GÜLLERİN AĞITI 7. YARIM KALMAK

                                                                         Selamlar,

Yeni bölümden herkese merhaba.

Umarım iyisinizdir.

!!!Bölüm yazma süreci benim için çok sıkıntılıydı. Uzadığı için özür dilerim. Bayram, sonrasında peş peşe cenazemiz oldu. Üstüne yedekleyeyrek yazdığım halde bölüm silindi...!!!

Neyse ki buradayım. Bölümde önce Dünya ve Dağhan okuyacağız. Sonrasında kısada olsa Minel Toral'ın gözünden Aden evrenine dahil olacağız.

Bölüm haliyle pek içime sinmedi. O nedenle bir geçiş bölümü olduğunu bilerek okumanızı rica edeceğim.

Bu hikaye günümüz tarihinden çok ileri bir tarihte geçmektedir. !!!

GÜLLERİN AĞITI, ADEN HİKAYESİNİN DEVAMI NİTELİĞİNDEDİR. ANCAK BAĞIMSIZDA OKUNABİLİR. AMA FAZLA KARAKTER İÇEREN BİR HİKAYE OLDUĞU İÇİN ADEN'E GÖZ ATIP BURAYA GELEBİLİRSİNİZ.

GÜLLERİN AĞITI SOY AĞACI

Oy ve Yorumlarınızı bekliyorum

Oy ve Yorumlarınızı bekliyorum.... Doluşalım lüttfennnn  :)) 

BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR.

22.04.2024

KEYİFLİ OKUMALAR

GÜLLERİN AĞITI 7

GÜLLERİN AĞITI 7. BÖLÜM

"YARIM KALMAK "

İnsan yarımdı.

BİLİNMEYEN BİR ZAMANDA ESKİ BİR HATIRA

Artvin'in  sert havası baharın son günlerinde dahi kendini belli edercesine esiyordu. Şehre güneş yeni doğmuş,  gecenin ayazını kırmaya başlamışken sıcak yataklarından kalkan Dağhan ve Dünya  sessizce evlerinden çıkıp  iki evi birbirine bağlayan bahçe kapısında buluştuklarında utangaç gülüşmelerle birbirilerine günaydın dediler.

Dağhan sıkı sıkıya tuttuğu bisikletine binip Dünya'ya oturması için önünü gösterdiğinde Dünya emin olmadı. Onunda bisikleti vardı ama aklına çıkartmak gelmemişti. Dağhan, Dünya  oflayınca genç kızın derdini anladı. Geçen aylarda bir sakatlık geçirdiği için biraz pimpirikliydi.

"Düşürmem seni Dünya'm. Zarar vermem sana, gel korkma..." Dünya hâlâ emin olamayınca Dağhan biçimli kaşlarını çatıp sahte bir kızgınlıkla Dünya'ya baktı. Kollarını iki yana açıp kaldırdı ve belirginleşmeye başlayan kaslı pazularını gösterip  yandan bir gülüşle havalı bir bakış attı. Dünya'nın  emin olamayan bakışları değişmeyince Dağhan'ın kafası attı. 

"Güçlüyüm kızım ben. Hem sat komandosu olacak  herifim elli kilo olan seni mi taşıyamayacağım otur şuraya laz damarımı kabartma da!"  Dünya gülüşünü bastırmak ve oyununa devam etmek için çabalasa da gülüşünü durduramadı tatlı tatlı kıkırdadı.  

"Hanimiş benim laz damarlım hanimiş?"  Dünya Dağhan'ın kızarık yanaklarını sıkarak sevip kıkırdamaya devam ederken Dağhan kulağında ahenkle dans eden o kıkırtılarla mest oluyordu. 

"Ayrıca elli değil kırk beş kiloyum ben,"  dedi Dünya kıkırtıların arasından.  Dağhan gözlerini devirip yanağını sıkan elleri tutup avuçlarına hapsetti.   

"Aferin sana!  Üflesem uçacaksın yemek ye azıcık."  

Dünya omuzlarını silkip ellerini Dağhan'ın sıcak avuçlarından kurtarıp sarı elbisesinin eteklerini tutup  Dağhan'ın önüne yan bir şekilde oturup ayaklarını çaprazlayarak birbirine yaslayıp  yasladıktan sonra çantasını önüne getirip kulaklığını çıkardı. Telefonuna bağladıktan sonra  Peri'den dolayı bu aralar sık sık dinlediği şarkıyı açtı.  Birini kendisi takarken diğerini  Dağhan'a  uzattı. 

Dağhan, Dünya'nın uzattığı kulaklığı kulağına yerleştirdikten sonra duyduğu sesle güldü. Bu kızlar eskilerin aşk adamı olarak bilinen  Yalın'ı dinlemeyi neden bu kadar sevdiklerini anlamıyordu. 

"Tutundun mu?" diye sordu  ayağını pedala yerleştirdiği sırada Dağhan.  

Dünya  frenlerin yanındaki boş kısmı sıkıca tutup başını geriye atarak Dağhan'ın yüzüne bakmak istedi ama karşılaştığı şey sadece çenesiydi. Tutamadı kendisini. Uzanıp çenesine küçücük bir öpücük kondurduğunda Dağhan'ın tüm bedenine yayılan titreşimi ve hızlanan ritimlerini hissedince yanan yüzünü önüne  çevirdi. Saniyeler sonra başının tepesine bastırılan dudakları hissettiğinde yanan yüzü kıpkırmızı oldu.

Dağhan bisikleti sürmeye başladığında Dünya hemen arkasındaki göğse başını yaslayıp kulaklıkta çalan şarkılara  sessizce eşlik etti.  Tatlı tatlı esen rüzgar Dünya'nın uzun kumral saçlarını Dağhan'ın yeni yeni çıkan sakallarına sataştırıyordu.  

"Benimki geliyor, o da biliyor, kalbimi yerden yere vuruyor... Ah bir gülüyor, of bir bakıyor aklımı başımdan hemen alıyor..." Dağhan'ın kulaklarında dalgalanan şarkıyı mırıldanmasıyla Dünya'nın kıkırtıları yeniden etrafa yayıldı.

"Sesinde ne güzelmiş," Dünya'nın dalga geçişine aldırmadı. Hoşuna gittiğini bildiğinden şarkıyı belirli kısımları bastırarak imayla söylemeye devam etti.  

Dağhan'ın yüzünde huzurlu bir sırıtış , dingin bir sakinlik boy gösterirken Dünya'nın yanaklarındaki kızarıklık geçmiyordu. Zaman su misali aktı, şarkılar değişti ama bu  halleri Çifte Köprü'ye gelene kadar devam etti. 

Bisikletten inip kulaklıkları çıkardılar. Serçe parmaklarıyla birbirilerine  tutunup yan yana köprüye yürüyüp ortasında durdular ve alçak duvarlarının dibine bacaklarını uzatarak oturdular. Dünya'nın başı saniyesinde Dağhan'ın omzunda yerini alırken Dağhan'ın kalbi kuş gibiydi.  

Sessizce soluklandılar. Altlarından akan suyu, üstlerinde uçan kuşları, etraflarını çevreleyen ağaç hışırtılarını dinlediler.  Dağhan parmakları Dünya'nın uzun saçlarının uçlarıyla oynadı. Okşadı, sevdi, öptü, kokladı. 

"Dağ, seninle bir şey paylaşmak istiyorum." dedi uzun bir sessizliğin ardından Dünya. Başını kaldırıp bacaklarını kendine çekip elbisesinin eteklerini düzelterek oturdu. 

"Ne oldu?" Dağhan merakla Dünya'ya döndü. Bacaklarını kendine çekip bağdaş kurdu. Dünya'nın kaçamak bakışlarını yakalamak için çenesinden tutup yüzünü kaldırdı. Göz kırpıp başını sallayınca Dünya nefeslendi. 

"İkinci dönemde Amerika'ya gidebilirim,"  dedi Dünya.

"Amerika?"  diye sordu Dağhan. Kalın  biçimli kaşları derinden çatıldı.  Dünya'nın çenesini bırakıp  başını sol omzuna doğru eğip muzip bir  yüzle toprak misali bakan kahve gözlerini Dünya'nın deniz mavisi gözlerine değdirdi.

"Bizim lise her yıl değişim programı yapıyor biliyorsun. Bu seneki programda Amerika'daki liseden özel olarak davet aldım ben,"  Dağhan'ın çatılı kaşları düzeldi.  Dünya'nın okuduğu spor  lisesi he yıl bunu yapardı. Buraya gelen öğrenciler kendi branşlarındaki Türk sporcularla tanışıp onlardan eğitim alırdı. Aynı şekilde Türk öğrencilerde Amerika da bu şekilde eğitim ve seminerler alırlardı. Dünya birkaç kez heveslenmiş ama  sonrasında vazgeçmişti. 

"E bu süper bir şey!"   dedi Dağhan heyecanla. Dünya şimdiden adını duyurmuş  bir yüzücüydü. On yedi yıllık hayatına bir sürü ödül, bir sürü madalya sığdırmıştı  önü açıktı ve önünde adını tüm dünyaya duyuracağı üç şampiyona vardı. 

"Öyle,  öyle ama bana yaz okulu ve üniversite içinde teklifte bulundular,"  Dağhan daha da heyecanlandı. Bu Dünya için çok güzel bir gelişmeydi. Evet, istedikleri ülkede istedikleri okulda okuyabilecek ekonomik güçleri vardı ama bizzat davet almak bambaşka bir boyuttu. 

"Dur bir saniye  sen şu işi tüm detaylarıyla anlat bakayım bana,"  dedi Dağhan. 

Dünya iç çekip güçlü bir nefes alıp verdikten sonra kendisine gelen daveti ve detaylarını anlatmaya başladı. "Bu sene başında yine  değişime başvurdum ama tahmin edersin ki ben son anda yine vazgeçtim.  İşte başvurulardan iki ay sonra Orkun hoca vasıtasıyla bana davetiye gönderdiler ve eğitim programında olacak olan sporcuların listesin benimle özel olarak paylaştılar."  

"Ve..." 

"Ve idolüm olan son olimpiyat şampiyonu da o listede,"   Dağhan, Dünya'nın  endişesini hissetti. Yüzünün düşüklüğüne dayanamayıp yanaklarına avuçlarını yasladı.  Başparmaklarıyla burnunun etrafında ve üzerinde ufaktan kendini belli eden çilleri sevgiyle okşadı.  Aden halası kendi kızlarına aktarması yetmiyormuş gibi Dünya'yı da nasiplendirmişti. Hoş, Dünya çoğu şeyiyle Aden halasına benziyordu.  

"Sorun ne Dünya?"  Dünya iç çekip  başını sağa doğru eğip yanağını Dağhan'ın sıcak avcuna yasladı. Dağhan'ın ellerinin hep sıcak olması tuhaf bir şekilde hoşuna gidiyordu.  

"Korkuyorum. Orada bir sürü başarılı insan olacak. Dünya şampiyonları , olimpiyat şampiyonları olacak ve...." Dünya oflayıp yanağını daha da bastırdı sıcak avuca. 

"Ve ne?"  

"Ben yetersiz hissediyorum kendimi. Yani tamam yarıştığım kategorilerde rakiplerime  büyük farklar  atmış olabilirim. Türkiye ve Avrupa rekorunu şimdiden elimde bulunduruyor olabilirim ama bir yerde yeni yetme bir sporcuyum. Hem utanırım ben Dağhan!"  

Dünya sustuğu gibi Dağhan'ın kahkahaları yankılandı.  Dünya'nın yanaklarını sıkarak sevip başını göğsüne yasladı. Dünya gülmesine sinir olup göğsüne acıtmadan  vursa da aldırmadı. Kolları arasında kuş kadar kalan kızı sıkıca sarıp sağa sola savurdu bedenlerini. 

" Dünya'm bu utanmış halinse vay halimize," Dünya derinden çattığı kaşları  ve astığı suratıyla Dağhan'ın kıskacından kurtulup omzuna bir tane geçirdi.

"Dalga geçmesene! Ciddi bir şey konuşuyorum burada!"

 Dağhan gülmeye devam etti. Dünya'nın asık suratı Dağhan güldükçe düzeldi ve bir yerde ciddiyetini koruyamadı. Kıvırılan dudaklarıyla istemsizce gülmeye başlayınca ne yaşıyorum ben şu an diye düşündü. Dağhan'la bir aradayken hep böyle oluyordu. Ne konuşurlarsa konuşsunlar bir an sonra kendilerini gülerken buluyorlardı. 

"Dünya'm." dedi Dağhan dinginleşen gülüşlerinin arasından. Dizlerinin üzerinde yükselip Dünya'nın yüzünü yeniden avuçlarının arasına aldı ve alnına küçük bir buse bıraktı. Yanaklarını okşayıp ömrü hayatı boyunca gördüğü en güzel yüzde  uzun uzun gezdirdi kahve harelerini.  Dünya güzeldi. Çok güzeldi ama en çok Dağhan'a güzeldi. 

Dünya soluklanıp uzun bir iç geçirmenin ardından durgunlaşan gülüşlerinin sonunda endişelerini dile getirmek istedi. Ailesinde herkes ona destekti ama Dağhan'ın verdiği destek ona bambaşka bir güç katıyordu ve o desteğe inanılmaz açtı. 

"Önümüzdeki yıl önce Avrupa sonra Dünya Şampiyonası ve Olimpiyatlar var... Korkuyorum, kimlerle yarışacağım kim bilir?  Ya yarışacak takıma alınmazsam ya olimpiyat kotası alamazsam diye ödüm kopuyor... Ne bileyim ne kadar çalışırsam çalışayım çabalarsam çabalayayım az geliyor gibi hissediyorum," dediğinde Dağhan anlayışla baktı karşısındaki genç kıza. Kızarık yanaklarını sıkıp tatlı tatlı gülümsedi.

"Haksızlık ediyorsun kendine... Sen adı geçen çoğu kişiyle rakip bile değilsin. Onların sana ulaşması için kırk fırın ekmek yemeleri gerekiyor ki yeseler dahi bir  sen etmezler. Çünkü sen Dünya'sın!"  Dünya'nın gözleri ışıldamaya başlayınca Dağhan daha da özveriyle konuşmaya devam etti.

"Bir bok bilmeyip antrenör olanlar bu kızdan yüzücü olmaz dediklerinde nasıl ağladığını hiç unutmam. Annenle babanın paçalarına yapışıp yüzmeye götürmeleri için yaygara kopartmıştın. Seni bıkmadan her gün antrenmanlara götürüyorlardı. Simge teyze annemlerin başını az ağrıtmadı ben bu inatçı keçiyle ne yapacağım diye," gülüştüler. Dünya söz konusu yüzmekse çok inat ve tutkuluydu. Suyun içinde olmayı, yüzmeyi çok seviyordu çünkü suya aitti. Su olan her yer onun için bir yuvaydı. 

 "Sonra ne oldu hatırlıyorsun değil mi?"  dedi Dağhan. Dünya dolan gözlerini kırpıştırıp başını salladı.

"Beş ay yetti Dünya. Sana tercih edilenleri yenmene beş ay yetti. Boynunda altın  madalyanla sana burun kıvıranlara ne dediğini hatırlıyor musun?" Dünya'nın mavilerinden iki damla yaş  süzülürken başını salladı. 

"Suda doğdum ben! Benden iyi kimse yüzemez demiştim..."  

Suda doğmuş ve  suyun içinde büyümüştü.  Her hafta sonu gittikleri koyda denizden çıkmamış,  her okul sonrası saatlerce havuz antrenmanlarına katılmıştı. Dünya'nın en sevdiği şey yüzmekti ve ait olduğu yer suydu. Bir okyanusun ortasında yaşayabilirdi. Bir şelalenin arkasında, bir gölün kenarında... 

"Aynen öyle. Hatta şey de demiştin su olan her yer benim yuvam gibi bir şey," Dünya başını sallayıp akan burnunu çekti. 

"Evet ve sadece sekiz yaşındaydım," yeniden gülüştüler. Dağhan, Dünya'nın ıslak yanaklarını silip burnunu parmaklarının arasına sıkıştırdı. 

"Ya Dağhan, bırak..." söylense de Dağhan onunla uğraşmaya devam etti. 

Yüzmek, Dünya için basit bir eylem değildi. Özgürlüğüydü, yaşam amacı, aldığı nefesiydi. Okyanuslar evi, denizler yuvası, saatlerce çıkmadığı havuzlar ise sığınağıydı.

Dağhan, titreyen elleriyle Dünya'nın ellerini tutup kendinden emin bir bakışla Dünya'ya " Özür dile kendinden," dedi.

Dünya'nın dudakları narince büküldü, mavileri yeniden doldu. Sıcak avuçların arasından ellerini çekip kollarını Dağhan'ın boynuna dolayınca Dağhan'da  kollarını genç  kızın beline sardı. Dünya, Dağhan'ın yanağını öptü.

"Teşekkür ederim Dağ... Ve kendimden de özür dilerim."   Dağhan kollarını çekmeden kendisinden uzaklaşan Dünya'ya hissettiği tüm güzel duyguların yansımalarıyla baktı.  

Dünya her şeyden öteydi Dağhan için. Peri'ye yaklaştığı gibi dostça yaklaşamadığını fark ettiğinde yedi;  Minel ve Pera'ya  yaklaştığı gibi kardeşçe yaklaşamadığını fark ettiğindeyse on yaşındaydı.  Müptelası olduğu mavi gözlerin izi kalbine ilk düştüğünü anladığındaysa  on iki yaşında ya var ya yoktu. Şimdi on yedisinde genç bir delikanlıydı ve Dünya'nın dingin ve derin sularına kendisini çoktan kaptırmıştı. 

"Kağıttan güller yapıyorum sana," dedi Dağhan bir an sonra. Yeşil keten gömleğinin  cebinden   beyaz kağıttan yapılmış  küçük bir gül uzattı Dünya'ya. 

Dünya'nın yüzünde güller açtı. 

Çok sevdiği kağıttan gülü avuçlarının içine aldı Dünya. Bir parça kağıttan yapılan bu gül aralarındaki sessiz aşkın sembolüydü.  Dile gelmiyordu aşkları henüz. Şimdiye çoktan avaz avaz bağırırlardı ama Dağhan erken diye düşünüyordu. Dünya'nın  hedeflerinin arasına bir gölge gibi düşmekten onun dengesini bozmaktan korkuyordu. Üstelik asker olacaktı...  Dağhan çok seviyor ama bir o kadar da korkuyordu. 

 "Boynuna en büyük hedefin olan olimpiyat altınını taktığında kocaman bir buket vereceğim," Dünya başını salladı. En sevdiği çiçek beyaz güllerdi ama bir tek ikizi Uzay alınca kabul ediyordu. İki kardeş arasında küçük bir anlaşmaydı. Dünya'ya sadece Uzay gül alabilirdi. Ama Dağhan... Alamıyorsam yaparım demişti. Şimdi bir Uzay'ın gülleri vardı bir de Dağhan'ın gülleri. 

Dünya, o gülleri çok seviyordu...

"Sırf  o  güller için kazanacağım... Sonra, sonra ben de sana beyaz güllerimden verirsem kabul eder misin Dağhan?"  dedi Dünya içine kaçan sesiyle. heyecanla çarpan yüreğiyle baktı Dağhan'a. Dile gelmeseler de bir bakışında okuyordu Dağhan'ı. Bir soluğunda tanıyordu. 

Dağhan'ın  ise kalbi sıkıştı. Dünya'ya kendi elleriyle yapıp verdiği şey basit bir gül değildi. Dağhan, o güllerle aslında kalbini Dünya'nın avuçlarına bırakıyordu her defasında. Şimdi Dünya'sı aynı şeyi yapacağını söylüyor ve kabul etmesini istiyordu.  

"Dünya'm," dedi titreyen sesiyle. Pırıl pırıl parlayan gözlerini birkaç saniye kapatıp soluklandı. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki oracıkta ölebilirdi. 

Göz kapaklarını aralayıp kahve harelerini denizlere hapsetti. Uzun uzun baktı Dünya'sının mavilerine.  Heyecandan terleyen ellerini pantolonuna sürüp usulca kumral dalgalarını sevip dizleri üzerinde doğruldu ve Dünya'nın başına bir buse kondurdu. 

Dünya'nın cayır cayır yanan yanaklarını avuçlarının arasına alıp alnını alnına yasladı ve uzun bir soluk çekti ciğerlerine. Artvin'in  orman kokusuna Dünya'nın deniz kokusu karıştı. 

"Ben sensiz yarımım. Beni tamamlayan, beni bir bütün yapan sensin... O yüzden
senden gelen her şey başım üstüne Dünya'm. Güllerine de eyvallah dikenlerine de..."

***

 30 EYLÜL  15:30 / Türkiye - İstanbul

Bir sonbahar esintisiyle renkleniyordu İstanbul'un betondan sokakları. Kocaman,  canavarların arasına saklanmayı başarmış ağaçlar güzden sakındıkları yeşilliklerini artık sararmaya yüz tutmuş baharın son demlerine kurban ediyordu. Tüm çabaları sonbaharın sonunda doğacak olan kıştan korunmaktı aslında. Sonra, doğma sırası yine bahara gelecekti.

Minel,  okuldan çıktığında yerde bulduğu sararmış ve kurumuş yaprağı parmak uçlarında döndürürken yağmur damlalarının acımadan yeryüzüne saldırışını izliyordu.  Bu havalar artık canını sıkıyor kışı da artık eskisi  kadar sevmiyordu.  Kış; hırçınlaşmış, acımasızlaşmış ve düşüncesizleşmişti onun nezdinde.  Yaşı büyüdükçe sakinliğe duyduğu ihtiyaç artmış o deli yanını bir nebze uslandırmıştı.  

Güçlü bir iç çekişle başını camdan çekip yanında oturan annesine baktı.  Profesör Dr. Aden Uyguroğlu Toral... Annesinin adını mesleki unvanıyla söylemeyi seviyordu. Farklı bir güçle doluyor, dingin bir huzurla güveni öğreniyordu. Bu hayatta  sahip olduğu her şeyin annesi sayesinde olduğuna inanıyordu. Mükemmel bir babaya, harika iki ablaya sahip olmasının ve kocaman bir ailesinin olmasının nedeni annesiydi ve bu yüzden hayatındaki tüm minneti annesineydi.

Babasından aldığı kahverengi  gözlerini annesinden  gezdirdi. Saçlarını uzun zamandır ensesinde küçük bir topuzla topluyordu.  Koyu kumrallarının arasında özgürlüklerini ilan etmiş beyazlarına hiç dokunmayışı daha da farklı bir hava katıyordu.  Yaş aldıkça daha da güzelleşiyordu.

 Güzeldi Minel'in annesi. Güzel olan, iyi olan her şeydi.  

"Anne," Aden, dalıp gittiği karmaşık yollardan kızının sesiyle sıyrıldı. Yüzüne yerleştirdiği sıcak bir tebessümle başını çevirip kızına baktı. Canlılığını yitirmeyen mavi gözleri, kızının  güzel yüzünde dolandı.  Fark ettiği durgunlukla kaşları hafiften çatıldı.  Elini uzatıp kızının yumuşak yanağına yasladı. 

"Bir şey mi oldu kızım?" Minel yanağını annesinin avcuna yaslayıp gözlerini yumdu birkaç saniyeliğine.   Hissettiği huzuru ruhuna doldurup gözlerini araladı ve annesine kocaman gülümsedi. Aden'in çatılmaya yüz tutan kaşları anlık bir nefesle düzeldiğinde avucunu öpen kızıyla onunda gülüşü büyüdü.

"Veterinerden sonra Aşiyan'a gidelim mi?" dedi Minel.  

Aden kızıyla aralarında duran Safinaz'ın taşıma kutusuna rağmen kayıp kızına yaklaştı ve onu kucakladı. Bakır kızılı renginde olan upuzun saçlarını okşayıp koklayarak öptü. Çenesini tutup kızarık ve çilli yanağından da öpüp "civcivim benim gideriz tabii," dedi. 

Çok geçmeden veterinere geldiler. Minel, Safinaz'ın kutusuyla arabadan indiğinde Aden  kendi tarafından inip arabanın arkasından dolandı ve  hem şoförü hem de koruması olan Atakan'a yöneldi. Genç adama arabadan inecekken engelledi ve camı açmasını istedi.

"Aden Hanım?"

"Bir saat kadar sürer buradaki işimiz. İçeri gelmene gerek yok," dedikten sonra arkasını döndü ve veteriner kliniğine  girdi. Danışmadaki yetkili kızla neşeyle muhabbet eden kızının yanına ilerleyip elini beline yasladı. 

"Aden Hanım sizde hoş geldiniz. Volkan hocamızın bir muayenesi var. Ardından sizi alacağız. Beklerken bir şey içmek ister misiniz?" Aden nazikçe gülümseyip başını olumsuzca salladı.

"Teşekkürler Ayda, almayayım." dedikten sonra yanından kıpırdanan kızına baktı.

"Ayda'nın yanında kalabilir miyim?" 

"Tabii, Safiş'i alayım ben,"  Minel'in elindeki kutuyu alıp bekleme salonuna ilerledi. Kızını görebileceği bir koltuğa yerleşip Safinaz'ı taşıyan kutuyu yanına bıraktı. Bacak bacak üstüne atıp ellerini çaprazlayarak  kucağına yasladı ve kliniği asiste eden Ayda ile sohbet eden küçük kızını izlemeye koyuldu. 

Derin ve sızılı bir ah göğsünün orta yerine  ansızın çöreklerince  nefes alma ihtiyacıyla  doldu.  Mavi gözleri  bir anlığına kapansa  da uzun sürmedi. Uzun  bir soluk alıp  sessizce dudaklarının arasından bıraktı ve  kızını izlemeye devam  etti. Neşesini kaybetmemiş ama uslanmıştı küçük kızı. Yaramazlıklarını en aza indirmiş birden olgunlaşıvermişti. Bazen Canan ablası gibi birden asileşiyor bazen de Peri ablası gibi ustaca kelimeleriyle ortamı buzdan kalelerle kuşatıyordu ama neşesini hep koruyordu. Küçük kızı büyüyordu ve büyüdükçe hiç beklemediği bir şekilde çok hızlı olgunlaşıyordu. Bu halleriyle iki ablasına da fazlasıyla benziyordu.

Bu seferde büyük ve ortanca  kızına duyduğu özlemle aniden yüreği sızladı Aden'in. Üç kızı, dış görünüş olarak çok farklı olsalar da  küçük dokunuşlarla  birbirilerini anımsatıyorlardı. Peri yeni gitmişti ama Canan  epeydir yoktu ortalıklarda. Tüm imkanları elverişli olsa da ha deyince kalkıp gitmeye de çekiniyordu. Canan,  uzaklaşmak istemiş ve bunu başarıyla gerçekleştirmişti. Bazı zamanlar abisi Baran'a çok kızıp tartışsa da onu anlayabiliyordu. Mesleğinin getirdiği bu empati yeteneğinden   bazen nefret ediyordu.

Aden, derin bir nefes daha alıp bileğindeki saatine göz atıp yeniden küçük kızına odaklandı. Ayda ile gülüşerek sohbetine devam ediyor ara ara telefonundan bir şeyler gösterip sonrasında da beline kadar uzanan saçlarıyla uğraşıyordu. Minel her ne kadar uzun saç kullanmayı sevmese de babasının hatırına kısaltmıyordu. Sadece Minel değil Canan ve Peri'de aynı sebepten saçlarını uzun kullanıyorlardı.

"Aden Hanım," Aden sağ tarafından gelen sesle bakışlarını kızından çekip o tarafa baktı.

"Volkan Bey, selamlar," dedi ayağa kalkarak.  

Ayaküstü selamlaşıp kısa bir sohbetin ardından hep birlikte muayene odasına ilerlediler. Volkan Bey, Safinaz'la ilgilenirken Aden büyük bir dikkatle onları izliyor, Minel ise her anı videoya alıyordu.

"Evet, şüpheleriniz doğru. Safinaz Hanım yine, yine ve yine hamile.  Ama neyse ki iki kese görünüyor." Aden sıkkın bir nefes alırken Minel kıkırdamakla meşguldü. Ablasının sahiplendiği tüm hayvanların bu kadar doğurgan olması onun için tam bir dalga ve eğlence konusuydu. 

Minel son çektiği videoyu da kaydettikten sonra telefonunu cebine attı ve annesine yanaşıp koluna girdi. Gülümserken büzüştürdüğü dudaklarıyla annesine bakıp kıkırtılarını etrafa savurdu. 

"Annikom ablalarımdan beklediğim performansı şuncacık hayvanlardan görmek beni artık utandırıyor. Kızlarına söyler misin çoğalsınlar lütfen," Minel'in gülüşüne Volkan Bey'de katıldı. 

Aden gözlerini devirip kızgın bakışlarını Safinaz'a dikti. Oynak kedi durmadan yavruluyordu. Safinaz'daki bakışlarını Volkan Bey'e çevirip "kısırlaştıralım biz en iyisi," dedi. 

"Doğum gerçekleştikten sonra hallederiz." deyip Safinaz'ın son kontrollerine başladı. 

"Evet öyle yapalım. Çiftlik çiftlik değil kedi ve köpek gezegeni oldu. Yusuf Ali bu gidişle kepenk kapatacak bize," dediğinde Volkan Bey başını salladı.

"Ay amcam kendisine baksın önce. İzel aşkımla atlarıyla uyuduğu kadar uyumuyordur," Aden gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve uyarı dolu bakışlarını kızına çevirdi. 

"Minel!" Minel gülerek  omuzlarını silkti ve kontrolleri biten Safinaz'ı kucakladı. Başını ısıra ısıra öpünce Safinaz'dan pati yedi. 

"Bayılıyorsun pati yemeye," diyen Volkan Bey'e yandan bir bakış atıp "toksik ilişkiler derneği başkanıyım ben Volkan abi tabii ki bayılacağım," dedi ve muayeneden çıkıp Ayda'nın yanına ilerledi. 

Annesi gelene kadar kucağında Safinaz ile Ayda'yla yarım kalan sohbetine devam etti. Birkaç dakika sonraysa arabadaydılar. Aşiyan'a giden yol sessizdi. Ara sıra Safinaz'ın mırıldanmaları dışında bir ses yoktu. Mezarlığa geldiklerinde anne kız aynı anda arabadan indiler.  

Minel yürümeye başladıklarında annesinin koluna girdi.  İlk durakları annesinin anneannesi ve dedesi Ahsen - Kalender Yadigar çiftinin mezarıydı. Annesinin bir adım gerisinde onun Ahsen anneannesi ile olan sohbetini dinliyordu.  Annesinin, anneannesine olan sevgisi ve saygısı çok başkaydı. Ahsen Yadigar'dan konu açıldığında aksi bir kadın olduğu konuşulsa da annesi anneannesinden her zaman sevgiyle bahsederdi. 

Minel, ailesinin hikayesini anımsayınca mezar taşına doğru içten büyük bir gülüş gönderdi. Annesi ve Güneş  teyzesi öz kardeş değillerdi.  Aynı gün, aynı hastane de aynı saatlerde doğmuş ve  hemşire hatası yüzünden karıştırılmışlardı. Annesi, teyzesinin öz ailesiyle teyzesi ise annesinin öz ailesiyle büyümüştü.  Bu gerçek neredeyse yirmi yıl sonra Kerem dayısının lösemiye yakalanması sonucu tüm ailenin yaptırdığı testler sonucunca ortaya çıkmıştı. Bu karışıklık  onlara  büyük bir soy ağacıyla  kocaman bir aile vermişti. 

Annesi ve teyzesi bu hikayeyi şimdilerde gülerek anlatsalar da zamanında canlarının çok yandığı güldüklerinde uzun uzun dalan bakışlarında saklıydı. İkisinin de en büyük sınavı aileleri olmuş ama günün sonunda sevgi her şeyin üstesinden gelmişti.  En azından annesi ve teyzesi hikayelerini bu cümleyle sonlandırıyorlardı.

"Duanı ettin mi kızım?" Minel annesinin sesiyle daldığı alemlerden sıçrayarak gerçek dünyaya döndü.

"Edeyim hemen," deyip ellerini göğe açtı. Büyük anneannesine ve büyük dedesine duasını edip çiçeklerini suladı.   

Yine kol kola diğer kabristana yürüdüler. Uyguroğlu aile kabristanına yaklaştıkça annesinin yavaşlayan adımlarına ayak uydurdu. Ara ara yan bakışlarıyla annesini kontrol etti. Yüzü düz, ifadesizdi ama acısını hissedebiliyordu. Çocuklara karşı her zaman hassas ve duyarlı olan annesinin iki çocuğun mezarına gitmenin  ne denli zor olduğunu biliyordu. 

Yol bitip adımları durduğunda iki çocuğun mezarı başındaydılar.  Minel annesinin kolundan çıkıp önüne geçti ve iki mezarın  ortasında durdu.  Solundaki mezarda Jiyan sağındaki mezar da Dünya vardı. İkisi de bu hayattan kalpleri kötülükle yıkanmış insanlar yüzünden koparılmışlardı. Kahverengi gözleri iki mezar arasında dolanıp durdu.

 Jiyan; Aslan dayısının eşi Bejna yengesinin ilk evliliğinden olan oğluydu. Bejna yengesi daha çocuk yaşında, babası olacak yaşta bir pislikle zorla evlendirilmiş ve çok karanlık günler yaşamıştı. O karanlığına ışık olan oğlu olmuştu ama Jiyan daha iki yaşında annesinin kolları arasında boşanmayı hazmedemeyen babasının sıktığı kurşunla ölmüş ve Bejna'nın tüm ışığı sönmüştü. Bejna yengesini o karanlıktan çıkaran babasıyken,  hayatının ışığını yeniden kazandıran ise Aslan dayısı olmuştu. 

Aslan dayısı, Jiyan'ın mezarını aile  kabristanına taşıttırmış ölmüş olsa da karısının en büyük yürek yangınını kendi nüfusuna aldırarak küçük Jiyan'ı  öz babasının tüm pisliğinden arındırmıştı. Mezarı bunca yıl sonra bile hiç sahip olamadığı oyuncaklar doluydu Jiyan'ın. Çiçekleri kocaman, taşı tertemizdi. Gözü gibi bakardı Bejna yengesi oğlunun mezarına. Her geldiğinde ona masallar anlatıp ninniler söylediğine defalarca şahit olmuştu.  

Gözleri solunda kalan mezara kaydı. Dünya. Ah Dünya... Baran dayısının deniz kızıydı Dünya. Simge yengesinin biriciği, Uzay abisinin gül güzeliydi. Tüm ailenin gurur kaynağıydı. Üstelik her şeyiyle annesi Aden'e benzediğinden daha farklı sevilirdi Dünya. Akıllı, zeki, inatçı mı inatçıydı ama bir o kadar da anlayışlı ve yufka yürekliydi. Gülünce çok güzel olurdu... O gülünce; yüzünde güller açmış, derlerdi. Lakin o gülüşler zifiri bir gecenin sabahında sonsuza denk yok olmuştu. 

Minel titreyen çenesini sıkıp dudaklarını birbirine bastırdı. Dünya ablasının ölüm haberiyle birlikte üstlerini mutlulukla kapatan gök kubbe paramparça olup başlarına yağmıştı. Önce hiç susmayan çığlıklar sonra da hiç dinmeyen bir sessizliğe teslim olmuşlardı.  Herkes çok ağlamıştı. O zamana dair hatırladığı en net şey buydu Minel'in. Herkes sonu yokmuşçasına gözyaşı dökmüştü.

Sadece ailesi de değil neredeyse herkes ama herkes ağlamıştı Dünya'nın ölümüne.  Dünya Uyguroğlu... Tüm dünyanın, katıldığı bütün şampiyonalarda altın madalyaları silip süpürdüğü için altın kız diye lanse ettiği o kız günlerce hem ülkede hem dünyada manşetlerden inmemiş açılan her televizyon kanalında anılmıştı.  Ancak bu sefer başarıları değil ölümü konuşulmuştu. 

"Yanlarına her geldiğimde dünyanın ne kadar adaletsiz olduğunu düşünüyorum. Yarım kaldılar anne. Onlarda yaşayabilirdi. Jiyan abi şimdi yaşasa nasıl olurdu bir düşünsene... Çok başarılı olurdu, kesin dayım gibi mühendis olur izinden giderdi. Kim bilir yaşasa şimdi çocuklarını bile seviyor olabilirdik." titrek bir nefesle dolan gözlerini kaşıyıp omzunun üstünden annesine baktı. Onunda gözleri dolu doluydu.

"Dünya ablam mesela... Yine katıldığı tüm yarışları kazanırdı. Dayımlar evlerini Dünya ablanın fotoğraflarıyla değil ödülleriyle donatırdı...  Üniversiteden mezun olurdu. Tüm dünyayı gezer okyanuslarda yüzerdi. Dağhan abiyle evlenmiş olurlardı belki... Ablamlar, abimler böyle olmazdı, dağılıp gitmezdik..." dediğinde annesinin gözlerinden  iki damla yaş peş peşe düştü ama titrek bir tebessüm dudaklarına sindi.

Bazı zamanlar denilecek bir şey bulamazdı insan. Kelimeleri kifayetsiz kalır, cümleleri susardı. Annesi tüm suskunluğuyla gülümseyince sol gözünden düştü ilk gözyaşı. Sonra sağ gözünden. Minel gözyaşlarıyla önüne dönüp mezarlara yaklaştı. Topraklarına düşen sararmış yaprakları topladı. Az ötedeki çeşmedeki şişelere su doldurup iki mezarı suladı. Duasını okuyup geri çekildiğinde annesi iki mezarın ortasında ilerleyip dua etti. Jiyan'ın mezarını taşını sevip Dünya'nın mezarındaki hiç solmayan beyaz gülleri okşadı.

"Gidelim mi anne?" dedi Minel uzun bir sessizliğin ardından.

"Gidelim kızım," annesi yanına geldiğinde onu omuzlarından sarıp göğsüne çekti ve başından koklayarak öptü. Sesi çok kısık çıksa da annesinin şükrettiğini işitti.

Gitmeden önce mezarlara son kez bakıp tüm içtenliğiyle kocaman gülümsedi Minel. Gözleri Dünya'nın beyaz güllerinde dolanırken "biliyor musun Dünya abla senin kırdığın rekorları kıran birisi daha olmadı. Tüm rekorlar hâlâ senin... Geldin en iyisi benim dedin ve gittin resmen." dedi...

Anne kız öylece sarmaş dolaş mezarın çıkışına ilerlerken arkalarından duydukları sesle durdular. Arkalarını dönüp baktıklarında mezarlığın görevlilerinden olan Yahya Bey'i gördüler.

"Yahya Bey, selamlar nasılsınız?" diyerek karşıladı adamı annesi.

"İyiyim  Aden Hanım. Siz nasılsınız?"

"İyiyiz teşekkürler," dedi Aden. Gitmek için  hareketlenmeye niyetlendiğinde adamın bir şeyler demek için kıvrandığını fark etti.

"Bir sorun mu var?"

"Aslında sizi görmem iyi oldu Aden Hanım. Son zamanlarda dikkatimi çeken bir durum var," diyen adam bakışlarını Minel'e çevirince Aden de kızına baktı.

"Mimikom, sen yürümeye devam et ben geliyorum." Minel annesine başını sallayıp kolları arasından sıyrıldı. Yavaş adımlarla yürümeye başladı ama kulağı annesi ve o adamdaydı.

"Problem nedir Yahya Bey?" diye sordu annesi.

"Vallahi problem mi değil mi bilemedim Aden Hanım. Bu aralar Dünya kızımızın mezarına çok fazla gelen giden var," Minel'in adımları duyduğu kelimelerle birbirine dolandı ama düşmedi. Kalbi korkuyla çarpmaya başlayınca adımlarını iyice yavaşlatıp arkasındaki konuşmaya daha da dikkat kesildi.

"Yani olabilir. Dünya'nın hayranları çok fazla. Sağ olsunlar vefalılar. Her zaman anar, ziyaret ederler."  dedi Aden.

"Yok öyle değil Aden Hanım. Biz az çok gelenin gidenin yüzüne aşinayız. Son zamanlarda Dünya kızımızı hiç görmediğimiz insanlar ziyaret ettiler hem de gece vakti. Üstleri başları da pahalı,  düzgün ama bir tuhaflar," adamın dudağından çıkan her kelimede Minel'in  kaşları  çatıldı. Göremese de annesinin de kendinden bir farkı yoktu.

"Bir de ailenizin gençlerini gördüm yakın zamanda. Hepsi de peş peşe geldi. En son gecenin bir körü..."

Minel, konuşmanın devamında ne geleceğini anlayınca kendini orantısız bir güçle yere attı ve haddinden fazla bir çığlıkla tüm mezarlığı inletti.

"Minel!"  annesinin endişeli bağırışıyla gerçekten ağlamaya başladı. Adam sussun diye kendini yere atmıştı ama canı gerçekten çok acıyordu. Sıyrılan avuç içleri ve dizlerinin acısının aksine bedeninin sızısı canını acıtmıştı.

"Minel, anneciğim iyi misin?"  Minel hemen yanında çömelip onu kaldırmaya çalışan annesine ağlayarak baktı.

"Canım acıyor anne," dediğinde annesinin gözleri bedeninde dolandı. Kollarını tutup hemen kaldırmadan oturmasını sağladıktan sonra ellerini ve dizlerini kontrol etti.

" Sıyrılmışlar bebeğim. Arabaya geçelim pansuman yapayım," annesinin endişe yüklü sesiyle sessizliği tarak edip başını salladı Minel. Bedenindeki tuhaf sızıyı söylese annesi hemen hastaneye götürürdü.

"Gidelim o zaman anne çok sızlıyorlar," dedi.

Aden, kızının yaşlarını silip ayağa kaldırdı. Yahya Bey'e kısa bir bakış atıp daha sonra konuşmak istediğini söyledikten sonra tüm ilgisini yeniden kızına verdi. Minel tatlı canlı ve fazlasıyla nazlıydı. Lakin biliyordu ki küçük kızı canı gerçekten yanmadıkça ağlamazdı. Kolunu beline sarıp kızının narin bedenini sarmaladı. Yavaş adımlarla mezarlıktan çıktıklarında şoför ve koruması olan Atakan yanlarına koştu.

" Aden Hanım?" endişeli ve meraklı sesiyle hem etrafı hem de korumakla yükümlü olduğu insanları inceledi.

" sorun yok Atakan. Minel düştü, bana ilk yardım çantasını çıkartır mısın ?"

Atakan arabanın arkasına geçerken Aden, Minel'i bacakları dışarıda kalacak şekilde arka tarafa oturttu. Üzerindeki uzun trençkotunu çıkarıp arabaya koyduktan sonra kızının önünde eğildi. Okul şortu ve kısa çorap giyindiği için çıplak olan bacakları fazlasıyla çizilmişti ama neyse ki önemli bir sorunu yok görünüyordu. Ellerini tutup avuçlarına baktı. yer yer sıyrılmış  ufaktan kanamıştı.

"Senin bu sakarlıkları ne yapacağız anneciğim ?"

"Bilmem. Sorun bende mi yoksa 22. yüzyıla ramak kalmışken bu yolların hâlâ böyle taşlı olması mı?" Aden kızının haklı isyana güldü.

"Eskiyi korumak istiyorlar kızım." Minel gözlerini devirip aksi bir edayla annesine baktı.

"Anne eski mi kaldı gözünü seveyim vallahi millet gidiyor Uranüs'e biz gidiyoruz tersine. " Minel'in sözlerine sadece Aden değil elinde ilk yardım çantasıyla gelen Atakan'da güldü.

"Buyurun Aden Hanım." deyip çantayı uzattı.

Minel annesinin yaptığı pansumandan sonra bacaklarını içeri çekip koltukta yayılarak oturup Safinaz'ı kutunun içinden sevdi. Annesi de yanına yerleştiğinde eve dönmek üzere yola çıktılar.

Eve geldiklerinde Minel herkesin önce arabadan indi. Annesi arkasından yavaş olmasını söylerken Minel hızlı adımlar atmaya devam etti. Bahçedeki korumalara selam verip evin kapısına yürürken bahçedeki babasını fark etti.

Adımlarını bahçeye çevirip babasına yürüdüğünde telefonla görüştüğünü anladı. Duyduğu cümleler durmasını sağladığında babasıyla arasında bir metre var yoktu.

"Seninkilerden ses seda yok," dedikten sonra bir süre durup karşı tarafı dinledi babası. Boştaki elini cebinden çıkarıp alnını kaşıdığında içinde bulunduğu konuşmadan hoşnut olmadığını anladı Minel.

"Uzatma! Bu işte her şey karşılıklı. Aldın verdim, verdim aldın! Terazi eşit ama ben senin aksine  o teraziyi çok rahat bozarım evlat. O yüzden daha fazla  uzatma ve bana istediklerimi ver!"

Minel sessizce yutkundu. Şu an hiç şahit olmaması gereken bir konuşmaya şahit olduğunun farkına varınca arkasına dönüp gidecekti lakin merakını yenik düştü. Annesi de bir gelmek bilememişti ki.

"Muhatabın Baran değil benim. Sen yanlış yollara saparsan benimde yollarım değişir. O yolların sonunda karşıma kim çıkar orasını sen benden daha iyi bilirsin!" babası son sözlerini söylemiş olacak ki telefonu hırsla kapatıp cebine attı. Minel yaşadığı şaşkınlığı yüzünden silip atmak için çabaladı ama çok başarılı olamadı. Daha demin babasının birisini tehdit edişini şahit olmuştu ve inanabileceği bir şey değildi. Hem Baran sayısı ne alaka onu da anlamlandıramamıştı.

Babasının hareketlendiğini fark edince "babikommm," diye  bağırarak koşup sarıldı. Babası sarılışına anında karşılık verip Minel'i sıkı sıkı sarıp başına öpücükler kondurdu.

"Safiş Hanım hamile mi?" Minel saha demin duyduklarına hiç şahit olmamış gibi kıkırdayarak başını sallayıp babasına baktı.

"Elbette hamile baba. Rekora koşuyor olabilir benden demesi," dedi.

"Bu kediler... Tavşanları geçtiler herhalde," Minel'in kıkırtıları kocaman kahkahalara dönüştü. 

"Mesele tavşanlar ya da kediler değil mesele annemin genleri baba. Ne yapmış  etmiş sarmal DNA'mıza oynaklığı monte etmiş, " Yusuf kızının sözlerine büyük bir kahkaha attı. Deli kızı her zaman güldürmeyi başarıyordu.

"Babacığım keyif kahveni içtin mi yapayım mı hemen? " Yusuf  kızının kıkırtılarını huzurla dinlerken  kırmızı  ve çilli yanaklarını öpüp saçlarını koklayarak öptü. 

"İçmedi, kızımın ellerinden içerim diye seni bekledim."  Minel babasının yanağından öpüp eve koşturdu.  

Yusuf kızının arkasından bakarken  karnına sarılan ve omzuna yaslanan çeneyle gülümsedi. Ellerini karnının üzerindeki ellere yaslayıp başını hafifçe sağına çevirip karısının şakağına bir öpücük kondurdu. 

"Safiş Hanım yine hamileymiş." 

"Sorma. Hanımefendi  oynaklığını gösterdi yine," Yusuf bozulan sinirleriyle güldü. 

"Ailemizdeki her dişiye bu oynaklığını aktarmak zorunda mıydın?" Aden kısık bir sesle gülüp kocasının karşısına geçti. 

"Genlerimin bu kadar baskın olacağını bende beklemiyordum kocacığım. Ama haklısın bu Safinaz Hanım çok oldu. Kızlarımdan rol çalıyor resmen," Yusuf'un gülen suratı anında değişti. Boğazını temizleyip karısına bir adım attı. 

"Ne rol çalması yavrum benim kızlarım küçük daha," deyince Aden kollarını hemen göğsünde bağlayıp gardını aldı.

"Küçük mü? Yusuf, Canan otuz oldu olacak. Ben onun yaşındayken o kucağımdaydı," Yusuf, Aden'e bir adım daha yaklaşıp kollarını karısının yaşına rağmen inceliğini kaybetmemiş beline sardı. 

"Canan  daha yirmi yedisinde güzelliğim. Sen onun yaşındayken biz yeni evlenmiştik," dedi Yusuf.  

Aden gözlerini kırpıştırıp devirince Yusuf  yıllardır hiç eskimeyen aşkıyla karısını izledi. Her biri yaşanmışlığın anılarıyla var olan kumral saçlarının arasındaki aklarına, yüzündeki çizgilere sevgiyle dokundu.  

"Kızlarım için hep senin gibi adamlar hayal ederdim ama nasip tabii," dedi Aden.  Kızlarının yaşadığı gönül kırgınlıkları onu her zaman üzüyordu. 

"E güzel karım bu dünyada bir tane benden var onu da sen kaptın," Yusuf çapkınca sırıtıp karısını öptü.

"Yusuf!" göğsünde patlayan eli de tutup öptü.

"Yusuf'un canı, Yusuf'un kıymetlisi..." 

"Bak ya her defasında beni böyle susturuyorsun olmuyor ama artık yaşlı başlı kadınım bende. Tansiyonum zıplayıp duruyor," dediğinde sesi her zamanki gibi nazlıydı. 

"Yavrum ne yaşı ne başı  herkese taş çıkartırsın sen. Hatta bu sözümü tut aklında gece uygulamalı olarak kanıtlayacağım!" Aden iri iri açılan gözleriyle etrafa bakınıp Yusuf'un göğsüne hafiften bir kez daha vurdu ve sahte bir kızgınlıkla "Yusuf!" diye bağırdı. 

"Aynı performansı gece bekliyorum sevgilim zorlama boğazını şimdiden," Aden derin bir nefes alıp gülerek başını sağa sola salladı. Yok kocasının iflah olacak hiçbir yanı yoktu.  

"Neyse..." diye nefeslendiğinde aklına mezarlıkta olanlar gelince yüzü ciddi bir hal aldı. 

"Yusuf, biz veterinerden sonra mezarlığa gittik. Yahya Bey'i bilirsin," Yusuf başını salladı. Onunda yüzünde istemsizce ciddi bir ifade belirdi. 

"Yanımıza geldi. Bana bir şeyler söyledi ama bilemedim," Yusuf duyduklarıyla kaşlarını derinden çattı. Meraklı bakışlarıyla karısına bakıp devam etmesi için başını salladı. 

"Dünya'yı son zamanlarda hiç görmediği insanlar ziyaret etmiş," Çatılan kaşları anında düzelip rahat bir nefes aldı.  

"Yavrum, yani normal hep olan ziyaretler." dedi Yusuf. Dünya kısa zamanda elde ettiği başarıyla bir çok insanın takdirini kazanmış, çoğu gencin idolü haline gelerek büyük bir popülarite kazanmıştı. Mezarı da boş kalmaz sürekli ziyaret edilirdi. 

"Bende öyle dedim ama Yahya Bey daha önce hiç görmediğim insanlar dedi. Üstelik gece gelmişler.  Bir de bizim çocukları..." diyecekti ama  "kahveler geldi,"  diyen Minel'in sesi aralarında patlayınca Aden sustu.   Kızı elindeki tepsiyle yanlarına geldiğinde avuçları acımasın diye tepsiyi elinden alıp teşekkür etti.

"Minel ellerine ne oldu babam?" Yusuf telaşla Minel'in ellerini tutup avuçlarına baktı.

"Düştü hanımefendi," dedi Aden biraz şikayet edercesine. 

"Nasıl düştü?" Minel annesinin kızgınlığını görmezden gelip babasına nazlandı. 

"Aşiyan'ın yolları yüzünden babacığım. Çakıl taşlı yoldaydık takılıp düştüm. Ellerim, dizlerim çok acıyor çok," Yusuf kızının bereli avuçlarını usulca öpüp ellerini yüzüne yasladı. Alnına ve saçlarına buseler kondurduktan sonra karısına göz kırpıp kızını göğsüne çekti.

"Bizim kız orada burada taklalar atıp iki ayağının üstünde duruyor ama daha düz yolda yürüyemiyor demek ki hanım," Aden başını sağa sola sallayıp iç çekti.

"Öyle biraz. Neyse ki sakarlığı orada tutmuyor," dediğinde Minel kıkırdadı.

"Anneciğim ben bir sporcuyum. O aletlerin üzerinde düşmemek için kaç kere düştüm biliyor musun sen?" Aden kızının ciddi ciddi sorduğu soruya güldü.

"Biliyorum elbette kızım. Her düşüşünde pansumanını ben yaptım ya annecim," Minel dudaklarını büküp somurttu. 

"Doğru zamanında yaşandı öyle şeyler ama inan pek hatırlamıyorum kraliçem... Neyse size afiyet olsun ben Safiş'imle odamdayım," deyip babasının ve annesinin yanağından öpüp eve yeniden ilerleyecekti ki durdu.

"Anneannemle dedem nerede bu arada?" diye sorduğunda cevap babasından geldi. 

"Babaannenlerdeler. Akşam bizde gideceğiz babam," Minel başını sallayıp anne ve babasına havadan öpücükler attıktan sonra bahçe kapısından eve girdi. 

Odasına çıkmadan önce mutfağa uğrayıp evin çalışanlarına gülerek sataşıp meyve sepetinden bir elma alıp Safinaz'la birlikte merdivenleri çıktı. Eskiden Aslan dayısının odası olan ama şimdilerde onun olan odasına girdi. Safinaz anında kendi yatağına koşup yatarken Minel elmasını yatağına bırakıp dolaba ilerledi. Kendisine bir eşofman takımı çıkarıp onları da yatağa bıraktıktan sonra aynalı şifonyerine ilerleyip çekmeceden toka çıkartıp uzun saçlarını tepesinde gelişi güzel  topladı. 

Hareket ettikçe karın bölgesindeki ve göğsünün altındaki sızılar kendilerini hatırlatınca aynaya yaklaşıp okul formasını çıkarttı ve vücuduna baktı. Gördüğü şeyle kahverengi gözleri iri iri açıldı.  Göbek deliğinin birkaç parmak üzerinde irili ufaklı morarmalar vardı. Parmaklarını üzerinde gezdirdiğinde daha önce hiç tatmadığı bir sızı bedenine yayıldı. Sutyenini çıkarıp göğüslerini kontrol ettiğinde sağ göğsünün altında daha küçük olan morarmayı fark etti.

"Ne alaka ya? Gören de dövüldüm falan sanır bir düşmeyle ne hale gelmişim," diye kendine söylene söylene üzerini değiştirip çıkarttığı kıyafetlerini kirli sepetine atıp yatağına yayıldı. Bir yandan elmasını yerken bir yandan telefonda gezindikten sonra gözü Safinaz'a takıldı. Manyak kedi sırt üstü yatmış şişko göbeğini yayarak uzanmıştı.  Yetmiyormuş gibi patilerini de karnına yaslamıştı. O haline gülüp fotoğraflarını çekti sadece ablalarının olduğu mesaj grubuna girip bu sabahta çektiği videolarını ve fotoğraflarını attı.

TORAL KIZLARI

SİZ: 

Video Gönderildi(17:47)

Safiş, göbeğini göstere göstere Hürrem misali dolanıyor evde.

Kulağımda; Hünkarım ben gebeyim, sesi yankılanıyor.

 Siz de kaç yaşınıza geldiniz ama tık yok.

Ne zaman teyze olacağım ben?

Cananikom 🐥: 

Annesi kurban olsun yavrumaaaa.

Sus kız sen de yavrumun yavrusu neyine yetmiyor?

Perikom 🐤:

Bana sen yetiyorsun mimikom başka bir insan yavrusuyla uğraşamam. 🙋‍♀️

SİZ:

Yaaaa Perikom seni yerim. 

Nasıl oldun ?

Ablam hasta dedi????

Perikom 🐤: 

İyiyim, sorun yok.

Hatta şimdi uyuyacağım yine.

Öpüldünüz. 

SİZ:

Perikom nereye ya?

Abla küt diye uyudun mu hemen?

Ay kime ne diyorum ben de. 

Işık hızından daha hızlıydın sen pardon 😂

Cananikom sende mi gittin?

Alooooo!

Minel, ablalarından bir dönüş alamayınca Canan ablasına hem Safinaz'ın hamileliği hakkında hem de bugün mezarlıkta yaşanan olay hakkında uzunca bir mesaj yazıp gönderdi.  Kararan elmayı çöp kutusuna atıp kuzeni Pera'yı arayıp birazda onunla sohbet ettikten sonra aşağı indi. 

Anne ve babası hâlâ  bahçedeydiler. Havuzun kenarındaki bahçe koltuklarında oturmuş konuşuyorlardı. Minel, annesinin bugün olanları babasına anlattığına emindi. Babasını da birazcık tanıyorsa bu durumu her detayıyla öğrenirdi. Bu da demek oluyordu ki sorguya çekilmesi an meselesiydi.

"Minel kızım?" 

Minel anlık bir korkuyla sıçrayıp arkasına baktı. Evin emektarı ve Zümrüt anneannesinin bunca zamanlık çalışanı olan Kiraz Hanım bastonuna dayanmış kendisine bakıyordu. Minel camekandan uzaklaşıp Kiraz Hanım'a yaklaştı. Yaşlı kadının yumuşak yanaklarından öpüp "korkuttun beni," dedi.

"Dalıp gitmişsin kızım. Seslendim duymadın," Minel omuzlarını silkip kadının yanaklarını yeniden öptü.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu.

"Yok kızım. Öyle seni görünce sesleneyim dedim," Minel yaşlı kadına gülümseyip koluna girdi ve onu koltuğa oturttu.

"Teftiş yapıyordun sen kesin. Eeee anlat Kiraz sultan var mı dedikodu?" Kiraz Hanım usul usul güldü.  Bu küçük kız son yıllarda bu evin neşesi olmuş hüzün dolu kalplere bir gülüş bahşetmişti. Yüzünden hiç silmediği gülüşü, bıcır bıcır halleriyle nefes olmuştu herkese. Tatlılığına dayanamayıp diline takılan bir şeyleri fısıldadı. 

 "Bu Atakan oğlanla bizim mutfaktaki Defne  kız olacak gibi?" Minel, düşünür gibi yapıp yanağını kaşıdı. Birden dudaklarını büküp oyuncu bir tavırla söylendi.

"Deme kız?  Görüyor musun Atakan aşkımı  beni kandırıp başka kızlara göz koymuş... Cık olmaz izin vermem, tez kellesini vurmak gerek o süt oğlanın!" Kiraz Hanım karşısındaki kızın oyuncu hallerine kıkırdamadan edemedi. 

"Sus deli kız," dese de gülmeye de devam ediyordu.  

"Defne de az değilmiş ama ne yere bakan yürek yakanmış o! Bizde sessiz sakin işinde gücünde sanırdık.  Yok anam bu ne böyle gelen geçen koca buluyor benim ablalarımda tık yok. Benim bu olaya el atmam lazım kesinlikle," Minel bütün ciddiyetiyle Kiraz Hanım'a yanaştı.

"Kiraz sultan sana bir şey diyeyim mi sizin zamanlarınızdaki gibi evlilik programları olsaydı benim bu ablalarım orada da koca bulamazlardı kendilerine," Kiraz Hanım kendini tutamayıp tombul göbeğini hoplata hoplata güldü. Minel gülmeyecekti ama bu şirin görüntüye dayanamayıp kıkırdadı. 

"Yalan mı ama? Kuruyup gidecekler hayır benim iki ablam var ama bir yeğenim bile yok. Hayır kendime de hayrım yok kedi bakmaktan miyavladığım için erkekler benden kaçıyor," dedi somurtarak.

"İlahi Minel kızım. Çok yaşayasın iki dakikada gülmekten ağlattın beni," Minel dudaklarını birbirine bastırıp boğazını temizledi. Hin bakışlarıyla yaşlı kadını süzüp geçen sefer başlarına gelen olaya atıfta bulundu. 

"Yok Kiraz'ım ben seni ağlatmam ki en fazla çişini kaçırtırım," Kiraz Hanım kıpkırmızı kesilirken Minel kıkır kıkır güldü.

"Edepsiz, terbiyesiz kız seni," Minel gülmeye devam ederek Kiraz Hanım'ın yanaklarını sıkıp yanından kalktı. Ona havadan öpücükler atıp anne ve babasının yanına geçti. 

Birlikte biraz vakit geçirdikten sonra akşam yemeği için iki blok ötelerindeki Toral malikanesine geçtiler. Akşamın geç saatlerine kadar  kalkınmayınca geceyi de orada geçirmeye karar verdiler. İki lafın arasında anneannesi yarın akşama dayılarını yemeğe çağırdığını öğrenince Minel mutlulukla el çırptı. Aslan, Emir, Kerem ve Barlas dayısıyla sık sık görüşse de Doğu ve Baran dayısı ortalıklarda pek olmuyorlardı. Gerçi yarın akşam kimin geleceği az çok belliydi. 

Ertesi sabah hafta sonu olduğundan Minel herkesten önce uyandı. Uzun bir yürüyüş ve yoganın ardından evdeki çalışanlara diğer eve geçip oradan da antrenmana gideceği bilgisini ailesiyle paylaşmalarını rica ettikten sonra evden çıktı. İki evi birbirine bağlayan koru yolundan diğer eve geçtiğinde hızlı bir duş alıp üzerini değiştirdi. Dünkü morluklara göz attığında göğsünün altındakinin tamamen yok olduğunu karnındakinin ise solduğunu görünce rahatladı ama sızlamalar ara ara devam ediyordu.

Çok oyalanmadan çantasını alıp evden çıktı.  Korumaların kulübesine ilerledi. Atakan genç kızı görünce hemen ayaklanıp arabayı çıkarmak için garaja ilerledi. Minel tüm çalışanlarla ayaküstü sohbet edip gelen arabaya yerleşti.

"Günaydın ufaklık," telefondaki bakışlarını kaldırıp dikiz aynasından kendisine bakan Atakan'a baktı.

"Günaydın Atakancığım," Atakan aniden Minel'e döndü. Bu deli kız kendisine abi demek yerine böyle seslenmekten asla vazgeçmeyecekti anlaşılan. Sabırla soluklanıp sakince Minel'e baktı. 

"Minel biz seninle ne konuştuk abicim. Anlaşmıştık hani?" dedi. 

"E sende bana ufaklık demeyecektik hani?" Atakan derin bir nefes daha aldı.  Anlaşmışlardı anlaşmasına ama ağız alışkanlığıyla mücadele etmekte zordu. Onunkisi gerçekten ağız alışkanlığıydı ama Minel'in kasten yaptığını biliyordu.

"Ağız alışkanlığı," Minel başını sallayıp Atakan'a yaklaştı.

"Darıldım ben sana bu arada. Asıl meselemiz bu," Atakan'ın kaşları çatıldı. Kız kardeşinden farkı olmayan bu tatlı kızı üzmüş olmaktan korktu. 

"Niye darıldın yanlış bir hareketim mi oldu abim?" Minel  başını geriye atıp "cık," diye mırıldandı. 

"E niye darıldın?"

"Niye olacak manita yapmışsın ama haberimiz yok darıldım, kırıldım, gücendim yani," Atakan rahat bir nefes alıp sırıttı.

"Senden korkulur Minel, yeminle korkulur. Nereden öğrendin?" Minel bilmiş bilmiş güldü.

"Yalnız tanımaydıysan kendimi tanıtayım. Ben koskoca İstanbul'un Cumhuriyet Başsavcısı olan Yusuf Toral'ın kızıyım. Benden kaçmaz..." Atakan başını sallayıp oflayarak önüne döndü. Haklıydı, bu kızdan hiçbir şey kaçmıyordu.

 "Gerçi Defne'yi de bir bilemedim. Robot gibi o kız ne buldun sen onda?" Atakan dikiz aynasından küçük bir bakış atıp arabayı çalıştırdı. Minel cevap alamayınca birkaç kez daha sordu ama aldığı tek yanıt Atakan'ın gülmesi oldu. Yeniden soracaktı ama çalan telefonuyla tüm odağı dağıldı. 

Arayanın Canan ablası olduğunu görünce hemen cevapladı. Ablası kendisinin konuşmasına izin dahi vermeden aceleci bir şekilde Yahya Bey olayını çözdüğünü onların isimlerini vermeyeceğini söyledikten sonra telefonun kapatınca şaşkın şaşkın ekrana baktı.

"Minel, her şey yolunda mı?"  diye sordu Atakan.

"Yolunda, yolunda bir şey yok," deyip geliştirdi Minel.

Yarım saat sonra Minel antrenman için pisteydi. Bugün için antrenörü ona katılamayacağından kendine özgürlük tanıdı.  Küçük ısınmaların ardından yer hareketlerinde ve paralel barda provalar yaptı. Diğer hareketleri de tek tek çalıştıktan sonra aklında bir koreografi uydurup yeniden ayaklandı. 

Üç dakikaya yakın süren koreografisinin sonunda hatasız bir şekilde iki ayağının üstünde sapasağlam durduğunda nefes nefese zaferle gülüp kendini piste bıraktı. Elleriyle bacaklarını açıp kapatarak totemini yapıp dileğini de diledikten sonra bir süre daha çalıştı.

Eve dönüp herkese göründükten sonra odasına çıktı. Uzun bir duşun ardından kendini yatağına attı.  Neredeyse her gün spor yapar antrenmanlarını kaçırmazdı. Bedeni alışıktı ama bugün diğer günlerin aksine daha yorgundu. Hiç huyu olmasa da uykuya daldı.

Minel, birkaç saatin sonunda yüzünde hissettiği küçük baskılarla gözlerini zorlukla araladı. Safinaz'la göz göze gelince bıkkınlık güldü. Teyzelik  güzeldi hoştu ama bu kedide onu hiç rahat bırakmıyordu. Küçük canavar turuncu gözlerini yüzüne dikmiş patileriyle yüzüne tokatlar atıyordu. Yatakta sırt üstü dönüp kollarını açarak esnedikten sonra Safinaz'ı kucaklayıp göbeğine öpücükler bıraktı.

"Kız şişko sen iyice kilo aldın," huysuz mırıltılarıyla kuyruğunu sallayıp  patilerini savurdu.  Minel sevmeye çalıştıkça   kaçmaya çalışan kediyi istemeye istemeye özgür bıraktı. 

"Anası kılıklı, sıkılmaya da hiç gelmiyor canım. Böyle kedi mi olur?" Safinaz kızgın miyavlamalarıyla Minel'e karşılık verip uyku köşesine gidip yattı. 

Minel, yataktan gülerek kalkıp dağılan saçlarını kaşıyarak  odasındaki banyoya ilerledi. Elini yüzünü yıkayıp aynadan kendisine baktı. Daha dinç hissediyordu.

Eskilerden bir şarkıyı mırıldanıp dans ederek odaya döndü. Dolabının önünde oyalanmaya başladı. Gözleri hızlıca kıyafetlerinde dolanıp  uzun, düğmeli kot elbisesini çıkarıp altına giyinmek için krem tonlarında gömleklerinden bir tanesini  seçtikten sonra  uzun olan  bilek boy çoraplarını kalın tabanlı  siyah rugan Mary Jane'lerini çıkardı.  Üzerini giyinip saçlarını kulak altında  iki yanda toplayıp ve uçlarını kıvırdı. 

"Safiş bak bakayım teyzene nasıl olmuşum?" elbisesinin iki yanından tutup sağına soluna döndüğünde  Safinaz bıkkınca miyavladı. Onu kucağına alıp öperek sevdi. Safinaz çok sıkı sevilmeyi sevmediğinden  patilerini seriye bağlayarak yüzüne geçirdiğinde başını acıtmadan ısırdı ama ciyaklaması ve yüzüne yediği patiler elbette kaçınılmaz sondu.

"Safiş ya acıttın!" diye söylene söylene peşinden yürüdü. Komodinin üzerindeki telefonunu alıp odadan peşinde Safinaz'la çıktı. Safinaz kuyruğunu sallayarak aşağı koşturunca Minel sakince peşinden yürüdü.

"Tünaydın canım ailem!" dedi salona girdiğinde. 

 Yan yana oturmuş kahve içen annesi ve Zümrüt anneannesini öpüp dedesinin oturduğu berjerin arkasına  ilerledi. Kollarını dedesinin boynuna sarıp iki yanağına öpücük kondurdu. Yağız torunun ellerini tutup üstünü öptü.

"Çok uyudun yavrum yoruldun mu sabah?" dedi dedesi.  Minel çok yorgun hissediyordu  ama Dünya'nın ölümünden sonra torunlarının üstüne fazlasıyla düşen büyüklerini endişelendirmemek için bir demedi. Hem alt tarafı antrenman yorgunluğuydu. 

"Ay evet dede. Melih Bey ve takımı yoktu bugün başımda bende  biraz suyunu çıkardım ama problem yok gayet iyiyim."  dedesinin yanağından bir kez daha öpüp babasına gitti ve yanaklarını sıkarak sevdikten sonra onu da öptü ve yanındaki berjere bağdaş kurarak oturdu.

"Eeee kim kim geliyor akşam?" dedi Minel.

"Aslan, Baran, ve Kerem dayınlar, babaannenler. Emir dayınlar gelmeyecek. Haydar dedende biraz üşütmüş  gelemeyecekler," annesinin sözleri üzerine üzüntüyle dudaklarını büktü Minel. Güneş teyzesinin öz annesi olan Filiz teyzesinin ikinci eşiydi Haydar dedesi ve kendisi de dahil neredeyse ailenin çoğu çocuğun birlikte vakit geçirmekten en zevk aldığı dedeleriydi .

"Yaaaa kıyamam aşkıma. Dur arayayım ben hemen Haydarikom'u."

Minel, Haydar dedesiyle  ardından da Filiz anneannesiyle konuşup telefonu kapadı. Selamlarını anneannesine ve dedesine ilettikten sonra Pera'ya kaç gibi geleceklerine dair bir mesaj attıktan sonra son zamanlarda fazlasıyla vakit geçirdiği gastronomi bloğunda gezindi.

"Anne ben Baran dayımla Simge yengem için bir şeyler hazırlayabilir miyim?" diye sordu Minel.

"Tabii bebeğim.  Ama önce bize o güzel ellerinle bir kahve yaparsın değil mi?" 

"Kraliçem sen iste yeter." der demez ayaklandı. 

Kahveleri yaptıktan sonra sıra  yemek ve tatlıya geldi. Baran dayısı kendisi gibi etobur olduğundan alternatifi fazlaydı ve karar vermesi zordu. Neyse ki Simge yengesine ne yapacağını biliyordu. Mutfaktaki çalışanlarla ve Kiraz Hanımla güle oynaya bir köşeye kendi yapacağı yemeği ve tatlıyı hazırladı. 

Her şey hazır olduğunda yemek masası bahçeye kuruldu. Minel elinde telefonuyla hamağa kurulduğunda Sema babaannesi ve Sefa dedesi onların peşinden Kerem dayısı ve ailesi geldi. Pera anında Minel'in yanına yerleşirken Pera'nın küçük kız kardeşi Neda çok sevdiği Aden halasının kucağına tünemiş tüm hafta okulda yaşadığı olayları bir bir anlatmaya koyulmuştu.  

Akşam olduğunda ilk gelen Aslan ve Bejna olurken onların peşinden Baran ve Simge geldi. Minel, masaya geçene kadar Baran dayısının ve Simge yengesinin ortasında oturup  ikisiyle herkesten soyutlanarak sohbet etti. Tüm ilgisini eşite paylaşıp ikisinin  de konuşmaktan hoşlandığı konulardan bahsetti. 

"Her şey hazır, geçelim mi?" Aden'in sesiyle büyük salondaki uğultu kesildi. Herkes ayaklanıp bahçeye çıktı. Büyük havuzun başındaki masaya yerleştiklerinde çocuklar dışında kimseden ses çıkmıyordu. Neda yedi yaşına bassa da düzelmeyen peltekliğiyle tüm kelimeleri yutuyordu. Pera kardeşinin bu halleriyle doyasıya eğlenirken Minel ise Pera'ya gülmemesi için kızıyordu. Yemekler servis edildiğinde Minel oturduğu sandalyeden kalkıp mutfağa koşturdu. Dayısı için yaptığı et yemeğini özenle tabaklayıp tepsiye yerleştirdi ve bahçeye geri döndü.  

 "Dayıcığım senin için yaptım." Minel elindeki tabağı özenle Baran dayısının önüne bırakıp kollarını boynuna sarıp yanağını kocaman öptü.

"Bak değerimi bil bir tek seninle paylaşıyorum mööö-lerimi." Baran önüne bırakılan et yemeğine kırık bir gülüşle baktı. Minel son zamanlarda merak sardığı mutfak sanatlarında iyi işler çıkarıyor gibiydi.

"Ellerine sağlık mimikom," dediğinde Minel bir kez daha öptü dayısının yanağını. Kollarını çekmeden Simge yengesine bakıp yüzündeki kocaman bir gülüşle öpücük yolladı.

"Kumralım sana da bol çikolatalı profiterol yaptım en sevdiğinden."

Simge durgun bir halde kıvrılmayı unutmuş dudaklarını zorlayarak gülümsedi ve kızının acısını bir nebze de olsa unutturan bu delidolu kıza elini uzattı. Minel dayısının yanağına son kez bir öpücük kondurup kendisini çağıran yengesine koşarak gitti ve tıpkı dayısına sarıldığı gibi sarıldı ve yanağına buseler kondurdu.

Simge, boynuna sarılan kolları okşayıp başını Minel'in başına yasladı ve tüm içtenliğiyle "Deli kızım benim, teşekkür ederim..." dedi.  Minel yengesinin yanağına bir öpücük daha kondurup yerine geçti.

Yemekler normal bir sohbet eşliğinde yenirken masayı dolduran telefon sesiyle tüm bakışlar Aslan'a çevrildi. Aslan telefonu açmadan izin isteyip masadan kalktığında Yusuf ve Baran'ın gözleri aynı anda ona döndü. Baran birkaç saniye sonra önüne geri dönse de Yusuf, dostunun üzerinden bakışlarını çekmedi.   

"Mimikom hazırlıklar nasıl gidiyor?" Minel başını Kerem dayısına çevirdi. Yüzünde görmeye alışık olduğu tebessümü vardı. 

"Güzel gidiyor dayı. Son zamanlarda daha da yoğunlaştık haliyle. Az kaldıkça benim heyecanımda artıyor," dedi Minel. 

"Avrupa Şampiyonasına kesin katılıyorsun değil mi güzellik?" Minel bakışlarını Kerem dayının hemen yanında oturan Lara yengesine çevirdi. Bu kadının güzelliği karşısında Minel her zaman saygıyla eğilmek istiyordu. Dayısı şanslı adamın tekiydi. 

"Kıl payı puan farkıyla evet ben katılıyorum. Olimpiyat kotası için Avrupa şampiyonası çok önemli haliyle günler içerisinde buzlar kraliçesi olup çıkabilirim benden demesi," küçük kıkırtılar dolandı masada. 

"Sen bu rahatlıkla biraz zor kazanırsın ama kuzen," Minel gözlerini devirip Pera'ya baktı ve dil çıkardı.  Uyuzluğu tutunca asla çekilen bir insan olmuyordu. 

"Çok konuşma sen. Hem rahatlık değil tarzım bu benim. Ne kadar rahatsam o kadar başarılıyım," Pera, Minel çok ilginç bir şey söylemiş gibi şaşkın şaşkın kuzenine baktı. 

"Dünya ablam hiç böyle değildi ya. Disiplin eşittir Dünya'ydı. Biraz feyz alırdı insan,"  masadaki  tüm sesler kesildi. Bakışlar Baran ve Simge'nin zerinde dolaşınca Baran küçük bir tebessümle Minel'e baktı.

"Minel tıpkı Dünya'm gibi çok başarılı olacak. Hem Dünya ablasına hem bize verdiği sözünü tutup olimpiyat altınını da kazanacak,"  Mine hızlı hızlı başını salladı. Dayısına kocaman gülümseyip Pera'ya baktı. Baş parmağını burnuna yaslayıp dilini çıkardıktan sonra kuzenine nanik yaptı. 

Pera uzanıp saçını çekince koluna vurdu. Aralarındaki şakalı arbede çoğalınca Minel annesinden uyarı dolu bakışlar aldı. Uysalca ellerini havaya kaldırıp teslim oldu ve önüne döndü. Aslan da telefonunu kapatıp yanlarına geldiğinde özür dileyip yerine oturdu.

"Oğlum, İzel kızım nasıl bu aralar hiç sesler çıkmıyor haytaların?" Aslan, ileri yaşına rağmen dinçliğinden hiçbir şey kaybetmeyen Sefa amcasına baktı. 

"İyiler amca. İzel bu aralar restoranıyla çok ilgileniyor, Yusuf Ali de biliyorsun çiftlikle uğraşıyor. Öyle sessiz sakin," dedikten sonra yemen karşısında oturan kardeşi Baran'a baktı ve  "bizden uzak yaşıyorlar,"  diyerek cümlesini tamamladı.  

Baran abisinin bakışlarını hissetse de dönüp bakmadı. Söyledikleriyle pek ilgilenmiyordu. İzel gelmiş gelmemiş, diğerleri buradaymış değilmiş umursamıyordu. Suyundan bir yudum aldı. Yanında oturan karısına göz atıp nefeslendi. 

"Peri yerleşmiş mi tamamen Aden? Son zamanlarda aradık ama hiç açmadı." Aden, Sema annesine bakarken Minel yerinde huzursuzca kıpırdandı. Bakışları babaannesinin ve annesinin arasında dolandıktan sonra dudaklarını ısırarak önüne döndü.  İspanya da değildi ama nerede olduğunu bilmiyordu.

"Yerleşmiş anne. Hava değişiminden herhalde biraz üşütmüş ama iyi sorun yok, bizde anca mesajlaşıyoruz ne yazık ki," annesinin üzgün çıkan sesiyle Minel'in başı önüne daha da eğildi. Ondan bir şey saklamak en son isteyeceği şeydi ama ablasına verdiği bir söz vardı. 

"Çocuklarda kayıplarda bu aralar. Neyse ki Canan bizi hiç merakta bırakmıyor," dedi Yağız kederli bir tonda. Torunları çok kıymetliydi ama neyse ki çoğuna derin bir özlem hissediyordu.

"Eskiden ne güzeldi. Tüm çocuklar burada olurdu. Şimdi kimseler yok,"  masadaki suskunluk arttıkça gerginlik çoğaldı. Minel, Zümrüt anneannesinin sözleriyle herkese çöken hüzün dalga dalga yayıldı. 

"Canan yok, İzel yok... Kimse yok," dedi Zümrüt. Bir torununu toprağa vermişti ama hasret duyduğu tek torunu o değildi. Dünya'nın ölümünden sonra büyük ve ortanca torunları teker teker görünmez olmuşlardı.

"Dünya'da yok anne. Benim kızımda yok," Baran'ın katı ve sert çıkan sesiyle Zümrüt ağırlaşan başını oğluna çevirdi. Geçmeyen öfkesi, eksilmeyen nefreti, yakıp kavuran acısı yıllardır dinmemiş dinmediği gibi de herkesi içine hapsetmişti. 

"Dünya burada oğlum. O hep bizimle. Kalbimizde, aklımızda, görmesek duymasak da yanımızda. Ama..." Baran çatalını sertçe tabanına çarpıp  tüm bakışını annesine çevirdi ve yutamadığı öfkesini kustu.

"Ama? Ama ne anne? Ama kızımın ölümüne sebebiyet verenler bu masada değil mi? Ama benim kızımı koruyamayanlar burada değil mi? Çok mu özledin onları?" Baran'ın sarf ettiği her kelime masadaki gerginliği arttırdı. Kimsenin boğazından bir lokma yemek bir damla su geçmiyordu.

"Baran tamam!" Simge yorgun bir sesle kocasını uyarsa da Baran'ın gözü görmedi, kulağı duymadı. 

"Tamam değil hiçbir şey tamam değil tam değil. Yarım yamalak kaldık..." dedikten sonra annesine yeniden baktı Baran.

"Ben yıllardır kızımın ölümüne ağlıyorum diğer çocuklarında, yaşayan çocuklarının yokluğuna ağlasınlar anne!" Baran'ın acıyla harmanlanmış öfkesini Aden'in keskin ve isyankar sesi bastırdı. 

"Yeter abi!" 

Minel, annesinin bağırtısıyla korkuyla yerinden sıçradı. Bu pek alışık olduğu bir şey olmadığından bir an afalladı.

"Güzelliğim," babası, annesinin masasının üzerinde duran elimi tutup kendine çekti ama bu dokunuş bile işe yaramadı. Bakışları annesi ve Baran dayısının arasında gidip geldi. Gecenin başından beri sızım sızım her yana sızan gerginlik sonunda annesinden patlak vermişti.

"Dünya öldü! Kabullen artık tamam mı kabullen senin kızın öldü... Allah kahretsin ki öldü," annesinin sözleri sadece Baran dayısının ve Simge yengesini değil masadaki herkesi bıçak gibi kesti. Dolu gözlerini dayısına kaydı Minel'in. Saniyeler önce dik duran boynu eğilmiş, bakışları yaşlarla dolmuştu. Dayısına kıyamayan kalbi annesine içten içe öfkelendi.

"Ölen benim kızım..." dayısının titrek ama kin dolu sesi tüylerini ürpertti. Canının acısı sesine sinmiş, sesinden dört bir yana savrulmuştu.

"Ölen benim çocuğum yaşayan sizin çocuklarınız." Baran dayısının sözleriyle masadaki herkesin bakışları birbirilerinin üzerinde gezindi. Çoğunun başı hissettikleri mahcubiyetle önlerine düşerken başını dik tutan tek kişi annesiydi.

"İnan bana bir şansımız olsaydı hepimiz Dünya için canımızı hiç düşünmeden feda ederdik. O yaşasın diye ölürdük. Çocuklar bir saniye bile düşünmeden canlarını verirlerdi Dünya için..." annesi, babasından destek alarak sandalyesinde kalktı. Titreyen dudaklarının arasından bir nefes alıp sessizce verdi.

"Dünya öldü ama bizim çocuklarımızda yaşamıyorlar abi... Kalplerine bindirdiğin o vicdan yükünün ağırlığından hiçbiri yaşayamıyor..." annesinin dudaklarından firar eden kelimelerden sonra Simge ve Bejna yengesinin sessiz hıçkırıkları doldu kulağına Minel'in.

"Bak şu masaya abi Allah aşkına o kinini unut ve masaya bak kaç sandalye boş?"

Baran dayısının gözleri masada dolanınca Minel de boş sandalyelere baktı. Dünya ablasının sandalyesi boştu. İki yanında peş peşe duran sandalyeler ve tam karşısındaki sandalye boştu. Yağız dedesinin sağında kalan ve Canan ablasına ait olan sandalye de boştu. Minel, dayısı gibi hüzünle iç çekip dolu gözlerini kırpıştırarak başını önüne eğdi.

Ölen Dünya'ydı ama boş kalan sadece onun sandalyesi değildi...

"Bizim çocuklarımızı geçtim... Oğluna biraz acı, merhamet et!" annesinin son sözleri bunlar oldu.  Arkasını döndü ve tok ve güçlü adımlarla ortamı terk etti.  

Masadaki sandalyeler teker teker boşaldığında geriye sadece Baran ve Simge kalmıştı. İki yaralı yürek birbirilerine baktıktan sonra yerinden ilk kalkan Baran oldu, Simge'yi de kaldırdı. Karısının elini sımsıkı tutup eve ilerledi.  Salonda sessizlik içinde oturan ailesine tek tek bakıp sıkılı dişlerinin arasından nefes alıp verdi.

"Ne ben ne karım kimseye bir yük bindirmedik kimsenin vicdanına oynamadık. O yük zaten onlarlaydı, o vicdanları da boşuna sızlamadı... Benim olacağım yer de onların lafını edecekseniz bizi  bir daha çağırmayın, davet etmeyin. Yemeğinizi çocuklarınızla, torunlarınızla yiyip için..." 

Baran son sözünü söyledikten sonra kimsenin yüzüne bakmadan karısıyla birlikte çekip gitti. Minel arkalarından üzgünce baktı, giderlerken vedalaşmak istedi hatta onlarla da gitmek istemdi ama yaşadıkları küçük çiftlik evinde, yakınlık derecesi ne olursa olsun misafir ağırlamaktan hoşlanmadıkları için bahsini dahi açmamıştı.  Onlar gittiğinde Minel öfkesini gizleyemeden annesine yöneldi.

"Neden öyle konuştun anne çok üzüldüler," Aden dindiremediği acısıyla kızına baktı. Kalbini kırmak istemediğinden dilini ısırıp öfkesine hakim oldu. 

"Minel, lütfen kızım," dedi Aden halsiz bir haldeyken.

Bu kadar kırmana gerek yoktu. Ablamlar, abimler dayımlar yüzünden kaçıp gitmediler ki kendilerinden kaçtı onlar. Kızacaksan onlara kız," Aden kızının sözleriyle derin bir nefes alıp koltuğa yığılırcasına oturdu ve dolu gözleriyle kızına baktı.

"Bende kırgınım Minel. Bende üzgünüm, Bende yorgunum. Bende üzülüyorum. Hepimiz aynı duyguları yaşıyoruz. Sayına hak veriyoruz onu anlıyoruz ama..." amadan sonrası gelmedi. Aden dudaklarını sıkı sıkı birbirine bastırıp başını önüne eğdi.

Minel cevap vermek yerine sustu. Normalde dilini tutamazdı  ama herkesin ne denli üzgün olduğunun farkındaydı. Üzgün gözleri ailesinin üzerinde dolandı. Pera ile göz göze geldiklerinde kuzeni ayaklanıp yanına geldi ve onu sarmaladı. 

"Kardeşler arasına girilmez kanununu biliyor olman lazım." dedi sessizce Pera. 

"Biliyorum..." demekle yetindi Minel. Biliyordu bilmesine ama Baran dayısına dayanamıyordu. Dünya'nın ölümüyle çökmüştü. Mesleğini bırakmış oğluyla aralarına buz dağları girmiş çok sevdiği karısıysa ilaçlarla yaşamaya devam ederken Baran dayısının böyle olmasını anlıyordu. 

"Bak ne diyeceğim önce bize geçelim oradan da Şile'ye gidelim ne dersin kafamız dağılır biraz?" Minel aklına hemen yatan bu fikri uysalca kabul etti. 

Aslan ve  Bejna da gitmek için ayaklandıklarında Minel ikisine sarılıp odasına çıktı. Küçük bir çanta hazırlayıp aşağı indiğinde Pera anne ve babasından çoktan izin almıştı. Minel herkesle vedalaştıktan sonra evden ayrıldı. Kerem dayısı eşi ve küçük kızıyla kendi arabasına geçerken Pera ve Minel, Atakan'ın sürdüğü arabaya geçti.

İlk durakları Kerem Uyguroğlu ailesinin eviydi. Pera da kendisine bir iki parça kıyafet aldıktan sonra Şile'ye gitmek üzere yeniden yıla çıktılar ancak yanlarında Atakan'ın yanı sıra bir koruma daha vardı. 

Akşamın ilerleyen saatlerinden olsa gerek boş olan yollardan dolayı kısa sürede Şile'deki küçük bağ evine geldiler.

İki kuzen, Atakan ve diğer korumayı arkalarında bırakıp eve ilerlediler. Minel çantasından anahtarı çıkarıp kapıya yanaştığı sırada duyduğu boğuk seslerle duraksadı. Çatık kaşlarıyla Pera'ya bakıp "içeriden ses geliyor!" dedi.

"Ne sesi?" Pera iki adımda Minel'in yanına varıp onu arkasına aldı ve kulağını kapıya dayadı. Duyduğu ama anlayamadığı seslerle geri çekilip Minel'e baktı.

"Birileri var," Minel başını hızlı hızlı sallayıp Pera'nın elini sıkıca tuttu.  Arkasını dönüp onu da peşinde çekiştirerek koştu.

"Atakan abi, Atakan abi evde birileri var!"

Aralan ve diğer koruma Emir almış gibi harekete geçip silahlarını çıkarttılar ve hızlıca çocukların yanlarına koştular. Onları arkalarına alıp  ne olduğunu sordular.

"Selim sen çocuklarla kal. Ben bir bakayım," dedi Atakan ama boşaydı.

Selim, Minel ve Pera'ya engel olamayacağını anlayınca onları arkalarına alıp Atakan'ın peşinden ilerledi.

"Lan ne dedim ben sana?"

"Abi bunlar laf dinlemiyorlar ki ne yapayım ben?" Atakan sinirle soluklanış Selim'e sövdükten sonra çocuklara göz atıp yeniden Selim'e döndü.

"Bedenlerinin herhangi bir yerinde tek bir çizik dahi görürsem sıkarım ayağına Selim," Selim başını sallayıp çocuklara baktı. Onları gözleriyle uyarıp bir şry olmaması için dua etti. Bir elini onları sarar gibi uzatış diğer eliyle silahını tutmuş Atakan'ın hemen arkasında beklerken Pera, Minel'in elini sıkıca tutmuş ince bedenini kendi bedeniyle kapatmıştı.

Atakan, eli tetikte eve girdi. Gözleri karanlığın hüküm sürdüğü evde gezindi ama kimseyi göremedi. Emin adımlarla evin içinde ilerleyip mutfağı ve salonu inceledi. Mutfak tezgahındaki bulaşıklar, salondaki küçük sehpanın üzerindeki yemek paketleri birilerinin burada olduğuna işaretti. Gözlerini kendi etrafında gezdirdi. Selim ve çocuklar kapıdaydı. Evin salondaki camekanlı kapısının dışı sa kapısı yoktu. Evde birileri varsa ve kalacaksa bunu sadece yatak odasından yapabilirdi.

Atakan evdeki tek odaya ilerledi. Hafif aralı kapıyı ittirip içeri girdiğinde pencerenin önündeki iki gölgeyi fark etti. Silahını onlara doğrultup "sakın hareket etmeyin!" diye bağırdığında duymayı hiç ummadığı o sesi duydu.

"Silahını indir Atakan abi!"

Atakan afallamış bir halde silahını doğrultmaya devam ederken arkasından duyduğu adım sesleri odaya doldu.

Minel, koruma Selim ve Pera'nın arkasından yatak odasına girdiğinde burnuna aşinası olduğu koku doldu. İnce kaşları şaşkınlıkla çatılı kalırken elini Pera'nın elinden kurtardı ve ezbere bildiği adımlara odanın duvara yürütüp ışığını yaktı.

Önümdeki loca adamlardan hiçbir şey göremeyince hepsini itiştirip öene geçti ve o kokunun sahibini tam karşısında buldu. Ağzı yaşadığı şaşkınlıktan açık kalırken üzerinde dolanan bakışlar endişeliydi.

Herkes yaşadığı şaşkınlıktan ses çıkaramazken bu durumdan hiç etkilenmeyen kişi olan Yalın rahat bir hareketle kollarını göğsünde bağladı ve memnun bir sırıtışla ela gözlerini karşısında şaşkınlıktan sersemlemiş gibi görünen dörtlüye dikti.

"Ne demişler ben istedim bir göz Allah verdi iki göz," dedikten sonra yanından sıkıntılı nefeslerle kız kardeşi Minel'e bakan Peri'ye baktı.

"Pamuğum iki gündür cevap bulamadığımız o sorunun cevabı tam karşımızda..." Yalın gülerek soluklandı.  Peri ona bakınca göz kırpıp başıyla karşılarındaki dörtlüyü işaret etti ve aklının en köşesine hinlikle dolaşan kurtları susturdu.

"Şanslıyız Peri, baksana yeni suç ortaklarımız bize  resmen kendi ayaklarıyla geldiler..."

* * *

Şükür

Şükür...

Çok şükür bölüm sonunda gördük.

Açıkçası hiç içime sinen bir bölüm olamadı ama vermek istediklerimi az da olsa verebildim.

Dağhan & Dünya okumaya ara ara devam edeceğiz ve yavaş yavaş Dünya'nın ölüm tarihine ilerleyeceğiz.

Dünya ve Dağhan için neler söylemek istersiniz?

Minel'den ailesinin okuduk. Hem çok kalabalık hem de çok yalnız gibiler. Minel ve Pera'yı çok seveceğinize eminim.

Herkesin arasında bir soğukluk sinmiş sanki ama bakınca biraz da normal.

Yusuf'un konuşmaları Minel'i epeyce şaşırttı. Sizce Yusuf kiminle ne konu hakkında konuştu?

Aile yemeği o alışık olduğumuz yemekler gibi değildi. Dünya'nın ardından kimse kalmamış gibi.

Baran ve Aden hep atılan kardeşleri ama bu sefer kırıcı ve acıtıcıydı.

Haklı bulduğunuz kim diye sormayacağım çünkü Dünya'nın öldüğü geceyi daha okumadık.

Minel'i sevdik onun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ve elbette son kısım...

Peri, Yalın ve bizim son dörtlü neler yaşayacak dersiniz?

Oy ve yorumlar artsa mıııı artıkkkk

Diğer bölüm görüşürüz

Öpüldünüz 😘😘😘

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERHABA!

ADEN 1. BÖLÜM KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER

ADEN 94. BÖLÜM SONSUZ SONLAR / FİNAL