GÜLLERİN AĞITI 23. İHTİMALLER DAHİLİNDE
Selamlar,
Yeni bölümden herkese merhaba.
Kontrol edemeden atıyorum. Hatalar varsa affola.
Wattpad ve Hikayelerle ilgili gelişmeler için İnstagram ve twitterdan takipleşelim
İnstagram: yaren.dilan_
Tvitter: yarenikom (instagram bio da link var)
***
BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR. !!!!!
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM
09.05.2025
KEYİFLİ OKUMALAR
GÜLLERİN AĞITI 23. BÖLÜM
"İHTİMALLER DAHİLİNDE"
Gerçek tekti, ihtimalleri olmazdı.
23 EKİM 11:48 / İSTANBUL
Pera korkuyordu. Kısacık hayatında korktuğu anlar çok nadirdi. Ancak şu an hissettiği korkunun yanında diğerleri bir hiçti. Elleri titriyordu. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki vuruşları göğsünü deli gibi dövüyordu. Durmadan sallanan ayağı da cabasıydı. Hastanedelerdi. Nasıl gelmişlerdi ne zaman gelmişlerdi hafızasında yoktu. Gözlerinin dalıp gittiği kapının arkasında olan Minel'in o son hali aklındaydı sadece. Durmayan burun kanaması, acıyla inlemesi ve gözlerini bir türlü açamaması Pera'ya kalp krizleri geçirtmişti. Minel onun canıydı. En kıymetlisi en değerlisiydi ve onu öyle görmek Pera'yı mahvetmişti.
"Pera," dizine yaslanan elle ayağının sallanışı durdu Pera'nın. Buğulu gören gözlerini ona seslenen Arzu'ya çevirdi. Onunda kendisinden farkı yoktu. Burnu ve gözleri kıpkırmızıydı.
"Sorun yok. Minel iyi!"Pera titreyen dudaklarını birbirine bastırıp güçlü bir nefes aldı. Kalbindeki ritimsiz atışlar tüm bedeninde gergin bir titremeye sebep oluyordu.
"Değil. Hissediyorum. Kaç gündür durgundu. Dünde ateşi vardı. Neden hastaneye getirmedik ki salak kafam!" Arzu hüzünlü bir iç çekişle Pera'nın kolunu sıvazladı. O da korkuyordu ancak daha dirayetliydi.
"Minel'i bilmiyor gibi konuşma. Asla getiremezdik onu. İyi olacak, toparla kendini lütfen." dediğinde Pera ona baktı. Kirpiğinde sallanan bir damla yaş yanağına düşünce uzanıp yanağına dokundu Arzu'nun parmakları.
"O düşüşü gitmiyor gözümün önünden..." koluna çıkan el ve beline sarılan kolla nefesi boğazında tıkandı kaldı Pera'nın. Omzuna yaslanan çeneyle başını daha da Arzu'ya çevirdi.
"Bizim kızıl şeytanımız o. Bir şeyi yok, olmayacak..." birkaç kelimelik bir cümleydi ancak Pera o kelimeler bütünlüğüne sıkı sıkı sarıldı. Onun kızıl şeytanı güçlü ve inatçıydı. Hiçbir şey olmayacaktı. Hiçbir sorun yoktu.
"Pera!" Lara'nın güçlü sesi kalabalık sesleri yarıp Pera'ya çarpınca genç çocuk irkilip sesin geldiği tarafa baktı ve ayaklandı.
"Anne," Pera koşar adımlarla annesine koşup sarıldı. Korkusu, annesini görmesiyle biraz olsun azalmıştı.
"Ne oldu?" dedi Lara içine düştüğü bilinmezlikle. Çocukların burada olduğu haberini ameliyattan çıkar çıkmaz almıştı. Pera geri çekilip gözyaşlarını sildi ve annesine baktı.
"Asimetrik paralel aletinden düştü. Burnu kanıyordu. Durmadı bir türlü. Baygındı üstelik!" Lara duydukları karşısında endişelense de soğuk kanlılığını korudu. Oğlunun ellerini tutup güç vermek isteyerek sıktı.
"Tamam tatlım. Sakin ol. Ben şimdi gireceğim yanına." Pera, başını aşağı yukarı sallayıp burnunu çekti. Lara ise Atakan'a baktı.
"Atakan, Aden ablalar biliyor mu?" Atakan sıkıntıyla soluklandı. Önünde birleştirdiği ellerini sıkıp yutkundu. O da deli gibi korkuyordu.
"Aden Hanım ve Yusuf Bey'e ulaşamadım. Herhangi birini aramaya da elim gitmedi Lara Hanım." dediğinde Lara başını salladı. Atakan kimi ararsa ararsın tüm ailenin ayaklanacağını çok iyi bildiğinden "arama. Ben ulaşırım." dedi ve tüm sorumluluğu üstlendi. Oğlunun yanaklarını okşayıp gülümsedi.
"Mimikoma bakayım bir neye nazlanmış bu kadar." dedi oğluna takılma isteyerek ama Pera'nın daha da düşen suratıyla dudaklarını ısırdı.
"Nazlanmadı anne. Gerçekten kötü," Lara başını sallayıp ellerini Pera'nın yüzünden çekti. Onları izleyen Arzu'ya da gülümseyerek bakıp oğluna geri döndü.
"Tamam bir şey demedim. Gidiyorum ben. Onu senin yerine öpmemi ister misin?" Pera başını salladı.
"Evet. Burada olduğumuzu da söyle. Asistanların almadı bizi zaten yanlarına. Tek kaldı orada kardeşim!"
Lara, acil müdahale odasına girdiğinde iki asistanını ve bir hemşireyi Minel'in yanında buldu. Hızlı adımlarla sedyeye ilerlerken asistanlarına durumu sordu. Minel'in burnunda bir tampon kolunda ise serum vardı. Gözleri kapalı, teni solgundu. Ona açıklama yapan asistanlarla kaşları derinden çatıldı.
"MR çekelim önce. Kan alındı mı?" dedi Minel'in başında durup gözleriyle ilk muayenesini yaptı. Genç kızın fazlasıyla solgun görünmesi canını sıktı.
"Aldık hocam," bakışları asistanlarına dönünce kaşları çatıldı. Bir problem olduğu kaçırdıkları bakışlardan belliydi.
"Ne?" asistanları birbirine baktı. İçlerinden daha sakin görünen bir adım öne çıktı.
"Lara hocam, kan aldığımız esnada hastanın kolunun üst kısmında bir ekimoz fark ettik. Düşmeyle ya da darbeyle ilgili olduğunu düşündüm açıkçası ama Osman farklı bir şeye yordu." Lara bu sefer Osman'a baktı.
"Osman?" genç asistan bakışlarını bir süre yerde gezdirip başını kaldırdı ve hocasına baktı. Acilden önceki staj yeri onkolojiydi ve uzmanlığını da bu alanda devam ettirmek istediğinden çok sıkı çalışıyordu ve bazı farkındalıkları şimdiden oluşmuştu.
"Hocam, morarmalar trombosit kanamaya benziyor." Lara duraksadı. Çatılan kaşları ve boğazına dizilen solukları dudaklarını titretti.
"Anlamadım?" Osman darbeye bağlı ekimozla, trombosit ekimozun farkını sanki karşısında bir doktor değil de sıradan birisi varmış gibi anlatmaya başladı ancak bir süre sonra Lara'nın bakışlarını fark edince sustu. Yanındaki arkadaşına ve hemşireye bakınca onlarında suspus olduğunu fark etti.
"Özür dilerim hocam ben siz öyle deyince bilmiyorsunuz sanki gibi konuşmaya başladım." dedi ama toparlayamadı. Birden kendi fikrini beyan etmesi mesleki alışkanlıkla olan bir şeydi.
Lara stresini yatıştırıp sakince soluklandı. Gözleri Minel'in kollarına kaydı. "Kolu dışında görüldü mü?" dediğinde Osman sözü arkadaşı Akın'a bıraktı.
"Muayene edecektik aslında ama sizi bekledik hocam." dedi Akın.
Lara başını sallayıp tüm odağını Minel'e çevirdi. Burnundaki tamponu çıkardığında kanamanın durduğunu fark etti. Yine de tamponu yenileyip serumun akış hızını yeniden ayarladığı sırada Minel'in sesini işitti. "Anne." diye sayıklıyordu.
"Minel, duyuyor musun beni tatlım?" dedi Lara yüksek sesiyle. Minel'e doğru biraz eğilmişti. Genç kız gözlerini zorlukla açıp bulanık gören gözlerle önüne baktı ama görüşü net değildi.
"Yenge."
"Benim canım. nasıl hissediyorsun kendini?" dedi Lara.
"Berbat. Ağlamak geliyor içimden. Ağlayabilir miyim?" deyip zorlukla yutkundu. Uzun kirpiklerini kırpıştırıp gözünü açmak istedi ama sanki kördüğüm olmuşlardı.
"İyi hissedeceksen eğer ağla tatlım." Minel'in gözlerinden şakaklarına doğru gözyaşları yuvarlandı. Tuhaf bir sızı ve rahatsızlık hissediyordu bedeninde. Lara, parmak uçlarıyla akan gözyaşlarını sildi.
"Nasıl düştün hatırlıyor musun?" Lara'nın sorusuyla Minel gözlerini kapayıp neler olduğunu hatırlamaya başladı.
"Başım döndü. Sonra da gözüm karardı." dedi mırıltıyla. Konuşurken bile canının acıdığını hissediyordu.
"Anladım. Aniden mi oldu yoksa öncesi var mı?" sorularına devam etti Lara. Osman ve Akın'da bu soru cevabın notlarını alıyorlardı.
"Alete çıkmadan öncede döndü." Lara başını sallayıp sedyenin kenarına oturdu ve Minel'in elini avuçlarının arasına aldı. Şefkat ve özenle elinin arasındaki teni okşadı. Şu durumda Minel'e başın döndüğü halde neden devam ettin gibi sorular sormayacaktı.
"Peki... Sana bazı sorular soracağım tatlım cevap verebilecek misin?" Minel, başını sallayıp Lara'nın elini sıktı.
"Bu baş dönmesi ilk defa bugün mü oldu?" bir süre düşündü genç kız. Yaşadığı bu aksilikler birkaç haftadır onunlaydı.
"Yok. Bir süredir ara sıra aniden oluyor ama önemli değil. Hemen geçiyorlardı." Lara sıkıntıyla soluklandı.
"Tarih aralığı verebilir misin?" Minel dudaklarını büzüp düşündü ve hatırladığı kadarıyla bir "iki üç hafta," dedi. Lara dudaklarını ısırıp gülümsemesini dindirmeden nefes alıp verdi.
"Peki başka bir problemin var mı?" genç kız susunca, Lara sıkıntıyla iç çekip okşamayı bırakmadığı eli güç vermek istercesine sıktı. Minel'i tanıyordu. Hasta muamelesi görmekten, hasta olmaktan nefret eder iğneden korkardı. Bu bayılma olayı olmasa kim bilir neler olacaktı?
"Minel. Saklaman gereken bir şey yok. Doktorun olarak soruyorum ve öyle tepki vereceğim." Minel doğrulmak isteyince Osman ve Akın, Lara'dan hızlı davranıp Minel'i sarsmadan sırtını yastıkla desteklediler.
"Anlat tatlım." Minel bu komutu bekliyormuş gibi konuşmaya başladı ancak gözlerini itinayla kaçırıyordu.
"Çok halsizim. Ara ara anlamadığım şekilde tüm bedenim ağrıyor." Lara, Minel'in elini bırakıp ellerini eklem yerlerinde dolaştırdı.
"Buralar mı?" Minel yutkunup başını salladı.
"Evet." aldığı cevapla dudaklarını birbirine bastırıp sedyeden kalktı Lara. Ellerini yeşil önlüğünün ceplerine yerleştirdi ve gülümseyerek kendisini izleyen yeğenine döndü.
"Başka?" dedi alacağı cevaplardan içten içe korkarak. Tecrübesi, mesleki bilgileri ve hisleri ona bazı gerçekleri bas bas bağırmaya başlarken yanılmak istiyordu.
"Burnum kanıyor. Bir de ara ara ateşim çıkıp düşüyor. Düne kadar saklıyordum aslında ama Atakan abi fark edince evdekilerde duydu." sesinin titrememesine özen gösterip derin bir nefes alıp verdi Lara ve yüzündeki gülümsemesini hiç bozmadan yeniden konuştu.
"Vücudunun belirli yerlerinde morarmalar oluyor mu peki?"
"Hı hı. Göğsümün altında, koltuk altımda. Bacaklarımda ve kollarımda fark ettim. Ama hemen geçiyorlardı." Lara birkaç saniyeliğine gözlerini kapayıp açtı. O sırada asistanları da kuşkuyla birbirilerine bakıyorlardı.
"Tamam... Şimdi seni MR için götüreceğiz. Düşmeye bağlı travmalar olabilir ona bakalım. Bir de bu kanamalar, morarmalar neden oluyor onun için testler yapacağız." Minel oflayıp yattığı yerde kıpırdandı. Ailesinin bir kısmı doktordu hatta hastaneleri bile vardı ama o nedense hastaneleri hiç ama hiç sevmiyordu. Üstelik iğnelerden de asla haz etmiyordu.
"Ama gerek yok ki. Zaten genel kontrol olacaktı bugün." dedi yarım ağızla ama alacağı cevabı da biliyordu.
"Bu da benim kontrolüm kızım." dedi Lara hep kullandığı sakin ses tonuyla. İçinden geçen, aklında sıralanan her bilgi, her ihtimal bir çığa dönüşüp aklının her köşesine sürükleniyordu. Ama sakin olmalıydı. Şimdilik sadece doktor olarak yapması gereken ne ise onu yapacaktı.
"Minel'i odaya alalım. MR için hazırlayalım. Sonrasında bazı testler isteyeceğim. Sizde," diyerek hareketlendi. Minel'e göz kırpıp asistanlarına döndü.
"Hemen hocam." dedi Akın. Hemşire ve Osman ile yapacakları konuşmaya başladıklarında Minel içindeki sıkıntıyla yutkunup "yenge," diye mırıldandı.
"Canım."
"Pera'yla Arzu," Lara yaşaran gözlerini kırpıştırıp yutkundu. Minel'in başını okşadı.
"Buradalar kızım. Seni bekliyorlar ." Minel'in dudaklarında kırık bir tebessüm oluştu ama gözlerinden birer damla daha düşünce Lara o yaşları yine parmaklarıyla sildi. Göz göze geldiklerinde dayanamayıp Minel'in başına bir buse kondurdu.
"Korkuttum onları." Lara güldü. Genç kızın başından bir kez daha öpüp yanağını okşadı.
"Biraz öyle olmuş ama merak etme seni görünce toparlarlar." Lara, Minel'e son kez bakıp sedyeden uzaklaşıp onu bekleyen üçlüye ilerledi ve Minel'in duymamasına dikkat ederek kısık sesle konuşmaya başladı.
"Hemşire hanım. Odaya çıkabilirsiniz. MR ve tomografiyi hızlıca halledelim. Akın, gerekli tüm kan testlerini yapalım. Tam kan sayımı istiyorum. İdrar ve gayta da alalım. Sonuçlara göre biyopsiye karar veririz ama öncesinde, " deyip Osman'a döndü.
"Osman! Bana Barlas'ı bul gönder." Osman bir an afallayıp Akın'a baktı ama o kendisine bakmıyordu. Karışık olan kafasıyla istemeye istemeye dudaklarını araladı.
"Şey... dâhiliyeden Barlas hoca mı yoksa onkolojiden Barlas hoca mı hocam?" Lara gürültülü bir nefes alıp alnını sıvazladı ve öğrencisine dik dik baktı. Osman'ın bazı anlarda böyle tutulup kalması canını sıkıyordu.
"Anladım. Hemen hallediyorum hocam." deyip yanlarından fırlayarak uzaklaşan Osman'ın arkasından umutsuzca baktı.
Minel odaya çıkartılırken Pera ve Arzu onunlaydı. Atakan'da yanlarından bir an olsun ayrılmazken Lara içini kemiren soru işaretleriyle odasına çıktı. Masasının başına geçip koltuğuna oturduğunda dirseklerini masaya yaslayıp başını ellerinin arasına aldı. Sakinliğini ve soğuk kanlılığını koruyordu ve bundan sonrada sürekli koruması gerektiğinin farkındaydı. Testleri görmeden bir şey diyemezdi ancak o korku çoktan yerleşmişti kalbine.
Gözleri masasının üzerindeki çerçeveye kayınca çenesi titredi. Kocası ve çocuklarıyla olan fotoğrafa bakan gözleri kocasının yüzünde dolandı. Yıllar yıllar önce tüm ailenin dönüm noktası olan hastalığıyla savaşmış bir adamdı kocası. Gerçi Kerem buna bir savaş değil mucize gözüyle baktığını da sadece onunla paylaşmıştı. Lösemi, Kerem'i hayattan koparmamıştı. O hastalık ona ve ailesine Aden'i katmış hayatlarının gidişatını kökten değiştirmişti.
"Hocam?" Lara sıçrayıp başını kapıya çevirdi. Barlas kapıyı aralamış içeriye başını uzatmıştı.
"Birkaç kez çaldım ama duymadınız." Lara silkelenip boğazını temizledi ve oturuşunu dikleştirdi.
"Dalmışım. Gel Barlas."
"İyi misiniz? Osman bir şeyler geveledi ama hiçbir şey anlamadım." dedi Barlas. Kemoterapi alan hastalarıyla ilgilenirken Osman nefes nefese yanına gelmiş bir şeyler demişti. Lara gözlerini kırpıştırıp bakışlarını masasına düşürdü. Başında durmaya devam eden bonesini çıkartıp önüne düşen saçlarını avuçlarıyla geriye doğru taradı.
"Hocam..." dedi Barlas lakin Lara ne diyeceğini nasıl başlayacağını bilemediğinden araladığı dudaklarını geri kapattı. Yenge ne oluyor?"
Lara güçlü bir nefesle doldurdu ciğerlerini. Kollarını masaya yaslayıp parmaklarını birbirine geçirdi. Korkularında haklıysa bu günden sonra tüm ailenin en ihtiyaç duyacağı kişi ve şüphesiz üzerinde inanılmaz bir sorumluluk ve baskı hissedecek kişi Barlas'tı ve bunun farkındalığıyla da nasıl konuşacağına karar veremiyordu. Barlas'ı bu yolda asla yalnız bırakmayacaktı ancak Minel'i bir yeğenden ziyade kızı gibi seven bu genç adama dakikalar önce olanları ve olacak olanları nasıl anlatacaktı bunu bilemiyordu.
Ve bu bilinmezliği ilk defa tadıyordu.
"Yenge korkutmasana insanı! Birine mi bir şey oldu?" Lara son kez yutkundu. Titrek olsa da güçlü bir soluk alıp silkelendi ve tüm dirayetini topladı.
"Minel." dediğinde Barlas'ın mavi gözlerindeki kırılmaları gördü. Endişesi usulca süzülüp gözlerinden bedenine, bedeninden ruhuna sıçradı ve Lara bu ana tanıklık etti.
"Ne! Minel ne?" dedi sert bir tonlamayla. Bu ilk defa yaptığı bir şeydi ancak ne aklı ne kalbi ne de gözü sesinin, bakışlarının farkında değildi.
"Önce sakin kal. Şu an iyi. Anlatacağım ama sakin kalmak zorundasın Barlas. Lütfen!" Barlas gözlerini kapadı. Ellerini beline yaslayıp aldığı nefesleri aralık dudaklarının arasından bıraktı ve mavi harelerini yeniden araladı.
"Lara yenge?"
"Düşmüş. Ama düşüşle ilgili endişelenecek bir durum yok. Asıl problem yaşadığı semptomlar." Barlas beline yaslı ellerini ensesinde birleştirip gözlerini beyaz aydınlatmalı tavana kaldırdı. Birkaç saniye soluklanıp silkelendi ve bakışlarını yeniden Lara'ya indirdi.
"Nedir?" Lara terleyen avuç içlerini birbirine sürtüp dilini susaklarını sürttü ve gözlerini kaçırmadan konuştu.
"Uzun süredir aşırı halsiz ve yorgun hissediyormuş. Baş dönmeleri, burun kanamaları, morarmalar ve ateş." Barlas sırıttı. O sırıtış yüzünden silinmezken başını aşağı yukarı ağırca salladı ve büyük bir eminlikle omuzlarını dikleştirdi.
"Bu bir şeyi göstermez." Lara usulca kalktı koltuğundan. Barlas'ın yanına gidip "evet ama bir çok şeyi de gösterir," deyip sırtına elini yaslayıp sıvazladı ve masasının önündeki karşılıklı koltuklardan birisine oturttu ve karşısına geçti.
"Durum ne belli değil evet ama sen çocuk onkoloğu olarak bu semptomları benden çok daha iyi yorumlayabilirsin." Barlas kabullenemeyerek başını sağa sola salladı. Kollarını dizlerine yaslayıp ellerini bacak arasındaki boşlukta sallandırdı. Duyduğu semptomlar yabancısı olduğu şeyler değildi. Bu mesleğe başladığı günden beri nice çocuk bu semptomlarla ona sevk ediliyordu.
"Olmaz... Anladın mı olmaz! Hele Minel hiç olmaz!"
" İlk etapta kan sayımı istedim. Emin olmak için periferik yayma testleri ve biyopsi..." Barlas elini havaya kaldırınca sustu Lara.
"Ne dediğinin farkında mısın sen yenge?" sesi can çekişiyordu sanki. Tüm profesyonelliği buraya kadardı. Şüphesi bile onu böylesine sarsarken gerçek çıkarsa ne olacaktı nasıl olacaktı kestiremiyordu bile.
"Barlas!" dedi Lara tüm otoritesiyle. Barlas'a doğru eğilip çenesinden ittirerek başını dikleştirdi ve göz göze gelmelerini sağladı.
" Duygusal davranmamızın yeri değil. Geçen her saniye Minel'in aleyhine. Tanı konmalı, evre belirlenmeli ve bir an önce tedaviye başlanmalı. Eğer korktuğumuz gibi lösemiyse direkt donör arayışına başlamamız lazım. Kaybedecek zamanımız yok. Eğer farklı bir tanıysa da ona göre hareket edeceğiz. Belki de fizikken hiçbir şey çıkmayacak. O zaman da psikiyatriye sevk ederiz. Ama önce sonucu öğrenmeliyiz."
Barlas, dolan gözlerini kırpıştırıp sıkışan göğsüyle zar zor nefeslendi. "Daha çok küçük."
Lara tüm inancıyla "ve bir o kadar da güçlü. Minel'den bahsediyoruz Barlas. Sen daha küçüklerini gördün, bebekleri bile gördün iyileştirdin. Eğer Minel korktuğumuz gibi hastaysa onu da iyileştireceksin. İyileştireceğiz. Kendine, bana, bize ama en çokta kızıl şeytanımıza inan."
"Ya..." Lara o ihtimali söylemesine izin vermedi. Barlas'a sarılıp saçlarını okşadı. Onunda yüreği korkuyla çarpıyordu ancak yıkılamazdı. Durum netleşip tüm aile duyduğunda güçlü durmak onlara düşecekti. Geri çekildiğinde yeniden göz kontağı kurdu.
"Ailemizi biraz olsun tanıyorsam bu hastaneye bir sürü doktor yığacaklar Barlas ama günün sonunda yine herkes senin ağzından çıkacak lafa bakacak. O yüzden şimdi olabilecek her şeyi şimdiden kabullen, hazmet ve kalk."
Barlas, birer damla yaş süzülen gözlerini silip yüzünü sıvazladı ve omuzlarını dikleştirdi. Korku ve endişe kalbine yer etmişti ancak Lara haklıydı. Güçlü kalmalı ve öyle davranmalıydı. Duygusallık ona hiçbir şey katmayacaktı. Her şey bir ihtimal dahilindeydi ve Barlas o ihtimallerin onları yanılması için dualara sığındı. Fakat içten içe biliyordu ki gerçeğin ihtimali olmazdı.
Minel'in yaşadığı bu şeyler bir şeylerin habercisiydi ve o şeyler bazı karanlıklara ışık tutacak bazı aydınlıkları karartacaktı.
24 EKİM İSTANBUL 02:12
Ferah içindeki huzursuzlukla yatağında dönüp duruyordu. Göğsünde anlam veremediği bir sıkıntı vardı ve her şeyin üstüne üstüne gelmesine neden olunca yatağından oflayarak kalktı. Bu halini bugün katıldığı davaya yordu. kazanan tarafta da olsa davanın içeriği onu etkilemişti. Uzun ve gür olan siyah yaşlarını tepesinde toplayıp odasındaki pencereye ilerledi. Camı açıp uzunca soluklandı lakin aldığı nefes ona yetmedi sanki. Huzursuzluğun üstüne özlemde binince ofladı. Şimdi Artvin'de olsa babasıyla birlikte tekneye çıkar biraz açıldıktan sonra Karadeniz'in ortasında baba kız dertleşirlerdi. Ama Artvin'de değildi ve babası da bu saatte çoktan uyumuş olmalıydı.
Dışarıya baktı. Sahil kısmındaki birkaç mekan dışında şehir sessizdi. Ani bir kararla pencereyi kapatıp dolabına ilerledi ve üzerini değişti. Dolabı kapatacakken aklına gelen şeyle dolabının iç çekmecesini açıp kadife kutuyu çıkardı ve kapağını kaldırdı ve silahıyla göz göze geldi. Burası memleketi değildi. Onun güvenli bölgesi, kendi çöplüğü hiç değildi. Üstelik artık başında Yarkın diye bir bela vardı. Silahı alıp beline yerleştirdi ve odasından çıktı. Deri ceketini ve spor ayakkabılarını giyinip kapısının kilidini açıp evden çıktığında karşı dairenin kilidinin hızlıca açıldığını işitti. O tarafa baktığında kapı aralandı ve uyku sersemi Cem'le karşı karşıya geldi.
"Savcım?" adamın sesinden yayılan şaşkınlığa gülümsedi Ferah.
"Cem?" dedi aynı tonlamayla.
"Ne yapıyorsunuz bir şey mi odu?" derken bir yandan da yüzünü sıvazlıyordu. bir gözü açık bir gözü de kapalı gibiydi.
"Yok bir şey. Hava alacağım." diyerek geçiştirdi Ferah ama Cem'in hiç öyle bir niyeti yoktu.
"Bu saatte?" Ferah gözlerini devirip "evet!" dedi.
"Tamam. İki dakika bekleyin hemen geliyorum."
"Cem gerek yok ben biraz dolaşıp geleceğim." dese de Cem çoktan gözden kayboldu. O sırada kapıları açılan asansöre bakıp ofladı ve kapanmasını izledi. Bu hareketsizliğine kendisi de şaşırdı. Şimdiye Cem'i beklemeden çoktan apartmandan çıkmış olmalıydı lakin yanında güvendiği birinin varlığı onu daha da rahatlatacaktı. Bunu bildiğinden ses etmedi.
"Geldim." Ferah yanında duran adama yan gözlerle akıp asansör düğmesine yeniden bastı ve açılan kapıdan kabine girdi. Peşinden Cem girdi ve sıfır tuşuna bastı. Kendisine bakan adama göz kırpıp başını salladığında Cem omuz silkti ve başını diğer tarafa çevirip ağzını kapatarak esnedi.
"Boşuna uykundan oluyorsun," Cem kendini toparlayıp gözlerini kırpıştırıp yeniden Ferah'a baktı.
"Siz nereye ben oraya."
Apartmandan çıkıp sahile indiler. Kıyı boyunca sessizce yan yana yürüyüp boş bir banka oturdular. Ferah esen rüzgarla ceketinin yakalarından çekiştirip kollarını göğsünde bağladı ve başını biraz arkaya yatırıp gözlerini kapadı. Denizin kokusu ve soğuk iyi gelmişti. Uzaklardan gelen hareketli müzik sesleri birileri için hayatın devam ettiğini gösterirken ikisi de aynı anda iç çektiler.
"Sen nasıl anladın benim çıktığımı?" dedi Ferah birden aydınlanarak. Cem omuzlarını silkip ellerini ceketinin cebine soktu.
"Anahtar sesinden." Ferah'ın kaşları çatıldı ama yüzünde tatlı bir ifade oluştu. Cem ise kadının anlam veremeyen bakışlarına güldü. Uyusa da tetikte olduğundan en ufak bir sese bile kalkıyordu.
"Biraz gürültülü bir kapı açma stiliniz var. Tüm apartmanda anahtarların şangırtısı duyuluyor." dedi sitem edercesine. Kadına takılmak son zamanlarda en keyif aldığı şeylerden bir tanesiydi.
"Uykusundan uyanan sadece sen gibi duruyorsun." Cem, Ferah'ın aksi sesiyle daha da keyiflendi. Yarım yamak bir uykudansa burada olmak ona da iyi gelmişti.
"Benim size dair sensörlerim var savcım. İstersem apartmandan uzakta olayım o sesi yine duyarım." Ferah yüzünü ekşitip elinin tersiyle Cem'in koluna vurdu ve kollarını göğsünde bağlayıp "abartma be," dedi.
"Alt kilidi üç kez, üst kilidi iki kez, orta kilidiyse bir kez kilitliyorsunuz ve anahtarınızdaki taşlı süsler her defasında kapıya vuruyor. Üstelik o kadar hızlı çeviriyorsunuz ki kilidi, kendine has bir ses oluşuyor." Ferah'ın kaşları bu sefer şaşkınlıktan alnına doğru kaydı ve dudakları aralanıp kapandıktan sonra bakışlarını denize çevirdi.
"Hiç dikkat etmemiştim..." dedi.
Cem, yanındaki kadının yan profiline baktı. Kirpikleri gerçekten uzun ve kırpıktı. Düz burnu uzun ve dudakları sahiden dolgundu. Fiziksel güzelliğinin yanı sıra kadını güzel kılan başka bir şey daha vardı ama Cem onun ne olduğunu bir türlü bulamadı. Güzeldi güzel olmasına ama bunun sebebi gözleri, burnu, dudakları ya da kısa olmasına rağmen kıvrımlı bedeni değildi.
"Güvende hissetmiyor musunuz?" dediğinde kendisine dönen gözlerle yutkundu ama hemen sonra burnunu çekip kendini toparladı.
"Yok, yani sanırsam tek başına yaşamayı ilk defa tecrübe ettiğimden önlem almak diyelim. Kapıyı ne kadar iyi kilitlersem o kadar sağlama alıyorum kendimi sanırım. Tabii birde her konuştuğumuzda babamın; kapını kilitledin mi kızım sorusuna maruz kalıyorum." Cem'in dudakları usulca kıvrıldı. Gözünün önüne Merdo Yıldırım geldiğinde tüyleri ürperdi. Adamın farklı bir enerjisi vardı. Bakışında, duruşunda, konuşmasında babacanlığın ötesinde farklı bir hava ve güç vardı.
"Babanız iyi bir adama benziyor." derken buldu kendini. Ferah ise başını sallayarak destekledi onu.
"Öyledir. Babam olduğu için demiyorum. O iyi bir baba, iyi bir eş, iyi bir kardeş ve dost. Severler babamı. Eh, tabii bir de Artvin'de namı büyüktür. Sever sayarlar." babasından bahsederken sesine sinen sevgi ve hayranlık elde tutulacak cinsteydi. Öyleydi de. Ferah babasına aşık bir kızdı.
"Ben açıkçası o gün en büyük tepkiyi babanızdan bekledim. Yani görünüş olarak Merdo bey daha uygun görünüyordu." kıkırdadı Ferah. Yüzünü omzuna sürtüp dudaklarında dilini gezdirdi. Sonra da iç çekip kıkırdayışı hüzünlü bir tebessüme döndü.
"Ben de aynı düşünüyordum. Ama o da artık bir şeylerin farkında demek ki." Cem anlam veremeyen bakışlarıyla Ferah'a bakmaya devam etti ve kendini tutamadan sordu.
"Ne gibi?" Ferah derin bire iç çekip yanağını kaşıdı. Uçuşan düşüncelerinin arasına kardeşi düşünce göğsü titredi. Kardeşinin, Dünya'dan sonra tepetaklak oluşunun her anına tanık olmuştu.
"Dağhan'ı hayata döndürmek gibi." dedi mırıldanır gibi. Hiçbir şey, hiçbir zaman Dünya'dan öncesi gibi olmayacaktı ama bir ihtimal belki bu intikam uğrunda kendini gelirdi Dağhan diye düşünüyordu. Babası da onun gibi düşünüyor olacak ki ses etmemişti.
"Aşık mıydı?" başını omzuna doğru eğip Cem'e baktı. Dolan gözlerini kırpıştırıp nefesini gürültüyle bıraktı. Küçükken kardeşiyle en çok uğraştığı mesele şimdi onu hüngür hüngür ağlatacak boyuttaydı.
"Gözünü açtı Dünya. Uyudu Dünya, uyandı Dünya..." nefeslerini aynı anda bırakıp içe çektiler. Gözleri birbirinden kopmadı. Ferah'ın kardeşiyle doluşan zihnine karşısındaki adamın mavi gözleri karışırken yutkunma ihtiyacı hissetti. Bakışlarını kaçırıp yeniden denize çevirdi bakışlarını ama denize bakmakta Cem'in gözlerini hatırlattı.
"Eeee, sizinkiler?" dedi aniden konuyu değiştirerek. Cem'de silkelenip boğazını temizledi.
"Benimkiler?" Ferah omzunu silkip iç çekti. Başını çevirmeden bakışlarını Cem'e döndürdü ve adama yandan baktı.
"Anne baba, ne bileyim kardeş falan?" bu sefer iç çeken Cem oldu. Bakışları karanlık denize dalıp gitti.
"Bir kız kardeşim var. Adı Ece..." Ferah, Cem'den duymayı beklemediği ses tonuyla şaştı. Fazla sevecen ve coşkuluydu.
"Sesinle mıncırarak sevdin kızı şu an." Cem sırıttı ve başını aşağı yukarı sallayıp özlemle iç çekti. Minik kızını çok özlemişti.
"Öyle. Elma yanaklarını sıkmadan, kıvırcık saçlarını karıştırmadan rahat edemem." Ferah onu bir abla olarak birazcık anlıyordu. O bir erkek kardeş ablası olarak daha çok dövüş ve kavgayla büyüse de Dağhan izin verdiği müddetçe o da kardeşini sataşarak seviyordu.
"Okuyor mu kaç yaşında?" dedi Ferah bu sefer. Cem'e karşı hissettiği merak iç gıdıklayan cinstendi.
"Yirmi dört yaşında. Almanya'da doktorasını yapıyor." Ferah başını sallayıp bakışları önüne düşen adama baktı. Baktı, baktı. Yeniden sormak için dudaklarını aralasa da geri kapattı ve nefes aldı. Ancak yutkunamadı. Onunda bakışları önünde düştü ve dilinden üç kelime firar etti.
"Başın sağ olsun." Cem irkildi. Mavi gözleri Ferah'a döndü ve şaşkın bir bakışla ona baktı.
"Nasıl anladın?" Ferah ise usulca gülümseyip omzunu silkti. Farkında değildi ancak Cem'le kurduğu her iletişimde omuzları kendinden bağımsız her mimiğine her hareketine ayak uyduruyordu.
"Eh, benimde sensörlerim var demek ki." Cem'in dudaklarında küçük bir tebessüm olsa da gözlerinde özlem ve hüzün vardı. Bunun farkında olması da ayrıydı. O duygularını kontrol edebilen, hissettiğini ve düşündüğünü yanındaki kim olursa olun belli etmeyen birisiyle ancak Ferah'ın yanında kuşandığı o kalkanlara ihtiyacı yokmuş gibi hissediyordu.
"Bahsetsene biraz onlardan." dedi kendine engel olamadan. Yanında olan bu adama çoğunlukla gıcık olsa da merakı ağır basıyordu. Susmaya devam ettiğini görünce kaşlarını çatıp elinin tersiyle koluna vurdu.
"Düşmanın değilim Cem. Sen eminim aileme dair çoğu şeyi biliyorsundur. Ben de sana dair bir şeyler öğensem fena olmaz." Cem kadına hak verirken buldu kendisini. Sakladığı bir durum değildi bu ama bahsetmekten hoşlandığı da söylenemezdi. Lakin kendini Ferah'a konuşurken buldu.
"Polisti babam. Organize suçlarda emniyet amiriydi. Annemde özel bir şirkette pazarlama müdürüydü. Dört kişilik sıradan, mutlu bir aileydik. Görev yeri Mersin'di o zamanlar ama aslen Adanalıyız. Tatlı tek katlı bir ev. Sen de gece kondu ben diyeyim saray. Ankara'da okurken her tatilde her fırsatta evime gitmek için can atıyordum düşün... Güzeldi her şey. Sonra bir gün kaza haberi geldi. Dört kişiden geriye Ece ile ben kaldım." aynı anda derince soluklanıp nefeslerini gürültüyle bıraktılar. Ferah yanında oturan adama üzgün gözlerle baktı. O kadar tasasız bir imajı vardı ki Cem'in ondan böyle bir hikaye beklemiyordu.
"Kaç yaşındaydın?" sesinin arkasında nahif bir merhamet doğdu Ferah'ın.
"On dokuzdum. Ece'de on iki yaşındaydı." dedi Cem.
"Sadece ikiniz misiniz?"
"Evet. Hayırlı akrabalarımız yoktu. Neyse ki reşit olduğumdan Ece'yi yanıma almayı başarmıştım. Sağ olsun babamın dostları da elimizden tuttular." Ferah duraksadı. Kaşları önce çatıldı sonra hayretle kavislendi.
"İsa müdür?" dedi şaşkınca. Cem gülümseyip büktüğü dudaklarıyla başını salladı.
"Sizin bu sensörler benimkilerden de hızlı çalışıyor." Ferah, Cem'in koluna elinin tersiyle bir kez daha vurdu.
"Öyle canım. Hafife alma beni." onlar için uzun ama zaman olarak kısa bir anda bakıştılar. Gözlerini ilk çeken Ferah oldu. İri kahveleri caddeye bakınıp önüne döndü.
"Ece nasıl peki?"
"O ilk algılayamadı. İçine kapandı. Asileşti, öfkelendi sonra duruldu. Okula verdi kendisini. Kitaplar, matematik, buluşlar, icatlar." Dağhan geldi Ferah'ın aklına yeniden. Kardeşi baş etmek için okuluna bir şekilde başlamış ve devam ettirmeye çalışmıştı ancak hep bir yarımlık hep bir olmamışlıkla karşı karşıya kalmışlardı.
"Böyle mücadele etti demek ki..." iç çekip nefesini bıraktı ve engel olamadığı merakına bir kesz daha yenik düştü. "Sen nasıl mücadele ettin?"
"Ece var deyip hayata tutunuyorum işte." dedi Cem ama demek istediği asıl şeyi Ferah anladı. Cem, kardeşi olmasaydı devam edemezdi. Belki de hâlâ edemiyordu. Ferah, adamın düşen yüzünü görünce silkelenip konuyu yeniden Ece'ye getirdi.
"Tam bir abici havası alıyorum Ece'den."
Cem'in dudakları inceden kıvrıldı. "Öyledir ama düşkünlüğünü benim kadar belli etmez."
Ferah bir an ikisini yan yana düşündü. Eğlenceli bir ortam yarattıklarına çok emindi. Ece belli ki yanında oturan bu adama deva olmuştu.
"Almanya'da kalıcı mı?" diye sordu.
"Hayır. Yakında dönecek." dedi Cem emin sesle. Kardeşi aksini düşünse dahi buna izin vermezdi. Eğitimini tamamladığı gibi yanına geri alacaktı. Ece'den tamamen ayrı kalmak kaldırabileceği bir şey değildi.
"Hmmm. Yanında mı yaşayacak? Belki senden daha iyi bir komşu olur." Cem şaşkın bir bakışla Ferah'a baktı ve yüzünde istemsiz bir küstahlık belirdi.
"Benim gerçek evim burası değil savcım. Bu görev bittiğinde ve kardeşim döndüğü asıl evimize geçeceğiz."
"Doğru, boş bulundum." dedi Ferah ancak bozulduğu sesinden yüzüne yansıyınca Cem içinden kendine küfretti ve durumu toparlamaya çalıştı.
"Tanıştırırım ama. Tam senin kalemin biliyor musun?" Ferah, öyle mi dercesine bir bakış atınca Cem sırıtıp başını salladı.
"Aynı dik kafalılık, aynı asilik, aynı inatçılık," dirseğini bankın sırtına yaslayıp Ferah'a doğru eğildi ve yine sırıtarak " Allah'tan küfürbaz değil." dedi.
Balon bir anda patladı ve Cem yaptığı hayvanlığın farkına vardı. Ona dik ve sert bakışlar atan kadına yutkunarak bakıp toparlandı. "Pardon. Özür dilerim savcım."
"Kendi suyunu kendin kaynatıyorsun ya Cem pes doğrusu!"
Cem yeniden özür dileyecekken Ferah gözlerini devirip kaçan moraliyle "kalkalım." dedi.
Kalktılar. Aynı yolu birlikte yine sessizce yürüdüler. Cem hissettiği mahcuplukla sürekli özür dilemeye yeltense de Ferah ondan yana hiç bakmadı. Caddeden karşıya geçmek için kaldırımda durdular. Yolu kontrol edip ilk adımı Ferah attı. Cem bir adım arkasında caddeyi geçmeye başladıklarında üstlerine doğru son hızla gelen arabayı Cem fark etti.
Ferah, ne olduğunu anlamadığı bir zaman silsilesinde Cem'in kollarını belinde hissetti ve saniyeler sonra kucak kucağa yere kapaklandılar.
Cem, Ferah'ı güvene aldıktan sonra başını kaldırıp yola baktığında arabanın gözden kaybolduğunu gördü. Kastendi. Buna emindi. Kendini hızla toparlayıp Ferah'ın üzerinden kalktı ve kadını belinden tutup kaldırdı. Mavi gözleriyle kadını hızlıca süzüp elini belinde kaydırdı ancak parmaklarına değen metalle kaşları derinden çatıldı.
"Silah mı taşıyorsunuz?" Ferah uçuşan saçlarını zapt edip Cem'e baktı ve belini saran koldan sıyrıldı. Az kalsın eziliyorlardı ama adamın derdi taşıdığı silah mıydı gerçekten?
"Mesele silah mı cidden Cem? Üzerimize sürdüler!" deyip arabanın gittiği yöne baktı ama göremedi. Onları uzaktan izleyen birkaç kişi dışında da kimse yoktu. Birbirilerine dik dik bakıp nefes alıp verdiler. Adrenalini kontrol altına aldıklarında Cem ensesini ovalayıp Ferah'a dikkatle baktı.
"İyi misin?" Ferah başını sallayıp yutkundu ve gözlerini Cem'in bedeninde dolaştırdı. Yere hızlı düşmüşlerdi.
"İyiyim. Sen?"
Cem bir şey demedi ama kolunu Ferah'ın ince beline yeniden sarıp küçük bedeni yamacına çekip sırtı caddeye bakacak şekilde yol kenarındaki arabaya doğru dönüp korumakla yükümlü olduğu kadını güvenceye aldı ve elini belinden çekmedi. Göğüsleri birbirine değerken nefesleri birbirilerinin temine çarpıyordu. Ferah'tan gözlerini kaçırıp telefonunu çıkardı ve Başak'ı aradı. O telefonla konuşurken Ferah onu izledi. Alnına vuran nefes saçlarını huylandırırken gözleri Cem'in hareket eden dudaklarında ve adem elmasında dönüp durdu.
Dakikalar sonra önlerinde bir araba durduğunda Cem öne Ferah arkaya yerleşti. Başak hiç soru sormadan arabayı yeniden çalıştırdı. Beş dakikalık sessiz yolculuğun ardından eve geldiklerinde Cem, Ferah'ı bırakmadı. Daireye girdiklerinde Ferah kendi evine geçmek istese de Cem müsaade etmedi.
"Ben bir kahve yapayım en iyisi," deyip ortamdan uzaklaştı Başak.
"Geçin sizde, oturun." dedi Cem ve salonun ortasındaki masaya ilerleyip yeni bir arama yaptı ve talimatlar yağdırmaya başladı.
Ferah birkaç saniyeliğine Cem'e odaklandıktan sonra koltuğa geçip oturdu. Koca salonda bir masa bir de koltuk vardı zaten. Ev temizdi, eşyalar yeni görünüyordu ama her an terkedilebilir bir hava veriyordu. Cem telefonda birilerine bağırmaya başladığında gözlerini ona çevirdi.
"Ulan ne sarhoşu! Adam bildiğin ezip geçecekti kadını. Tutun onu orada geliyorum." oturduğu sandalyeden fevri hareketlerle kalktı Cem.
"Ne oluyor?" dedi Ferah. O da aynı anda ayaklandı.
"Adamı yakalamışlar." Ferah şaşırdı. Ellerini beline yaslayıp Cem'e yaklaştı.
"Ne ara?" Cem göğsünü şişirerek nefeslendi. Bir şey diyeceği sırada Başak içeri girdi ve yanlarında durdu.
"Çift takipteydiniz." Ferah ve Cem'in bakışları Başak'a kaydı.
"Anlamadım?" Başak omzunu silkip aralarından geçip masaya ilerledi ve kenara yaslandı.
"Cem seni, bizde sizi koruyoruz." Ferah'ın kaşları çatıldı. Yavaş yavaş uyku çöken gözleriyle onlara baktı ve "biz?" diye mırıldandı.
"Ekip." duyduğu cevapla başını salladı Ferah. Tüm apartmanda mit mensupları ve gizli polisler varken çift takip olayına şaşırmasına kızdı. Başka ne bekliyordu ki? Bir süre sessizce birbirilerine baktıktan sonra Cem gelen mesajla hareketlendi.
"Ben emniyete gidiyorum. Siz de bu geceyi bu evde geçiriyorsunuz."
"Ben de geleceğim." dedi Ferah ama Cem oralı olmadı.
"Gerek yok." diyerek geçiştirmeye çalıştı lakin Ferah buna izin vermeyip kapıya yönelen Cem'in önüne geçti.
"O zaman evime geçeceğim." Cem sabırla soluklanıp ellerini beline yasladı. İkisininde kaşları çatık ikisininde bakışları kısıktı. Birbirilerine üstünlük kurma çabasında değillerdi lakin öyle görünüyorlardı.
"Tehlikeli olabilir." Ferah gözlerini devirip alayla sırıttı. İşlerine gelmeyince yokuşa sürmeyi çok iyi biliyorlar diye düşündü.
"Kontrol edin o zaman." dediğinde Cem sol eliyle yüzünü sıvazladı. Daha da çatılan ve aksileşen sesiyle yüzünü Ferah'a doğru eğdi.
"Burada kalacaksınız!"
"Allah Allah! Burada güvende olacağım ne belli?" Cem'in gerilen sinirleri bir anlığına gevşedi ve sırıttı. Ferah'ı geçip kapıya yürüdü ve "kapıyı arkamdan kitlersiniz," demeyi es geçmedi.
"Gerçekten mi Cem?" Ferah'ın sitemkar sesiyle yüzündeki sırıtış daha da büyüdü lakin bunu Ferah görmedi.
"Evet. Kendi evinizde tek olmanızdansa en güvendiğim insanın yanında olmanız içimi rahatlatacaktır."dedi ve kapıyı açıp çıktı.
Ferah yüzüne kapanan kapının gerisinde birkaç saniye durup sinirle gözlerini yumdu ve sakinleşmek için ondan geriye doğru saydı. "Peki."diye mırıldanıp salona geri döndü ve kalktığı koltuğa geri oturdu. Başak ise elinde evin anahtarıyla salona geri dönüp "savcım kilitleyecek misiniz?" diye sordu. Ferah sadece bakmakla yetinince Başak anahtarı masanın üzerine bırakıp koltuğun diğer ucuna oturdu.
"Kahve yaptım ama uyusanız daha iyi olur sanırım." yanındaki kadına yan gözlerle baktı. Cem ona güveniyor olabilirdi ama Ferah, Cem'den başkasına güvenmiyordu. Duraksadı. Başak'ın üzerinde gezinen gözlerini yere çevirip daha demin aklından geçenleri tekrar etti. Az önce Cem'e güvendiğini kendisine resmen itiraf etmişti.
"Beklediğimizden daha erken başladılar." yere düşürdüğü gözlerini yeniden Başak'a çevirdi.
"Neye?"
"Saldırmaya. Sizi gerçek bir tehdit olarak algıladılar demek ki." göz göze geldiklerinde Başak tek kaşını kaldırıp imalı bir bakış attı Ferah'a. Ancak aldığı karşılıkla kaşları derinden çatıldı.
"Ya da kim olduğumu ve kimler için ne ifade ettiğimi öğrendiler."
Başak, duyduğu sözleri algıladığı an hızla yerinden kalkıp gözden kaybolurken Ferah gözlerini yumup akrasına yaslandı. Sızlayan gözleri ve uyku isteyen bedenine daha fazla dayanamayıp ayağındaki ayakkabılarını ve belindeki silahını çıkarp koltuğa uzandı. Silahını yatağının altına sokup uzandı ve gözlerini kapadı. Çok geçmeden uykuya daldı.
Cem bir saat kadar sonra eve geri döndüğünde gerisinde bıraktığı iki kadını bu şekilde bulmayı beklemiyordu. Ferah koltukta iki büklüm olmuş uyurken Başak diğer koltukta oturmuş karşısında uyuyan kadını izliyordu. "Neden uyumadın?" diyerek Başak'ın yanına oturduğunda arkadaşının bakışlarını fark etti.
"Başak ne oldu?" Başak gözlerini Ferah'tan bir an olsun ayırmadı.
"Biliyorlar." dediğinde Cem'in içi gıcıklandı. Kaşları çatıldı ve bakışlarını Ferah'a değdirip yeniden Başak'a çevirdi.
"O ne demek şimdi?" Başak endişeli bir tavırla bakışlarını Cem'e çevirdi.
"Ferah Yıldırım'ın kim olduğunu biliyorlar Cem. Ailedeki yerini, Canan Toral ile olan ilişkisini..."
Cem'in bakışları uyuyan Ferah'a yeniden kaydı. Bu olamazdı. İhtimali dahi olamazdı. Ekibine güveni tamdı. Güven duymadığı hiçkimseyi bu göreve dahil etmemiş ve Ferah'ın yanına yaklaştırmamıştı. Yaklaştırmazdı. Düşündü. Nasıl öğrenmiş olabileceklerini, nerede açık verdiklerini ya da içlerinde olabilecek bir haini... Başak yanında uyuya kaldı.
Gözleri Ferah'tan bir an olsun kopmadı. Mavileri sadece onu izledi. Aklı durmadan çalıştı. Sabahın ilk ışıklarına kadar gözünü kırpmadı. Bir ara kalkıp iki kadınında üzerini örtüp kendisine sert bir kahve yapıp küçük balkonuna çıktı ve sabahın sessizliğini bir süre dinleyip kahvesini bitirdi. İstanbul'da gün yeniden başlarkenkot pantolonun cebinden telefonunu çıkardı ve bir arama yaptı.
"Eylem'i etkisiz hale getirdin mi?" dedi telefon açılır açılmaz.
"Ulan sabahın köründe deli mi sikti seni!" aldığı karşılıkla gülse de bakışları donuktu.
"Eski günleri yad edelim dedim." dedi telefonun diğer ucundaki adama. Yıllar öncesine dayanan ilişkileri bir duvar kadar sağlam bir ip kadar inceydi. Halatları çürümüş bir köprünün iki başında dengeyi sağlamaya çalışmakla geçmişti ömürleri.
"Siktir lan oradan ne oldu öt!" Cem sıkkın bir solukla elindeki kahve fincanını balkondaki masaya bıraktı ve sıkıntılı bir iç çekişle dudaklarını araladı.
"Eylem öldü mü Şafak?" dediğinde Şafak'ın duraksaması canını daha da sıktı.
"Hayır. Serdar, Bosna'daki karargah evine götürdü. Kontrol altında." aldığı her cevapta kaşları daha da çatıldı, aklı daha da bulandı Cem'in.
"Emin misin?" sesine karışan güvensizliği Şafak'ın hissettiğini bilse de toparlamaya çalışmadı.
"Evet. Niye?" omzunun üzerinden arkasına baktı. Evde derin bir sessizlik vardı ve görünürde kimse yoktu. İç güdüsü de Başak ve Ferah'ın uyumaya devam ettiğini söylüyordu.
"Ferah ifşa olmuş olabilir." demesiyle Şafak'ın hareketlendiğini hissetti. İşittiği hışırtılar adamın yatağından kalktığını belli ediyordu.
"İhtimali yok." Cem bu söze inanmadı. Güvende duymadı. Şafak'tı bu. Kendisi hiç kazık yemese de ona güvenilemeyeceğini yıllar içerisinde bir çok kez deneyimlemişti. Şafak işine ne geliyorsa, çıkarına ne uyuyorsa ona göre hareket eden bencil herifin tekiydi gözünde.
"Olmuş olabilir Şafak. Benim ekibime güvenim tam ama hepsini yine de en baştan gözden geçireceğim. Sen de kendi ekibine baksan iyi edersin." Şafak ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp" benden çürük çıkmaz başkomiser." dese de Cem onu takmadı.
Kendi hikayesi farklıydı ancak yollar birdi. Bu yolda, baba bildiği adam ona bir can emanet etmişti ve o emaneti ne pahasına olursa olsun koruyacağına söz vermişti. Ferah Yıldırım sadece Dünya'nın satrancındaki kale değildi. Ferah Yıldırım onun satrancında da kaleydi ve o kalenin düşmemesi için canını ortaya koymaya ilk andan beri hazırdı.
"Onu bunu bilmem Yarkın. Ferah'ın kılına zarar gelirse sadece cici annenden ve babandan bilmem hepinizi toptan siker atarım haberin ola!"
***
Yorumlar