GÜLLERİN AĞITI 24. YOL ARKADAŞIM
Selamlar,
Yeni bölümden herkese merhaba.
Kontrol edemeden atıyorum. Hatalar varsa affola.
Wattpad ve Hikayelerle ilgili gelişmeler için İnstagram ve twitterdan takipleşelim
İnstagram: yaren.dilan_
Tvitter: yarenikom (instagram bio da link var)
***
BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR. !!!!!
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM
01.06.2025
KEYİFLİ OKUMALAR
GÜLLERİN AĞITI 24. BÖLÜM
"YOL ARKADAŞI"
Yol, bu sefer tekti...
CANAN AHSEN TORAL
25 EKİM 10:30 /İSTANBUL
Yarkın malikanesi beklediğimden daha sessizdi. İki gündür herkes köşe kapmaca oynuyordu sanki ve buna bende dahildim. Yorgunum, dinleniyorum bahanesiyle henüz odadan çıkmamıştım. Şafak'ta yoktu ortalıkta. Ara ara mesajlaşıyorduk ancak yüz yüze gelmemiştik. Dönüp durduğum yataktan oflayarak kalkıp odanın içerisindeki banyoya girip kısa bir duş aldım. Oflaya puflaya artık giyinmekten aşınmış olan kıyafetlerimi giyip saçlarımı kuruttum. Aynadaki aksime bakıp derin bir iç çektim ve bunu daha fazla geciktiremeyeceğimi bilerek odadan çıkmaya karar verdim.
Koridorda yürürken tüm algılarım açıktı. Uzun koridorda nerede ne var onu inceleyip zihnime kazıdım. Ev dışarıdan küçük görünüyordu ama çok fazla odası vardı. Emin adımlarla yerini bildiğim tek yer olan salona girdiğimde Yarkın çiftini bahçeye bakan büyük pencerenin önündeki beyaz berjerlerde karşılıklı oturmuş kahve içerken gördüm. Eve ilk geldiğimde bana odayı gösteren kızda içerideydi.
"Yok efendim. İkna edemedim. Kilitledi yine kendisini." kaşlarım anında çatıldı.
"Uğraşamayacağım şimdi onunla. Bırak ne zaman çıkarsa çıksın." Güzin Yarkın konu her neyse fazla bıkkın görünüyordu.
"Ya kriz geçirirse?" hizmetli kız Güzin'in aksine fazla endişeli ve pimpirikli duruyordu.
"Bırak dediysem bırak!" dedi yılmış sesiyle. Konu her ne ise ya da her kim pek memnun olmadığı açıktı. Omuzlarımı silkip kaşlarımı düzelttim ve yeni giriyormuş gibi yeniden yürümeye başladım.
"Günaydın." beklediğimden canlı çıkan sesim tüm gözlerin bana dönmesini sağladı. Aldığım karşılık sessizlik olurken adını henüz bilmediğim kız başı önünde yanımdan geçti.
"Dur sen..." dediğimde durdu ve bakışlarını bana çevirdi.
"Taze demlenmiş yeşil çay istiyorum. Mümkünse porselen fincanda limon dilimiyle." bana dik dik bakıp başını salladı ve salondan çıkıp gitti. Arkasından birkaç saniye bakıp önüme döndüm ve gözüme kestirdiğim koltuğa ilerleyip bacak bacak üstüne atarak oturdum. Karı koca tam karşımdaydılar.
"Kuzucuk yuvasından çıkmış sonunda." dedi Güzin Yarkın. Bakışlarına sinen nefret gram etkilemiyordu beni. Bu nefretinin bana özel olduğunu düşünmüyordum artık. Kadın herkese aynı ifadeyle bakıyordu.
"Güzin hanım, bana kuzu yakıştırması yapmanızı sarışınlığıma ve güzelliğime yoruyorum." yüzümde tatlı olduğunu düşündüğüm ama itici olduğuna emin olduğum bir gülümseme peydahlandı.
"Öyle. Çok güzelsin, umarım bundan sonrasında çizdiğin kaderinde en az yüzün kadar güzel olur gelin hanım... Ah, gelin diyorum ama ortada bir koca göremiyorum." beni sık sık buradan vuracağı açıktı. Bunu kabullenmek istemesem de Şafak'ın bu evde benim yanımda olacak olması beni daha da güçlü yapardı. Ama inat adam iki gündür evin yanından yöresinden dahi geçmiyordu.
"Az kaldı. Evi... Evimizi istediğim hale büründürdükten sonra kocamda yanımda olacak." diye bir taş attım ortaya. Mavi gözlerime bakan yeşil gözler saniye saniye kısılıp açıldı.
"Anlamadım?" ne dediğimi anlamıştı anlamasına ama asıl anlam veremediği sanırım benim ona ait olan şeylerin üzerine konmaktan kaçınmamamdı. Beni yüzsüzlükle vursa yeriydi lakin ona dair emin olduğum ilk şey gücüne tutkun bir kadın oluşuydu ve ev içindeki statüsünün sarsılması en son isteyeceği şeydi. Bunun farkındaydım.
"Bu evin hanımı artık ben olduğuma göre Güzin Hanım. Kendi devrimi başlatabilirim diye düşünüyorum. Hem bu hakkı bana o çok kutsal aile masanızda veriyor öyle değil mi?" gözlerini gözlerimden çekmedi. Meydan okuyuşumu havada yakalayıp gardını sıkı sıkıya aldı.
"Sen lider veliahttın karısısın. Liderin değil." boğazımı temizleyip yan gözlerle lidere baktım.
"Liderin liderlikten bir haber olduğuna o kadar eminim ki." dedim. Behzat Yarkın tasasızca kahvesini yudumlamaya devam ediyordu.
"Ben aileyle yaşama taraftarı değilim. O yüzden en kısa zamanda size uygun bir malikane hazırlatırım. Bu konuda ailemden yardım almam sizi gocundurmaz umarım. Sonuçta Uyguroğlu İnşaat dünya çapında bir marka. Sizi de memnun edeceklerinden hiç şüphem yok." Behzat Yarkın dudağının kenarı kıvrılır gibi oldu ama dudaklarına yasladığı fincan görüşümü engelledi.
"Güzel hayaller Canan." dedi Güzin Yarkın bana alayla bakarak ama tepkimin değişmediğini görünce gözleri kısıldı. Dudaklarını birbirine bastırıp nefeslendi ve bana aynı dik bakışlarıyla bakmayı sürdürdü. Sanırım elinde olsa beni şu an öldürürdü.
"Ama benim bu evden sonra gideceğim tek yer mezarım olur." yarım ağız sırıtıp ayağımı sallamaya başladım. Cehennemin dibine kadar yolu vardı.
"Okey, büyük dayımın mezarlıklarla ilgilenen tanıdıkları da var. Onu da hallederiz. Deniz manzaralı ister misiniz?" söylediklerim onun için son radde olmuş olacak ki fincanını sertçe sehpaya bırakıp ayaklandı. Ağzının içinde söylene söylene salondan çıkıp gitti. Gidişini keyifle izleyip önüme döndüğümde bu sefer Behzat Yarkın'la göz göze geldim.
"Dağdan gelip bağdakini kovarım diyorsun demek." Behzat Yarkın sonunda sessizliğini bozmuştu. Kollarımı göğsümde bağlayıp dik bakışlarımı yüzüne sabitledim. Bu adama karşı içimde hissettiğim yoğun bir tiksinme dürtüsü vardı.
"Bu evde huzur içinde yaşayamayacağımıza göre." elinde emanet gibi tuttuğu fincanı sehpaya bırakıp başını arkasına çevirip bahçeye baktı ve iç çekti. Avuçlarını birbirine sürtüp başını benden tarafa çevirdi. Uzun uzun yüzüme baktıktan sonra ayaklandı ve yanıma doğru yürüdü. Oturduğum koltuğun başında dikildi. Bakışlarında tanıdık izler vardı. Koyu kahve harelerine bakarken bir an için karşımda Şafak varmış gibi hissetsem de biliyordum ki onun çekik kara harelerinin bir benzeri yoktu.
"Bu ev bizden başka herkese cehennem oldu. Vaktin varken kaç Canan." samimiyetten uzak bir gülümsemeyle bakışlarına karşılık verdim ve dilime hakim olamadım.
"Neden sizin dışınızdaki herkese cehennem? Belki asıl cehennem sizsinizdir ve siz gittikten sonra bu ev bir cennete dönüşür."
Nefes alıp verdi ve bakışlarını benden kaçırıp yürümeye devam etti. Bende gidişini izledim. Kapıdan çıkmadan önce omzunun üzerinden bana bakıp "bizim karanlığımıza bulanıp aydınlığa ulaşanı hiç göremedim. Yazık etme... Ne kendine ne ailene..."
Göğsüme küçük küçük batan kıymıklar hissettim. Daha öncesinde bir çok kez uyarılmıştım ancak ilk defa bir ikaz bana böylesine rahatsız hissettirdi. Sanki, sanki diğer uyarıların aksine bu gerçek bir uyarıydı ve Behzat Yarkın bu ikazıyla sonumu yazıyordu.
O salondan çıkarken hizmetli kız girdi. Gözlerimi kırpıştırıp önüme döndüm ama durgunluk çoktan bedenimi esir etmişti. Yanıma gelip elindeki tepsiden fincanı alıp bana uzattı. Fincanı alıp koltuktan kalktım. Pencerelere ilerleyip beyaz tül perdeyi çektim ve bahçeye bakındım. Yemyeşildi ama cansızdı. Koca koca ağaçlar vardı ama meyvesizdi. Yaşıyordu ama ölüydü sanki.
"Başka bir arzunuz var mı?" omzumun üzerinden arkama baktım. Kız gitmemişti. Gözlerim tüm bedeninde dolandı. Benden kısaydı. Koyu saçları ensesinde sıkıca toplanmıştı. Güzel bir kızdı. Sol elmacık kemiğinin üzerinde bir beni vardı ve ona dair en belirgin şey o bendi.
"Var." dediğimde beklentiyle yüzüme baktı. Gözlerimi gözlerinden çekmeden çayımdan bir yudum aldım.
"Yaklaş yanıma." tavrımdan, emreden hallerimden hoşlandığı söylenemezdi ama zaten benimde umurumda değildi. Bu evde katı olmalıydım.
"Adın ne?"
"Ayşe." dedi. Kendi adı dilinden öylesine süzülmüştü. Sanki hiç ona ait olmamış gibi hissettirmişti bana. Adı Ayşe idi ama o hiç Ayşe olmamış gibi bir hisle söylemişti.
Çayımı yeniden yudumladım. "Kaç yaşındasın Ayşe?" nefes alıp verdi. Benimle muhatap olmaktan haz etmiyor olmalıydı. Belki de korkuyordu. Buradaki varlığım Yarkın çiftini fazlasıyla geriyordu. Tüm eve benimle birlikte aşırı bir negatifliğin yayıldığını da belli ediyorlardı.
"Yirmi altı." daha büyük gösteriyordu halbuki. Yüzündeki bezginlik, saçlarının arasına sıkışmış beyazlar yirmi altı yaşında bir kadın için fazlaydı. İçimde saklanan sesim yüzüme sertçe vurdu ve senin de akların var sadece sarılarının arasında gizleniyorlar, dedi.
"Kaç yıldır bu aileye çalışıyorsun?" dudaklarını birbirine bastırıp bakışlarını bir anlığına yere düşürdü ve yutkundu. Başını kaldırıp kaçamak bir bakış attı bana ve "yirmi altı," diye mırıldandı. İçtiğim çay boğazımda kaldı. Bir an bakakaldım suratına. Ağzından çıkanı doğru mu duydum diye kendimi yokladım ama doğru duymuştum. Yirmi altı yaşındaydı ve yirmi altı yıldır burada bu insanların içindeydi. Bu aileye dair çok şey biliyor olmalıydı. Ayşe... Anlaşılan bu evde ilk hedefim o olacaktı.
"Kriz geçirmesinden korktuğun kim?" dedim konuyu asıl merak ettiğim konuya getirerek. Gözlerine sinen tereddütle usulca gülümsedim.
"Benim kim olduğumu, kim olacağımı yirmi altı yıllık tecrübenle biliyorsundur diye düşünüyorum." yine yutkundu. Bakışları kimse olmadığı halde etrafta dolaştı ve başını bana yanaştırıp kısıkça konuştu.
"Behçet Bey." kaşlarım çatıldı. Bu Behçet'in olayı neydi Allah aşkına!
"Nesi var?" diye üsteledim ama bu onu panikletmeye ve gardını almasına neden oldu.
"Bunu sizinle şimdiye kadar paylaşmadılarsa bende paylaşamam Canan Hanım. İzninizle."
Ayşe kaçarcasına salondan çıkınca bakışlarımı yeniden pencereye çevirdim ve soğumaya yüz tutmuş çayımı içmeye devam ettim. Bahçenin iç kısmında iki gündür kimseyi görmüyordum. Sadece dış kapıdan evin ön tarafına giden yolda birkaç tane koruma vardı. Beni gördükleri an başlarını yere eğmelerine gülmeden edemedim. Şafak'ın sözü geçiyordu demek ki.
Sıkıntıyla oflayıp biten fincanı arkamdaki sehpanın üzerindeki kahve fincanlarının yanına bıraktım ve salonu dolaşmaya başladım. Aydınlık bir salondu. Tüm eşyalar modern ve elbette göze batan bir lüksteydi. Duvarlarda büyük yağlı boya tuvalleri asılıydı. Her birinde İstanbul'un manzaraları saklıydı. Avizeleri söylemiyordum bile.
Salondan çıkıp koridora bakındım. Evin girişi hemen karşımdaydı. İki yana uzanan koridorda bu sefer sola döndüm ve yürümeye başladım. Koridor oldukça sadeydi. Gümüş varaklı aynalar vardı. Her odanın kapısı kapalıydı. Şimdilik bu kapılardan uzak durup aşağı inen merdivene ilerledim ve aşağı indim. Yuvarlak geniş bir antre beni karşılarken antrenin tam ortasında bir piyano vardı. Kahverengi ve eskitmeydi. Bu işten biraz anlıyorsam bu piyano bu evden bile daha pahalı olmalıydı.
"Canan Hanım bir şey mi istediniz?" solumdan birden beliren Ayşe ile sıçrayıp ona baktım. Bana merakla bakıyordu.
"Evi geziyorum." dedim öylesine bir tavırla. Bakışlarını etrafta gezdirip boğazını temizledi ve eliyle göstererek "burada mutfak, kiler ve çamaşır odaları var." dedi.
Mutfağa yöneldim. İçeri girdiğimde beklediğimden daha fazla çalışanla karşılaşınca şaşırdım ama kendimi hemen toparladım. Erkek çalışanlar başlarını bana asla çevirmezken kadınlarda kaçamak bakışlar atıyorlardı. Ayşe'yle birlikte sekiz kişilerdi. Ayşe hepsini tanıtsa da pek oralı olmadım. Mutfak üstüme üstüme gelince oradan çıktım. Sanayi tipi penceresiz bir mutfaktı.
Odalara bakamadığımdan gezintim kısa sürünce odama geri döndüm ve sıkıntıyla kendimi yatağa bıraktım. Hareketsizce tavanı izlediğim dakikaların ardından aklıma gelen şeyle sürünüp sırtımı yatak başlığına dayadım ve komodinin üzerindeki telefonumu alıp üyeliğim bulanan giyim markalarından alışveriş yapmaya başladım. Tüm eksiklerimi tek tek alırken iç çamaşırlarında fazla oyalandığımı fark edip durdum. Listeye eklediklerime baktığımdaysa gözlerim kocaman açıldı. Tamam, her zaman iddialı parçalar giyinmeyi seven bir kadındım ancak bu sefer seçtiklerim çok ama çok iddialıydı. Ürünleri dudaklarımı dişleyerek tek tek incelemeye alınca gözlerim istemsizce pencerenin ardında kalan eve gitti.
"Saçmalama Canan Ahsen!" desem de kendime hiçbir ürünü listeden çıkarmadan siparişi tamamladım. Başka markalarda dolanıp Minel ve Peri'ye de bir şeyler bakındım. Minel'in koleksiyonunu yapmaya niyetlendiği çantanın yeni modelinin satışa çıkacağını görünce siteden çıkıp rehberime girdim ve mağazayı özel müşterilere verilen kodla aradım ve Minel için ön sipariş hazırlatıp eve gönderilmesini istedikten sonra ödemesini yaptım. Diğer aldıklarımın da ödemesini yapıp yataktan kalktım ve pencere kenarına ilerledim. Perdeyi çekip eve bakınırken Şafak'ı aradım. Beklediğimin aksine telefon açıldığında bir an ne diyeceğimi bilemedim.
"Toral?" dedi olağan sesiyle. İki gündür kayıp değilmiş gibi rahat olması sinirlerimi bozdu.
"Neredesin sen?" hesap sorar gibi çıkan sesimle bir anlık sessizlik olduktan sonra soluklandığını işittim ama tatlı bir iç çekişte vardı sanki.
"Kulübede." deyince gözlerim kısıldı. Karşımdaki kulübede birisi varmış gibi durmuyordu. Kapı duvardı sanki.
"Evdesin yani." güldü. Hışırtılar duyunca ayaklandığını hissettim.
"Yani." gözlerimi devirip verdiği tek düze cevaplara sinirlenmemeye çalıştım.
"İyi kalk şimdi bir işe yara." dedim. Kaşlarını çattığına ve kaşlarının aralığında o ince çizginin belirginleştiğine emindim.
"Ne alaka?" sesindeki anlam veremez tınıya gülecek gibi oldum.
"Alışveriş yaptım. Mağazalardan alınması gerekiyor. Git al ya da birilerini gönder." nefesini gürültüyle bırakıp yeniden soluklandı. İç çekti desem daha doğru olacaktı sanki.
"Oldu canım başka?" kulaklarımda çınlayan tek şey canım demesi olurken o da ne dediğini fark etmiş olacak ki kısa bir anlığına sessizliğe gömüldük ancak kendimi hızlıca toparladım.
"Karnımda aç." dedim küçük bir kız çocuğu gibi nazlı nazlı. Bu sefer gerçekten ofladı.
"Evde kocaman mutfak var." omuzlarımı silkip "yediğine içtiğine dikkat et dedin," diye cırladım.
"Kendin yap o zaman."
"Olmaz. Sen al işte bir şeyler gelirken ne yiyip içtiğimi biliyorsun zaten." kulübenin küçük penceresini örten perde aniden çekildi ve günler sonra Şafak'ı gördüm. Gözlerim anında şapkasız başına ve yüzüne değdi. Saçı ve sakalı uzamıştı. Birbirine denk düşen bakışlarımızla sessiz bir nefesle alıp ciğerlerimi doldurdum. Kaşları çatıktı ve artık her kıvrımını ezbere bildiğim çizgisi yerli yerindeydi.
"Alp'i gönderirim." dedi sakince. Aramızdaki mesafeye rağmen gözleriyle tüm bedenimi süzdüğünü fark edebildim. Bu bir erkeğin bir kadını süzüşünden ziyade kontrol amaçlıydı.
"Tamam. Mağazaların adreslerini atıyorum o zaman. Eksiksiz istiyorum ona göre." dememle homurdandı. Onu sinir etmek o kadar basitti ki bazen hiçbir şey yapmama bile gerek kalmıyordu.
"Uşağın yok karşında." pis pis sırıtıp ona göz kırpıp öpücük attım ve perdeyi hızla çekip görüşünü engelledim.
"Madem kocamsın işe yara bir zahmet." der demez telefonu yüzüne kapadım. Onun bu hareketime kudurduğunu bildiğimden kıkır kıkır güldüm.
Mağazaların adreslerini mesaj olarak attıktan sonra Peri'yi aradım. Onunla konuştuktan sonra Minel'i aradım ama açmadı. Mesa atıp dönmesini beklerken Ferah'ı ve İzel'i aradım. Onlarla da her şeyden uzak sıradan şeylerden ve ailemizin yeni üyesi minik Toral hakkında konuşup telefonu kapadım. İzel'in heyecanını yüzümde içli bir tebessümle dinlemiştim. Kızıyla kurduğu her hayalini anlatırken dilimden aminler dualar yükselmişti.
Minel'den yorgun olduğuna ve uyuyacağına dair bir mesaj alınca aramaktan vazgeçip onu çok sevdiğime dair kısa bir mesaj atıp telefonu kenara bıraktım. Bir iki güne alacağı hediyeyle canlanırdı nasıl olsa. Bakışlarımı etrafımda gezdirip duvara yaslı kanepeyi gözüme kestirip onu pencere kenarına kadar itekledim. Şimdi daha kullanışlı görünüyordu. Koltuğa oturup ellerimi yumuşak yüzeyinde gezdirdiğim sırada kapı çalındı.
"Gel," Ayşe elinde bir tepsiyle içeri girince merakla ona baktım.
"Şafak Bey sizin için özel olarak hazırlattı." tepsiyi nereye bırakacağını bilemeden yüzüme bakınca elinden alıp koltuğa bıraktım. Semizotu ve beyaz peynirli meyve salatasıyla zeytinli ekmek vardı. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bu adam benim rafine zevklerimi nereden biliyordu Allah aşkına! Ekmek dilimini elime alıp koklayacağım sırada "glütensiz," diyerek açıkladı Ayşe.
E ama pes! Normal ekmekte yiyordum ancak zeytinli ekmeği glütensiz daha da çok seviyordum. Bu Kabasakal glüteni nereden biliyordu Allah aşkına!
"Teşekkür ederim. " dedim. Sorular sormak istesem de içimde tuttum.
"Rica ederim. Afiyet olsun." Ayşe odadan çıkınca tepsiye yanaştım. Yüzümde engelleyemediğim bir tebessüm oluştu. Telefonumu açıp fotoğrafını çektim ve Şafak'a atıp teşekkür ettim. Mesajı gördüğü halde geri dönüş yapmayınca homurdanıp telefonu kapayarak yatağa fırlattım. Allah'ın Kabasakal'ına insan gibi davranınca ne bekliyordum ki zaten.
Onu umursayıp düşünmeye son verdim aç karnımı doyurdum. Şişedeki sudan da büyük yudumlar alıp arkama yaslandım ve hemen şişen karnıma avucumu yasladım. Yapacak hiçbir şey olmadığından boş boş oturup kıyafetlerimin gelmesini bekledim. Odaya önce Ayşe geldi. Tepsiyi alıp gitti. Ondan bir saat kadar sonra yanında Alp ile yeniden odama girdi. Alp elindeki koca koca karton çantaları ve kutuları odanın ortasına bırakıp arkasına seslendi ve iki adam daha aynı şekilde odaya girip ellerindeki kutuları bırakıp gözlerini bana ve hiçbir şeye değdirmeden geri çıktılar.
"Sonunda." dediğimde Alp nefes nefese kıpkırmızı bir suratla bana baktı. Yorulmuş olmalıydı.
"Şehrin her yerini gezdik e haliyle geciktik biraz." akşam olmuştu neredeyse. Sitemli sesini görmezden gelip paketlerin arasında gezinmeye başladım ve ona bakmadan "yani?" diye mırıldandım.
"Rica ederim ne demek bu benim görevim Canan Hanım." serzenişi pek umurumda olmadı. Gözlerim ve ellerim paketlerde dolanırken gözüme çarpan eksiklikle ona döndüm.
"Eeee, eksik var!" iç çamaşırlarım yoktu. Gözlerini devirip omuzlarını silkti.
"Hepsine gidecektik ama abim yoldayken aradı. Kitipsi mi Tıtıksı mı öyle bir mağazaya gitmeyin ben gideceğim dedi. O alacakmış." kaşlarım hayretle havalandı sonra sakince geri alçaldı. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. İçimi gıdıklayan nabızlarımı görmezden gelmeye çalışarak Alp'e kapıyı gösterdim.
"Peki. Sağ ol."
Alp odadan çıktığı gibi bir elimi hızla çarpan kalbime yasladım ve derin nefesler aldım. Gitmem diyen adamın sadece iç çamaşırlarımı almaya gitmesi tenimi alev topunu dönüştürdü. Kırmızıya boyandığına emin olduğum yanaklarıma ellerimi yaslayıp olduğum yerde çömelip halının üzerine oturdum.
"Salak adam!" diye ona söylene söylene kutuları açmaya başladım. Elime aldığım her parçayla gülümsemeye başlarken üzerimdekilerden sonunda kurtulacak olmaktan dolayı mutluydum. Paketinden çıkardığım her parçayı özenle dolabıma yerleştirmeye başladım. Bilmem kaç bin dolarlık yeni çoraplarımı görünce kıkırdamadan edemedim. Keşke bunları da almaya Şafak gitseydi. Edeceği küfürleri bile kulağımda çınlıyordu. Kıkırtılarıma son vermeden çorapları da yerleştirip diğer paketlere yönelecekken pencerenin sertçe tıklatılmasıyla irkildim. Bakışlarım anında o yöne dönünce Şafak'ı elleri belinde çatık kaşlarıyla beni izlerken buldum. Hareketlenmediğimi görünce cama yeniden, bu sefer daha sert bir vurdu.
Boğazımı temizleyip ciddiyetimi takındım ve dağınıklığın içinden geçip pencereye ilerledim. Koltuğa dizlerimin üzerinde çıkıp perdeyi çekerek camı açtım. "Şafak Bey, yüzünüzü gören cennetlik."
Kıstığından daha da çekik görünen gözlerini yüzümde dolandırıp "genelde cehenneme gidiyorlar." dedi. Gözlerimi devirip ofladım ve pencereye iyice yanaşıp ellerimi pervaza yasladım.
"Hani almaya gitmeyecektin sen?" hafiften cilveli ve nazlı çıkan sesime hiç aldırış etmeden öfkeyle yüzüme baktı.
"Oradan bakınca gavata mı benziyorum kızım? Karımın çamaşırlarını elin adamlarına ne diye aldırayım!" yüksek sesine neyse ki alışmıştım. Her şekilde bağıracak bir şey buluyordu bu adam.
"Karım?" dedim. İlkel dürtülerine engel olamadığı o kadar barizdi ki öfkeyle dile getirdiği sözler beni rahatsız etmekten ziyade tatlı tatlı huylandırıyordu. Bunun yanlış ve zamansız olduğunun farkındaydım ancak engelleyemiyordum.
"Evet. Nikahlı karım!" diye yeniden yükseldi. Zaten kara olan gözleri daha da kararmıştı. Ona aynı öfkeyle karşılık vermekten kaçınıp ilk andaki nazımı ve cilvemi devam ettirdim.
"Peki..." diye uzattım. Gözlerimi yüzünde ve hemen ayaklarının dibine bıraktığı paketlerde dolandırdım.
"İç çamaşırlarımı verirsen yerleşmeye devam edeyim." önüne bıraktığı karton kutuları sinirle kucaklayıp pencereye yanaştı ve benim geriye çekilmemle hepsini odanın içine fırlattı.
"İnsan olsana ya ne yapıyorsun?" dedim ona büyüttüğüm gözlerimle bakarak. Bana yanaşıp ellerini bu sefer o pervaza yasladı ve yüzünü yüzüme eğdi.
"Verdim işte çamaşırlarını. Pardon fantezi iç çamaşırlarını!" alt dudağımı n kenarını dişlerimle kıstırıp ona göz süzdüm. Delirmiş gibi görünüyordu.
"Sen neden sinirlisin bu kadar?" alaylı çıkan sesimle gözleri daha da kısıldı. Önce ensesini sonra yüzünü sıvazlayıp bana daha da yanaştı aramızda duvar olmasa bedenlerimiz birbirine yapışacak gibiydi.
"Ulan hadi don atleti anlarım bunlar ne! Nerede kime giyeceksin kızım sen bunları?" deyince derdini anladım.
Kafamı arkama çevirip düşmenin etkisiyle kutusundan fırlayan parçalara göz gezdirdim. Kaç tane aldığımı hatırlayamadığım babydoll, tül ve saten geceliğin yanı sıra dantel takımlar almıştım. Birde güzelliğine dayanamadığım birkaç tanecik jartiyer. Sonra birden yaşadığım aydınlanmayla başımı hızlıca ona çevirdim. Uçuşan saçlarım sakallarına karışınca nefeslerimiz birbirine çarptı.
"Sen beni mi kıskandın?" dedim hiç gevelemeden. Dudakları açılıp kapandı. Nefesi yüzümü yaladı. Ne diyeceğini kestirememiş olacak ki "Canan!" demekle yetindi. Az önceki agresifliği azalmıştı. Fark ettiğim asıl şey yüzümde dingin ve meraklı bir gülüşe sahne olurken ona alttan alttan baktım.
"Farkında mısın son zamanlarda sürekli adımı söyler oldun?" gözlerini kırpıştırdı. Bakışları bir gözlerime bir dudaklarımda dolandı sonra da sıkıntıyla bıraktı nefesini. Bunu yeni idrak ediyor olmuş olacak ki gözlerinde ansız bir endişe belirdi.
"Rahatsız mı etti seni?" derken ki çekingenliği beni gafil avladı. Daha demin öfke kusan adamdan bu adama geçişi dengemi sarstı. Şafak, beni her defasında şaşırtmayı başarıyordu.
"Yok. Hayır... Seni?" dedim ama kelimeler dudaklarımın arasından nasıl çıktı hiç fark etmedim bile. Başını sallayıp dudaklarını bilmem dercesine büktü. Gözleri sanki ilk defa görüyormuş gibi mavi harelerimde ve kalpli çilim arasında gidip geldi. Omuzlarını silkip yeniden dudak büktü ver başını yere eğdi. Şapkası yüzünü gizledi.
"Toral demek tat vermiyor artık... Sana adınla seslenmek farklı hissettiriyor. Toral yabancı ama Canan tanıdık sanki... Ahsen'se senin limanın. Yani o daha özel senin için." dedi bana bakmadan. Sesine sinen merak ve endişe elle tutulur cinstendi. Ona kızmamı, adımı söylemesini istemediğimi dememi bekliyordu belki de.
"Bana istediğin ismimle seslenebilirsin. Ve evet, Ahsen ismi benim için çok kıymetli ki zaten sadece annem ve anneannem kullanır arada..." i. .ekip başımı eğerek yüzünü görmeye çalıştım ve hınzır bir gülüşle "soyadımla seslenmenden bıkkınlık gelmişti." yamuk bir gülüş kondu dudaklarına. Ben o gülüşe iç çekerek bakarken başını birden kaldırdı. Kaşları aniden yeniden çatıldı ve yeniden öfkeyle soluklandı. Yok bu adam kesinlikle benden daha dengesizdi.
"Asıl konumuza dönelim o zaman ne diye böyle şeyler aldın?" başıyla arkamı işaret etmekten de gocunmadı. Gözlerimi devirmemek için direndim. Ellerimi belime yaslayıp ona gıcık bir tebessümle baktım.
"Çünkü iç çamaşırı tarzım böyle. Hep bu şekilde iddialı giyinirim." dediğimde sabır dilendi.
"Yahu kadın düşmanının evinde, bir başına kime giyeceksin bunları! Normalleri neyine yetmedi kızım?" gülmemek için direndim. Dişlerim dudaklarımı ezerken zorlukla boğazımı temizledim. İtiraf etmek gerekirse bu hali gözüme aşırı karizmatik ve çekici geldi. Kıskanç bir Şafak ateştendi.
"Kendime giyineceğim," deyip ona yanaştım ve dudaklarına doğru nefesimi vererek fısıldadım. "Hem ben yeni evli bir kadınım." nefesinin boğazında takılıp kaldığını fark edince gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp geri çekildim ve dostane bir tavırla kolunu iki kere pat patladım.
"Haydi iyi akşamlar sana Kabasakal!" pencereyi kapayıp perdeyi çektiğim gibi arkama dönüp sessizce güldüm. Şafak'ın hâlâ pencerenin diğer tarafında olduğunun bilinciyle tüm iç çamaşırlarımı onun görebileceği şekilde kutularından çıkardım. Önceliğimi onlara verip dolaba yerleştirmeye başladığımda uzaklaşan adım sesleriyle başımı pencereye çevirdim. Şafak artık yoktu.
Bir süre o pencereye baktım. Yüzümdeki tebessüm derin bir iç çekişle beni terk edince gözlerim odağını kaybetti ve dalıp gitti. Göğsümü döven kalbim şimdiden asıl sınavımın ne olacağını bağıracakken elimi ağzına kapattım ve kulaklarımı bu haykırışa tıkadım...
Akşamın kızıllığı yeni yeni çökerken odanın içi git gide karardı. Bakışlarım önce önüme düştü. Açılmamış ve yerleşmeyi bekleyen eşyalara bakıp birden ışığı açmak için ayaklandım. Işığı açıp yeniden yere oturacakken kapı çalındı.
"Gir," kapı açılınca Ayşe'nin yüzü belirdi.
"Akşam yemeği hazır Canan Hanım. Sizi bekliyorlar." yüzümü ekşitip ellerimi belime yaslayarak ona baktım. Bu insanlarla oturup yemek yemek eziyet olsa da sabahki çıkışımdan sonra geri durmamam gerekiyordu.
"Menüde ne var?"
"Sebze ağırlıklı efendim." dediğinde içim rahatladı.
"Gidelim o halde."
Ayşe önde ben arkasında salona geldiğimizde yemek masasının olduğu kısma döndüm. Uzun masanın bir ucunda Behzat diğer ucunda Güzin Yarkın vardı. "İyi akşamlar," dileyerek masaya ilerleyip bana ayrılan sandalyeye yerleştim. Gözlerim hızlıca masada dolaşınca Şafak'ın bugün sadece bana yemek hazırlatmakla kalmadığını anladım. Masadaki her tabakta sebze yemeği ve salata çeşitleri vardı.
Yanıma Ayşe dışlında bir kadın geldiğinde bir an boş bulunup çekinsem de kendimi toparladım. Üzerinde beyaz mutfak önlüğü vardı. Bana ilk yemek sunumunu yapıp geri çekilince teşekkür edip önüme döndüm.
"Bu kadar mıyız?" dediğimde karı koca aynı anda bana döndüler. Güzin Yarkın kırmızı şarabından bir yudum alırken Behzat Yarkın önündeki zeytinyağlı kerevize yüzünü ekşitmiş bir şekilde bakıyordu.
"Kocandan bahsediyorsun sanırım." Güzin Yarkın'ın lafı sürekli kocama getirmesine asap bozukluğuyla güldüm ve başımı tamamen ona çevirdim.
"Yok hayır, Behçet'ten bahsediyorum." kadehi tutan elinin kasılışını fark ettim. Kadehi masaya bırakıp ellerini birbirine sürttü ve parmaklarını birbirinden geçirip elini çenesinin altına yasladı.
"Benden çekinen tek kişi siz değilsiniz sanırım." aldıkları solukların havayla sürtünüşü tüm salona yayıldı. Aslında onları çok rahatsız edecek okkalı ağır cümleler kurmuyordum. Beni inatçı, had bilmez, tehdit yaratamayacak kadar güçsüz ve çelimsiz bir kadın olarak gördüklerine emindim ancak varlığımın dahi onları rahatsız edişinin asıl sebeplerinden birinin Şafak olduğunu anlıyordum. Şafak ve onun elde ettiği kazanımlar o kazanımların benim elimi güçlendirişiydi asıl rahatsız oldukları şey. Sebep asla Dünya ya da onun intikamı için yanıp tutuşmamız değildi.
Şafak onların dünyasında dış kapının mandalıydı ancak onları bu dünyanın iplerine asılı tutan kişi de artık Şafak'tı. Ona kendi elleriyle verdikleri bu güçten rahatsız oluyorlardı. Gerçi Güzin Hanım bu gücün ve benim, Şafak'ın sonu olacağını iddia etse hiç oralı değildim.
"Behçet Bey uyuyor efendim." Ayşe'nin bana yönelik söyledikleriyle Güzin Yarkın öfkeli bakışlarını arkamda duran kıza çevirdi.
"Ayşe! Çekilebilirsiniz."
Ayşe ve diğer çalışan kadın yanımızdan ayrıldılar. Yemek sessizce geçip bittiğinde yediklerinden sızlanan Behzat Bey ve varlığımdan fazlasıyla rahatsız olduğunu bakışlarıyla belli den Güzin Hanım'ı aldırmadan uzun zamandır hiç yemediğim kadar yemek yedim. En sevdiğim sebze yemeklerini neredeyse silip süpürmüştüm. Ailenin iştahlısı hiçbir zaman ben olmamıştım lakin Bulgaristan macerasından sonra ilk defa bugün doya doya yemek yedim.
"Her yerde ailemde ailem diye övünüyorsun ama belli ki sana yemek yeme adabı öğretememişler."
Önümdeki salatanın suyuna bandırdığım ekmeği ağzıma atacakken durup bana midesi bulanır gibi bakan Güzin Yarkın'a bakışlarımı çevirdim. Ona inat elimdeki ekmeği ağzıma atıp tadını çıkara çıkara yedim.
"Kendi evimde istediğim gibi yerim Güzin Hanım. Rahatsız olduysanız kalkabilirsiniz." dedim ve ona inat ağzımı şapırdatarak yemek yemeğe devam ettim. Neyse ki karşımdaki bana, kardeşlerime ve kuzenlerime adabı muaşeret öğreten Zümrüt anneannem değil kocamın üvey annesiydi. Hoş, normalde de böyle yemezdim ama onları rahatsız gördükçe dozumu arttırıyordum.
Yemek masasından en son ben kalktım. Ayşe ve yanında bir genç adam salona girdiğinde bakışlarımın odağı direkt Ayşe oldu. Ondan sade Türk kahvesi isteyip bahçeye çıkacağımı söyledim. Üzerimde dolanan bakışları aldırmadan salondan bahçeye açılan cam kapıdan bahçeye çıktım.
Işıklandırmalar bahçeyi aydınlatıyordu. Bakışlarım etrafta dolandı. Birkaç metre ilerimde bir oturma grubu onunda ilerisinde çardak vardı. Ön kapıya uzanan yolda kaldırım taşları varken Şafak'ın kaldığı kulübeye giden yol çimendi. Bu taraf evin arkasında kaldığından ön taraftaki korumaların hiçbiri yoktu. Balımı karanlık göğe kaldırıp nefeslendim. Kendimi savunmasız hissetmekten alamadım.
Elim kolyeme gitti. Parmaklarımın arasına hapsettiğim mavi zümrüt kalbimle çardağa doğru yürüdüm. Ahşap sandalyeye oturup bacak bacak üstüne attım. Gözlerim beyaz ahşap masanın aşınmış yüzeyinde gezinirken parmaklarım kolyemden güç almaya devam ediyordu.
Şafak'la konuşmam gerekliydi. Ondan önce Behçet'i öğrenmeli sonra da bu evde kime nasıl davranmam gerektiğine dair ondan bilgi almam lazımdı. Ah, birde kesinlikle onu evde yaşamaya ikna etmeliydim ancak sanki öleceğimi bilse bile bu eve adım atmayacak gibiydi. Hoş, ölmüş olmam onu pek etkilemezdi ya neyse.
"Canan Hanım, buyurun." Ayşe yine birden belirip önüme kahvemi bıraktı ve hiçbir şey söylemden arkasını dönüp gitti.
Gözden kaybolana kadar gidişini izledim. Evin hem her şeyiyle hem de belli ki Behçet ile özellikle ilgileniyordu. Hislerimde yanılmıyorsam ki bu çok nadir olurdu. Bu evin gizli kutusu kesinlikle oydu. Kahvemi içtim. Sessizliğin tadını çıkarıp biraz kafamı dinledim. Uzun bir süre sonra başımı eve doğru çevirdiğimde hızla örtülen perde dikkatimi çekti. Salon camlarının solunda kalan pencereydi. O an aklıma tek bir isim geldi. Bu evde beni gizli saklı izleyecek tek kişi kesinlikle Behçet'ti. İstediği kadar kaçıp saklanabilirdi eninde sonunda karşı karşıya gelecektik.
Gözlerimi pencereden çekmeden ayaklandım. Bedenimi esnetip eve doğru yürüdüm. Işıklar kapanmış herkes yine köşesine çekilmişti anlaşılan. Eve girip direkt odama geçtiğimde bıraktığım dağınıklıkla karşılaştım. Bu sefer hevessiz ve üşengeç bir halde tüm aldıklarımı dolaba yerleştirip üzerimi değiştirdiğim gibi kendimi yatağa attım. Gün içerisinde çocuklara attığım mesajlara verilen cevaplara göz atıp onlara dikkat etmelerine dair nutuklar çekip daha fazla dayanamadım ve uykuya daldım.
Gecenin bir körü nefes nefese yataktan uyandım. Terden sırılsıklamdım. Saçlarım ve geceliğim tenime yapışmıştı. Bir elimi gerdanıma yaslayıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Birkaç gündür gördüğüm kabuslar birbirine girmiş haldeydi. Üstelik artık hiçbirini hatırlamayarak uyanıyordum. Saçlarımı geriye doğru savurup ensemi ve boynumu ovaladım. Yatağın ucuna bıraktığım sabahlığımı üzerime geçirip hava almak için pencereye ilerledim ve koltukta dizlerimin üzerinde durup perdeyi çekmeden pencereyi araladım. Yüzüme anında değen rüzgarla derince soluklanıp gözlerimi kapadım ve koltuğa oturup başımı gökyüzünü görecek şekilde koltuğun tepesine yasladım.
"Ben diyeceğimi dedim!" birden duyduğum Behzat Yarkın'ın sesiyle kaşlarım çatıldı. Doğrulup başımı uzattım. Perdenin gerisinden pek belli olmasa da Şafak'ın kulübesiyle benim penceremin tam ortasında iki siluet duruyordu. Biri Behzat Yarkın'dı diğeri de büyük ihtimalle Şafak'tı ki "sikerim senin dediğini!" diyen adamla yanılmadığımı anladım.
"Ne yapabilirsin nasıl engelleyebilirsin? Onu öldürmek istediğim an öldüreceğim. Belki Güzin benden erken davranır pek tahammül edemiyor karına." hayatımın üzerinden böyle konuşmaları canımı sıktı. Üstelik kabusla uyanıp başka bir kabusa tanıklık etmek sıkıntımı daha da büyüttü.
"Canan'ın değil kılına zarar vermek moralini bozacak bir şey yapar, ona elinizi uzatırsanız o elleri kırarım." Şafak'ın konu ben olunca normalinden daha da sert olması içten içe beni rahatlatıyordu. Bu sağlıklı bir düşünce değildi ama bana yaptığı, yaşattığı şeylerin yanında her seferinde karşımdakilere karşı beni böylesine koruması hoşuma gitmeye başlamıştı.
"Güzelliğine mi kapıldın yoksa seni kadınlığıyla mı avcuna aldı?" gecenin bir körü işittiğim her kelime beni şoka sokuyordu. Şafak öyle ya da böyle kocamdı ve kocamın karşısında dikilmiş benim hakkımda böyle pervasızca konuşan adam öz babasıydı. Benim kadınlığımı ağzına alacak kadar pervasız ve hadsizdi.
Şafak babasını yakalarından tutup çekiştirdi. Uzun boyunun avantajıyla ona yukardan bakarken " o fıldır fıldır dönen gözlerini oyarım Yarkın!" diye gecenin sessizliğinde bağırdı ancak bu bağrışı ancak uyanık olanlar duyabilirdi.
"Kuzunu kurtlarla dolu bir evde tek bırakırsan kurtların ağzı sulanır oğlum." göğsüme bir sancı girdi. Yanlış mı anlıyordum? Midem aniden kasıldı ve artık kronikleşen mide bulantım yeniden başladı ki bu sefer bulanmakta haklıydı.
"Acı tecrübeler bunlar. Bilirsin..." elimi ağzıma kapayıp titreyen kirpiklerimi kapayıp saklanmak istedim. Babam yaşındaki bir adamın hakkımdaki sözleri yenilir yutulur değildi.
"Ulan kafana sıkmadan siktir git kapımdan!" ellerimi koltuğa yaslayıp derin derin soluklandım. Kuytusundan bir türlü sıyrılamadığım korku beni bu sefer daha güçlü sardı.
"Bu sinirin sebebi benimle aynı kaderi yaşamaktan korkman mı?" gözlerim usulca açıldı ve bakışlarım yeniden onlara döndü. Şafak'ın elleri hâlâ babasının yakalarına asılıydı.
"Seni aldatır belki. Benim bir adamımla ya da senin adamlarından biriyle. Alp belki ya da Şamil'le. Bakarsın onunda ikiz piçleri olur." Şafak bir an bocaladı. Babasının yakalarını tutan elleri geri düştü. Yüzünde yayılan şey dehşetti. Sanki, sanki eski bir hatıra saklandığı yerden çıkıp tüm gücüyle saldırıya geçmişti ve onu böylesine titreten şey oydu.
"Sen... Sen..." Şafak kelimelerini toparlayamadı.
"Bir şey olmaz oğlum sıkarsın onunda kafasına aynı annene yaptığın gibi olur biter."
Dudaklarımın arasından çıkan çığlığımı ellerimle örtmeye çalışsam da ikisinin de başı bana döndü. Aramızda bir perde vardı ama benim burada olduğumun farkındaydılar. Şoktan irileşen gözbebeklerim ve titreyen bedenimle onlara bakarken duyduklarımı sindiremedim. Behzat Yarkın'ın dudaklarındaki sinsi kıvrılma bana onun gösterdiği pasifliğinin arkasında nasıl bir şeytan yattığını fısıldarken kalbimi acıtarak döven asıl şey Şafak'tı.
"Yoksa karına nasıl bir canavar olduğundan bahsetmedin mi?" Şafak ile gözlerimi kesişti. Karanlıkta olsak dahi birbirimizin gözünün içine bakıyorduk.
"Zavallı kızcağız. Demek kocasının kendi öz annesini ve onun aşığını öldürdüğünü bilmiyor..." lanet olası adam susmadı. Susmak bilmedi. Karşısındaki kendi canından kanından değilmiş gibi hançerlerini saplamaya devam etti.
Şafak, adımı fısıldadı ama o fısıltıyı dahi duydum. Gözlerim, gözlerinden bir an olsun kopmazken bana doğru atmaya başladığı adımlarla kalbim çarptı. Ondan korkmuyordum, sadece... Duyduğum şeyleri kaldıramadım. Kanıksayamadım. Şafak bana yürüdü, babası bize son kez bakıp bir ıslık tüttürerek ortadan kayboldu. Gecenin köründe bir o bir ben vardım şimdi. Şafak geldi. Penceremin önünde durdu ve aramızdaki perdeyi çekti.
Ona baktım. Yüzünde kol gecen acısını, gözlerindeki korkuyu ve dehşeti bu sefer daha yakından gördüm. Şafak ilk defa böylesine yıkık ve darmadağın görünüyordu. Kendimle cebelleşmeyi bıraktım ve ona doğru yanaşıp ellerimi pervaza yasladım. Buğulan gözlerimi karalarına dikip içini görebilmek için ona baktım.
"Şafak..." gözleri benden itinayla kaçtı. Titremeye ramak kalan dudaklarını birbirine bastırıp başını sağa sola salladı. Yutkunmaya çalıştım. Gecenin bir yarısı ne yaşadığıma anlam veremedim. Karşımdaki kocaman adam bir çocuktan farksızdı. Üstelik bu adam Şafak'tı. Şafak Yarkın'dı.
"Anneni mi öldürdün?" göğsü titredi. Adem elması kaydı ama kaydığı yerde dondu kaldı. Bana bakmak istedi ama yapamadı. Arkasını dönemeye yeltendiğinde uzanıp koluna yapıştım iki elimle. Durdu zar zor bana bakınca titrek bir nefes alıp boynumu eğdim. Kendime çektim. Bir elimi kolundan çekip göğsüne yasladım. Elimin altında hızla atan kalbi benimde ritmimi bozdu.
"Anlat bana. Anlat Şafak. Anlat ki sana inanayım. Gerçekten ama gerçekten senin yolunda senin yanında durayım. Anlat bana... Yarın o adam gözlerimin içine baktığında onun karşısında dimdik durabileyim."
Diliyle dudaklarını ıslatıp titrek ama güçlü bir nefesle göğsünü şişirdi. Bir eliyle gözlerini ovalayıp başını sağa sola çevirdi sonunda o kara hareler benim mavilere karıştı. Elimin altındaki göğsünü okşadım. Ona biraz daha meyledip yüz yüze gelmek için çabaladım.
"Söz, yargılamayacağım, eleştirmeyeceğim seni. Söz veriyorum," bana burukça bakınca dolu gözlerimle gülümseyip "Toral kızı sözü. En hasından bak hem de."
Başını salladı. Yüzünü sıvazlayıp nefeslendi ve dudaklarını araladı. "Az çok biliyorsun bir şeyleri zaten." başımı salladım hızlı hızlı. Her şeye hakim değildim ama bu süreçte az çok öğrenmiştim haklarında.
"Annemle Adana'da en az bu ev kadar büyük bir evde yapayalnız yaşıyorduk. Ara ara gelirdi babam. Gelince yanında Erdem amca da olurdu. Babamın eli ayağı, her şeyiydi." yeniden nefes aldı. Gözleri gözlerime dalıp gittiğinde gördüğü şeyin benim gözlerim değil de geçmişi olduğunu anladım. Geçmişini beni mavilerimde yad ediyordu.
"Annem babamı, babamın sağ kolu olan kardeş bellediği adamla aldatıyordu... Ondan hamileydi ve kaçma planları yapıyorlardı. Beni arkada bırakıp gideceklerdi. Ben, ben bunu babama söyledim." dedi. Sonralara doğru kısılan ve titreyen sesiyle gözlerim yeniden yaşardı. Şafak bana ilk defa kendisini açıyordu ve ben onun yarasının bu kadar derinden olacağını hiç ummamıştım.
"Dokuz yaşındaydım Canan. İstediğim tek şey beni hiç istemeyen, benden nefret eden annemden hıncımı almak, babama dürüst olmak ve onun beni yanına almasıydı... O, o zamanlar beni seviyordu." dese de ağzından çıkana kendisi de inanmamıştı. Kaçırdığı gözlerinden titreyen çehresinden belliydi. Göğsünü okşamaya avcumu kalbinin atışlarıyla doldurmasına devam ettim.
"Nasıl oldu?" dilini dudaklarının arasında sıkıştırıp iç çekti. Alnını sıvazlayıp başını gökyüzüne kaldırdı ve yutkundu.
"Babamı aradım. Çocuk aklıyla her şeyi anlattım ona. Neler olabileceğini nelere yol açacağımı bilmeden gördüğüm duyduğum her şeyi söyledim." dudaklarımı ısırdım. Sanki yıllar öncesinde o andaymışım gibi gözümün önünde görüntüler belirdi.
"Geldi..." deyince başını bana çevirdi ve "geldi," dedi. "Güzin de vardı yanında. Geldiğinde annemin korkudan sancıları başladı. Babam ikizler doğana kadar hiç ses etmedi. Ama ikizler doğunca..." sustu ve bir kez daha yutkundu. Sessizce bekledim onu.
"Hiçbir şey demedi. Hesap sormadı... Annemle o adamı yaka paça bahçeye çıkarttı. İkizlerde Güzin'in kucağındaydı..." onları yeniden yaşıyormuş gibi gerilip titredi bedeni.
"Elime bir silah verdi. Kendi silahını da ikizlere doğrulttu." aldığım nefes boğazıma dolanıp sıkı sıkıya bir düğümle kendini oraya bağladı. Kalbimde ince bir sızı ah Şafak diye iç çekmeye başlamıştı.
"Ya ikizleri öldürecekti ya da ben annemle o adamı..." devam edemedi. Ne olduğu kimin seçildiği belliydi. Şafak yeni doğmuş kardeşlerini yaşatmak için annesini ve ikizlerin babasını öldürmüştü. Başımı önüme eğdim. Kısacık bir an kendimi onun yerine koydum ve o kısacık an onu anlamama yetti.
Gözlerim ağır ağır kaydı kara harelerine. Duyduğum her kelimenin ağırlığı sırtıma yük edindi. Onun gerçekleri usul usul eteklerime yapışıp aman dilerken karşımda durmuş bana tüm tükenmiş çaresizliğiyle bakan adama sarılmak istedim. Ama asıl sarılmak istediğim Şafak o değil, dokuz yaşında annesinin kanına bulanmış çocuk Şafak'tı.
Titreyen elimi usulca aramızda kaydırdım ve avcumu yanağına yaslayıp baş parmağımla kaşlarının ortasındaki ize dokundum. Gözleri usulca kapandı. Göğsü çektiği nefesle taşarken yüzünü izledim. Acı bir ifade sinmiş dudakları bir nefeslik uzağımdaydı. Şafak karanlıktı, Şafak kötüydü, yanlıştı ve kayıptı. Bir karanlığa doğmuş, sevilmemiş, görülmemiş ve istenmemişti. Benim aydınlığımın aksine o koskoca bir karanlıkta büyümüştü. O karanlığa kendi batmamıştı, o silahı eline kendisi almamıştı...
Bu yüzdendi. Şafak boşuna bizim yanımızda değildi. Bu dava sadece Dünya'nın değil onunda davasıydı. Şafak, kardeşleri uğruna öldürdüğü o iki canın ve öldürülen çocukluğunun intikamını almak istiyordu. Tek başına gücü yetmediğinden babama gitmişti. Dünya onların karanlığında yitip gitmiş ama arkasında aydınlığını bırakarak Şafak'ın karanlığına sızmıştı.
"Senin suçun değildi." fısıltımla titrek bir nefes verdi. Alnımı şakağına yaslayıp kolumu beline doladım ve normalde arkama bakmadan kaçacağım adamın, parmağımın ucundaki yara izini okşamaya devam ettim. Ayrı diyarlarda başlayan yol artık ikimiz için birdi. Belki karanlıktı belki sarptı belki de çıkmazdı ancak artık bu yolda gerçekten yanında yürüyecektim çünkü kurban edilen sadece Dünya değildi. Çocuk Şafak'ta bu karanlığa kurban edilmişti... Bunu biliyordum.
"Senin suçun değildi Şafak..." kasılmış bedeni gevşedi, omuzları düştü.
Ve yine biliyordum ki ona suçsuz olduğunu söyleye ilk kişi bendim.
***
Holaaaaa
Nasılsınız bakalım?
Bu bölüm sadece benimkilerle geldim.
Bölüm nasıldı?
Canan, Güzin ve Behzat'la çok eğlenecek gibi ama bakalım neler olacak
Behçet'in olayı ne sizce?
Şafak'ı iç çamaşırı mağazasında bir hayal edin lütfen ajaflsffd
Karısının donlarını kimseye göstermedi errrrrkekkkk
Canan'ın cilve kırıntısını gördük carın siz düşünün Oynak Aden'in oynak kızını.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum cimrilik etmeyinnn bol bol yorum atınnn
Diğer bölüm görüşürüz
Öpüldünüz
Yorumlar