GÜLLERİN AĞITI 13. PERDE
SELAMLAR
Wattpad ve Hikayelerle ilgili gelişmeler için İnstagram ve twitterdan takipleşelim arkadaşlar.
İnstagram: yaren.dilan_
Tvitter: yarenikom (instagram bio da link var)
***
BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUMMMM
04.10.2024
KEYİFLİ OKUMALAR
GÜLLERİN AĞITI 13. BÖLÜM
"PERDE"
Ve sonra perde aralandı.
Gölgeler aydınlıkta, gerçekler karanlıkta yitti.
7 EKİM 21:55 / İstanbul
Ev dağınıktı. Ferah; yatak odasının ortasında, ağızları açık içinden bir şeyler fırlamış kutulara nefretle bakıp oflayarak gardırobunun önünde yere oturup başını yatağına yorgunca yasladı. Bulgaristan'dan döneli saatler olmuştu ama ne uyuyabilmiş ne dinlenebilmişti. Aklında sonsuzluk duvarına çarpıp duran sorular dönüp dururken kendisini evi toparlayarak oyalamaya çalışıyordu ancak bunda pek başarılı olduğu söylenemezdi. Şimdi annesi ve halası yanında olsa işi çoktan bitmişti ama yalnızdı. Artık kendi evinde bir başınaydı ve ev işleri yapmaktan nefret ederdi.
"İş başa düştü Feri!" komodinin üzerindeki telefonunu alıp sadece Karedeniz ezgilerinin olduğu çalma listesini rastgele çalıştırıp en yakınındaki koliyi kendine yanaştırıp içinden çıkan eşyaları yerine göre ayırdı. Biri bitti, diğerine geçti. O bitti başka koliye geçti. Geçen iki saatin sonunda yorgunlukla esneyip gerindi. Uyuşan poposunu yerden kaldırıp bedenini esnetti. Komodinin üzerindeki telefonunu alıp mutfağına doğru ilerledi. Buzdolabının üzerine astığı listeden Çin restoranının numarasını çevirip kendisine yemek söyledi. Yapmaktan nefret ettiği tek şey sadece ev işleri değildi. Yemek yapmaktan da haz etmezdi. Bilirdi ama yapmazdı.
Dolaptan sade soda çıkarıp içerek salona yöneldi. Ana ışığı açmak yerine küçük abajuru yakıp geniş salonu kısık bir ışıkla aydınlattı. L koltuğuna yayılıp sodasını içecekken gözü perdesiz pencerelerine takıldı. Onları da henüz takamamıştı. Tüm ailesi selvi gibi upuzunken o 1,68 cm boyuyla kalakalmıştı.
"Bir de uzun kadın mı olur diye kızlarla dalga geçerdin Feri. Oh olsun sana!"
Koltuğa yayılmadan önce pencereye yanaştı. İstanbul'un eski semtlerinden birinde artık tarihi eser sayılacak bir apartmanın üçüncü katında yaşamak ona muazzam bir boğaz manzarası hediye etmişti. Daha modern, daha büyük yeni evlerde de yaşayabilirdi ama bu evi gördüğü ilk an yaşamak istediği evin burası olduğuna karar vermişti.
Boğaz durgun ama ışıl ışıldı. Sahil boyunca yan yana dizilmiş mekanlar kepenklerini henüz indirmemişti. İç çekerek dışarıya bir göz atıp pencere önünden çekilecekken sokağın ilerisindeki arabayı fark etti. Arabayı ilk defa görüyordu. Neredeyse iki haftadır burada yaşıyordu ve sokağında kim yaşar, kim ne kullanır nerede çalışır biliyordu. Bu araba bu sokağa yabancıydı ama üstünde durmadı Ferah. Misafirdir deyip koltuğa gidip yayıldı.
Yemeği geldiğinde alışkanlıktan hızlı hızlı yiyip odasına geri döndü ve bugün için boşaltmayı düşündüğü son koliye ilerledi. Ivır zıvır dolu olan koliyi oflaya puflaya iteleyip çalışma odasına götürdü. Koridorun yanan ışığı odayı aydınlattığından lambayı açmadı. Dizlerinin üzerinde eğilip kolinin içindekileri çıkartıp gelişi güzel bir yerlere bıraktı. Hiç açılmamış ajanda ve kalemlerini alıp yere bıraktığı sırada karşısına çıkan çerçeve ile duraksadı.
Omuzları düştü, dudakları titredi. Buz kesen elleriyle çerçeveyi tutup uzun bir iç çekişle koliden çıkardı. Yıllar önce Artvin'deki dede evinde çekilen bir fotoğraftı. Tüm kuzenler evin yan kapısındaki merdivenlerde dizilip çekinilmişti. Fotoğraf çok güzel olduğundan birden fazla çoğaltılmış her aile evinde yerini almıştı. Dizleri onu daha fazla taşıyamayınca geriye doğru düşercesine oturdu. Dizlerini kırıp kollarını yasladı ve elinde tuttuğu çerçeveyi uzun uzun izledi. Hayatın gerçeklerinden uzak, ailelerinin onlar için yarattığı harikalar diyarında her şey güzel olduğu zamanlardan bir hatıraydı. O harikalar diyarının özetiyse elinde tuttuğu bu çerçeveydi.
Çerçevede dolanan gözleri Peri ve Uzay'ın ortasında sıcacık gülüşüyle kendisine bakan Dünya'da takılı kaldı. Hissettiği huzursuzluk yüreğini titretti. Ağırca kalktı. Koridorun ışığını kapatmadan yatak odasına gitti. Elinden bırakmadığı çerçeveyi göğsüne yaslayıp yatağına uzandı. Gözlerinden damlayan birer damla yaş şakağından saç diplerine sızdı.
Yatağında yan dönüp perdesi olmayan pencereden dışarıyı izledi. İç çekişleri yavaşlayıp nefesleri düzene girdi. Çerçeve hâlâ göğsünde uyuya kalmadan önce "az kaldı Dünya," diye fısıldadı.
"Az kaldı..."
Ferah sabah erken uyandı. Ilık bir suyla duş alıp bir şeyler atıştırıp hazırlandı. Evden çıkmadan önce tüm gece göğsüne yaslayıp uyuduğu çerçeveyi komodinin üzerine güzelce yerleştirdi. Eve dönerken alacaklarını şimdiden aklına not ettikten sonra evinden ayrıldı. Apartmandan çıktığında bir haftadır olduğu gibi onu kapıda Cem karşıladı.
"Günaydın sayın savcım." Ferah başını sallayıp Cem'in kendisi için açtığı kapıya yöneldi. Koltuğa yerleşmeden önce "günaydın," dedi. Yola çıktıklarında Ferah telefonundan mesajlarını ve maillerini kontrol edip dışarıyı izlemeye başladı. Sabahın grisinde dalıp gittiği trafik Cem'in ona attığı kaçamak bakışları fark etmesini engelledi.
Adliyenin otoparkına geldiklerinde Cem hızlıca park edip arabadan indi ve Ferah'ın kapısını açıp hazır ola geçti. Ferah arabadan indi, güneş gözlüğünü takıp etrafa bakındı. Öne iki adım attığında Cem kapıyı kapadı ve korumakla görevli olduğu kadının bir adım gerisinde durarak onu kanatlarının altına aldı. Peş peşe yürüdüler. Ferah arkasında Cem'in varlığını hissederek adliyeye girdi. Kendisine selam veren herkese aynı ciddiyet ve mesafeyle karşılık verip odasının olduğu bloğa geçiş yaptı.
"Geçen hafta adliyenin girişinde duruyordun. Şimdi koridorumda mı dikileceksin?" dedi Ferah, Cem'in adımlarını duymaya devam ederken.
"Odanıza girdiğinizde çekileceğim efendim." adımları durdu. Arkasını dönüp Cem'e baktı. Sıkıntılı bir nefesle gözlüğünü çıkardı.
"Adliyeye girdikten sonra dur lütfen. Peşinde sürekli korumasıyla gezen birisi olarak anılmak istemiyorum." Cem ellerini önünde birleştirip etrafını kolaçan etmeyi ihmal etmeden Ferah'ı cevapladı.
"Benim görevim sizi korumak efendim." dediğinde Ferah gözlerini devirip dudaklarını birbirine bastırdı. Onu adliyenin içinde görmek istemiyordu. Deli damarı inat edince ediyordu işte. Arkasında sürekli bir adamın varlığına henüz alışamamıştı.
"Koridorumda ya da odamda durmana gerek yok. Burası adliye, içeride de dışarıda da bir sürü kolluk kuvveti mevcut." dediğinde Cem'in mavi gözleri karşısındaki kadının siyah gözlerinde kenetlendi. Uzun kıvrık kirpikleri ok misali uzanırken derin ama baygın bakışların bu kadına bambaşka bir hava kattığını kabullendi. Dikkatinin dağılmasına izin vermeden omuzlarını dikleştirip bakışlarını yeniden koridorda dolandırdı ve bir gerçeği dile getirdi.
"Yakın tarih, makam odalarında şehit edilen savcılarımızla dolu efendim."
Ferah duyduğu sözlerin ardından yutkundu. Yüzüne çarpan gerçek dilini birbirine doladı. Cem doğru söylüyordu ancak daha adam akıllı bir dava bile alamamışken korunmak saçma geliyordu. Ancak bir şey diyemedi. Demesine de gerek kalmadan ikisinin arasına başka birisinin sesi sızdı.
"Ferah savcım günaydın. Yusuf Başsavcım sizi makamında bekliyor." Ferah hızlı bir soluk alıp silkelendi ve ani bir manevrayla soluna dönüp Yusuf Toral'ın özel kalem müdürüyle göz göze geldi.
"Günaydın Reber Bey. Benimki iş başı yapmadı mı hâlâ!" dedi sinir bozucu bir gerginlikle. Reber yan gözlerle Cem'e bakıp hafifçe öksürerek boğazını temizleyip yılların alışkanlığıyla ellerini arkasında birleştirdi.
"Yaptı savcım, masasına yerleşiyor. Lakin Yusuf Başsavcım sizi bizzat benim çağırmamı istediğinden ben geldim." Ferah uzun bir nefes alıp yüzünü kaşındıran saçını kulağının arkasına iliştirdi.
"Benimkine söyle odamda beni beklesin." deyip çantasından odasının anahtarını çıkarıp Reber'e uzattı.
Reber anahtarı alıp başını salladı. Ferah arkasını dönüp gidecekken Reber'in gözleri Cem'e takıldı. Onun hareket etmediğini görünce "savcım," deyip Ferah'ın ona dönmesini sağladı. Eliyle Cem'i gösterip "sizi derken ikinizi kastetmiştim. Başsavcım Cem ba... Cem Bey'i de istedi." Ferah çatık kaşlarıyla karşısındaki adamlara baktı.
"Cem ba?"
"Bey. Cem Bey! Dilim sürçtü sayın savcım. Ne yaparsınız yaşlandım artık." Ferah karşısındaki adamın kıvırmalarını bayık gözlerle izleyip gözlerini devirdi. Karşısındaki adamı yıllardır tanırdı. Reber adliyelerin tozunu yalayıp yutmuş bir adamdı. Basit dil sürçmeleri asla onluk değildi. Havada gezinen kokuları çoktan duyumsamıştı ama şüphelerini bir kez daha kendine sakladı.
Agresif bir tavırla "emekliliğe ayrılın o zaman Reber Bey. Atanmayı bekleyen bir sürü dinamik genç insan var." dedi.
Ferah'ın sözlerinin ardından Reber ve Cem birbirine baktı. Cem dudaklarını birbirine bastırıp Reber'e boş ver dercesine başını salladı. Ferah bir kez daha arkasını dönüp koridorun diğer ucuna yürürken Reber asılan suratıyla arkasından söylendi.
"Dua et sadece yaşlısın dedi. Ana bacı da sövebilirdi." Reber, Cem'e ters ters bakıp sabır dilendi. Genç adamın savcının arkasından koşar adımlarla ilerlediğini izledikten sonra elindeki anahtarı yerine teslim etmek adına hareketlendi.
Kendi odasının yanındaki odaya girdiğinde odadakiler onu saygıyla selamlayıp işlerine döndüler. Reber elindeki anahtarı sallayarak masasına hâlâ yerleşememiş olan yeni yetme memura ilerledi. Kendisinden neredeyse on beş, yirmi santim kadar uzun, yaşına göre iri yarı olan çocuğu istemsizce yeniden inceledi. Takım elbisesinin içinde oldukça rahat görünüyordu. Kısa saçları özenli, yüzü tertemizdi. Kara yağız bir delikanlıydı. Yüzü kadar kendisi de temiz olacak ki elindeki sarı bezle masasını itinayla siliyordu.
"Öğlen oldu be genç. Alt tarafı sandalyeye oturup bilgisayarı açacaksın!" genç memur yanına gelen Reber'e döndü ve yeniden selam verdi.
" Bırak şimdi elindekileri. Ferah savcı geldi. " dediğinde genç adam elindeki bezi iki ucundan açıp çok hafifçe silkeleyip özenle katladıktan sonra nizami bir şekilde masasının üzerine bıraktı.
"Bıraktım müdürüm."
Reber, bir gence bir de masanın üzerine bırakılan beze baktı. Şu an ne yaşadığını sorgulamak istedi lakin o kadar zamanı yoktu. Başıyla dışarıyı işaret edip odadan çıktı. Ferah'ın odasının önüne hızlı adımlarla ilerleyip arkasından onu takip eden gence döndü. Genç yüzünde hevesli ama bir o kadarda çekingen bir ifadeyle ona bakıyordu. "Adın neydi senin?"
"Şahin Şensoy müdürüm." Reber başını sallayıp nefeslendi. Elindeki anahtarı Şahin'e uzatıp "odanın anahtarı," dedi. Şahin anahtarı alıp kapıya yöneldiğinde elini öne uzatıp onu durdurdu ve çatılan kaşlarıyla ona baktı. Bakışlarındaki ikaz netti ama dile getirmekten de geri durmadı.
"Savcım girsin odada beklesin dedi ama sen girme. Burada o gelene kadar bekle." Reber'in sözleri Şahin'in yüzünde şaşkın, anlamsız bir edaya neden oldu.
"Girmeyeyim mi? Ama Ferah savcım girsin demiş müdürüm," dedi yüzündeki şaşkınlığı sesine de yansıtan Şahin.
Reber bıkkın bir solukla alnını ovaladı. Adını sanını aklında tutamadığı bu yeni kuşağın yeni yetmelerine lafı uzun uzadıya anlatmak onun için artık yorucu bir işti. Ancak başka bir yolu da yoktu. Sakince soluklar alıp uzun uzun içinde tutup bıraktıktan sonra Şahin'e kim olduğunu ima eden bakışlarıyla omuzlarını dikleştirdi.
"Dediğimi yap. Sorgulama!"
"Ama savcım odada beklesin demiş ya müdürüm. Ben gireyim en iyisi," Reber dudaklarını birbirine bastırıp alnını yeniden ovaladı. İlerleyen yaşının getirdiği huysuzluk kendini belli etmeye başladı.
"Gir tabii. Otur makam koltuğuna, hatta ayağını da masaya uzat. Oh mis. Çayda söyleyeyim mi ha paşam?"
Şahin başını sağa sola hızlıca sallayıp yutkundu. Dudaklarını aralayıp kapadı, aralayıp kapadı. Sonunda yeniden yutkunup "yok estağfurullah müdürüm. Ben yani... Savcım odada beklesin demiş, siz de böyle diyorsunuz ya ben ondan bilemedim." dedi. Reber burnundan soluyup bakışlarını uzun koridorda dolaştırıp ellerini ütüsü bozulmamış kumaş pantolonun ceplerine yerleştirip Şahin'e bir adım yaklaştı.
"Ferah savcım gelmeden girme odaya. Dediğimi yap sorma, sorgulama. Bekle. Savcım geldiğinde seni burada bulsun. O olmadan sınırlarına girmediğini görsün. Anladın mı?" Şahin hızlı hızlı başını sallayıp ürkek bir bakışla gülümsedi. O gülümsemesinde bir teşekkür saklıydı.
"Haydi hayırlı uğurlu olsun ilk günün." Reber, Şahin'in omzuna peş peşe vurup kendi odasına doğru yol alırken Şahin elinde odanın anahtarı şaşkın bire halde Ferah'ı beklemeye koyuldu.
***
Ferah, Cem'in kendisine yetişmesine müsaade etmeden geldiği odanın kapısını çalıp içeriden komut beklemeden kapıyı araladı. "Başsavcım?" dediğinde Yusuf Toral'ın bakışları onu buldu.
"Gel kızım."
Ferah odaya girip kapıyı kapattı ancak aynı saniyede kapı yeniden çalınıp açıldı ve içeri Cem girdi. "Sayın başsavcım." diyerek selam verip Yusuf'un karşısında ellerini önünde birleştirip dik bir şekilde durdu. Yusuf karşısındaki ikiliye bakıp eliyle önündeki koltukları işaret etti.
"Oturun." Ferah ikiletmeden masanın sağında kalan koltuğa oturduğunda Cem'de karşısına yerleşti. Yusuf numaralı yakın gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktıktan sonra bakışlarını ilk önce Ferah'a değdirdi.
"Çocuklar nasıldı?" dedi Yusuf. Uzun zamandır aklının büyük bir bölümü çocuklardaydı. Ne yapıyorlardı nasıllardı kendi gözleriyle görmediğinden duyduğu hiçbir şey onu tatmin etmeyecekti ama sormaktan da geri duramazdı.
"Sandığımdan daha iyiler. Uzay ve Dağhan beklediğim gibiydi gerçi ama diğerleri de ayak uydurmuşlar onlara. Canan da fazlasıyla temkinli ve dikkatli." dedi Ferah ama Canan ile ilgili bazı gözlemlerini kendisine sakladı. Ortalığı şimdilik karıştırmaya niyeti yoktu.
"Anlatın bakalım en başından neler oldu?"
Ferah; Canan ve Şafak'ın, Magnus denilen adamla restorandaki buluşmalarından başlayarak önemli yerleri harfi harfine anlattı. Saklandıkları eve gittiklerinde karşılaştıkları manzaradan, kim olduklarına dair her şeyi anlattı.
"Dönüş için arabaya geçtiğimizde Canan yeniden yanıma geldi. Bana Şafak'ın öz annesinin Güzin Yarkın olmadığını söyledi..." Ferah, Yusuf'un ifadesinde bir değişim görmeyince "ama siz bunu elbette biliyordunuz," diyerek lafını tamamladığında Yusuf başını ağırca salladı.
"Tipoloji bilen herkes o ikisinin anne oğul olamayacağını anlar." Ferah'ın bakışları anında Cem'e döndü. Büyük gözlerini kırpıp Cem'e şüpheyle baktı.
"O ikisi? Şafak'ı gördün tamam ama Güzin'i de tanıyorsun sanırım." Cem dudaklarını büküp omuzlarını silkti. Takım elbisesi içerisinde pek rahat olamadığını belli edercesine başını sağa sola eğip Yusuf'a bir bakış atarak konuşmaya başladı.
"Hafızam güçlü diyelim. Yıllar önce tüm ülke bu ailenin skandallarıyla çalkalandı sonuçta. Güzin Yarkın unutulmayacak kadar güzel bir kadın. Ve öyle bir kadından Şafak gibi bir adam... Ya ikinci bir kadın söz konusu ya da evlatlık. Ama biz zaten ikinci bir kadın olduğunu biliyoruz." Cem'in kendinden emin duruşu ve sesindeki ben her şeyi biliyorum ibaresi içini gıcıkladı Ferah'ın. Nefesini burnundan verip bakışlarını kaçırıp yeniden Yusuf'a baktı.
"Doğru. Söz konusu ikizlerde Şafak'ın annesinden olma kardeşleri." dedi. Yüzünü okşayan saçını alışkanlıkla kulağının arkasına itiştirip sıkıntıyla yeniden nefeslendi. Yaşananları, konuşulanları aklının süzgecinden tekrar tekrar geçirip eksik bir noktanın kalmadığına emin olduktan sonra soru dolu bakışlarını Yusuf'a çevirdi.
"Yarkın ailesinin o üç aile ile tek ilişkisi yasadışı, illegal iş ortaklığı olamaz. Şafak, Magnus denilen adama verdiği gözdağıyla bundan çok daha fazlası olduklarını belli etti bence. Kaldı ki İlknura denilen kadın onlardan ve kuzenler bir de Şamil Kuznetsov denilen adam var. Şafak'ın kan kardeşi..."
Yusuf masasının üzerinde birbirine bağlı şekilde yasladığı ellerini çözüp arkasına yaslandı. Masanın üzerindeki dolma kalemini alıp parmakları arasında gezdirmeye başladı. Karşısındaki ikilinin dudakları arasından çıkan her kelimeyi harfi harfine aklına yazıyordu.
"Gözdağı vermekle kalmayıp gözünü de eline verdi," dedikten sonra küçük bir es verip yan gözlerle çok kısa bir an Ferah'a baktıktan sonra yeniden Yusuf'a döndü Cem.
"Şafak Yarkın, kızınıza karşı fazlasıyla korumacı ve sahipleniciydi başsavcım. Bir de Ferah savcımın anlattığı olaylardan sonra ilk açıklamayı Canan Hanım'a yapma arzusu ve kendini aklamak istercesine çırpınması dikkat çekiciydi," dedi.
Yusuf'un kulakları bir kurt edasıyla dikildi. Rahat tavrında kimse anlamasa da bir sallantı oldu. Ağırca yutkunup "anlamadım?" dedi. Ferah ve Cem birbirilerine bakıp aynı anda dudaklarını birbirilerine bastırdı. Cem, Ferah'ın anlatmayı atladığı detayları vererek doğru yaptığını düşünüyordu ancak bu Ferah için öyle değildi.
"Cem!" Yusuf'un sert ve sorgulayıcı tondaki sesiyle Cem bakışlarını yere indirip nefes aldı ve yeniden Yusuf'a bakıp diğer detayları da söyledi.
"Sadece bir izlenim sayın başsavcım. Magnus'un gözünü oyarak gözdağı verdi diyebiliriz evet. Ancak o adamın gözünü oyma sebebi kızınıza olan kötü bakışlardı."
Cem'in dudakları arasından çıkan her kelime de Yusuf Toral'ın kaşları derinden çatıldı. Parmakları arasında döndürdüğü kalemi dik tutarak masaya vurup elinden bıraktı. İşittiklerinin onu ne denli rahatsız ettiği kasılan çenesinden ve sertleşen bakışlarından belliydi.
"Ferah?" Ferah, bakışlarını kaçırmadan başını salladı ancak kelimeleri bakışları kadar emin değildi. "Yani, evet ama o an sanırım Şafak'ın yanında kim olsa o şekilde davranırdı. Kendini açıklamaya çalışmasının sebebi de Canan'a ve çocuklara onların tarafında olduğunu söyledikten sonra kuzeni ve Şamil Kuznetsov ile olan ilişkisinin aniden patlak vermesi oldu," dediğinde Yusuf uzun bir solukla ciğerlerini doldurdu.
Yusuf; Canan kızını tanır, avucunun içi gibi bilirdi. Bir bakışından, susuşundan, gülüşünden hatta nabzının atışından bile bilirdi kızını. Lakin Ahsen... Ahsen'i çözmek hep zordu. Bazı zamanlar kızına iki isim koymakla hata ettiklerini düşünürdü ama bu düşüncesini hep kendine saklamıştı. Ahsen, Canan'ın giziydi. Canan'da var edemediği her şeyi Ahsen'le var eder, Canan'da gösteremediği her şeyi Ahsen'le dışa vururdu ve Canan daha güçlü olduğu halde Ahsen daha tehlikeliydi. Yusuf'u da Cem'in söylediklerinden sonra korkutan buydu. Üstelik Şafak'ı tanıyordu ve o adam kendi çıkarları söz konusu değilse kimseyi koruyup kollayacak birisi değildi. O herifin bu davranışlarıyla kızının gizine sızabilme düşüncesi yorgun kalbini titretti.
"Başsavcım," deyip dikkati kendisine çekti Ferah.
"Şafak'tan bizden olduğuna dair kendini kanıtlaması için üzerine gidebileceğim bir isim vermesini istedim. O da bana Güzin Yarkın dedi. Ama sabahında Canan'ın bana, Güzin'in onun öz annesi olmadığını söylemesi açıkçası midemi bulandırdı." Yusuf ağır ağı başını sallayıp masadaki kalemi yeniden parmakları arasında çevirmeye başladı.
"Canan bunu nereden nasıl öğrenmiş?" dedi içini kemirmeye başlayan kurtçukları görmezden gelerek.
"Şafak ya da bir başkasından öğrendiğini sanmam. Büyük ihtimalle izlenimlerinden bu kanıya vardı. Ki doğru bir kanıya varmış." Ferah'ın sözleri bir nebze dahi olsun içine su serpmedi Yusuf Toral'ın. Bakışları kısılmış, dudakları bükülmüştü. Dalıp giden gözleri düşüncelerinin bir yansımasıydı.
Yusuf'un dalgın bakışları bu sefer masasının köşesinde duran çerçeveye kaydı. Kızlarının ve karısının sarmaş dolaş olan fotoğrafına saniyelerce bakıp güç topladı. İç çekerek nefeslendi ve kendini toparladı. Odaklanmalı ve kendine gelmeliydi. Canan'ı aklanın bir köşesine hapsedip Şafak'ı da başka bir köşeye zincirledi. Onları daha sonra tekrar, tekrar ve tekrar düşünecekti.
Koltuğuyla sola dönüp masanın altındaki komodine ilerledi ve üst çekmeceyi açıp içinden bir anahtar çıkardı ve koltuktan kalktı. Ferah ve Cem'in bakışlarının altında odanın bir ucuna yürüyüp pencerenin hemen sol tarafında kalan dolabın kilidini açıp içinden iki ayrı dosya çıkardı ve yeniden yerine yerleşti.
"Şafak Yarkın, Güzin Yarkın ismini sana söyleyerek doğru bir hamle yapmış." dedikten sonra elindeki dosyaları Ferah'a uzatıp konuyu kısaca özetledi. "Faili meçhul olarak kalmış iki cinayet vakası var. Zamanla unutulup gidecekti ama geçtiğimiz günlerde aileler avukatlarına yeniden vekalet vermiş dosyaların tekrardan soruşturulması için."
Ferah dosyaları açıp incelemeye başladı. Öldürülenlerin kimlik bilgilerini incelerken "anladım sayın başsavcım. Dosyalar bende ama Güzin Yarkın meselesinden buraya nasıl..." deyip duraksadı. Bakışlarını saliselik bir hızla Yusuf'a değdirip yeniden dosyaya indirdi ve fark ettiği detayı dile getirdi.
"İkisi de Yarkın Holding bünyesinde çalışıyormuş." Yusuf başını sallayıp anahtarı yeniden yerine bıraktı. Gözlerini önce Cem'e sonra Ferah'a çevirdi.
"Aynen öyle. Şafak Yarkın sana kapısını çalman gereken ismi vermiş. Bende o kapıyı açacağın anahtarı veriyorum. Gerisi tamamen sende Ferah savcım." Ferah başını sallayıp Yusuf'u onayladı. Dosyaların kapaklarını kapayıp kucağına bıraktı ve yan gözlerle Cem'e baktıktan sonra bakışlarını yeniden Yusuf'a çevirdi.
"Baş üstüne başsavcım... Müsaadeniz varsa sizinle özel olarak konuşmak isterim." dediğinde Cem lafın kendisine geldiğini bildiğinden omuzlarını dikleştirip ayaklandı ve ellerini önünde birleştirip Yusuf'a saygıyla baktı. "Sayın başsavcım bana diyeceğiniz bir şey yoksa izninizle."
"Çıkabilirsin Cem." dedi Yusuf. Cem gitmek için hareketlendiğinde Ferah ona bakmadan" dışarıda bekle beni!" diye emretti.
"Emredersiniz sayın savcım."
Cem önce Yusuf'a sonra Ferah'a bakıp baş selamı vererek odadan çıktı. Kapı kapandığında Ferah nefesini gürültüyle bırakıp kucağındaki dosyayı önündeki alçak sehpaya bıraktı. Sırtında salınan saçlarını sıkıntıyla birbirine dolayıp boğazını temizledi.
"Hafta sonu bana eşlik edeceğini söylediğinde sen dedin diye bir şey demedim ama... Bu Cem denilen herif benim makam şoförüm mü korumam mı yoksa senin istihbaratçın mı ben anlamadım amca," Yusuf yüzünde memnun ama manidar bir gülüşle arkasına yaslandı.
"Hepsi." dedi inançla. İnancında gizli olan güven ve samimiyet kendisini fazlasıyla belli etti.
"Hepsi?" Yusuf başını salladı. Diliyle dudaklarını ıslatıp göğsünü şişirerek iç çekti ve Ferah'a güven dolu bir ifadeyle baktı.
"Evet. Cem, Koruma şubeden senin için bizzat İsa müdürün tavsiyesiyle atanmış bir polis. Aynı zamanda şimdilik şoförün ve evet benimde senin deyiminle istihbaratçım." dedi Yusuf. Ferah aldığı nefesi dudaklarını arasından gürültüyle bırakıp uzun, siyah ojeli tırnaklarıyla boğazını kaşıdı.
"Çok güveniyorsun anlaşılan." Yusuf başını salladı.
"Evet. Cem'e, can dostumun bir tanecik kızının canını emanet edeceğim kadar çok güveniyorum." Yusuf 'un tek bir açıklığa yer bırakmayan açıklamasıyla susup başını salladı Ferah. Dudakları sustu ama bakışı ve yüzü derdini karşısındaki adama anlatmaya yetti. Yusuf yerinden kalkıp Ferah'ın yanına geldi. Karşısına oturup babacan bir tavırla genç kadının elini avuçlarının arasına aldı.
"Bu konuda tek amacım senin can güvenliğin Ferah," elleri arasında küçük kalan elin üzerine acıtmadan iki kere vurup "bu dosyaların yeniden açılmasıyla beraber Yarkın ailesinin radarına gireceksin Ferah. İşte o zaman yanında yörende neden Cem var anlayacaksın. Zaten iki üç güne sana yeni bir şoför de ayarlayacağız ve böylelikle Cem sadece güvenliğinle ilgilenecek." dedi. Ferah başını ağırca sallayıp tatlı bir tebessümle Yusuf'a baktı.
"İtiraz etme şansım?" dedi yolu yeniden yokuşa sürmek isteyerek ama alacağı cevabı kendisi de biliyordu.
"Yok. Babana sana dair bir söz verdim Ferah. Kılına dahi asla zarar gelmeyeceğine söz verdim... Bırak o sözü tutayım kızım." Ferah dolan gözlerini kırpıştırıp gülümsedi. O gülümseyişle Yusuf'ta rahat bir nefes alıp verdi.
"Tamam... öyle olsun..."
Yusuf oturduğu yerden kalkıp iki adımda Ferah'ın yanına geldi. Tıpkı kendi kızlarını öptüğü Ferah'ın başını öpüp makam koltuğuna yeniden oturdu. Boğazını temizleyip kravatını düzelttikten sonra ellerini birbirine kenetleyerek masasına yasladı.
Ferah yüzünde dingin bir ifadeyle dosyaları yeniden eline alıp kalktı. kendine çeki düzen verdikten sonra oturduğu koltuğun kenarına bıraktığı çantalarını alıp Yusuf'a baktı. "O halde ne zaman toplanıyoruz?"
"Emir ve Andre gelecek. Çarşamba akşamı Şile'de olacağız. O zamana kadar Peri ve Yalın'a da söyle evden öyle sürekli çıkıp çıkıp etrafta dolanmasınlar." Ferah'ın zaten iri olan gözleri duyduğu şeyle daha da irileşti. Dilini dudaklarının arasına sıkıştırıp ne diyeceğini düşündü ama doğru kelimeleri bir türlü bulamadı.
"Amca sen..." Yusuf karşısındaki genç kadına yılların getirdiği üstünlükle bakıp başını ağır ağır salladı.
"Anlaman için şöyle özetleyeyim kızım. Yarkın ailesinin her yerde eli kolu var haliyle benimde onlara ayak uydurmam gerektiğinden her yerde elim kolum var. Yıllardır neredeyse adım atılmamış evin ışıkları birden yanmaya başlayınca dikkat çekmesi normal." Ferah başını sallayıp dudaklarını ısırdı. Güçlü bir nefesle yutkunup bakışlarını kapıyla Yusuf arasında gezdirdi.
"Ben... Söylerim amca. O zaman çarşamba?"
"Çarşamba!"
Ferah odadan çıktı. Onu bekleyen Cem'e yan gözlerle bakıp kendi odasına doğru yürümeye başladı. Cem'in adım sesleri yine hemen arkasındaydı. Odasına yaklaştığında kapının önünde gördüğü gencin kendi kalemi olduğunu anladı. Adımları tükenip odasının önünde durduğunda kapının yanında dikilen genç adam hazır ola geçercesine silkelenip ellerini önünde birleştirdi.
Ferah'ın koyu hareleri karşısındaki genci inceledi. Kendisinden epey uzun ve yapılıydı. Temiz yüzünden yaşının henüz yirmilerinin başında olduğu belliydi. Esmer tenine benler sıçramıştı. Yüzünün sol kısmında o benler çoğunluktaydı.
"Sayın savcım. Ben zabıt katibiniz Şahin Şensoy."
"Odada beklemeni söylemiştim." Şahin hızlı hızlı başını sallayıp yutkundu. Kaçamak bakışları Ferah savcının arkasında dağ gibi dikilen adama anlık bir dikkat dağılmasıyla kaydı ancak kendisini toparlaması çok kısa sürdü.
"Siz gelmeden odanıza girmek istemedim sayın savcım." dedi. Reber müdürünün söylediklerini, Ferah savcı gelene kadar düşünüp özümsemiş ne demek istediğini anlamıştı.
Ferah adının Şahin olduğunu öğrendiği gence küçümseyen bakışlar attı. Kendisi de mesleğinde acemiyken yanına daha tecrübeli birisini tercih ederdi. Karşısındaki genç adamın yeni mezun olduğu belliydi. Kaşları, kırışan alnına doğru kavislendi. Nefesini usulca bırakıp elini avcu açık bir şekilde uzattı. Ancak Şahin ona saf saf bakmaya devam etti.
"Versene!"
Neyi sayın savcım?" dedi Şahin panikle.
"Anahtarı."
"Ha! Evet, anahtar." Şahin bir şeyler geveleyip birbirine dolanan elleriyle cebine koyduğu anahtarı çıkardı ancak anahtar titreyen parmakları arasından yere düştü. Şahin panikledi. Eğilip anahtarı alacakken Cem ondan hızlı davranıp yerdeki anahtarı alıp kapının kilidini hızlıca açtı ve Ferah'ın gözlerinin içine bakarak odanın anahtarını ona uzattı. Ferah anahtarı alıp Cem'e teşekkür etti ve "sen de geç konuşacaklarımız var." deyip içeri girdi.
Elindekileri masanın üzerine bırakıp koltuğuna yerleşti. Cem odaya girmiş ayakta dikilirken Şahin kapının eşiğinde dikiliyordu. Ferah ona koltuğunu döndürüp kollarını göğsünde bağladı ve ona ters ters baktı. Göz kırpıp başını salladığında Şahin yerinde kımıldandı.
"Gireyim mi savcım?" Ferah sabır dileyip homurdanarak kaşlarını çattı.
"Sence?" dedi yükselmeye başlayan sert sesiyle. Etrafında hep leb demeden leblebiyi anlayan insanlar olduğundan lafını ikiletmeyi asla sevmezdi Ferah. Ancak görüyordu ki karşısındaki bu çocuk ona lafını fazlasıyla ikiletilecekti.
"Gireyim." Şahin odaya girip kapıyı arkasından kapadı. Titrek adımlarla yürüyüp Masanın tam önünde durdu.
"Masana yerleştin mi?"
"Yerleştim savcım," dedi Şahin.
"Tanıştın mı herkesle?" Şahin başını salladı.
"Kısmen savcım." Ferah nefesini yavaşça bırakıp yanağını kaşıdı. Masaya bıraktığı dosyaları önüne çekip Şahin'e baktı.
"Güzel. Şimdi senden ilk olarak arşive inmeni isteyeceğim. İstediğim dosyaları bana getir. Bir de İsa müdürü ara görüşmek istediğimi söyle. Bu akşam için bana zaman ayırsın." dedi ama saniyeler sonra Şahin'in hareketlenmek yerine kendisine çekinerek baktığını fark edince nefesini burnundan bıraktı. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapayıp sakin kalmaya çalıştı.
"Ne?" dedi kaba bir tonla.
"Şey savcım hangi dosyaları getireceğim bir de şey... Eee İsa müdür?" Şahin'in sesine ve duruşuna yansıyan bilgisizlik Ferah'ın sinirlerini bozdu.
"İsa müdür?" diye homurdanıp yüzünü sıvazladı.
"Şey, yani..." Ferah elini kaldırıp Şahin'i susturdu. Agresif hareketlerle masanın üzerindeki sabit telefondan Reber'i arayıp odasına çağırdı. Çok değil yarım saniye kadar sonra odasının kapısı açılıp kapandı.
"Sayın savcım?" Ferah sakinliğini korumaya çalışan son demleriyle Reber'e baktı.
"Al bunu yanına. Kim kimdir necidir öğret. Yusuf başsavcımın ve senin müsaaden olursa masasını senin odaya taşıyın. Senin yanında işi öğrensin. Yoksa ben fazlasıyla öfke nöbetleri geçirebilirim. Ben öfke nöbetleri geçirince benim dudaklarımın arasından çok çirkin şeyler çıkıyor Reber müdürüm. İlk aydan disiplindir, soruşturmadır uğraşamam!"
"Baş üstüne sayın savcım." dedi Reber odadakilerin aksine gayet sakin bir tavırla.
"Çıkabilirsiniz," Reber, Şahin'i önüne alıp odadan çıkacakken Ferah'ın "Reber müdürüm," demesiyle durup ona baktı.
"Bir daha benim karşıma İstanbul Emniyet Müdürü'nün kim olduğunu bilmeyen bir zabit katibi çıkarmayın!"
Reber başını sallayarak onayladı Ferah'ı. Şahin ile odadan çıktığı an öfkeyle soluklandı. Karşısında renkten renge giren Şahin'e çıkışmak istedi ama incinip mahcup olduğunun farkındaydı.
" Gerçekten İsa müdürün kim olduğunu bilmiyor musun lan?" dedi kabaya kaçmayan ama azarlayan bir tavırla. Şahin daha da kızarıp bozandı.
" Biliyorum müdürüm ama Ferah savcımın karşısında dilim düğümlendi, bildiğimi de unuttum vallahi," dedi devam eden mahcubiyetiyle.
Reber ağırca başını sallayıp iç geçirdi. Hem yeni savcı olan Ferah hem de yeni katip olan Şahin'le işi vardı. Bu iki acemi adliyeyi yakmazlarsa iyiydi, diye düşündü. Ellerini pantolonun cebine sokup Şahin'e eşyalarını alıp odasına geçmesini söyledi. Sonrasında adliyenin temizlik sorumlularından Şahin'in masasını odalarını taşımalarını rica edip rapor vermek için Yusuf Toral'ın odasına yol aldı.
Ferah, Reber ve Şahin'in Odadan çıkmasıyla Şahin'den istediği dosyaların bilgilerini acil olduğunu belirterek mail üzerinden Reber'e iletti. Daha fazla oyalanacağı bir şeyi olmadığından sonunda bakışlarını Cem'e çevirdi.
"Dikilme öyle. Oturabilirsin." dese de Cem oralı olmadı.
"Böyle iyiyim savcım. Teşekkürler," Ferah dirseklerini masasına yaslayıp birbirine kenetlediği ellerini çenesinin altına yerleştirdi ve Yusuf amcasının Cem ile ilgili sözlerini göz ardı etmemeye çalışarak onun uzun bir süre yanında olacağını kabullenmesi gerektiğini içinden tekrarlayıp durdu.
Önündeki dosyaları ona uzatıp "ölen iki adamda Yarkın çalışanı. Ancak dosyaya düşülen notta Arif Yılmazlar'ın, Güzin Yarkın'ın şoförü Burak İnce'nin de yakın koruması olduğu yazıyor. İki adamında ortak noktası Güzin..." dedi.
Cem dosyaları özenle inceleyip başını kaldırmadan "benden ne istiyorsunuz?" diye sordu.
" Güzin Yarkın hakkında her şey. Kendisinin bile bilmedikleri. Her şeyini bul bana!" Cem mavi gözlerini dosyalardan sıyırıp Ferah'a baktı. Ferah ise bilmiş bir sırıtışla Cem'in bakışlarına karşılık verdi.
"Bakma öyle. Sadece bir koruma polisi olmadığının fazlasıyla farkındayım." dediğinde Cem elindeki dosyaları kapatıp Ferah'ın masasına bıraktı ve " tek vazifem sizi korumak sayın savcım." dedi. Ferah gözlerini devirip ellerini çenesinin altından çekti. Sırtını koltuğuna yaslayıp kollarını da göğsünde bağladı.
"Biliyorum biliyorum." dedi dalga geçer gibi. Gıcık bir bakışla "ama bunu da halledersin diye düşünüyorum." dediğinde Cem omuzlarını silkti.
"Elbette. En kısa sürede Güzin Yarkın'a dair her şey elinizde olacak." Ferah memnun bir edayla gülümseyip bilgisayarına döndü. Cem'e bakmadan teşekkür edip "güzel, çıkabilirsin." dedi.
O saatten sonra tüm gün dosyalarla ilgilenip kendisine gelen kayıp ve hırsızlık dilekçeleriyle ilgilendi. Bir ara uzaktan bir tanıdığına bir konu hakkında yardım almak için telefon etti. Ara ara Şahin'i uzun dakikalar odasında çalıştırmış, fazla pürüzlü durumlarda Reber'den yardım istedi.
Akşam için İsa müdürle görüşmek istese de iş yoğunluğundan bunu yarına erteledi. Mesaisinin sonunda Yusuf amcasının ona verdiği dosyaları ve arşivden aldırdığı dosyalarla adliyeden ayrıldı.
Eve gitmeden önce Cem'den önce bir çiçekçiye uğramasını ardından da Aşiyan'a gitmesini istedi. Çiçekçiden iki demet beyaz gül ve bir demette kır çiçeklerinden alıp Aşiyan'a geldiklerinde Cem'den uzakta olmasını rica etti. Durgun adımlarla aile kabristanına yürüdü. Önce Canan'ın büyük anneannesi ve büyük dedesinin mezarlarına gitti. Onlara dualar okuyup kır çiçeklerini yan yana olan mezarların ortasına bıraktı. Sonra yokuş aşağı yürüyüp Jiyan ve Dünya'nın mezarlarına geldi. iki mezarı da sulayıp beyaz gülleri demetinden açıp mezarların üzerine bıraktı. Duasını etti. Dünya ile biraz sohbet edip Jiyan'a son izlediği filmi anlattı. Orada hava tamamen kararana kadar vakit geçirdikten sonra onları birbirine emanet edip mezarlıktan ayrıldı.
Eve geldiğinde Cem'in yardım teklifini geri çevirdiğine pişman bir halde kucakladığı eşyalarıyla ayağındaki topuklu ayakkabılarını fırlatıp yere oturdu. Kol çantasını ve dosyaları bir köşeye atıp kucağında beyaz güllerle soluklandı.
Kucağındaki gülleri bırakmadan ayaklanıp mutfağa ilerledi. Yemek masasının üzerinde geçen haftadan kalan tebrik çiçeklerine göz atıp en beğendiği vazoyu alıp içindeki çürümüş çiçekleri çöpe atıp cam vazoyu temizledi. Su doldurup beyaz gülleri özenerek vazoya yerleştirin kucakladı ve odasına geçti. Bu sabah çerçeveyi yerleştirdiği komodine vazoya koyup çerçeveyi biraz kaydırarak güllerin gölgesinin fotoğrafın üzerine düşmesini sağladı.
"Şimdi oldu." deyip fotoğraftaki Dünya'ya gülümsedi.
Duş almak için banyoya geçti. Uzun bir duş alıp çıktı. Kendisine dışarıdan yemek söyleyip kendine çok yüklenmeden evi düzeltmeye kaldığı yerden devam etti. Eşyalar yerleştikçe çöp çıkıyordu. Oflayıp elinde tül perdelerle koltuğa oturdu. Bunları da bir türlü takamamıştı. Perdeleri koltuğa bırakıp soluklandı. Koltuğun önündeki sehpanın üzerinden telefonunu alıp Peri ve Yalın'ı aradı. Nasıl olduklarına dair kısa bir sohbetin ardından dışarıdan çok dolanmamalarını ve Çarşamba günü orada toplanacaklarını haber verip telefonu kapadı ama geri bırakmadan Canan'ı aradı. Ulaşamayınca diğerlerini aradı ama onlara da ulaşamadı. Gergince ayaklanıp hepsini yeniden aradı ama yine açan olmadı. Mesaj atmak için uygulamaya girdiğinde Canan'dan mesaj geldi.
CAT:
(21:09)
Arayacağım!
Merakla soluklanıp sağa sola yürüdü. Canan'a onu beklediğine dair bir mesaj atın telefonu koltuğa fırlattı. Merak ve endişeyle Canan'ı beklerken evin kapısı çaldı. Gelen kuryeden yemeğini alıp salona tekrar döndü ama iştahı çoktan kapanmıştı.
"Amına koyayım böyle işin ya! " endişeyle yaşamaktan nefret eden birisi olarak böyle anlarda fazlasıyla geriliyordu. Yemek paketini sehpaya bırakıp aklını dağıtmak için evi düzenlemeye geri döndü. Salon duvarlarının yarısından fazlasını kaplayan kitaplığın tozunu alıp yazar ve yayınevlerine göre ayırdığı kitaplarını dizmeye başladı ama aklı hâlâ çalmasını beklediği telefondaydı.
"Ay yok!" diye oflayıp elleri belinde nefes nefese durdu. Pencere acık olduğu hal de nefes alamıyor gibi hissediyordu. Koridorda beklettiği çöpleri atmaya karar verip hareketlendi. Telefonunu eşofmanın cebine atıp ince askılı üstüne hırka giyinip anahtarını alıp apartmana çıktı. Asansörü çağırıp çöp dolu kolileri kabine doldurdu.
Hafiflerden başlayıp tüm kolileri önce apartmanın koridoruna çıkardı. sonra da itip kakarak dışarı çıkarıp yolun karşısındaki konteynere attı. Kaç kere gidip geldiğini saymadan tüm kolileri çöpe atıp apartmana girdi ancak dairesine çıkmak yerine bir kat aşağı inip bahçesi olan evin kapısını çaldı.
Kapı açıldığında kendisini tanıtıp bahçeden diğer sokağa çıkabilmesi için izin alıp eve girdi. Kimseye rahatsızlık vermeden bahçeye çıkıp terliklerini giydi. Sokağa adım atıp etrafına bakındı ve apartmanın girişi olan sokağa Sessizce yürüdü. Park edilen arabaların arkasından yürüyüp hedefinde olan arabaya yanaştı ve birden ön Cama sertçe vurdu.
"Aç camı!" dün dikkatini çekerek bilinç altına işleyen bu araba radarına girmişti. Yanında silahı olmadan bu yaptığının yanlış olduğunu biliyordu ama dinden beri başını çevirdiği her yerde bu araba vardı.
"Aç camı aç!" diye tekrar cama vurduğunda cam değil kapı açıldı. Ferah bir adım gerileyip arabadaki kişiye baktığında kaşları şaşkınlıkla kavislenip gözleri büyüdü.
"Cem?" dedi tüm şaşkınlığıyla.
"Savcım." diyerek arabadan indi Cem. Yeşil gömleğinin yakalarını düzeltip ellerini önünde birleştirip gözlerini kaçırmadan onu enseleyen kadına baktı.
"Hayırdır?" Ferah'ın aksi sesi gecenin sessizliğinde yankılandı. Sabah kapısında olmasına tamamdı, işte dibinden ayrılmamasına da tamamdı ama akşamın bu saatinde evinin önünde gizliden gizliye izlemesi tepesini arttırdı.
"Görevimin başındayım savcım." dedi Cem. Saygısından ödün vermeden, küfür yemeyeceği kelimeler kullanmaya özen gösteriyordu.
"Bu saatte?" Cem başını salladı. sallamakla yetinmeyip "evet efendim." dedi.
Ferah iç çekip, nefesini gürültüyle bıraktı. Kollarını göğsünde bağlayıp gözlerini etrafta gezdirdi. Sinirden titreyen çenesini kasıp Cem'e yeniden baktı. Göstermese de Cem'in işine, disiplinine, özverisine saygı duyuyordu. Lakin bu denli kuşatılmaya alışık olmaması onu zorlayan asıl şeydi.
"Mesai biteli saatler oldu Cem." dedi. Göstermese de sürekli etrafında olmaktan dinlemediği aşikardı. Üzerinde takım elbisesi değil bir siyah gömlek, siyah kot ve siyah botlar vardı.
"Bizim için bitmedi efendim." Cem'in sözleriyle kaşları derinden çatıldı Ferah'ın. Boğazını temizleyip boğazını kaşıdı.
"Siz?"
"Biz." dedi Cem. Kendinden emin duruşu hiç sarsılmadı. Mavileri, karşısındaki kadının koyu harelerine tutundu. Güzel kadın dedi içinden. Daha güzellerini görmüş, daha da güzelleriyle takılmıştı ama bu kadın başka bir havada, bambaşka bir çekicilikteydi.
"Cem?"
Cem silkelenip kendine geldi. Gözlerini kırpıştırıp "buyurun savcım, " dedi.
Ferah'a göğsünde bağladığı kollarını çözüp alnını ovaladı. Nemli saçlarına rüzgar vurdukça üşüyordu ama mesele bu değildi. "Ben anlamıyorum gerçekten?" dedi bıkkınca. Cem'i az çok tanımıştı. Bizden kastı sadece kendisi ya da onu görevlendirenler değildi.
Cem bir şey demedi. Ferah'ın kafasının karıştığını fazlasıyla görebiliyordu. Etrafı kolaçan etti. Temizdi, bir bildirimde gelmediğine göre tehlikeli bir durum olmadığına karar verdi. Cebinden telefonunu çıkarıp kısa bir mesaj attı ve telefonunu cebine yeniden yerleştirdi. Saniyeler geçmeden yol üzerinde park edilmiş birkaç araba ve çevredeki apartmanların bazı dairelerinde ışıklar yanıp söndü.
"Biz..." başıyla yanıp sönen ışıkları göstererek "sizi korumakla görevli kişileriz sayın savcım." dedi Cem.
Ferah yutkundu. İrileşen gözleri yanan ışıklarda ve Cem'de dolandı. Dudakları aralanıp kapandı. Anlamadı. Kendi etrafında dönüp artık ışıkları yanmayan evlere ve arabalara baktı.
"Ama... Neden?" dedi. Evet bir savcı olduğu için makam şoförü ve koruma devlet tarafından tayin ediliyordu am bu başkaydı. Bu sadece mesleğinin getirisi olan bir şey değildi.
"Benden istediğiniz Güzin Yarkın ve diğer tüm Yarkın fertlerinin dosyalarını önünüze koyduğumda neden üzerinize bu kadar titrediğimizi anlayacaksınız."
Ferah, uzun kirpiklerini kırpıştırıp başını salladı. Aklı allak bullak oldu. Ötelediği soru dolu düşünceler yeniden aklının orta yerinde tepinmeye başladı. Dilini dudaklarında gezdirip birbirine bastırıp çatık bakan gözleriyle Cem'e baktı.
" En başından her şey ve herkes belliydi değil mi?" dedi Ferah. Tüm parçalar yerinden oynayıp doğru boşluklara oturmaya başlamıştı. Buraya tam not aldığı sınav sayesinde gelmemişti. İstanbul'a tayini en başından ayarlanmıştı, bakacağı dosyalar ilk andan beri belliydi. Yanına kim yerleşecek, koruması, şoförü kim olacak belliydi. Buradaki yapbozun eksik olan asıl parçası kendisiydi.
"Anladım," dedi mırıldanarak. Yüzüne çarpan saçlarını geriye itip Cem'e çatık kaşlarıyla baktı.
"Evet efendim. Biz de uzun zamandır sizi bekliyorduk." dedi Cem.
İki yıl önce Yusuf başsavcının ve İsa müdürün öncülüğünde kurulan özel ekibin lideriydi Cem. Asıl görevi Ferah'ı korumak değil Yarkın ailesini çökertmekti. Ferah'ı korumak ide bugün adliyede dediğinin aksine sadece görevinin bir parçasıydı.
" Anladım." dedi uzun bir sessizliğin ardından Ferah. Uzun tırnaklarıyla çenesini kaşıdı. Deli gibi küfretmek istiyordu ama o küfürlerin ucu Yusuf ve Baran amcasına, İsa müdüre hatta babasına bile dokunacağının farkındaydı.
"O zaman iyi geceler savcım." dedi Cem. Karşısında sinirden kudurduğunu belli etmemeye çalışan ama üşüdüğü fazlasıyla belli olan kadına gözlerini kaçırmadan bakarak.
Ferah nefesini gürültüyle bırakıp nemli saçlarını karıştırdı. "İyi akşamlar Cem." deyip ona arkasını dönerek apartmana ilerledi ama Cem ona seslenince omzunun üzerinden arkasına baktı.
"Bir daha kim olduğunu bilmediğiniz evlere savunmasız girmeyin. Neyse ki komşunuz bizden de sorun olmadı." Ferah sinirle homurdandı. önüne dönüp yeniden hareketlenecekken aklına gelen şeyle yeniden arkasına döndü.
"Cem, perde asmayı biliyor musun?" Cem'in anlık şaşkınlığı az da olsa keyfini yerine getirdi.
"Bilmiyorum efendim. Ama hallederim." dedi Cem özgüveninden gram şüphe etmeden.
Peş peşe apartmana girdiler. Eve çıktıklarında Ferah kapıyı terliklerini çıkararak eve girdi ve Cem'e döndü. Bakışları ayağındaki ağır botlara değdiğinde Cem durumu anlayıp ayakkabılarını çıkardı ve yere basmadan eve girdi.
"Bu taraftan," dedi önden yürüyerek salona giren Ferah. Cem hemen arkasında evi inceliyordu. Beyaz duvarlar, açık kahve tonlarındaki eşyalar. Duvarları boydan boya saran kitaplıklar... Hemen önündeki kadın için bu ev fazla beyaz fazla açıktı. Bir eve baktı bir de hemen önünde salınan kapkara saçlara. Bu kadın ve eve fazlasıyla zıttı ama uyumlu oldukları da bir gerçekti.
"Merdivenim yok," diyerek arkasına döndüğünde Cem ile burun buruna geldi Ferah. Kara gözlerine çarpan açık maviler bir an onu gafil avladı. Cem'in mavileriyle birçok kez göz göze gelmişti ama ilk defa bu kadar yakından görüyordu. Hayatındaki çoğu insan mavi gözlüydü ama bu maviler içini gıcıkladı, nedenini anlamadığı bir şekilde tenine ince ince kıymıklar batırdı.
"Hallederiz savcım." dedi Cem durumun garipliğinden kaşınıp ensesini ovalayarak. Bir adım geri atıp pencerelere ilerledi ve dışarıya bakındı. Her şey yerli yerindeydi. Gözüne batan bir durum olmayınca arkasına geri dönüp Ferah'a baktı. Kolları göğsünde koltuğun kolçağına oturmuş kendisini izliyordu.
"Bu perdeler sanırım." diyerek o tarafa yöneldi. Uzun tül perdeyi elinde evirip çevirip Ferah'a baktı.
"Hı hı bunlar buranın. Yatak odası ve çalışma odası da var bu arada." başını sallayıp elindeki perdeyi sağa sola çevirmeye devam etti. Nereden asacağını bir türlü bulamayınca Ferah perdeyi elinden hınçla çekip kornişli kısmı asacağı şekilde eline tutuşturdu.
"Tamamdır savcım." deyip elinde perdeyle pencereye yanaştı Cem. Boyu uzundu ama perdeyi asmak için en azından üzerine çıkacağı bir şeye ihtiyacı vardı. Ferah oflayarak kalkıp mutfağa gitti ve elinde bir sandalyeyle geri döndü.
"İşini görür sanırım," diyerek Cem'e uzattı. Cem başını sallayıp sandalyeyi aldı. Pencerenin kenarına yerleştirip üzerine çıktı. Diğer elinde sıkı sıkıya tuttuğu perdeyi açıp nereden asacağına baktı ama perdenin götü başı yine ayrı oynamıştı. Sabırla soluklanıp perdenin bir ucunu çekip diğer ucunu tuttu ama beyaz plastik şeylerin dikili olduğu kısım yine kaybolmuştu. Cem genzini temizleyip içinden küfürler ederek perdeyi oyana bu yana çevirmeye devam etti ama başaralı olamadı.
"Hay senin ben!" diye söylendi kendine engel olamadan. Bu yaşına kadar eline hiç almadığı perdeyle bakışıp dururken Ferah'ın "ne?" deyişini işitti. Mavilerini ona çevirdiğinde karşılaştığı manzarayla morali bozuldu. Ferah yine kolçağa oturmuştu. Bacak bacak üstüne atmış kollarını da dizine yaslamıştı. Uzun siyah saçları yüzünü perdelese de güzelliğini örtbas edememişti. İçinden söverek kendi kendine mırıldanınca Ferah'ın sesini yeniden işitti.
"Ne dedin?"
"Ne dedim savcım?" dedi hızlı bir cevapla. Ferah onun bu halinden fazlasıyla keyif alarak oturduğu yerden kalkıp yanına ilerledi.
"Bir şey dedin sanki?"
"Ha yok. Her şey kontrol altında savcım." Ferah sırıttı. Cem öyle dese de perdeyi henüz kontrol edebilmiş değildi. "Emin misin?" dedi ama cevabı beklemeden Cem'in elindeki perdeyi bir kez daha alıp düzeltti. Tamamını ona vermeden perdenin ucunu takması için uzattı. Yüzünde alaycı bir gülüşle Cem'e baktı.
"Biz kadınlar mesleğimizin yanı sıra ev işlerini yapabilelim, yemektir temizliktir halledelim. Hatta çocuk bakalım ama siz adamlar bir perdeyi bile asamayın. Bu ataerkil sistemin artık tamamen anaerkil sisteme geçmesi lazım. Sence de öyle değil mi?" Cem afallamış bir halde Ferah'a şaşkınlıkla baktı.
"Savcım destur bismillah biz bu konuya perde asmadan nasıl geldik?" Ferah gülecek gibi oldu ama tuttu kendisini. Perdeyi Cem'e ittirip takmaya devam etmesini işaret etti.
"Bilmem sence nasıl geldik Cem?" Cem ecel terleriyle takmaya çalıştığı kornişlere küfürler edip bir yandan da Ferah'a cevap vermek için doğru bir cevap aradı ama dudaklarını araladığı an yanlış bir kelime çıkacak gibi hissettiğinden susmayı tercih etti.
"Bak perde asarken cevap bile veremiyorsun... Aynı anda iki işi yapamayan erkekler! Yok kesinlikle anaerkile geçiş yapmanın vaktidir." Ferah perdeyi bırakıp koltuğa geri döndü. Cem'in o sarsılmaz duruşunu, özgüveninin altına gizlemeye çalıştığı egosuna biraz olsun darbe vurduğu için mutluydu. Cem elinde perde, kolu yukarıda uzaklaşan kadına baktı. Dudakları birkaç kez açılıp kapandı ama sesi çıkmadı. Önüne dönüp havada duran eline baktı ve dakikalar içinde düştüğü durumu anlayamadı.
"Ulan kadın iki saniye de ağzıma sıçtı!" diye homurdanıp kalan son kornişleri de takıp ağrıyan kolunu ovalayarak sandalyeden indi. Boğazını temizleyip alnındaki terleri sildi.
"Diğer yerlere geçelim mi?" diye sordu.
Ferah tatlı bir tebessümle yerinden kalkıp odasına ilerledi. Yatağının üzerindeki perdelere ilerleyip önce güneşliği aldı. Sandalyeyi pencerenin kenarına yaslayıp üzerine çıkan Cem'e yanaşıp perdeyi verdi. Salondaki dakikaların aksine burada sessizliği tercih ettiler. Aynı sessizlikle çalışma odasına geçtiklerinde Ferah, Cem'i tek başına bırakıp mutfağa geçti ve ikisi için kahve hazırladı.
"Perdeler tamamdır savcım. Başka bir şey var mı?" diyen Cem'e döndü Ferah. Kapının eşiğinde durmuş kendisine bakıyordu. Başını sallayıp "var," dedi ve önüne döndü. Kendisine yaptığı Türk kahvesini fincana, Cem'e yaptığı Americano'yu kupaya döktü.
Cem'e hazırladığı kupayı tutup ona uzattı ve "sütsüz, şekersiz, zift gibi bir Americano. Seversin," dedi.
"Severim. Teşekkür ederim savcım." Cem kendisine uzatılan kupayı alıp gözlerini Ferah'ın gözlerinden kaçırmadan bir yudum aldı. Gerçekten de tam sevdiği gibiydi. Kahve oranı bile aynıydı.
Ferah, aldığı teşekküre başını sallayıp kendi fincanını önüne çekti ve bol köpüklü kahvesinden küçük bir yudum aldı.
Mutfakta, tezgahın önünde ikisi de ayakta dikilmiş birbirilerine bakarak kahvelerini yudumluyorlardı. İkisinin de aklından geçen düşünceler aynı fakat açtıkları kapılar farklıydı. Ferah, Bakışlarını Cem'in yüzünde uzun uzun gezdirip kahvesinden bir yudum daha aldı.
"Organize suçlardan sonra koruma şubeye geçmek zor olmuş olmalı Cem baş komiserim..." bugün işlerinin arasında yaptığı telefon görüşmesinden edindiği bilgilerden birini öylesine bir anda dile getirdi Ferah.
"Ben polisim savcım. Ne görev verilirse başım üstüne. Şubenin önemi yok," dedi Cem hiç bozuntuya vermeden. Lakin içtiği kahvenin tadı bile karşısındaki kadının kendisi hakkında artık çoğu şeyi bildiğinin kanıtıydı.
Ferah kahvesinden son yudumunu alıp fincanını tabağına ter çevirerek koyup başının üstede döndürüp tezgaha bıraktı. Fal bakmayı bilmez, baktırmayı da sevmezdi ama çocukken oynadığı evcilik oyunlarından kalma bir alışkanlıktı. Cem'den bakışlarını çekmeden buzdolabına ilerleyip içinden iki tane su şişesi çıkardı. Geri dönüp birini Cem'e uzatıp diğerini kendisi içti. Dudağından firar eden bir damlayı elinin tersiyle silip bedenini tezgaha yasladı. Tatlı ama sinsi bir tebessümle Cem'e yeniden baktı.
"İstihbarat ne diyor bu duruma? Yani kendi elamanını böyle daldan dala gezdirmek hoşlarına mı gidiyor anlamadım." Cem duraksadı. Aldığı yudumu yutup burnunu kaba bir tavırla çekip kupayı tezgaha biraz sert bir darbeyle bıraktı. Dikleşen omzu ve çenesiyle Ferah'a bir adım atıp tüm ifadesinin silindiği ama muzip bakan gözleriyle ona baktı.
"Biz erkekler aynı anda o kadar çok şeyi yapabiliyoruz ki savcım görseniz iyi ki ataerkil bir evrende yaşıyoruz dersiniz."
Ferah hem yakınlıktan hem de aldığı karşılıktan memnun olmayarak başını dik tuttu. Kollarını aralarında bir paravan olarak kullanarak göğsünde bağladı. Cem'in çok kısa bir an gözlerinin çıplak gerdanına düştüğünü zannetti ama yanılsama da olabilirdi. O an emin olamadı.
"Hiç sanmıyorum!" Cem yarım ağız güldü. Başını sallayarak bir adım geriledi. Karşısındaki bu kadınla geçirdiği bir haftanın ardından çok zorlanacağını, sinirlerinin çok yıpranacağını düşünmüştü ama şimdi görüyordu ki bu iş oldukça eğlenceli olacaktı.
"Eyvallah savcım... Kahve için teşekkürler. İzninizle ben evime geçeyim." Ferah başını salladı. Cem arkasını döndüğünde nefesini bırakıp silkelendi. Peş peşe mutfaktan çıkıp koridoru yürüdüler. Cem dış kapıyı açıp evden çıkınca Ferah kapıyı tuttu.
"Teşekkür ederim. Perdeler için," Cem ayakkabılarını bağcıkları bağlamadan giyinip doğruldu.
"Rica ederim. Yardım lazım olduğunda kapımı çalarsınız," dedi Cem eğlenen bir tavırla. Ferah başını salladı ama memnun olmadığı her halinden belliydi.
"Arabada sabahlamaya devam yani." dedi laf sokuşturmaya çabalayarak ancak Cem o lafı göğsünde yumuşatıp yere indirdi.
"Sabahlamıyorum savcım. Nöbet değişim saatinde evime geçiyorum." Ferah'ın kaşları hafiften çatıldı.
"Anladım... Şimdi bir de yol çekeceksin..." dedi yine laf sokuşturma gayretiyle ancak Cem yine o lafı göğsünde yumuşatıp top niyetine yere indirdi ve "yok savcım, o kadar uzak değil..." deyip arkasını Ferah döndü ve önündeki daireye iki adımda vardı. Cebinden anahtarını alıp kapıyı açtıktan sonra kendi evine girip karşısındaki kadının şaşkınlıktan açılan gözlerine ve aralık duran dudaklarına keyifle baktı.
"İyi geceler savcım." deyip kapıyı kapadı gerisinde yüzüne kapanan kapıyla kala kalan bir adet Ferah bıraktı.
* * *
Holaaaaa
Bu bölüm dediğim gibi sadece Ferah'tı.
Yorumlarınızı burada da bekliyorummmm arkadaşlar.
Wattpadde paylaşıyorum ama burayı da aksatmayalım lütfen.
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz çıkarımlarınız neler?
Cem ve Ferah ikilisi nasıl sizce?
Yusuf'un tepkilere ne diyorsunuz.
Şahin Şensoy hakkında bir fikriniz var mı?
Yorumlarda buluşalımmmm
Yorumlar