odanın arka kısmına geçtik.

"Evet, bakalım, bakalım..." Yusuf ile bakışlarımız ekrandan asla kopmuyordu. İkimizde bebeğimizin cinsiyetini öğrenebilmek için saniyeleri sayıyorduk. Doktor probu biraz daha bastırarak kaydırdıktan sonra durdu.

"İşte burada sonunda nazlanmayı bırakmış," dedi doktor. Bize bakıp ekrandaki görüntüyü büyüttü. Ağırca yutkundum, Yusuf'a baktığımda hemen fark edip gözlerini bana çevirdi. Eğilip alnıma sessiz bir buse kondurduktan sonra tekrar ekrana baktı.

"Küçük hanımın annesi kadar güzel olacağına eminim, tebrik ederim..."

"Kız mı?" dedi Yusuf büyük bir coşkuyla.

"Evet, bir kızınız olacak tekrar tebrikler... Aden Hanım toparlanın sonrasında önümüzdeki süreci konuşalım," diyerek bizi yalnız bıraktı Doktor.

Yusuf karnımı sildikten sonra küçük buseler kondurdu kızımıza. Doğrulmama yardımcı olduktan sonra beni kolları arasına aldı. Teşekkür fısıltıları saçlarımın arasında yankılanıyordu. Ellerim karnımda; kızımın üzerinde, başım Yusuf'un göğsünde fazlasıyla huzurluydum.

"Kızımız olacak Yusuf..." iki damla gözyaşım akıp gitti mavilerimden.

"Olacak ya... Çok güzel olacak hem de," kıkırtılarımı bastırmadan başımı göğsünden çekip yüzüne baktım. Gözleri mutluluk yaşlarıyla parlıyordu.

"Oğlan değil diye vicdanın rahatladı değil mi?" kısık kahkahası dudaklarımda gezindi.

"Ne yalan söyleyeyim rahatladım. Çocuğa kızım kızım demekten bir hal olmuş olacaktım yoksa," başımı sağa sola sallayarak güldükten sonra sedyeden kalktım.

"Bekletmeyelim doktoru. Evimizde kutlarız kızımızı," dedim.

Doktorla yaptığımız uzun konuşmalardan sonra sahilde biraz yürüdükten sonra eve geldik. Birlikte duş aldıktan sonra şimdi de yemek yapıyorduk. Yusuf bana çok sevdiğim soslu makarnasından yapıyordu ben de tavuk ve mantar soteliyordum.

"Salataya geçiyorum ben güzelliğim, tavuğa da bakarım sen geç uzan yoruldun," Yusuf'un boynundan büyük bir buse çalıp mutfaktan kaçarcasına salona gittim. Koltuğa uzandığım gibi Patrişka yanıma koşup başını aylardır yaptığı gibi karnıma yaslayarak kucağıma uzandı.

Patrişka'yla aşk yaşarken Yusuf elinde telefonumla yanımıza geldi. Telefonu bana uzatıp üçümüze birer öpücük kondurduktan sonra mutfağa geri döndü. Ben de telefona baktım. Kızlar görüntülü arıyordu. Biraz doğrulup telefonu açtım. Işıl dışında herkes ekrandaydı.

"Siz nasıl organize oldunuz birden," dedim. Son zamanlarda hepimiz denk gelemiyorduk.

"Sabahtan sözleştik yavrum. Işıl müsait değildi bir tek," dedi Simge.

"Sen şimdi boş ver bizi belli oldu mu civcivimizin cinsiyeti?" dedi Güneş sabırsızca. Diğerlerinin de ondan farkı yoktu.

"Aden haydi söyle!" dedi aynı sabırsızlıkla Bejna.

"İyi madem söyleyeyim," dedim yavaştan alarak. Sevda gülerek başını sağa sola salladı.

"Bizim civciv kız çıktı!" o kadar sevindiler ki bu sevinç ağlamama neden oldu. Bu sevinç, mutluluk benim kızım içindi... Biz İzel'e sevindiğimizde eminim ki Bejna da benim gibi hissetmişti.

"Allah'ım ikidir duamı kabul ediyorsun teşekkürler," dedi Güneş. Gözyaşlarını silip bana öpücük attı.

"Allah'ım analı babalı büyütsün, uzun mu uzun güzel bir ömrü olsun civcivimizin," dedi Bejna. Hepimiz içtenlikle âmin dedik.

"Daha kimseye söylemedik abimlere söylemeyin sakın şimdilik siz sadece," dediğimde başlarını salladılar. Yemekten sonra herkesi arayacaktık zaten.

"Yaaa kesin sapsarı bir şey olacak benden demesi," dedi Sevda. Büyük ihtimalle kumral olurdu ama sarışın olma ihtimali de yüksekti.

"Minnak mavişimiz olacağı kesin," Simge. Onun evlilik hayalleri yoktu ama bebek hayalleri vardı.

"Sağlıklı olsun da gerisi olmasa da olur," dedim.

Kızım hakkında biraz daha konuştuktan sonra çocuklara geldi konu. Güneş; Yusuf Ali, Barlas ve kızların şimdiden muhteşem dörtlü olacağını iddia ediyordu. Bejna ise kızlarımızın arasını mutlaka sıkı tutmamız bağlarını ilk andan itibaren güçlü tutmamız gerektiğine inanıyordu ki doğrusu buydu. Birbirine sıkı sıkıya bağlı olmaları en güzeli olurdu.

"Doğuma karar verdin mi?" diye sordu Simge.

"Yani normal olur bir aksilik olmazsa," dediğimde dudak büktü.

"Bence suda doğumu düşün bu aralar ona merak salıp bayağı araştırma yaptım. Zaten biliyordum da işte karıştırdım bir sürü makaledir, kayıttır... Bence daha sağlıklı," dediğinde bir an gördüğüm dersleri anımsadım.

"Olabilirdi ama ben o kadarına cesaret edemem sanırım. Yani o çatalda yatmak daha güvenli geliyor bana," dediğimde gözlerini devirdi.

"Dert etme Simge sen doğurursun suda," dedi Sevda gülerek.

"Öyle yapmayı düşünüyorum zaten," gülüştük. Elbette öyle yapacaktı boşuna didik didik araştırmamıştı o konuyu. Bunu gözlerine baktığında anlamak mümkündü.

"Simge?" sesimdeki kuşkuyu anında sızdı.

"Yok tatlım öyle bir şey," dedi anında.

"Kızım normal doğum en sağlıklısı işte angarya işlerle ne uğraşıyorsun," dedi Güneş. Simge oflayıp omuz silkti.

"Yok ben kesinlikle suda doğumdan yanayım. Hem bence bebeklerin karakterini de etkiliyor. Daha dingin, sakin ve anlayışlı bireyler oluyorlarmış suda doğan bebekler. En azından araştırmalar böyle söylüyor," dedi Simge kesif bir kararlılıkla.

"Tabii canım. Hem su gibi ömrü olsun dediğimizde de lafımız boşa gitmemiş olur," dediğimde kıkırtılar yükseldi.

"Hatta bizimkiler topraktan gelip toprağa giderken seninki de sudan gelip suya gider ha Simge?" dedi eğlenen bir tavırla Güneş.

"Espri mi yaptın sen kız gözlerim yaşardı bak," diye söylenerek kamerayı gözlerine yaklaştırdı Simge. Ti-ye alınmak pek hoşuna gitmemişti.

"Hey, tamam kim nasıl doğurursa doğurur. Sağlıklı olup güzel bir hayat yaşasınlar, her yaşları mutlu anılarıyla dolu olsun da gerisi mühim değil..." dediğimde iç çekip başlarını salladılar. Konu dağılıp dağılıp tekrar bebeklere ve doğumlara geliyordu.

"Kızlar benim bir şey demem lazım size," Sevda'nın birden gerilen sesiyle ciddileştik.

"Sevda kuşum hayırdır?" dedi Simge hemen. Sevda dudaklarını birbirine bastırıp yüzümüzde gözlerini gezdirdi.

"Ben hamileyim," dediğinde dudaklarım iki karış açık kaldı. Sevda'nın yüzüne aval aval bakarken Patrişka çeneme vurdu.

"Sevda hamile miyim dedin sen?" dediğimde başını salladı.

"Kız bu ne hız?" dedi Simge kıkırdayarak.

"Üf Simge," biraz fazla gergin görünüyordu.

"Sevda neden gerildin bu kadar?" diye sordu Güneş. Sevda derin bir soluk alıp verdi.

"Ben yeni öğrendim ve şey... dört buçuk aylık..." dedi.

"Ne!" tepkimiz aynıydı.

"Oha, kız sen evlenmeden hamile kalmışsın ya," dedi Simge. Anında hafta hesaplaması yapmıştı salak kız. Merdo abi o kadar katı bir insandı ki bazı konularda evlenmeden önce birlikte olmalarına şaşırmamız normaldi ama bizi de ilgilendirmezdi. 

"Sevda kuşu?" Bejna sakin bir sesle konuştu.

"Offff, Detayları sonra anlatırım. Sadece yeni öğrendiğim için gerildim o kadar. Daha söylemedim de Merdo'ya," dedi Sevda.

"E kızım dört ay nasıl anlamadın sen?" dedi Simge.

"Of ne bileyim Simge ecel soruları sormasana bana!" diye çıkıştı Sevda.

"Tamam tamam," dedi Simge.

"Sevda'm kızları üçlüyor muyuz peki?" dediğimde dudakları sonunda kıvırıldı.

"Üçlüyoruz... Benimki de kız..."

Neşemiz daha da katlandı, hepimiz kızlarımızın gelişine sevindikten sonra Sevda'nın gerginliğini giderdik. Bizim tarafta sıkıntı olmazdı bence ancak Sevda'nın ailesi tanıdığım kadarıyla bizimkilerin yanında fazlasıyla muhafazakâr ve gelenekçi bir aileydi. Bebek haberi elbette sevindirirdi ancak evlilikten önce olması sıkıntı çıkarır korkusu vardı Sevda da.

"Merdo abi kimsenin laf etmesine izin vermez zaten Sevda kuşum. Hem evlisiniz şu anda dert edinecek bir durum yok. Ha çok mu korkuyorsun dört buçuk değil dört aylık dersin. İlk geceden hamile kalan bir sürü kadın var kimse çakmaz.  Hem her kadın dokuz ay on gününü mü tamamlıyor sanki?" diyerek son noktayı koyan bir konuşma yaptı Kadın Hastalıkları ve Doğum doktoru Simge Doğruer. 

"Simge'ye katılıyorum," dediğimde kızlar da destek çıktı. Biz böyle çok fena olmuştuk ama neyse...

"Kızlar iyi ki varsınız," dedi Sevda büyük bir duygusallıkla.

"Varız tabii, sen de iyi ki varsın..." dedim.

"Aden yemek hazır güzelliğim," diye Yusuf bağırdı.

"Kızlar siz devam edin ben sonra katılırım aranıza, öptüm..." kızlarla vedalaşıp telefonu kapadım. Uyuyan Patrişka'yı yavaşça koltuğa bırakıp mutfağa gittim. Yusuf masayı da kurmuştu. Yanına gidip kollarımı boynuna sarıp usulca dudaklarına yanaştım.

"Ellerine sağlık sevgilim," dedikten sonra dudaklarına dudaklarımı yasladım. Kısa buseler kondurduktan sonra yemekleri soğutmadan masaya yerleştik.

"Kızlara söyledim, yemekten sonra önce dedemleri arayalım bence sabahtandır kaç kere aradılar," başını sallayıp lokmasını yuttu.

"Görüntülü konferans yaparız güzelliğim. Nevzat dedemle Tahir dedemler iddiaya girmişlerdi. Bize de eğlence çıkmış olur," dediğinde kıkırdadım. Tahir dedemle Yavuz dedem zaten İzel kızımız oldu bir tane de erkek torunumuz olsun diye tutturmuşken Nevzat dede kız daha değerlidir oğlanı ne yapacağız deyip durmuştu. Dört aydır sürekli atıştıklarından sonunda iddiaya girmişlerdi.

"Nevzat dede ne aldıracak acaba?" dediğimde Yusuf gülerek arkasına yaslandı.

"Vallahi yavrum zaten her biri tüm yatırımlarını çocuklara yapıyorlar bir şey aldırmasına gerek yok ki dedem zaten kendi yapamadığı, alamadığını aldırıp yaptırmaz," dedi. Başımı sallayıp makarna tabağımı elime alıp tamamen Yusuf'a döndüm. Hem konuşup hem yemek yiyerek geçirdiğimiz yarım saatin sonunda Yusuf'u içeri zorlukla gönderip mutfağı toparladım ve çay koyup dolaptaki yaş pastayı soğuğunu atması için tezgâha çıkardıktan sonra salona Yusuf'un yanına gittim. Yusuf dedemleri aradığında ilk açan Tahir dedem oldu. Yavuz ardından da Nevzat dedem telefonu açtı. Yusuf dedemlere babaannemlerin ve anneannemin yanlarına geçmelerini söyledi.

"Ay heyecanlandım oğlum belli oldu mu torunumuzun cinsiyeti?" ilk konuşan Sevgi anneanne oldu.

"Oldu ninem... Tahminlerinizi alayım?" dedi Yusuf.

"Erkektir erkek!" Tahir dedenin bu ataerkil duruşunu yeni görmek beni şaşırttı. Hamile olduğumu söylediğimden beri erkekte erkek diye tutturmuştu. Yavuz dedemde resmen çanak tutuyordu.

"Erkek tabii," diyerek Tahir dedeyi destekledi Yavuz dedem.

"Kızdır kız," dedi bu sefer Nevzat dede keyifle. Kendinden öyle emin duruyordu ki. Kahvesini höpürdeterek içip dedemlere zafer bakışları attı. Biliyor olma ihtimali de yoktu ki...

"Babaannelerim, anneannem siz ne diyorsunuz?" dedim.

"Vallahi kuzucuğum sağlıklı olsun da bize her yer şölen yeri zaten," Sevgi anneanneye öpücük atıp babaannemlere döndüm.

"Benim içime kız doğuyor," dedi Meryem babaanne.

"Kiraz'ım pamuğum?" önce dudaklarını büzdü sonra iç çekti.

"Vallahi kız olsa tadından yenmez maviş kızım," deyince gülüştük.

"Yengem sen ne diyorsun?" diye bağırdı Yusuf. Kadrajda değildi ancak gazel yenge de oradaydı.

"Kızımız olur inşallah Yusuf'um," diye karşılık verdi Gazel yenge.

Tahir ve Yavuz dedem dışında hepsi kız deyince ağzım kulaklarıma vardı. Benim güzel kızım annesinin aksine tıpkı babası gibi çok sevileceği bir aileye doğacak, kocaman sevgi dolu bir sülalenin içinde kıymet görerek büyüyecekti.

"Tahir dedem sen iddiayı kaybedersen ne yapacaktın?" dediğimde yüzü düşer gibi oldu ama hemen toparladı.

"Hopa'daki evi Nevzat'a vereceğim," dudaklarımı birbirine bastırıp Nevzat dedeye döndüm.

"Nevzat dedem sen?"

"Vallahi kızım benim bir bu evim var. Diğerleri torunlarımın üstüne. Ben de bu evi Tahir'e vereceğim," dedi. Yusuf gülerek nefeslenip "iyi, iyi güzel," deyip beni göğsüne iyice yaklaştırıp ekrana gülerek baktı.

"Kızımızın daha şimdiden Hopa da bir evi oldu karıcığım..."

Babaannemler ve anneannem sevinçle bizi tebrik edip birbirlerine sarılırken Nevzat dedemin zafer dolu bakışlarına tebessümü dahil oldu. Tahir ve Yavuz dedemse erkek torun diye tutturmuş olmalarına rağmen sevinçle birbirlerine sarılıp bizi tebrik ettiler.

Dedemlerle biraz daha konuştuktan vedalaşıp annemleri aradık. Şansımıza her zaman olduğu gibi bir aradaydılar. Annemlerle biraz muhabbet ettikten sonra babamlarla da konuştuk.

"Bugün kontrolümüz vardı," dediğimde birbirlerine baktılar.

"Belli oldu mu?" diye sordu Filiz annem.

"Oldu oldu hatta şimdiden bir evi de oldu. Eee siz benim kızıma neler alacaksınız?" Yusuf'un susmasıyla telefondan çığlıklar yükseldi. Bizi unutup kendi aralarında kızımız hakkında konuşmaya başladıklarında gülerek onları izledik Yusuf ile. Babam ve Sefa baba duygulanınca benimde hemen gözlerim doldu. Haydar abiyse onlarla eğlenip kendi duygusallığını gizlemeye çalıştı.

"Çok sevindik çocuklar. Sağlıklı doğsun, büyüsün civciv hanım," dedi Sema anne. Hep bir ağızdan âmin dedik.

Ben onlarla konuşmaya devam ederken Yusuf çay ve pasta getirdi. Annemlerle de konuşmamızı sonlandırdıktan sonra ilk Emir'i sonrasındaysa tam boylarla, Kerem ve Doruk'u arayıp kızımızın haberini verdik.

Çayımızı içerken Yusuf çilekli, çikolatalı pastanın üzerine bir tane mum dikti. Tabağı alıp mumu üflemem için bana uzattı. "Kızımız için dilek tut," dediğinde gülümseyerek başımı sallayıp kızımız için güzel bir hayat dileyip mumu üfledim.

"Senin dilekler tuttu, sıra benimkilerde sanırım," dediğimde gülerek başını salladı. Pastadan bir çatal alıp yedirdikten sonra tabağı tekrar sehpaya bırakıp bir tamamen bana dönerek oturdu. Ben de ona dönüp bacaklarımı toplayarak oturdum.

"Bugüne kadar hiç konuşmadık ama sanırım artık vakti geldi," dediğinde neyin vakti geldi diye düşündüm.

"Neyi konuşmadık sevgilim?"

"Kızımızın ismini," dediğinde aydınlandım. Civciv kelimesi öylesine pelesenk olmuştu ki dilimize gerçekten beş aydır hiç isim konuşmamıştık.

"Doğru... Civciv demekten aklımıza gelmedi," dediğimde güldü. Bana doğru kayıp beni yamacına çekti. Bir eli sırtımda dolanırken gözleri gözlerimdeydi.

"Senin aklında var mı bir isim?" diye sordu.

"Yani hiç düşünmedim... Senin var mı?"

"Aslında doktordan çıktığımız andan beri kafamın içinde tek bir isim yankılanıyor," merakla doğruldum.

"Neymiş o isim?" dedim gözlerimi kırpıştırırken. Yusuf aydınlanan yüzüyle içten  bir gülüş sundu gözlerime. Aklındaki isim her neyse çok sevip kabullendiği belliydi. 

"Söylesene sevgilim!" dedim merakla. Uzattıkça daha da meraklanıyordum. 

"Gönlümü verdiğimden, sevdiğim kadından gelen, canımın canından olan bu hediyeye yakışacak tek bir isim var..." titrek bir nefesle hareketlendi göğsüm. Gözlerimi Yusuf'un kahverengi harelerinden çekmeden ellerimi karnıma yaslayıp kızımı sevdim.

"Canan," dedi. Dudaklarını ıslattıktan sonra konuşmaya devam etti. 

"Canan... Sevgili, gönül verilmiş, gönülden sevilen kadın, demek..." çok güzel, çok çok anlamlıydı.

"Canan?" dediğimde başını salladı.

"Canımın canından," dedi. Sol elimi yanağına yasladım.

"Yusuf'un Canan'ı," dediğimde güldü. Yaşlı gözlerini kırpıştırıp yüzümü avuçları arasına aldıktan sonra alnını alnıma yasladı.

"Yusuf'un canıyla Canan'ı... Sevdin mi?"

"Çok, çok sevdim..." dediğimde alnıma bir buse kondurduktan sonra avcunu hafif çıkıntılı karnıma yasladı. Eğilip önce kalbimin üzerine sonra da karnımın üzerinden kızımıza bir öpücük bıraktı.

"Tekrar hoş geldin Canan'ım... Çok hoş geldin bize."

 İSTANBUL – MART 2028

"Bunu da ye bakalım," Emir'in uzattığı bilmem kaçıncı cevizi elinden alıp ağzıma attım. Daha çiğnemeden kuru kayısıyı da uzatınca "yeter!" diye cırladım.

"Sana ne kızım ben yeğenimi doyuruyorum," dedi. Yemediğim kayısıyı ağzına atıp iyiden iyiye büyüyen karnımı okşadı. Yedinci ayımız bitmek üzereydi. Fazla kilo almasam da yanaklarım elma gibiydi. 

"Bak bu çok taze," diyerek önüme fındık kasesini uzatan Doğu ile gözlerimi devirip ofladım.

Emir ve Doğu geçen hafta boyunca Bartın da bizimleydiler. Doğu kızımızın odasını hazırlamamızda yardımcı olmuştu. Güneş'le birlikte istediğimiz gibi bir oda tasarlamışlardı. Doğu bey bu bahaneyle sürekli İsviçre'ye gidip Güneş'le açtığı arayı kapatmaya çabalamıştı. En azından küçük boyun bir şeyleri düzeltmeye çalışması iyi bir durumdu.  Emir ise bir sürü kıyafet, oyuncak almıştı.  Yusuf bu duruma fazlasıyla bozuluyordu çünkü kızımıza dayılarından fırsat bulup bir şey alamıyordu. 

Bir haftanın sonunda cuma mesaisi çıkışı  beni de yanlarına alarak İstanbul'a getirmişlerdi. Yusuf kem küm etmişti ama Bartın'da çok sıkılmıştım. Şimdiyse çiftlikteydik. Dün gece gelmiştik. Yarın sabah şehre döndükten sonra Emir beni akşama doğru Bartın'a bırakacaktı.

"Canan yeterince doydu dayıları. Kusacakmış az daha yerse, salsınlar beni diyor," dediğimde güldüler. Emir çenemi sevip yanağımdan acıtmadan makas aldı.

"İyi madem. Doğru söylüyor civciv ziyafetten önce rahatsız etmeyelim sizi," dedi.

"Teşekkür ediyor," güldü, karnımı bir kez daha okşadıktan sonra yanımdan kalktı. Doğu da karşımdan kalkıp yanıma geldi. O da karnımı sevip alnımdan öptü.

"Bir bakalım yakabildiler mi mangalı," Emir'in dediğiyle başımı arkama çevirip baktım. Babam yanında Sefa baba ve Haydar abiyle mangalın başındaydı. Canım köfte çekince kızlarıma ben yapacağım diye tutturmuştu. Gözlerim hemen arkalarındaki çocuklara kaydı... Barlas'la Yusuf Ali; Fındık ve Barby ile koşturup dururken Şaşkın ve Patrişka onlar için olan minderin üzerinde uyuyorlardı.

"Yakamadı sanırım. Sakın bozmayın adamı," Emir asker selamı verdikten sonra Doğu ile birlikte onlara doğru ilerledi. Ben de kalkıp içeriye annemlerin yanına gittim. Akşam yemeği için hazırlık yapıyorlardı.

"Kızım geç salona rahatça otur," dedi Filiz annem.

"İyiyim böyle," dediğimde hepsi bana ters bakışlar attı.

"Filiz doğru diyor git biraz uzan belini rahatlat," Zümrüt annemle Sema anne de aynı cümleleri kurdular.

"O zaman odaya çıkıyorum. Hem uzanır hem de şu dosyaları hallederim..." gitmeden hemen önce hepsini öptüm.

Üst kata çıktığımda kendi odama geçmeden İzel'e bakmak için Bejna'nın yanına uğradım. İzel bu aralar çok huysuzdu. İkisini yatakta uyurken görünce odaya girmeden geri çıktım. Kerem'e de bakmak için odasına girdiğimde Aslan ile pazartesiye yetişmesi gereken maket ödevini yapıyordu. Onlarla bir iki dakika muhabbet edip bana verilen odaya geçtim. Dizüstü bilgisayarımı ve dosyalarımı alıp yatağa yerleştim. Üzerime yatağın kenarındaki kalın pikeyi çekip sırtıma yastıkları dizdim. Dosyalara gömülmeden önce Yusuf'u aradım. Uzun zaman sonra yeniden ağrı bir vakayla uğraşıyordu. Vaktini çok almadan konuştuktan sonra birbirimizi sevdiğimizi söyleyip konuşması sonlandırdık.

Akşam yemeği hazır olana kadar hasta dosyalarıyla uğraşıp durdum. Kerem yanıma gelip yemek hazır deyince onun yardımıyla yataktan kalktım. Birlikte aşağı indiğimizde herkes masadaydı. Emir ve Kerem'in ortasına oturduğum anda babam tabağımı alıp önce köfte sonra da sevdiğim her şeyden biraz biraz koyarak tabağı yeniden önüme bıraktı. Yemekte bir ara Canan ismine nasıl karar verdiğimizi sordular. Onlara olanı anlatınca hepsinin yüzünde memnuniyet vardı ancak Aslan her zaman ki gibi burun kıvırmakla meşguldü.

"Aslında o günden beri aklımda bir isim daha var," dedim.

"Canan yerine mi yoksa ikinci bir isim mi mavişim?" dedi babam.

"İkinci bir isim..." gözlerimi Zümrüt anneme çevirip dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Yusuf'a daha söylemedim gerçi ama sorun olmaz... Anne eğer senin de izinin olursa ben kızımızın diğer adının Ahsen olmasını istiyorum," dediğimde annemin mavileri anında yaşlarla doldu.

"Çok güzel düşünmüşsün kızım. Çok yakışır civcivimize," dedi. Oturduğum yerden kalkıp yanına gittim. Kollarımı boynuna sarıp yanağından öptüm.

"Anneannemde çok mutlu olur," dediğimde başını salladı.

"Olur elbette. Gururlanmıştır bile," dedi. Yanağını tekrar öpüp diğerlerine baktım.

"Babaannemlerin ya da Sevgi anneannenin dert edeceğini sanmıyorum," dediğimde başlarını salladılar.

"Etmezler kızım. Hem herkes senin ve Ahsen annenin arasındaki o bağın farkında... Kimse bir şey demez dert etme kendine," dedi Sema anne.

"Hem çok güzel oldu bence," dedi Doğu.

"Canan Ahsen Toral..." der demez ıslık çaldı Kerem.

"Marka ismi gibi oldu ama güzel. Yeriz, yeriz," dedi Emir. Ona dil çıkardım.

Yerime tekrar dönünce huzurla rahat bir nefes aldım. Yusuf ile kızımızın ismini verdiğimiz gece anneannem rüyama girince aklıma direkt onun ismini kızımda yaşatmayı istemiştim. Bu fikir iyi aydır benimleydi ancak dün buraya gelmeden önce anneannemi ziyaret edince kesinlikle Canan'ın ikinci isminin olmasına karar vermiştim. Kızıma, Ahsen ismi de çok yakışacaktı...

Odadan çıkıp mutfağa girdiğimde annemi gördüm. Tabletten haberlere bakıp kahvesini içiyordu. Yanına gidip yanağından öptüm Birden sıçrayıp bana bakınca sırıttım.

"Dalıp gitmişsiniz Filiz Hanım," dediğimde tableti kapatıp yanına bıraktı.

"Öyle dolanıyordum. Sen nereye?"

"Çiftlik evine geçeceğim. Bilgisayarımı orada unutmuşum almam lazım," emin olamayarak bana baktı.

"Tek gitme kızım hatta Zümrüt'ü arayalım birisini göndersinler," dediğinde omuzlarımı silktim.

"Yok anne ben giderim. Tamamlamam gereken bir sürü hasta dosyası var. Laptopu aldıktan sonra Zümrüt annemlere oradan da Bartın'a geçeceğim zaten," deyip yanağından tekrar öptükten sonra evden çıktım.

Çağırdığım taksi çoktan gelmişti. Adresi verdikten sonra Yusuf'un çağrısını cevapladım. Yol boyunca onunla konuştum. İki saat kadar sonra çiftlik evinin önüne geldiğimizde ücreti ödeyip taksiden indim.

Eve girdiğimde çantamla telefonu vestiyere bırakıp salona ve mutfağa göz attım ancak bilgisayar çantam buralarda değildi. Sonrasında odada unuttuğumu hatırlayınca merdivenlere yöneldim. Kendime söylene söylene odaya çıktım. Laptop yanında çanta ve dosyalarla birlikte yatağın üzerindeydi.

"Civcivim sayende hep unutkanlıklar yaşıyorum, doğduğunda bunu da konuşacağız seninle," bir yandan kızımla konuşup diğer yandan çantayı toparladım.

Çantanın uzun askısını birkaç kez sarıp avucuma aldım. Lanet çantaya yeni bir askı hâlâ alamamıştım. Odaya son kez göz gezdirdikten sonra çıktım. Merdivenlere geldiğimde iki basamak indiğim sırada askı avucumdan kaydı. Uzun askıyı tekrar sarmak yerine çantanın kısa askısını tutup merdivenleri tekrar inmeye başladım ancak birden ayağıma dolanan uzun askıyla dengem bozuldu. Bir yerlere tutunamaya çalışınca çanta elimden düştü ve kalan tüm dengemi kaybettim. Dünyam anlık bir karambolde tepetaklak oldu ve ben kendimi yerde bir karanlığın içinde buldum.

Gözlerimi kırpıştırarak aralamaya çalıştım ancak acı yoğundu. Göğüs kafesimden başlayan ağrılı sancı ayaklarıma kadar uzanıyordu. Ani bir kıvranmayla bedenimi sağa tarafa atıp sırt üstü hale geldim. Karnımın üzerine düşmüştüm... Kızım...

"Allah'ım," diye acıyla inledim. Gözlerimi aralamakta zorlanırken başımı sağa sola çevirdim. İki adımlık mesafede olan vestiyer ve onun üstündeki telefonum artık ulaşamayacağım kadar uzağımdaydı. Oraya kadar sürünmeyi düşünüp bedenimi hareket ettirdiğim an belimde keskin bir ağrı oluştu.

"Allah'ım lütfen, lütfen kızıma bir şey olmasın... Lütfen yardım et ne olur!" bilincim kararırken kolumu çaresizce vestiyerin olduğu tarafa doğru uzattım ama nafileydi zihnimde, gözlerimde bana ihanet ederek karanlığa gömülüyordu.

"Allah'ım..." ellerimi karnıma sarıp ağlamaya başladım. Canan bir tepki versin diye karnımın her yerinde gezdirdim.

"Tepki ver anneciğim... Lütfen hareket et," belimden, kasıklarıma oradan bacaklarıma yayılan ağrı yetmiyormuş gibi kasıklarımda şiddetli kasılmalar başlamıştı. Korkuyla titreyen ellerimi bacaklarımın arasına sürükledim. Canımı çok yaksa da birazcık doğruldum. Ellerimi eşofmanımın ağ kısmına sürdüğümde hissettiğim ıslaklıkla panikledim.

"Hayır, hayır, hayır..." ellerime baktığımda gördüğüm kanla aklımı kaybedecek gibi hissettim. Sağıma tekrar dönüp doğrulmaya çalıştım. Telefona ulaşmalıydım ancak değil doğrulmak sürünemiyordum bile.

Kendimi sakinleştirmeye, nefeslerimi kontrol altında tutmak için çabaladım ama korkum daha baskındı. Kanamam vardı, kasılmalar bana doğumun başladığını bas bas bağırıyordu ve ben şehrin en ücra yerindeki çiftlik evinde bir başımaydım.

"Böyle olmaz, böyle olmaz! Kalk kızım, kalk Aden..." zar zor sağa doğru kıvrılıp vestiyere gitmek için sürünmeye çalıştım ama her hareket edişimde acıdan kavruluyordum lakin söz konusu bebeğimdi. Acıyı hissetmemeye çalışarak sürünmeye çabaladım. Dizlerimi hareket ettiremediğimden yan bir şekilde uzanıp kolumun üzerinde hareket etmeye çalışıyordum. Eşofmanımda hissettiğim yeni ıslaklıkla duraksadım... Suyum gelmişti...

"Çok sabırsızsın anneciğim, biraz sabırlı ve inatçı olmalıydın..." kendimi biraz daha çektim ama vestiyer hâlâ çok uzağımdaydı. Sol dizimi çekip bedenimi daha ileriye atmak istediğimde karnıma giren sancıyla nefesim kesildi.

"Canan güçlü olalım tamam mı kızım? Dayan bebeğim, dayan anneciğim..." gözyaşlarımdan önümü göremezken gıdım gıdım sürünmeye devam etmeye çalıştım. Telefonu alıp birilerini aramam lazımdı.

Bedenim hissettiği ağrıya ve acıya daha fazla dayanamayacak gibiydi. Gözlerim sürekli kararırken başımı yere düşürmemeye çabalıyordum. Bayılmamalıydım, bayılamazdım...

"Gitme tamam mı? Ne olur gitme kızım... Baban çok üzülür... Çok üzülür," başımı daha fazla tutamadım sırt üstü düşüp kapanmaya yüz tutmuş kirpiklerimin arasından git gide kararan gözlerimle son kez tavana baktım ve karanlığa gömüldüm...

Çok gerilerden gelen telefonumun titreşim sesi ve dışarıdan gürültülerle kendime geldiğimde gözlerimi araladım. Karşılaştığım ilk şey karanlıktı. Ev zifiri karanlıktı. Kaç saattir burada baygın yatıyordum ben!

Telefonumun yanıp sönen ışığıyla başımı sağıma çevirdim. Dışarıda babamın sesini duyar gibi olurken bedenimdeki ağrı ve sızı kendini yeniden belli edince acıyla inledim. Belimden aşağısında inanılmaz bir acı vardı. Ağrı demek hafif kalırdı. Çok daha kötü, çok daha beterdi.

"Aden! Burada mısın kızım?" babamın sesiydi.

"Baba," diye sızlanıp başımı kapıya doğru çevirmeye çalıştım. Yanında da birisi vardı ama sesini seçemiyordum.

"Anahtar nerede?" diye bağırdı babam. Yutkundum, ona sesimi duyurmak için bağırdım ama sesimi kendim bile zor duyuyordum.

"Allah kahretsin! Arabada demiştin Yağız amca yok!" Emir'di. O da buradaydı.

"Baba arka kısımdan bir bakalım," diyen ise Doğu'ydu. Arka kısma giderlerse sesimi çok daha zor duyarlardı.

Derin nefesler alıp verdim. Göğsüm şiddetle inip kalkarken tüm gücümü toplayıp "buradayım!" diye bağırdım. Duydular mı ya da arka kısma geçtiler mi bilmiyordum ama bağırmaya devam ettim.

Canım acıyordu, canım çok acıyordu ama kızımı kaybedemezdim...

"Baba!"

"Baba!" ona ilk defa yüksek bir sesle haykırarak baba diyordum... 

"Baba!" ağlayarak attığım çığlık bedenimdeki acıyı katlasa da kurtuluşumdu. Kızımın kurtuluşuydu.

"Baba! Buradayım yardım et!"

"Aden!" babamın sesi kulağımda çınlayınca beni duyduğu için hüngür hüngür ağlamaya başladım o ağlayışlarımın arasında "baba!" diye bağırmaya devam ettim. Baba diyordum, yardım et, öleceğiz...

Ne oldu anlayamadım, bağırış çağırışlarımızın arasına tuz buz olan camın şangırtısı karıştı. Mutfağın cam kapısını kırmışlardı. Adımı durmadan bağırarak koşturarak içeri girdiler. Onların sadece ayaklarını görüyordum. Ortam bir anda aydınlandığında gözlerimi kırpıştırdım.

"Aden!" Emir'in şok olmuş sesi durumun ne denli kötü olduğunu bağırıyordu.

"Allah'ım... Doğu, Doğu hemen ambulansı ara hemen!" yanıma ilk gelen babam oldu. Yüzümü kavrayıp başımı kucağına çekti.

"Baba," dedim acı içinde kıvranırken.

"Kızım, korkma kızım buradayız korkma bebeğim," dedi. Bir elimi yanağımdaki elinin üstüne kapatıp hıçkırıklara boğuldum.

"Baba, kızım... Çok küçük baba ölmesin ne olur! Ne olur baba, yalvarırım bir şey olmasın ona!" gözyaşlarımın üzerine gözyaşları damladı. Gözlerini benden çekmeden Doğu ve Emir'e bir şeyler dedi ama kulaklarım duyduklarını algılamadı. Dilim susmuyor, ona yalvarıyordu. Kızımı kurtarsın yeterdi, ben... Ben ölsem de fark etmezdi. Kızım kurtulsundu.

"Doğum," dedim sesim güçlü çıkmayınca tekrarladım.

"Doğum... Doğum başladı," paniklediler. Hepsinin bakışı eşofmanıma kayınca ağlamam daha da şiddetlendi.

"Hastaneye yetişemeyiz kasılmalarım çok sık," dediğimde daha da paniklediler.

"Sema, Sema'yı arayalım. O bilir ne yapmamız gerektiğini," dedi babam panikle. Doğu hemen telefona sarılırken babam bu sefer Emir'e döndü.

"Emir koltuğun yastıklarını kaldır," Emir yanımdan hızla kalkıp salona koşarken babam beni çok yavaş bir şekilde kucağına alıp salona ilerlemeye başladı.

"Korkma tamam mı babam ikinize de hiçbir şey olmayacak, korkma!" dedi. Alnımı öpüp yanağını yasladı.

"Merdivenlerden düştüm, karnımın üstüne düştüm baba," beni koltuğa yatırdı. Hemen arkamda Emir vardı. Başım onun göğsündeydi.

"Sema teyze hoparlörde," dedi Emir. Bir eli saçlarımda bir eli omzumdaydı. Babam telefonu alıp Sema anneyle konuştu. Sema anne aramaya Simge'yi de dahil ederken Simge telaşla neler olduğunu sordu. Ağlaya ağlaya ne olduğunu, sorduğu soruları cevapladım.

"Yağız amca doğum başlamış ne yazık ki tüm suyu da büyük ihtimalle boşaldı. Bebek için çok riskli, baygınken ne kadar süre geçti emin değiliz hastaneye yetişemeyebilir. Sizin yardımcı olmanız lazım," dedi Simge.

"Ne! Ne yapacağız?" Simge neler yapacaklarını anlatırken Doğu da 112'ye bilgileri veriyordu. 

"Yusuf, Yusuf'u istiyorum..." babam kendi telefonunu Emir' e verdi. Babam ve Doğu, Simge'nin dediklerini hazırlarken Emir, Yusuf'u aradı.

"Amca buldunuz mu?" sesinde korku vardı. Endişesi, paniği birbirine karışmıştı.

"Yusuf," dedim. Emir telefonu yüzüme yaklaştırdı.

"Yavrum iyi misiniz güzelliğim?"

"Yusuf," yeniden ağlamaya başladım. Ona düştüğümü, doğumun da başladığını söylediğimde sessizliğe gömüldü. Yutkunuşunun sesini işittim. Korkusunun katlandığını hissettim.

"Yoldayım bir tanem geliyorum. Korkma size bir şey olmayacak... Korkma  güzelliğim tamam mı?" sancı yeniden vurduğunda acıyla inledim. 

"Aden!" diye panikle seslendi.

"Yusuf eğer... Eğer bir şey olursa..." etimden et kopuyor gibi hissettim. Bu ihtimal bile bizi yerle bir ediyordu.

"Hayır, hayır, hayır... Hiçbir şey olmayacak size. Hiçbir şey olmayacak güzelliğim. Kızımızda sen de iyisin... Güçlü kal tamam mı güçlü kal Aden yalvarırım!" ağlamalarım güçlendikçe kasıklarımdaki acı, belimdeki ağrı dağlandı. 

"Su hazır çarşaflarda," Doğu'nun sesi ağlayışlarımın sesine karıştı. Acı gelip geçen her anda daha da artıyordu. 

"Simge, ne yapalım kızım?" diye konuştu babam. Simge bir şeyler dedi ama onu anlayamıyordum. Bedenimi ele geçiren ızdırap nefesimi kesiyordu artık. Ne sesleri ne yaptıklarını algılayamıyordum. 

"Ben... Ben yapamam kızım nasıl yapacağım?" diyordu babam. Saniyeler sonra ellerini yeniden yüzümde hissettim. Ona bakıyordum ama göremiyordum.

"Aden, ben bakmalıymışım kızım, bakıyorum tamam mı başı görünüyor mu görünmüyor mu diye?" elini tutup sıktım sadece. 

"Baba ambulans yolu bulamamış ben yola çıkıp bakayım," diye bağırdı Doğu. 

"Cennet bahçem bak geldiler, yetiştiler bir şey olmayacak abim ne sana ne Canan'a hiçbir şey olmayacak," ıslak kirpiklerimi kırpıştırıp başımı sağa yatırıp yüzüne baktım. 

"Çok küçük Emir... Çok küçük daha gelişimini bile tamamlayamadı ki kızım..." elleri saçlarımı okşamayı hiç kesmedi. 

"Annesi sensin onun. Tıpkı senin gibi güçlü, inatçı keçinin tekidir kesin. Bir şey olmayacak bak gör... Sağ salim kucağına alacaksın Canan kızı," dedi. Emir beni sakinleştirmek için konuşmaya devam ederken babam bacaklarımın üstüne çarşaf serip üzerimdekileri çıkardı. Simge ne diyorsa harfi harfine yapıyordu. Bacaklarımı titreyen elleriyle tutup ayırdığında hissettiğim yoğun sızıyla çığlık attım. Babam özür dilerken bacaklarımı iyice ayırdı bacaklarımın arasına baktı. Normalde olsa utançtan ölürdüm ama şu an söz konusu kızımdı...

"Simge başı görünüyor," diye bir bağırtı duydum babamdan. Sonra Simge'nin sesi yankılandı kulağımda. 

"Aden beni duyuyor musun?" dedi Simge.

"Simge," sesim güçlü çıkmıyordu artık. 

"Doğum başlamış Aden. Şimdi benim dediklerimi yapacaksın tamam mı?" 

"Tamam... Simge, yedi aylık daha Simge!"

"Problem yok! Ambulansa haber verildi yanlarında bir kadın doğum uzmanı ve gerekli her şey var. Senin içinde, Canan içinde her şey çok güzel olacak tamam mı sen sadece benim dediklerimi yap! Doğum zamanının  çoğunu baygın  geçirdiğin için şimdi çok daha kolay olacak tamam mı?" 

"Tamam..." 

Dakikalar boyunca Simge ne derse onu yaptık. Derin nefesler aldım, uzun soluklar verdim, ıkın dedikçe ıkındım, dur dediğinde durdum. Başım Emir'in göğsünde gözlerim babamdaydı. Simge sustuğu an Yusuf konuşuyor bana kızımızla yapacağımız güzel anların hayalini anlatıyordu.

"Çok az kaldı kızım... Çok az kaldı mavişim," dedi babam. 

Kızım, babamın ellerine doğuyordu. Canan, dedesinin elleri arasında dünyayla tanışacaktı.

"Sema, kanda lazım çok kan kaybediyor Aden normal mi?" diye sordu babam. Başım çok dönüyor, gözlerim kararıyordu. 

"Normal, doğumun yanı sıra ayrı bir kanaması da olabilir. Her şeye hazırlıklı hastane. Bizde yoldayız zaten direkt hastaneye geçiyoruz!" diye cevapladı Sema anne babamı.  Başım Emir'in göğsüne düştü. İyi değildim, iyi hissetmiyordum...

"Baba," dedim kısılan sesimle. Başını kaldırıp bana baktı.

"Kızım..." diyebildim biçare. Bedenim titriyordu, üşüyordum da... Ikınmaya, bağırmaya, ağlamaya dahi gücüm kalmamış gibiydi. 

"Aden bırakma kızım kendini... Dayan bir tanem!" diye bağırdı babam. Peşinden Simge bağırdı son gücümle ıkınmam için. Emir omuzlarımı sarsıp bana kızdı. Kızım için gücümü toparlamaya çalıştım. Kendimi zorlayabildiğim kadar zorlayıp sanki saatlere devrilen dakikalar boyunca çabalayan ben değilmişim gibi son bir gayretle çığlık çığlığa ıkındım. Başım yeniden Emir'in göğsüne düştü, gözlerimi aralamaya çabaladım. Karnımın içinde hissettiğim o boşluk, tuhaf bir rahatlamayla göğsüm şiddetle yükseldi. 

"Neden ağlamıyor?" kızım doğmuş muydu? Emir'in sesinde dehşet vardı. Başımı kaldırıp babama bakmak istedim ama mecalim yoktu.

"Baba, kızım?" kelimeler kesik kesik çıktı dudaklarımın arasından. Kalbim artan ritmi telaşla göğsümü dövdü. Kızım neden ağlamıyordu ki? Babam neden deli gibi bağırıp Simge ve Sema anneye ne yapacağım diyordu. 

"Yaşıyor mu?" kan ter içinde kalmıştım. Gözyaşlarımı dahi hissetmiyordum artık. 

"Baba! Ne olur yaşıyor de... Yaşıyor de baba, kızım yaşıyor değil mi?" bu çaresizlik ölüm gibiydi. Başımı dik tutamasam da gözlerimi açıp babama baktım. Küçücük bebeğimi ayaklarından baş aşağı tutmuş sırtına vuruyordu. Çok küçüktü, küçücüktü...

"Baba... Emir bir şey deyin öldü mü kızım?"  doğrulmaya çalıştım ancak Emir beni sıkıca sardı. Kolları arasında çırpınmaya başladım. Ellerimi kızıma uzatıp ona kavuşmaya çalıştım. Ağlamıyordu, kızım ağlamıyordu...

"Canan, kızım! Baba bir şey yap ne olur, yalvarırım bir şey yap baba! Ölmesin kızım..." babam bana bakıp titreyen elleriyle bir kez daha vurdu kızımın sırtına. Önce ufak bir mırıldanış sonra da büyük bir serzeniş koptu o minik dudaklarından. Çığlık çığlığa ağlayışı etrafımızı sardığında ağladığı için sevinçten ağladım. Yaşıyordu, kızım yaşıyordu... 

Babam, Canan'ı en yakınında sarabileceği ne varsa ona sarıp yanıma geldi. Koltuğun hemen yanına diz çöküp bebeğimi bana gösterdi. Benim gibi kızım gibi o da Emir de ağlıyordu. Bebeğim ufacık eliyle babamın parmağını sıkıca tutmuştu. 

"Şükürler olsun babam," deyip kızımı göğsüme yatırdı. Mecali kalmayan kollarımla kızımı sardım. O kadar minikti ki parmak kızdan farkı yoktu. Pembe yüzünde yer yer kan lekeleri vardı. Dedesinin parmağını asla bırakmıyordu. İşaret parmağımın ucuyla yanağına dokundum. Ağlayışı o kadar içliydi ki göğsümün orta yerinde bir yangın başlattı. 

"Çok güzel..." babamın ve Emir'in elleri başımdaydı. Babam saçlarımı okşuyor, Emir ise başımı tutuyordu. 

"Yusuf, kızımız çok güzel..." Yusuf'un hıçkırıkları duyuluyordu sadece. Canan'a dokunamadım. Kıyamadım dokunmaya... 

"Ambulans neden gelmedi hâlâ! Bebeğin bir an önce kuvöze alınması lazım," diye bağırdı Simge telefondan. Telaşla Canan'ın yüzüne baktım. Daha yedi aylıktı ve ciğerleri tamamen oluşmamıştı. 

"Baba," dedim korkuyla. Babam ayağa kalkmaya yeltendi ama Canan parmağını tutmayı bırakmadı. 

"Emir git bak Doğu'ya oğlum!" Emir beni koltuğa yavaşça bırakıp koşarak dışarı çıktı. 

"Bebeğim, dayan kızım," onun kollarımın arasında olduğuna inanamıyordum. Başıma gelenlere inanamıyordum. 

"Baba," dedim çaresizce. Kan kaybından dolayı bilincim gidip gelmeye başlamıştı tekrar. Doğumun yanı sıra düşüşümden de kaynaklı bir kanamam olduğu belliydi.

"Babam," şakağımı öpüp saçlarımı okşamaya devam etti. 

"Ben..." yutkundum, derinden bir nefes aldım ama göğsüme batan sızıyla nefesim tekledi. Doğumun ağrısından içinde olduğum felaketten dolayı hissetmemiştim ama göğsümde çok ağrıyordu. 

"Kızıma bir şey olmasın tamam mı? Ben, ben eğer... Sana," susturdu beni. Çatık kaşlarının altındaki kızgın gözleriyle baktı yüzüme. 

"Hiçbir şey olmayacak... Kızını kendin büyüteceksin. Bizde yanında olacağız. Söz senden sonra Yusuf'tan sonra Canan'ımız bana emanet... Ama önce sen tamam mı?" başımı salladım.  

Bebeğimin küçük bedenini göğsüme bastırdım, sızlayan canımı umursamadım. O küçük bedenini hissedebildiğim kadar hissetmeye çalıştım. Ağlamaları durmuyordu ve zor nefes alıyordu. Gözyaşlarım şakaklarımda süzülüp saçlarımın arasına sızarken gözlerimi daha fazla açık tutamadım.

"Aden!" babam telaşla yanağıma dokunca bir şeyler mırıldandım. Bilincimi daha fazla açık tutamıyordum. Karanlık etrafımı sarıyordu. Bacaklarımdaki hissizlik, belimdeki geçmeyen ağrı, göğsümdeki sızı... 

"Kızım," fısıltım çok kısıktı. Göğsümde ağlayan bebeğimin kokusunu bile soluyamamıştım. 

"Geldiler, geldiler Aden!" kulağıma önce Doğu'nun sonra da siren sesleri çalındı. Etraftaki koşuşturmayı hissettim. Kapalı göz kapaklarıma vuran gölgeler, anlamlarını ezbere bildiğim kelimeler 112 görevlilerinin geldiğini anlamamı sağladı. 

"Bebeği almamız lazım," dedi bir kadın sesi. Bir el elimin üzerine yapışınca bebeğimi göğsüme daha da bastırdım. 

"Aden izin ver kızım," dedi babam. Canan'ı tekrar almak istediklerinde izin verdim. Göğsümdeki varlığı yok olduğunda büyük bir ağırlık çöktü kızımın bıraktığı boşluğa. 

"Tansiyon çok düşük, anneyi sarsmadan almamız lazım, yoğun ezilmeleri var. Kırık olabilir!" 

Koşuşturmalar, konuşmalar duydum. Bebeğimin ağlayışları azaldıkça göğsümdeki yangında azalıyordu sanki. Gözlerimi kırpıştırıp aralamak istedim ama ölüm ağırlığı vardı sanki göz kapaklarımın üzerinde.

"Aden, Canan iyi... Müdahale ediyorlar ona. Şimdi seni sedyeye alacaklar," Emir'in sesi hemen yanımdan geliyordu.

"Kızım," diye fısıldadım.

"Korkma bir tanem iyi civcivimiz. Babamda onunla beraber bizde şimdi gideceğiz," bu sefer konuşan Doğu'ydu. 

Sedyeye yatırıldığımı hissettim hemen ardından yeniden koşuşturmalar başladı. Yüzümde oksijen maskesini, sol komumda ise serumun iğnesinin varlığını fark ettim. Saniyeler sonra tenime çarpan rüzgar tüylerimi ürpertti.

"Aden!" Yusuf'un gökyüzünü yaran sesiyle gözyaşlarım kapalı göz kapaklarımın altından hızla akıp gitti. Gelmişti...

"Aden!" elimde elinin hissetmem saniyelerimizi almadı. 

"Buradayım, geldim sevgilim yanındayım..."

Birbirine yapışan kirpiklerimi aralamak için çabaladım ancak kirpiklerimde kuruyan yaşlarım buna pek olanak sağlamadı. Bilincim kendine geldikçe hissettiğim yoğun acıyla kıvranacak kıvamdaydım.

"Aden, iyisin bir tanem. Hastanedeyiz iyisiniz güzelliğim," Yusuf'un yumuşak avcu yüzümdeydi. O konuştukça hatıralar zihnime üşüştü. Ellerim anında karnıma gittiğinde eski şişlik yerini daha küçük bir şişliğe bırakmıştı.

"Yusuf," korkudan tir tir titriyordum.

"Yusuf... Bebeğim, bebeğim nerede Yusuf?" parmakları gözyaşlarımı sildi.

"Kızımız iyi bir tanem. Korkma güzelliğim erken doğduğu için kuvözde. Yalnız da değil herkes kızımızın yanında," dedi. Hıçkırıklarımdan sarsılan bedenim ayağımdaki, kasıklarımdaki ve kaburgalarımdaki tüm acıyı tetikliyordu.

"Kızımı istiyorum," diye ağlamaya devam ettim. Yusuf bu halimden korkmuş olacak ki doktorları, hemşireleri bağırarak çağırdı.

Kızımı istiyorum diye ağlayıp duruyordum ancak o iki kelimenin arasında baba diye de bağırıyordum. Önce hangisi geldi bilmiyorum ancak bedenimin yeniden uyuştuğunu hissettim. Saniyeler sonraysa babamın kokusu hastane odasının kokusuna karıştı. Hemen yanımda hissetim onu. Gözlerim kapalı olsa da onu görür gibi başımı olduğu tarafa çevirdim.

"Baba," diye seslendim ona. Sesim kısık ve boğuktu. Ellerini elimde hissettim. Avcumun içini öptü. Tenime gözyaşları damladı.

"Buradayım kızım. Yanındayım babam," sesini işitince tekrar ağlamaya başladım. Omuzlarım daha sakin sarsılıyor, ağladıkça kirpiklerim birbirinden kopuyordu.
"Baba kızım?" bir elini alnımda hissettim. Saçlarımı okşuyordu.

"Küçük hanım tıpkı annesi gibi çok güçlü... Biliyor musun kuvöze yatırana kadar tuttuğu parmağımı bırakmadı. Kimsede bıraktıramadı..." babamda ağlıyordu.

Onunda benim gibi düşündüğünü titreyen sesinden hemen anladım. O da tıpkı benim gibi o çiftlik evinin holünde perişan bir halde doğum yaparken kızımla öleceğimi sanmıştı...

"İyi değil mi?" başını salladı. 

"İyi kızım.  Dedim ya anası gibi çok güçlü Canan kız. Üstelik çok güzel. Biraz haksız rekabet oluşturdular İzel'le," gülümsedim. Durmadan akan gözyaşlarımı silip alnıma dudaklarını bastırdı. 

"Yanına gidelim, Yusuf kızıma götür beni," doğrulmaya çalıştığımda tüm bedenim sızladı. Yusuf hemen belime kolunu sarıp doğrulmam için yardım etti. 

"Doktora soralım önce güzelliğim," dediğinde sessizce kabullendim. Kuvözde olduğu için istediğim gibi yanına gidip kucağıma alamayacağımı doktor kimliğimle biliyordum.

"İyi ama değil mi? Solunumunda sıkıntı yok, organlarının durumu nasılmış peki?" hıçkırıklarımı tutamadım. Ellerimi yüzüme kapatıp sarsılarak ağlamaya başladım. Benim yüzümden erken doğmuştu. Daha gelişimini tamamlayamamıştı bile... 

"Aden," Yusuf ellerimi yüzümden çekip gözyaşlarımı sildi. Yüzümü kavrayıp alınlarımızı birleştirdi.

"Benim yüzümden, benim yüzümden Yusuf," alnımı öpüp başımı göğsüne yasladı.

"Kızımız iyi bir tanem. Yemin ederim çok iyi," sırtımda avcunu gezdirip başımın üzerini peş peşe öptü.

"Kızımıza gidelim yalvarırım..." 

Yarım saat sonra bebek yoğun bakımının önündeydik. Kızıma gelmeyi beklerken annemler yanıma gelmişlerdi. İkisinin de gözleri kıpkırmızıydı. Yusuf iki gün boyunca yoğun bakımda kaldığımı söylemişti. Annemlerin günlerdir durmadan ağladıklarını da böylece anlamıştım. Herkes her zaman ki gibi yanımızdaydı. Ama gözlerim hiçbirini görmüyordu. İstediğim tek şey kızımdı. Yeniden kucağıma alıp ona dokunmak doğduğu an soluyamadığım kokusunu istiyordum. 

"Aden Hanım, Yusuf Bey buyurun," yoğun bakım hemşiresi bizi sonunda içeri aldığında kalbimin atışı hızlandı. Yusuf oturduğum tekerlekli sandalyeyi hemşirenin peşinden itekliyordu. Yüzümdeki maskeyi düzeltip başımdaki boneyi kontrol ettim. Bir de mikrop kapıp hastalanmasına dayanamazdım. 

Kuvözlerin arasında ilerleyip bir tanesinin önünde durduğumuzda yüz üstü yatan bebeğime bakakaldım. Burnunda küçük bir hortum, ayak topuğunda ise serum vardı. Çenem anında titredi, sessizce ağlamaya başladım. Yusuf hemen anladı ağladığımı. Yanıma çömelip maskenin üzerinden eldivenli eliyle çenemi tuttu.

"Bozuşacağız artık ama," dedi şakacı bir sesle.  Maskesini indirip gülen yüzüyle göz kırpıp sır veri gibi fısıldadı.

"Böyle ağlamaya devam edersen seni kızıma şikayet edeceğim ona göre... Kızımızdan daha ağlak çıktın," gözaltlarımı silip hemen önünde durduğu dizlerimi öptü.

"Anlaştık mı?" başımı salladığımda maskesini düzeltip doğruldu. Hemşire nerede duracağımızı gösterdi. Yusuf hemşirenin gösterdiği koltuğa beni oturttu. Hemşire kuvözdeki kızımızı dikkatli bir şekilde kucaklayıp yanımıza geldi. 

"Gerdanınızı ve göğüs kısmını biraz aralayın lütfen. Teninize temas edip sizi hissetmeli," üzerimdeki hasta önlüğünü Yusuf'un yardımıyla göğsüme kadar indirdim. Hemşire uyuyan kızımı başını gerdanıma denk gelecek bir şekilde yatırdı. Tenime değen teniyle nefesimi tuttum. Hızlı solukları tüyleri diken diken ediyordu. Bir avcumu bezinin üstünden poposuna diğerini sırtına yasladım. Ağlamak istiyordum ama tuttum kendimi. Gözlerimin bulanıp kızımın izleyememekten korktum. 

"Üşümüyor mu böyle?" altında bir bez vardı sadece. 

"Kuvözünde gerekli ayarlamalar yapıldı Aden Hanım endişe etmenize gerektirecek bir durum yok," dedi hemşire. Kızıma baktım. Başında bir tüy bile yoktu. Ten rengi tam oturmamıştı. Hâlâ kırmızıya dönük bir pembelikteydi. Elleri, ayakları minicikti. Güzel kızım o kadar küçüktü ki benim küçük elim bile onun bedeninin yanında kocaman kalıyordu. 

"Solunumu nasıl?" 

"İyi, bu haftanın sonunda doktorumuz yeniden gözden geçirecek," hemşireye bir bakış atıp başımı salladıktan sonra yeninden kızıma baktım. Başına yaklaşıp derin bir nefes çektim ciğerlerime. Yoğun bakımın, ilaçların kokusunun arasında kızımın kokusunu hemen ayırt ettim. Kendine has bebek kokusunu uzunca içime çektim. 

"Çok güzel," dedim Yusuf'a. Maskemi indirmeden başının üstüne korkarak dudaklarımı bastırdım. İçim titredi. Bu bambaşka bir histi. Bambaşka bir benimse, kabuldü. 

"Anasına çekmiş," dediğini işittim Yusuf'un.  Canan'ı göreceği tarafa geçip yanımızda çömeldi. Titreyen eliyle kızımızın minik elini tutup parmaklarını okşadı. Göz göze geldiğimizde ikimizin gözyaşları aynı anda damladı.

"Parmak kız gibi şuna bak," dediğimde güldü. Kızımızın minik elini öpüp maskesini birazcık kaydırıp küçük avcuna burnunu dayadı. 

"Bu koku..." kızımızın avucunu öptükten sonra bana baktı. Çenemi öpüp alını alnıma, avcunu kızımızın sırtındaki elimin üstüne yasladı. 

"Teşekkür ederim güzelliğim. Bana her defasında tarifsiz hisler yaşattığın için teşekkür ederim..." 

Birkaç dakika boyunca sessizce sadece birbirimize dokunarak sevdik kızımızı. İkimiz içinde tahminlerimizin, hayallerimizin ötesinde hem çok güzel hem de çok sancılı bir andı. Şimdi evimizde, kızımızın odasında olabilirdik.

"Sahi iki gün boyunca nasıl beslendi?" dedim panikle. 

"Sonda yoluyla anne sütüyle beslendi. Serum desteği de alıyor," kaşlarım anında çatılınca Yusuf araya girdi.

"Sen yoğun bakımda olduğundan yavrum, sağ olsun Bejna kızımız için kendi sütünü sağdı," dediğinde bir nebze olsun rahatladım. 

"Peki... Emzirmeyi deneyebilir miyim?" 

"Henüz yirmi dokuz-otuz haftalık olduğundan emme refleksi tam olarak gelişemedi ne yazık ki önümüzdeki günlerde doktor kontrolünde olabilir," dudaklarım istemsizce büküldü. Kızım benim salaklığım yüzünden bu sıkıntıları çekiyordu. Titreyen dudaklarımı ısırıp yanağımı çok bastırmamaya çalışarak başına yasladım.

Ellerini, ayaklarını sevip öptüm. Yusuf bir eli üzerimizde dakikalarca bizi seyretti. Dakikalar gelip geçti. Hemşire artık çıkmamız gerektiğini söylediğinde kızımdan ayrılmak çok zor oldu ama kuvözde olması gerekiyordu. Kızımı son kez koklayıp öptükten sonra hemşireye uzattım. 

Günlerce aynı rutinde devam ettik. Günün belirli saatlerinde kızımızı görmeye giriyor onunla vakit geçiriyorduk. Çok sakin bir bebekti. Babamla yanına girdiğimizde Canan'ı hep miskin kızım diye seviyordu. Canan da dedesini hissediyordu. Babamla girdiğimiz zaman genellikle uyanık oluyordu ve dedesinin parmağını sıkıca tutup bırakmıyordu. Geride bıraktığımız üç haftanın sonunda kızımı ilk defa emzirdiğimde kendimi tutamamış saatlerce ağlamıştım. İlk başta çok zorlansa da emmeyi başarmıştı kızım. Kuvözden çıkardığımızda artık daha fazla dışarıda kalabiliyordu.

"Biraz daha yeseydin kızım," başımı olumsuzca sallayıp yatağa uzandım. 

"Midem almıyor anne," dedim. Filiz annem üstelemedi. Yanıma gelip üzerimi örttükten sonra omzumu öptü. Yusuf'un izni bittiği için Bartın'a gitmek zorunda kalmıştı. Hafta sonları ve akşamları buradaydı. Onun yokluğunda herkes benimle ve kızımla ilgileniyordu. Hastanedeki birinci ayımızı bitirmiştik. Son günlerimizdi. Canan'ın solunumu normal duruma geldiğinde taburcu olacaktık. Annem ben uyuyana kadar sırtımı sıvazladı.  Kızımızla akşam buluşmalarını hep babasıyla yapıyorduk. Yusuf gelene kadar uyuyordum ben de. 

Canan'ın kuvözde, benim hastane odasında, Yusuf'un yollarda geçen günleri sonunda bitiyordu. Canan'ın doğduğu 26 Mart gününden bu güne bir ay üç hafta geçmişti. Bugün 17 Mayıs 2028'di. Eğer her şey normal şartlarda gelişseydi kızımın doğması gereken gündü ama şimdi bu günde biz hastaneden ayrılıyorduk. Belki kızımın doğduğu gün değildi ama yaşama yeniden merhaba dediği gün olmuştu. 

Hastanede çok kalabalık olmak istemediğimden yanımda sadece Emir, Güneş ve babam vardı. Diğer herkes evde  bizi bekliyorlardı. Sadece Yusuf yoktu... Akşam gelecekti... Canan'ın son kontrolleri yapıldıktan sonra doktor çıkış vermiş beni de uzun uzun bilgilendirmişti. Hassas bir dönemden geçecekti. Solunumla ilgili ara ara apneler olabileceğine dair uyarmış o anlarda neler yapacağımızı tane tane anlatmıştı. 

Canan'ı hastaneden çıkartmadan önce onu kendim giyindirmiş, kundağına sarmıştım. Geçirdiğimiz bir buçuk ayda çok fazla hareketlenmiş elini kolunu her yana savurur olmuştu. Bahar ayındaydık ama üşümesin diye başına da şapkasını geçirip bir eksiği var mı diye kontrol ettim. Her şey tamamdı. Çantaları çoktan arabaya indirmişlerdi. 

"Parmak kızım benim, güzel bebeğim hazırız değil mi anneciğim?"  Canan'la konuşmak son günlerde en keyif aldığım şeydi. Onun yanında olduğum her an hiç susmadan konuşup kızımı kendimle, sesimle tanıştırıyordum.

"Gel bakalım anneciğim," yavaşça kucağıma alıp ince battaniyesini düzeltip yüzünü çok kapatmadan örttüm. Hastaneden çıkana kadar ilk günden bugüne kadar kızımla ilgilenen herkese teşekkür ettim. Sonunda hastaneden çıktığımızda durup uzunca temiz havayı soluklandım. 

"Şükürler olsun kızım," hemen yanımda duran babama çevirdim başımı. Her an yanımda olmuştu.

"Şükürler olsun baba," kolunu omzuma atıp şakağıma bir buse kondurdu. 

"Haydi gidelim. Canan Ahsen Toral'ın bekleyeni çok..." dediğinde dudaklarım kıvrıldı.

"Gidelim baba..." 

 Eve geldiğimizde tam bir bayram havası vardı. Sesler çok yükselmeden herkes bizi karşılıyor, dualar neşeli gülüşler havada uçuşuyordu. Çocuklar merakla etrafımızı sararken Patrişka bacağıma sarılmış sürekli miyavlıyordu. 

"Yarın ki mevlit için her şey hazır anneciğim. Senin bir isteğin var mı?" dedi Zümrüt annem. 

"Siz her şeyi eksiksiz hazırlamışsınızdır anne," kırkımız çıkalı on gün olmuştu ama hastaneden yeni çıktığımızdan mevlidini yeni okutacaktık. Kızımın da ismi kulağına okunacaktı.

Akşama kadar bir arada salonda oturduk. Canan'ı uzaktan uzağa sevdikleri için emmek ve uyumak dışındaki her anda birisinin kucağındaydı ama bu süre en fazla bir dakika falandı. Canan çığlığı basıp ağlamaya başladığı an eğer emmesi gerekmiyorsa babamın kucağında susuyordu. Sefa baba ve Haydar abi Canan sürekli babamın kucağında olduğundan ona ters bakışlar atarken ben bu durumdan çok memnundum. Belki ben babamın kucağında, onun elleri altında büyümemiştim ama kızımın babamın yamacında olmasından dolayı çok mutluydum. 

"Aden, kuzucuğumu bir yıka yavrum. Hastanenin ağırlığı, kokusu gitsin yavrucaktan," dedi Kiraz babaannem.  Meryem babaannemle, Sevgi anneanne de yıkayalım deyince çekindim.

"Ama çok küçük ben nasıl yıkayayım babaanne?" dediğimde babaannemler gülümsedi. Zengin kalkışı yapar gibi üçü aynı anda kalktı. 

"Biz yıkarız kızım..." dediklerinde onlar önden biz peşinden odama çıktık. 

Bejna hızlıca İzel'in taşınan küvetini kendi odalarından getirip banyoya bıraktı. Babaannemler suyu hazırlarken ben de kızıma yeni kıyafet ve havlu çıkarttım. Bejna, İzel durmayınca rahat hareket edelim diye aşağı indi. Güneş'le Canan'ı soyup banyoya geçtiğimizde her şey hazır gibiydi. Banyoda fazlasıyla sıcaktı. 

"Getir kızım yavrumu," dedi Meryem babaannem.

Canan'ı çekinerek Meryem babaannemin kucağına bırakıp bir adım geri çekildim. Kiraz babaannemde yanlarına gidip suyu kontrol etti. Parmak kızımı ilk defa yıkayacaktık. Çok küçük olduğundan ne ben ne annemler cesaret edemiyorduk.

"Sabun zarar vermez mi sadece suyla mı yıkasak?" dediğimde babaannemler sabırla soluklanıp anlayışla yaklaştılar bana. 

"Korkma kızım bu kadar. Hem sabundan ne zarar gelir... Ayrıca çocuğu kirle pasla büyüteceksin ki  bağışıklığı artsın," dedi Sevgi anneannem.  Bir şey demedim. Babaannemler Canan'ı yıkarken benim aksime dokunmaktan çekinmiyorlardı. Bebeğimin de keyfi yerinde gibiydi. Meryem babaannem tutuyor, Kiraz babaannem yıkıyordu. 

"Odanın ısısını yükselttiniz mi kızım üşümesin yavrucak," dedi Meryem babaannem. 

"Yükselttim," dedi Güneş. Bir yandan da Canan'ı videoya alıyordu. Haber aldığı gibi gelmişti. Sürekli izin alıp durduğundan da buradayken işten atıldığının bildirisini maille almıştı. Güneş için sorun olur sanmıştım ama aksine çok memnundu. Bir süre daha bizimle kalacaktı.

"Annesi gel son suyunu sen dök," dedi Sevgi anneanne.  Kiraz babaannemin yanına gidip dizlerimin üstüne oturdum. Canan boncuk gözleriyle etrafı izlerken sol eli ağzındaydı. Tası alıp yavaşça başından başlayarak vücudunda gezdirdim. 

Güneş telefonunu kapatıp Canan'ın sarı, civciv şapkalı havlusuyla yanıma geldi. Elinden alıp havluyu açtım. Babaannemler besmele çekerek Canan'ı kucağıma bıraktılar. Güneş havluyu hemen Canan'ın bedenine sarıp minik  elini tutup öptü. Babaannemlerle anneanneme teşekkür edip Güneş'le odaya geçtim. Canan'ı yatağın ortasına yatırdım. Ben kurulamaya başlarken Güneş, Canan için çıkardıklarımı yanımıza getirdi. Babaannemlerde aşağı inmişlerdi. 

"Anneciğim sen sahiden parmak kız olacaksın herhalde," bir ayda hiç büyümemiş gibi geliyordu. Saçları hâlâ yoktu. Kerem ve tam boylar  bu yüzden kızıma Casper demeye başlamışlardı. Kaşları da belli olmuyordu ama kirpikleri sarıydı. Gözleri de maviydi. Yusuf değişmemesi için her an dua ediyordu. Güzeldi bebeğim. Gözümün gördüğü en güzel bebekti.

"Güneş kremi konusunda konuşacağım demiştin?" başımı Güneş'e çevirdim.

"Altı aydan sonra başlayacağım. Simge birkaç tane önerdi ama dermatolog arkadaşım var onunla da bir konuşacağım," dedim.  Canan'ın ağzına soktuğu elini geri çektiğim gibi çığlığı kopardı. Huy edinmişti resmen. Her an eli ağzındaydı.

"Bağırma kız anana!" dudaklarını büzüp yumuk yumuk yaptığı ellerini yüzüne yasladı. Ağlamaya başlayınca benimde dudaklarım titredi.

"Tamam tamam, hemen de ağla zaten," sakinleşsin diye göğsünü okşayıp sakin bir sesle konuştum. 

Güneş, Canan'ın yanına oturup bebek yağını bana uzattı. Avcuma biraz sıkıp yavaşça masaj yapmaya başladım. Canan iki mırıldanıp esnedikten sonra teyzesinin ona olan ilgisine yöneldi. Güneş onu oyalarken ben de rahatça yağlayıp masaj yaptım. 

"Annesi bu kız neden tatlı bu kadar? Bal bu bal," Canan'ın elini peş peşe öpüp kızımın kel kafasını sevdi. Emir de keltoş diyordu kızıma. 

"Sapsarı olacak kesin, tam civciv." dediğinde güldüm. Teni bembeyaz, yanakları kıpkırmızıydı.

"Aslan ve Baran'a benzediğini fark ettin mi?" dediğimde gülerek başını salladı.

"Aşırı hem de. Sarışınlığı geçtim burun, ağız, göz... Kız sen dayılarını çok mu seviyorsun? Darılırım ama," Canan esneyip kısık gözlerini kırpıştırıp başını bana çevirdi. Kıkırtımı tutamadım. 

"Dayıcı olacak bu boklu belli," diye trip atarcasına konuştu.

"Kız boklu deme kızıma. Hem dedeci olacak kesin emmek dışında kucağıma gelmedi civciv hanım," Yusuf ne yazık ki Bartın da olduğu için babam onun yokluğunda en öndeki destekçim olmuştu. Herkes bizimle ilgileniyordu ancak ben de sanırım babama nazlanmayı ondan yardım istemeyi tercih ediyordum. Canan da sürekli onun kucağındaydı. Sefa baba bu durumdan babamın aksine hiç memnun değildi. 

"Babamda bayağı düşkün olacak. Bir farklı parlıyor gözleri Canan'a baktığında," dediğinde iç geçirdim. 

"Ellerine doğdu. O facia günden sonra çok normal... Değil mi kızım dede çok seviyor seni," göbeğini öpüp ayaklarını sevdim. İzel'in ilk doğduğu andaki haliyle kızımın şu an iki halinin aklımda iki saniye de karşılaştırınca normal zamanında da doğsa çok küçük olacakmış kızım.

"Kız boklu yine iyisin hee!" Güneş'in koluna hafifçe vurup" kızıma boklu demesene ya!" diye çıkıştım.

"Boklu ama," Güneş gülmeye devam ederken gözlerimi devirdim. 

"Normalini oturtamadı ki bebeğim daha. Minicik elleri, ayakları iğnelerden delik deşik oldu," burnumu çekip gözlerimi ovaladım. Güneş doğrulup kolumdan öptü.

"Özür dilerim, hatırlatmak istemedim," kollarını belime sarıp yanağımdan öptükten sonra başını koluma yaslayıp alttan bakışlar attı.

"Affettin mi beni cici anne?" gülerek başımı salladım. Son kez kolumdan öpüp uzandığı yere tekrar uzandı. Ben de daha fazla üşümemesi için Canan'ı giydirdim. Güneş, bebeğime sataşmaya devam ederken ben de ortalığı toparlarken odanın kapısı çalındı. 

"Gel," dediğimde kapı açıldı ve Yusuf içeri girdi.

"Aşkım..." koşar adımlarla yanına gittiğimde beni hemen kucakladı. İki haftadır mesai çıkışı direkt İstanbul'a gelip bir iki saat yanımızda durup Bartın'a geri dönüyordu. Hiç uyuyamadan çalışıp durması ayrı sürekli yollarda sürünmesi ayrıydı. Neyse ki kızımız taburcu olmuştu da evimize dönebilecektik. 

"Hoş geldin sevgilim," yüzümü avuçlayıp dudaklarını dudaklarıma bastırıp burunlarımızı birbirine sürttü.  Gözleri yatağa karınca gülümsedim. 

"Babaannemlerle Sevgi anneannemle yıkadık daha demin. Masaj yaptım ben de... Teyzesiyle bir muhabbet ediyor bir muhabbet ediyor sorma babası," dediğimde kolunu omzuma sarıp  beni göğsüne çektikten sonra yatağa ilerledik. Güneş ayaklanıp Yusuf'a selam verdikten sonra eğilip Canan'ı öptü.

"Baba bey geldiğine göre teyze olarak izne çıkıyorum, haydi iyi akşamlar size..." dedi ve odadan çıktı. 

Yusuf yatağa Canan'ın yanına oturdu. Boynuna yaklaşıp kokusunu derin derin soludu. Kızımın ağzındaki elini tutup çekeceği an onu durdurmak istedim ama kızımızın nasıl bir cazgır olduğunu görsün istedim. Yusuf, Canan'ın elini çektiğinde benim güzeller güzeli kızım tıpkı bana attığı gibi çığlık atmak yerine babasına yarım yamalak gülücükler attı. 

"Güzel kızım benim, çiçek kızım mis gibi olmuş babasının aşkı. Yavru mavişim benim," diğer yanlarına uzanıp sadece onları izledim. Yusuf kızımızın ellerini, patikli ayaklarını, göbeğini sevdi. Bebeğim babasından gördüğü sevgiyle daha mayışıp uyuklamaya başladı. Bu güzelliklerini sonsuza kadar izleyebilirdim ama Canan'ı emzirmem gerekiyordu.  

"Emzirmem lazım," büyüyen gülümsemesiyle baktı yüzüme Yusuf. Elini uzatıp yanağımı okşadı. 

"Alıştı mı?" başımı salladım. İlk zamanlar uzun uzun emmeyi reddediyordu. Henüz emme refleksi tam gelişmediğinden normaldi ama neyse ki anne kız bir anlaşmaya varmıştık. 

Göğsümü açtıktan sonra Canan'ı kucağıma aldım. Yusuf'ta heyecanla dizlerinin üzerinde yürüyüp yanımıza uzandı. Yanağını omzuma yaslayıp kızını izlemeye başladı. Canan elini sağa sola savurup göğsüme yasladı. Yusuf o eli tutup okşamaya başladı.

"Sahiden dediğin gibi parmak kız gibi, minicik..." başımı başına yasladım. Gözüm kızımda, nefesim Yusuf'taydı.

"Büyüyecek babası, bak bir buçuk ay nasıl geçti... Bir anda kocaman olacak," omzumu öptü.  Canan'ı diğer göğsüme geçirdiğimde Yusuf eğilip başını öptü. Parmağının sırtıyla olmayan saçlarını gülerek okşadı.

"Emir keltoş diyor, abimlerle Kerem de Casper... Kızımızın şimdiden bir sürü lakabı oldu," gülüşü büyüdü. Canan'ın başını tekrar öpüp sevdi.

"Gösteririm ben onlara kızımla dalga geçmek neymiş! Tıkarım vallahi bu sefer içeri. Güzel gördüler ya kıskandılar kızımı, değil mi babam?" Canan göğsümdeki elini havaya savurup başını geri çekti. Uzunca esnedikten sonra tekrar göğsüme yanaştı ama meme ucumu dudaklarına yaklaştırdığımda memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle başını geri çekti.

"Benden pek hoşlanmıyor galiba. Hep bana bağırıyor, bana yüz ekşitiyor bak bozuşacağım kızınla haberin olsun," Yusuf keyifle güldü. 

"Babacı olacak derdim ama Yağız dedesinden hiçbirimize sıra gelmeyecek gibi," yataktan kalkıp beşiğe ilerledi. İçindeki örtülerden birini alıp omzuna serdikten sonra yanıma geri gelip Canan'ı kucağına aldı ve omzuna yatırdı. Belini ovalayıp gazını çıkarttıktan sonra  odanın içinde yürümeye başladı. Canan'ın poposunu pışpışlayıp bir şeyler anlatıyordu.

"Uyudu mu?" dedim dakikalar sonra. Yusuf başını salladı. Ama Canan'ı beşiğine yatırmadı. Dolanmaya devam etti.  İyice daldığına emin olmuş olacak ki yarım saat kadar sonra kızımızı beşiğine yatırdı. Beşiğin başında durup kızımızı izledikten sonra derin bir nefes alıp verdi. 

"Çok güzel... Bizim olduğuna hâlâ  inanamıyorum," huzurla gülümsedim. Ben de onun gibi hissediyordum. Bir buçuk aydır kuvözde kalması, bu küçüklüğü... Sanki hâlâ karnımdaydı. 

"Emzirdiğim halde ben bile inanamıyorum sevgilim," yanıma gelip ellerini yatağa yaslayıp üzerime doğru eğildi. Alnımdan, gözlerimden, yanaklarımdan ve burnumun ucundan öptükten sonra dudaklarıma sesli bir buse kondurdu. 

"Bebeğimiz yıkandığına göre sıra sende," bir kolunu belime sarıp diğer kolunu bacaklarımın altından geçirip beni kucakladı. Hiç itiraz etmedim.  Banyoya girdiğimizde kapıyı kapatmamasını söyledim. Canan'ı duyamamaktan, görememekten endişe ediyordum sürekli. 

Yusuf beni lavabo tezgâhın üzerine oturttu. Dudaklarıma yeniden sokulup bu sefer daha uzun bir öpücükten sonra üzerimi çıkartmaya başladı. O beni soyarken ben de babaannemlerin Canan'ı nasıl yıkadığını anlatıyordum. 

"İlk bir ağladı ama sonra sevdi sanırım suyu, çok sakindi. Babaannemlerde resmen araba yıkar gibi haşur huşur yıkadılar yavrumu." hastanede yıkayamadığımızdan hijyenik bezlerle silmekle yetinmiştik. Sağ olsunlar hastanenin tüm kirini, kokusunu silmişlerdi kızımdan. 

 Beni dinledikçe yüzündeki gülüşü daha da büyüyordu. İç çamaşırlarımla kaldığımda bacaklarıma hemen peşinden karnıma buseler kondurdu. Üstümde kalan son parçaları da çıkarttıktan sonra beni yere indirdi. Duşa kabine geçmeden önce onu soymaya başladım. 

"Karıcığım çok yanlış çok riskli hareketler bunlar," gömleğini omuzlarından sıyırıp köprücük kemiklerinin ortasını öptüm. 

"Kırkımız çıkalı on gün oldu sevgilim ama üzgünüm bu seferlik sadece yıkanacağız..." 

Canan uyanır diye hem hızlı hem de sessiz olmaya çalışarak birbirimizi yıkadık. Yusuf her zamanki gibi saçlarımı tarayıp kuruttuktan sonra odaya geçtik. Canan uyumaya devam ediyordu. 

"Uykun var mı bir tanem?" kendimi yatağa bırakıp gerinerek esnedim. 

"Birazcık," dediğimde ellerimi tutup çekiştirerek yataktan kaldırdı. 

"Önce bir şeyler ye sonra uyuturum seni," gözüm Canan'a kayınca çenemi tutup öptü.

"Uyanmaz, hem bebefon var." komodinin üzerindeki bebefonları hızlıca ayarlayıp bir tanesini yanına aldı. 

"Ama yalnız kalacak," dediğimde şefkatle parladı yüzü. Bebefonu kapatıp komodinin üzerine tekrar bıraktı. 

"O zaman ben bize bir şeyler hazırlatayım burada yiyelim," dediğinde başımı salladım. Başparmaklarını yanaklarımda gezdirip burnumun ucunu öptükten sonra odadan çıktı. Yusuf çıkar çıkmaz beşiğe ilerledim. Aslan almıştı. Onlarda ara ara burada kaldıklarından İzel'in bir beşiği vardı. Oradan aklına gelmiş olacak ki biz hastaneden çıkmadan beşiği halletmişti.

Canan'ın göğsüne parmak uçlarımla dokunup kalp atışlarını hissettim. O atışlar parmaklarıma vurdukça rahatladım.  Güzel yüzünü izledim. Gerçekten dayılarına benziyordu. Dördünde bir şeyler almış gibiydi ama Aslan ve Baran'a benzerliği şimdiden daha baskındı. Emir de huyu aynı ben olacak görürsünüz deyip duruyordu. 

"Aden," Yusuf'un sesiyle sıçrayıp kapıya baktım. Kucağında İzel, yanında Barlas ve Yusuf Ali vardı. Patrişka da aralarından sızıp koşarak yatağa çıkıp yastığıma kuruldu.

"Uyuyor dedim ama dinletemedim beyefendilere," dediğinde göz ucuyla Canan'a  baktıktan sonra yanlarına gittim. 

"Adda birazcık görsek olmaz mı?" diye fısıldayarak konuştu Yusuf Ali. İlk duyduğunda bebeğimizi istemeyen Yusuf Ali şimdi kızımın üstüne titriyordu. Hastanede kaldığımız dönemde de sürekli gelmek istemişti. 

"Çok sessiz olacağız ama tamam mı?" ikisi başını sallayınca İzel'e kaydı gözüm. Başı Yusuf'un omzunda esneyip duruyordu. Barlas'ı kucaklayıp Yusuf Ali'nin elini tutup beşiğe ilerledim. Yusuf, kucağında İzel'e peşimizden geldi. 

Yusuf Ali beşiğin kenarlarından tutup parmak uçlarında yükselip Canan'a baktı. Barlas da pür dikkat izliyordu. İzel göz ucuyla beşiğe bakıp tekrar esnedi ve kollarını Yusuf'un boynuna sarıp yüzünü tamamen omzuna gömdü. Uyku saati gelmişti tabii.

"Abla, bebek güzel," Barlas'ın yanağını öpüp saçlarını geriye doğru taradım.

"Maviş o da bizim gibi," dedim sır verir gibi. Ellerini ağzına kapatıp güldü. 

"Adda, hep uyuyacak mı?" 

"Evet yakışıklım. Bebekler çok uyur," Yusuf Ali iç çekip çenesini de beşiğinin kenarına yasladı. 

"Yarın uyanıkken sevebilir miyiz peki?" dedi hevesle. 

"Seversiniz tabii abim. Ama şimdilik yeter hem bakın İzel de uyudu. Sıra sizde," dedi Yusuf. Barlas hemen esnemeye başlayınca Yusuf Ali oflayıp omuzlarını düşürdü. 

"Ben büyüğüm ama uyumama gerek yok ki," diye serzenişte bulununca güldüm. Sesim biraz fazla çıkınca Canan'a baktım ama neyse ki rahatsız olmuşa benzemiyordu. 

"Nasıl gerek yok bebeğim haydi uyumaya," dediğimde omuzlarını silkip bana yavru kedi bakışları attı ama yemezlerdi. 

"Küçük beyler önden lütfen," dedi Yusuf. Barlas'ı yere bırakınca Yusuf Ali'nin elini tuttu hemen. İkisini sesli sesli öptükten sonra Yusuf onları bırakıp geri geldi. Beşiğin başında sarmaş dolaş bir halde sessizce kızımızı izledik. Göğsü inip kalktıkça rahatlıyordum. 

"Nasılsın?" uzun sessizliği Yusuf böldü. Yanağımı göğsüne sürtüp bakışlarımı yüzüne çevirdim. 

"Yorgun ama keyifli, sen?" dediğimde burnumun ucunu öptü.

"Yorgun ama keyifli," dedi. Çillerimde soluklanıp yeniden burnumu öptü. 

"Sana bir sürprizim var," deyip alnımı öpüp yatağın sağ tarafındaki komodine ilerledi. Cüzdanından bir şey çıkarıp yanıma geri geldi.

"O karmaşa da unutmuştum ama babam hatırlatınca hafta başında başvuru yapmıştım bu sabah geldi," Canan'ın kimliğini çıkartmıştı. Heyecanla kimliği alıp inceledim. Küçücük bir kart insanı mutlu eder miydi? Ederdi... 

"Canan Ahsen Toral... 26 Mart 2028!" derin bir iç çekip gülümseyerek Yusuf'a baktım. Kollarımı boynuna sarıp usulca dudaklarına sokulup uzunca öptüm onu. Nefes nefese ayrıldığımızda terleyen tenimi parmak uçlarıyla sildi.

"Normalde bugün doğacaktı," dediğimde burnunu burnuma sürtüp üst dudağımı ısırarak emdi.

"Civcivimizin yolu erken bitmiş demek ki sevgilim. Erken geldi ama çok güçlü bir kız olacağını da bize kanıtladı," başımı sallayıp alnımı omzuna yasladım. 

"Çok güçlü benim bebeğim," dediğimde ellerini saçlarımın arasında hissettim. Stres yaptığımda saç diplerimde beliren egzamalarımın üzerinde parmaklarını gezdirdi. 

"Sahi burcu ne şimdi bizim parmak kızın?" sessizce kıkırdadım. Bu adamın konuyu evirip çevirip değiştirme hızına bayılıyordum. Üstelik hiç anlamadığı, saçmalık olarak nitelendirdiği bir konuyu merak etmiş olması inanılmazdı. 

"Koç, Simge teyzesi burcunun özelliklerini tüm detaylarıyla inciğini cinciğini araştırıp tek tek listeledi," dudağı keyifle kıvrıldı. Sol kaşını kaldırıp sahte bir merakla bana baktı.

"Peki neymiş özellikler?" 

"Yusuf sen burçlara inanmazsın ki," dediğimde yanağımdan sulu sulu öpüp makas aldı.

"Söz konusu kızımın burcuysa inanırım karıcım. De bakayım neymiş kızımın burcunun özellikleri?" sessiz kıkırtılarımı durduramadım. Uyuyan bebeğin başında böyle kıkırdamaya devam edersek uyanacağını fark edince yatağa geçip birbirimize bakacak şekilde uzandık. 

"Çok enerjik ve coşkulu oluyorlarmış, sonra... Genellikle sıra dışı olup birazcık dik başlı olurlarmış," dediğimde gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Başka?" 

"Lider ruhlularmış ama umursamaz yapıda da olurlarmış bir de fazla kıskançlarmış Simge teyzesi kısaca böyle söyledi," dediğimde "hmmmm," diye mırıldandı. 

"Neyse ki kızım sana çekeceği için endişe etmem gereken bir mesele olmayacak..." dedikten sonra bir anda gözleri iri iri açıldı.

"Ne?" dediğimde başını hayır der gibi salladı.

"Aden'im, güzeller güzeli canım karım kızımız her huyunu alsın tümüyle sana benzesin ama oynak olmasın tamam mı?" derinden bir kahkaha atacağımı anladığım an ağzımı kapattım. Avcumda boğulan kahkahalarımla Yusuf'a baktım ama oldukça ciddi görünüyordu.

"Yusuf kızımız daha bir buçuk hatta iki aylık. Bak aylık diyorum," omzunu silkti. Çocuğuna çok düşkün bir baba olacağından emindim ama kıskançlık krizlerinin sinyallerini bu kadar erken vereceğini tahmin etmemiştim. 

"Biz akrep kadınlarının  geninde var oynaklık sevgilim kızımıza sirayet etmez merak etme,"  gözlerini devirip yanaklarımı çekiştirdi. Elini vurunca parmaklarını çekip kızarttığı yanaklarımı öptü.

"Aden?"  dedi çok hevesli bir sesle. Neyin hevesi olduğunu anlayamadım.

"Hııı?" diye mırıldandım.

"Aramızda uyusa ya," dediğinde "kim?" dedim. Yusuf yüzünü göğsüme gömüp sarsılarak gülmeye başladı. 

"Ay Yusuf yavrumu hemen unuttum ya ben," dedim saniyeler sonra çalışan köşeli jetonum yüzünden. Yusuf sessiz gülüşlerini dindirmeden dudaklarıma asıldı. Uzun ve ıslak dakikaların ardından yanımdan kalkıp beşiğe ilerdi.

"Uyanmış bizim parmak kız," dediğinde hemen ayaklanıp yanlarına gittim. Güzel bebeğim çipil çipil bakan mavi gözleriyle başının üstünde dönen kuş maskotlarını izleyip elini emiyordu.

"Anneciğim azıcık ses çıkarsaydın ya, kıyamam yavruma," Canan'ı kucağıma alıp yatağa ilerleyip bacaklarımı uzatarak oturdum. Yusuf hemen yanıma yerleşip kucağına Patrişka'yı aldı. 

"Babam miskin demekte haklı vallahi, hastanede hemşirelerde çok uslu diyorlardı kızıma," dedim. Yusuf, Canan'ın ayağındaki patikleri çıkarıp mini kayaklarını sevmeye başladı. Parmak yapısı Sema anneye benzeyecek gibiydi. Öyle olursa parmakları ve tırnakları uzun olacaktı. Benim küçük dolma ellerimdense babaannesine benzemesi daha güzel olurdu.

"Sakin, uslu ol ama sesinde çıksın kızım bilelim derdin ne tamam mı can parçam?" Canan elini ağzından çıkarıp esnedikten sonra aranmaya başladı. 

"Acıkmış babası," dedikten sonra Canan'ı emzirmeye başladım. 

Canan emdikçe çıkardığı sesler Yusuf'u mest ediyordu. Hele o minik elini sürekli havaya savurmasını çok seviyordu. İştahla emmeye devam ederken güzel yüzünü izledim. Gözümün değdiği her yanı için dualar ettim. Büyük bir mücadeleyle başladığı bu hayatta karşısına çıkacak her zorlukta onunla olacaktım. Tam yanında elini sıkı sıkıya tutup onunla olduğumu her daim hissettirecektim kızıma. Her zaman sevildiğini bilecek, hissedecekti. 

Canan doyduğunda başını geri çekti. Yusuf hemen ayaklanıp kızımızı kucakladı ve gazını çıkarmak için sırtını sıvazlamaya başladı. O odada kızımızla turlarken ben de biraz Patrişka ile ilgilendim. Göğsüme kurulup patisini dudağıma yasladı. Patisini öptükten sonra tüylerini sevdim. 

Kapı çalındığında Yusuf bir şey demeden iki adımda gidip açtı. Annemler gelmişti. Filiz annemin elinde yemek tepsisi vardı. İçeri girdiklerinde doğruldum. Annem yanıma gelip tepsiyi kucağıma bıraktıktan sonra Patrişka'yı göğsümden aldı. Şaşkın sayesinde artık hayvanlarla arası daha iyiydi. 

"Bir sorun var mı oğlum?" dedi Sema anne. Yusuf'un yanında durmuş Canan'ın çıplak ayağını seviyordu.

"Yok anne çok şükür," dedi Yusuf.

"Analarım otursanıza," dediğimde annemler bana bakıp  güldüler. Yatağa oturduklarında ben de yemeğimi yemeye başladım. Biz annemlerle konuşurken Yusuf kızımızın altını temizleyip uyutmak istedi ama Canan'ın pek uyumaya niyeti yoktu. Tabii Yusuf'un canına minnetti. Pencerenin oradaki koltuğa oturup kızıyla aşk yaşamaya başladı. Ben de onları seyre daldım. Annemlerin dediklerine sadece "hı hı," diye tepkiler veriyordum. 

Kapı bir kez daha çaldığında "girin," diye seslendim. Kerem içeri başını uzattığında ona kocaman gülümsedim. 

"Gel fındık kurdum," dediğimde içeri girdi. Bir şey demeden yanıma gelip yanağıma kocaman bir buse kondurduktan sonra nasıl olduğumu sordu. Ona cevap verdikten sonra Yusuf'un yanına gidip Canan'ı kucağına aldı. Kızımın elleri ayakları birden hareketlenince Kerem güldü.

"Sevdi beni," dediğinde Yusuf sarı saçlarını karıştırıp öptü. İlk defa bugün eve geldiğimiz ilk zamanlarda kucağına alma şansı bulmuştu herkes.  İlk bağlar bugün atılmıştı bir bakıma. Belki de o yüzden babamın kucağında olmayı daha çok seviyordu Canan. Benim ve Yusuf'un dışında onu kucaklayan tek insan babam olmuştu geride bıraktığımız bir buçuk ayda. 

"Bu arada Baran abimler yarım saate buradalarmış," dedi Kerem. 

"Sabah geleceklerdi," dedi Zümrüt annem. Kerem omuzlarını silkip Canan'ı sevmeye devam etti.

"Aşağı inelim en iyisi, Canan'ın da uykusu yok. Biz burada babamlar, dedemler aşağıda olmaz," dediğimde herkes onayladı. 

Aşağı indiğimizde Canan ilk dedemlerin sevgisine maruz kaldı. Onlardan babaannemlere oradan da Sefa babanın kucağında sefasını sürmeye devam etti Canan kız. Sefa babanın hemen yanında da Haydar abi oturmuş ikisi birden kızımı severlerken babam çatık kaşlarıyla onlara bakıyordu. 

"Baba," deyip yanına oturdum. Beni hemen göğsüne çekip kolunu omzuma sardı. 

"Kıskanıyorlar beni bak gözüme sokarak seviyorlar torunumu. Canan en çok beni seviyor ya çekememezlik hemen başladı," gür bir kahkaha koptu dudaklarımın arasından. 

"Senden fırsat bulamadılar ki bırak sevsinler biraz onlarında torunu," dediğimde bana memnuniyetsiz bakışlar attı. Uzanıp yanağından öpüp yeniden göğsüne yerleştim. Saçlarımın üstünü öpüp kollarını sıkıca sardı. Gözümde patlayan flaşla bir an gözlerim kamaştı. Başımı sağıma çevirdiğimde Güneş'i gördüm. Analog fotoğraf makinesi her zamanki gibi elindeydi. 

"Çok güzeldiniz, çekmem lazımdı..." dedi. Sonra Sefa babanın kucağından Canan'ı alıp yanımıza geldi ve babamın kucağına bıraktı. İzel ilk doğduğunda da babamla bir sürü fotoğraflarını çekmişti. Sıra Canan'daydı.

"Üçünüzü de çekeyim," dediğinde babam halinden fazlasıyla memnun bir halde güldü. 

Güneş dakikalarca fotoğrafımızı çekti. İzel uyanınca Aslan aşağı indirdi. Onu da kucağımıza alıp fotoğraf çekinmeye devam ettik. Sonra diğerleri de katıldı yanımıza. Güneş hiç durmadan fotoğraf çekerken Emir makineyi elinden alıp Güneş'i bize doğru itekledi. Fotoğraf çekinmeye devam ederken ilk ses Canan'dan geldi. Sıkılmış olacak ki yaygarayı kopardı. İzel de hemen ona ayak uydurunca evdeki ses desibeli çok hızlı bir şekilde arttı. 

"Eyvah eyvah bunlar şimdiden böyle iş birlikçi olacaksa ileride neler olur kim bilir!" dedi Doğu eğlenen bir halde. 

Ben Canan'ı, Bejna'ysa İzel'i kucaklamış sakinleştirirken Doğu'ya ters bakışlar attık. Canan, İzel'den önce susup esneyerek ellerini savuşturduğunda Yusuf yanıma gelip Canan'ı kucağına aldı. 

"Ben uyuturum karım," dedi. Canan'ın boynuna sokulup huzurla soluklandı. Odaya yeniden çıkacakken Baran ve Simge geldi. Bizim yüzümüze bakmadan bebeklere yöneldiklerinde güldüm. Canan ve İzel uykuları olduğundan kimseye yüz vermeyince tıpış tıpış yanımıza geldiler. Onlarla da biraz vakit geçirdikten sonra izin isteyip odaya çıktım. Yusuf göğsünde Canan'la yatakta uzanmıştı. Patrişka da bacaklarının üzerindeydi.  

"Uyudu mu?" yatağa ilerleyip yanlarına uzandım. 

"Tam dalmadı," dedi sessizce. Yanlarına iyice uzanıp başımı Yusuf'un omzuna yasladım. Elimi kızımın sırtına yaslayıp usulca sıvazladım. Yusuf başımın üstüne dudaklarını bastırıp yanağını başıma yasladı. 

"Çok farklı bir şey değil mi?" dedi Yusuf. Yanağımı omzuna sürtüp Canan'ın başını okşadım. 

"Çok... Sevginin kıymeti, değeri neymiş daha iyi anladım kızımla," başımı yeniden öptü. Sarıldığım kolunu havaya kaldırıp beni de göğsüne yatırdı. Solunda ben sağında kızımız... İkimizi sarmalayıp önce kızımızın başını sonra da benim başımı öptü.

"Uyu sen de haydi, ben de kokunuzla huzura ereyim..." dediğinde başımı kaldırıp çenesini öptüm. 

Yıllar önce hayalini kuramadığım bir gerçeğin tam ortasında kendi hikayemin başrolüydüm. Başımın altındaki göğüs benim evimdi, elimin altındaki can benim hayatımdı. Küçükken istediğim sevgi dolu o aileyi şimdi kendi ellerimle inşa ediyordum. Kaderin doğduğum ilk gün bana çizdiği yol şans mıydı şanssızlık mıydı bilmiyordum. Bildiğim, emin olduğum tek şey Yusuf yine benim evim olurdu. Belki yirmi birimde değil de on yedimde belki yedimde aşık olur, severdim Yusuf'u... Ama biliyordum ki ben yine bu kolların arasında yine kızımla olurdum. 

"Yusuf," dedim uykuya karışan sesimle. 

"Yusuf'un canı," dedi aynı sesle. Nefesi alnıma vuruyordu. 

"O mayıs akşamında iyi ki içmişim seninle rakıyı..." gülüşünü hissettim. Dudaklarını alnımın kıyılarında gezdirip güçlü bir nefes çekti ciğerlerine.

"Hayır diyeceksin diye ne korkmuştum ama bir bilsen," dediğinde kıkırdadım. 

"Sana hayır demek ki? Çarpılırdım vallahi," gülüşüyle göğsü sarsıldı. Çenesini alnıma yaslayıp belimi saran elini yüzüme çıkarıp baş parmağıyla yanağımı sevdi.

"Yusuf," dedim bir kez daha.

"Yusuf'un canı, güzeli, her şeyi..."  başımı kaydırıp yüzüne baktım. Gözleri mavilerime düştü. Yanağıma dökülen uzamış perçemlerimi okşadı. 

"Seni seviyorum... Çok seviyorum sevgilim,"  burnunu saçlarıma sayayım dudaklarını alnıma yasladı. 

"Ben de güzelliğim. Canımı, Canan'ımı çok seviyorum...

Gece ara ara uyanıp Canan'ı emzirdim. Yusuf ben her uyandığımda uyanıp ben emzirdikten sonra Canan'la ilgilendi. Son uyanışımdan sonra Yusuf ve Canan yeniden uyusa da ben uyuyamadım. Yataktan yavaşça kalkıp ince sabahlığımı giyinip odadan çıktım. Sürekli emzirdiğimden herhalde sürekli acıkıyordum ama öyle aman aman bir iştahımda yoktu. 

Mutfağa indiğimde ankastrenin ışığını düşük ayarda açtım. kendime ekmek arası hazırlayıp meyve suyu doldurdum.  Masaya oturup yemeğe başlayacağım an mutfağın ışığı açıldı. 

"Aden," babamdı. Yanıma gelip elindeki boş sürahiyi masaya bıraktıktan sonra yüzümü avuçladıktan sonra şakağımdan öptü.  

"Doyacak mısın onunla?" dediğinde elimdeki ekmeğe baktım. Yiyemem diye küçük parçaya peynir zeytin sıkıştırmıştım. 

"Doydum bile ama sen sanki kendin bir şeyler yemek için beni bahane ediyorsun," başını sallayarak güldü.

"Kırayım bir yumurta içine de eritme peynir?" 

"Ay baba can evimden vurdun şu an. Dedemin getirdiği peynirle yap ama tamam mı? Ben de hemen bir paşa çayı yapayım," babam gülerek başını sallayıp tekrar öptü başımı. 

"Sen bana böyle baba diyorsun ya ölsem gam yemem be kızım," yüzümdeki ellerinin üstüne ellerimi yasladım. Yüzümü çevirip avcunu öptüm. 

"Ölüm falan yok baba... Daha benim civcivi büyüteceğiz, dede dede diye peşinden koşacak şimdiden hazırla sen kendini," gülüşü büyüdü. Alnımı öpüp saçlarımı okşadı. 

"Kurban olurum ikinize, güzel ömürleriniz olsun..." 

Babam yumurtayı yaparken ben de paşa çayı demledim. Ekmekleri de ısıtıp babam sevdiğinden domates salatalık doğrayıp üzerinde zeytinyağı gezdirdim. Masaya tabağı bırakıp çay doldurdum. Babamda tavayı ortaya bırakıp ısınan ekmekleri alıp yanıma yerleşti. Hızlıca ekmeği bölüp yumurtaya bandırdım. Uzayan peyniri çatalımla kesip ekmeği ağzıma attım. Ağzım yanınca çarpılmışa döndüm ama bu yumurtaya değerdi.

"Yavaş babam yakacaksın kendini," dedi babam. 

"Çok güzel olmuş ellerine sağlık baba," dedim dolu ağzımla. 

"Afiyet bal şeker olsun, yarasın babam," gülerek beni izliyordu. 

Karnımızı doyurduktan sonra el birliği ile mutfağı toparladık. Sonra babam bize kahve yaptı. Mutfağın oturma köşesinde hem sohbet edip hem kahvemizi içiyorduk. Benim kahvem bol sütlü ve şeker yerine ballıydı. Tuhaf  bir aroma olmuştu ama güzeldi.  Kendi deneyimlerini, zamanında annemle birlikte beş çocukla nasıl baş edebildiklerini anlatıyor arada da sorularıma cevap veriyordu. 

Kahvesi her zamanki gibi uykumu getirince fincanı pencerenin kenarına bırakıp babama yanaştım. Kollarımı kolunu sarıp başımı omzuna yasladım. Diğer elini ellerimin üstüne yasladı. 

"Abimlere benziyor," dediğimde güldüğünü işittim. 

"Mantıksal olarak direkt bana benziyor,"  dudaklarım kıvrıldı. 

"Bence en çok seni sevecek," dediğimde başımın üstünde dudaklarını hissettim. 

"Aramızda kalsın ben de en çok onu seveceğim," dediğinde gerçek dediğinin, samimi olduğunun farkındaydım.

"Aslan duymasın vallahi topa tutar beni," karşılıklı gülüşüyorduk. 

"Bir halt yapamaz. Hem İzel'imde ilk göz ağrım. En sevdiğim, en kıymetlim ama Canan kız ellerime doğdu. Onunla farklı bir bağım var... Hem ne demişler dedelerin kalbi geniş olur, kim bilir daha kaç tane torunum olacak?" lafı anında çevirmesine kıkırdadım. 

"Çok olacağı kesin," dedim.

"Olsun tabii. Kalabalık aile güzeldir," dediğinde güldüm. Sohbetimiz devam ederken konumuz dönüp dolaşıp Canan'a geliyordu.  Bir süre sonra susup sadece babamı dinledim. 

Onunla böyle rahatça konuşabilmek, içimden geldiği gibi dolu dolu baba diyebilmek çok güzeldi. Sanki tüm yüküm kalkıp gitmişti. Evlat olmanın ne olduğunu, insanın bir babası olmasının ne denli kıymetli olduğunu babama baba dedikçe daha iyi anlıyordum. Tüm yarımlıklarım tamamlanmış, boşluklarım dolmuştu.

"Baba," dedim. Başını hafifçe bana döndürdü. "Hımm," diye mırıldanınca uzanıp yanağını öptüm. 

"Hep yanımda ol olur mu?" yanağını başıma yaslayıp elimi sıkıca tuttu. Derinden soluklanıp usulca gülümsedi.

"Ömrüm yettiğince hep seninle, yanımda olacağım kızım. Birbirimizden uzakta geçirdiğimiz tüm yılların acısını çıkaracağız," dedi. Bu sefer omzunu öpüp koluna sardığım kollarımı çözüp beline sarıldım. 

"Baba..." aldığım nefesleri gürültüyle bırakıp çenemi omzuna yasladım. Merakla ne diyeceğimi beklediğinin farkındaydım. Uzanıp yanağını bir kez daha öptükten sonra tüm cesaretimle konuştum.

"seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?" dudakları genişçe kıvrıldı. Burnunu çektikten sonra kıvrılan dudaklarını birbirine bastırıp bana döndü. Gözlerinden usulca akan yaşları görünce burnumun direği sızladı. Beline sardığım kollarımı çekip  titreyen parmaklarımla gözyaşlarını sildim. Anne olduktan sonra daha da duygusal birisi olup çıkmıştım. Onunla ağlamaya başladığımda sonunda babasına kavuşan küçük Aden'de ağlamaya başladı.

Bir çocuk anne ve babasından en çok sevildiğini duymak isterdi. En azından ben hep bunu duymanın hayalleriyle yaşardım küçükken. Annem hep derdi ama baba bildiğim adamdan bir kırıntı büyüklüğünde bile olmayan umutla sevildiğimi duymak için neler vermezdim o çocuk aklımla. O adamdan beklediğim o iki kelimeyi  gerçek ailemden, gerçek babamdan ilk duyduğumda yaşadığım sevincin, kalbimin çarpıntısının ne denli kıymetli ve özel olduğunu biliyordum ve bu yüzden onu şimdi çok iyi anlıyordum. Diğer çocuklarından duyduğu o iki kelimeyi benden duymanın onun için ne denli kıymetli olduğunun farkındaydım.

"Seni çok seviyorum baba. Çok, çok, çok seviyorum..." titreyen dudaklarıyla gülümsedi. Gözyaşları akmaya devam ediyordu. Beni göğsüne çekip sıkıca sarıldıktan sonra başımın tepesine peş peşe buselerini kondurdu. Derin, çok derin bir nefes alıp verdikten sonra şükretti.

"Biliyorum kızım... Ben de seni çok seviyorum..."

* * *





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERHABA!

ADEN 94. BÖLÜM SONSUZ SONLAR / FİNAL

ADEN 1. BÖLÜM KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER