GÜLLERİN AĞITI 6. KORKULARLA SAVAŞMAK

 Selamlar,

Yeni bölümden herkese merhaba.

Umarım iyisinizdir.

Aksiliklerle dolu bir yazma süreciydi ama neyse ki bölüm bitti. 

Kısa yazmaya niyetlenen ben elbette uzun yazmaktan kopamıyorum. Size uzun bir bölümle geldim. Birkaç yeri içime sinmese de bu bölüm hikayenin önemli bölümlerden bir tanesi benden demesiiii.

Bu hikaye günümüz tarihinden çok ileri bir tarihte geçmektedir. !!!

GÜLLERİN AĞITI, ADEN HİKAYESİNİN DEVAMI NİTELİĞİNDEDİR. ANCAK BAĞIMSIZDA OKUNABİLİR. AMA FAZLA KARAKTER İÇEREN BİR HİKAYE OLDUĞU İÇİN ADEN'E GÖZ ATIP BURAYA GELEBİLİRSİNİZ.

GÜLLERİN AĞITI SOY AĞACI

Oy ve Yorumlarınızı bekliyorum

Oy ve Yorumlarınızı bekliyorum.... Doluşalım lüttfennnn  :)) 

BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR. 

05.04.2024

KEYİFLİ OKUMALAR

GÜLLERİN AĞITI 6

GÜLLERİN AĞITI 6. BÖLÜM

"KORKULARLA SAVAŞMAK"

İnsan bazen kendi yolunu seçemezdi. 

Yol onu seçerdi. 

CANAN AHSEN TORAL

26 EYLÜL /  Bulgaristan

Korkular aldatıcı olabiliyordu. Korkunca; gözün görmüyor, aklın almıyordu. İnsan korkunca düşünemiyordu. Ürkütücüydü çünkü sonu karanlıktı.  Dehşetle birleştiğindeyse insanı yerle bir eden yiyip tüketen bir şeye dönüşüyordu. Korku bir ceza, korku bir sınır, korku bir durdu. Uyarıydı.

"Peri..." dudaklarımın arasından firar eden şey sesim değil korkumdu. Onu kaybetmek aklımı yitirmem demekti. Onu kaybetmek kalkamamak üzere düşmemdi. Kimselere itiraf edemesem de onu kaybetmek benim en büyük korkumdu. 

"Peri," dedim bir kez daha. Tir tir titriyordu sesim. Hissetmesem de peş peşe düşüyordu gözyaşlarım tenime. 

Peri benim ablukamdı. Onu; doğduğu ilk gün itibariyle bir duvar gibi kuşatmış, alacağı tüm darbeleri duvarlarımda  yumuşatmıştım. Annem ve babamın pamuklara sarıp göğüslerinde sakladığı, benimse tüm dikenlerden koruyarak büyüttüğümdü. Ablalığı, sorumluluğu, güveni, inancı öğretenimdi. Peri, benim ablukamdı.  Ama duvarlar artık eskisi gibi sağlam değildi. Beş yıl öncesinde lanet ettiğim o günde duvarlarımın büyük bir kısmı aldığı darbelerle yıkılmış ve bir daha ne yaparsam yapayım o duvarları onaramamıştım.

"Peri..." dizlerimin üzerinde bir adım attım. Avuçlarımla  dizlerime kırılan cam parçaları, ahşap eşyaların parçalanan kıymıkları batıyordu ama canımın acısı bu acının yanında bir hiçti. Acının ele geçirdiği ruhum tıpkı kardeşimin bedeninde parlayan kan gibi kırmızıydı. 

"Pamuğum," kanayan ellerimi bedenine uzattım.  Parmaklarım boynuna yaslandı. Parmak uçlarımda hissettiğim atışlar bedenimin katılığını yumuşattı. Yaşıyordu. Acıtmamaya dikkat ederek yarasına dokundum. Kanı durmuyordu. Bedenini tutup kendime çekmek istedim ama Yalın onu öyle sıkı sarmıştı ki kendime çekmem çok zordu.

Gözyaşlarımdan bulanık gören gözlerimi Yalın'a çevirdim.  Peri'ye kitlenmişti. Onu uzun kollarıyla sımsıkı sarmış farkında olmadığına emin olduğum gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Bakışları Peri'nin kanayan omzundaydı.

"Yalın," dedim nefes nefese. Beni duymuyordu.  Beni görmüyordu. Ela gözleri sadece Peri'nin  yüzündeydi. Tetiklenen travması girdiği şokla harmanlanınca kaskatı kesilmişti. 

Nefesler aldım, nefesler verdim. Akan gözyaşlarımı kanlı parmaklarımla silip kendimi toplamaya çalıştım. Canım çok acıyordu, ruhum sızlıyordu, kalbim yanıyordu ama güçlü durmalıydım. 

Yalın'a seslenmeye devam ederken günlerdir  üzerimde olan beyaz ketenden olan gömleğimi çıkarıp dertop ettim ve Peri'nin omzundaki yaraya bastırdım. "Bir şey yok Yalın. Yaşıyor. Duydun mu beni Yalın? Peri yaşıyor!" dedim. 

"Yalın!" bağırışım etki bile etmedi. Silah sesleri susmasa da azalmıştı ancak çatışma devam ediyordu. Kimse durduğu yerde kıpırdamıyordu bile. Göğsümde çırpınan çaresizliğime serzenişler savurdum. Gözleiği daha sıkı bastırıp yüzümü Peri'ye yaklaştırdım. 

"Pamuğum duyuyor musun beni?" dedim bir umut. Gözlerim yüzünde gezindi. Uzun ve kıvrık olan beyaz  kirpikleri titrediğinde boştaki elimi yüzüne yasladım. 

"Buradayım Peri. Sorun yok tamam mı bebeğim hiçbir şey olmayacak!" dediğimde yutkunuşunu hissettim.  Yanağını okşayıp dudaklarımı alnına bastırdım.  Gözleri kapalı olsa da bilici yerindeydi. 

"Abla..." demeye çalıştı kesik kesik çıkan sesiyle. Yüzündeki elim saçlarına uzandı. Acıyla inlediğinde panikledim.  Yarasına baktım. Elim güç uygulamaktan uyuştuğundan kontrolsüzce basınç uyguluyordum. 

"Özür dilerim pamuğum," dedim fısıltıyla.  Baş kısmına doğru kayıp diğer elimi yarasına bastırdım. Beyaz gömleğin kana bulanmamış bir yeri kalmamıştı neredeyse.

"Peri, Yalın, Canan abla!" Hayat ve Andre'nin birbirine karışan sesleri etrafımda çınladı. Adım sesleri duydum. Başımı kaldırıp etrafa baktığımda çatışmanın durduğunu fark ettim. Etraf sessizliğe gömülmüştü ama bunu anlayamayacak kadar Peri'ye adapteydim. 

"Peri!" Hayat'ın çığlığı ortamı bıçak gibi kesti. Başımı önüme çevirdiğimde Hayat ve Andre'yi yan yana gördüm. Hayat dizlerinin üzerine düşerken Andre yanımıza koştu ve Peri'nin yüzünü kavradı. 

"Peri..." dedi titreyen sesiyle. Elleriyle yüzünü okşadı, nabzına baktı. Yarasına dokundu, şakağını öptü.

"Dağ. Dağ! Peri, Dağ! Uzay..." diye bağırdı. Dökemediğim yaşları Andre döküyordu. 

 Koşuşturma sesleri yankılandı. Başımı kaldırıp etraf baktığımda Dağhan'ın buraya koştuğunu gördüm ancak Uzay durduğu pencerenin önünde kitlenmiş bir halde ayakta dikiliyordu. Gözleri boşluğa bakıyordu. İki yanında sallanan elleri yumruk olmuştu. Korkusunu göremesem de tam ensemde hissediyordum. 

Kapı tarafında hareketlilik hissedince gözlerim o tarafa kaydı. İkizler mutfaktan çıkmış, yukarıya çıkan merdivenlerin önünde duruyor  şok olmuş bir halde bize bakıyorlardı. Şafak ve Alp ise evin  içinde değillerdi.

"Peri!" Dağhan'ın hiddetli sesiyle sıçradım. Güçlü adımlarıyla koşup yanımıza çöktü. Andre'yi itekleyerek Peri'den uzaklaştırıp onun yerine geçti  Yalın'ın kucağında hareketsizce yatan bedeni kontrol etmeye başladı.

"Çok kan kaybetmiş," dedi kendi kendine.  Sonra gözleri Yalın'a kaydı. Ona tıpkı benim gibi seslendi ama bir karşılık alamayacağını fark ettiğinde benim yapamadığımı yaptı ve Yalın'a kendisine gelmesi için sert bir tokat attı. 

"Yalın! Kendine gel lan!" dedi ama nafileydi.  

Bu sefer Andre hareketlendi. Yalın'ın sırtını yasladığı berjeri itip onun arkasına geçti ve kollarını gövdesine sarıp onunla sakince konuşmaya başladı. Yalın'a, Peri'nin iyi olduğunu,  onu bırakmasını, bize izin vermesini söylüyordu. Yalın'ın verdiği ilk tepki bir damla gözyaşı oldu. Andre, alnını Yalın'ın şakağına yaslayıp "pamuğumuz yaşıyor kardeşim," dediğinde Yalın'ın kolları gevşedi ve Peri'nin bedeni Dağhan'ın kucağına kaydı. 

"Dağhan," dedim dizlerimin üstünde doğrulurken.

"Kurşun içeride. Omzunun sol alt kısmına isabet etmiş," dediğimde başını sallamakla yetindi.

"Üst kat," Ekin'in endişeli ve gergin sesi aramıza sızdı. Bakışlarımız birbirine denk düştüğün bize doğru çekingen bir adım attı.

"Üst kata çıkaralım. Benim arabada ilk yardım çantası olacaktı," dedi. Dağhan,  Peri'yi kucaklayıp ayağa kalktığında geriye kalan tek şey yerde küçük bir göl oluşturmuş olan kardeşimin kanıydı.  Titreyen dizlerimle kalkıp Dağhan'ın peşinden ilerlerken bir gözüm sürekli arkamdaydı. 

Andre, Yalın'ı kucaklayıp ayağa kaldırdıktan sonra Hayat'ın yanına gidince duraksadım. Andre duyamadığım bir şeyler dediğinde Hayat'ın hıçkırıklarını işittim. Ellerini yüzüne kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladı.  Adımlarım ona gitmek için hareketlendi ama aklım Peri'deydi. 

"Canan abla," Dağhan'ın boğuk sesiyle gözlerimi yumdum. Uzun zamandır ondan duymadığım bu kelime canımı yaktı. 

"Peri benimle güvende. O yüzden her zaman yaptığını yap ve bizi toparla!" dedi ve Ekim'le Ekin'in iki yana çekilerek açtığı boşluktan merdivenleri tırmanmaya başladı.  Ekin ise koşarak dışarı çıktı.  

Peri Dağhan'ın yanındaydı. Onunla güvendeydi. Birkaç dakika için olsa da buna tutunabilirdim. 

Hayat'ın yanına ilerledim. Andre'nin omzunu sıvazlayarak burada olduğumu belli ettim. Andre rahatlayarak Yalın'ı yeniden belinden kavrayıp Dağhan'ın peşinden ilerledi.  Hayat'ın önünde diz çöküp yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Gözleri hâlâ Peri'yi ilk gördüğü yerde takılı kalmıştı. 

"Hayat," parmaklarım elmacık kemiklerinin üzerinde gezdirdim. Gözleri aynı noktaya bakmaya devam edince çenesini tutup yüzünü yüzüme çevirdim. Bakış açısına girmek için başımı eğip gözlerinin içine içine baktım.

"Peri yaşıyor Hayat. Sorun yok, sorun yok ablacığım..." gözleri gördü beni. O sis perdesi dağılıp gitti. Bir hıçkırık koptu dudaklarından. Kollarımın arasına aldım titreyen bedenini. Başı omzuma düştü.

"Yaşıyor, yaşıyor... Dünya gibi gitmedi o. Yaşıyor..." dedi hıçkırıklarının arasından. 

"Gitmedi... Gitmedi. Haydi kalk toparla kendini birbirimize ihtiyacımız var," dediğimde burnunu çekti. Başını omzumdan  çekip yüzünü sıvazladı. Başını ağır ağır sallayıp çöküp kaldığımız yerden ayaklanıp arkasını döndü ve üst kata çıkan merdivenlere ilerledi. 

Sızlayan gözlerime parmaklarımı bastırdım. Akmak için direnen gözyaşlarıma ket vurup yerden kalktım. Uzay'a bakmak için başımı çevirdiğimde Kurt'un ve elini sıkıca tuttuğu kızla yanıma geldiğini gördüm. 

"Buradan hemen gitmeliyiz," deyişini rüya aleminde duyuyor gibiydim. Ona aldırış etmedim. 

Uyuşan bacaklarımı hareket ettirip Uzay'a doğru adımladım ancak Uzay beni fark eder etmez elini durmam için  kaldırdı ve başını sağa sola sallayarak geriye doğru sendeleyen adımlar attı ve kırık pencereye dönüp oradan dışarı çıktı. Peşinden ilerleyecekken omzuma bir el dokundu.

"Ben Uzay'ın yanına giderim," Ekim'di.  Yüzündeki ifadesizliğe titreyen kirpikleri tezattı. Ona cevap vermeyişimi bir kabul olarak görmüş olacak ki Uzay'ın peşinden gitti. Titrek nefeslerim boğazıma dizilir gibi oldu.  Elim boğazıma gitti. Sert hareketlerle sıvazlayıp arkama döndüğümde Ekin'in elinde ilk yardım çantasıyla içeri girdiğini gördüm. O koşarak yukarı çıkarken uyuşan ayaklarıma hareketlenmem için komut verdim ama kendimi düşecek gibi hissetmek ötesinde bir şey değildi yaşadığım. 

"Canan buradan bir an önce gitmeliyiz," Kurt dakikalar önce dediklerini tekrarlayınca ona öfkeyle baktım.

"Sen nereye gidiyorsan git ama biz hastaneye gideceğiz!" dedim ve sersemleyen adımlarla yürümeye çalıştım. Düşecek gibi olduğumda belimde hissettiğim ellerle gerildim. Kurt beni tutup düşmemi engelledi ancak ellerini hızlıca itekledim.   Tepkime bozulmuş gibi görünse de kendisini hızlıca toplayıp benden uzaklaştı.  O öyle ya da böyle bize cehennemi yaşatan insanların kanındandı. Reddedilen olması ya da onlardan nefret edişi bir şeyleri değiştirmiyordu. Yüzlerini görmek bile midemi bulandırırken dokunuşlarının hissettirdiği bulantının gücü midemi cayır cayır yakıyordu.

"Pardon," diyerek bana sırtını dönüp üzerinde hâlâ gelinlikle oradan oraya çekiştirilen kızı bileğinden tutup evin çıkışına ilerledi Kurt.  

Gözlerimi birkaç saniye kapalı tutup burnumu sıvazladıktan sonra Peri'nin yanına gitmek için hareketlendim. Merdivenlere ilerleyip basamakları çıkmaya başladığımda  koşuşturan adımlar duydum. Kafamı arkama çevirince Alp'i gördüm. Saklayamadığı panikle koşup merdivenlere vardığında onu durdurdum.

"Sakin ol!" dedim kısık sesimle. Dizginleyemediği panik ve endişesiyle yukarı çıkmak istedi ama izin vermedim. 

"Yiğit. Sakin ol ve geri dön. Ne kendini ne bizi yakma. Haydi!"

"Canan abla," dedi çaresizce. Elimi göğsüne yaslayıp hafifçe ittim.   Endişesi, korkusu anlaşılır bir şeydi. Hissettiği bu duyguları her şeyi boş verecek kadar derin hissetmesi bir yerde içimi ısıtsa da duygularına ket vuran taraf yine ben olup Yiğit'in kendisini yakmasına izin vermedim. 

"Hastaneye gitmemiz lazım.  Benim ya da Dağhan'ın müdahale edebileceği bir şey değil ne yazık ki. Git bana Şafak'ı getir!" deyip onu bir kez daha göğsünden ittirip arkamı döndüm ve basamakları  koşarak çıktım. 

Peri yatakta yatıyordu. Herkes başında dikilirken Dağhan önüne ilk yardım çantasını sermiş kanamaya tampon yapmaya devam ediyordu. Koşar adımlarla yatağa ilerleyip üstüne çıktım ve dizlerimin üzerinde durdum. 

"Uzak mesafeden vurulması hayatını kurtarmış.  Kurşunun içeride kalması da. Şanslıymış aksi takdirde bu tarz kurşunlar kimseyi sağ bırakmaz," dediğinde ona bakmadan başımı salladım. Çantadan bir çift latex eldiven alıp hızlıca ellerime geçirip  Peri'ye yanaştım. 

"Bilinci?" diye sordum. 

"Tamamen kapandı ama dediğim gibi şanslı. Sadece bir an önce bu kurşunun çıkarılması lazım," başımı salladım. 

"Hastaneye gideceğiz!" dedim sert ve emin  çıkan sesimle. 

Tamponu kaldırıp yarasını inceledim ama hem olduğumuz oda hem de kalabalık ışığı sakındığından net göremedim.  Yatakta açık olan çantaya bakındım ama aradığımı bulamadım. Başımı Andre'ye çevirip "Benim çantamı bulup getirir misin Andre?"  dediğimde başını hızlıca sallayıp fırladı. 

"Sizde  bir açılın," diye azarladım hepsini.  Onlar geri çekilirken Andre koşarak geldi.

"İçinde ilk yardım çantam var onu çıkar ve açıp yanıma bırak lütfen," dediğim her şeyi harfi harfine uyarak yaptı Andre. Çantamdan kafa lambasını alıp başıma geçirdim. Peri'ye iyice yanaşıp lambayı yaktım ve yarasını inceledim. Kurşun delip geçtiği yeri parçalamıştı. Yarası genişti. Acilen doktor müdahalesi gerekiyordu. Enfeksiyona fazlasıyla açık bir yaralanmaydı. 

Tamponunu yenileyip güçten tamamen düşmemesi için serum takmaya karar verdim. Çantadan serum için gerekli malzemeleri çıkarırken yukarıya çıkan adım seslerini işittim.  Başımı çevirip arkama baktığımda artık herkesin burada olduğunu gördüm. Uzay en arkada Şafak en öndeydi. 

"Başkaları gelecektir gitmemiz lazım," Şafak'ın emir vererek konuşmasına gözlerimi devirdim. 

"Hastane ne mesafede?" dedim. Sabır dilercesine homurdandı. Serumu kucağıma bırakıp Peri'nin elini  tuttuğumda sertçe konuştu. 

"Ne hastanesi Toral adım attığımız gibi enselerler bizi  ne hastanesi?" hırsla çevirdim başımı.  

"Kardeşimin hastaneye götürülmesi gerekiyor müdahale edilmesi lazım!" dedim aynı sertlikle.

"Hekim değil misin sen et müdahaleni işte." dedi bilmiş bilmiş konuşarak.  Ateş saçan bakışlarımla ona baktım.  Ellerini beline yaslamış gergin bir halde yerinde kıpırdanarak beni izliyordu. 

"Veteriner hekimim  ben cerraha benzer bir yanım mı var? Hayvanın anatomisini bilirim insan anatomisini değil. Şimdi Yarkın o yarım aklını çalıştır ve bizi hastaneye  götür! " sinirle soluklanıp bana doğru bir adım attı ama Kurt araya girdi.

"Şafak haklı hastane olmaz. Sadece hastanede değil aklınıza gelebilecek her türlü devlet dairesi, özel makamlar, hatta köşe başında bir tekel bile. Her yerdeler Canan gerçek anlamda her yerdeler!" Şafak'ı destekleyen Kurt'a baktım. Gözlerim ikisinin arasında gidip geldi.

"O zaman bir hal çaresini bulun. Doktor lazım anladınız mı cerrahi müdahalede bulunabilecek  bir doktor lazım. Hastaneden mi kaçırırsınız yoktan mı var edersiniz size kalmış!" 

Önüme yeniden döndüm. Sinirden titreyen ellerimle Peri'nin elini yeniden kucağıma çekip serumu yavaşça ve özenerek takıp akış hızını ayarladım. Peri'nin elini yavaşça karnının üzerine bırakıp yanından kalktım. Herkes ne yapacağını bilmez nasıl hareket edeceğine karar veremez bir halde bana bakarken öfkeyle soluklanıp Kurt ve Şafak'a baktım. 

"Yarım dedim ama sizde hiç akıl yok herhalde?" 

Kurt ensesini kaşıyıp bakışlarını kaçırınca yüzüne yumruklarımı geçiresim geldi. Mesele kendi canı değilse umursamaz ve ilgisizdi. Uzay'ın neden güvenmeyeceğiz dediğini daha iyi anlıyordum. Çaresiz hissederek Şafak'a baktım. Gözleri sürekli sağ sola kayıyor, parmakları durmadan çenesini sıvazlıyordu.  Başını yerden kaldırıp bana baktığında çenem istemsizce titredi. Kara gözleri titreyen çenemden koluma oradan da gövdemde dolanınca kaşlarının arasındaki o çizgi derinleşerek belirginleşti. Gömleğimi  çıkardığımdan üzerimde sadece braletim vardı.

 Başını başka tarafa çevirip soluklandı. Başındaki şapkasını çıkarıp yeniden taktı ve gözleri beni buldu. Karşısında dimdik duruyordum. Yüzüm asık, gözlerim katıydı. İfadesiz olduğumun farkındaydım lakin belli ki Şafak korkumu görüyordu. Esefle soluklandı. Kaşlarını aynı anda alnına doğru hareketlendirip yüzünü sol eliyle sıvazladı.

Pantolonun cebinden telefonunu çıkarıp arama yaptı. Karşı taraf açmayınca dudaklarını birbirine bastırıp başka bir arama yaptı. Bu sefer hedefine ulaşmış olacak ki nefeslendi. "Eylem o  Eren itiyle birlikte bana bir ev ve doktor bul. Silah yaralanmasına müdahale edebilecek bir doktor. Yola çıkıyorum. Yedi dakika Eylem yedi dakika sonra bana bir konum gönder!" dedi ve telefonu kapatıp cebine attı.  

Şafak bu odadaki en tehlikeli belki de en güvenilmemesi gerekilen  adamdı belki ama beni gören de yine oydu. Çaktırmamaya çalıştığım çaresizliğimi, kendi kabuğumda sakladığım korkumu görüyordu. 

"Gitme vakti Toral!" 

Şafak'ın kullandığı arabada arkada kucağımda Peri'yle oturuyordum. Peri'nin ayak ucundaysa Yalın oturuyordu. Şafak'ın yanındaysa Alp vardı. Sık sık dikiz aynasından bize bakıyordu. Peri'nin çıplak tenime yayılan saçlarını usul usul okşayıp başına buseler konduruyordum. Bilinci yerinde olmasa da ara sıra acıyla inleyip bir şeyler mırıldanıyordu. 

Yola çıkalı beş dakika oldu olmadı Şafak'ın telefonu çaldı. Şafak telefonu açıp bir süre dinledikten sonra bakışlarını dikiz aynasından bana çevirdi. "Doktor tamam," deyince tuttuğum nefesimi bıraktım.  

"Konum geldi, tamam.  Eren itini bul ve bana getir Eylem." deyip telefonu kapadı ve gaza biraz daha yüklendi. Peri acıyla inleyince saçlarını sevdim. Şafak'a bakıp "düzgün sür!" diye söylendim. 

Şafak kızgın bakışlarıyla kısacık bir an omzunun üstünden bana baktı. Başımı sallayıp kaşımı kaldırınca "ya sabır ya selamet!" diye homurdanıp yavaşlamak yerine daha da hızlandı. 

"Kabasakal!" diye homurdandım dişlerimin arasından.  Benim için küfürle aynı etkide olan bir yakıştırmaydı. Bakışlarımı ondan çekmezken Peri'nin kıpırdanışlarını hissettim. 

"Yal...Yal..ın,"   Peri'nin dudakları arasından firar eden sesi can çekişir gibiydi. 

"Pamuk," Yalın dikkat ederek Peri'nin üzerine doğru meyledip ellerini tuttu. 

"Burdayım." Peri, Yalın'ın ellerini sıkmak istedi ama gücü yetmedi. Yalın, kardeş saydığı pamuğunun ellerini öpüp yanağını okşadı.

"Az kaldı pamuk Peri'm. Dayan biraz daha tamam mı?" 

"Yal..ın, ban...a şa...r...kımız...ı..." yutkundu sonra öksürdü Peri. 

Yalın, çenesini Peri'nin ellerine çok bastırmadan yaslayıp gözyaşlarını sessizce döktü. Bir elimi uzatıp Yalın'ın saçlarını karıştırıp burukça gülümsedim ona. "Küçüçüğüm her şeyim," diye ikisini söylemeyi en çok sevdikleri şarkıyı mırıldandığında Peri'den de mırıldanışlar yükseldi. Yalın ise kırık bir gülüşle başladığı şarkıya devam etti. 

"Ne olur  çok uzaklara gitme, gidersen öleceğim karanlığa döneceğim..." 

Hangi şehirdeydik bilmiyordum ama geldiğimiz ev şehrin tam göbeğindeydi. Kalabalık bir cadde üzerinde yıkıldı yıkılacak bir apartmanın giriş katına gelmiştik. Ortamın havasızlığı, tozu ve kirliliği karşısında kaşıntılarım gün yüzüne çıkıyordu ama bunu şu an umursamıyordum. Gözlerimi çekmeden doktoru izliyordum. İşinin ehli olduğu hızlı ellerinden, terlemeyen alnından belliydi. Kurşunu çıkarmış, yarayı özenle kapamış son aşamaları tamamlıyordu. 

"Şanslıymış." dedi doktor İngilizce konuşarak. Bakışlarımız çakıştığında konuşmaya devam etti. 

"Kemikte neyse ki hasar yok olsaydı işimiz daha zordu," bir şey demedim. Doktor da bendeki bakışlarını Şafak'a çevirip ortamın temiz olması gerektiğini, enfeksiyona açık olduğunu söyledi. Sonra da askı alınması gerektiğini ekleyip eldivenlerini çıkarıp Peri'den uzaklaştı. 

"Pansuman..." diyerek konuşacaktı ki "ben hallederim," dedim. Doktor başını sallayıp eşyalarını toparlamaya başladı. Yaslandığım duvardan sıyrılıp Peri'nin yanına ilerledim. Yarası güzelce sarınmıştı. Bedenindeki kurumuş kan izlerini izledim. Saçlarına da bulanmışlardı. Yeşil ameliyat örtüsünü iyice üzerine çekip başının altına komodinin üzerine bırakılan yastığı yerleştirdim. 

Şafak doktorla birlikte odadan çıktığında yatağın kenarına usulca oturdum. Serum takılı elini tutup avcunu koklaya koklaya öptüm. İyiydi, iyi olacaktı. Yanağını titremeye yüz tutmuş parmaklarımla okşadım. Sağ kolumdaki uyuşukluk hareketlerimi kısıtlasa da sevdim kardeşimi. 

"Toral kızları sözlerimiz çoğalacak gibi pamuğum, neyse ki üçümüzün de ağzı  sıkı." dudaklarımı dilimle ıslattım. Yaşaran gözlerimi tavana kaldırıp dudak içlerimi ısırdım. Ağlamamak için kaskatı kesilen bedenimle Peri'nin yanından kalkıp üzerine doğru eğilip alnını öptüm. 

"Güzelliğim benim," dedim. Peri bunu babamdan duymayı daha çok severdi ama şimdilik elinde ben vardım. 

Alnımı alnına yaslayıp nefeslendim. Usulca yarasından öpüp tamamen uzaklaştım kardeşimden. Gözlerim bedeninde son kez dolandıktan sonra sessiz adımlarla odadan çıktım. Uzay, Dağhan, Andre, Hayat ve Yalın koridorun duvarına yan yana yaslanmış bir halde karşımda duruyorlardı. 

"İyi," dedim sadece. Onları orada bırakıp ışığı yanan odaya doğru ilerledim. İkizler ve kaçırılan kız yan yana koltukta oturuyorlardı. Kurt başka bir koltuktayken Alp duvara yaslanmış yeri izliyordu. Şafak ise ortalarda görünmüyordu. 

"Bitti mi?" Ekin'e değdi gözlerim. Başımı salladım sadece. Etrafa bakındım. Gözüme bir balkon kapısı çarpınca oraya ilerledim. Kapıyı açıp kendimi dışarı attığımda balkonun en köşesine ilerleyip kendimi yere bıraktım. Sırtımı duvara yaslayıp balkon demirliklerinden gece çökmüş şehre baktım.

Gök kubbe bir tabut misali örtmüştü üstümüzü sanki. Yıldızı yoktu, dolunayı yoktu. Alabildiğine zifiri alabildiğine katrandı. Sokak lambaları kirli ışıklarıyla sokakları canlarının yettiğince aydınlatabiliyordu.  Caddenin ışıkları ise karmakarışıktı. Solgun ışıklar, cızırtılı gürültülerle tüm bağlarını koparmış bağımsızlıklarını ilan edercesine farklı tellerde çalıyordu. 

Gözlerimi kapayıp başımı duvara yasladım. Zihnim adliye koridorundan halliceydi. Korkumla cesaretim karşı karşıyaydı ve mantığımla duygularım birbirine dolanmıştı. Öfkeliydim... Kendime öfkeliydim, Uzay'a öfkeliydim. Kurt'a, Şafak'a. Herkese öfkeliydim. 

Plansız ve pervasız hareket etmenin sonucuydu yaşadığımız bu şey. Peri yaşıyordu ama ölebilirdi. Yarın başka birimize bir şey olabilme ihtimali de yüksekti. Düşünmeden hareket etmenin sonuçlarıydı bu. Bir işe kalkışmıştık ama her şeyi elimize yüzüme bulaştırıyorduk. Böyle olmaz böyle gitmezdi.

Başımı yasladığım duvara peş peşe vurdum. Korkularımla yüzleşmekten hiçbir zaman kaçmamış korkmamış hep üzerine gitmiştim. Ama en büyük korkumla ummadığım bir anda karşı karşıya kalmak beni yerle bir etmişti. Belli etmemek için çırpınışlarımla bir başımaydım şimdi. 

Kötüyü bilmeyen insanlardık. Hep huzurlu, kavga gürültüden, acıdan kötüden uzak büyümüştük.  Haliyle aklımızın alabildiği şeyler kısıtlıydı. Ölümün  sarsıcı gücüyle Dünya'yla tanışmış kötülüğü onunla tatmıştık. Anne babalarımızın bin bir çabayla uzak tutmak istedikleri o karanlık çöplüğe patır patır düşüyorduk şimdi. Pandora'nın kutusu Dünya'nın ölümüyle açılmış kötülük görünmez pelerinleriyle ailemizin içine sızmış ve kendini prangalamıştı. 

Korkuyordum. Peri'yi kaybetmekten, zarar görmelerinden, ailemin karşısında bir kez daha boynumu bükmükten köpek gibi korkuyordum. Gerçek bir bilinmezlik sonsuz bir çıkmazdı burası. Ne ben ne diğerleri kötüyle yıkanmamıştık. O yüzden onlar gibi düşünemiyor, onlar gibi hamleler yapamıyorduk.  Kabul etmek kanıma dokunsa da onların karşısında zayıftık. 

Onlarla savaşacaksak onlar gibi düşünmeli ama onlar gibi olmamalıydık. Bu ince sınırı nasıl koruyacaktık, koruyabilecek miydik o da büyük bir muammaydı. Sıkıntılar artarak çoğaldı göğsümde. Hepsiyle konuşmam gerekiyordu ve Peri'nin bir an önce güvenli bir şekilde yanımızdan ayrılıp Türkiye'ye dönmesi şarttı. Çok zeki olabilirdi, hepimizi zekasıyla alt edebilirdi ama yumuşak karnımız ve zayıf halkamız olduğu da su götürmez bir gerçekti.  Peri gidecekti. Bu konuda Peri bize çok kızacak olsa da hepimizin hem fikir olduğuna konuşmasam da emindim. 

Bacaklarımı kendime doğru çekip dirseğimi dizime yasladım ve saçlarımı karıştırdım. Kirli ve berbat bir haldeydim. Sıkıntıyla iç çekip başımı dizlerime yasladım. Düşünmeliydim, bildiklerimin ötesinde olanları öğrenmeli ve planı ben kurmalıydım. Uzay'ın gözü tamamen kararmıştı ama dirayetli değildik.   Bunu söylemekten nefret edeceğimi hiç tahmin etmezdim ama ailelerimiz bizi hayata karşı büyütürken gerçek kötülerle tanışmamıza çok önceden izin verselerdi keşke. 

"Abla," hemen yanımdan gelen sesle irkilip başımı kaldırdım. Andre yanımda ayakta dikiliyordu.  Elinde ilk yardım kiti vardı.

"Kolun," deyip yanıma çöktü. O diyene kadar kolumun farkında bile değildim. Uyuşuktu ama acıtan bir sızısı vardı. Beni sıyıran kurşun kardeşime saplanmışken umursayacak durumda da değildim. 

"Unutmuş olabilirim ama aklımda var biraz," dedi aksanlı konuşmasıyla. Yanımda diz çöktü. Kiti açıp içindeki malzemelere göz attı. 

"Annem kırk takla atmıştı ilk yardımı size öğretene kadar," gülümsedi. Kolumu nazikçe tutup kendine çekti.  Temizleme solüsyonunu alıp açacağında "önce eldiven giy," dedim. 

"Doğru," dedi başını sallayarak. Eldivenleri eline geçirip kaldığı yerden devam etti. 

"Teyzem bizi dondurmalarla pastalarla kandırıp her şeyi öğretirdi. Peri'ye o zamanlar çok gıcık olurdum. İlk o öğrenir dondurmasını alıp köşeye geçer ve biz öğrenene kadar bizimle dalga geçerdi." sesindeki özlem buram buramdı. Çoğu çocuğun sahip olamadığı hep hayali kurulan bir çocukluk geçirmiştik. 

"Havasını da atardı" dedi geçmişin güzel hatıralarına dalmışken. Peri'nin zekası karşısında her zaman düğme iliklerdik. Biz Minel'le tüm zekamızı sadece annemden almışken Peri hem annemden hem babamdan almıştı. Duygularıyla hareket eden apolitik olan biz, analitik ve politik olan Peri'nin karşısında çoğu zaman çaresiz kalırdık.  

"Kopya da vermezdi," dediğimde homurdanarak güldü. 

"Yalın'a veriyordu," itiraz ettim. Andre bana bir bakış atınca gülerek başımı salladım. Peri ve Yalın kan bağıyla olmasa da can bağıyla kardeşlerdi. Aynı gün ve aynı saatlerde doğmalarıyla da ikiz sayılırlardı.  Annemle Yalın'ın babası Emir dayımın çocukluklarından gelen sıkı dostluğunun bir yansımasıydılar. Bazen kıskanırdım aralarındaki bağı ama şükürlerim daha fazlaydı. 

"Elbette veriyordu," dedim. Andre sevimlice gülerek başını sallayıp sargımı tamamladı. Dağıttığını hızlıca toparlayıp yanıma oturdu. Uzun bacaklarını balkonun demirlerine yaslayıp kollarını göğsünde bağladı.  

Onun gibi biraz kayarak bacaklarımı demirlere yaslayıp başımı omzuna yasladım. Avcumu koluna yaslayıp usulca sıvazladım.  "Mia nasıl?" dediğimde iç çekti. Dudakları haylazca kıvrılınca bende sırıttım. 

"İyidir herhalde. Konuşamadım hiç," dedikten sonra aklına bir şey gelmiş olacak ki güldü. İsviçre'de yakın olduğu tek insan Mia idi. Arkadaşlıkla başlayan ilişkileri zamanla aşka evrilmişti. İyi kızdı Mia. Akıllı, yetenekli, güzel ve anlayışlıydı. 

"Mersin'e gelirken ona ne dedin?" diye sordum. 

"Aynı şeyi. Bir süre herkesten uzakta olacağım dedim. Çok kırıldı ama belli etmedi," başımı yasladığım omzunu öpüp  doğruldum. Yer yer beyazlamış saçlarını sevip "ara istersen sesinizi duymak iyi gelir ikinize," kaşlarını çattı. Gözleri gecede dolandı, kirpikleri peş peşe kırpıldı. Aklında bir şeyler tartıyor olacak ki emin olamayan bir ifadeyle bana baktı. 

"Ara Andre. Bundan hiç haz etmesem de yalanını sürdür ama iletişimini tamamen kopartma. Mia değerli birisi onu kaybetmeni istemem..." kırgın bir yorgunluk çöktü yüzüne. 

İlk bana bahsetmiş, ilk benimle tanıştırmıştı Mia'yı. Onlara yetişemediğim yerde yanıma çağırırdım. Çoğu zaman çağırmama gerek kalmadan beni arayıp yanıma gelip gelemeyeceklerini sorarlardı. Beş yıl önce Brezilya'ya tamamen yerleşmeme çok kızıp beni onları yalnız bırakmakla suçlasalar da bir süre sonra onlar için kaçış rampası olmuştum. 

Yine öyle bir zamanda Andre beni aramış ve yanıma gelmek istediğini, gelirken yanında bir arkadaşını getirip getiremeyeceğini sormuş ben ise her zamanki gibi tüm memnuniyetimle  kabul etmiştim. 

"Mia'ya ilk defa yalan söyledim ve şimdi yüzüm yok aramaya," dizlerimin üzerinde doğrulup yüzünü avuçlarımın arasına aldım. 

"Mia seni anlar. Arayamıyorsan mesaj atmayı dene." ayağa kalkıp başını öptükten sonra onu balkonda kendisiyle baş başa bıraktım. İçeri geçtiğimde yine herkes aynı şekilde oturuyordu. Şafak henüz ortalarda yoktu. Çocuklarda büyük ihtimalle Peri'nin yanındaydılar. Alp ise yoktu.

Banyoya ilerleyecekken gözüm Kurt'un yanında oturan kıza kaydı. Üzerinde hâlâ gelinliği, ağlamaktan şişmiş gözleriyle korkarak önüne bakıyordu. Adımlarımı ona yönelttim. Yanına vardığımda dizlerinin önünde çömelip ellerini tuttum. İlk anda irkilip kaçmaya çalışsa da gözleri beni bulduğunda durdu. Benden çekinmemeye başlaması da bir şeydi. 

"Kızın dilinden anlar mısın?" diye sordum Kurt'a.  Dudaklarını büküp başını sağa sola salladı. Bu adama da ayrı uyuz oluyordum arkadaş! Bir anı bir anına asla uymuyordu. 

"Telefondan hallederiz," dedi Ekim birden yanımda belirirken. Saldırıya uğradığımızdan beri Ekin'le birlikte fazlasıyla sessizlerdi. 

"Rus mu Kazak mı acaba?" diye sorunca kıza bir baktım. Göz ve burun yapısıyla Ruslardan çok Kazaklara benziyordu.

"Kazakistan büyük ihtimalle," dediğimde Ekim başını sallayıp telefonu bana uzattı. 

"Çeviriden anlaşırsın." telefonu alıp çeviri kutusuna girip söylemek istediklerimi yazdım ve telefonu kıza çevirip sesli çeviriyi de aktifleştirdim.  Titreyen dudaklarını aralayıp fısıltıdan farksız sesiyle "Narya," dedi.  Adı Narya'ydı.

Gülümsedim, telefonu yeniden kendime çevirip adının çok güzel olduğunu ve yıkanıp üzerini değiştirmek isteyip istemediğini yazdım. Narya başını sallayıp bana minnetle bakınca ona sarılmak istedim. 

Ona son olarak yaşını sorduğumda telefonu alıp yaşını yazdı ve telefonu bana geri uzattı. Telefonu alıp ekrana baktım.  16. On altı yazıyordu. Tamda tahmin ettiğim gibi ergenlik çağında, genç kızlığa adımlarını yeni atmış bir çocuk vardı karşımda.  Sen daha çocuksun diye tatlı tatlı zorbaladığım küçük kız kardeşim Minel'le aynı yaştaydı. 

Telefonu Ekim'e geri verip Narya'nın elini tutup kalkıp onu da peşimden kaldırıp koridordaki banyoya ilerledim. İçeri girdiğimizde etrafa baktım. Neyse ki temiz bir evdi. Narya'yı banyoda bırakıp koridora geri çıktım ve hemen giriş kapısının önüne bırakılan çantamı alıp banyoya geri girdim. Kendi telefonumu çıkartıp ona idareten kendi kıyafetlerimden vereceğimi ve temiz olduklarını yazdım. 

O telefonu alıp yazdıklarımı okurken ben çoktan kıyafet çıkarıp banyo dolaplarını kontrol ettim. Paketli havlu, diş bakım setlerinden  iyi bir Airbnb olduğu belliydi. Havlu ve bakım setini çıkarıp Narya'ya döndüm. Elimdekileri gösterip lavabo tezgahına bıraktıktan sonra yanına gittim. Telefonu uzattığında aldım. Çeviri kutusunda teşekkür ederim yazıyordu. Gülümsedim. 

Rica ettiğimi ve banyodan çıkana kadar kapıda olacağımı yazıp telefonu son kez ona gösterdim ve banyodan çıktım.  Sırtımı duvara yaslayıp kayarak yere oturdum. Çantamı yanıma  bırakıp telefonumu elimde evirip çevirdikten sonra rehberime girdim. 

Mimikom 🐣 adına tıkladım. Çok değil saniyeler sonra telefon açılıp "abla!" diyen sesini duyduğumda kendimi uzak tuttuğum tüm gözyaşlarım düşmanıymışım gibi saldırıya geçti. Burnumu çekip başımı yukarı kaldırdım ve akmak için basınç uygulayan damlalara direndim.

"Mimikom," dedi gülen sesimle. 

"Abla sonunda. Çok merak ettim sizi, iyi misiniz?" dedi panikle. 

"İyiyiz bebeğim. Ancak fırsat bulabildim." rahat bir nefes aldı. Hışırtı seslerinden yatağına atlayarak uzandığını anladım.

"İyi ki aradın ben de bir bahane bulmaya çalışıyordum seni aramak için. İyisiniz gerçekten değil mi abla?  Annemde hiç rahat değil sabahtan beri dilinden Peri ablamı düşürmüyor. Cesur abi ile konuşunca biraz duruldu ama gözü telefonda. Perikom senin yanında değil mi?" canım sıkıldı. Daralan göğsümü ovaladım. 

"Yanımda. İyi bir tanem sadece hava değişikliğinden dolayı üşüttü. Uyuyor şimdi, annem her zamanki gibi radarlarını açmış belli ki. Cesur ne dedi anneme?"

"Uyuyor dedi. Arabada uyuyakalmış ve ağır bir uykuya daldığı için kalkmamış hiç. Annem başta inanmakta zorlandı ama Cesur abi ablamın fotoğrafını atınca sakinleşti."  rahat bir nefes aldım. En azından birilerinin kafası bizden daha iyi çalışıyordu. 

"Herkes iyi mi?" dedim konuyu Peri'den uzaklaştırarak. 

"Stabil. Aynı bir aksiyonumuz yok. Bizim evin inşaatı bitti sonunda. Temizliği yapılacak. Annem ve babam Bartın'daki evi tamamen buraya taşıyacağız dedi. Üzgünüm ablacığım en güzel odayı kendime ayırdım."

"Bende yine aynı odada kalırız sanmıştım," güldü ve o gülüşü içimi sımsıcak yaptı. 

"Dedi bizden sıkılıp küçücük evde ardiyeyi kendisine oda yaptıran Cananikom," kıkırdadım. Bartın'daki evimiz küçüktü. Kızlarla aynı odada büyümüştük ama lisenin orta döneminde kendime ayrı oda istemiştim. Annem ve babam o küçük evde bana bir oda yaratmışlardı fakat ben kardeşlerimden ayrı geçirdiğim ilk gecemde onlarla uyku öncesi eğlencelerimizin yokluğunu hissetmiş tıpış tıpış kızların yanına çıkmıştım. Zamanla ayrı odada uyumaya alışsam da uyku öncesi seanslarımızı hep gerçekleştirmiştik. 

"Pişman olmuştum ama hayvanlarım için güzel bir odaydı," Minel'den yükselen "ıyyy," sesiyle güldüm.

 Böcekler, örümcekler, karıncalar, salyangozlarla dolu küçük bir araştırma enstitüsü yaratmıştım o küçük odamda. İlk başta annemlerden gizlemiştim ama benim meraklı kardeşim odama gizliden girip bebek aklıyla kurumuş kurtçuklarımı şeker zannedip afiyetle yedikten sonra hastanelik olunca beni patlatmıştı. Babamın ciddi ciddi azarını işittiğim, annemin karşımda durduğu ilk ve tek olay buydu sanırım. 

"Cananikom senin bu Safinaz yine hamile herhalde. Annemle yarın veterinere götüreceğiz. Bihter ninesi kılıklı durmadan yavruluyor," Bihter benim ilk kedimdi. Annemin kedisi Patrişka vefat ettikten bir süre sonra sokaktan sahiplendiğim tekir yavrusuydu.  Canım kızım bahçeye çıkmaya görsün kaşla göz arasında hemen hamile kalırdı. Neyse ki kızı Feriha bir kezle yetinmişti ama onunda yavrusu Safinaz oynağın teki çıkmıştı.

"Ağlama iyi bakın çocuklarıma," dediğimde güldü. 

"Gerçeği lazım bana kesmiyor artık  kedi köpek yavrularına teyzelik yapmak," serzenişine gözlerimi devirdim. 

"O zaman o iş yaş bir tanem. İzel ablana yalvar," dediğimde ofladı. Biraz daha konuştuktan sonra aramayı bitirdim. Elimde telefonla Narya'yı beklerken duş aldıktan sonra aile grubumuza mesaj atmayı aklıma not ettim. 

Oflayıp sağıma soluma bakındığım sırada evin kapısı açıldı.  İçeri Alp ve Şafak girdi. Ellerinde kartondan yemek torbalar vardı. Şafak kapıyı kapatıp koridora döndüğü an beni fark etti. Bir süre bana baktıktan sonra önümden geçip gitti. Alp'te peşinden ilerledi. 

Onun arkasından bakarken banyonun kapısı açıldı. Başımı anında o tarafa çevirdim. Narya utangaç bakışlarıyla bana bakıyordu. Yerden kalkıp gülümseyerek kapıyı ittim ve Narya'nın omzuna kolumu sarıp aynalı lavabo tezgahına ilerledim. Bakım setinin içinden tarağı çıkarıp uzun siyah saçlarını taradım. Kurutup iki yandan balıksırtı ördüm. 

Narya ile aynadan göz göze geldiğimizde dolu gözleriyle gülümseyip bana döndü ve sarıldı. Beklemediğimden ilk an duraksadım ama  bende kollarımı ona sardım. Belini sıvazlayıp başına çenemi yasladım. 

"Toral?"  gözlerim aynadan Şafak'ın gözlerine değdi. Kara gözleri bizde dolandıktan sonra "yemek," deyip gitti.  

Kabasakaldan beklenmeyen hamlelerdi. Yemek almak, yemeğe çağırmak onun gibi birisi için fazla düşünceli hareketlerdi. Boş verip Narya'ya yeniden odaklandım. Onu bırakıp tezgah dolabından çöp poşeti alıp çıkardığı gelinliği ve çamaşır takımını çöpe tıktım. 

Ellerimi yıkayıp kuruladıktan sonra Narya'nın omuzuna kolumu tekrar dolayıp kendime çektim.  Banyodan çıkıp salona geçtik. Narya aynı yere otururken balkona ilerledim. Andre aynı pozisyonda gözleri kapalı bir şekilde oturmaya devam ediyordu.

"Andre," deyip omuzunu sıvazladım. Gözleri anında açıldı. 

"Haydi gel bir şeyler ye," yerden kalktı.  Kolunu bana sarınca kollarımı beline doladım. İçeri girdiğimizde Yalın dışında diğerleri de buradaydı. Andre'nin kolları arasından çıkıp Peri'nin olduğu odaya ilerledim. Kapısını sessizce açtığımda Yalın'ı göremedim. İçeri girip etrafa bakınca odanın en uç köşesinde yere oturmuş bir halde buldum onu. Yanına gidip gitmemek arasında kararsız kaldım.  Saniyeler sonra odadan sessizce çıktım. 

Yemek yiyecek  iştahım yoktu. Bir an önce yıkanıp arınmak istiyordum. Çantamı bıraktığım yerden alıp banyoya girip kapıyı arkamdan kilitledim. Koluma su değmemesi için yapışkan bant sarıp sargımı korudum. Suyu ayarladıktan sonra üzerimi çıkarıp duşa kabine girdim. Başımdan bedenime dökülen sıcak suyla kasılıp kalmış olan bedenim sıcaklıkla gevşedi. Kendi kanımla Peri'nin kurumuş kanları süzüldü tenimde. 

Bedenimi sert hareketlerle ovalayarak yıkadım. Kurumuş kanları tırnaklarımla kazıdım. Kızaran tenimi umursamadan tırnaklarımı geçire geçire yıkadım bedenimi. Göğsümde çağlayarak çoğalan daralmayla bir an nefessiz kaldım. Suyu sıcaktan soğuğa ayarlayıp yüzümü duş başlığına doğru kaldırdım.

Soğuk titretse de iyi geldi. Elim göğsümde başımı yere eğip derin nefesler alıp verdim. Panik atağının kıyılarında dolanıyordum. Kayarak yere oturup sırtımı fayansa dayadım ve soğuk suyun altında aralı dudaklarımdan nefes alıp verdim. 

"Sakin kızım, sakin Canan, salma kendini."

Nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken ağlamaya başladığımın farkında değildim. Gözyaşlarım iri damlalar halinde yanağımda yuvarlanıp soğuk suya karışıyordu. Ellerimi yüzüme daha fazla tutamadığım hıçkırıklarımı avucuma gömdüm.

Yaşadığım korkunun yeni yeni farkına varıyordum. Yaşadığım olayın gerçekliğini şimdi   kavrıyordum. Uzay kardeşinin intikamını istiyordu. Ona haksızlık yapamazdım. Bugünden sonra asla haksızlık yapamazdım. Onu artık daha iyi anlıyordum ama bu anlayışımın önünü kapatan korkum en öne geçmiş bayrak sallıyordu. Ellerimi yüzümden çekip başımdan akan suya yüzümü kaldırıp gözlerimi kapadım. Soğuk damlalar saç diplerimde elektrik çarpıyor hissiyatı verse de beni kendime getiriyordu. 

Çöküp kaldığım yerden kalkıp saçlarımı da yıkayıp çıktım. Hızlıca kurulanıp giyindikten sonra banyodan çıktım. Evde derin bir sessizlik hüküm sürerken ilk durağım Peri oldu.  Yalın aynı yerde oturmaya devam ederken beni düz bakışlarıyla izliyordu. Peri'nin serumunu yenileyip ateşini kontrol ettim. Ateşi normaldi. Saçlarını okşayıp alnına bir buse kondurduktan sonra Yalın'a ilerledim. 

"Bir şeyler mi yesek?" bir şey demeden Peri'ye bakmaya devam etti. 

"Yalın?" dediğimde ela gözlerini bana çevirip kapattı. 

"O insanlara güvenmiyorum!" dedi. 

Yalın'ın hisleri asla şaşmazdı. Güvenmemekte sonuna kadar haklıydı. Üstüne gitmedim. Odadan çıkıp ikisini baş başa bıraktım. Salona geçtiğimde herkesi ayrı yerde buldum. Büyük bir salondu ve çok fazla koltuk sandalye vardı. Çocukları bir şeyler yediler  mi diye gözlerimle kontrol ettim. Önlerindeki buruşturulmuş paket kağıtları, peçeteleri görünce rahatladım. Salonun kuytusunda olan masaya ilerleyip açılmamış paketlerden bir tanesini alıp Yalın'a götürdüm. 

İçeriye geri döndüğümde gözlerim  direkt Uzay'ı buldu.  Bakışlarımı hissetmiş olacak ki başını dalıp gittiği yerden kaldırıp bana baktı. Koltuktan kalkınca Dağhan, Hayat ve Andre'nin de bakışları bize döndü.

"Biz biraz hava alalım," dediğimde hepsinin kaşları çatıldı. Şafak v e Kurt'u görmezden geldim. Uzay bir şey demeden yanımdan geçip giderken çocuklara son bir bakış atıp Uzay'ın peşinden ilerledim. 

Apartmandan çıkıp caddeye indiğimizde karşı kaldırımdaki banka oturduk. Bir süre sessiz kaldık. Caddenin gürültüsü ağırdı. Trafik seslerine insan sesleri karışıyordu. Gözlerim etrafta gezinirken çıktığımız apartmanın giriş kapısının önünde Alp'i gördüm. Gözleri bizde ve etrafımızda hızlı hızlı dolanıyordu. Başım istemsizce yukarı kalktığında kaldığımız dairenin balkonunda Dağhan, Andre, Hayat vardı ve bizi izliyorlardı. 

"Gözler üzerimizde," dedim. Uzay gürültülü nefesler alıp verdi. Dirseklerini dizlerine yaslayıp sakallarını sıvazladı. 

"Uzay," dedim asıl konuşmama giriş yapmak için. Ses tonumdan beni anlamış olacak ki başını bana çevirdi. 

"Özür dilerim..." dediğinde çenemin titreyişini bastırmak için dişlerimi sıktım. Gözlerimi kırpıştırarak gökyüzüne kaldırıp sakince nefeslendim ve dudaklarıma sığdırabildiğim bir tebessümle Uzay'a baktım. Elimi omzuna yaslayıp usulca sıktım. 

"Özür dilemesi gereken sen değilsin Uzay," başını hayır dercesine salladı. Doğrulup derin bir nefes alıp verdi. 

"Haklıydın abla tüm uyarılarında haklıydın... Ama ben başlamışken durmam!" omzundaki elimi sırtına kaydırıp ovaladım. 

"Durmanı istemiyorum ki Uzay. Öyle göründüğümün farkındayım ama içte içe bende durmak istemiyorum. Hele şimdi asla. Asla Uzay. Seni gerçekten anlamışken sana sırt çevirmeyeceğim.  Asla durmayacağız. Ama! İpler benim elimde olacak, benim dediğim gibi hareket edip benim dediğim gibi yapacağız." yutkundu. Gözlerini kaçırıp başını ağırca salladı. 

"İntikam intikam diyorsun ama intikamdan kastın ne Uzay söyle bana istediğin ne?" 

Üst dudağını dişleriyle ezip sarıyla kızılın arasında gidip gelen sakallarında parmaklarını gezdirdi. Başını çocukların durduğu balkona kaldırıp onlara baktı. Onlarla bir süre bakıştıktan sonra ayaklanıp önümde ileri geri yürüdü ve tam karşımda durup ellerini iki yana açarak konuştu. 

"Pişman etmek istiyorum! Topunu yok etmek, hepsini ezip geçmek istiyorum..." öfkeden titreyen nefesleriyle göğsünü şişirip oflayarak bıraktı. Elleriyle başına peş peşe vurup yeniden önümde sağa sola volta atmaya başladı. 

"O kumsalda, o iskelenin altında kardeşimi öldürdükleri o yerde bana canları için yalvarmalarını istiyorum!"  kelimeler nefretle düşüyordu dilinden. Öfkeli mırıldanmalarıyla yüzünü sertçe sıvazladı.

"Canları acısın istiyorum abla. Ölsünler istiyorum... Böyle hissetmekten bunu arzulamaktan uzaklaşamıyorum. Olan oldu deyip köşeme çekilemem." banktan kalktım.  Karşısında durup ateşler saçan mavi gözlerine baktım. Onu anlıyordum. Onu artık gerçekten anlıyordum. Uzanıp yumruk yaptığı ellerini tuttum.  

"Çekilmeyeceğiz. Topunu yok edeceğiz, ezeceğiz ama böyle kafana estiği gibi plansız değil. Bildiğimiz yoldan, öğrendiğimiz değerleri kaybetmeden   yapacağız ne yapacaksak," dediğimde sözümü kesecek gibi oldu ama izin vermedim. 

"Karşı çıkmayacaksın Uzay. Sakinliğini koruyacaksın," başını salladı. Ona ters gelen şeyler söyleyeceğimin farkındaydı.

"İlk iş Narya'yı yanımızdan Peri'yi de Türkiye'ye göndermek. Bu iki durum için Doğu dayımla iletişime geçeceğiz," dediğimde kaşları çatıldı. 

"Doğu amcam?" 

"Evet. Bu konuyu o halleder," itiraz edecek gibi oldu ama dudaklarını sağ sola oynatıp tamam dercesine başını salladı.

"Gelelim asıl meseleye. Elinde bıçak, belinde silahla mafya misali dolanmayacağız. Onları içten içe çökertmemiz lazım Uzay. Yıllardır sürdürdükleri krallıklarını hukukla yıkacağız. Onların adalet sistemi nasıldır bilmem ama bizim adaletimizle tanıştırmaktan büyük bir zevk alacağım," alnını kaşıdı. Emin olamayarak baktı gözlerime. 

"Nasıl olacak o?" dedi. İnançsızlığı barizdi.  Aklımın köşelerinde birbirinden bağımsız at  koşturan tilkilerimi bir bir yakalayıp kuyruklarını birbirine bağladım. Bazı gerçekler kendini saklamakta usta olurlardı. Bazı  defterler kapatıldı zannedilse de müsvedde kağıtları ek yapar yoluna devam ederdi. 

"Sen cidden babalarımızın kuyruklarını kıstırıp köşelerine çekildiklerini mi sanıyorsun Uzay?" ağırca yutkundu. Ellerini dizlerine yaslayıp nefeslendikten sonra kalktığımız banka yeniden oturdu. 

"Abla," dedi ama devam edemedi. Ellerinin ayasını gözlerine bastırıp aralı dudaklarının arasından bir şeyler mırıldandı ama pek anlaşılır değildi. 

"Sen babanı ne kadar tanırsın bilmem ama ben babamı çok iyi tanıyorum Uzay. Asla durmamıştır, asla pes etmemiştir. Onun bu hayattaki en kutsalı mesleği. Koskoca Yusuf Toral'ın tehditlere boyun eğdiğine beni kimse inandıramaz." 

Babamın ve dayımın Şafak tarafından tehdit edildiği geceye şahit olmuştum. Şafak'ı görmemiştim ama o sesi kulağımdan asla gitmiyordu. Dünya'nın ölümüyle alay edişi, bizim hakkımızda kurduğu cümlelerin iğrençliği hafızamdan asla silinmiyordu. Karşısında  dururken kim olduğunu bilmemek için verdiğim çaba bazen yoruyordu. 

"Beş yıl oldu abla neredeler ne yaptılar?" dedi Uzay bir sürenin ardından. Acı çekiyordu. Canı acıyordu ve bu hisleri azalmak yerine durmadan büyüyordu. 

"Sabır denilen kavramı hiçbir zaman öğrenmek istemedin ki," dedim. Yüzü asıldı. Uzayan sarı saçlarını karıştırıp sırtını banka yasladı ve kollarını göğsünde bağladı. 

"Planın ne?" dedi.

"İlk iş dediğim gibi kızları göndereceğiz. Peri çok kızacak ama onu riske atamam Uzay. Bunu yapamam! Çocuklarda pek ihtimal vermiyorum ama gitmek isterlerse gidecekler." başını salladı. Yanına oturup onun gibi kollarımı  göğsümde bağlayıp konuşmaya devam ettim. 

"Kurt'u kullanacağız. Bu ailelerin ne kadar pisliği varsa hepsinin delillerini bize Kurt getirecek. Onun hakkında da her şeyi öğrenmeliyiz... Bizim ailemizi tehdit eden kişi Şafak Yarkın. Demek oluyor ki Yarkın ailesinin bu mafya aileleriyle bir ilişkisi var. Ne demişler körler sağırlar birbirilerini ağırlarmış.  Kirli ticari ilişkileri mutlaka vardır bunları bulmak gerekli. Hatırlar mısın bilmem Türkiye'de bir dönem kaçakçılık, infaz ve örgütleşmeden dolayı uzun süre başları ağrımıştı. Babam o zamanlar Bartın'da uzaktan takip ederdi bu davaları.  Şimdi İstanbul'da. Eminim bildiği çok şey vardır." uzun bir solukla yeniden konuşmaya başladım.

"Bir yerde tıkanacağız Uzay. Bir yerde tüm ailemiz ayaklanacak nerede bu çocuklar diye. Dedemlerde bir yere kadar saklayabilirler. O yüzden zamanı geldiğinde babalarımızı da bu işin içine dahil edeceğiz." tepkisi gülmek oldu. 

"Babamı bilmem ama eniştem beni öldürür!" içten bir gülüşle karşılık verdim. 

"Saltanatları yıkılacak, yaptıkları tüm pislikler gün yüzüne çıkacak. İş birlikleri, infazları, kirli oyunları ve nicesini ortaya çıkaracağız ve yargılanacaklar Uzay.  Emin ol böyleleri için en iyi ceza bu... En önemlisi de Dünya'yı bizden kopardıkları yerde canlarını bağışlamamız için bize yalvaracaklar!" öne eğik olan başını kaldırdı. Geniş omuzlarını dikleştirip bakışlarını bana çevirdi. 

"Söz mü?"  dedi. 

"Toral kızı sözü!" dedim. 

"Teşekkür ederim..." gülümsedim. Ellerimi koluna dolayıp başımı omzuna yasladım ve "inan bana Uzay başaracağız..."

* * * 

 28 EYLÜL / Bulgaristan

Peri'nin üzerini örtüp başına son kez dudaklarımı bastırdım. Serumunu kontrol ettikten sonra odadan sessizce çıktım.  Sola döndüğümde Yalın'ı duvara yaslanmış bir halde gördüm. Yanına gidip karşısında durdum. 

"Yalın," gözleri uykusuzluktan kıpkırmızıydı. İki gündür Peri'nin yanından asla çıkmamıştı ama bir yerde Hayat ve Andre onu odadan zorla çıkartmış banyoya sokmuş ve yemek yedirmişlerdi. 

"Uyu biraz," dedim. 

"Peri uyanmadan uyuyabileceğimi sanmıyorum," yumuşakça gülümseyip saçlarını okşadım. 

"Peri'den bahsediyoruz küçücüğüm," dedim birlikte söylemeyi en sevdikleri şarkıya atıfta bulunarak. 

"O şimdi buldu fırsatını hayatta uyanmaz," naifçe gülümsedi. Dudaklarının titreyişi, kirpiklerinin çırpınışı eski hatıralara daldığını belli ediyordu. 

"Aslında..." deyip sustu. Devam etmese de ne demek istediğini biliyordum. Demesini bekledim lakin sadece gözlerime baktı.  Omuzlarını sıvazladıktan sonra onu kendime çekip sıkıca sarıldım. Saçlarını okşayıp yanağını öptüm.

"Peri seni ister Yalın. Peri seni her zaman yanında ister. Korkma, kaçma git yanına. Aynı gün doğdunuz siz, aynı beşikte uyudunuz, birlikte attınız ilk adımlarınızı. Hep tuttunuz elinizi. Şimdi gir yanına, yamacına uzan elini sıkıca tut ve uyu. Seni hissetsin." dedim. Yanaklarından süzülen gözyaşlarını silip büktüğü dudaklarıyla bana baktı.  

"İster mi abla kovmaz mı beni?" deyince karşımda küçük Yalın duruyordu sanki.  Herkese aslan kesilip bize kedi olan bu çocukları sevmemek mümkün değildi. 

"Kovmaz, gir haydi. Benimde gözüm arkada kalmaz hem." başını salladı. 

"Gireyim o zaman." 

Yalın kendine gelen özgüveniyle Peri'nin yanına girerken ben de yüzümde dingin bir gülümsemeyle salona ilerledim. Şafak beni görünce ayaklanıp evden çıktı. Onu umursamadan benimkilere baktım. Andre ve Hayat yan yana oturmuş sessizce karşılarındaki duvarı izliyorlardı. Ekim ve Ekin hemen çaprazlarındaki koltukta  kendi kendilerine bir şeyler konuşuyorlardı.  

Alp ve Kurt etrafta yoktu. Narya da bir koltukta uyuyordu. Andre ve Hayat'a ilerleyip koltuğun arkasında durdum. İkisinin de saçlarını okşayıp başlarını öptükten sonra Dağhan ve Uzay'ı sordum. Mutfakta olduklarını öğrendiğimde başlarına son kez bir buse kondurup mutfağa ilerledim. Girmeden önce içeriye baktım. Dağhan başını geriye atmış kollarını göğsünde bağlamış tavanı izliyordu. Uzay ise elleri arasında termosunu evirip çeviriyordu. Yanlarına ilerledim. 

"Markete gidiyorum." dedim yanlarına tam varmadan. Günlerdir hazır yemek ve kraker kemirmekten midem bulanıyordu. Uzay bakışlarını bana çevirdi ama Dağhan tavanı izlemeye devam etti. 

"Bir şey istiyor musunuz?"

"Kahve," dedi Uzay tek düze bir sesle. 

"Granül?" dediğimde başını salladı. Gözlerimi Dağhan'a çevirdim. Tavanı izleyen gözleri artık kapalıydı. Usulca yanına ilerledim. Tepesinde dikildiğimde yüzünü izledim. Sakalları ve saçları hiç sevmediği şekilde uzamıştı. Ellerim uzadıkça dalgalanan saçlarına karışınca gözlerini araladı.  Hep yaptığım gibi hep alıştıkları gibi gülümsedim. 

"Tıraş makinesi alayım mı sana?" dedim.

"Neden?" omuzlarımı silktim. Saçlarını parmaklarımla tarayıp gülümsemeye devam ettim. 

"Bilmem. Saçını, sakalını düzeltiriz ha ne dersin?"  ifadesizce baktı gözlerime. Sonra sakalını sıvazladı. 

"Yakışmamış mı?"  kaşları kaldırıp indirdim ve "cık," diye bir tepki verdim.  

"Dünya çok yakıştırırdı... Okul yüzünden hiç uzatamadığımdan yaz tatillerinde hep uzatırdım o beğensin diye," saniyeler önce dudaklarımdan fırlayan o cık mırıldanışı boğazıma dizildi. Gülümseyişimi yok etmedim. Başımı ağır ağır sallayıp saçlarını sakince okşamaya devam ettim. 

"Böyle kalsın o zaman." dedim.

Dağhan ses etmedi. Gözlerini yeniden kapatınca parmaklarımı saçlarından usulca çektim. Bakışlarımı Uzay'a çevirdiğimde yaşarmaya yüz tutmuş gözleriyle Dağhan'a bakıyordu. Onları baş başa bırakmak için "buralar sizde," diyerek mutfaktan çıktım. 

Evden de çıkmadan hemen önce son kez içeriye doğru bakıp Andre ve Hayat'ı kontrol ettikten sonra evden çıktım ve Şafak'ın yanına ilerledim. Geldiğimi fark edince sonunda der gibi bir ifadeyle arabaya bindi.

"Haspama bak ya!" dediğimde arabanın camını açıp bana kıstığı gözleriyle bakıp "duydum," dedi. 

"Haspam!" diye yüzüne bağırıp arabanın önünden dolanıp ön kapıyı açıp koltuğa yerleştim. 

Şafak bana bakmaya arabanın içinde de devam ediyordu. Onu görmezden gelip emniyet kemerimi taktım ve ona döndüm. Gözleri üzerimdeki tişörtte dolanıyordu. Ben de üstüme baktım. V yakası biraz fazla açıktı. 

"Sür hadi ne bekliyorsun?"  dediğimde nefesini gürültüyle bırakıp önüne döndü. Kendi emniyet kemerini taktıktan sonra arabayı çalıştırdı. Başımı cama yaslayıp kayıp giden yolu izlemeye daldım. Bir süre sonra gözlerim kapanır gibi oldu. Açık tutmak için dirensem de başaramadım. Gözlerimi kapattığımda ise kulağıma tanıdık bir melodi doldu. 

"Karadır bu bahtım kara..."  Cem Karaca'nın sesine karışan Şafak'ın  sesiyle gözlerimi aralamak istedim ama kirpiklerim birbirinden ayrılmamaya yemin etmiş gibi açılmıyordu.  Şarkı çalmaya devam ettikçe Şafak'ta devam etti. 

"Sözüm kâr etmiyor yare," kulağımda süzülen ses, üzerimde hissettiğim bakışlarla daha da çok çekildim karanlığa. 

Ne kadar zaman geçtiğini anlamadığım bir anda omzuma dokunan elle uykunun karanlığından sıyrıldım. Mahmurlaşan gözlerim zar zor açılırken yüzüme yansıyan gölgeyle başımı geriye çekip etrafıma bakındım. Şafak benim tarafımdaki kapıyı açmış bana bakıyordu. Eli hâlâ omzumdaydı. 

"Geldik," dedi. Rahatsızlığımı belli eden gözlerim eline kayınca  omzumdan yavaşça çekip uzaklaştı.  Gerindikten sonra esneyerek arabadan indim. Gözlerimi ovalayıp boynumu esnettim. Benzinciden bozma bir yerdeydik. Alışveriş için bu kadar ücra yerlere gelmemiz durumun ciddiyetini bir kez daha belli ediyordu.  

"Çok zamanımız yok oylanma da düş peşime!" Şafak'a ters ters baktım. 

Şafak önüne dönünce arkasından yüzümü ekşittim. Peş peşe markete girdik. Alışveriş arabasını yerinden çıkartıp peşinden ilerledim.  Omzunun üzerinden beni kontrol ettikten sonra şarküteri reyonuna yürüdü. Arkasına bakmadan reyondan aldıklarını arabaya atmaya başladı. 

Salamlar, sucuklar, sosilerler, pastırmalar... Eline gelen ne kadar et ürünü varsa alıyordu. İşlenmiş et ürünlerini de doldurduğunda sinirden gözüm seğirdi. Koyacağı ne varsa koyup farklı bir reyona geçtiğinde arabaya doldurduğu ne varsa çıkartıp onların yerine çeşit çeşit peynir, zeytin, reçel koyup Şafak'ın peşinden ilerlemeye devam ettim. O önüne gelen her türlü et ürününü arabaya atıyor bende arabadan çıkarıp yerine başka şeyler koyuyordum.  

Manav kısmına geldiğimizde Şafak tamamen bana döndü. Bakışları arabaya düştüğünde şaşırdı. Kaşlarının ortasındaki o ince çizgi kendini yine belli etti. Ellerini pantolonunun kemer kısımlarına yaslayıp bana baktı. 

"Ne?" dedim. 

"Aldıklarım nerede Toral?"  dudaklarım büzülüp sola doğru kaydı. Kirpiklerimi kırpıştırıp durduktan sonra sırıttım. 

"Burada işte," çenemi öne uzatıp arabayı işaret ettim. Bakışları arabadakilerin içindeki malzemelerde dolandı. 

"Peynir, zeytin, reçel... Kahve, un, yumurta neyse de sarı bez, bulaşık süngeri, çamaşır suyu, tıraş makinesini ne yapacaksın Toral?"  söylediği her üründen sonra yüzüne avel avel bakıp başımı sallayışıma gülecek gibi oldu ama dudaklarını kuvvetle birbirine bastırdı. 

"Lazım. Etten daha önemli," dediğimde gözlerini devirdim. 

"Sen et yemiyor olabilirsin Toral ama ben et yiyorum. Sen yersin  yemezsin beni ilgilendirmez!" birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra aklıma gelen şeyle sırıttım.

"Çok memnun oldum Seda  bacım," deyip tokalaşmak için elimi ona uzatınca bana ne diyorsun der gibi baktı.  

"Seda bacım mı o kim?" konuşurken ekşiyen yüzü, kıstığı gözleri ve çatılan kaşlarıyla aksi dedelere benziyordu.  İç çekip "ay, ay..." diye homurdandım. 

Tamam yaşadığımız tarihe bakılınca bilmemesi biraz normal olabilirdi. Tamam ben nostalji seven, günümüz film ve dizilerindense eski yapımları izleyen, eski sanatçıları bilip şarkılarını dinleyen bir insandım ama bu adam cidden cahildi. Bir insan sabahların sultanı Seda Sayan'ı nasıl bilmezdi. 

"Sensizliği yaşarken nerelere gideyim?" dedim aklıma gelen ilk şarkıyı söylerken. Kaşları daha da çatıldı.  Kollarımı arabanın uzun tutma yerine yaslayıp devam ettim.

"Herkes gülüp oynarken ben senin derdindeyim,"  uzun kirpiklerini kırpıştırıp burnun ucunu kaşıdı. 

"Ah geceler, sensiz geceler, kabus gibi çöker geceler..." ben şarkıyı mırıldandıkça  kaşları tamamen düzeldi.  Dudakları yavaştan kıvrılmaya başladığında durdum. Dudaklarım açık kaldığından bakışları dudaklarıma düştü.  

"Devam et çıkaracak gibiyim bir yerlerden," dedi keyifle.  Aksi dededen karizmatik bir adama geçiş hızına şaşırmadım desem yalan olurdu. 

Dudaklarımı kapattım. Kollarımı çekip göğsümde bağladım ve sol kaşımı kaldırarak baktım yüzüne.  Dudaklarındaki keyifli sırıtış büyüdü. Benim gibi ama daha erkeksi bir hareketle kollarını göğsünde bağlayıp bana yaklaştı. 

"Sustun, şakıyordun daha demin, "  dediğinde  bir an ne diyeceğimi kestiremedim. Şafak bu halimden daha da keyif alıp yamacıma iyice yanaştı. Burnuma sataşan kokusuyla nefesimi tuttum. Ağır ama rahatsız etmeyen aksine kendine çeken bir kokusu vardı. Kabul etmek istemesem de güzel kokuyordu.

"Duyamıyorum seni Toral dilini mi yuttun?"

Gözümü kaşındıran kaküllerimi üfleyip saçlarımı savurarak arkama döndüm. Hemen önümdeki reyona ilerleyip boş boş bakınırken arkamdan gür bir kahkaha patladı. Çatık kaşlarımla Şafak'a döndüğümde başı geriye düşmüş bir halde gülmeye devam ediyordu. Şaşırdım desem yeriydi. Şafak'ın böyle güleceğini tahmin etmezdim. Neye bu kadar eğlenmişti ki?

"Ne gülüyorsun?" başını toparlayıp bana baktı. Gülüşü gitmemiş aksine büyümüştü. Bir şeyler geveledi ama gülüşlerinin arasından konuşmak için nefes alıp verdi ama nedenini bilmediğim bir şekilde gülüyordu. 

"Ne?" dedim ayağımı yere vurarak.

"Tırtıklı iyidir," dediğinde ne demek istediğini anlamadım. Bu halim yüzüme de yansımış olacak ki başıyla arkamı işaret etti.  Önüme dönüp baktığımda ateş bastı. Bedenimdeki tüm kan yanaklarımda toplandı. Tam hizamda duran reyonda çeşit çeşit prezervatif vardı. Bu dünyada, rastgele durduğu yerde cinsel sağlık reyonuna denk düşecek tek kişi bendim zaten. 

Ani bir dürtüyle Şafak'ın kast ettiği tırtıklı olanı alıp kafasına fırlattım. Kutu kafasına çarpıp alışveriş arabasının içine düştüğünde Şafak'ın kahkahası daha da arttı. Bozulan moralimle ayaklarımı yere vura vura yanından uzaklaştım. 

"Salaksın kızım, geri zekalısın. Başka reyon mu kalmadı. Git pedlerin önünde dur, şampuanların önünde dur. Prezervatif ne?" kendi kendime söylenip markette dolanmaya devam ettim. 

"Yok, annem bana sen benden de beter oynaksın dediğinde haklıydı kadın. Ruhum çekiyor resmen! Tırtıklı ne ya Allah'ın zevksiz Kabasakal'ı!" 

Söylene söylene kucağıma bir sürü cips, çikolata, çerez doldurdum. Çenemi düşmemeleri için paketlere bastırmaktan enseme ağrı girdi. Gezinmeye son verip Şafak'ın yanına ilerledim. Kucağımdaki paketleri alışveriş arabasına bırakıp arabaya baktım. Ete dair hiçbir şey yoktu. 

"Et yemiyor ama maşallah," dedi aldıklarıma bakarken.  Şafak'a başımı kaldırıp çatık kaşlarımla baktım. 

"Kendime vegan ürünler aldım. Çok şükür artık her yerde var bunlardan," dediğimde beni geçiştirircesine mırıldandı.

"Kandır kendini Toral!" deyip kasaya ilerledi.  O aldıklarımızı ödeme noktasında poşetlerken kendime aldığım ciplerden bir tane alıp dışarı çıktım. Dakikalar sonra Şafak elinde poşetlerle yanıma geldiğinde bagaj kısmına geçip bana bakmadan arabanın kilidini açtı. 

Elimdeki cips paketiyle koltuğa oturup emniyet kemerimi taktım. Şafak son poşetleri yerleştirdikten sonra arabaya yerleşti. Yola çıktığımızda o yeniden Cem Karaca'yı açarken ben de cips paketini açtım. Özlediğim kokuyla istemsizce gülümsedim. Uzun zamandır yememiştim. 

Elimi daldırıp peş peşe ağzıma attım cipsleri. Ağzım dolu dolu Şafak'a baktığımda yola odaklanıp şarkıyı sessizce mırıldanıyordu. Ben eskiyi bilmiyor, cahil diyordum ama Cem Karaca'yı biliyordu. Gerçi büyük ihtimalle sadece Cem Karaca'yı biliyordu. Yağlanmış parmaklarımı yalarken cips paketini ona uzattım. Fark etmeyince koluna vurup paketi gözünün önüne kadar kaldırdım.

Bana baktı. Gözleri yaladığım parmaklarımda ve dudaklarımda dolandığında ağırca yutkundu.  Bu görüntü alışık olduğum bir şeydi. Pek bir şey yapmasam da erkekleri etkileyen bir kadındım. Özellikle uğraş vermeme gerek kalmıyordu. Şuh bir edayla paketi yüzüne doğru salladım. Gözleri cips paketine kaydı. Dudakları kıvrılır gibi oldu ama tuttu kendisini. Paketten bir tane cips alıp havaya tuttuğunda ne yapıyor diye baktım. 

"Senin bu tırtıklı sevdan," deyip başını sağa sola sallayıp tırtıklı olan cipsiyi ağzına attı. Pakete yeniden uzanmak isteyince izin vermeyip kendime çektim. Yarım ağız gülüp bana baktı. Onu umursamadan elimi pakete daldırıp cips çıkardığımda parmaklarımın arasında tuttuğum aşırı tırtıklı cipsle sinirlerim bozuldu. Ufaktan başlayan gülüşlerim laçkalaşan sinirlerimle kıkırtılara dönerken Şafak'ın bakışları yeniden üzerime düştü. 

Ona Kurt'a olan tavrımın aksine daha saf ve düz davranıyordum çünkü onun tanıdığı Canan; Şafak'ı ilk defa Brezilya'da görmüş onunla kardeşleri için yollara düşmüştü ve ne kadar tehlikeli bir pislik olduğunu bilmiyordu.  O yüzden onun bildiği Canan'la aralarında bir iletişim olması, atışıp gülüşmeleri ve yakınlaşmaya başlamaları normaldi. 

"Şafak," dedim kendimden beklemediğim kadar yumuşak bir sesle. O da şaşırmış olacak ki anlık bir refleksle bana baktı. 

"Teşekkür ederim. Peri vurulunca her ne kadar saldırgan davransam da ne yapacağımı bilmiyordum ve çaresizdim. Sen ise kardeşlerini alıp gitmek yerine bize yardım ettin..." iç çekerek nefes alıp verdim. 

"Bunu asla unutmayacağım, çok teşekkür ederim..."  duyduklarına inanamayan hali komik görünüyordu. Yüzünün dağılan halini toparlayıp kaşlarını çattı ve kaşlarının ortasındaki o çizgi yine belirdi. 

"Yani Kabasakal falansın ama iyi bir insansın," öksürdü. Önünü alamadığı bir şiddetle öksürmeye başladı. İçimden geber diye geçirsem de koluna tutunup yalan bir panikle "iyi misin? " diye sordum.  Başını salladı, direksiyon hakimiyetini kaybetmemeye çalışarak kendisini toparladı. Cevaben bir hamle yapmadı, sessizliğe gömüldü.  

Onunla ilgilenmeyi bırakıp kendi kabuğuma çekildim. Şehre giden yolun sessizliğini birden çalmaya başlayan telefon böldü. Şafak telefonu açtığında ona bakmasam da dikkat kesildim. Karşı taraftan kaba bir kadın sesi geliyordu. 

"Siktiğimin puştu. Tamam geliyorum," telefonu öfkeyle kapattı ve başka birisini aradı.

"Attığım konuma gel!" dedi ve telefonu kapadı. Avcunu hınçla direksiyona vurup küfürler savurdu.

"Şafak ne oldu?" bir şey demedi. Hızını  arttırıp makaslar atarak ilerledi. Ellerim emniyet kemerine asıldı. Hızdan hoşlanmıyordum. Şafak süratini hiç düşürmeden kaldığımız yere yakın bir yere geldiğimizde durdu. 

"Kurt arkada onun yanına geç," dediğinde çatık kaşlarımla yüzüne baktım ama bana bakmıyordu. 

"İn Toral!" 

Şafak arabadan indiğim gibi gaza basıp tozu dumana katarak uzaklaştı. Neler döndüğünü anlamamış bir halde arkamda duran arabaya ilerledim. Kurt'un yanına yerleştim. Kurt, emniyet kemerini takar takmaz arabayı çalıştırdı. 

"Ne çeviriyor?" dedim ona bakarak. Omuzlarını silkip bana kısa bir bakış attı. 

"Sanırım Eren denilen adamıyla ilgili problemleri var." dedi.  Kabul edilebilir bir cevaptı. O adamla sürekli sorun yaşadığı aşikardı ama Şafak güvenmeye devam ediyordu. Açıkçası bu tavrı beni şaşırtıyordu. Şafak pek şans veren tiplere benzemiyordu. 

Arabada sessizce kaldığımız yere giderken telefonuma daldım. Önce mailerime sonra mesajlarıma göz atıp son olarak Doğu dayıma nerede olduğunu soran bir mesaj attım. Uzay ile yaptığımız konuşmada sonra ilk işim dayıma olan biteni anlatmak olmuştu. Dayımdan bir cevap almazken sıkıntıdan sosyal medyalara daldım. 

"Dayın," Kurt bir şeyler mırıldanıp arabayı aniden durduğunda ne oluyor dercesine ona baktım. 

"Ne dedin?" diye sordum.

"Sanırım dayın, büyük dayın!" dediğinde başımı hızla önüme çevirip etrafa baktım. Hayat ve sırtı bana dönük bir adam apartmanın önünde durmuş bir şeyler konuşuyordu.  

Arabadan telaşla inip apartmanın girişine koşar adımlar attım. Hayat'ın korkuyla titreyen bakışlarıyla karşılaştığımda yutkunmakta zorlandım. Adamın karşısında ellerini önünde birleştirmiş el pençe divandı. 

Hayat'ın bendeki bakışlarını karşısındaki adam fark etmiş olacak ki bana döndü. Kurt haklıydı. Hayat ve İzel'in babası, büyük dayım Aslan Uyguroğlu takım elbisesi, siyah kabanı ve başındaki kasket şapkasıyla her zaman görmeye alışık olduğum heybetli duruşuyla olduğu yerden bana bakıyordu. 

Anne tarafımda bir imza olan ve  neredeyse tüm Uyguroğullarının sahip olduğu mavi gözlerden biri bana öfkeli, endişeli ve özlemle bakıyordu.  Ben Doğu dayımı beklerken karşımda Aslan dayımı görmek ummadığım bir şeydi. 

"Canan Ahsen Toral," dedi dayım agresif bir tonda. Her zamanki babacan tavrı her zaman arka çıkan duruşu bu sefer yoktu. 

"Dayı," dediğimde gözlerini yumup burnundan solur gibi oldu. Duruşumu dikleştirip çenemi kaldırdım. Güçlü adımlarla dayıma doğru yürüdüm. Tam karşısında durup mavilerimiz birbirine denk düştüğünde dayım beklediğimi yapıp tüm duygularını bir köşeye itekleyerek tüm sevgisiyle beni kendine çekip sıkıca sarmaladı. 

"Canan ah Canan," dedi saçlarımı okşayıp başıma buseler kondururken. Sadece birkaç dakikalığına da olsa bu ana sığındım. Başım sevdiğim, güvendiğim bir insanın göğsüne yaslı olmasının huzurunu iliklerime kadar sindirdim. 

"Patladık mı?" dediğimde beni göğsünden sıyırıp kaşlarını çatarak baktı. 

"Ne boklar çevirdiğinizi bir anlayayım patlatacağım ben hepinizi!" başımı göğsünden kaldırıp mahcup bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Kızgındı ve neler olduğunu bir an önce öğrenmek istiyor gibiydi. 

"Baba ne boku ya? Kaç yaşında adamsın terbiyesiz terbiyesiz konuşma rica edeceğim," Aslan dayım mekanik bir yavaşlıkla başını Hayat'a çevirdi. 

Hayat, babasının bakışlarını gördüğü gibi yutkunup "şaka, şakaydı peder.. İroni! Neyse sizin konuşacaklarınız vardır. Ben kaçar," dedi ve koşarak apartmana girip gözden kayboldu.

"Dayı, sanırım konuşmamız gerekiyor," Hayat'ın ardından bakan gözleri bana döndü. Ellerini siyah, kaşe kabanının ceplerine geçirdi. Ben üzerimde incecik bir tişörtle bile yanarken onun bu kalın kıyafetleri tuhafıma kaçmadı değildi ama şu an düşüneceğim şey bu değildi. 

"Konuşalım bakalım!" 

Apartmanın karşı sokağındaki kafelerden birisine geçip oturduk. Dayım tüm asaletiyle oturduğu ahşap sandalyeyi kaplamış dirseklerini sandalyenin kolçaklarına yaslayıp sol bacağını diğer bacağının üzerine attı. Altmışlarının ortasında fazlasıyla dinç ve karizmatik bir adamdı. Hayat'ın doğumundan sonra aile şirketinin başına geçmiş, Yağız dedem ve büyük dedemin şirket içinde yarattığı ilkelere ve özüne sahip  çıkarak daha da büyütmüştü. Uyguroğlu adını sadece inşaat sektöründe değil birçok alanda da bilinen ve tanınan bir isim haline getirmişti. 

İkimiz  için kahve siparişi verirken ben nereden başlayacağımı, ne kadarını bildiğini nasıl başlamam gerektiğini düşünüyordum. Garson siparişleri alıp yanımızdan ayrıldığında tüm dikkatini bana çevirdi. 

"Doğu dayım?" dedim kaçamak bir başlangıçla.  Sol elinin parmaklarını çenesinin altına yasladı. Bakışlarını kafenin camından dışarıya çevirip soluklandı. 

"Bilmem, motoruyla anca geçiyordur sınırı," dedi. Bakışları hâlâ dışarıdaydı. Ellerimi birbirine kavuşturup masaya yasladım. 

"Nasıl öğrendin?" başı bana dönmedi ama bakışları yere düştü. Çenesinin altına yaslı parmaklarıyla boğazını kaşıdı. 

"Peri anlattı," kaşlarım hayretle kırıştı.  Dayımın dediği şey birkaç kez yankılandı zihnimde. 

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. Başını bana çevirip gözlerime baktı.  Kızgınlığı mavi gözlerinde korlar tutuşturacak gibiydi ama sakinliğini koruyordu. 

"Senin  onları bulup diğerlerinin peşinden Arnavutluk'a gittiğiniz gün aradı ve her şeyi anlattı," yutkunuşlarım boğazıma dizildi.  Başımı eğip alnımı sertçe masaya yasladım. Peri yapacağını yapmış hiçbirimizin tahmin edemeyeceği bir adım atmıştı. Aslan dayım zamanında ne kadar deli dolu bir adam olarak anılsa da baba olup işinin başına tamamen geçtiğinde farklı bir olgunluk ve katılıkla bizi tanıştırmıştı. Yanlış adım atmaz, temkinli hareket etmekten asla şaşmazdı. 

"Canan," dediğinde başımı kaldırdım. 

"Her şeyi anlat. Nasıl bir işe kalkıştığınızı, ne yaptığınızı, oğlumu, yeğenlerimi ve kendini nasıl bir boka bulaştırdığını anlat güzel kızım!"  dudaklarımı dilimle ıslatıp güçlü bir nefesle oturduğum sandalyede dikleştim ve masaya yanaştım. Dayımın katı tutumundan endişe etsem de babama ve Baran dayıma bu olayı sağlıklı şekilde anlatacak kişi o olabilirdi. 

"Her şeyden önce senden bir şey rica edeceğim dayı," dediğimde başını salladı.

"Uzay'a kızma." gürültüyle nefeslendi. Başını yeniden sallayınca olan biteni tüm berraklığıyla anlatmaya karar verdim. 

"Geçen sene ocak ayında Uzay geldi yanıma.  Birkaç gün vakit geçirdikten sonra bir arkadaşının geldiğini ve beni tanıştırmak istediğini söyledi,"  kahveler geldiğinde önüme bıraktığı fincana ellerimi sardım. Garson gittiğinde kahvemden bir yudum alıp konuşmaya devam ettim. 

"Arkadaşım dediği adam Kurt Molnar. Dünya'nın katillerinden birisinin üvey abisi."

"Anlamadım?" dedi inanamayarak. Gözlerimi onun dışında her yerde dolaştırdım. Histerik bir sesle gülüp boğazını temizledikten sonra "Canan," dedi. Ona bakınca  devam etmemi istercesine başını eğince kahvemden bir yudum daha alıp devam ettim. 

"Bana o zaman tanışma hikayelerini farklı anlatmıştı Uzay ama daha yeni itiraf etti... Üç yıl öncesinde Dünya'nın yıldönümünde intihara kalkışmış ve onu Kurt kurtarmış," gözleri usulca kapandı. Göğsü iç çektiğinden yükselip indi. Başını çevirip caddeye baktı. 

"Uzay intikam almak istediğini ve benim yanında olmamı istedi. Bende tamam dedim dayı. Yanında olacağımı söyledim."

Başını hayal kırıklığıyla sallayıp başını önüne çevirdi. Ellerini birbirine kavuşturup masaya yasladı. Kıstığı mavi gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. "Devam et," dedi. Tuttuğum nefesimi gürültüyle bıraktım. 

"Ben Uzay'ı bir şekilde kontrol edeceğime inandığımdan karşı çıkmadım. Aklımdaki intikam tamamen hukuka, yargılara dayanıyordu. Katilleri bulur, suçu ispatlar ve ceza almalarını sağlarız diye düşünürken Uzay'ın bambaşka şeyler düşündüğünü bilmiyordum."  göz göze geldik. Beni gözleriyle dövüyordu. 

"Kurt tam olarak kim?" dedi. 

"Peri ne kadarını anlattı bilmiyorum...  Uzay buraya geldiklerinde Dünya'nın katillerinin üç farklı ailenin çocuğu olduğunu öğrenmiş. Yani biz bir aile bilirken aslında üç aile.  Bu ailelerden bir tanesi Arnavut olan Molnar ailesi ve Kurt'ta Molnar ailesinin başındaki adamın gayrimeşru çocuğu." başını aynı ritimle aşağı yukarı sallandı konuşmam boyunca. Parmakları çenesini yavaşça sıvazlıyordu. 

Konuşmaya devam edecektim ki zihnimin çeperlerine şimşekler çaktı. Kulaklarım uğuldayıp güçlü bir basınçla saldırıya geçti. Kurt bunu bize söylememişti. Bize üç aile olduklarından bahsetmemişti. Kurt çarkı kendisi çeviriyordu. 

"Ve siz bu adamın lafına güvenip peşine takıldınız?" alaycı alaycı güldü. Burnunun ucunu sıkıp kızgın bir tavırla konuşmasına devam etti.

"Canan sen aklını peynir ekmekle mi yedin kızım hayvanlar aleminde yaşamaktan insani duygularını, sezgilerini mi yitirdin ha güzel mavişim?" başımı itiraz edercesine salladım ve yaşadığım aydınlanmanın baş ağrıtıcı ağırlığını geri plana atıp dayıma cevap verdim.

"Kurt'ta babasından intikam almak istediğini ve bu konuda bize yardımcı olacağını birlikte hareket edersek bu işi başaracağımızı söyleyince güvenmesem de aklıma yattı. Sonra tüm bunlar konuştuğumuzla kaldı. Yani ben Uzay'dan hep bir telefon bekledim. Aradığımda bir hareket bekledim ama Uzay hiç oralı değildi." dediğimde kaşları çatıldı. 

"Bir yıl neyi bekledi ki?"  dedi kendi kendine. Duraksamadan anlatmaya devam ettim. 

"Ben vazgeçti sanmıştım ama her şeyin patlak verişi sekiz gün önce oldu," bu kısımda söyleyeceklerimi toparlama gereksinimi buldum. Ona Şafakla karşılaşma anımı olduğu gibi anlatamazdım. 

"Uzay'ın bu işte peşine taktığı iki kardeş var. Ekim ve Ekin," dediğimde biliyorum diyen bakışlarıyla baktı. Peri elbette bunlardan bahsetmiş olmalıydı. 

"İşte onların abisi buldu beni olanı biteni anlattı. Sonra da peşlerine düştük. Ben önce İstanbul'a gittim. Dedemler ve Doğu dayıma olanı üstü kapalı anlattım ama Kurt Molnar'ı ve Uzay'ın arkadaşlarının abisi Şafak Yarkın'ı bilmiyorlar," dediğimde duraksadı. Kaşlarını inceden çatıp duyduğu isme inanmaya çalışır gibiydi. 

"Kim dedin?" dedi emin olmak istercesine. 

"Şafak Yarkın!"  kollarını masaya iyice yaslayıp başını sola doğru eğdi.

"Türkiye'nin en büyük suç örgütünün başında olan Yarkınlar mı?" deyince dudaklarımı büküp başımı aşağı yukarı salladım. Dayım arkasına yaslanıp ellerini yüzüne kapattı. Şiddetli nefesleri göğsünü hızlı hızlı dövüyordu.

Yarkın ailesi görünürde Türkiye'nin en zengin ailelerindendi. Ancak onların zenginliği ne bizim ailemiz gibi yedi göbektendi ne de pür pak temizdi. Şafak'ın da dediği gibi her türlü illegal işe bulaşmış, her türlü suçu işlemiş ancak ne yazık ki kılıfını uydurmayı her zaman başarmıştı.  Öyle bir ailenin Dünya'nın katillerinin aileleriyle iletişimde olması normaldi. 

"Canan, Canan, Canan..." diye kederle mırıldandı. Nasıl bir boka battığımızın farkında mıydım bilmiyordum ancak bildiğim tek şey geri adım atmak için çok geç kaldığımızdı. 

"Amacımız ailelerimize yansıtmadan çocukları durdurmak ve kendi yolumuza gitmekti ama olmadı. Yetişemedik,"  dayım oralı olmadı. Ellerini yüzünden çekip öfkeyle bana baktı.

"Canan sen Yarkın'ın kim olduğunu biliyor musun kızım?" dedi hiddetle. 

"Biliyorum dayı." dedim başımın dikine giderek.  Ellerini yüzüne peş peşe vurup başındaki kasketini çıkarıp masaya fırlatırcasına bıraktı. Beyazlamış saçlarını sertçe karıştırıp sıkıntıyla ofladı. 

"Ailemizi Dünya'nın katillerinin peşine düşmememiz için bizimle tehdit eden kişi... Şafak Yarkın!" başını caddeye bakan pencereye çeviren bu kez bendim. Babam ya da dayım tehdit edildiklerini bize hiçbir zaman söylememişlerdi. Bizi olabildiğince bu işten uzak tutmaya çalışmışlardı ama bizzat şahit olduğum o olayı unutmam mümkün değildi.  Dayıma bakıp yeniden konuşmaya başladım. 

"Dünya'nın Mersin'deki hastaneden İstanbul'a sevk edileceği gece dayım ve babam ortalıkta yoktu. Babam neyse de dayımın olmayışı dikkatimi çekince istemsizce onu aramaya başladım. Hoş o zamanlar dayımın en son görmek isteyeceği kişi bendim..." alnımı kaşıyıp kaküllerimi iteledim. 

"Babamla dayımı aradım bir süre. Sonra onları Simge yengemin hastanedeki odasına girerken görünce yanlarına gitmek istedim. Kapısını açacakken içeriden başka bir ses duydum.  O ses, açık açık tehdit ediyordu onları. Eğer bu işin peşine düşerlerse Dünya'nın sabaha çıkamayacağını söylüyordu. Benim, İzel'in, Ferah'ın... Hepimizin sonunun Dünya gibi olacağını söylüyordu..." titreyen dudaklarımı dişlerimin arasında ezip güçlü bir soluk aldım.  

Yüzünü görmemiştim ama o ses kulaklarımdan hiç silinmemişti. 

"Dünya... Bu ellerle," deyip ellerimi dayıma doğru uzatıp titrek bir sesle anlatmaya devam ettim.  

"Bu ellerle hayata döndürdüğüm Dünya o gecenin sabahında öldü dayı. Ellerim kopana kadar masaj yapıp yeniden attırdığım kalbi, günlerce dayanan nefesi dayımla babamın tehdit edildiği gecenin sabahında sonsuza dek durdu... " gözümün önünde canlanan hatıralar boğazıma yumrular bıraktı.  Yaralarımı sızlattı.  Hıçkırıklarımı avuçlarımla bastırdım. Başımı tavana doğru kaldırıp ağlayışımı durdurmaya çalıştım. Bastırdığım ellerimi çekip aralı dudaklarımdan titrek nefeslerimi bıraktım. Gözyaşlarımı silip yeniden dayıma baktım. 

"Dünya'yı öldürdüler. Bizi paramparça edip parçalarımızı dört  bir yana attılar. Biz bölük pörçük yaşamaya devam etmeye çalışırken onlar günlerini gün edip düğün dernek kurdular. Uzay'a kızamıyorum bu yüzden." yaşaran gözlerini kaçırdı. Birbirine kenetlediği ellerini çenesine yaslayıp dolu gözleriyle boş duvarları süzdü. 

"Ben ne diyeceğini ne yapmak istediğini biliyorum ama artık çok geç dayı. Biz onların, onlar bizim peşimizde." arkasına yaslandı. Bacak bacak üstüne atıp ellerini kucağına yasladı. Kızarmış mavi gözlerini birkaç saniye yumduktan sonra kirpiklerini aralayıp yüzüme baktı. 

"Siz çıldırmışsınız!" durgun bir gülüşle başımı salladım ama durmadım.  

"Her şeyin ötesinde  ben babamla dayımın hiçbir şey yapmadan durduklarına inanmıyorum dayı. Ne bileyim bir hal çaresi bulunur halledebiliriz diye düşünüyorum." dudakları cansız bir gülüşle kıvırıldı. Samimiyetsiz bir kıkırdama dudaklarından firar etti. 

"Canan hayal aleminde yaşıyorsun kızım," dediğinde başımı şiddetle sağa sola salladım. 

"Babam asla boyun eğmez dayı buna beni kimse inandıramaz..." dediğimde başı yere düştü. Geniş omuzları sarsıldı. Elleriyle yüzünü sıvazlayıp anlayışla baktı gözlerime.

"Kardeşimi ayrı bir kenara koyup baban hakkında konuşacağım," dediğinde başımı salladım. 

"Ben senin babanı doğdu doğalı tanıyorum Canan.  Kan kardeşim benim dile kolay koskoca Altmış küsür yıl... Senin baban  otuz beş yıllık meslek hayatında hiçbir tehdide boyun eğmedi evet. Onu hiçbir şey durdurmadı. Kaç kere canıyla, annenle, ailesiyle, bizlerle sınandı ama asla boyun eğmedi. Durmadı, susmadı, pes etmedi." sesindeki ciddiyet bir kılıç gibi keskindi. Kelimeleri tane tane konuşup baskın ses tonuyla kendini bana duyurmaya çalışıyordu. 

"Ama bu olay özelinde yanılıyorsun,"  itiraz edecektim ama elini kaldırıp beni susturdu. 

"Nedenini söyleyeyim sana... Evet aldığımız tehditler babanı, kardeşimi, beni, dedelerini durdurmadı." dili dolandı. Titrek bir nefesle boğazını temizleyip yeniden yaşaran gözlerini kırpıştırdı. 

"Bizi durduran şey..." sesi örselendi. Düğümler dolanan dilinden söylemek istediği her neyse prangalarını çözmekte zorlandı. 

"Dayı?" dedim titrek bir merakla. Dolan gözlerine parmaklarını bastırıp dudak üstünde beliren terini sildikten sonra yalvaran bakışlarını gözlerime dikti.

"Bizi durduran Dünya'nın Adli Tıp ve otopsi raporuydu..."  gözlerinden aynı anda iki küçük gözyaşı süzüldü.  Bana mahcup bir bakış atıp yutkunmaya çalıştı ama başaramadı. Titrek nefesleri dudaklarının arasından sızarak yayıldı. 

Dünya'nın aldığı zarara gördüklerim ve doktorların dediği kadarına hakimdim. Hepsi bir elden  o raporlara erişimimizi her yerden engellemişlerdi. 

"Dayı," dedim. 

Islanan yanaklarını kabaca silip göz pınarlarına parmaklarını yaslayıp soluklandı ve topladığı güç kırıntılarıyla "yapamadık... Yapamadık çünkü," çenesi tir tir titriyordu. Şimdi utanç sinen gözlerini kaçırdı ve başını yere eğdi.

 "Gecenin sonunda herkes kendi evladının babası Canan..." dedi.

kalbim kırıldı. Canım acıdı. Dolan gözlerim görüşümü tamamen bulanıklaştırdı, sızım çenemi durmaksızın titredi. Yudum yudum  boğazımda biriken kıymıklar ciğerlerime saplanmak için fırsat kolladı.

"Dünya bir kaza sonucu ölmedi, vurulmadı, bıçaklanmadı, bir yerden düşmedi... Dünya'yı katlettiler Canan. Aklının hayalinin alamayacağı bir acımasızlıkla katlettiler... Ve biz sizin zarar görmenizi, aynı şeyleri yaşama ihtimalini göze alamadık." 

Onları anlayabilirdim ama dilimi hınçla ısırdım. Onlara hak verebilirdim lakin gözlerim kendiliğinden kapandı. Onlara Dünya'nın yerde kalan kanına karşılık canımızı korudukları için teşekkür edebilirdim fakat  başımı sallamakla yetindim. Onları affedebilirdim ama dolan gözlerimi  hırsla silip küçücük kaldığım sandalyede dikleşip güçlü bir duruş benimsedim. Çenemi dikleştirip dayıma yeniden baktım. 

"Ben alıyorum. "  dedim. Gözlerim dayımı görüyordu ama mavilerimin önünde bambaşka sahneler canlanıyordu.

 Dünya'yı ve çocukları  kumsalda bulduğum  o korkunç an, kalp masajı yaparken bağıra çağıra ağlayışlarım, Baran dayımın başsavcı kimliğiyle gelip kumsalda deniz kızım diye sevdiği kızını  gördüğünde polis ve ambulans sirenlerinin sesini bile bastıran haykırışları, Simge yengemin çığlıkları, yediğim tokadın yanağımdaki sızısı... İzel'in bu acıya dayanmayıp bebeğini kaybetmesi, ailemizin dağılması. Kardeşlerimin birbirilerini ve kendilerini suçlayıp  sırt çevirmeleri... 

 Kaybettiğimiz her şey...

"Ben her şeyi göze alıyorum dayı. Sizin alamadığınız her şeyi göze alıyorum!" bakışları anbean karardı. Umursamadım. 

Evet, ne yapacağımı nasıl yapacağımı bilmiyordum ama yapacaktım. Yollar karanlıktı ama gerekirse mum olup o yolları aydınlatacak ve doğru yolu bulacaktım. Bunu kardeşlerim için yapacaktım. 

Korkuyor muydum? 

Evet korkuyordum. 

 ama savaşabilirdim. 

ama baş edebilirdim. 

ama yenebilirdim. 

Her şey ihtimal dahilindeydi ve ben o ihtimale sıkı sıkıya tutunmaya kararlıydım. 

"Canan!" bu sefer elini kaldıran ben oldum. Dik duruşumu omuzlarımı geriye atarak sağlamlaştırdım. 

 "Senden ricam ben anlatana kadar babamla dayıma bir şey söyleme. Dedemlerle konuşursun zaten... Ve  son olarak Peri'yi yanında götür..." 

"Canan buna izin veremem!" başımı omzuma doğru eğip gülümsedim.

 "İzin alacak yaşı geçtik dayı! Sizin gibi kendi kararlarımızı kendimiz verebiliyoruz... Şimdi lütfen sadece ricama uy olur mu?" 

Dayım sessizliği seçti. Bir hareket göstermeyince hesabı isteyip ayaklandım. Garson geldiğinde ödemeyi yapıp yerinden milim kıpırdamayan dayıma baktım. Memnun değildi ama şu anda yapacağı bir şeyi de yoktu. Tek olsam belki kolumdan tutup sürükleyerek beni götürürdü ancak o da tamda benim gibi hangi birimize yetişeceğini bilmiyordu. 

Yan yana sessizce apartmana yürüdük. Yolun kenarına park edilmiş arabaya kaydı gözlerim. Kurt içindeydi.  Göz göze geldiğimizde anlamaya çalışan bakışları dayım ve benim üzerimde dolandı. Ona bakmaya son verip apartmana yöneldim.  Eve geldiğimizde kapıyı Uzay açtı. 

Peş peşe girdik içeri. Dayım bizi ve etrafı incelerken Peri'nin odasına girdim. Onlarda peşimden geldi. Çocuklar zaten Peri'nin yanındaydı. Dayım kapattığı kapıya sırtını yaslayıp gözlerini tek tek hepimizi de gezdirdi. Uzay'da takılan bakışları boğazımı temizlememle bana daha doğrusu Peri'ye kaydı. 

"Pamuk!" telaşlı adımlarla yanımıza gelip yatağın kenarına oturdu. Elleri yolunu şaşmadan Peri'nin ellerini buldu. Gözleri yüzünde, yarasında, serumda gezindi. vurulduğunu anlaması zor değildi. 

"Peri'yi götür dayı. Yarası iyileşene kadar çıkartma ortaya. Sonrasını Peri halleder zaten," dediğimde bir hışımla oturduğu yerden kalkıp karşımda dikildi. 

"Sen benimle alay mı ediyorsun Ahsen!"  dediği bir soru değil bir kanıydı. Bana gerçekten öfkelenmişti çünkü Canan değil Ahsen demişti. 

"Etmiyorum. Konuştuklarımız, gördüklerin gerçek!" 

Öfkesi daha da kavruldu. Hiddetle arkasını dönüp diğerlerine baktı.  Hedefine Uzay'ı koymuş olacak ki ona doğru yürüdü. "Sen ne halt ettiğini sanıyorsun evlat?" dedi. Tüm öfkesine rağmen sakinliğini korumayı başarıyordu.

"Kardeşimin katillerini bulacağım amca. Ailemin,  ülkemin, devletimin yapamadığını yapacağım," dedi Uzay. 

"Ailenin, ülkenin, devletinin yapmadığını yapacakmış! Ulan el kadar bebesin ne sikimi yapacaksın sen?" sakinliği buraya kadardı. Sinirle soluduğu sesini kendi sesimle bastırdım. 

"Dayı!" dedim sert ve baskın bir tavırla. Dayım bana kısa bir bakışa tıp diğerlerine baktı. 

"Ulan kendini geçtin, ablam dediğin insanı geçtin bu çocukları neden taktın peşine? Peri'nin bu hali ne Uzay ölseydi halana ne diyecektin nasıl hesap verecektin?"  dayım tabiri caizse kendisini yırtsa da Uzay ne duruşunu ne bakışını değiştirmedi. 

"Senin kızın benim anneme, babama hesap verebildi mi?" attığı ok dayımdan sekip bana saplandı.

"Uzay!" dedim bu sefer. Sinirle homurdandı. 

"Bu ne demek?" dedi dayım. Uzay alaylı  bir sırıtışla kollarını göğsünde bağlayıp arkasındaki duvara yaslandı.

"Canan ablam, Barlas, Yusuf Ali... Biz daha Dünya'nın annesine babasına hesap verebildik mi?" 

Çocukların başı yere eğildi. Omuzları çöktü. Uzay dik bakışlarıyla bizde gezdirdi gözlerini. En son ben de durdu. Alaylı sırıtışı durgun bir tebessüme evrildi. Sustuğumuz çoktu. Saklanan şeyler gırlaydı. Hepsi bizim içimizdeydi ve yine öyle kalacaktı. 

"Dayı, böyle bir yere varamayız,"  dediğimde dayım hayal kırıklıklarıyla ve korkuyla dolu gözlerini bana çevirdi. O bakışları görmekten kaçtım. Yönümü de bakışlarımı da çocuklara çevirdim. 

"Doğu dayımda gelecek. Narya ve Peri'yi götürecekler. Narya'yı Doğu dayım güvenli bir yere yerleştirecek. Peri de ülkeye dönecek. Gitmek isteyen Peri'yle birlikte gidebilir."

"Aynen," dedi Uzay sözlerimin ardından. Anlayışlı bir edayla kuzenlerine dönüp "darılmaca yok. Gitmek isterseniz gidin benlik bir sorun yok," dedi. Samimiyeti sesine yansıdığından içim rahattı. 

"Uzay, seni döverim!" dedi Dağhan. Kalacaktı, buna şüphe yoktu. Uzay kıvrılan dudaklarıyla başını sallayıp Dağhan'a göz kırptı.

"Uzun zamandır ilhamımı kaybettiğimden oyun tasarlayamıyordum. Bu fırsatı kaçıramam," diyerek  kalmak için  kendince gayet geçerli bir bahane sundu Andre. 

"Eh, Kamber ben olduğuma göre bensiz düğün olmaz..." Hayat kollarını göğsünde bağlayıp kendinden emin duruşuyla Uzay'a ve babasına baktı.  Benim gözümse Yalın'daydı. Sadece Peri'ye bakıyordu. Yanımızda olmak istese de Peri'yle gideceğine emindim.  

"Uzay," dedi Yalın bakışlarını zar zor Peri'den çekip Uzay'a bakarken. 

"Peri'nin yanında olman daha sağlıklı, daha iyi." Yalın, Uzay'a minnetle baktı. Birbirlerine gülümserlerken Yalın ilk adımı attı ve Uzay'ın yanına ilerleyip ona sımsıkı sarıldı.  

Dolan gözlerimi herkesten kaçırıp alnımı kaşıyarak Peri'ye baktım. Aldığı ağrı kesiciler onu bebek gibi uyuttuğundan hiçbir şeyin farkında değildi.  Uyandığında bize çok kızacaktı ama böylesi en doğru olandı. 

"Kafayı yemişsiniz siz," diyerek varlığını belli etti dayım. 

"Yani bu çok normal değil mi? " dedi Dağhan. Gözlerimi kurulayıp tekrar onlara döndüm. Dayım ateş saçan bakışlarıyla bize bakıyordu lakin karşılığını alıyor olması gardını düşürüyordu.  

"Ulan babası kılıklı!" Dağhan dudak büküp omuzlarını silkti. 

Dayımın yanına yürüdüm. Önünde durduğumda ellerini tutup sıktım. "Biz bir karar verdik dayı, caymayı da asla düşünmüyoruz." dedim. 

Tutuşuma karşılık verdi. Uzatırdı, bıktırmaya çalışırdı ama bizi tanıyordu. İnadımızı, duruşumuzu, bağımızı biliyordu. Bir elini yanağıma yasladı. Tenimi okşayıp alnıma bir buse bıraktı. 

"Tamam... Tamam ama ben bunu kardeşlerimden, dostlarımdan saklayamam." dedi. 

"Çok değil bir süre  dayı. Bana bir süre müsaade et," emin olamasa da başını salladı. Rahat bir nefesle gülümseyip geri çekildim. 

"Ben bir içeriye bakayım," deyip odadan çıktım. İçeri geçtiğimde Ekim ne Ekin yan yana koltukta oturuyordu. Narya ise uyumaya devam ediyordu. 

Yanlarına gidip Ekin'in önünde durdum ve ona başımla balkonu işaret ettim. Hemen kalktı. Birlikte balkona geçtiğimizde gözlerim caddede dolandı. Kurt hâlâ arabadaydı. 

"Bir sorun mu var?" dedi Ekin. Bakışlarımı ona çevirdim.  Şafak'a benziyordu. Aynı kavruk ten aynı esmerlik ve aynı cüsseye sahiplerdi. Ekin daha uzun ve daha temiz yüzlüydü. 

"Peri ve Yalın ülkeye dönecekler. Narya ise güvenli bir yerde saklanacak..." kaşları hayrete hareketlense de başını salladı. 

"Benden ne istiyorsun?" 

"Abine güvenmiyorum. Kurt'a güvenmiyorum... Dönüp etrafıma bakınca bana en güvenilir gelen kişi sensin ve Uzay da sana fazlasıyla güveniyor," yüzünde mimik oynamadı. Düz bakışlarıyla yüzüme bakmaya devam etti. 

"Onları korumanı istiyorum. Aslan dayım özel uçağıyla gelmiştir. Doğu dayımda gelecek.  Onlar yeniden uçağa binene kadar eşlik etmeni rica edeceğim senden," dudağının sol köşesi alayla kıvrıldı. Ellerini pantolonun cebine yerleştirdi.

"Karşılığında?" dedi.  Onun gibi alayla sırıttım. Onu zayıf yanından vurmak çok kolaydı. Bakışlarımı balkonun cam kapısına çevirdim ve Ekim ile göz göze geldim. Uzay ve Dünya, Yalın ile Peri her daim birbirilerinin bam teli, kırık camı olmuşlardı. Sanırım ikizlik böyle bir şeydi.

"Seni bilmem ama Ekim'i abinden korurum." dedim bakışlarımı yeniden Ekin'e çevirirken. 

"Bizi abimden mi koruyacaksın?" inanmayışı, güvenmeyişi ve haliyle alaya alışı normal karşılanabilirdi.

"Evet, abinden ve haliyle Yarkın ailesinden," güldü. Ellerini cebinden çıkarıp göğsünde bağladı ve "sen kendi kardeşlerini koruyamıyorsun bir de kalkıp benim kardeşimi mi koruyacaksın?"  gülüşü, sözleri sinirimi bozdu. Abisi gibi sinirin tekiydi. Ama haklıydı...

"Peki," deyip balkondan çıkmak için adım  attım ama beni kolumdan tuttu. 

"Ben kendi kardeşimi korurum. Sen seninkileri korumaya bak," dedi. Kolumu bırakıp önümden geçti ve balkondan çıktı. Çatılan kaşlarımla arkasından bakarken homurdanmadan edemedim. Abisi ayrı kardeşleri ayrı sıkıntılıydı. 

"Sen de sanki Zeyna'sın Canan. Sana ne yani sana ne kızım!" 

İçeri girip Peri'nin yanına dönecekken evin kapısı çaldı. Ekim oturduğu koltuktan kalkınca önüne geçip kapıya koşar adımlarla ilerledim ve açtım. Doğu dayım karşımda duruyordu. Arkasındaysa Kurt vardı. 

"Canan kız," dedi dayım kollarını açarak.

"Dodom," açtığı kollarının arasına girip sımsıkı sarıldım.  Saçlarımda dolanan ellerine, başımda hissettiğim buselere kendimi bıraktım. Doğu dayım başkaydı benim için. iç evlenmediğinden, çocuk yapmaya da yanaşmadığından dayı ve amca sıfatlarını köşeye bırakarak her birimizi kendi çocuğu gibi görmüş hep o sıcaklıkla ilgilenmişti bizimle. 

"Güzel kızım benim, mini mavişim." başımı göğsünden kaldırdığımda yüzümü avuçlarının arasına aldı. Dolan gözlerimden öpüp saçlarımı okşadı. 

"Geciktim biraz ama," dedi her zamanki rahatlığıyla. Gülüp omuz silktim. Doğu Uyguroğlu hiç değişmiyordu. 

"Bir şey olmaz ama sende önce gelen var," dediğimde yeşil gözleri kısıldı. Başını kim dercesine salladığında "büyük boy," dudaklarından bir küfür kaçırdı.  Bana mahcubiyetle bakınca yanaklarını sıkıp çekiştirdim. 

"Sıkıntı yok, gel..." dayım içeri girdiğinde Kurt'la yeniden göz göze geldim. Ona iki gün önce Doğu dayımın geleceğinden bahsettiğimden rahattım. Başımla içeriyi gösterip önüme döndüm ve Peri'nin kaldığı odaya girdim. Doğu dayımda hemen arkamdan geldi. 

"Büyük boy!" diyerek hemen Aslan dayıma sataştı. 

"Küçük boy," Aslan dayımda her zamanki gibi karşılık verdi. Çocuklar onların atışmalarını yüzlerinde dingin bir gülüşle izlerken Peri'ye ilerleyip bende izlemeye başladım. 

Annemin abilerine aynı boyda olduklarından dolayı taktığı bu lakaplar yıllardır dilimizdeydi. Büyük abisi Aslan büyük boy, ortanca abisi Baran orta boy ve küçük abisi Doğu  küçük boydu. Bir de  annemin fındık kurdu Kerem dayım ve üvey kardeşi  Barlas dayım vardı. Ah, annemin can dostu Emir dayımı da unutmamak gerekirdi. Kalabalık bir aile, kocaman bir soy ağacımız vardı ve bu saydıklarım sadece dayılarımdı. Tabii birde annemin kıymetlisi gün güzeli Güneş teyzem vardı. 

"Abiciğim sen hayırdır?" diyen Doğu dayımla dalıp gittiğim diyarlardan geri geldim. 

"Erken kalkan yol alırmış Doğu efendi!" Doğu dayım gözlerini devirip başını çevirdiğinde Peri'yi fark etti. Yeşil gözleri korkuyla irileşti, yutkunamadı. Birbirine dolanan adımlarıyla yanıma gelip Peri'ye baktı.

"Canan?"

"Panik yapmandan korktuğum için söylemedim telefonda. Saldırıya uğradık ve Peri yaralandı ama iyi şu an.  Hem fiziken hem de ruhen yorgun olduğundan epeydir uyuyor," açıklamam onun  için yeterli olmadı. Peri'ye yaklaşıp parmaklarının sırtıyla yanağını okşayıp alnına bir buse bıraktı.

"Peri ve Yalın, Aslan dayımla olacaklar ben senden Narya için yardım istiyorum."  Uzay ile bankta yaptığımız konuşmadan sonra ilk iş Doğu dayımı arayıp Narya'yı ve dolaylı olarak Arnavutluk'ta olanı biteni anlatmıştım. Doğu dayım Peri'nin kıvırcık saçlarını sevip  Aslan dayıma baktı. 

"Abi biz bir konuşalım," dedi. 

Aslan dayım kuvvetli bir çekişle göğsünü şişirdi. Yorgun bakışlarını kardeşine çevirip başını ağır ağır salladı. Doğu dayım bana yeniden bakınca "mutfağa geçebilirsiniz," dedim.  

Üçümüz odadan çıktık. Dayımları mutfağa götürdükten sonra salona geçip masada oturan Kurt'un karşısına geçip oturdum. Elindeki elmayı komando bıçağıyla ustaca soyuyordu. "Aslan dayım sürpriz oldu," dediğimde dudaklarını bilmem dercesine büküp elmasından bir dilim kesti ve ağzına attı. 

"Özel uçağıyla gelmiştir o. Geri dönmelerini sağlamanı rica ediyorum. Güvenli bir şekilde dönsünler gerisini dayımlar halleder," ağır ağır çiğnediği elmayı yuttu. 

"Narya başınıza bela olacak Canan," arkama yaslanıp kollarımı göğsümde bağladım. 

"Bunu bu işe kalkıştıklarında Uzay'a söyleyecektin!" omuz silkti ve elmasından yeni bir dilim kesti. 

"Molnar'ın evine girmem gerekiyordu." sinirle soluklandım. Dilimle dudaklarımı ıslatıp nefretle ona baktım. 

"Rahatsız edici bir adamsın Kurt," dediğimde dudağının köşesi kıvrıldı. 

"Duygularımız karşılıklı," deyip elmasını yemeye devam etti. Ona daha fazla tahammül edemeyip karşısından kalktım. Mutfağa ilerlediğimde kapısı açıldı ve Doğu dayım çıktı. 

"Konuştunuz mu?" başını salladı. 

"Bir an önce yola çıkalım Canan," dedi. 

"Tamam, ben Narya'yı uyandırayım önce," salona dönüp Narya'nın yanına iliştim. Yavaşça omzuna dokunup adını söyleyerek bedenini sarstım.  Gözlerini araladığında uyku mahmurluğundan bir an irkildi ama saniyeler içinde rahatladı. Ona sakince gülümseyip telefonumu çıkartıp onu güvenli bir yere göndereceğimi yazdım.

Okuduklarından sonra gözleri korkuyla büyüdü. Ellerimi sıkıca tutup başını sağa sola salladı ve kendi dilinde konuşmaya başladı. Ona sarılıp sırtını okşadım. Korkusunun farkındaydım. Sakinleşene kadar sarılmaya devam ettim. 

"Narya," deyip geri çekildim. Telefondaki çeviriye onu çok daha güvenli bir yere göndereceğimi bir kez daha yazdığımda ağlamaklı ifadesiyle çaresizce bana baktı fakat bizimle kalamazdı. Bir çocuğu kalkan olarak kullanmayacaktım. 

Yanaklarını okşayıp elinden tutup yattığı yerden kaldırdım ve peşim sıra Peri'nin odasına götürdüm. İçeriye girdiğimizde bakışlar bize döndü. Narya'yı önüme alıp Doğu dayıma baktım. Dikkatli bakışlarıyla Narya'yı inceledi ve sinirle küfretti.

"Yalın kendi ve Peri'nin eşyalarını toparladı. Küçük hanımda tamamsa gidelim artık," dedikten sonra Aslan dayıma bir bakış atıp hareketlendi. Önümüzde durduğunda dingin bir yüzle Narya'ya elini uzattı ve adını söyledi lakin arya ellerini arkasına saklayıp başını önüne eğdi.

"Kazakça bilmediğini sanıyorum," dayım başını sallayarak bana baktı. 

"Narya da başka dil bilmiyor ama çeviriden iletişim kuruyoruz," dediğimde göz kırptı. Gömlek ceketinin cebinden hemen telefonu çıkarınca gülümsedim. Narya'nın omzunu usulca sıvazlayıp onları baş başa bıraktım ve Peri'ye ilerledim. Yanına usulca oturup elini tuttum ve yanağından öpüp kulağına eğildim. 

"Bana kızacaksın ama anlayacağını da biliyorum. Benim yerimde sen, senin yerinde Minel olsaydı aynısını yapardın çünkü... Güzelliğim, pamuk Peri'm benim," beyaz saçlarını sevip dudaklarımı acıtmaktan korkarak yarasına bastırdım...

Bir saat kadar sonra; Yalın, Peri'yi Aslan dayımın  kiralık arabasına yerleştirip hepimize sarılarak vedalaştıktan sonra kendisi de arabaya yerleşti. Dayımlarla vedalaştığımızda Hayat babasına uzunca sarıldı. Kurt, Ekin ve Uzay, Narya'yla birlikte diğer arabaya geçerken Doğu dayım motoruna bindi. Aslan dayım, Hayat'tan koptuktan sonra bakışlarını bana çevirdi. Dile gelmesine gerek yoktu. Oğlunu bana emanet ediyordu. Başımı salladığımda buruk bir tebessümle arabasının şoför koltuğuna yerleşti. Akşamın karanlığında peş peşe yol aldılar. Bir süre arkalarından baktıktan sonra eve döndüm.  

Hepimiz salonda oturmuş sessizliği dinliyor zamanı sayıyorduk. Dayımlar gideli iki saat olacaktı ama henüz gelen giden birisi ya da bir arama yoktu. Şafak ve Alp'te ortalıklarda görünmüyorlardı. 

Sıkıntıyla iç çekip başımı koltuğun tepesine yasladığımda ortamda telefon sesi yükseldi. Anında doğruldum. Ekim sehpanın üzerindeki telefonunu aldığında "abim," dedi ve telefonu açtı. 

"Seni istiyor," telefonu bana uzattı. Çatılan kaşlarımla telefonu alıp kulağıma yasladım.

"Yarkın?"

"Evi terk edin Toral. Hemen çıkın oradan!" kalbim korkuyla attı. Koltuktan kalkıp pencereye koşturdum. 

"Ne  oluyor?" diye sordum.

"Sorgulama be kadın. Hemen çıkın oradan!"

"Tamam," dedim. Çocuklara dönüp elimle kalkın işaret yaptım. 

"Gitmemiz lazım haydi hızlı davranın!" diye bağırdım. Zaten tetikte beklemeleri atik olmalarını sağladı. Evin içinde bir koşuşturma başlarken Peri'nin kaldığı odaya girdim ve çantamı aldım. 

"Çıkıyoruz evden," dedim telefonda. 

"Konum atacağım peşinize kimseyi takmadan o konuma gelin!" dedi ve telefonu yüzüme kapattı.

Odadan çıktığımda üçünü dış kapının önünde hazır bir halde buldum. Telefonu Ekim'e uzatıp önlerine geçtim dış kapıyı açıp apartmanın içini kolaçan ettim. Sessizdi. 

"Arabanın anahtarı?" diye sordum. 

"Bende," dedi Ekim. 

Omzumun üstünden onlara baktım ve "araba yan sokakta. Birbirimizden kopmadan hareket edeceğiz. Ekim anahtar," deyip elimi uzattım. Anahtarı aldığımda dışarıya ilk adımımı attım. Temkinli ve sürekli etrafımı kontrol eden gözlerimde peşimde Andre, Hayat ve Ekim'le apartmandan çıktım. 

Yabancı gelen ya da şüpheli duran bir araba, insan dikkatimi çekmedi. Sola döndüm ve hızlı adımlarla yan sokağa girdim. Ekin'in arabası park edilen yerde duruyordu. Koşar adımlarla ilerlerken arabayı uzaktan açtım. 

Saniyeler sonra arabaya bindiğimizde daha hareket edemeden yolun ortasından hızla geçen iki arabayla  yüreğim korkuyla attı. Dikiz aynasından baktığımda saptıkları yolla kıl payı kurtulduğumuzu fark ettim. 

"Abla hadi!" diye bağırdı Hayat. 

Silkelenip kendimi toparladım. Arabayı çalıştırıp gazı kökleyerek ilerledim. Dikiz aynasından sık sık arkamı kontrol ederek arka caddeden farklı sokaklara saparak bilmediğim bir şehirde dolandım. 

"Abini ara!" dedim yanımda oturan Ekim'e. O hemen telefona sarılıp Şafak'ı ararken Hayat'a da Uzay'ı aramasını söyledim. 

Ekim çalan  telefonu hoparlöre alarak bana uzattı. "Toral?" diyerek açtı telefonunu Şafak. 

"Çıktık evden konum atacaktın?"  dedim. Saniyeler içinde bildirim geldi. 

"Size 22. caddede Vëlla eşlik edecek," dediğinde tek olmayacağımızdan rahatladım. Peşimize takılacak arabaları plakalarıyla birlikte tarif ettikten sonra telefonu Ekim'e uzatıp konumu açmasını rica ettim. 

Ekim telefonu kapatmadan konumu açıp telefon tutacağına yerleştirip "abi Ekin..." dedi. 

"Haberim var. Onlar güvende merak etmeyin... Toral?"

"Yarkın?" dediğimde derin bir nefes alıp verdi. 

"O arabada kardeşim var ona göre!" deyip telefonu kapadı.  

Bu adam beni çıldırtacaktı. Sinirle burnumdan soluyup konumun güzergahında hızımı kesmeden ilerleyemeye başladım. Arkamı sık sık kontrol ediyor sakin kalmaya çalıştım. 

"Uzay?" dediğimde Hayat sıkıntıyla ofladı. 

"Açmıyor. Diğerlerini de aradım ama yok açmıyorlar," dedi. 

"Abim güvendeler dedi. Sıkıntı yoktur," diyen Ekim'e yandan bakışlar attım. 

"Abine olan güvenin gözlerimi yaşarttı," itici bir gülüşle yüzüme baktı.

"En azından yedi kat yabancım değil!" 

"Evet,  hiç yabancı değil. İkizini seninle tehdit eden bir adi ah pardon abi!" dediğimde gülüşü yüzünden silindi. Kasılan bedeniyle önüne dönüp belinden silahı çıkartıp bacaklarının üzerine bıraktı ve  somurtarak sustu. 

22. caddeye kadar hızımı kesmeden devam ettim. Dört yola çıkan göbekten tam dönüş yaptığımda peşime Şafak'ın tarif ettiği araçların biri önümde diğeri arkamda belirdi. Önümdeki arabayı takip ederek ilerledim. Peşimize kimse takılmadan şehirden uzaklaştık. İki saate yakın devam eden yolcuğun sonunda geldiğimiz yer şehir merkezinden çok uzakta ormanın içiydi.

Göl kenarında bir evin önünde durduğumuzda bize eşlik eden arabalar kornaya bastı. Önümüzdeki evin verandasının ışığı yandı ve kapısı açıldı Şafak dışarı çıktı. Hemen arkasından Uzay, Ekin ve Yalın çıktı. 

Arabadan ilk Ekim indi. Peşinden Hayat ve Andre de inerken ben kıpırdamadan onları izledim. Şafak vëlla dediği adamlarla selamlaştı. Adamları inceledim bunlarında yüzlerinde maske vardı ancak Arnavutluk'taki adamlara pek benzemiyorlardı. 

Şafak ile ayaküstü bir şeyler konuştuktan sonra arabalarına binip korna çalarak geldikleri gibi gittiler. Arabadan inip önüne geçtim ve kaputa yaslandım.  Ekim ve Ekin sarılarak eve girdiklerinde  Şafak arkalarından baktı. Yutkunuşu onu zorluyor gibiydi. Gözlerini kaçırışı, dudaklarını birbirine bastırıp başını yere eğişinin damağımda bıraktığı tat yalnızlıktı.

Şafak Yarkın yalnız bir adamdı lakin pek umurumda da değildi. Ondaki bakışlarımı çocuklara baktığımda çocuklarda bana bir bakış atıp eve ilerlediler. Onların arkasından bakarken adım sesleri işittim. 

"Toral?" dedi Şafak bana doğru yürürken. 

"Yarkın?" dedim. Yanıma gelip kaputa yaslandı. Kollarını benim gibi göğsünde bağlayıp başını bana çevirdi. 

"Hepiniz dönmeliydiniz," gözlerimi devirmekle yetindim. 

"Çok ciddiyim. Bu işe bir son vermek zorundasınız," başımı ona çevirip çatık kaşlarımla gözlerine baktım. 

"Sana ne Şafak sana ne?" dedim. Yaslandığım yerden doğrulup karşısında durdum. 

"Al git kardeşlerini sen. Bizden sana ne?"  iç çekti. Öfkeliydi ama ne için öfkeliydi bilinmezdi. Belaysa bize belaydı. Dertse bize dertti. ölümse bize ölümdü. Kardeşlerini alıp gidebilirdi. 

Öfkesinden arınmaya çalışır gibi bir hal takındı. Başını gökyüzüne kaldırıp soluklandı. Yutkundukça hareket eden adem elmasına takıldı gözlerim ama anında farklı bir yöne baktım.  Bu adama dair detaylar beni bu kadar ilgilendirmemeliydi. 

"Anlamıyorsun değil mi?" sesi kati surette hırçındı. Ondan itinayla kaçırdığım gözlerim yine onu buldu.

"Evet anlamıyorum söylesene neden vazgeçmemiz için bu kadar uğraşıyorsun sen?" 

"Çünkü biliyorum..." gözlerini yumdu. Aldığı nefeslerini gürültüyle bıraktı ve katı tavrını özümsediği gece karası gözleriyle yüzüme baktı. 

"Neyi biliyorsun?" dedim onun aksine sakin bir edayla. Gözlerini gözlerimden bir an olsun çekmeden dudaklarını araladı. 

"Sen mutlu ailenle peri masallarından fırlayan bir hayatta büyüyüp kötülükten uzak bir şekilde büyümüşsün belli. Ama ben o kötülüğün içine doğdum, o kötülüğü içime çekerek, üstüme giyinerek büyüdüm. İnan bana bu insanların kötülüğü peri masallarındaki burnu büyük cadılardan ibaret değil!" 

"Tanıyor musun onları o yüzden mi..." sabır dilercesine nefeslendi. Sakallarını sıvazlayıp doğruldu.

Tanımıyorum ama biliyorum..."  gözlerinde boşluklar vardı. Rüzgarı içine hapseden koyu hareleri üşüyerek bakıyordu sanki. 

"Eminim biliyorsundur," deyip iki adım atıp önünde durdum ve başımı geriye atarak yüzüne baktım. 

"Ama neyi bilmiyorsun biliyor musun Yarkın?" dudaklarını birbirine bastırdı. Soğuk bakışları alev misali yanan gözlerime yaslanıp ağırlığını yüreğime bıraktı. 

"Sen sana emanet edilen bir çocuğun ölmesi ne demek bilmiyorsun." dedim işaret parmağımı göğsüne bastırarak vururken.

" Sen herkes sana yalvarırken kardeşinden ayırmadığın çocuk hayata dönsün diye çırpınmanın ne olduğunu bilmiyorsun. Çocuğunu sana emanet etmiş  bir anne ve babanın karşısında titremekten ayakta duramamak nasıl bir şey bilmiyorsun!" 

Kesik bir nefes verdi.  Sözlerimin onu rahatsız ettiği allak bulan yüzünden belliydi. Göğsüne sertçe yeniden vurdum ve parmağımı yüzüne salladım.

 "Çünkü biliyor olsaydın bizi durdurmaya çalışmazdın Yarkın!" 

İçimdeki ateşi yüzüne kusmanın verdiği o rahatlamayla ona arkamı döndüm. Ellerimi belime yaslayıp göğsümü sıkıştıran nefeslerimi serbest bıraktım. Hunharca bir hızla atan kalbim göğsümü döverken güçlü adımlarla yürüyüp eve girdim. 

Tamamen ahşap ve kahverengi bir evdi. Saldırıya uğradığımız dağ evi gibi asma katı vardı. Salon ve mutfak birdi. İki mekanı birbirinden uzun bir masa ayırıyordu. Herkes salondaydı. Onlara hızlı bir göz atıp banyo olabileceğini düşündüğüm kapalı kapıya ilerledim ve açtım. 

Banyoydu. İçeri girip kapıyı kapadım lavaboya ilerledim.  Uzun sarı saçlarımı her daim bileğimde olan kırmızı lastik tokamla tepemde topladım. Soğuk suyla yüzümü yıkayıp ensemi ıslattım. Gözlerim kapanırken lavaboya yaslanıp soluklandım. 

Öteleyip durduğum yılların yorgunluğu bir günde gelip omzuma tünemişti. Kaçtığım tüm anılar, tüm duygular birer hançere dönüşüp sırtıma çentikler bırakıyordu. Acı buram buramdı. Ciğerime saplanan kıymıklar boğazımı kanla dolduruyor gibi hissediyordum ama o kan dişlerimin arasında ezdiğim dilimden yayılıyordu. 

Damağımda kanımın tadı, kirpiğimde acımın dalgası süzülüyordu. İçin için ağlıyordum ama hıçkırıklarım zihnimde yankılanıyordu. Yaslandığım yere çöküp kaldım. Ellerim lavaboya asılı kalmışken alnım altındaki dolaba yaslandı ve zihnimde yankılanan hıçkırıklarım kulaklarıma çarptı. Ellerimi yasladığım yerden çekip dudaklarımı kapattım. 

Kendime değildi gözyaşlarım. Kendi yüküme, kendi acıma, kendi düşüşlerime değildi. Dünya'ya ağlıyordum. Peri'ye, Uzay'a, diğerlerine.  Bizden alınanlara, kaybettiklerimize, yok ettiklerine hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. 

"Abla," seslenen Uzay'dı. 

Hıçkırıklarımı bastırıp gözyaşlarımı sildim. Kapı vurulunca "gelebilirsin," dedim ama titreyen ve boğuk çıkan sesim ne kadar duyuldu emin olamadım. Kapı açıldı. İçeri önden Uzay peşinden diğerleri girdi. Beni yerde ağlamaktan dağılan bir ifadeyle görünce ne yapacaklarını bilmez bir halde birbirilerine baktılar. 

"Sarılsanız yeter aslında," deyince başları bana döndü. Kollarımı onlara açtığımda Hayat ve Andre aynı anda hareketlenip yanıma çöktüler ve kollarını sardılar. Bakışlarımı Uzay'dan ve Dağhan'dan çekmedim.

Uzay elleri cebinde yanıma gelip üzerime eğildi ve başımın tepesini öptü. Dağhan da düz bir ifadeyle gelip yüzümü kavradı ve gözyaşlarımı sildi. Dudaklarını alnıma bastırdıktan geri çekilip elini uzattı. 

"Biz düşünce sen, sen düşünce biz," dedi.  Titreyen dudaklarımı ısırdım.  Akmaması için çabaladığım gözyaşlarım yeniden süzüldü gözlerimden. Dağhan'ın elini tutup beni düştüğüm yerden kaldırmasına izin verdim. 

Kalktığımda elini bırakmadım. Diğer elimle Uzay'ın elini tutup ikisini kendime çektim ve kollarımı ikisine sardım. Hayat ve Andre'yi de yanımıza çağırdığımda aralarından çekildim ve birbirilerine sarılmalarını sağladım.

"Tamam lan sırnaşmayın hemen!" diye geri çekildi Dağhan. Ensesini kaşıyarak bize bakıp banyodan çıktı. Uzay'da burnunu çekip "ben de çıkayım," deyip çıkınca tebessüm ettim. 

"İyi misin Canan abla?" diye sordu Andre. 

"İyiyim. Bugün benim için yoğun ve yorgundu," dediğimde başını salladı. Hayat yanıma gelip bana yeniden sarılıp yanağımı öptü. En sevgi pıtırcığımız her zaman Hayat olmuştu zaten. 

"Geçin haydi. Bende toparlanıp geliyorum," dedim.  

Hepsi gidince yorgun bakışlarımı aynadan kendime çevirdim.  Kan oturan gözlerim, kızaran burnum ağladığımı ele veriyordu ama yapacak bir şey yoktu. Elimi yüzümü yeniden yıkayıp ıslak ellerimi ensemde ve boynumda dolaştırdım. 

Dakikalar sonra banyodan çıkıp içeri geçtiğimde gözüme ilk çarpan Şafak oldu.  Pencere kenarına omzunu yaslamış kolları göğsünde dışarıyı izliyordu. Kurt hemen Şafak'ın önündeki tekli koltukta uyuyordu. Ekim ve Ekin ortada yoktu. Alp'te ortada yoktu. Aklımın bir köşesi ondaydı ama Şafak'a sormam yanlış anlaşılmalara yol açabilirdi. 

Dağhan bir koltukta uzanırken Hayat ve Andre yan yana oturmuş başlarını koltuğun tepesine yaslamışlardı. Yanlarından yürüyüp Uzay'ın yanındaki boşluğa oturdum ve başımı omzuna yasladım. Uzay elindeki telefonunu açıp benim göreceğim şekilde tuttu ve mesaj uygulamasına girip Yalın'la olan  mesajlaşmasını açtı. 

Başımı kaydırıp mesajları okudum. İyilerdi. İstanbul'a indikleri gibi etraflarını koruma ordusu sarmış ve Şile'deki bağ evimize gitmişlerdi. Doğu dayım ise Narya'yı alıp ortalıktan kaybolmuştu. İçim bir nebze olsun rahatladı. Ellerimi Uzay'ın koluna sarıp sıktığımda telefonu kapayıp cebine koydu. Yanağını başımda hissedince gözlerimi yumdum. 

Gözlerimi araladığımda bir an nerede olduğumu kavrayamadım. Uzandığım yerden kalkıp üzerimdeki örtüyü itekledim. Her yer kapkaranlıktı. Gözlerimi ovalayıp esnedim. Ormandaki evdeydik. Karanlığa alışan gözlerimle etrafa baktım. Duyduğum düzenli nefesler salonda bulunan herkesin uyuduğunu gösteriyordu.  

Koltuktan kalkıp dikkatli adımlarla hatırladığım kadarıyla mutfağa ilerledim ve gri rengiyle parlayan buzdolabına yürüyüp kapağını açtım. İçi Şafak'la aldıklarımızla doluydu. Su şişelerinden bir tane aldım.

Yattığım koltuğa tekrar gidecekken gözüm kapıya takıldı. Adımlarım o tarafa yöneldi. Verandanın ışığını açıp dışarı çıktığımda bedenime çarpan ayazla titredim ama soğuk iyi geldi. Boynumu esnetip verandanın merdivenlerine oturdum. Suyu içip şişeyi yanıma bıraktıktan sonra ellerimi dizlerime sarıp karanlık ormanı izledim. 

Evin kapısı açılıp kapandı. Ahşap verandada yükselen adım sesleri tanıdıktı. Önce kokusu sardı etrafımı sonra gölgesi üzerime düştü. Adımları bitince iki basamağı inip yanıma oturdu.

"Korkmaz mısın sen?" gecenin sessizliğine sesi karıştı. Uykudan yeni uyandığından olsa gerek sesi boğuktu. Başımı ona çevirdim. Elindeki sigara paketinin kapağını açıp kapatıyordu.

"Neden korkayım?" dedim.

"Gecenin dördü, ormandayız. İn cin top oynuyor. Vahşi hayvanlarda vardır buralarda," dediğinde bir anlığına kaşlarını çatacak gibi oldu ama tam tersine dudakları kıvrıldı.

"Pardon sen neredeyse üç metre boyunda bir pitona kızım diyen bir zır delisin asıl korkması gereken onlar," dedi inleri, cinleri ve hayvanları kastederek.

"Hayvanlar benden korkmaz Şafak. Cinleri bilmem ama," başını usulca salladı. Derin bir karanlığa gömülmüş gözleri verandanın loş ışığında zar zor belli olan mavilerime daldı. O benim gözlerimde ne gördü, ne görmek istedi bende bir bilinmezdi. Ben baktığım kara gözlerde bugün tanıştığım yalnız adamı görüyordum.

"Korku iyidir Toral," dedi bana bir asır gibi gelen saniyelerde. Gözlerini zorlukla gözlerimden çekip önüne döndü ve sigara yaktı.

"İnsanı tetikte tutar, insanın karar vermesini sağlar. Ama doğru ama yanlış bir karar vermişsin belli ki." bir sır veriyor gibiydi. Gecenin ayazını derin bir solukla ciğerlerime çektim. "Kardeşin ölecekti Toral. Ellerine kardeşinin kanı bulaştı ama sen vazgeçmedin. " vazgeçmedim. Vazgeçmeyecektim.

"Düne kadar Uzay'ın acısını, öfkesini, hıncını anladığıma inanıyordum..." dedim.  Ellerimi  üşüyen kollarıma sardım. Başımı önüme eğip toprağa diktim gözlerimi.

"Ama anladım ki ben sadece sanıyormuşum. Peri'yi öyle görmek, o korkuyu yaşamak, ellerime kardeşimin kanının bulaşması." dudaklarımı ısırdım. Kasılan bedenim tüm gerginliğimi etrafa yayıyordu. Toprağı izleyen gözlerimi Şafak'a yeniden çevirdim.

"Şimdi Uzay'ın ne yaşadığını çok daha iyi anlıyorum. Nasıl çıldırdığını daha net görüyorum. Onu böylesine berrak bir gözle görürken vazgeçmeyeceğim, yoluna taş koymayacağım!" sigarasından bir nefes çekti. Dumanını gökyüzüne bırakıp bana döndü.

"Sana Bulgaristan'a gelmeden önce ne dediğimi hatırlıyor musun?" hatırlıyordum. Arkasında olursam koruyacağını, yanında durursam saygı duyacağını, önünde olursam ezip geçeceğini söylemişti. Ben ise tam karşısında dururken yanında olacağımı söylemiştim.

"Hatırlıyorum," sigarasından güçlü bir nefes daha çekip izmariti tere atıp ezdi. Dudaklarının arasından sigara dumanını bıraktığı sırada gözleri gözlerimi buldu.

"Yanında olacağım Toral. Senin yanımda tutacak, kardeşlerimi ve kardeşlerini arkama alacağım!" bu hamlesi beklediğim bir şeydi ama gözlerinde anlam veremediğim bir bakış vardı. Titrek, kırık, soğuktu ama farklıydı. 

"Neden?" dedim. Yeni bir sigara yaktı. Uzun uzun içine çekip dumanını bıraktı. Bakışları karanlık ormanda dolanıp metrelerce uzağımızda kalan göle daldı.

"Benim için bir fırsat," sözleri karşısında kaşlarımın çatıldığını hissettim. Bakışlarını bana çevirdi. Gecenin karanlığında parlayan kara gözleri mavilerime tutundu. Sigarasını dudaklarına yaslayıp o zehri içine çekince gözlerim sigaranın kızgın külüne takıldı. 

"Nasıl bir fırsat?" külde takılı kalan gözlerimi yüzüne kaldırdığımda dudaklarında tanıdık bir gülüş gördüm. Kırık dökük, yorgun ve perişan bir gülüştü. Gözlerini kırpıştırıp başını ağır aksak bir hareketle sallayıp iç çekti.

"Kaybettiklerimi geri kazanmam için bir fırsat!" sesine yansıyan acı sigara dumanına karışıp ciğerlerime sızdı sanki. Kendi acımla kavrulan ciğerlerimde kendine bir yer bulup sakladı kendisini.  Neyi kaybetmişti? Ailesi, kardeşleri, sevdiği kimi kaybetmişti ya da bir şey kazanmış mıydı bilmiyordum lakin sesinin gerilerinde hissettiği kaynar ateş lav püskürtmek istiyor gibiydi. 

Şafak sigarasını içmeye devam etti. Gölü izledi, ormanı izledi. Geceyi dinledi. Ben ise ona tutunamayan,  ciğerime yapışan acısının ağırlığıyla baş etmeye çalıştım... 

Yanından usulca kalktım. Bakışları bana döndü ama ben bakmadım. Eve geri girip uyuduğum koltuğa yeninden uzandım ve gözlerimi uyuyamayacağımı bilsem de kapattım. Sabah olup gün doğana kadar hiç kıpırdamandan öylece yattım koltukta. Sesler gelene kadar tözlerimi aralamadım. 

"Kahvaltı hazırlasak mı?" dediğini duydum Hayat'ın. Sonrasında mutfaktaki sesler çoğaldı. Koltukta dönüp etrafıma bakındım. Salonda kimseler yoktu ama mutfak kalabalıktı. Koltuktan kalkıp mutfağa baktım. Ekin ve Dağhan masada oturuyordu. Hayat ve Andre ise bir şeyler hazırlıyorlardı. Ekim, Uzay, Kurt ve Şafak ortalıkta yoktu. 

"Günaydın," tüm başlar bana döndü.

"Günaydın," diyerek karşılık verdiklerinde banyoya ilerledim. Soğuk suyu peş peşe yüzüme çarpıp saç diplerimi ıslattım. Soğuk beni diri tutuyordu ve su tamda istediğim gibi soğuktu. Banyodan çıkıp mutfağa döndüğümde Ekin ve Uzay da masadaki yerlerini almışlardı. Uzay'ın yanında geçerken saçlarını karıştırıp Hayat ve Andre'nin yanına vardım. 

"Hayat biz ölmemek için direnirken senin mutfağa girmen ne kadar doğru ablacım?"

Kıkırtılar peş peşe yükseldi. Hayat bozulan yüzüyle bakınca yanaklarını sıkıp elindeki tavaya göz attım. Bol sucuklu yumurtayı görünce midem ağzıma geldi. Bu kadar etobur bir ailede ben nasıl böyle çıkmıştım uzun yıllar cevap bulamadığım bir soruydu. 

"Yenecek pek bir şey yok zaten yumurta da kırabiliyoruz çok şükür," diye trip atarak konuştu Hayat.  Bulanan midemle mutfak uzaklaşıp hava alma ihtiyacıyla dışarı çıktım. Veranda da durup derin bir nefes alıp sucuk kokusundan arınmaya çalıştım ama o koku bir  kere yer etmişti. 

Sola döndüğümde Şafak'ı ve Kurt'u gördüm.  Şafak yaslandığı arabanın önünde dün Kurt'un elma soyduğu komando bıçağıyla bir dal parçasını yontarken Kurt elleri cebinde bakışları yerde bir şeyler konuşuyordu. Verandadan inip onlara doğru yürüdüm.

"Günaydın!"

Şafak sakin bir şekilde bana bakarken Kurt durduğu yerde huzursuzca kıpırdanıp bana baktı. Yanlarına vardığımda şüphe kokan bakışlarımı ikisinin de yüzünde kasten dolaştırdım. Şafak dalı yontmaya geri dönerken Kurt cebindeki ellerini çıkartıp göğsünde bağladı. 

"Günaydın. Fazla enerjiksin bu sabah, seni görende peşinde azılı katiller, mafyalar yok sanır." yüzünün ortasına yumruk atasım vardı ama benim kırılan büyük ihtimalle benim bileğim olurdu.  

"Sürekli seni görmekten bünyem çerçöpe alıştı herhalde," Kurt'tan ses çıkmazken Şafak boğazını temizleyip yaslandığı yerden kalktı.  Bakışlarım ona kaydığında dudaklarında can bulmaya çalışan sırıtışı fark ettim. 

"Çocuklar bir şeyler hazırlamış," dedim konuşmayı bambaşka bir tarafa çekerek.

"Gidelim o zaman," Şafak ucunu sivrilttiği dalı yere fırlatıp elindeki bıçağı Kurt'a uzattığı anda etrafımızda araba sesi duyuldu. Arabanın tozu dumana katarak geldiği sesinden belli oluyordu. Endişeyle Şafak'a baktım.

"Alp," dedi kısa keserek.  Kurt'a uzattığı bıçağı geri  çekip eve yönelmiş adımlarını evin önünden geçen patika yola çevirdi. Kurt arkasından ilerlediğinde arkamızda kalan evin kapısının açıldığını işittim. Omzumun üstünden arkama baktım. Çocuklarda sesi duymuş olacak ki hepsi verandaya çıkmıştı. Dağhan, Ekim ve Ekin'in ellerinde silah vardı. 

"Alp," dediğimde tetikte bekleyen bedenleri rahatladı.  önüme döndüğümde Şafak birkaç adım önümde Kurt ise az ötemde daha demin Şafak'ın yaslandığı arabaya yaslıydı. Gözlerim etrafı tararken bir iki dakika kadar sonra Alp'in kullandığı araba diğer arabaların önünde durdu. Alp şoför koltuğundan inip bagaja ilerlerken arabanın diğer ön kapısı açıldı ve içinden bir kadın indi. Tanımadığım bir yüz görünce kaşlarım çatıldı. 

Benimle aynı boylarda bir kadındı. Buğday teninde uzun kumrala çalan saçları kıvrılarak süzülüyordu.  Güzel ve düzgün bir yüzü vardı. Fiziğine ise denilecek bir laf yoktu. Kadın mankenlere taş çıkartacak cinsten güzeldi ve ben tehlikeyim diyen aurasını etrafa yayıyordu. Siyah boğazlı atleti ve siyah taytı tüm hatlarını ortaya seriyordu. Ayağındaki postal botları da güçlü duruşunu destekliyordu. 

"Sevgilim," attığı güçlü adımlarıyla Şafak'ı önünde durdu ve uzun, ojeli tırnaklarıyla Şafak'ın çenesini tutup dudaklarını dudaklarına bastırdı. 

Karnımda alışık olmadığım  bir sızı baş gösterirken kulaklarıma ateş bastı sanki. Bakışlarımı onlardan çekip yerimde huzursuzca kıpırdandım. Hissettiğim bu rahatsızlık hissi beni daha da rahatsız etti. 

"Eren nerede?" Şafak'ın sert çıkan sesiyle göğsümün atışı yavaşladı. Kaçırdığım gözlerimi yeniden onlara çevirdim. Dudakları ayrılmıştı ama kadının parmakları hâlâ Şafak'ın çenesinde dolanıyordu. 

"Alp, çok baş ağrıtınca bagaja tıktı," dedi kadın. Sesini tarif edebileceğim tek kelime yırtıcı olurdu. Tok, güçlü ve pürüzsüz sesi bir şüphe götürmeksizin yırtıcıydı. 

Şafak, çenesinde dolanan eli tutup çok kaba davranmadan ittirdi. Gözlerini kadından çekip kısa bir an bakışlarını bana değdirdi. Bu hareketiyle kadınında bakışları bana dönünce çenem ve omuzlarım aynı anda dikleşti. Kahverengine çalan gözleriyle beni baştan aşağı süzdü. Dudağında alaycı bir gülüşle başını Şafak'a çevirip avcunu yanağına yasladı. 

"Seni özlemişim," dediğinde Şafak bu sefer kaba bir hareketle itti kadının elini.

"Rahat dur Eylem! " bu isim tanıdıktı. Şafak'ın şahit olduğum telefon konuşmalarında şahit olduğum bir isimdi. 

Eylem bozuntuya vermeden Şafak'tan uzaklaşıp hırsla arkasına döndü ve "hızlı olsana Alp!" diye bağırdı. Alp'in adını duymamla silkelendim. Birkaç adımda Şafak'ın yanına varıp bakışlarımı Alp'e çevirdim. Arabanın arkasından ensesinden tuttuğu Şafak'ın adamı Eren'i ite kaka ve söverek sürüklüyordu. 

Yanımıza geldiğinde bakışları ben de ve Şafak'ta dolandı. Öfkeli bakışları Eren'e kaydıktan sonra onu ayaklarımın önünde fırlattı. İstemsizce bir adım geriledim. Başımı Şafak'a çevirip "ne oluyor?" dedim. 

Şafak önce bana sonra eve doğru baktı. Aramızda çok mesafe olmadan çocuklar her şeyi net görüyor ve duyuyorlardı. Başını tekrar bana çevirip gözlerime baktı. Karalarında sinsi bir gülüş vardı. Dakikalar önce gördüğüm Şafak değildim karşımdaki. Başka bir adımdı. 

İçten içe gri dediğim adam tüm karanlığıyla karşımdaydı. İki küçük adım atarak yanıma geldi.  Bıçağı tuttuğu elini havaya kaldırıp yüzüme yaklaştırdığında kalbim boğazımda attı. Bıçağın ucuyla gözlerime sataşan kaküllerimi iteledi ve bana gülümsedi. Normal bir gülümse değildi. İnsani değildi. 

"Şafak," dedim. Dilime sinen korkum kulaklarına çarpmış olacak ki sırıtışı büyüdükçe büyüdü. O an dün gece korkuyla ilgili söyledikleri çınladı kulağımda. 

"Korku iyidir Toral," dedi düşüncelerimi dile getirirken. 

"Korku insanı yanlışa sürüklemez!" dedikten sonra başını ayaklarımın önünde iki büklüm duran Eren'e çevirdi. 

"Ama bazen bazıları it gibi korkudan titrese de yanlışa sürüklenmeden duramazlar. Neden?" ayağının ucuyla Eren'i ittirdi. 

Eren'in bedeni çuval gibi yere yığıldığında yüzünü gördüm. Her tarafı kan her yeri mosmordu. Eskileri silinmeden yenileri eklenmişti. "Ab...i," diye ağlayarak doğrulmaya çalıştı Eren ama bu sefer tekme atan Alp'ti. 

Şafak, Eren'e yaklaştı. Ayakkabısının ucuyla ufak vuruşlar yapıp botuyla yüzüne bastırdı. Bakışları yeniden beni bulunca konuşmaya devam etti. "Bazı insanların kanı bozuktur Toral. Kanı değilse sütü, sütü değilse karakteri. Ama  neyse ki hepsinin akıbeti aynı olur!" 

Dudaklarının kıvırılışı yüreğimin korkuyla çarpmasına neden oldu. Sadistçe bir tatmin vardı dudaklarında. En başından beri görmek istemediğim gerçek yüzü karşımdaydı. Şafak bana kötü yaratılışının rüştünü veriyordu. 

"Aklında bulunsun Toral," dedi ve Eren'i ensesinden tutup doğrultup arkasına sinsice yerleşti. Bana bakıp yüzünden akan tüm karanlığıyla sırıttı ve Eren'in boğazını elindeki bıçakla kesti. 

Dudaklarımdan firar etmek için can atan Çığlığımı yuttum. Bedenim korkudan kaskatı kesildi. Geriye bir adım atıp düşmemek için ayaklarımı yere çiviledim. Şafak ise Eren'in can çekişen bedenine kana bulanan bıçağını silip ayaklandı. Bana doğru adımlar atınca korkum katlandı. Kaçıp gitmek istesem de milim kıpırdamadım.

Şoktan ve korkudan kasılıp kalan bedenimin önünde durduğunda gözleri gözlerime demirledi.

Mavilerimde ne gördüyse yüzündeki sırıtışı donuklaştı. Katran karasına bulanmış gözleri acımasızlığını ilan edercesine parladı.

Omurgamda süzülen terle sırtımda bir ürperti yol aldı. Yutkundum. Gözlerimi Şafak'ın gözlerinden kaçırıp arkasına çevirdiğimde Eren'in cansız bedenini gördüm ve kaçtığım o gerçekle yüzleştim.

Hafife aldığım kötülük tam karşımda tüm çıplaklığıyla duruyordu. Onların dünyası,  peri masallarıyla büyüdüğüm dünyadan çok farklıydı. Onların dünyasındaki kötüler uzun burunlu cadılar gibi değildi.

Peri masalları belki  gerçek değildi ama  tam önümde durmuş bana gerçek benliğiyle bakıp bıçağını yüzüme doğru sallayan canavar gerçeğin ta kendisiydi.

"Her ihanetin," dedi o canavar sesini aklıma, ruhuma, kalbime kazımak istercesine.

"Bedeli ölümdür!" 

Bazı insanlar vardı yara tutmazlardı. Bazı insanlar yola bakmaz, acılarını göstermez, kabuklarını sökmezlerdi.  Bazı insanlar ne yazık ki kör ve kötülerdi ve bazıları o kötülüğe ebediyen mahkumdu. 

* * * 

ARKADAŞLAR, ARKADAŞLARRRRRR

Bölüm sonunda bana bir şeyler oldu arkadaşlarrrrrr

Huhhh.

Ne bölümdü beee.

Evetttt yorumları alayım.

 Bölüm Nasıldı?

Şafak Yarkın kim olduğunu net bir şekilde belli  etti bence ve size temin ederim ki bu daha hiçbir şey. 

Baştan söyleyeyim bu hikayede bizim çocuklar ve babalar  dışında iyi bir adam görmek imkansız. Ve daha tanışmadığınız birkaç karakter daha var. 

Hikayenin akışı karakterlerin oturması için biraz yavaş ilerledi ama hızlandığımız bölümlere geçiyoruz. Kemerlerimizi takalım lütfen. 

Canan'ın fazla anaçlığı başına daha kimbilir neler saracak? 

Sizce ablalığı fazla korumacı ve despot mu?

Peri ve Yalın bir süre bizimle olmayacak bu konuda ne düşüyorsunuz?

Narya ile Doğu bir maceraya atıldılar. Onları da yer yer okuyacağız. Haydariko severlere müjde Aden'de okuyamadığımız manevi baba kız ilişkisi belki buradan çıkar :)))

Canan'ın Aslan dayısı ile olan konuşmalarında Dünya'ya dair tüyolar aldık. Sizin bu paragraflardan sonra çıkarımlarınız neler?

Sizce Şafak mı daha tehlikeli yoksa Kurt mu?

Oy verelim veeee yorumlarımızı çoğaltalım lütfennnn

Öpüldünüz  😘

Alıntılar, bildirimler ve duyurular için takip edebilirsiniz.

İnstagram : yaren.dilan_

Watpad : dlnyrnyrkn


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERHABA!

ADEN 1. BÖLÜM KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER

ADEN 94. BÖLÜM SONSUZ SONLAR / FİNAL