GÜLLERİN AĞITI 3. İLK DARBE

 AŞAĞIDA SOYAĞACI ÜSTÜNDE AİLE BAĞLARIYLA İLGİLİ AÇIKLAMA VAR ATLAMAYIN LÜTFEN.

Selamlar,

Herkese merhaba,

Umarım iyisinizdir.

GÜLLERİN AĞITI, ADEN HİKAYESİNİN DEVAMI NİTELİĞİNDEDİR ANCAK BAĞIMSIZDA OKUNABİLİR. AMA FAZLA KARAKTER İÇEREN BİR HİKAYE OLDUĞU İÇİN ADEN'E GÖZ ATIP BURAYA GELEBİLİRSİNİZ :

ÖNEMLİ AÇIKLAMA, ATLAMAYIN LÜTFEN!!

Aşağıda soy ağacı var ama ben buraya detaylıca yazmak istedim. Aden'i okuyanlar olaylara hakim ama burada sıfırdan başlayanlar için kafa karıştırıcı biliyorum.

Şimdi arkadaşlar; ilk olarak belirtmek istiyorum ki YUSUF ALİ TORAL karakterinin bu hikayedeki hiçbir karakter ile kan bağı yoktur. Kendisi ADEN Gerçek ailem hikayesinde Toral ailesi tarafından evlat edinilmiştir. Aynı şekilde İzel karakterinin annesi Bejna karakteri de Toral ailesinin manevi kızıdır, 23 - 24 yaşından itibaren onların himayesi altına girmiştir. Yani İZEL ile YUSUF ALİ'Yİ okuduğunuzda ama bunlar dayı - yeğen değil mi muhabbeti yapmayın lütfen. Aralarında hiçbir şekilde kan bağı yok- çocukluklarından itibaren de bu şekilde bir yaklaşımları yok.

Aynı şekilde Dağhan ve Ferah Yıldırım kardeşlerinde diğerleri ile bir kan bağı yok. Toral ailesi ile uzak dereceden akrabalar ama aile dostlukları baki.

Yalın'da aynı şekilde Canan, Peri ve Minel'in annesi Aden'in en yakın arkadaşı, dostu olan Emir karakterinin oğlu. Aralarında hiçbir şekilde kan bağı yok.

Gelelim kan bağı olanlara. En basitinden başlıyorum.

Barlas, çocukların dayısı ama arasında kan bağı olan tek yeğeni Andre Alp. Andre'nin annesi Güneş onun öz ablası. Canan, Peri ve Minel'in ise üvey dayısı.

Kan bağıyla kuzen olanlar; Canan, Peri, Minel, İzel, Hayat, ikizler, Pera ve Neda ( Aden hikayesindeki Kerem Uyguroğlu karakterinin oğlu ve kızı), Andre Alp ise üvey kuzenleri.

Biraz karmaşık olabilir yeni başlayan için o nedenle size önce Aden'i okumanızı tavsiye ediyorum. Merak etmeyin seveceksiniz 😍🥰

 Merak etmeyin seveceksiniz 😍🥰

Daha 3. Bölümden en uzun bölüm - +55 sayfa yazıldı.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Satır aralarında görüşelim 👋🏻 Yorum yaparken üşenmeyin çekinmeyin lütfen istatistiklerimizi arttıralım biraz 😂😚

BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR.

03.03.2024

KEYİFLİ OKUMALAR

GÜLLERİN AĞITI 3

GÜLLERİN AĞITI 3. BÖLÜM

"İLK DARBE"

Bazı hatıralar ağlatır

Bazı yaralar kapanmaz

Ve

Bazı keşkeler unutulmazdı.

BİLİNMEYEN ZAMANDA ESKİ BİR HATIRA

Tatlı tatlı esen rüzgâr beyaz tül perdeleri ahenkle uçuşturuyordu. Güneş batmadan önce tüm gökyüzünü turuncuya boyayarak emarelerini dünyaya bırakıyor henüz ışıkları yanmayan evi loş ışığıyla aydınlatıyordu.

İzel pişen yemekleri kontrol ediyor Canan ise masayı hazırlarken etrafında dönerek uzun, sarı saçlarını savurup dans ediyor mırıldandığı şarkının nakaratına gelince sesini yükseltiyordu.

Canan, elindeki son çatalı masaya yerleştirmeden önce arkasına dönüp elindeki çatalı mikrofon gibi ağzına tutup şarkısını neşeyle söylemeye devam etti. Kıvırarak İzel'e yaklaşıp elinden tuttu ve onu döndürüp elindeki çatalı kuzenine doğru uzatıp şarkıya eşlik etmesini gözleriyle ima etti.

İzel, kaçık diye sevdiği kuzenine ayak uydurup oldukça eski olan şarkıyı hatırladığı kadar söyleyerek Canan'a eşlik etti. Yüzlerindeki tebessüm git gide büyüyüp kıkırdamalara döndüğünde Canan elindeki çatalı tezgâha bırakıp ellerini havaya kaldırarak kıvırtmaya devam etti.

"Ay inanmıyorum, ay inanmıyorum, ay inanamıyorum..." dediği sırada durup omuzlarını salladı ve kendince şarkının en alıcı kısmını kuzeninin yeşil gözlerine bakarak söyledi.

"Aşka çıldırdım, dönendim durdum, yandım kavruldum," İzel duyduğu sözlerle gür bir kahkaha patlatınca Canan'ın da gülüşü büyüdü. Bu hep böyleydi. Birisi mutluysa diğeri daha mutlu, birisi üzgünse diğeri daha da üzgündü.

"Bu sefer kim?" Canan gözlerini devirip dans etmeye devam etti.

İzel kollarını göğsünde bağlayıp kalçasını tezgâha yasladı. Kuzeninin bu hallerini biliyordu. Canan şıpsevdi birisiydi. Birisine aşık olduğunu düşünürken başka birisinden hoşlanabiliyordu. Neyse ki zararsızdı. Ne kalbi kırılıyor ne kalp kırıyordu.

Canan hâlâ dans ederken İzel iç geçirip kuzeninin güzel yüzüne baktı. "Umarım," dedi içinden. "Umarım kör sevdalara düşüp yanıp kavrulmazsın canımın içi..."

O sırada Minel kumlu ayaklarıyla eve girip ablasına koştu ve kollarını bacaklarına sardı. Çenesini ablasının karnına yaslayıp dişlerini göstererek güldü. Canan şarkı söylemeyi kesip bacaklarına sarılan kardeşinin nemli saçlarını okşayıp burnuna ufak bir fiske vurdu.

"Ablacığım, ablacığım ben çok acıktım ablacığım."

"Önce duşa mimikom," Minel ablasının sözünü dinleyip doğruca banyoya koşarken Canan ve İzel birbirilerine bakıp başlarını aynı anda sallayarak güldüler. Minel kumlu ayaklarıyla her yeri kum yapmıştı.

"Daha altı yaşında sabahki uyarılarımızı unutmuş olabilir," dedi Canan kardeşini savunarak.

"Minel ve unutmak! Kuzen, Minel'in bir şeyi unutabilmesi için Allah korusun Alzheimer falan olması lazım ki olsa bile herhangi bir şeyi kolay kolay unutacağını sanmıyorum bu bücürün!" Canan omuz silkip tezgâha bıraktığı çatalı alıp masaya ilerledi.

"İşine gelmeyen bir şey oldu mu unutmakta üstüne yoktur ama!" dedi Canan. İzel kıkırdayıp başını salladı. Ocaktaki yemeklerin altını kısıp kilere ilerledi ve şarjlı süpürgeyi çıkarıp kumsala açılan camekan kapının önüne bıraktı. Birazdan her yer kum olacaktı...

"Ben diğerlerini çağırıyorum," diyerek banyoya giden Canan'a haber verdikten sonra dışarı çıkıp kumsala ilerledi.

Yusuf Ali ve diğerleri voleybol sahasında ikiye ayrılmıştı. Kerem amcasının henüz yedi yaşındaki oğlu Pera hakem kulesinde elindeki düdüğü durmadan çalarak hakemlik yapıyordu. Daha doğrusu yapmaya çalışıyordu. Barlas ve Yusuf Ali onları ayıran filenin iki tarafında ellerini bellerine koymuş bir halde Pera ile konuşuyordu ancak çatılı kaşları bu konuşmalardan pek memnun olmadıklarını belli ediyordu.

"Bitmedi mi maçınız yemek hazır," dedi İzel yanlarına gittiğinde.

Yusuf Ali'nin çatılı kaşları anında düzelip dudaklarına içten bir tebessüm yerleşti. Bakışlarını İzel'e çevirdiğinde uzun bir ıslık çalıp karşısındaki güzelliğe göz kırptı ancak tam o anda ensesinde hissettiği avuç içi ve etrafında yükselen gülüşmelerle kaşları yeniden çatıldı.

"Aile var burada aile. Bekle oğlum çocukları içeri götüreyim sonra oynaşın!" Barlas keyifle gülerek can yoldaşına takıldı. İlişkileri henüz yeni olan bu çifte takılmak son zamanlardaki en büyük eğlencesiydi.

"Defol Barlas," dedi Yusuf Ali. İzel'in utanmasını ya da kendisinden çekinmesini istemiyor bu tarz durumları yaşatacak birisine de tahammül edemiyordu.

"Emrin olur kanka!" dedi Barlas tavrını hiç bozmadan. Kum sahanın iki yanına bölünmüş yeğenlerine bakıp ıslık çaldı ve "asker! İstikamet ev, marş marş!" dedikten sonra hakem kulesindeki Pera'yı kucaklayıp omuzlarına oturttu.

Barlas önden önden sırıtarak eve giderken diğerleri İzel ve Yusuf Ali'ye alkış tutup ıslıklar çalarak yürüyorlardı. Yusuf Ali yeğenlerine göz devirip İzel'i elinden tutup yanına çekti ve kolunu omzuna sardı. Bu hareketiyle alkış sesleri daha da yükseldiğinde İzel utançtan kızaran yanaklarını gizlemek için yüzünü Yusuf Ali'nin göğsüne gömdü.

İzel iç çekip kollarını Yusuf Ali'nin beline sarıldı ve "bu hep böyle mi olacak?" diye sordu.

"Eğlenmeyi seviyorlar," dedi Yusuf Ali yüzünde dingin bir sırıtışla. Dudaklarına değen kahverengi saçlara dudaklarını bastırıp kokusunu uzun uzun soluklandı. Parmak uçlarını İzel'in kolunda gezdirip narin teninde kendi izlerini bıraktı. İzel'e temas etmeyi seviyordu. Onu, kokusunu, gülüşünü, gözlerini... İçinde beslediği sevginin kısacık bir zaman diliminde aşka dönüşmesine şaşırsa da yüreğinin hissettiği bu yoğunluk onu bambaşka duygulara sürüklüyordu.

"Güneşin doğuşunu da izleyelim mi?" dedi İzel. Güneş gökyüzünden yavaşça yok olurken bu anda Yusuf Ali'nin kollarının arasında olmaktan çok mutluydu.

"İzleyelim güzelliğim, yarın sabah?" İzel başını sallayarak Yusuf Ali'yi onayladı.

Güneş tamamen battığında sarmaş dolaş bir halde eve ilerlediler. İçeri girdiklerini alışık oldukları bir manzara ile karşılaştılar. Minel ve Pera masaya çoktan yerleşmiş, ellerini yanaklarına yaslayarak yemek bekliyorlardı. Canan, Peri ve Dünya ile yemekleri tabaklara yerleştirirken Uzay, Hayat, Yalın, Dağhan ve Andre yan yana dizilerek mutfak ile masa arasında köprü kurmuş yemek konulmuş tabakları elden ele taşıyarak masaya bırakıyor bunu yaparken de birbirileri ile atışıyorlardı.

"Ya bu maç çok önemli diyorum mutlaka gidip izlemeliyiz," Uzay ve Yalın ortalarındaki Hayat'a bir kez daha göz devirip aynı anda başlarını Hayat'a çevirdiler ve aynı anda konuştular.

"NBA senin götünde patlasın!" Hayat ikisine de göz devirip dudaklarını bükerek ofladığı sırada Canan ablasının sesini duyunca sırıttı.

"Uzay! Yalın!"

Uzay ve Yalın, Canan ablalarının uyaran ve kızgın sesini duyar duymaz susup Hayat'a sinirle baktılar ancak Hayat omuzlarını silkip önüne doğru eğildi ve masanın yanındaki kuzenine baktı. Andre, kuzeninin bakışlarını hissedince sırıtıp şortunun cebindeki telefonunu çıkarıp görsellerden bir fotoğrafı açıp kuzenine uzattı.

Hayat, Andre'nin telefonunu alıp ekrana baktığında gördüğü maç biletleriyle "işte bu!" diyerek heyecanla tepki verip yumruk yaptığı elini havaya savurdu. Andre'nin telefonunu Uzay'ın ve Yalın'ın gözüne gözüne sokup "kuzen görün kuzen be!" dedi.

Hayat'ın tepkisine herkes göz devirerek gülerken Dağhan elindeki tabağı Andre'ye uzatıp Hayat'ı ensesinden tutup sarsarak yüzünü yüzüne çevirdi. Hayat sırıtıp Dağhan'ın yanağından makas alıp öpücük atınca Dağhan tutuşunu sıkılaştırıp Hayat'ın kafasına hafifçe kafasıyla vurdu ve kulağına eğilip "NBA götünde patlasın arkadaşım!" dedi.

"Canan abla, Canan abla!" diye bağırarak Dağhan'dan uzaklaştı Hayat ancak aradığı desteği göremeyince Canan'a küskün bakışlar atıp kollarını göğsünde bağladı. Tam o sırada ablasını verandaya açılan kapının önünde görünce hızlı adımlarla ablasına gidip sarıldı.

"İz'im kuşum, canım ablam Dağhan bana küfretti! Enseme de vurdu," İzel kendisine sırnaşan kardeşine gülerek bakıp bir tane kafasına geçirdi.

"Oğlum sen ne ispikçi bir şey oldun ya?" Hayat, ablasına gözlerini kısarak bakıp başını sağa sola salladı.

"Cık, cık, cık... Resmen üvey evlat muamelesi bu! Sevilmiyorum ben bu ailede! Ayıp be ayıp," İzel duygu sömürüsü yapan kardeşine göz devirip mutfağa ilerledi. Hayat bununda işe yaramadığını görünce Yusuf Ali'ye baktı.

"İspiyoncu mu kesildin başımıza?" Hayat küskün bakışlar atıp "ama bana vurdu!" dedi.

"Kaç yaşındasın sen beş mi? Hem kuzenin vurdu oğlum. Dağhan'ın vurduğu yerde güller açar," Hayat oflayıp durdu. Bir umut yeniden Yusuf Ali'ye baktı ama ondan da bir ışık göremeyince ellerini cebine yerleştirip kuzenlerine döndü. Her birinin imalı bakışlarını görünce kocaman sırıtıp onlara doğru yürüdü.

"Canım kuzenlerim ya iyisiniz inşallah!"

Herkes masaya geçtiğinde Canan, Barlas dayısının henüz gelmediğini görünce merdivenlere doğru ilerleyip yukarıya doğru bağırdı. Barlas'ın adım seslerini duyduğunda geri dönüp masada eksik var mı diye son bir kez kontrol etti.

"Çok acıkmışım, ne yemek var?" diyerek merdivenlerden indi Barlas. Yemek masasına yaklaşırken Canan ona döndü ve sırıtarak bir elin beline yasladı.

"Lahana spagetti, brokoli pizza ve sebze çorbası. Yanına da glutensiz yulaf unundan ekmek," Barlas'ın eli sol göğsüne gitti. Acıyla inleyip iki büklüm olduğunda herkes bu tavrına göz devirirken Minel koşup dayısına sarıldı.

"Dayıcığım iyi misin?" diye sordu korkuyla. Barlas kendini yere bırakıp Minel'i kucağına çekti. Yeğeninin kızarık yanaklarından öpüp yüzüne düşen kızıl tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırdı.

"İyi değilim mimikom, ablan olacak cazgır kız yüreğime indirdi," dedi Barlas. Minel dudak büküp kaşlarını çattı. Meraklı bakışlarıyla ablasına döndü.

"Cananikom cazgır ne demek? Bir de yüreğine bir şey inmiş dayımın ölüyor galiba," Canan yerde yuvarlanan ikiliye yaklaşıp Minel'i dayısının kucağından alıp yanaklarını öptü.

"Dayımız iyi mimikom yemekleri duyunca çok sevindi. Cazgır da çok güzel demek. Dayım bana çok güzel olduğumu söyledi. Öyle değil mi dayıcığım?" diyerek Barlas'a baktığında kendisine sırıtarak bakan dayısının bacağına hafifçe tekme attı.

"Öyle bücür, ablan tam bir cazgır..." Canan, Barlas'a havadan bir öpücük atıp masaya geri döndü. Kucağındaki kardeşini yerine oturtup hemen önündeki Pera'nın sarı saçlarını karıştırıp yanağından kocaman öptü.

Minel, yeni öğrendiği kelimenin heyecanının yaşayarak çipil çipil bakan gözlerini ablalarında gezdirip heyecanla onlara seslendi "Perikom, Dünya ablacığım, İzel ablacığım sizde çok cazgırsınız. Ben de cazgır mıyım?"

Masada kıkırtılar yükselirken İzel şefkatle küçük kuzenine bakıp "evet mimikom hepimiz çok cazgırız ama bu gidişle senin yanında bizim esamimiz okunmayacak," kıkırtılar daha da yükselince Minel'de gülüp el çırptı.

"Bende cazgırım bende, bende!" Canan sıkkın bir nefes alıp kardeşine baktı. Toparlamak için bir şeyler demek istedi ancak ne diyeceğini de kestiremediğinden sessiz kalmayı tercih etti ancak Pera pek sessiz kalma niyetinde değildi.

"Cazgır güzel demek değil akıllım kötü bir şeydi ama ne demek olduğunu unuttum," dedi. Minel anında çatılan kaşlarıyla sandalyesinde ayağa kalkıp ellerini beline yaslayarak Pera'ya baktı.

"Cazgır güzel demek bir kere. Benim ablam yalan söylemez tamam mı?" Pera büyük, kahverengi gözlerini devirip sarı saçlarını geriye doğru tarayıp Minel'e baktı.

"Sen gerçekten cazgırsın Minel."

"Evet, en cazgır benim. Benim değil mi ablacığım?" Canan birbirine bastırdığı dudaklarıyla başını salladı. Minel kızıl saçlarını savurarak yerine yeniden oturup Pera'ya bilmiş bakışlarıyla baktı.

"Pera, bırakalım Minel cazgırlığın tadını çıkarsın," dedi Canan. Pera gülerek başını sallayıp yemeğini yemeğe baktı.

Masaya oturduklarında Barlas rahat bir nefes aldı. Bir an Canan'ı ciddiye almıştı. Tabağındaki makarnayı zevkle yiyip çatalını sarma dolu tabağa uzattı. Üç dört tane dolmayı aynı anda ağzına attığında Yusuf Ali ile gözleri kesişti.

"Ayısın oğlum vallahi billahi ayısın!" Barlas can dostuna havadan öpücük atıp yemeğe devam etti.

Masada neşeli sohbetler dönerken Dünya ve Peri kendi aralarında bir şeyler konuşup kıkırdıyorlardı. Dünya bir kulağı Peri'de meyve tabağına uzandığında gözü Minel'e kaydı. Küçük kuzeni büzdüğü dudaklarıyla yemediği makarnasına bakıyordu.

"Mimikom," diye seslendiğinde küçük kahve gözler kendisine dönünce göz kırpıp başını salladı. Minel iç çekip dudaklarını küskünce büktü. Elinin tersiyle tabağını itekleyip yerinden indi ve Dünya ablasının yanına gidip kucağına çıkmak için kollarını uzattı. Dünya, küçük kuzenini kucağına oturtup burnunu sıkıp çenesini sevdi.

"Yemeğini neden yemedin ablacığım?" Minel omuzlarını silkip küskün bakışlarını Dünya ablasının mavi gözlerine çevirdi.

"Dünya'm hani bana mööö?" Dünya gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp boğazını temizledi. Minel'in et aşkı farklı boyutlardaydı. Bu küçük kızın en mutlu olduğu zamanlarda şüphesiz dedeleriyle mangal yaptığı zamanlardı.

"Yarın yaparız mimikom, şimdilik makarna ve dolma yiyelim tamam mı? Bak karpuzda var." dedi Dünya.

"Ama yarın çok uzak. Şimdi yesem?" Dünya, Minel'in burnunu öpüp Canan ablasına baktı. Göz göze geldiklerinde şaşırmadı çünkü Canan ablasının gözü her zaman üzerlerinde olurdu. Başıyla Minel'i gösterdiğinde Canan'ın anlık kaşları çatıldı.

"Mimikom, bir şey mi oldu?" Minel küskün bakışlarını ablasına çevirdi ve ona yandan yandan baktı. Canan meseleyi anlayınca Minel'e elleriyle gel gel hareketi yaptı. Minel ablasına dayanamayıp Dünya ablasının kucağından kalkıp Canan ablasına gitti.

"Aşkım, bu dudaklar neden büzüldü?" Minel omuzlarını silkip başını iyice eğdi. Canan parmaklarını Minel'in göbeğinde gezdirip güldürmeye çalıştı ama Minel'den istediği tepkiyi alamadı.

"Hmmm anladım. Sen möö istiyorsun," Minel başını sallayıp ablasına alttan bakışlar attı. Canan kardeşine dayanamayıp sıkıca sardı ve başını göğsüne yasladı. Vejetaryen bir abla için etobur bir kardeş oldukça zorluydu ancak çocuk nefsini kırıp kardeşini üzmek istemediği için normalde asla yapmayacağı bir teklif yaptı.

"Bugün geç geldik ya ablacığım o yüzden henüz yerleşemedik. Yarın yaparız. Hem belki Yusuf Ali mangal yapar?" dediğinde Minel'in gözleri parladı.

"Yapar mı?"

"Git sor bakalım," Minel başını sallayıp ablasının yanağına usulca bir buse kondurup kucağından indi ve koşarak Yusuf Ali'ye gitti.

"Amcacığım yarın möö pişirelim mi? Lütfen lütfen..." Yusuf Ali, izlemeye daldığı İzel'den gözlerini zorla çekip küçük yeğenine baktı. Minel birbirine kenetlediği ellerini çenesinin altına yapıştırmış kendisine bakıyordu.

"Ne dedin amcam?" dedi tüm ilgisini yeğenine vererek.

"Yarın mangal yapar mısın amca ben möö yemek istiyorum," Yusuf Ali gülüp Minel'in yanağından acıtmadan makas aldı. Yeğeninin ete möö demesi çok tatlıydı ancak doğru kelimeleri kullanması gerektiğinden oyun oynarmış gibi davrandı.

"Möö ne ben o ne demek bilmiyorum güzellik?" dedi bilmiyormuş gibi davranarak.

"Et amcacığım, mönünün eti."

"mö ne Minel?"

"İnek işte, dana mıydı yoksa?" Yusuf Ali gülüp başını sağa sola salladı. Bakışlarını Minel'den çekmeyince küçük kız oflayıp ellerini arkasına saklayıp sallandı ve "amcacığım yarın et yapalım mı?" diye sorunca Yuuf Ali gülerek başını salladı.

"Yaparız mimikom, sana en güzelinden et yaparız..."

"Teşekkür ederim amcacığım. Eminim ki harika möö yapacaksın," der demez koşarak amcasından uzaklaştı ve sandalyesine yeniden oturup yemeğini yemeye başladı.

Yemek faslı bittiğinde erkekler masayı ve mutfağı toparlarken kızlarda verandada hamak keyfi yapıyordu. İzel ve Canan bir köşede, Dünya ve Peri ayrı bir köşedeyken Minel ablalarından izin almış film izliyordu.

"Abla biz denize gidebilir miyiz?" Canan, İzel ile muhabbetine ara verip kızlara döndü. Peri güneşte çok duramadığından genelde Dünya ile birlikte akşam vakitleri denize giriyorlardı.

"Pamuğum diğerleri gelsin hep birlikte geçeriz tamam mı? Buradan sizi göremem," Peri ve Dünya oflayınca araya İzel girdi.

"Her taraf koruma dolu Canan bir şey olmaz hem beş dakikaya geçeriz bizde zaten," dedi İzel. Canan emin olamayarak kızlara döndü. İkisi de hevesle ona bakıyordu.

"Dikkatli olun çok açılmayın tamam mı?" kızlar başlarını sallayıp denize koştular.

Canan arkalarından gözden kaybolana kadar baktıktan sonra önüne döndüğünde İzel'in bakışlarıyla karşılaştı. Ne dercesine başını sallayınca İzel derin bir nefes aldı. Canan'ın fazla korumacılığı ve otoriter yapısı bazen herkesi çok boğuyordu. Canan bunun farkında olsa da çoğu zaman geri adım atmıyor ve sözünü dinletiyordu. Yusuf Ali ve Barlas bir yana kızların arasında büyük olan İzel olduğu halde tüm izinler Canan'dan alınır, tüm yardımlar Canan'dan istenirdi. İzel için problem değildi. İzel, ablalık konusunda Canan kadar istekli ve özverili değildi.

"Sıkma şu çocukları şu kadar Allah aşkına. Zaten evdeki sıkı yönetimden kaçıp burada nefes alabiliyoruz bir de sen dikilme tepelerine diktatör gibi üstelik her taraf koruma kaynıyor," Canan dönüp dolaşıp aynı konuya gelmelerine göz devirdi.

"Sıkmak değil bu İz, kimseyle sorun yaşamak istemiyorum. Ne kadar pimpirikliler biliyorsun," dedi ancak İzel başını sağa sola sallayıp ofladı.

İzel, kendini bildi bileli etrafında korumalarla büyümüş bir çocuktu. Ancak son zamanlarda bu koruma meselesi daha da artmıştı. Sadece o değil ailesindeki tüm çocuklar aynı kaderi yaşıyordu. Uyguroğlu ve Toral aileleri aşırı korumacıydılar. Kısıtlı saatler tat vermiyordu. Bazen çok zengin ve hukuk ve adaletle bütünleşmiş bir ailede doğup yaşamak güzel olmuyordu.

İzel; Yusuf Ali, Barlas ve Ferah'la bu sistemden kaçarken Canan muntazam bir uyum içerisindeydi. Herkesin sorumluluğunu alabiliyor, her şeyi kontrol edebiliyordu. Öyle ki kendi kardeşi Hayat bile önce Canan'a gidiyordu. Bu durumdan şikayetçi değildi. İzel sorunları sevmezdi. Sevmediği şeylerle uğraşmaktan da hiç hazzetmezdi.

"Diktatörsün kabul et," Canan başını sallayıp kuzenini onayladı.

"Kim diktatör?" Yusuf Ali elinde kahvelerle verandaya çıkınca İzel anında yumuşayıp oturduğu yerde kenara kaydı ve Yusuf Ali'ye yer açtı. Canan ikiliye bayık gözlerle baktıktan sonra hamaktan kalkıp İzel'in gür saçlarına bir öpücük kondurup kahvesini alarak ikisini yalnız bıraktı.

"Kızlara bir bakacağım," dedikten sonra ikisini arkasında bırakıp kumsala ilerledi. Kızlar kıyıda birbirleri ile şakalaşırken yanlarına gitmedi. Onları uzaktan izledikten sonra arkasına dönüp verandaya geri döneceği sırada Uzay ve Yalın'ın koşarak geldiklerini gördü.

"Resmen bizsiz girmişler," diye şikâyet eden Yalın'a güldü Canan.

"Çok kalmayın Uzay, hava bugün çok esiyor," diye uyardığında Uzay asker selamı verip göz kırptı.

Uzay ve Yalın yeniden koşup denize ilerlediklerinde Canan da rahat bir nefes alıp eve ilerledi. Minel'le Pera film izlerken Barlas ve diğerleri hâlâ mutfaktaydı. Onların yanına gidip ortama baktığında Hayat ve Andre'nin tabletten NBA maçları izlediklerini gördü. Dağhan ise Barlas ile bilek güreşi yapıyordu.

"Ateş yakacak mıyız?" dediğinde tüm bakışlar ona döndü. Dağhan ise Barlas'ın bir anlık boşluğundan istifade edip bileğini sertçe masaya çarptı.

"Ulan," diye söylenip sustu Barlas. Dağhan zaferle ayağa kalkıp kasım kasılarak Canan'a ilerleyip yanağından makas alıp "ben hallederim şimdi." dedi ve dışarı çıktı. Diğerleri de kalkıp Dağhan'ın peşinden gidince Canan elindeki kahveyi masaya bırakıp çocukların yanına gitti.

Minel ve Pera birbirilerine sokulmuş, ince battaniyenin altında Harry Potter'ı izliyorlardı. Kollarını koltuğun tepesine yaslayıp ikisinin de başlarına bir öpücük kondurup "dondurma isteyen birileri var mı burada?" dediğinde iki çocuğunda başı anında Canan'a döndü.

"Ablacığım bebe bisküvisiyle yiyebilir miyiz?" Canan gülerek başını sallayıp ikisinin de kızarık yanaklarını öpüp mutfağa ilerledi. Küçüklere dondurmalarını hazırlayıp ılık sularıyla birlikte tepsiye yerleştirip içeri geçti ve tepsiyi ikisinin ortasına bıraktı.

"Biz hemen dışarıda ateş başında olacağız, bir şey olursa seslenin ben sizi duyarım," iki çocukta başlarını sallayınca Canan yanaklarını sevip onları baş başa evde bırakıp dışarı çıktı. Barlas yanında çocuklarla ateş yakarken Deniz ve Peri hâlâ denizdeydi. İzel ve Yusuf Ali ise hamakta baş başa vakit geçiriyorlardı. Telefonundan peş peşe bildirim sesi gelince verandadaki boş hamağa geçip bağdaş kurarak oturdu ve telefonuna baktı. Gelen mesajlara girip tek tek okudu. Okudukça yüzünde büyüyen gülümsemeyle hamağa uzanıp mesajlara cevap yazdı.

"Pişttt, maviş kimle yazışıyorsun böyle sırıtarak?" Canan gözlerini devirip Yusuf Ali'ye baktı ve "hiç," dedi.

"Hiç mi?" diye tepki veren İzel oldu. Canan kuzenine bakıp gözlerini devirdikten sonra telefonuna tekrar baktı.

"Yeni biri mi?" Yusuf Ali'nin sorusuyla Canan'dan kuvvetli bir oflama yükseldi. Onlara bakmadan mesaj yazmaya devam etti. Gelen mesajlarla yüzündeki gülüş daha da büyürken İzel bir kez daha konuştu.

"Kesin yeni biri. Bugün pek neşeli hanımefendi!"

Canan kıkırdayıp İzel'e havadan bir öpücük attı ve yeni gelen mesajlara tekrar yöneldi. Parmakları hızlı hızlı mesaj yazarken suratına yediği yastıkla telefon suratına düştü. Yastığı karnına koyup yüzünden sekip yere düşen telefonunu aldı ve karşısındaki ikiliye ters ters baktı. Kıs kıs utanmadan gülüyorlardı bir de!

"Ya siz ne kadar gıcık bir çift oldunuz böyle!"

"Kıskanma!" diye çığırdı İzel. Canan gözlerini devirip yüzünü ekşitti.

"Ne kıskanacağım yavrum maşallah maşallah. Rabbim nazarlardan, kem gözlerden ve Aslan Uyguroğlu'ndan korusun," dedi Canan.

"Kız sus. Yerin kulağı var," İzel'in panik hallerine güldü Canan.

Ailesinde İzel'in Yusuf Ali'ye olan aşkını bilmeyen yoktu. Bu nedenle Canan ilk andan beri ilişkilerini ilan etmeleri taraftarıydı ancak İzel henüz çok yeni diye diye üç aydır aile büyüklerinden bu durumu saklıyordu.

Canan sırıtarak "aman, sanki bilmiyorlar," deyince Yusuf Ali güldü. İzel'in saçlarına parmaklarını dolayıp öptü.

"Yengemle konuştum," dediğinde iki kızda anında Yusuf Ali'ye baktı.

"Oha halam biliyor mu?" Yusuf Ali, İzel'e başını sallayıp yanağından öptü.

"İçimde tutamadım güzelliğim. Hem biliyorsun Adda'm güvenli bölgedir," dedi Yusuf Ali. İzel gerilirken Canan gülümsüyordu.

"Annem diye demiyorum ama aynen öyledir," İzel başını sallayıp dudağını ısırarak Yusuf Ali'ye baktı.

"Şey, ben de Güneş halamla konuştum sevgilim," Canan karşısındaki ikilinin şapşallığına gülüp onları yeniden baş başa bırakıp telefonuna yöneldi.

Bir süre daha mesajlaşmaya devam ettikten sonra telefonunu kapatıp kenara bıraktı. İzel ve Yusuf Ali hamakta oturmuş konuşmaya devam ederken diğerleri hâlâ ateşi yakmaya çalışıyorlardı. Canan hamaktan kalkıp onlara ilerledi.

"Beceriksizler," Barlas elindeki çırayı Canan'a fırlatıp ona ters ters baktı. Çıra ve kağıtları yeniden kontrol edip bir kez daha kibrit yakıp tutuşturmaya çalıştığında sonunda tutuşan ateşle rahat bir nefes aldı, Canan ve çocuklara egolu bakışlar attı.

"Tamam Barlas dayı en iyisi sensin!" Barlas, Andre'ye gözlerini devirip ellerini çırptıktan sonra çocuklara döndü.

"Örtüleri, yastıkları getirin de oturalım..."

Yanan ateşin etrafında oturuyorlardı. Yalın gitar çalışıyor, Peri şarkı söylüyor Yusuf Ali ve İzel dansa ediyorlardı. Dünya bu anları kameraya alıp anılarını biriktirirken onu hayranlıkla izleyen Dağhan'dan bir haberdi. Güzel gece sona erdiğinde herkes odalarına dağıldı...

Sabah ilk uyanan Dünya'ydı. Saat oldukça erkendi ancak Dünya'nın hiç şaşmayan düzeni onu sabahın altısında ayağa dikiyordu. Yoğun olduğu dönemlerde ise daha da erken uyanıyordu. Yatağından kalkıp bedenini esnettikten sonra lavabo ihtiyaçlarını giderip yarış yarış mayosunu giyindi. Saç bonesini, gözlüğünü ve havlusunu aldıktan sonra odadan sessizce çıkıp aşağı kata indi. Mutfağa geçip dolaptan detoks suyunu alıp tek dikişte içtikten sonra matarasını bulaşık makinesine yerleştirdi ve evden çıktı.

İskeleye geldiğinde beş dakika kadar ısındı ve sonrasında saç bonesiyle gözlüğünü taktıktan sonra telefonundan kronometresini açıp kendini denize bıraktı. Uzun dakikalar hiç yorulmadan kulaçlar attıktan sonra dinlenmeye karar verip iskeleye yüzdüğünde Dağhan ile karşılaştı.

"Günaydın, erkencisin." dediğinde Dağhan gülüp omuzlarını silkti.

"Harbiyeli olmak zor, disiplin şart!" Dünya başını sallayıp sırıtmaya başladı.

"Var mısın yarışa, bakalım Harbiyeli olmak sana neler katmış?"

"Dünya ben gerçek bir Harbiyeliyim, deniz lisesi diyerek hafife alman biraz kırıcı," Dünya'nın şen kahkahası dört bir yana dağıldı.

"Korkak seni. Korkuyorsun değil mi benimle yarışmaktan?"

"Eh, karşımda gençler Avrupa ve Dünya şampiyonu varken korkmam normal... Ama biliyor musun sanırım en güzel korkularım hep sana!" Dünya utançla kıpkırmızı olurken Dağhan dudağından çıkan kelimelerin farkına yeni vardı. Aniden ayaklanıp ne yapacağını bilmez bir halde Dünya'ya bakıp gitmek için hareket ettiğinde kendi ayağına takılıp denize düştü.

Dünya'nın kahkahaları daha da büyürken Dağhan çırpınarak yüzeye çıkıp iskeleye tutunduğunda Dünya'nın gülüşleri hala devam ediyordu. O da kendi haline gülmeye başladığında rahatladı. Birlikte yüzüp antrenman yaptıktan sonra denizden çıktılar.

"Biri geliyor," dedi Dünya.

Dağhan asfalt yola baktığında gördüğü tanıdık arabayla gülümsedi. Dünya'ya dönüp "ablam," dedi. Evin yanında duran arabaya doğru ilerlediler. Dağhan ablası Ferah arabadan iner inmez koşup kucakladı ve etrafında döndürdü.

"Dağ, yeter tamam," dedi Ferah yüzüne düşen kömür karası gür saçlarını geriye atarken. Dağhan ablasını bırakıp yanaklarından öptü. Ferah ise karşılaştığı bu sevgi selinden memnun bir şekilde kardeşine sarılarak karşılık verdi.

"Bölüyorum ama ben de dahil olabilir miyim?" diyen Dünya'ya döndü iki kardeş.

Ferah kardeşine sardığı kollarından birini kaldırıp Dünya'yı yanına çekti ve sarıldı. Sonrasında ikilinin ıslaklığına aldırmadan ikisinin koluna girip eve doğru yürüdü. Dünden beri ne yaptıklarını konuşarak eve girdiklerinde Ferah ikiliyi odalarına postalayıp mutfağa ilerledi.

Telefonunu mutfaktaki bluetooth hoparlöre bağlayıp çalma listesini açtı. Etrafa yayılan Karadeniz ezgileriyle güzel bir kahvaltı hazırlamaya koyuldu. Herkes için bir şeyler hazırlarken bir yandan da çalan müziğe ayak uydurup durduğu yerde horon tepiyordu.

"Ferah abla!" Ferah mutfağın kapısına baktı. Gördüğü yüzlerle kocaman gülümseyip ellerini beline yasladı. Uzay, Hayat, Andre ve Yalın yan yana dikilmişlerdi. Yataktan yeni çıktıkları da belliydi.

"Kot kafalılar!" dediğinde hepsinden huysuz mırıltılar çıksa da kollarını açtığı an hepsi ona sarıldı.

"Oğlum siz yedi ayda nasıl büyümüşsünüz ya! Şu boylara bak," Hayat hemen aradan sıyrılıp ukala bir gülüşle saçlarını geriye doğru tarayıp Ferah'a çapkın bir bakış attı.

"On altı oluyoruz kara fırtınam, sen beni bir iki sene daha bekle çiçek çikolata ile kapındayım!" dediği an ensesine yediği tokatla acıyla inleyip ensesini tuttu. Diğerlerinden kıkırtılar yükselirken Ferah ikaz dolu bakışlarını kardeşinde dikti.

"Ulan Dağhan aşk hayatımın içine ediyorsun resmen!" Hayat'ın homurdanması bitmeden Dağhan bu seferde kafasına geçirdi.

"Oğlum seni çok pis döverim. Seni döver sonra yine döverim. Yetmez bir kez daha döverim. Yorulunca da babamın önüne atarım üstüne bir de o döver," dedi Dağhan. Hayat tıpış tıpış gidip Uzay'ın arkasına saklandı ve Ferah'a baktı.

"Büyük oynadı bu kot kafalı kara fırtınam. Sen beni boş ver başka limanlara artık..."

Ferah bir nefes alıp kardeşinden ayırmadığı çocuklara baktı. Hepsi gülüşerek birbirine sataşıp gülüşüyorlardı. Kaynayan çayın altını kısıp kuymak için tava çıkardı ve çocuklara döndü.

"Masayı hazırlamaya başlayın haydi. Andre, Yalın sizde uyuyanları uyandırın artık."

Hep bir elden hazırlanan kahvaltı masası düne göre daha gürültülü daha eğlenceliydi. Kahvaltıdan bir süre sonra İzel, Canan ve Ferah mutfağı toparlıyor bir yandan da sohbet ediyorlardı. Ferah verdiği finallerin gerginliğini yeni yeni atıyordu.

İzel kahve kupalarını masaya bırakıp buzdolabından çikolataları da çıkarttı. "İlk Artvin'e gitmeyecek miydin sen sahi?"

"Gazel annenin sırt ağrıları için kaplıcaya gitmişler dün. Ben de direkt buraya geldim," dedi Ferah. Halası Gazel'in elinde büyüdüğünden ona da anne diyordu. İzel'in önüne bıraktığı çikolatayı açıp büyük bir ısırık aldıktan sonra İzel'e durmadan telefonla mesajlaşan Canan'ı gösterip başını salladı.

"Hanımefendi ilk defa sessizleri oynuyor," Ferah, İzel'in dediği şeyle dudaklarını hayretle büküp Canan'ın bacağına masasının altından vurdu. Canan sıçrayıp başını telefondan kaldırdığında ona bakan kuzeni ve arkadaşına gözlerini büyüterek bakıp başını hayırdır dercesine salladı.

"Mavişim hayırdır gizlimiz saklımız mı var artık?" dedi Ferah.

"Ya saçmalamayın Allah aşkına!"

"Ama öyle. Amasra'dan beri soruyorum hiçbir şey anlatmıyorsun," dedi İzel.

Canan gözlerini devirip telefonu kapadı ve kenara bıraktıktan sonra uzattığı bacaklarını toparlayıp kendine çekti. Kollarını bacaklarına sarıp çenesini dizine yasladıktan sonra oflayarak nefesini bırakıp mavi gözlerini karşısında oturan ikileye çevirdi.

"Ben aşık oldum," İzel ve Ferah'a birbirilerine baktılar ve aynı anda güldüler.

"Sen aşık mı oldun?" deyip bir kez daha güldüler. Canan hafiften çatık kaşlarıyla küskün bakışlar atıp küskünce konuştu.

"İşte tamda bu yüzden söylemiyordum. Ciddiye almıyorsunuz resmen," diye sitem etti Canan. İzel ve Ferah yeniden birbirilerine bakıp aynı anda başlarını Canan'a çevirdiler ve aynı anda "sen ciddi misin?" dediler.

"Canan Ahsen Toral! Sen ciddi ciddi aşık mı oldun?" dedi hayretle Ferah.

Canan ağır ağır başını sallayıp kendine çektiği bacaklarını indirip bağdaş kurarak yeniden oturdu ve çikolatalardan bir tanesini seçip büyük bir lokma aldı. Mahzun bakışlarını ellerine indirdiğinde içli nefesler aldı. Kendisini ilk defa böyle hissederken içine kapanmış hissettiği bu duygulara yeni yeni bir isim verebiliyordu.

"Ya benim civcivim sahiden aşık olmuş," diyerek yerinden kalkıp kuzeninin yanına geçti İzel. Canan'ın yüzünü tutup yanağından sesli bir öpücük çaldı.

"Oldum vallahi, ben de anlamadım ne ara oldum..."

Ferah yerinden kalkıp sandalyesini çekerek Canan'ın yanına oturdu. Canan önce solundaki İzel'e sonra sağında oturan Ferah'a baktı. Oflayıp ellerini yüzüne kapattı. İki yanından kıkırtılar yükselince ellerini yüzünden çekmeden parmaklarını araladı ve onlara baktı.

"Gülmeyin ama ben çok ciddiyim," dedi Canan. Önce İzel sardı kollarını Canan'a sonra da Ferah. Kızlar birbirine sıkıca sarılmış sessizce dururlarken ilk kıkırtı Canan'dan yükseldi. Sonra hep bir ağızdan kahkaha attılar.

Onlar birbirilerine sarılmış gülerlerken Yusuf Ali içeri girdi. Kızların o halini görünce hemen telefonunu çıkartıp onların bu güzel anların fotoğrafladıktan sonra geldiği gibi geri döndü. Kumsala çıktığında etrafa bir göz attı. Herkes denizdeyken Peri ve Minel şemsiyenin altında kumdan kaleler yapıyordu. Barlas ise şezlonga uzanmış uyuyordu. Yavaş adımlarla kumsalda yürüyüp iskeleye çıktı. Kenara uzanıp bir bacağını denize bıraktı.

Kısık bakışlarıyla mavi gökyüzünü izleyip derin bir nefes alıp bıraktıktan sonra kolunu gözlerine örttü. Çocukların neşeli çığlıkları, Minel ve Peri'nin hararetli konuşmaları yüzünde ufak bir tebessümle dinledi. Tamamen aidiyet ve rahat hissettiği nadir anlardandı. Onlarla çocukluğundaki gibi hissediyordu.

Huzurlu sessizliğini telefonu böldü. Oflayıp, yanına bıraktığı telefonunu aldı ve kimin aradığına baktı. Ekranda gördüğü "abim" yazısı ile oflaması çoğaldı. Aramayı reddetmek istese de açana kadar arayacağını bildiğinden aramayı cevapladı.

"Evet?" sesi istemsizce soğuk ve mesafeliydi.

"Abim, müsait misin?" abisi Yusuf'un sorusuyla Yusuf Ali uzandığı yerden doğrulup diğer ayağını da denize sokacak şekilde iskelenin kenarında oturdu.

"Evet, bir şey mi oldu?" abisi Yusuf, telefonun diğer ucunda gergin bir nefes aldı.

"Diyoruz ki tatilinizin son günü oraya gelelim. Çocukların doğum günlerini bir de hep beraber kutlarız. Oradayken tek başınıza olmayı seviyorsunuz biliyoruz ama uzun süredir hep beraber denk gelemiyoruz, o yüzden böyle düşündük ama siz kabul ederseniz tabii," Yusuf Ali gözlerini devirip alnını ovaladı.

"Bunun için beni değil Canan'ı aramalıydın," dedi.

"Canan bizi kırmamak için çocuklara sormadan kabul ederdi," Yusuf Ali başını salladı. Bakışları denizde eğlenen çocuklara döndü. Herkes ailelerden uzak olduğundan fazlasıyla rahat ve mutluyken bu tatili kötü bitirmelerini istemedi. Ailelerin burada olması demek daha fazla koruma daha fazla kural demekti.

"Madem önce bana soruyorsun... Gelmeyin. Tatil bitişi hepsi İstanbul'a gelecek zaten. O zaman kutlamanızı yaparsınız," dediğinde diğer taraftan bir süre ses gelmedi.

"Kapatıyorum," dedi Yusuf Ali. Telefonu kulağından çekeceği sırada abisinin adını söylediğini duydu.

"Seni çok özledik abim. Sen de gel olur mu? Annemle babamı üzmeyelim daha fazla," Yusuf Ali dudaklarını ısırıp abisi görmese de başını salladı.

"Bakarız..." deyip telefonu kapadı Yusuf Ali.

Başını geriye atıp bembeyaz bulutlarla örtünmüş mavi gökyüzünü izledi. Kendi gerçekleri omzunda, yüreğinde bir yüktü. Bu yükü omuzlarına yükleyen abisine ise sonsuz bir öfke besliyordu. Hayatının on yedi senesi mükemmel bir ailenin ferdi olarak mutluluk ve huzur içinde geçmişken evlatlık olduğu gerçeği ummadığı anda yüzüne çarpmıştı. Sonrası yokuş aşağıydı. Yusuf Ali bu gerçeği kabullenememiş, tüm hıncını bu gerçeği kendisinden ısrarla saklanmasını isteyen abisine yıkmıştı.

Yusuf Ali, kabullenemediği gibi hazmedemiyordu da. Kanını taşıdığı insanların hazin hikayesi ise bu durumu daha da kötüye sürüklüyordu. Yusuf Ali karmaşık saçlarını karıştırıp nefeslendi. Denizin içindeki ayaklarını sallayıp bedenini iskeleye bıraktığında gözleri İzel ile karşılaştı. Gözlerine değen yeşil gözlerle içi ferahladı. Elini uzattığında İzel elini tuttu ve yanına onun gibi uzandı.

"Yusuf dayımla mı konuştun?" Yusuf Ali bir şey demedi. Başını sallayıp dudak büktü.

İzel uzandığı yerde yan dönüp dirseğinin üzerinde doğruldu ve Yusuf Ali'nin gözünün hemen altındaki belirgin benini okşayıp uzanıp öptü. "Sana bir şey itiraf edeyim mi?"

"Et bakalım," dedi Yusuf Ali. İzel gözlerini kaçırmadan kahverengi gözlere bakıp ağırca yutkunduktan sonra konuştu.

"Ben senin evlat edinildiğini öğrendiğimde o çocuk aklımla rahatlamıştım. Yani... Ne bileyim! Ben kendimi bildim bileli sana karşı hep farklı hissediyordum. Çocuklar sana amca ya da dayı dedikçe onları dövesim gelirdi. Yani annemden dolayı zaten bir kan bağımız yoktu ama sonuçta annemde Toral ailesinin manevi kızıydı. Abine dayı derken sana sadece isminle seslenirsem kızarlar falan sanıyordum..."

Yusuf Ali yan dönüp parmaklarının sırtıyla İzel'in yüzünü sevdi. Esmerleşen teninde belirginleşen çillerini öpmek için uzandığında İzel'de kendisine yaklaştı. Başını Yusuf Ali'nin göğsüne yaslayıp kolunu sıkıca beline sardı.

"Yusuf dayım seni her zaman evlat yerine koydu Yusuf Ali. Yerinin onda apayrı olduğunu biliyorsun," İzel'in sözleriyle başını ağır ağır salladı Yusuf Ali. İzel doğru söylüyordu. İsmini aldığı abisi onu her zaman evlat yerine koymuş kızlarından asla ayırmamış hatta üzerine zaman zaman daha çok titremişti.

"Acını, öfkeni çok iyi anlıyorum ama bir yerde durup düşündüğümde onlara teşekkür ederken buluyorum kendimi. Onlar sadece sana aile değil anneme de aile oldular. Sevgileriyle sizi iyileştirdiler, büyüttüler. En önemlisi sevgilim sen ve ben şimdi şu anda bir aradaysak onlar sayesinde... Her şey bir kaderin döngüsü ve bizde o kaderin birbirine çıkan yollarıyız..."

Yusuf Ali kolları arasındaki İzel'i sıkıca sardı. Dudakları arasından sızan her kelime kalbine, aklına dokundu. Haklılık payı es geçilemeyecek kadar kanlı canlıydı. Ona ilk elini Uzatan Aden yengesine, evlat edinmeyi ilk düşünen annesine ve annesini sonsuz bir güçlü destekleyen babasına sonsuz bir şükran hissediyordu. Öz annesi Cennet'e bir mezarda olsa ailelerinde yer vermelerine karşı boynu büküktü.

Öfkesi, gerçeği ailesinden değil de bir zamanlar çocuk aklıyla düşman gördüğü şimdilerde adını bile hatırlamadığı bir okul arkadaşından öğrenmekti. Buydu ağır gelen. Ailesiyle yüzleştiğinde gerçeklerin tamamen saklı kalması için ailesini, herkesi zorlayan abisineydi bu dinmek bilmeyen öfke ve kini.

Derinden bire nefes aldı. Göğsüne sağılan uzun, gür saçları okşayıp yüzüne dingin bir tebessüm yerleştirip biraz doğruldu ve göğsüne yaslı başı çenesinden tutup yüz hizasına getirdi.

"İyi ki sen biliyor musun iyi ki sen güzelliğim..." dedi ve bir soluk uzağındaki dudaklara narin bir buse kondurdu.

İzel anında kızaran yanaklarıyla yüzünü Yusuf Ali'nin göğsüne gömdü. Sevgilisinin kıkırtıları yükselince kızarıklığı daha da arttı. Alnıyla Yusuf Ali'nin göğsüne vurduğunda Yusuf Ali'den daha da gür kıkırtılar yükseldi.

"Yavrum biz daha çocuk yapacağız ben böyle her seferinde senden dayak yiyeceksem seninle işim var," dediğinde İzel bu sefer avcunun içiyle vurdu Yusuf Ali'nin göğsüne.

"Pislik yapma bak daha beter döverim seni," İzel'i daha sıkı sardı Yusuf Ali. Daha fazla utanmasın diye konuyu bambaşka bir yere çekti.

"Canan kime aşık olmuş?"

İzel anında başını kaldırıp çattığı kaşlarıyla sevgilisine baktı. Yusuf Ali, İzel'in yanağından makas alıp neşeyle sırıttı. "Amcayım ben yeğenim kimlerle muhatap oluyor bilmeliyim," söylediği sözleri algıladığında kendine güldü.

"Vallahi canımın içi amcadan çok kankası gibisin," Yusuf Ali gözlerini devirip İzel'in burnunu acıtmadan sıktı.

"Kimmiş aşık olduğu lavuk onu söyle sen?" İzel doğrulup bağdaş kurarak oturunca Yusuf Ali'de doğrulup İzel'in karşısına oturdu.

"Lisede bir çocuk vardı hani bir ara takıldığı. Barış," dedi İzel.

"Şu basketbolcu bacaksız," İzel, sevgilisine gözlerini devirip boş bakışlar attı.

"Çocuk iki metre sevgilim." Yusuf Ali alayla gülüp başını sağa sola salladı.

"Yani benim salak yeğenim, maviş civcivim ola ola o meymenetsize mi aşık oldu?"

"Meymenetsiz mi? Yusuf Ali üzgünüm sevgilim ama o çocuğa da meymenetsiz demezsin. Maşallahı var çocuğun," Yusuf Ali anında dikleşip kaşlarını çattı. İzel, onun bu haline karşı dudaklarını ısırıp birbirine bastırdıktan sonra tatlı tatlı gülümsedi.

"Ama senden sonra tabii," Yusuf Ali hızlı bir manevra ile İzel'i belinden tutup kucağına çekti ve yanağına buseler kondurdu. İzel karşılaştığı sevgi seliyle neşeli gülücükler saçıp Yusuf Ali'nin sakallarından huylandığı için başını geri çekmeye çalışıyordu ama nafileydi.

"Allah muhabbetinizi arttırsın kanka, nikah ne zaman sağdıç kombinimi yapmam uzun sürer benim bana erkenden haber vermeniz lazım," İzel ve Yusuf Ali kendilerine doğru yürüyen Barlas'a bakıp göz devirdiler.

Yusuf Ali, "çok şımarttım ben bunu, gideyim de biraz havasını söndüreyim," dedi ve İzel'in yanağından son bir öpücük çalıp ayağa kalkıp birden Barlas'a koştu ve onu denize fırlatmak için beline sarıldı lakin Barlas kendisiyle birlikte Yusuf Ali'yi de denize çekti.

İzel denizde birbirileriyle uğraşan ikiliyi gülerek izledi. Herkese göz gezdirip bir problem olmadığına kanaat getirince eve geri döndü. Kızlar hâlâ mutfaktaydı. Ferah akşam yemeği için etleri hazırlarken Canan'da ikizlerin yarınki doğum günleri için pasta hazırlayışına başlamıştı.

"Hemen işe koyulmuşsunuz, bir denize girseydik." diyerek içeri girdi İzel.

"Her şeyi şimdiden hazır edelim dedik. Pastayı sen halledeceksin zaten. Etler de tamam neredeyse," dedi Ferah elindeki kabı streçle sarıp buzdolabına yerleştirdiği sırada.

"Pasta kekleri de tamam. Dinlenmeleri için kaldırıyorum," Canan fırından çıkarttığı pasta keklerinin üzerini örtüp İzel'in yanına ilerledi. Kuzeninin yanağından öpüp saçını çekti ve İzel'in tepki vermesine zaman bile tanımadan koşarak kaçtı.

"Salak bu kız ya. Kaçıyor bir de!" Ferah gülerek İzel'e yaklaştı. Canan'ın öpmediği diğer yanaktan hızlıca öpüp tıpkı Canan gibi İzel'in saçını çekip koşarak kaçtı.

"Sizi var ya!" İzel peşlerinden koşmak için hamle yaptığında ıslak bir bedene çarptı. Başını kaldırdığında ona sırıtarak bakan Yusuf Ali ile karşılaştı. Kızların çektiği uzun, gür saçları narin hareketlerle okşayıp burnunun ucunu öptü.

"İçecek bir şeyler alacağım. Siz denize gelecek misiniz?"

"Geleceğiz sevgilim. Ben de çıkıp bir üstümü değiştireyim. Çocuklar sizde. Aman birine bir şey olmasın Canan'la uğraşamam," dedi İzel.

"Bizde bu kadar kasmamışlardı. Bu ne orta ve küçük boy sevdasıdır anlamadım büyük boylar olarak resmen kapı dışarı edildik," Yusuf Ali'nin serzenişine güldü İzel.

"Dayımla amcam rahat durmuyorlar ki. Nerede bela hemen oradalar. Türkiye bitti dünyayı da pisliklerden temizleme sevdasına düştüler işte. savcı değil süper kahramanlar malum... Babamda tutturmuş bir Balkanlar ihalesi diye ne olduysa o ihalede daha da çoğaldı bu korumalar," Yusuf Ali başını sallayıp omuzlarını silkti.

"Boşuna pimpirikleniyorlar. Bu çocukları da boş yere sıkıyorlar... Neyse Barlas başımıza üşüşmeden geçeyim ben." dedi ve İzel'in yanağından öpüp mutfağa ilerledi. Çocuklara istedikleri içecekleri kendilerine ise biraları çıkarttı.

Dakikalar sonra herkes kumsaldaydı. Barlas ve Yusuf Ali şemsiyenin altında uzanmış biralarını içerek sohbet ederken kızlar denizde keyif sürüyordu. Gençler voleybol sahasında oynuyor Pera yine hakemlik yapıyordu.

"Dayıcığım, amcacığım!" Barlas koşarak yanlarına gelen yeğenini kucaklayıp bedenin havya kaldırıp başını başına yaklaştırıp minik burnunun ucunu öptü. Aden ablası sağ olsun ailedeki çocuk boşluğunu çok güzel dolduruyordu. Minel'in kıkırtıları büyüdükçe Yusuf Ali ve Barlas onunla güldü.

"Mimikom hani yüzecektin sen?" Minel ellerini dayısının yanaklarına yaslayıp burnunu burnuna sürttü.

"Yoruldum dayıcığım. Hem annemle babamı da çok özledim. Arayalım mı?"

"Aralayım bakalım," Barlas uzandığı yerde biraz toparlanıp Minel'i kucağına oturttu. Şezlongların arasındaki mini sehpanın üzerinden telefonunu alıp Aden ablasını aradı. Saniyeler içinde telefon açıldığından ekranda Aden'in güzel yüzü belirdi.

"Barlas Bey siz arar mıydınız bizi ya!" Barlas gülüp telefonu biraz aşağı indirdi ve yeğenini kadraja aldı.

"Mimikom anasıyla babasını özlemiş," dedi Barlas.

Minel dayısının elindeki telefonu alıp ekranı öptü ve "annikom annikom ben çok özledim sizi, siz de özlediniz mi?" dedi.

Telefonun diğer tarafındaki Aden küçük kızını görür görmez yüzündeki gülüşünü büyütüp kızına kocaman öpücük attı. "Çok özledik anneciğim nasıl geçiyor tatiliniz yüzdün mü?" Minel heyecanla başını sallayıp konuşmaya başladı.

"Annikom, Dünya ablam bana yüzmeyi öğretiyor. Şampuan oldu ya bana sırlarını söyledi ama aramızdaymış ısrar etme söyleyemem," Minel susup ona gülen dayısına ve amcasına bakıp kaşlarını çattı.

"Anne bana gülüyorlar!" Aden kızının çıkışıyla gülüşünü son anda tutup boğazını temizledi.

"Bebeğim, Dünya ablan şampuan değil şampiyon," dedi heceleyerek. Minel dudak büküp işaret parmağını yanağına vurup düşündü. Gözleri sağa kaydı sola kaydı sonra annesine bakıp "tabii ya şampuan saçlarımızı köpürtüyordu. Dünya ablam şampuan olamaz ki..."

Minel annesiyle biraz daha konuştu Telefonu kapattıklarında Minel esneyerek dayısının göğsüne sokulup gözlerini kapadı. Barlas küçük yeğeni tamamen uykuya daldığında onu şezlonga uzandırıp kuru olan havluyu üzerine örtüp kalktı.

"Lavaboya gideceğim," dediğinde Yusuf Ali başını sallayıp tabletine döndü. Doktora başvuruları için gerekli evraklarının dosyalarını indirip klasörde toparladı. Ara ara göz ucuyla hemen yanındaki şezlongda horlayarak uyuyan Minel'i kontrol etti. Omzunun açıldığını görünce uzanıp örttü. İşine tekrar döndüğün gençlerin yükselen seslerini işitti.

"O zaman, hedef Dünya hücum!" Uzay'ın bağırtısıyla başını çevirip baktığında kum sahanın Dünya'yı kovaladıklarını gördü. Peri ve Yalın ise kol kola girmiş onları izliyorlardı.

Uzay, ikizi Dünya'nın önünü kesip onu tuttuğunda Yusuf Ali güldü. Bedenini tamamen onlara döndürüp güzelliklerini izledi. Birbirileriyle uğraşmaktan asla bıkmıyorlardı... Dünya ikizinin kıskacından kurtulup denize doğru koşturduğunda hepsi peşinden koşunca Yalın ve Peri telefonlarını çıkarıp peşlerinden koştular. Dünya'yı denize girmeden yakalayıp kolları ve bacaklarından tuttuklarında Dünya'nın çığlıkları yükseldi. Çocuklar hızlarını kesmeden Dünya'yı tuttukları gibi iskeleye koştular. Peri ve Yalın onların bu hallerini kahkahalarla kayda alırken Dünya hepsine tehditler savuruyordu.

Uzay ve Dağhan iskelenin kenarında Dünya'nın bedenini ileri geri sallayıp "bir, iki, üç!" dedikten sonra onu denize fırlattılar. Kahkahalarına İzel ve diğer kızların şaşkınlık bağırtıları karışınca Yusuf Ali gözlerini devirip kendi işine geri döndü.

Ancak iskelede eğlence devam etti. Dünya denizin içinde kardeşine ve Dağhan'a söverken Andre gerileyip hızla koştu ve Dünya'nın yanına atladı. Onun peşinden Hayat'ta denize atlayınca Yalın ve Peri birbirilerine bakıp aynı anda hareketlendiler ve hemen önlerindeki Uzay ve Dağhan'ı denize ittiler.

"Yaaaa ben de!" Pera iskeleye koşup atlayacağı an Yalın onu kucakladı. Telefonunun Peri'ye verip iskelenin başına yürüdükten sonra kucağındaki Pera'ya "hazır mısın yavru aslan?" diye sordu.

"Hazırım Yalın abi uçur bizi!" Yalın iskelede hızla koşup denize atladığında Peri de dayanamayıp peşlerinden atladı. Dağhan ve Uzay bu sefer Peri'ye yöneldiklerinde Peri anında dalıp onlardan uzaklaşmaya çalıştı ancak Dağhan'ın atikliği ile kaçma planları söndü.

"Hileciler sizi!" deyip Dünya ve Peri'yi suya batırıp batırıp çıkardılar. Dünya bu tarz şakalara alışık olduğundan ona işlemiyordu ancak sulu şakalardan hoşlanmayan Peri durmadan çırpınıyor Dağhan ve Uzay'a tekmeler savurup bağırıyordu.

"Tamam yeter bırakın pamuğumu!" Dünya, Peri'nin yanına yüzüp onu belinden sarıp çocuklardan uzaklaştırdı.

"Dünya'm da Dünya'm yemin ederim. Sana da aşk olsun Yalın beni kurtarmak yerine resmen kıkır kıkır güldün," diye trip attı Peri.

"Hile yaptınız pamuk hakkettiniz," dedi Yalın.

"Öyle olsun düşersin benim elime sen!" Yalın bıyık altından gülüp çocuklara döndü.

"Sizde abartmayın her zamanki halleri bir alışamadınız!" Yalın'ın sözleriyle hepsi gülerken kızlar sinirle soluyup Yalın'a baktılar ve "Yalın biz hile yapmadık!" diye bağırdılar.

"Beyler bu iki oyunbozan hileci bizi yemeden kaçalım," Hayat'ın sözleri üzerine hepsi iskeleye doğru yüzüp denizden çıktıklarında kızlar baş başa kaldı. Birbirilerine baktıklarında kendilerini tutamayıp güldüler.

"Nasıl yendik ama!" dedi Peri keyifle.

"Çok güzel yendik. Bir de bana hile yaptın diyorlar. Bana bana, gençler kelebek ve serbest stil yüzmede son Dünya Şampiyonu olan Dünya Uyguroğlu'na... Salaklar," Peri kuzeninin haklı egosuna gülerek bakıp yanaklarını sıktı.

"Yalnız aramızda kalsın top çizgideydi," Dünya'da gülüp başını salladı.

"Aaaa öyle mi oldu inanır mısın hiç farkında değilim..."

Akşam yemeği için mangal yakılmış herkes bir şeylerin ucundan tutarken Canan kucağında salata kasesiyle hamağa oturmuş ağlamamak için dudaklarını dişliyordu. Burnuna taktığı tıkacı daha da sıkılaştırıp koku duyusunu tamamen durdurmuştu ancak gözlerinin önünde yükselen dumanlar ve küçük kız kardeşinin iştahla et yiyişi gözlerini dolduruyordu.

"Pis vahşiler..." kendi kendine mırıldanıp hınçla salatasını yedi. Karşısındaki görüntüye daha fazla dayanamayıp hamaktan kalktı ve yerleri döven ayaklarıyla eve girdi. Diğerleri onun arkasından gülerken Minel ağzı dolu bir halde ablasının arkasından bakıp iç çekti.

"Ablam çok üzülüyor ama ben de möö yemeyince çok üzülüyorum..."

"Ye sen bücür bakma ablana o fazla hassas," Barlas'ın kurduğu cümleler Yusuf Ali'nin hafızasında bir anının canlanmasına neden oldu. Gözünün önünde zırlayan küçük Canan'la Yusuf Ali kendini tutamayıp güldü.

"Siz Canan'ın nasıl vejetaryen olduğunu biliyor musunuz?" Barlas, İzel ve Farah'tan aynı anda kıkırtılar yükseldi.

"Evet," dedi Peri. Ablasının ara ara ağlama krizlerine girerek anlattığı hikâyeyi gülerek hatırladı.

"Rahmetli Yavuz dedem az çekmedi ablamdan. Aklına geldikçe adamcağızı arayıp; büyük dede sen nasıl benim tavuğumu öldürüp bana yedirirsin, diye ağlayarak hesap soruyordu. En son babamın cübbesini giyip aramış adama resmen tek ayak üstünde bekleme cezası vermişti." sessiz kıkırtılar tüm masayı donattı. Yusuf Ali hâlâ gülerken olayı anlattı.

"O yaz Artvin'e gittiğimizde gözüne bu sefer tavuğu kestirmişti. Manyak kız kucağından indirmezdi hiç. Sonra bir baktı tavuk yok. Tüm gün aramıştı ama bulamamıştı. Aklına nereden geldiyse o akşam yemek masasında bir güzel elinde tuttuğu tavuk budunu yerken birden durup Yavuz dedeye; dede benim tavuğum yok nerede diye sormuştu." Yusuf Ali nefeslenip suyundan bir yudum aldıktan sonra konuşmaya devam etti.

"Dedem de yani pat diye yiyorsun ya kızım demez mi biz tabii Barlas'la hayvan gibi anırıyoruz!"

"Ay kıyamam ama ya. Çok ağlamıştı," dedi İzel. Ferah gözlerini devirip "valla ben fare olayından sonra kinliydim ona o yüzden hiç üzülememiş hatta kıs kıs gülmüştüm," ağzına etten bir parça attı.

"Fare olayı ne?" dedi gençler aynı anda. Barlas ve Yusuf Ali o gün olduğu gibi hunharca gülerken Ferah ver İzel olayı anlatmak için hareketlendiklerinde veranda da Canan belirdi.

"Kapayın çenenizi! Sizde yediyseniz toparlayın haydi şunu her yer katledilmiş yavrucaklarım kokuyor!"

Yemekten sonra gençler eğlence odasına çıkmış oyun oynuyor, Barlas ve Yusuf Ali maç izliyor kızlar ise mutfakta ikizlerin pastalarını hazırlıyorlardı. İzel, Dünya'nın pastasını özenle hazırlarken Ferah ve Canan Uzay'ın pastasıyla cebelleşiyorlardı.

"Of ne zormuş bu şeker hamuru!" İzel göz ucuyla söylenen kuzenine bakıp yeniden pastasına döndü. Dünya'nın son kazandığı altın madalyanın pastasını yaptığından fazlasıyla özeniyordu.

"Söylenmeyin. Alt tarafı oklava ile açıp keke saracaksınız. Gerisi bende," dedi. Ferah ve Canan aynı anda gözlerini devirip ağız eğdiklerinde "sizi görüyorum!" diye homurdandı İzel.

"Ya kızım biz beceremedik bunu. Keki yapmak kolaydı ama bu ince iş hiç bizlik değil," İzel gözlerini devirip kızlara bakarak doğruldu. Ağrıyan belini esnetip pembe aşçı bandanasından sızıp yüzüne düşen bir tutam saçını üfleyerek yüzünden çekti.

"Gastronomi okuyor olmam pastacı olduğum anlamına gelmiyor. Ağlamak yerine ellerinizi çalıştırın!" dediğinde kızlar hazır ola geçip başlarını salladılar ve "tamam şef!" dediler.

Pastalar hazır olduğunda saatte gece yarısına gelmek üzereydi. Canan abur cubur dolabından Uzay için limonlu Dünya için vişneli pop kek çıkardı. İki keki tabağa yerleştirip birer mum diktikten sonra kızlara döndü.

"Çıkabiliriz!"

Kızlar mutfaktan çıktıklarında Barlas ve Yusuf Ali'de onlara katıldı. Hep birlikte yukarıya çıktıklarında odaya girmeden önce mumları yaktılar ve hep birlikte iyi ki doğdun şarkısını söyleyerek odaya girdiler. Dünya mutlulukla yerinde zıplayıp ellerini çırparken Uzay iki adımda Canan ablasının yanına ilerleyip tabaktaki keke burun kıvırarak baktı.

"Bu benin dişimin kabuğuna yetmez yalnız!"

Yusuf Ali, Uzay'ı ensesinden tutup tatlı tatlı yüzüne gülüp "boş konuşma çocuk!" dedi. Dünya saçlarını savurarak kardeşinin yanına ilerledi.

"Siz bakmayın bu aç gözlüye. Dünyayı yese doymaz o," Uzay ikizine bakıp kollarını göğsüne bağladı.

"Seni de bir yemeği düşünürdüm ama ağır, şişko ve yağlısın mideme yazık!"

Ortama bir anda sessizlik çöktü. Derin, ölümcül bir sessizlik... Tedirgin bakışlar Dünya ve Uzay arasında mekik dokudu. Uzay bir anda sessizleşen ortama anlamsız bakışlar atıp ikizine döndüğünde karşılaştığı dolu gözlerle bir an yutkunamadı.

Dünya'nın duyduğu laflarla önce ağzı açık kaldı, çenesi titredi. Dolu gözlerini ikizinden çekip hemen önündeki mumu üfleyip odadan çıktı ve kendi odasına gitti. Uzay ne olduğuna anlam veremez bir halde ikizinin arkasından bakakaldı.

"Salak kuzenim benim. Değil kavgada savaşta söylenmez böyle laf!" dedi İzel. Zamanında fazla kilolarından dolayı çok sorun yaşamış birisi olarak bu tarz lafların kırıcılığını biliyordu.

"Ne dedim ki. Şaka yaptım sadece," Dağhan, Uzay'ın kafasına bir tane geçirip odadan çıktı.

"Yavrucuğum senin kardeşin milli, profesyonel bir sporcu. Vücudunda da yağ değil kas var! Yaşıtlarından büyük göründüğü için yeterine kapris yapmışken senden böyle laflar duymak üzdü onu," Yusuf Ali susunca Uzay kafasını ovalayıp odadakilere baktı. Kızgın ve sen nasıl bir salaksın, diyen bakışların ardından omuzları düşüp yüzü asıldı. Aklı ikizindeydi.

"Hıyarın tekiyim değil mi?"

"Eh, biraz öylesin kuzen! Git kardeşinin gönlünü al. Yoksa sana pasta yok," dedi Peri.

O sırada odada çalan telefonla Hayat masadaki telefonu aldı. Sinsi sinsi sırıtıp Uzay'ın yanına ilerledi ve telefonunu ona uzattı. "Tabi öncesinde telefonuna bak istersen. Baran amcam arıyor."

"Ya hayır ya babam ağzıma sıçar Dünya'yı küstürdüğümü duyunca," dedi Uzay. Hayat'ın uzattığı telefonu alıp boş boş ekrana baktıktan sonra bir umut gözleri Canan ablasına kaydı. Canan başını olumsuzca sallayıp dudak büktü.

"Hiç bana bakma. Kardeşler arasına giremiyoruz maalesef!" Uzay sıkıntılı nefesler alıp verdi. Herkes onu odada bir başına bırakıp çıktığında Uzay kaçışının olmadığını anlayarak aramayı cevapladı.

"Baba, selam."

"Oğlum, iyi ki doğdun," babasını başını salladığı sırada ekranda annesi de belirdi.

"Oğluşum iyi ki doğdun bebeğim. Güzel yaşların olsun anneciğim."

"Teşekkür ederim..." dedi sessizce. Anne ve babası bir şeylerin ters gittiğini anladığında annesi araya girdi.

"Kardeşin nerede onu aradık ama açmadı," Uzay sıkıntılı nefesler alıp verdikten sonra bakışlarını babasından kaçırarak "ben onu biraz kırdım anne. Odasına kapandı."

"Ne halt et..." babasının lafını annesi hemen böldü.

"Baran, kardeş onlar hallederler aralarında canım. Uzay, kardeşinden özür dileyip gönlünü aldıktan sonra bir sorun olmaz bebeğim. İkizsiniz siz, ayrı gayrı yapamazsınız ki Dünya' da sen ayrı fazla dayanamaz biliyorsun," Uzay annesinin sözleriyle rahat bir nefes alıp başını salladı.

"Öyle yapacağım anne. Teşekkür ederim. Ben kapatayım yarın konuşuruz yine," deyip telefonu kapatacağı sırada babası ona seslendi.

"Efendim baba," diyerek babasına cevap verdi Uzay.

"İyi ki doğdun oğlum. İyi ki sana ve kardeşine sahibim. Sizi çok seviyorum," babasının sözleri Uzay'ın yüzünde içten bir gülüş doğurdu. Annesi Simge telefonu babasından alıp "bu baban resmen benden rol çaldı oğlum ama iki dakikada yine aşık etti beni kendisine!"

Uzay annesinin laflarına gülüp başını salladı. "Anne, baba. Abi ve abla olmak için çok büyüdük. Kardeş istemiyoruz, korunun. Görüşürüz öptüm sizi!"

Telefonu kapattıktan sonra oflayarak nefeslenip odadan çıktı ve koridorun sonundaki odaya ilerledi. Kuzenleri kapının önünde oturmuş gülerek bir şeyler konuşuyor ara ara kapıya vurup karşı taraftan cevap bekliyorlardı.

"Ne durumda?" diyerek yanlarına oturup çocuklara baktı.

"Peri girdi içeri. Bir iki dakika sonra da gülüşmeler yükseldi. Kapının arkasındalar onlarda. Öyle konuşuyoruz," dedi Yalın. Uzay oflayıp kapıya baktı. Sonra kapıya uzak olduğunu fark edince Dağhan ve Andre'yi itekleyerek kapının hemen önüne oturup kapıya üç kere vurdu.

"İkizim iyi ki doğdun," dedi Uzay ancak bir karşılık alamadı. Kapıya tekrar vurup bir umut karşılık verdi ama ses seda çıkmadı. Üzgünce omuzlarını düşürüp kimseye bakmadan odasına geçti. Üzerini değiştirip yatağına uzandığında odaya Dağhan girdi. Kendi yatağına geçip oturunca Uzay ona dönüp baktı.

"Yedinci sınıfın yazında Dünya'yı ağlattığım günü hatırlıyor musun?" Uzay kaşlarını çatıp düşündü. Hayal meyal bir şeyler hatırlıyordu.

"Şöyle böyle. Sahi neden ağlattın lan sen benim kardeşimi?" Dağhan, Uzay'ın bu yersiz tarihi geçmiş çıkışına sadece bakmakla yetindi. Ona bakmadan yataktan kalıp dolaba ilerledi üzerini değiştirmek için pijamalarını çıkarttı.

"Ona sen neden benden uzunsun, dev gibisin böyle kız olmaz ki demiştim."

"Yuh! Oğlum sen benden de betermişsin." Dağhan çıkarttığı tişörtünü Uzay'a fırlatıp üzerini giyindi.

"Çok konuşma! Peri ufacık, okuldaki kızlar ufacıkken Dünya'nın uzun olması tuhafıma gitmişti. Hem bizden de uzundu oğlum. Bunalıma girmiştim ya ben uzamazsam Dünya benden uzun olursa diye!"

"Ne alaka lan senden uzun olsa ne olur olmasa ne olur!" Dağhan bir an durdu. Ne desem diye düşünürken buldu kendini. Boğazını temizleyip kareli pijamasının altını da giyip yatağına ilerledi.

"Yani, Dünya bile benden uzun ya asker olamazsam diye kuruldum işte..." dedi yarım ağız. Uzay, Dağhan'a birkaç saniye baktıktan sonra güldü.

"Dağ, hayvan gibisin oğlum sen. Dünya'dan da en fazla iki santim kısaydın. Şimdi bak bizden kısalar," Dağhan gözlerini devirip yatağa uzandı. Ellerini başının altına alıp o günü anımsadı. Dudakları iki yana kıvrıldı ama hemen düzeltti.

"Kâğıttan gül yapmayı o zaman öğrendim. Dünya en çok beyaz gülleri ve altın madalyalarını seviyor. Ona madalya veremeyeceğime göre tek seçenek beyaz güller kalıyordu ama inat kız senin dışında kimseden gül kabul etmiyor, bende kâğıttan gül yapıp verince affetmişti ama canlı değiller diye de üzülmüştü..." Uzay sırıtışı yüzünde yayıldı. Dağhan'a tişörtünü geri attı.

"Canım ikizim... Tabii sadece benim aldığım gülleri kabul edecek oğlum. Ne sandın?"

"He yavrum he! Neyse, yat zıbar akıl falan vermiyorum sana," dedi ve arkasını dönüp yastığına sarıldı Dağhan. Ancak Uzay yatağından kalkıp yanına oturunca kapadığı gözlerini açıp ona baktı.

"Ne aklı?"

"Rahat bırak beni," dedi Dağhan.

Uzay rahat bırakmadı. Dağhan'ın omzunu sarsıp göz kapaklarını yukarı çekti. "Söylesene oğlum Dünya'm nasıl affeder beni?"

Dağhan dayanamayıp Uzay'a döndü. Komodinin çekmecesini açıp içinden sabah yaptığı beyaz güllerden bir tane çıkarıp Uzay'a uzattı. "En sevdiği güllerden al ve sadece özür dile. Sen onun en sevdiği insansın en çok sana kırılır en çok sana dayanamaz. O yüzden kasma ama adam ol kıza bir daha öyle laflar etme geri zekalı..."

Kahvaltı masasında Uzay ve Yusuf Ali dışında herkes vardı. Dünya asık suratıyla tabağındakilerle oynuyor kendisine atılan hiçbir lafa pas vermiyordu. Oflayıp başını yasladığı elinden çekip masadakilere baktı. Barlas ve Uzay masada değildi. İç çekip silkelendi.

"Doydum ben. İzninizle," dedi.

"Ablacığım hiçbir şey yemedin ki," Dünya, Canan ablasına bakıp tek omuzunu silkti. Böyle nazlanmak hiç huyu değildi ancak ikizinin kırdığı kalbi kendini fazlasıyla naza çekiyordu.

"Acıkmadım. Sonra yerim, size afiyet olsun," deyip ayaklanacağı sırada yüzüne çarpan güllerle afalladı. Hareket etmek için başını geri çekip ne olduğunu anlamaya çalışırken kocaman gül demetini tutan Uzay'ın kendisine üzgün gözlerle baktığını gördü.

"Dünya'm, dünyalar güzelim, kraliçem, şampiyonlar şampiyonum, en güzel gülüm kalbini kırdığım için özür dilerim. Bu hıyar ve salak ikizini affedebilecek misin?"

Masadaki tüm çatal bıçak sesleri kesildi ve herkesin gözleri ikizlere çevrildi. Peri telefonunu çıkarıp hem bu anı kaydetmek hem de onları daha yakından izlemek için video kaydı başlattı.

"Bu ne?" dedi Dünya soğuk bir tavırla. Uzay önce güllere sonra Dağhan'a sonra da ikizine baktı.

"Gül bir tanem, en sevdiğinden bembeyaz gül!"

"Görüyorum kör değilim," Uzay sakince soluklanıp şapşal bir sırıtışla kucağında daha fazla tutamadığı gülü ikizinin burnuna kadar soktu. Sesini inceltip ikizinin en sevdiği kitap karakteri gibi çıkarmaya çalıştı. "Dobby efendisinden özür diliyor. Efendisi Dobby affetsin lütfen!"

"Hııı Dobby Dobby!" Minel'in neşeli ve heyecanlı sesiyle konuşmasıyla kıkırtılar yükseldi. Dünya gülümsememek için dudaklarını birbirine bastırıp ikizinin uzattığı büyük gül demetini zorlanarak kucağına aldı.

"Dobby efendisini çok üzdü. Efendisinin düşünmesi lazım. Gül için teşekkürler," dedi Dünya. Güllerini sıkıca kucaklayıp bağrına bastı ve gülücükler saçarak odasına çıktı.

"Şimdi affetti mi affetmedi mi?" Uzay'ın sorusuyla herkes önüne dönüp kahvaltı etmeye yeniden başladı ancak Hayat alayla sırıtıp Uzay'a tabağındaki zeytin çekirdeğini atıp "Muamma vallahi Uzaycığım ama bir ışık var gibi," dedi Hayat.

"Dağhan şunun ensesine geçirsene bir tane!" Dağhan, Uzay'a asker selamı verip tam Hayat'ın ensesine vuracaktı ki Yusuf Ali araya girip Dağhan'ın elini tuttu.

"Uzatmayın," çocuklar Yusuf Ali'ye başlarını sallayıp sessizliğe gömüldüler.

Tüm gün evde takılıp aileleriyle görüntülü görüştükten sonra akşama doğru iskeleyi doğum günü kutlaması için hazırladılar. İskeleye kurdukları uzun masada her zaman olduğu gibi neşeli gülüşler, uzun sohbetler dönerken Uzay sadece kardeşini izliyor göz göze geldikleri her an elleriyle kalp işareti yapıp öpücük atıyordu. Dünya gülleri gördüğü ilk anda kardeşlini affetmişti ama onun bu tatlı ilgisini görmek onu mutlu ettiğinden trip atmaya devam ediyordu. Kendini naza çektiği sadece ikizi ve babası olduğundan bu tavrının abartılı olduğunu düşünmüyordu.

Dünya gülümseyip önüne döndükten sonra içeceğinden bir yudum alıp hemen yanında oturan kuzenine yaklaşıp "Peri'm haydi bize şarkı söyle," dedi.

Peri gülerek başını sallayıp doğum günü kızı olan kuzenini geri çevirmedi ve boğazını temizleyerek ayaklanıp sandalyesinde dizleri üzerine çıkıp ellerini çırparak tüm dikkatini üzerine çekti.

"Hanımlar, beyler. Yüksek müsaadenizle canım ikizlerime en sevdikleri şarkıyı söyleyeceğim."

"Ya hayır ama!" diye serzenişte bulundu Uzay fakat Peri pek oralı olmadı gözlerini hemen karşısında oturan arkadaşına, can dostuna çevirdi. Yalın, önündeki tabağı biraz itekleyip önünde boş bir alan yarattı ve parmaklarıyla ritim tutarak masaya vurup Peri'ye şarkıya girmesi için başıyla komut verdi.

Kaç yıl oldu saymadım köyden göçeli
Mevsimler geldi geçti görüşmeyeli
Hiç haber göndermedin o günden beri
Yoksa bana küstün mü unuttun mu ben

Dünya ve Uzay birbirilerine bakıp gülümsediler. Annelerinden öğrendikleri ilk şarkıydı bu. Canları sıkıldığında, üzüldüklerinde, hasta olduklarında içlerinden ya da dışlarından fark etmez hep bu şarkıyı mırıldanırlardı. Ama bu şarkıyı en çok birbirilerinin seslerinden dinlemeyi severlerdi.

Dün yine seni andım gözlerim doldu
O tatlı günlerimiz bir anı oldu
Ayrılık geldi başa katlanmak gerek
Seni çok çok özledim arkadaşım eşek...

Peri şarkıyı bitirdiğinde alkışları reverans yaparak kabul edip Dünya'nın başından öpüp yanaklarını sevdi ve yerine tekrar oturdu. Masadaki güzel atmosfer azalmak yerine daha da artarak devam ederken Canan ve İzel bir süre sonra birlikte ayaklanıp eve ilerlediler. Canan Dünya'nın İzel Uzay'ın pastasını alıp mumları yerleştirdikten sonra iskeleye geri döndüler. Hep bir ağızdan iyi ki doğdun şarkısı söylenirken her zaman olduğu gibi ikizler karşılıklı durunca Canan elindeki pastayı Uzay'a, İzel ise Dünya'ya uzattı.

İkizler pastaları alıp birbirilerine bir adım daha yaklaşıp pastaları birbirilerine doğru kaldırıp uzattılar. Aynı anda gözlerini kapatıp aynı anda dileklerini tuttular ve aynı anda üflediler. Alkışlar birbirine karışırken Canan ve İzel pastaları geri alıp onlara rahat bir alan yarattılar. Dünya gülümseyip kardeşine kollarını açtığında Uzay rahat bir nefes alıp ikizine sıkıca sarıldı. Omuzuna, saçlarına buseler kondurup kulağına "seni çok seviyorum Dünya'm. İyi ki kardeşimsin, iyi ki benim güzeller güzeli ikizimsin..."

Dünya dolan gözlerini kırpıştırıp yanağını kardeşinin omzuna yaslayıp elini yanağına yasladı ve usulca kardeşinin kulağına fısıldadı.

"İyi ki doğdun ikizim. Seni çok seviyorum... Annemin ne dediğini asla unutma ikizler asla ayrılmazlar. Daima yanında olacağım kardeşim, hep yanında yamacında olacağım..."

23 EYLÜL 12:15 / Bulgaristan


23 EYLÜL 12:15 / Bulgaristan

Bulgaristan'daki dağ evinde herkes kendi halindeydi. Ekim kucağında bilgisayarıyla koltukta oturuyor, Peri üst katta yataktan çıkmıyor, Yalın boş antrede volta atıyor Hayat ise mutfakta kek yapmaya çalıyordu.

"Yalın, Yalın bir gelsene!"

Yalın kendisine seslenen Hayat ile adımlarını mutfağa yönlendirdi. İçeri girdiğinde Hayat'ı elinde tencereyle buldu. Ağır adımlarla yanına ilerleyip etrafa bakındı. Batmış bir tezgâh, her yere bulaşmış kek harcı ve salak salak sırıtan Hayat vardı.

"Ne yapıyorsun?"

"Öldüm açlıktan. Baktım mutfağa un var şeker var yağ var. Kek yapayım dedim ama olmadı sanki bu bir baksana sence olmuş mu?" deyip parmağını harca sokup Yalın'a uzattığında karşılaştığı çatık kaşlarla yutkundu.

"Pardon kanka ben bir an cinsiyetleri karıştırdım." dedi Hayat.

Yalın önce boğazını temizledi, sonrasında dudaklarını birbirine bastırıp kollarını göğsünde bağladı ve "şu an gerçekten kek mi yapıyorsun Hayat?"

"Evet," dedi Hayat çok olağan bir şeymiş gibi.

Yalın sakinlikten uzak bir şekilde gülüp yanağını kaşıdı ve kolunu tekrar göğsüne indirdi. Hayat karşısında sanki bok çukuruna düşmek üzere değillermiş kek çırparken sakinleşmek için soluklandı ve "kek?" dedi.

"Evet, kek."

"Memleket bu haldeyken!" ironi yaptı ama karşısında Hayat olduğunu sustuktan sonra fark etti.

"Ne olmuş ki memlekete çığ mı düşmüş Artvin'e?" Yalın, Hayat'a hayretler içerisinde bakıp sinirle güldü.

"Neyi merak ediyorum biliyor musun ailedeki herkesin IQ seviyesi yüksekken sen nasıl böyle bir mal oldun? Gerçekten anlamıyorum! Hayır insan bir halasına çeker ne bileyim amcasına çeker sen nasıl bir salaksın arkadaş ya? 106!"

Hayat, Yalın'ın dediklerini o an için umursamadan tuttuğu tencereyi masaya bırakıp parmağındaki harcı yaladı. Ağzında yayılan tatla yüzünü buruşturup lavaboya ilerledi. Elini yıkarken bir anda yaşadığı aydınlanmayla Yalın'a baktı ve "hakaret mi ediyorsun sen bana?" dedi.

"Yok halay çekiyorum," söylediği sözlerin ardından Hayat'a sırtını dönüp mutfaktan çıktı Yalın. Arkasından Hayat'ın söylendiğini umursamadan yürüdü ve üst kata çıkan merdivenlerin önünde durdu.

"Arnavutluk'a varmışlar," başını Ekim'e çevirdi. Uzandığı koltukta kucağında bilgisayarı yetmiyormuş gibi bir de tabletle uğraşıyordu. Bir şey söylemedi. Asma kata yeniden baktı ve merdivenleri çıktı.

Merdivenlerin başında durup Peri'ye baktı. Sırtı dönüktü, yorganı da başına kadar çekmişti. Yanına ilerlemeden önce seslendi fakat Peri'den bir hareket göremeyince yanına ilerleyip başında durdu. Üzerine çektiği yorganı burnuna kadar çekmişti. Ellerini uzatmak istedi ancak yapamadı. Karıncalanan ellerini yumruk yaptı.

"Uyuyor musun?" ses gelmedi. Birkaç saniye Peri'yi izledikten sonra uyuduğuna emin oldu. İç çekip kastığı bedenini gevşetmek için uzun bir nefes alıp verdi. İki adımda yatağın kenarına oturup yumruk yaptığı ellerini açıp bacaklarının arasında birbirine kavuşturdu.

"Seninle yan yana olmayı özlemişim," kendi sesini sadece kendisi duydu. Dudaklarına sinen buruk tebessüm canını acıttı. Peri'ye durgun gözleriyle bakıp ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini bilmemesinin verdiği gerginlikle dağınık saçlarını eliyle daha da karıştırıp ofladı.

Hepsi yıllarca bedenen birbirlerinden uzak kalmışlardı. Birbirilerine suçlayıcı bakışlar attıklarını ve artık Dünya'nın olmadığını fark ettikleri an birbirilerinden kaçmışlardı ancak o kaçışmaların arasında sadece Peri kaybolmuş kim nereye çekiştirirse oraya gitse de ruhu herkesten çok uzağa kaçmıştı.

Oturduğu gibi usulca yataktan kalktı. Küçük adımlarla Peri'den uzaklaşıp merdivenlerin başına ilerledi ve aşağı inmeden son kez Peri'ye baktı ve düşen omuzlarıyla basamakları indi. Salona ilerleyeceği sırada mutfak gelen seslerle yönünü o tarafa çevirdi.

Ekim elleri belinde Hayat'a etrafı göstererek bağırıyor, Hayat ise onu umursamadan kek yaptığını sandığı harcı karıştırmaya devam ediyordu. Yalın, onun bu aldırışsız haline gülmeden edemedi. Hayat, yine Hayat'tı.

"Kime diyorum alo! Şu hale bak ya temizle hemen!"

Ekim'in tiz sesine katlanamayacağını fark ettiği an onlara sırtını döndü Yalın. Salona yeniden yürümeye başladığı sırada Hayat'ın "Şu parmağımı bir yalasana tadı nasıl olmuş?" dediğini duyduğunda kıkırtılarını tutamadı. Bu çocuk yaşı kaç olursa olsun nerede olduklarının önemi olmadan sinirlerini muntazam bir şekilde bozuyordu.

Salona geldiğinde pencereden dışarıyı izledi. Herhangi bir hareketlilik ya da bir ses yoktu. Uzay ve Ekin bu evin güvenli olduğu konusunda hemfikirlerdi lakin Yalın öyle düşünmüyordu. Bu evin içinde kendisini ve evdekileri açık hedefte görüyordu.

"Geri zekalı, aptal ya!" pencereden uzaklaşıp kalın perdeyi çekti söylenmeye deva eden Ekim'e kısa bir bakış atıp kendini uzun geniş koltuğa bıraktı. Bacaklarını uzatıp başını koltuğun kolçağına yasladı ve gözlerini kapadı fakat Ekim susmamaya yemin etmiş gibi Hayat'a saydırmaya devam ediyordu.

"Sapık herif!" Yalın dayanamadı. Yaslı başının hafif bir açıyla kaldırıp Ekim'e ters bir bakış attı.

"Sus artık! Beynimi siktin!"

Ekim sehpanın üzerindeki bilgisayarını almak için eğildiği sırada Yalın sözleri ile bir an duraksadı ve ona baktı. Göz göze geldiklerinde Ekim doğurulup sağ kaşını kaldırdı ve ciddi bir edayla "sanırım silahlarımı kuşanmalıyım. İçerdekiler, dışarıdakilerden daha tehlikeli olmaya başladı," dedi.

Yalın uzattığı bacaklarını üst üste atıp sol kolunu koltuğun tepesine yasladı ve alaylı bir ifadeyle Ekim'i baştan aşağı süzdü. Boyu ortalama bir kadına göre uzundu. Esmer teni, sportif bedeni, kısacık olan siyah saçları, kahverengi gözleri ve sol yanağındaki belirgin beniyle Ekin'in gerçekten ikiziydi. Sadece daha aykırı duruyordu. Geri doğru taranmış kısa saçları, kulaklarını tamamen dolduran piercing ve küpeleri, yüzünün favori kısımlarındaki kıvrımlı küçük dövmeleri... Sanki fantastik bir romanın asker karakterlerinden birisiymiş hissi uyandırıyordu Yalın'da.

"Spor Bilimleri yerine Edebiyat okumalıymışsın. Boş çene çalmakta üstüne yok!"

Ekim aralı duran dudaklarını güçlü bir baskıyla birbirine bastırdı. Esefle bakan kahverengi gözlerini karşısında fazlasıyla rahat oturan adamda gezdirdi. Sehpanın etrafında dolanıp koltuğa bakan kısma oturdu ve dirseklerini bacaklarına yaslayarak Yalın'a doğru biraz eğildi.

"Sizin bu küstahlık genetik sanırım," Yalın güldü. Kendini toparlayıp Ekim gibi oturdu ve yüzünü onun yüzüne yaklaştırdı. Burnuna sataşan yoğun koku onu bir an afallattı. Tanımadığı, daha önce duyumsamadığı bir kokuydu ancak fazlasıyla baştan çıkarıcı olduğunu söyleyebilirdi.

Silkelendi, aklını tamamen boşaltıp karşısındaki kadının potansiyel bir tehlike olduğunu kendisine yeniden hatırlattı. Bir de ağlatmaktan bahsediyordun Yalın, diyerek kendi kendisine söylenmeden de edemedi.

"O konuda kendine haksızlık etme. Eline su dökemeyiz," Ekim karşısındaki adamın hazır cevaplılığıyla dilini istemsizce ısırdı. Dirseğini dizinden oynatmadan elini kaldırdı ve uzun tırnaklarıyla gerilen çenesini kaşıyıp samimiyetsiz bir gülümsemeyi dudaklarına yerleştirdi.

"Elime su dökemeyeceğiniz o kadar şey var ki... Neyse ki zamanımız var belki içinizden biri beni şaşırtmayı başarır," dedi ve Yalın'ın omzuna iki kere vurup oturduğu sehpadan kalktı, laptopunu aldı ve kendi yerine geçip oturdu. Bilgisayarındaki navigasyon ve GPS programını aktifleştirip son durumları kontrol etti. Kurt'un aracı sürekli hareket halindeyken Ekin ve diğerlerinin olduğu araç ise hareketsiz bir şekilde saatlerdir aynı yerde duruyordu.

"Bir durum var mı?" göz ucuyla Yalın'a bakıp başını olumsuzca salladı.

"Ekin ve uzay hareketsiz epeydir."

"Aramalı mıyız?" dedi Yalın daha deminki atışmayı arka plana atarak.

"Onlar arar," demekle yetindi Ekim.

Yalın yerinde rahatsızca kıpırdandı. Boynunu sağa sola eğip kütletti ancak aradığı rahatlamayı bulamadı. Koltuktan kalktı. Yeniden pencereye ilerleyip perdeyi araladı dışarıya göz attı. İçini kemiren kurtlar rahat nefes almasına müsaade etmiyordu.

"Bir kek yapmışım var ya of. Peri yer mi acaba? Kakaolu sever o ama emin değilim..." Hayat'ı duydu ama dönüp bakmadı. Dağ evinin önünden geçen patika yolun sağına soluna bakmak için başını iyice eğdi.

"Ölmek gibi bir niyeti yoksa o keki kızcağızdan uzak tut!" Hayat gözlerini hayretle açıp bir an duyduğu küçümseme kokan kelimeleri doğru algılayıp algılamadığını sorguladı. Bu kadının aşırı özgüveni ve sürekli laf sokması sıkıyordu artık.

"Kızcağız mı? Peri mi?" güldü Hayat. Güçlü adımlarıyla ilerleyip kendini tekli koltuğa bıraktı ve Ekim'e gözlerini dikti.

Güzelliğine lafı yoktu ancak itici bir tipti. Çıktıkları bu yolda kimi arkada bırakırsın deseler hiç düşünmeden Ekim derdi ancak belli ki çok sevgili kuzeni Uzay bu kıza ve ikizi olan Ekin'e kendilerinden daha fazla güveniyordu. Gerçi güvenmekte bir konuda haklıydı. Ekin ve Ekim dövüşmeyi bilen, becerikli, zeki ve acımasız tiplerdendi. Üstelik elleri kolları yaşlarına rağmen fazlasıyla uzundu.

"Kızcağız dediğin o kız seni tek lokmada yer benden söylemesi," sataşmaktan geri durmadı Hayat. Ekim ise bilgisayar ekranındaki gözlerini karşısında oturan Hayat'a çevirdi. Dudağının sol köşesi kıvrıldı.

"Senin tanıdığın Peri belki. Düşük bir ihtimal... Benim kısacık zamanda tanıdığım Peri bacağını kaldırıp tekme bile atamaz! Eh, savunma sanatlarındaki üstün başarılarımı da düşünürsek tek lokmada yiyen taraf ben olurum!"

"Neyse ki her şey fiziksel değil," diyerek konuşmaya dahil oldu Yalın. Ekim fiziksel güç olarak avantajlı olabilirdi ancak Peri'nin zekasının kıyısından köşesinden bile geçemezdi. Sadece o da değil tanıdığı, tanıyacağı hiç kimsenin Peri kadar zeki olabileceğine inanmıyordu. Mesele IQ seviyesi de değildi. Peri bir harmandı. Tek yönlü bir zekâ türünden ziyade var olan tüm türlerden birer parça taşıyordu. Distopik bir dünyada yaşasalardı şüphesiz o dünyanın tahtında Peri oturuyor olurdu. Tabii öyle bir dünyada da tembelliği tercih etmemesini umuyordu Yalın.

Düşünceler denizinde boğulacağını fark ettiği an zihninde bir dehlize attı kendisini. Hayat'ın yanına ilerleyip "ben bir dışarıyı dolanacağım. Kulağın Peri'de olsun," dedi. Hayat başını salladı.

Yalın evden çıkınca Hayat'ta kalkıp mutfağa ilerledi. Ocakta pişen keki kontrol etti ama burnuna gelen yanık kokusuyla yüzünü ekşitti. Ocağın altını kapatıp tencereyi lavaboya bıraktı ve soğuk suya tuttuktan sonra olduğu gibi çöpe attı.

"Anneni, ablanı biraz dinleyip yemek yapmayı öğrenseydin şimdi miden bayram ediyordu Hayat," kendine söylenmeleri arasında hareket etti ve tüm cesaretini toplayıp üst kata çıktı. Söz konusu açlıktan sırtına yapışan midesiydi.

Peri yorganı başına kadar çekmiş, cenin pozisyonunda yatıyordu. Uyuyup uyumadığından emin olamadığından yatağa ilerleyip önünde durdu. Gözleri kapalıydı. Hayat emin olamayarak elini uzattı ama yarı yolda vazgeçip geri çekti. Çaresizce oflayıp ensesini kaşıdı. Peri'nin gözleri ve alnı görünen yüzüne doğru eğilip nefesini dinledi. Düzenliydi, iç çekip dudak büktü. Uyandırmaya kıyamadığından geri çekildi. Eskiden olsa yiyeceği küfürleri hiç düşünmeden Peri'nin omzunu yedi şiddetinde bir sarsıntıyla sallayarak uyandırdı ama şimdi kıyamıyordu.

Düşen omuzlarıyla aşağı inmek için merdivenlere yürüdüğünde "uyanığım," diyen Peri ile adımları durdu.

"Peri?" dedi arkasına dönüp baktığında. Peri yataktan doğrulmuş kabarmış saçlarını topluyordu.

"Karnın mı aç?" Hayat yüzüne içten bir gülüş yerleştirip bedenini tamamen Peri'ye çevirdi. İki adım atıp yatağın ucunda durdu. Peri, sayesinde öğrendiği çok şey olmuştu ve Peri sayesinde kendi kendisine öğrendiği ilk şey koruma iç güdüsüydü. Bu içgüdü söz konusu Peri ise ortaya çıkıyordu.

"Ya pamuğum nasıl anladın?" Peri saçlarını toplayıp üzerini düzelterek yataktan çıktı ve spor ayakkabılarını giyinerek doğruldu. Kirpiklerini kırpıştırıp nefeslendi. Yarım yamalak uykular, saatlerdir kıpırdamadan yatmak tüm bedenini sızım sızım sızlatmış bir yerde de yorganın altında bir yere kaçamayacağını anlayınca başka seçeneği kalmamıştı.

"Beni uyandırmaya cesaret edebilen birisin," Hayat başını salladı. Biri kendisiydi, diğeriyse Dünya.

"Kek yaptım ama bilirsin beni. Annem ve ablam ne kadar becerikliyse ben o kadar beceriksizim," Peri ağır ağır başını salladı. Yatağın dibinde duran çantasını alıp küçük gözünden lens kutusunu çıkardı.

"Ayna sadece aşağıdaki lavaboda var. Eşlik edeyim mi?"

"Sen bilirsin," Hayat büyük adımlarla Peri'nin yanına ilerledi. Girmesi için kolunu uzattığında birkaç saniye bir hareketlilik hissetmeyince üzgün gözlerle Peri'ye baktı.

"Peri, aradan geçen şey sadece zaman. Evet şimdi uzağız belki ama yakınlaşmadıkça bunu aşamayız. Ben ya da biz çekineceğin insanlar değiliz... Şimdi lütfen tıpkı eskisi gibi koluma girer misin?"

Peri dolan gözlerini kirpiklerini kırpıştırarak gizlemeye çalıştı ama yanaklarından süzülen yaşlarına engel olamadı. Kendisine uzatılan kola kolunu dolayıp titreyen elini yumruk yaptı. Aradan geçen şey sadece zamandı ama o zaman hepsinden bir şeyleri çalmıştı. Mesele çekinmek, utanmak ya da uzak olmak değildi. Peri, Dünya'nın yokluğunu kaldıramıyor ve onun yokluğunda eskisi gibi devam etmeyi ihanet gibi görüyordu.

Hayat, koluna dolanan kol ile gülümsedi. Büyük avucunu Peri'nin yumruk yaptığı eline yasladı uzunca bir zamandan sonra dudaklarını beyaz, kıvırcık saçlara bastırıp "İnelim mi?" diye sordu.

"İnelim..."

Peri, Hayat'ın desteği ile şeffaf özel mercekli lenslerini taktıktan sonra rahatladı. Uzun zamandır ilk defa bu kadar net görebilmenin rahatlığı ile içinde bulunduğu evi inceledi. Küçük bir dağ eviydi. Mutfak, tuvalet, küçük bir salon ve asma kattan ibaretti. Kasvetli ve boğuktu. Nem ve rutubet girdiği mutfakta daha da belirgindi.

Peri mutfağı inceledi. Hayat'ın burada haddinden fazla vakit geçirdiği fazlasıyla belli oluyordu. Pencerelere ilerleyip yan yana dizili küçük pencereleri açtı. İçeri havalanırken Hayat'a döndü.

"Yaşayan bir şeyler kaldı mı?"

"Bir tava, az kullanılmış un, tuz, şeker ve birazcık yağ." dedi Hayat. Peri elindeki malzemelerle biraz düşündükten sonra aklına gelen ilk şeyi söyledi.

"Peki, krep olur sanırım." yani en azından süt ve yumurta olmasa da olurdu.

"O zaman ben az önceki savaşımdan kalan artıklarımı toparlayıp sana yer açayım," Peri gülümsedi. Hayat ortalığı toparken onu izledi. Açık pencereden adım sesleri duyunca arkasına dönüp bakınca Yalın'la karşı karşıya geldi. Üzerinde yine uzun paltolarından birisi vardı. Elleri cebinde evin etrafını saran belirli aralıklarla yerleştirilmiş çitlerin önünde duruyordu. Koyu kumral saçlarının bir kısmı alnına dökülüyordu. Yüzünü inceledi. Sakalsız yüzü buradan bile pürüzsüz görünüyordu. Kaşları farkında olmadığı belli bir şekilde çatılmıştı. Bakışları yerdeydi. Bedenin ağırlığını önce sol ayağına sonra sağ ayağına verip duruyordu. Gergindi, stresliydi. Bir şeyler düşünüyordu, Peri buna emindi.

Yalın bir an başını kaldırdığında göz göze geldiler. Çatık kaşları kendiliğinden normale dönerken gülümsedi ve büyük adımlarla pencereye yaklaştı. Ellerini açık pencerenin pervazına yasladı.

"Günaydın," dedi Yalın.

Peri, kendisini Yalın'ın karşısında savunmasız hissettiği için kirpiklerini kırpıştırıp gözlerini kaçırdı. Günaydın," dedikten sonra son kez Yalın'ın yüzüne bakıp önüne döndü ve mutfağın ortasında yuvarlak, ahşap masaya ilerledi. Hayat'ın Filiz anneannesinin deyimiyle yalap şap sildiği masayı selpak peçeteyle silip tezgahtaki ürünleri oraya taşıdı ve krepi hazırlayabileceği bir kap bulmak için dolapları karıştırdı.

Bulduğu yuvarlak, derin borcamı dolaptan alıp yıkadı ve peçeteyle kuruttuktan sonra çekmecelerden bir kaşık bulup masaya ilerledi. Elindeki ürünleri göz kararı borcama koyduktan sonra istediği kıvamı alana kadar karıştırıp un ekledi. Pek emin olamasa da hatırladığı kadarıyla harcın olması gerektiği kıvamda olduğuna kanaat getirip çırpmayı bıraktı.

Peri ve Hayat ocağın başına geçip tavaya yağı döktüğü sırada mutfağa Yalın girdi. Tezgâha ilerleyip geçip ceplerinden küçük elmalar çıkartıp lavaboya bıraktı. Kendisini izleyen ikiliye dönüp "arka kısımda bostan tarzı bir bahçe var. Elma ağaçlarını görünce toparlayayım dedim," diyerek açıklama yaptı.

"Bir şey sorabilir miyim?" dedi Hayat.

"Sor," Yalın ve Peri aynı anda konuşunca dönüp birbirilerine bakıp tekrar Hayat'a döndüler.

"Biz neden adam akıllı alışveriş yapmadık ki?"

"Yokluğu bilmediğimiz ve gittiğimiz her yerde her şeyin hazır olmasına alıştığımız için olabilir mi?" Hayat, Yalın'ın cevabıyla memnuniyetsizce dudaklarını büzdü.

"Zenginlik ne zormuş arkadaş!" Yalın ve Peri gözlerini devirip oflayarak Hayat'a yeniden baktılar ve yine aynı anda "106 ya!" dediler.

"Başladınız yine telepatik konuşmalara!"

Yalın'ın dudaklarına özlem dolu bir gülüş yerleşirken Peri bir şey demedi, bakmadı. Ocağın önündeki Hayat'ı itekleyip borcamı alıp tavaya dikkatle bir miktar döktü. Hayat ise tezgâha yaslanıp kollarını göğsünde bağladıktan sonra Yalın'a baktı.

"Uzay'dan ses seda yok. Bu içerideki de bir bok demiyor," Yalın yıkadığı elmalardan bir tanesini alıp masaya ilerledi ve oturdu. Elmasından ısırıp omuzlarını silkti.

"Önce mesaj mı atsak ara diye?" Hayat'ın sözlerini başıyla onaylayıp cebindeki telefonunu çıkarıp Uzay'a mesaj attı Yalın. Onlarla gitmeyi düşünmüş ama aklı Peri'de kalacağından kalmayı tercih etmişti.

"Sizce ne olacak?"

"İyi şeyler olmayacağı kesin..." dedi Yalın.

Peri, konuşan ikiliye göz atıp tavaya yeniden harcı döktü. Peçete üzerine bıraktığı krepleri masaya bırakıp tekrar ocağın başına geçip yeni peçete serdi ve ikiliye dönüp günlerdir aklında dolanan o düşüncesini sonunda dile getirdi.

"Ablamı arayalım!"

Hayat'ın yediği lokma boğazında kalınca öksürmeye başladı. Kendisine ifadesizce bakan kuzenine ve arkadaşına sırtına vurmalarını göstermeye çalıştı ama Peri önüne geri döndü Yalın ise keyifle elmasını kemirip onu izleyince koşarak salona gidip Ekim'e sırtını gösterdi.

"Ne o tek lokmada boğuldun mu?" Hayat başını sallayıp tekrar sırtını gösterince Ekim omuzlarını silkti ve bakışlarını bilgisayara çevirdi. Hayat hayretle içerisinde öksürmeye devam ederken sırtında hissettiği sert darbeyle öne doğru yalpalandı.

Öksürükleri azalıp boğazındaki lokmayı yuttuğunda rahat bir nefes alıp sırıttı. Boğazını ovalayıp Ekim'e ters ters bakıp arkasında döndü hayatını kurtaran Yalın'a teşekkür edip yanağından hızlıca bir makas aldı.

"Oğlum sen harbiden 106'sın!"

"Bu artık babama hakarettir ama!" dedi Hayat.

"Aslan dayımla asla alakası yok. O kendine münhasır bir 106 ama sen gerçek bir 106'sın," Ekim'in kıkırtıları ortama yayılınca ikili ona baktılar. Ekim keyifle iç çekip gözlerini Hayat'a çevirdi ve onu üstünlük taslayan bakışlarıyla süzdü.

"Bu 106 IQ seviyesi sanırım. Biliyor musunuz asla şaşırmadım." Hayat kızgın bakışlarını Yalın'a çevirdiğinde Yalın hızla arkasına dönüp mutfağa ilerledi.

Hayat giden Yalın'ın arkasından bakmaya son verip kendisiyle alay eden Ekim'e döndü. Cevap vermek için dudaklarını araladı ama bir şey diyemeyince sinirle oflayıp ayaklarını yere vura vura mutfağa geri döndü.

"Alacağın olsun lan. Rezil rüsva ettin beni!"

Yalın, Hayat'ın söylenmelerini duymazdan gelip elmasını yemeye kaldığı yerden devam etti. Peri ise ocağın altını kapatıp Hayat'a dönüp çatık kaşları ve gergin tavrıyla "o kim ki rezil oluyorsun Hayat?" dedi.

Yalın ise başını sallayıp Hayat'a sırıtarak bakıp "doğru bir yaklaşım." diyerek Peri'yi destekledi.

Hayat gözlerini devirip ikisine surat astı. Masaya ilerleyip kreplerden birkaç tanesini peçeteye sarıp salona geri döndü. Ekim'in karşısındaki berjere oturup hırsla yemek yemeğe başladı. Ekim'in bakışlarını üzerinde hissedince dolu ağzıyla başını sallayıp göz kırptı.

Ekim bakışlarını Hayat'tan çekti. Bilgisayarın ekranını kapatıp sıkıntıyla oflayıp ayaklandı. Küçücük ev üstüne geliyor, afakanlar basıyordu. Bir de tanımadığı ve hiç güvenmediği insanlar arasında onların güvenliğini sağlamak sinirlerini daha da zorluyordu.

Koltukta uyumaktan ağrıyan bedeni esnetip ensesini ovalayarak pencereye doğru yürüyüp açtı. Yüzüne çarpan serin havayla gözlerini birkaç saniye kapattı. Burada değil orada, ikizinin yanında olmalıydı. Ellerini beline yasladı. Başını geriye doğru atıp gözlerini kırpıştırarak araladı. Yer yer rutubetli tavanı boş gözlerle izledi. Duyduğu adım sesleriyle başını çevirip omzunun üstünden arkasına baktı. Peri'yi görünce bir an şaşırdı. Günlerin ardından ilk defa iyi görünüyordu. Elinde peçeteye sarılı olan şeyi sehpanın üzerine bırakıp Hayat'ın yanına oturdu.

"Doydun mu?" Hayat'ın asık suratı anında düzelip gülümsediğinde kaşları hayretle hareketlendi. Peri'ye dönüp göz kırparak başını salladı.

"Doydum pamuk, ellerine sağlık."

Fazla yakın ama bir o kadar uzaklar, diye düşündü Ekim. Yaşadıkları şeyden sonra uzak olmaları bir yerde anlaşılabilirdi ancak daha da kenetlenmeleri gerekirken neden koptuklarını merak etti. Evet, yaşadıkları korkunç bir şeydi ama yine de birbirine bu kadar bağlı yetişmiş insanlar için beş yıl ciddi bir zamandı.

"Canan abla meselesini düşündüm," bakışları Yalın'a kaydı. Bu ismi biliyordu. Canan Ahsen Toral'ı tanıyordu. Kollarını göğsünde bağlayarak yanlarına ilerledi iki gündür kıçını kaldırmadığı koltuğa yerleşip tabletini ve laptopunu yeniden kucağına aldı. Bir şeylerle ilgileniyormuş gibi görünse de kulaklarını dört açıp dikkatini onlara verdi.

"Bunu burada mı konuşacağız?" dedi Peri. Lensleri sayesinde net gören gözlerini Ekim'e çevirdi. Güven onun için hassas bir meseleydi ve kime güvenip kime güvenmeyeceğini ilk anda anlayan birisi olarak karşısındaki kadına asla güvenmiyordu.

"Konuşmamızı gerektiren bir şey yok zaten Peri. Canan ablaya gidemeyiz. Artık buradayız, devamında ne olacak ona odaklanmalıyız," Yalın'ın ne demek istediği açıktı. Geç kalmışlardı.

"Canan abla her türlü kıçımızı kurtarırdı ama işin içine kimler girerdi bir düşününce... Böyle daha iyi bence," Peri başını sallayarak Hayat'ı onayladı. Haklı oldukları noktalar vardı elbette ama bir şeyi atlıyorlardı. Uzay her zaman ters, kafasına eseni yapan, yaramaz biriydi ve böyle birisine herkes sözünü geçiremiyordu.

"Uzay döndü mü Yalın?" dedi bir Hayat.

Yalın başını olumsuz bir tavırla sallayıp telefonunu cebinden çıkardı. Mesajına dönülmemişti. Bakışı Ekim'e kaydı. Artık aramalıydılar. Daha fazla beklemek gereksizdi. Oturduğu yerde tamamen Ekim'e dönüp dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini boşlukta salladı.

"Ekim, aramalıyız. Çok uzun süre oldu," Ekim kendisine bakan yüzlere bakıp başını salladı. O da fazlasıyla meraklanmıştı. Kucağındaki bilgisayar ve tabletini sehpaya bırakıp koltuğun kenarına oturup telefonu çıkarıp Ekin'i aradı ve hoparlöre aldı. Telefon çaldı, çaldı, çaldı sonra kapandı. Ekim bu sefer Uzay'ı aradı ama aldığı karşılık aynısı oldu.

"Açmıyorlar!" endişeli bakışlar birbirilerinin yüzlerinde gezindi. Yalın gerginlikten yerinde kıpırdanıp ayaklandı. Kendi telefonunu çıkarıp Dağhan'ı ardından Andre'yi aradı ama onun da karşılaştığı sonuç aynıydı.

"Şu Kurt denilen adamı ara!" dedi Yalın. Ekim, Kur'un numarasını tuşladı. Telefon çaldı, çaldı, çaldı. Meşgule düştüğünde endişeli bakışlar birbirine yeniden baktı. Ekim hızlıca tabletini alıp konumlarını kontrol ettiği sırada Peri'yi konuşmayı ihtiyacı duyarak boğazını temizledi.

"Sakin olalım. En azından telefonları çalıyor. Belli ki açamayacakları bir durumdalar. Ayrıca diğerlerini bilmem ama eğer başları belada olsa Dağhan mutlaka haber uçurur!"

Sakinleşmek adına derin nefesler aldılar. Hayat ve Yalın bir an bakıştılar. İkisinin de aklına dolanan ihtimaller silsilesi aynıydı. Yakalanmış olabilirlerdi, tuzağa düşmüş olabilirlerdi. Kaza yapmış olabilirlerdi. İhtimaller çoktu ancak bir cevapları da ne yazık ki yoktu.

"Hareket var. Aynı güzergahta hareket ediyorlar!" Yalın ve Hayat, Ekim'in oturduğu koltuğun arkasına geçip ekrana baktılar. İki küçük nokta peş peşe ilerliyordu.

"Neredeler?" dedi Yalın.

"Tiran'a gidiyorlar," haritayı küçültüp konumu kontrol etti. Planlanan güzergahta kalacakları yere gidiyorlardı. Ekim rahat bir nefes aldı. En azından sadece onların ve kendisinin bildiği bu bilgiyle iyi olduklarına emin oldu.

"Tiran mı? Molnar ailesinin evi İşkodra'da değil mi?" Ekim'in kahverengi gözleri Peri'nin mor menekşe rengindeki gözlerine kaydı. İki kadının çatık kaşlarının altında birbirine bakan meydan okuyan bakışları etrafa buz gibi bir hava yaydı.

"Evet." dedi dümdüz bir sesle.

Peri'nin kaşları alayla düzeldi ve sağ kaşı alayla kavislendi. Ekim'den gözlerini çekmeden ayaklandı ve iki adımda önünde durdu. Ellerini gri eşofmanın ceplerine yerleştirip yüzünü Ekim'in yüzüne yaklaştırdı.

"Tiran'da mı kalacaklar? Otel, ev?" Ekim ifadesiz durmaya zorladı kendisini. Uzay söyleme gereksinimi duymadıysa onun da söylemesine gerek yoktu.

"Bilmem. Bu konu hakkında bir fikrim yok," Peri başını sallayarak geri çekildi ancak bakışları hâlâ Ekim'deydi. Tiran da kalacaklardı. Bu belliydi ama neden bunu kendilerinden saklıyorlardı?

Ekim'deki bakışlarını Yalın ve Hayat'a çevirdiğinde onların da gözlerinde soru işaretleri gördü. Uzay'la konuşmaları şarttı. Bu işe kalkıştılarsa birbirilerinden ne olursa olsun hiçbir şey saklamamalılardı. Peri sıkıntıyla soluklarını bırakıp yeniden koltuğa ilerleyecekti ki kapı çaldı.

Hepsinin bakışları önce birbirilerine sora kapıya döndü. Burası kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi. Kapının diğer tarafında olup kapıyı çalabilecek herkes şu anda Arnavutluk'taydı. Kapı bir kez daha çaldığında ilk hareketlenen Ekim oldu. Koltuktan hızlıca kalkıp sehpanın altına yerleştirdiği silahı alıp tetiği çekti. Kapı bir kez daha çaldı.

Yalın hızla pencereye gidip dışarıya baktı. Patika yolda duran iki araba vardı. İkisi de tanıdık değildi. Sıkıntıyla nefeslenip perdeyi çekti. "İki araba var. Kalabalık olabilirler," diyerek eski yerine geçti.

"Ne yapacağız?" dedi Hayat panikle. Resmen hazırlıksız yakalanmışlardı. Gözleri etrafı taradı. Silah olarak kullanabileceği bir şeyler aradı ama kayda değer bir şey yoktu. Mutfağa gitmeli ve bir bıçak almalıydı. Hareketlendiği sırada Ekim konuştu.

"On iki kurşunum var. Saklanın ben hallederim," diyerek öne atıldı Ekim ancak Peri durdurdu.

"Sakin olun!" dedi önce sonrasında bakışlarını hepsinde gezdirip kapıya baktı.

"Amaçları öldürmek olsaydı kapıyı çalmazlardı," Ekim gözlerini devirdi. Peri şu anda ona göre sadece boş konuşuyordu.

"Yani pamuk?" dedi Yalın hararetle. Hepsinden bir adım öndeydi. Bir kolu çoktan Peri'ye uzanmıştı.

"Gidip kapıyı açacağız."

"Bu kız kafayı yemiş yemin ediyorum. Dışarıda kim var bilmiyoruz, silahları var mı bilmiyoruz ve sen durmuş kapıyı açın diyorsun! Biliyor musun Peri o kapıyı açtığın an alnının ortasına kurşun yemen içinde bulunduğumuz duruma bakıldığında yüzde doksan dokuz!"

"Yüzde bir ihtimal mucize olsa da gerçekleşir. Kim bilir belki o kapının ardında kurtarıcılarımız vardır?"

"Saçmalık!"

"O da bir ihtimal!" dedi Peri ve hepsinden hızlı hareket ederek kapıya hızlı adımlar attı. Diğerleri onu durdurmak için peşinden ilerlerken Peri çoktan kapıya ulaştı ve beklemeden açtı. Gözünü gün ışığı aldı. Elini gözlerine siper edip hızlıca kırpıştırıp yeniden karşısına baktığında gördüğü kişi tüm bedenini ürpertti. Hiç ummadığı bir anda göz göze geldiği mavi gözler yüzünde aptal bir sırıtışa peydah oldu. Olan olmuş ve yüzde bir olan o ihtimal gerçekleşmişti.

"Abla!" dediğinde hemen arkasında varlığını hissettiği Ekim'in dehşete kapılmış sesiyle ablasının yanında dev gibi dikilen adama "abi!" demesi beklediği bir şey değildi...

24 EYLÜL 07:10 / Arnavutluk

"Ayrılık geldi başa katlanmak gerek..."

Uzay mırıldanmalarının arasında nefeslenip başını araba camına yasladı. Gözlerini kapattığında zihnine düşen kendi mavilerine denk mavilerle göğsünün ortasında yıllardır kamp kuran acısı sızladı.

"Seni çok çok özledim arkadaşım eşek...

Kurumuş dudaklarını ıslatıp bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Güneşin kızıl ışıkları gökyüzünü yeni yeni aydınlatıyordu. Şehirde hayat yeni başlamıştı. Korna seslerine karışan koşuşturma sesleri sabahın köründe çekilmez bir hal alıyordu. Gözlerini ovaladı. Başındaki beresini alnına doğru indirip termosundaki kahveden büyük bir yudum aldı ve yan koltukta oturan Ekin'e baktı.

"Kurt'tan haber var mı?"

Ekin başını sağa sola sallayıp yanağını kaşıdı. "Yok, mesajlara da dönmedi henüz," dediğinde Uzay başını sallayıp yeniden kahvesinden yudumladı. Dün gece Ekin, Dağhan ve Andre ile Tiran'a gelmişlerdi. Diğerleri ise Bulgaristan'da kalmıştı. İlk hedef Niko'ydu. Sonrasına sonra bakacaklardı.

"Peri'nin koruması ne durumda?" diye soran Dağhan oldu.

Peri'nin koruması Cesur genç kadını Mersin'e giderken yalnız bırakmamış sonrasında ise bu işte onlara yardım etmek istemişti. Peri ilk başta karşı çıksa da Cesur'un desteğinin önemli olduğunun farkına varınca geri adım atmıştı.

"Moskova'ya geçti. Boryanov Ailesi hakkında araştırma yapacak," dedi Uzay.

Arabanın yeniden sessizliğe gömülürken Uzay termosunun dibinde kalan kahveyi kafasına dikti. Kurt'tan haber gelmeden hareket edememek canını sıkıyordu ancak şu anda beklemek zorundaydı.

Sessizlik içinde geçen iki saatin sonunda arabayı dolduran telefon sesi ile herkes sıçrayıp dikkat kesildi. Ekin cebinden telefonu çıkartıp arayana baktı. Kurt arıyordu. Telefonu hoparlöre alıp açtı.

"Ne yaptın?" dedi Ekin telefonu açar açmaz.

"Niko'yu enseledim. Yoldayım. Konumu atacağım birazdan. Geldiğinizde konuşuruz," dedi ve telefonu kapattı Kurt.

Herkes kapanan telefona baktı. Uzay ve Ekin, Kurt'a alışıktı ancak Dağhan ve Andre için aynı şey geçerli değildi. Birbirlerine baktıklarında aynı anda dudak büküp soluklarını gürültüyle bıraktılar. Ekin telefona gelen bildirim sonrası Kurt'un gönderdiği konumu açıp telefonu mıknatıslı tutacağa yerleştirip Uzay'a baktı.

Uzay konuma bir göz atıp arabayı çalıştırdı ve gaza bastı. Kırk dakikalık mesafeyi kısa sürede aşıp hedefe ulaştığında arabayı durdurdu. Emniyet kemerini çözüp arkada oturan Dağhan ve Andre'ye bir bakış atıp önüne döndü ve arabadan indi.

Arabanın önünde bir araya geldiklerinde Ekin belindeki tabancayı çıkarıp kontrol etti. Dağhan ona yan gözle bakıp elindeki tabancayı inceledi. IMI Desert Eagle idi. Anı kurtarmak için fazlasıyla iş gören bir silahtı.

"Kullanmayı biliyor musun sen onu?" dedi kendini daha fazla tutmayarak Dağhan.

"Gözüm kapalı hem de!" diyerek cevapladı onu Ekin.

Dağhan bir tabancaya bir Ekin'e bakıp önüne döndü ve karşısındaki harabeden farkı olmayan eve baktı. Gecekondudan bozma betonarme ev kuvvetli bir rüzgârda yıkılıp gidecek gibiydi. Bakışlarını Uzay'a çevirdi. Elleri kot ceketinin cebinde başı önünde dalıp gitmiş gibiydi.

"Burada duracak biz?" dedi Andre sonunda dayanamayarak. Ekin başını sallayıp tabancayı yeniden beline taktıktan sonra Andre'ye döndü.

"Kurt işaret vermeden girmeyeceğiz!"

Dağhan, Ekin'in söyledikleriyle burnundan soludu. Dilinin ucunda huysuzca söylenip akademiden kalan alışkanlıkla boynunu sağ sola eğip kütletti.

"Efendim?" dedi Ekin.

Dağhan düz bakışlarını gördüğü ilk andan itibaren hiç hazzetmediği Ekin'e çevirip sinir bozucu bir yüz ifadesiyle "havalar diyorum bozdu bozacak," dediğinde Ekin güldü. Başını aşağı yukarı sallayıp burnunun üstünü kaşıdı.

"Balkanlardayız malum ayazı serttir, çarpar! Dikkat etmek lazım!"

Uzay atışan ikiliye göz devirip kendi belindeki silahı çıkardı ve kontrol etti. Beline yeniden yerleştirip başını yerden kaldırdığında Andre'nin inanamayan bakışlarıyla karşılaştı. Umursamadı. Kot ceketinin yakalarını çekiştirip Ekin'e yöneldi.

"Kurt gecikti. Geldiğimizi biliyor," Ekin başını salladı ve kolundaki akıllı saatten Kurt'a bildirim gönderdi. Saniyeler sonra hemen önlerindeki evin kapısı rahatsız edici bir gıcırdama ile açılınca tüm bakışlar o tarafa çevrildi.

"Sanırım beklediğimiz şey buydu," dedi Dağhan.

"Gidelim!" Uzay keskin ve itiraz istemeyen sesiyle herkes hareketlendi. Uzay ve Ekin önde Dağhan ve Andre arkada, yan yana yürüyerek kapısı açık olan eve ilerlediler. Durduklarında Ekin silahını çıkardı ve içeri önden girdi. Peşinden Uzay hareketlenecekken Dağhan onu kolundan sıkıca tuttu.

"Acele etme, işaret vermesini bekle!"

Uzay kolunu sıkıca tutan elden sıyrılmak için kolunu sertçe kendisine çekti ancak Dağhan'ın kuvveti karşısında hamlesi bir işe yaramadı aksine Dağhan'ın tutuşu daha da sıkılaşınca Uzay gerildi.

"Akademi de değilsin Dağhan," dediğinde Dağhan alaycı alaycı güldü.

"Gayet farkındayım!"

Uzay ve Dağhan birbirine kitlenmiş bakışlarıyla birbirilerine meydan okurken Andre ikisini arkasında bırakıp içeri bir adım attı ve Ekin'in arkasından ilerledi. Etrafı incelediğinde duvarlardaki grafiti yazılar, çöp yığınları ve yer yer yanmış eşya artıkları evin kimler tarafından kullanıldığını itiraf eder nitelikteydi.

Gözleri yeniden Ekin'i takip ettiğinde onu uzun koridorun sonunda dururken gördü. Adımlarını hızlandırıp yanına ilerleyip durdu. Ekin ona bir bakış attıktan sonra gözleri arkasına kaydı.

"Uzay?" Andre omuzlarını silkti.

Ekin geride kalanları görmek için ileri uzattığında karanlık koridorda yan yana yürüyen ikiliyi gördü. Asabiyetleri görünmese de karanlık ortama yayılıyordu. Ekin bıkkın bir solukla önüne döndü. Uzay'a en başında biz halledelim diğerlerini gerek yok demişti ancak sözünü dinletememişti. Ekin'e göre Uzay'ın kuzenleri sadece ayak bağıydı.

"Kurt?" Ekin, Uzay'a bir bakış atıp önden ilerlemeye devam etti. Diğerleri de peşinden.

Kurt, Niko ile evin en ücra köşesinde onları bekliyordu. Niko'nun yüzü dağılmış vaziyetteydi. Elleri arkasında bağlı, dudakları bantla kapatılmıştı. Ekin onları gördüğünde aralarında beri adım kadar bir mesafede durduğunda arkasından gelenleri durdurmak için elini kaldırdı ancak kimse durmadı. Uzay hızlı adımlarla Niko'ya ilerledi ve yüzüne sıkı bir yumruk attı.

"Canının hiç mi kıymeti yok lan senin?" Niko konuşmaya çalışsa da başarılı olamadı. Uzay bir yumruk daha attı, sonra bir tane daha, bir tane daha.

"Yeter bu kadar!" Kurt, Niko'yu ceketinin ensesinden tutup geri çekti. Ağzındaki bandı çekip çıkarttığında Niko'dan bir inleme yükseldi. Kurt, Niko'yu sarsarak dizlerinin üzerinde doğrultup kafasına bir tane vurdu.

"Ne öttün anlat bakalım," dedi Dağhan en sakin haliyle.

"Ben... Ben hiçbir şey söylemedim. Sadece kızımı uyarmak için gittim," gülüşmeler yükseldi. Uzay arkasında kalan Dağhan, Andre ve Ekin'e bakıp "duydunuz mu kızını görmeye gitmiş?" dedi alayla.

"Senin kızını..." Ekin, Uzay'ın yanına gelip elini omzuna vurdu. Sakin olmaları gerekiyordu. Niko'ya baktı. Gözlerindeki korku her şeyi açık ediyorken bir şey itiraf etmesine gerek yoktu.

"Biliyorlar değil mi?"

Niko başını sağa sola salladı. Molnar ailesinin evine bu olanları söylemek sonra da kızını alıp kaçma fikriyle buraya gelmişti ama planları suya düşmüştü. "Bir şey bilmiyorlar. Evet o niyetle gittim ama söylememe fırsat olmadı. Düğüne çok önem veriyorlar herkes sadece onunla ilgileniyor... Zaten bu herif anında enseledi beni!" diyerek tepesinde dikilen Kurt'a baktı.

Uzay göğsünü tozlu havayla doldurup sakince bıraktı. Ayaklarının önünde diz çökmüş halde olan adama baktı. İki gündür peşlerinde kimseyi görmemiş, herhangi bir şeyden kıllanmamıştı. Düşman hattındaydı ve ortalık fazlasıyla normaldi.

"Eğer," dedi hafifçe çömelip Niko ile aynı hizada durduğunda.

"Eğer yine yalan söylüyorsan," belindeki tabancayı çıkarıp tetiği çekti ve Niko'nun alnına yasladı.

"Seni öldürürüm. Leşini de atarım ormana. Kurt mu kapar ayı mı yer orasına karışmam. Anladın?" Niko başını hızlı hızlı salladı.

"Güzel, o zaman söyle bakalım bu düğün ne zamanmış?"

***

Peş peşe ilerleyen arabalar Molnar ailesinin evine iki kilometre kala ormanlık alanda yan yana durdu. Ön kapılar aynı anda açıldı ve Kurt'la Ekin aynı anda arabadan indiler. Kurt etrafı kontrol ederken diğerleri de arabadan çıktı.

Beş adam, iki arabanın önünde küçük bir daire oluşturacak şekilde dizildi. Kurt'un bakışları hâlâ etrafı tararken Dağhan'ında ondan farkı yoktu. Gözleri sadece karşısında dikilen Uzay'daydı ama tüm dikkatini herhangi bir tehdide karşı etrafına vermişti.

"Sadece üç kişi girmekte emin miyiz?" Dağhan'ın gözleri Kurt'a kaydı. Elleri deri ceketinin ceplerinde bakışları ise her yerdeydi. Umursamaz bir adamdı. Kalın kaşlarının ortasında hiç düzelmeyen bir çizgisi vardı.

"Evet. Ne kadar az olursak o kadar az dikkat çekeriz. Kızı alıp geldiğimiz yoldan geri çıkacağız. Her ihtimale karşı tetikle olun!" dedi Uzay.

"Öyle ama çok adam vardır Uzay. Tek gitmeniz riskli!" Uzay bir şey demedi. Aklındaki plan gayet netti. İki kişi gidecek birisi kollarken diğeri kızı alacaktı.

"Sorun yok, endişeye de mahal yok! Sakin ve sessiz olun yeter," diyerek araya girdi Kurt. Bu işi her türlü halledeceklerdi.

"O zaman size iyi yolculuklar. Haber verdikten sonra yaklaşık üç dört dakika içerisinde orada olacağız." Ekin bu durumdan memnun olmasa da Uzay haklıydı.

Uzay, Dağhan ve Kurt yola çıkmadan önce planın üzerinden bir kez daha geçip evin krokisini incelediler. Her şey tamamdı. Eve girmeden önce kapıdaki korumaları haklayacak kıyafetlerini giyinecek ve maskelerini takacaklardı. Niko'nun verdiği tüm şifreleri ezberlemişlerdi. Girişlerde asla sorun yaşamayacak plan tıkır tıkır işleyecekti. En azından hepsinin temennisi buydu.

Uzay, güçlü adımlarla önden ilerlerken Dağhan ve Kurt hemen arkasındaydı. İkisi de sessizdi. Uzay tamamen hedefe odaklanmışken Kurt tetikteydi. Dağhan ise arkasını kolluyor, Uzay'ın iki adım gerisinde sık sık arkasını kontrol ederek ilerliyordu. Ormanlık alandan patika yola çıktıklarında durdular.

"Sınırlardaki adamlarında sorun yok değil mi?" diye sordu Dağhan.

"Sen o kısmı dert etme!" dedi Kurt.

Yürümeye devam ettiler. Dakikalar sonra büyük ve fazlasıyla görkemli ev kendisini gösterdiğinde durdular. Evin ana girişi anan baba gibiydi. Fazla araba ve fazla insan vardı. Yönlerini evin arka kısmına yönlendirdiler. Ev ile aralarındaki mesafe iki metre kadar kalmışken Kurt iki adımla öne geçti. Deri ceketinin cebinden kullanmayı çok tercih etmediği ama fazlasıyla işine yarayan piyano telini çıkardı. Teli parmaklarına dolayıp birkaç kez çekiştirdikten sonra sağlamlığımdan emin oldu.

"Hançerlerin?"

"Yanımda," dedi Uzay sessizce.

"Adamları ben halledeceğim ama tetikte ol Uzay. Hançeri iyi kavra. Parmaklarını mutlaka sarmaşıklara dola ve gerekirse sana öğrettiğim gibi saldır!" Uzay güldü. Kot ceketinin iç kısmındaki kılıf bölmelerindeki hançerlere ceketinin üstünden dokundu. Silahtan daha sessiz olmaları bir avantajdı.

"Kandan hoşlanmadığını sanıyordum," Kurt'un dudaklarında kurnaz bir gülüş belirdi.

"Kendi kanım olmadığı müddetçe sorun yok!"

Dağhan ikilinin konuşmalarını sesini çıkarmadan dinliyordu. Dikkatini onlardan çekip eve çevirdi. Evin arka girişinde yaklaşık on adam vardı. Hepsi uzun boylu, iri yarı tiplerdi. Takım elbiselerinin içinde, ellerinde taramalı tüfekleriyle sürekli hareket ediyorlardı. Patika yolun ormana açılan güney tarafı onları koruyordu ancak ağaçların arkasından çıktıkları an açık hedef haline gelmemeleri imkansızdı.

"Susturucularda işe yararmış," dedi Uzay sıkıntıyla. Evin ön tarafının kalabalığı ve evdeki insanların kim oldukları göz önünde bulundurulduğunda on adam bile azdı.

"Neyse ki işe yarayacak daha iyi silahlarım var," Uzay ve Dağhan anlamsız bakışlarını Kurt'tan ayırmazken Kurt telefonunu çıkardı ve ezbere bildiği numarayı tuşladı. Çalan telefon saniyeler sonra açıldığında Kurt sırıttı ve Arnavutça bir şeyler söyledikten sonra telefonu kapadı.

"Arnavutça mı konuştun?" diye sordu Uzay ama Kurt sadece bakmakla yetindi. Uzay şaşırmış bir ifade takınıp dudaklarını hayretle büktü.

"Arnavutça bildiğini bilmiyordum." dedi Uzay.

"Bilmen gereken bir şey değildi."

Uzay yüzünden silmediği bir sırıtışla başını salladı. Kurt bakışlarını ondan çekip önüne döndüğünde Uzay'ın yüzündeki sırıtış anında yok oldu ve onun yerini derin, kasvetli bakışlar oldu. Dağhan, Uzay'ın anında değişen yüz ifadesiyle kafasında dönüp duran bazı şeyler daha da yerine oturdu. Uzay, Kurt'tan hazzetmiyordu ama nedeni muallaktaydı.

Sessizlik içinde geçen beş dakikanın sonunda kapının önünde bir hareketlilik oldu. Ön taraftan gelen bir adam bir şeyler konuşup yanında dört adamı götürdüğünde geriye altı kişi kaldı. "Giden adamlar dönmeden gidelim!" Kurt başını olumsuzca sallayıp "bekle!" dedi.

Uzay kol saatine bakıp sıkıntıyla iç çekti. Akşam olmak üzereydi ve düğün merasimi nerede başlayacaktı. Müzik seslerinin git gide yükseldiği dakikalarda korumaların önünde volta attığı kapı açıldı ve dışarı elinde büyük bir tepsiyle bir kadın çıktı. Elindeki tepsiyle adamların yanına gidip cilveli hareketlerle ve şuh gülüşleriyle adamlara tepsideki içecekleri verdi ve hepsinin içtiğinden emin olana kadar gitmedi.

"İçeride adamların olduğunu neden söylemedin?" dedi Dağhan.

"Her bilgi paylaşılmaz!" Uzay ve Dağhan kısa bir an bakıştılar. Uzay omuzlarını silkerken Dağhan keskin bakışlarını Kurt'tan ayırmadı.

Adamlar içtikleri içecek sonrasında teker teker yere yığıldıklarında Uzay ve Kurt'un dudakları kıvrıldı. Dağhan ise tepkisizdi. Etrafı kolaçan ettikten sonra hızlı ve güçlü adımlarla evin arka kapısına vardılar. Hareketsizce yerde baygın yatan adamların etrafında dolandıktan sonra Kurt durdu ve elini Uzay'a uzattı.

"Ne?"

"Hançer ver!"

Neden?" Kurt iki adımda Uzay'ın yanına varıp ceketini kavradı ve iç astarındaki hançerlerden bir tane alıp Uzay ile burun buruna geldi. Elinde tuttuğu hançeri üç kere Uzay'ın göğsüne vurup kıstığı gözleriyle konuştu.

"Muhabere Meydanı Kuralları 1: Düşmanını asla sağ bırakma!" Dağhan başını sallayıp Uzay'a baktı ve "bu konuda haklı!" dedi.

Uzay, Kurt kendisinden uzaklaştıktan sonra sıktığı çenesini gevşetti ve sakinliğini korumak adına Kurt'a arkasını döndü. Dağhan ile göz göze geldiğinde onu yok sayıp güçlü bir nefes aldı ve gözlerini kapatıp düşünceler denizine bodoslama daldı. Kurt baygın yatan adamların kalplerine hançerini saplarken kendisini o andan soyutladı. Zihninde yankılanan küçük kız çocuğunun sesi dudaklarında belli belirsiz bir tebessüme neden oldu. Kendini düşüncelerinde yüzün o ana zincirledi. Evinde, odasında, kendi yatağındaydı ve yanında kız kardeşi vardı. Annesinin sesi evi sarmış babasının kıkırtıları odasına kadar geliyordu. Tanıdığı ama artık çok uzaklarda olan o güveni ve huzurun solgun rüzgarını hissetmeye çalıştı.

"Tamamdır." Kurt'un sesi o huzuru yok etti. Kapalı gözlerin önündeki maviler denizlere karışıp yok oldu ve Uzay gözlerini araladı.

Arkasına döndüğünde Kurt adamları halletmiş, hançere bulanan kanı önündeki adamın gömleğine silerek temizliyordu. Hepsini boynundan haklamıştı. Doğrulup hançeri uzattığında hançeri ucundan tutup yerine yerleştirdi.

"Saat başına yirmi dakika var. Bu da demek oluyor ki on beş dakikada her şeyi halletmiş ve buradan tüymüş olmamız lazım. Beş dakika bize kilometreler kazandırır!"

Uzay başını salladı. Arka cebindeki telefonunu çıkartıp Ekin'e özet geçen bir mesaj attıktan sonra attıktan sonra Kurt'a baktı. Gözüne kestirdiği bir korumanın kıyafetlerini çıkarıyordu. Gözlerini ölen korumalarda gezdirdi. Bedenen kendisine yakın olan bir korumaya ilerleyip kıyafetlerini çıkarmaya başladı.

"İçeride de daha deminki kadın yardım edecek. Bizi direkt gelinin kaldığı odaya çıkan bir tünelden geçirecek. Kızı alıp yine oradan geçip çıkacağız. Dua edelimde çok adam olmasın."

Uzay konuşmadan dinlemeye devam etti. Korumanın kıyafetlerini üzerine geçirip ceketindeki hançerlerini alıp ceplerine yerleştirdi. Kurt'un ona fırlattığı kar maskesini de alıp tıpkı korumaların taktığı gibi başına geçirip düzeltti. Kurt'a bakmak için başını kaldırdığında yüksek duvarın tel örgülerindeki kameralarla gördü.

"Kamera?"

"Devre dışı," Uzay'ın elleri başının üzerinde durdu. Kurt'un eli uzundu ama bu kadarını beklemiyordu.

"Sorgu sualini sonraya bırak. Vakit kaybediyoruz," Uzay başını salladı. Maskenin boyun kısmını düzeltip Kurt'un yanına ilerledi.

Dağhan'da hazır olduğunda Kurt, kapıya ilerledi. Büyük çelik kapının sağ üst köşesindeki şifreli kilidine Niko'nun söylediği şifreyi girdi ve kapı saniyeler içerisinde açıldı. Peş peşe kontrollü bir şekilde kapının diğer tarafına geçip kapıyı kapattıklarında karşılarında daha demin korumaları etkisiz hale getiren kadınla burun buruna geldiler.

"Selam, uzun zaman oldu." Uzay'ın ve Dağhan'ın kaşları derinden çatıldı. Karşısındaki esmer kadın kusursuz bir şekilde Türkçe konuşuyordu ve herhangi bir aksanı yoktu. Türk'tü. Buna şüphe yoktu.

"Vaktimiz yok. Bizi tünele götür," Kurt'un mesafeli ve duygusuz sesi kadının koyu harelerine sis perdesi indirdi. Dudaklarını ıslattı ve başını sallayıp etrafı gözetledikten sonra başıyla ilerleyecekleri yönü gösterdi ve öne geçti.

Kurt, Uzay'ı ortaya itekleyip Dağhan'ının da öne geçmesini söyledi ve arkada kaldı. Yol boyunca etrafı sık sık etrafı kolaçan etti. Evin bu kısmı sakin ve köhne bir yerdi. En yakın korumalarla aralarında neredeyse on metre kadar vardı ve bahçeyi saran sık ağaçlar kamufle olmalarına bir nebze yardımcı oluyordu.

"Tüneli sadece aile fertleri bilir. O nedenle herhangi bir koruma ile karşılaşmayacaksınız. Tünelden çıkına kadar ben de evin içini bir şekilde temizleyeceğim. Kız sol kanatta. O kat Anita Molnar'a ait. Bugünlük gelin hanıma tahsis edildi. Beş dakikaya herkes nikah merasimi için evin ön tarafında kalan kilisede olur. Hızlı olun. Fark edilmesi çok zaman almaz."

Bahçe sınırları içerisinde evden fazlasıyla uzaklaşmışlardı. Büyük bir çınar ağacının önünde durduklarında Kurt ve Uzay birbirine baktı. Kurt omuzlarını silkip bilmiyorum der gibi dudaklarını büktü. Uzay kadına geri baktığında eğildiğini gördü. Elini ağacın kök kısmında gezdirdikten sonra bir şeyi sıkıca tuttu ve tüm gücüyle çekti. Başını soluna doğru çevirip bakınca Dağhan ve Uzay da o tarafa baktı. On adım kadar ileride açılmış bir boşluk vardı.

"Gidin haydi. Aşağı indikten sonra şifreli kilidi olan kapıyla karşılaşacaksınız. Şifresi 2M7O3L0N5A4R çıkış kapısının şifresi ise tam tersi. Çok oyalanmayın koşarak geçin. Siz karşılayacağım!"

Tünele girdiler. Uzun, karanlık koridoru beş metrede bir aydınlatma vardı. Koridoru koşarak aştıktan sonra yukarı çıkan merdivenlerin başında duraksayıp soluklandılar. Dağhan durdukları yerde gözlerini Kurt'a dikip her şeyin ne kadar kolay olduğunu düşündü. Evde yüzlerce insan vardı ve bu insanların yüzde doksan dokuzunun silahlı olduğuna emindi. Evin her yanı kameralar ile doluyken bu kadar kolay devre dışı kalmış olması saçmaydı.

"İçeride kaç adamın var?" Kurt güldü. Onu bunaltan maskeyi bir çırpıda çıkarıp cebine koyduktan sonra terden nemlenen saçlarını karıştırdı. Dağhan'a samimiyetsiz bir gülüşle bakıp nefeslendi.

"İçeride adamım yok. İçeride olan benim!" Dağhan duyduklarını idrak etmekte zorlandı.

"Anlamadım?"

"Anlatırım. Şimdi kımıldayın halledelim şu işi."

Merdivenleri çıkıp karşılarına çıkan koridoru koşup sola saptılar ve yeniden merdivenlerden çıktıktan sonra çelik bir kapıyla karşılaştılar. Kurt şifreyi girdi. Kapıdan açıldığına dair ses geldiğinde bir adım geri çekilip ağır kapıyı kuvvetle çekip diğer tarafa geçtiler. Küçük, dikdörtgen bir bölmedeydiler şimdi. Kurt tepelerindeki tavanı ittirdi. Kapak geriye doğru düştüğünde Kurt kenarlardan tutunup kendini yukarı çektikten sonra peşinden Uzay ve Dağhan çıktı.

"On dakikanız kaldı," Uzay hemen arkasından gelen sesle başını çevirdi. Onlara yardım eden kadın ileri geri yürüyor etrafa bakınıyordu.

"Sol kanat bu koridorun sonunda. Sona geldiğinizde sola dönüp asma köprüden geçtiğinizde kanata varacaksınız. Sadece kapıda korumalar var. Onları da bir zahmet siz halledin." kadın sustuğunda Uzay konuştu.

"Odada?"

"Olmaz. Bizde mahremiyet önemlidir," dedi kadın.

"Sizde?" Uzay'ın ifadesine gülmeden edemedi genç kadın. Başını sallayıp gözlerini kırptı.

"Bizde!" Kurt geçen her saniyenin onları zora sokacağını bildiğinden her zamanki gibi araya girdi.

"Uzatma Uzay. Yürüyün haydi," dedi Kurt.

"Yakalanmayın, ölünüzle uğraşamam! Şu andan itibaren görmedim, duymadım bilmiyorum. Kapiş?"

O andan itibaren onlara yardım eden kadını görmediler. Koridoru geçtiler, sola döndüler. Sol kanata geçişi sağlayan köprünün kapısını açıp etraf kontrol ettiler. Aşağıda volta atan korumalar ve etrafa koşuşturan görevliler dışında kimse yoktu. Köprüyü eğilerek yürüdüler. Sol kanata açılan kapıyı açmadan önce Uzay hançerini Kurt ise piyano telini çıkardı.

"Sessiz ol," Uzay bir tepki vermedi. Sol elinde tuttuğu hançeri daha sıkı kavradı ve arkasına dönüp baktı. Temizdi... Fazla kolay oluyordu. Bu canını sıktı. Kurt kapıyı açtığında peşinden ilerledi. Kısa bir holü aşıp sağa döndüklerinde durdular ve eğildiler. Kanatın giriş kapısında iki koruma vardı.

Uzay cebinden bir hançer daha çıkardı ve Kurt'a uzattı. Kurt hançeri aldı ve kısa bir an birbirilerine bakıp başlarını salladıktan sonra aynı pozisyonu alıp hançerleri kılıflarından çıkarıp aynı hamlede bulunarak ellerindeki hançerleri korumalara fırlattılar. Hançerler korumaların boğazlarına, âdem elmalarının hemen altına saplandı. İki korumada aynı anda yüzüstü yere düştüklerinde hareketlendiler ve kapıya koştular. On beş dakikalık sürenin on dakikasını yemişlerdi. Uzay hançerleri alıp cebine yerleştirdi. Dağhan ise sakin adımlarla yanlarına yürüyordu.

"Şifresi yok," Kurt'a baktı. Kapının kilidine kitlenmişti.

"Daha iyi işte," Kurt, Uzay'a baktı ve sıkıntıyla ofladı.

"Bu evdeki her kapının kilidi var Uzay."

Dağhan durdu, çenesini ovaladı. Bu bilgiyi Niko vermemişti. Yardım eden kadınında bu konu hakkında bir uyarıda bulunmamışken Kurt'un böyle bir bilgiye sahip olması Dağhan'ı iyiden iyiye huylandırdı. Kurt'a yaklaştı ve beklemediği anda boynuna asıldı. Hemen yanındaki Uzay'ın cebinden bir hançer alıp Kurt'un boğazına yasladı.

"Kimsin sen?" diye sordu. Uzay'ın kolunu tutan elinden kolaylıkla sıyrılıp hançerin ucunu Kurt'un boğazına daha sert bastırdı.

"Sana kimsin dedim!"

"Dağhan bunun şu an yeri değil," dedi Uzay.

"Tam da yeri. Her şey çok kolay oldu Uzay. Bizi kimse fark etmedi, kimse şüphelenmedi. Kale gibi korunan bu evde yüzlerce insan varken kimse bizi fark etmedi ve bu adam tüm şifreleri tekte açtı! Hafızasının bu kadar güçlü olduğunu sanmıyorum. Bu adam daha önce buraya gelmiş belli ki! Arnavutça bildiğini de unutmayalım."

Kurt, karşısındaki adamı süzdü. Zekâsı, sezgi yeteneğini küçümseyecek değildi. Bazılarının neyse deyip geçeceği detayları ilmek ilmek aklında ördüğü boğazına dayanmış hançerden belli oluyordu. Yüzünde arsız bir gülüş belirdi. Uzay'a bakıp "sorun yok," dedi ve yeniden Dağhan'a baktı.

"Adım Kurt ve evet haklısın. Daha önce burada bulundum. Ana dilimde Arnavutça," Dağhan'ın dudağının köşesi kıvrıldı. Bu adamda bir boklar döndüğünü gördüğü ilk anda anlamıştı.

"Kimin adamısın?"

"Dağhan zamanımız daralıyor," diyerek karşısındaki ikiliyi uyardı Uzay.

"Bu adama asla güvenmiyorum. Bu kapıdan geçtikten sonra avlanmayacağımız ne malum?"

"Öyle bir şey olmayacak Dağ. O bizden, bizimle. Buna inanmasaydım senden önce ben öldürürdüm onu!" Dağhan etkilenmedi. Nefret ve şüphe dolu bakışlarını bir an olsun Kurt'un gözlerinden çekmedi.

"Sorun yok Uzay. Nasıl olsa öğreneceklerdi. Ha şimdi ha sonra fark etmez bana," dedi Kurt.

"Aynen öyle. Şimdi dökül!" Kurt yüzüne umursamazlık maskesini takıp sanki başka birisinden bahsediyor gibi davrandı.

"Agron Molnar'ın yıllar yıllar önce evlatlıktan reddettiği bilmem kaçıncı metresinden olan oğluyum."

Dağhan afalladı. Gözleri Uzay'a kaydığında rahatız eden bakışlarla karşılaştı. Bir adım geriledi. Hançeri indirip dudaklarında dilini gezdirerek ıslattı ve Kurt'a baktı. "Bizim intikamımıza kendi intikamını  dahil ettin?" dediğinde Kurt başını salladı.

"Aynen öyle. Hem ne demişler iki, birden her zaman güçlüdür. İş birliği yaptıkça birbirimizden faydalanıyoruz işte fena mı?"

Dağhan, Uzay'a baktı. Onun onayladığını görünce tekrar Kurt'a baktı ve "seninle buradan çıktığımızda görüşeceğiz..." dedi.

Kapıyı açıp içeri girdiler. Öldürdükleri korumaları içeriye sürüklediler. Kuleden farkı olmayan sol kanatın taş merdivenlerine vardıklarında korumaları döner merdivenlerin arkasına üst üste attılar. Merdivenlerden çıkıp odaların bulunduğu kata geldiklerinde Kurt önden ilerledi ve Anita'nın odasına yürüdü. Kapalı kapının önünde durduğunda yanında uzay belirdi.

"İçeride biri mi konuşuyor?"

Uzay dikkat kesildi. Konuşmalar boğuk çıksa da anlaşılabiliyordu. Kapıya iyice yaklaşıp kulağını dayadı. İçeride bir kadının ağlayarak konuştuğunu duyduğunda dikkat kesildi.

"Arnavutça değil, değil mi?" diye sordu Uzay. Kurt başını salladı.

"Kazakça konuşuyor," Dağhan bu sefer şaşırmadı. Arnavutça bilen Kazakça da bilir mantığıyla devam etti.

"Ne diyor?" Kurt, umursamadan omuzlarını silkip kapıyı açmak için kilide uzandı.

"Kız kendisini sapık bir katile yem ettikleri için lanet okuyor ve bir umut kurtulmayı diliyor," dedi komiğine gitmiş gibi.

"Dualarının kabul olmasını sağlayım o zaman." dedi Uzay.

Kurt alayla sırıtıp kapının kilidini girdi ve kapıyı sonuna kadar açtı. Beyaz ve kahverenginin hüküm sürdüğü odaya adım attıklarında üzerinde eski dönemlerden fırlamış gelinlikle duran kadınla duraksadılar. Kadın demekte pek doğru olmazdı çünkü karşılarında gelinlik giymiş en fazla on altısında gibi görünen bir kız çocuğu vardı.

"Siktir!" dedi Uzay.

"Harbiden siktir!" dedi Dağhan Uzay'ı onaylayarak. Karşılarında ciddi ciddi bir çocuk vardı.

"Cibilliyetini siktiğimin oğlu!" Dağhan ve Uzay dönüp Kurt'a baktılar ama o sırada duydukları çığlıkla kıza döndüler.

Genç kız korkarak geri adımlar atıp Kazakça konuşmaya başladı. Kurt bir adım öne çıkıp ellerini karın hizasında tuttu. Kıza usul adımlarla yaklaşıp sakin olmasını ve onu buradan götüreceklerini söyledi. Ancak kız korkudan başını hızla sağa sola salladı ve odanın penceresine koştu. Dağhan ve Kurt ile aynı anda hareketlenip kızı pencereye ulaşamadan yakaladılar. Dağhan kızın ağzını kapatırken Kurt, kıza tekrar sakin olmasını söyledi ama kız çırpınmaya devam etti.

"Bayılt şunu!" Uzay kısık sesli bağırışıyla gözlerini devirip kızın ensesi ve boynunun arasındaki boşluğa avuç içiyle iki kere güçlü darbe indirip ensesinin tam ortasına daha hafifi bir darbe indirdi. Genç kız kendinden geçtiğinde rahat bir nefes alıp kızı kucakladı.

"Hızlı olun!" diye bağırdı Kurt. Cebinden piyano telini çıkartıp odanın çıkışına ilerledi ve kapının eşiğinde etrafı kontrol ettikten sonra koridora çıkıp Dağhan ve Uzay'a işaret verdi.

Merdivenlerden peş peşe inip köprüye açılan kapıya koşar adım giderken duydukları seslerle durdular. Kurt, Dağhan'a saklanması için merdivenlerin arkasını gösterip Uzay'a duvarlardaki dehlize saklanmasını işaret edip kendisi de kendi tarafında kalan duvardaki dehlizden birisine saklanıp piyano telini parmaklarına sarıp gelenleri bekledi. Gelen Erjon'du. Arkasında iki korumasıyla gülüşerek önlerinden geçip merdivenleri çıkmaya başladıklarında Uzay ile aynı anda dehlizden çıkıp sessizce korumaların arkasından yaklaştılar.

Kurt, teli arkasından yaklaştığı korumanın boğazına sarıp kendisine çektiğinde Uzay diğer korumaya yöneldi ve saniyeler içinde bayılttı. Adamın bedenini merdivenlerden yuvarlayıp önüne döndüğünde kendisine korku dolu gözlerle bakan o adamla karşı karşıya geldi. Dünya'nın katillerinden biri olan Erjon Molnar tam karşısındaydı.

Uzay'ın gözlerinde beliren nefret tüm bedenine yansıdı. Dudaklarındaki soğuk gülüş karşısındaki adamı titretmeye yetti. Aralarındaki yedi basamağı çıkmaya başladığında Erjon koşmaya başladı. Uzay sakin adımlarla ilerlerken Kurt hızlı davrandı ve Erjon kendisini bir odaya kapatmadan onu yakaladı.

Piyano telini boynuna sardığında Erjon çırpınmaya başladı. Uzay'ın dudaklarında sadistçe bir tebessüm doğdu. Onlara yaklaştıkça Erjon'un hareketleri daha da arttı. Boğazındaki telden ve onu tutan adamdan kurtulmak için çırpınsa da gücü yetmiyordu.

Uzay, adım adım yaklaşıp Erjon'un önünde durdu. Kara gözleri tiksintiyle adamı inceledi. Ortalama bir boyda, çirkin normal bir bedendi. Kalbinin çirkinliği yüzüne yansımıştı sanki. Bedeni karıncalandı, avuç içleri terledi. Bugüne kadar kimseyi öldürmemişti ama şimdi bunu yapabileceğini hissediyordu.

"Korkma," dedi. Erjon'un yutkunuşunu izledi. Gözleri saliselik bir anda Kurt'a kaydı ancak odağını kaybetmedi.

"Bugün ölmeyeceksin..." dediğinde Kurt telin baskısını arttırdı. Kolları arasındaki kardeşi kendinden geçmeye başladığında kuvvetini azalttı ve dakikalar önce tıpkı Dağhan'ın yaptığı gibi ensesine vurarak onu bayılttı. Bedenini sürükleyip kızı kaçırdıkları odaya sokup yere fırlattı ve nefes nefese doğruldu.

"Ağırmış," diye homurdanıp odadan çıktı. Uzay hâlâ aynı yerdeydi. Gözleri dalıp gitmişti. Kurt yanına ilerledi ve omzunu dostane bir tavırla sıvazladı. "Hadi gidelim, birazdan burası cehenneme dönecek," Uzay balını salladı.

Merdivenlerin başına kadar yürüdükten sonra Uzay bir an durdu. Önündeki merdivenlere ve arkasına kısa bir bakış attı. Kendisine hâkim olmaya çalıştığında uzun zamandır duyamadığı o ses zihninde patladı.

"Oydu ikiz." saçlarını çekiştirerek ovaladı Uzay. Dünya'nın sesi zihninin yer köşesindeydi.

"Ciğerlerimin kumla dolmasına sebep olan pislik oydu. Ben direndikçe yüzümü o kadar sert bastırıyordu ki o çok sevdiğim kumsaldan nefret ettim... Direndim ama gücüm yetmedi Uzay. Kurtaramadım kendimi..."

Uzay arkasını döndü. Erjon'un baygın yattığı odaya ilerledi. Odaya girdiğinde hançerlerinden sap kısmı gül olan hançeri sıkıca kavrayıp cebinden çıkarttı. "Uzay," dedi hemen arkasından gelmiş olan Kurt ama onu duymadı. Hançerini kılıfından çıkardı.

Erjon'a saniyelerce baktıktan sonra pantolonunu kaba hareketlerle indirdi. Dünya'nın sesi bir kez daha zihninin duvarlarına çarptığında nefesi titredi. Dolan gözlerini sertçe kırpıştırıp başını başka bir tarafa çevirerek derin derin soluklar aldı.

"Hatırlıyor musun Minel bir keresinde nasıl ölürüz acaba diye bir soru sormuştu. Siz ona bu nasıl soru diye kızarken ben birden, -bilmem, denizde ölürüm herhalde, demiştim... Öleceğimi anladığımda çok korktum Uzay. O kadar korktum ki öldüğümü fark edemedim bile. Sadece... Canımın acısı dinsin diye çok sevdiğimiz şarkımızı söyledim. Ölürken arkadaşım eşek diye mırıldanıyordum ama sen yoktun Uzay. Sen yoktun..."

Uzay'ın elleri titredi. Gözlerinden akan iki damla yaş kardeşinin katilinin üzerine damladı. Gözlerini yumup hançeri tutan elini kaldırdı ve intikam savaşını gerçekten başlatacak olan o darbeyi indirdi. İlk darbeden sonra durmadı. Hınç dolu, güçlü darbelerini Erjon'un özel bölgesine defalarca kez indirdi. Acımadı, bir şey hissetmedi. Sadece korlanmış bir nefret, buzdan bir kayaya dönmüş kalbin nefreti vardı. Acımadı... İlk darbesinden sonra sayamadığı kadar çok darbe indirdi. Savaşsa savaş, ölümse ölümdü. Korkmuyordu. Korkmayacaktı, acımayacaktı. O acımamıştı, onlar acımamıştı.

Sonunda durduğunda bedeni geriye doğru düştü. Ellerine, yüzüne, kirpiklerine bulanan kan midesini bulandırdı. Bakışları Erjon'a değdiğinde ruhunu rahatsız eden bir rahatlık hissetti. Başı geriye düştü. Gözlerini kapattı ve soluklandı. O an sadece Dünya vardı. Dünya ve en sevdiği şarkıyı söyleyen sesi.

Kaç yıl olmadı saymadım köyden göçeli,

Mevsimler geldi geçti görüşmeyeli.

Hiç haber göndermedin o günden beri,

Yoksa bana küstün mü unuttun mu beni...

***

Dağhan kucağındaki kızı arabaya yerleştirip Uzay'ın transa girmiş gibi katılaşan bedenini de arabaya sokup kapıyı kapattı ve arabanın etrafında dolanıp ön koltuğa oturdu. Anında hareketlenen arabalar manevralar yaparak geldikleri yöne tam dönüş sağladılar ve tozu dumana katarak yol aldılar. Arabalar karanlık çöken yolda son hızla ilerlerken Uzay sık sık arkasını kontrol ediyordu.

Uzay'ın yüzüne, üstüne ve ellerine yeniden baktığında o merdivenlerin arkasında kucağındaki kızla birlikte saklanırken üst katta neler olduğunu az çok tahmin edebiliyordu. Aşağı indiklerini onu gördüğünde ilk anda şok olsa da kendisini toparlaması hızlı olmuştu. Dakikalar içerisinde evi terk edip girdikleri kapıdan geri çıktıklarında saat başı değişimi için korumaların o tarafa gelmesine bir dakikadan az kalmış onlarda kıl payı yırtmıştı. Önüne döndü, yerinde huzursuzca kıpırdanıp nefeslendi.

İki arabanında içinde kol gezen gerginlik ve adrenalin had safhadaydı. Ekin, Kurt'un kullandığı öndeki aracı takip ederken sık sık dikiz aynasından arkasını kontrol ediyordu. Uzak bir mesafeden gözünü alan uzunlarla homurdandı.

"Gelen var!" dedi ve korna çalıp gaza daha da yüklenip aracı sola kırdı ve önündeki arabayla aynı hizada sürmeye başladı. Arkalarındaki araba daha da yakınlaştığında tek bir araba olmadığını fark ettiler.

"Silahın nerede?" dedi Dağhan. Ekin çenesiyle torpidoyu işaret etti.

Dağhan silahı alıp tetiği çektikten sonra camı indirdi ve beklemeye başladı. Üç araba peşlerindeydi. Önde bir tane öndeki arabanın arkasında yan yana ilerleyen iki araba vardı. Kıstığı gözlerle dikiz aynasından arabayı daha net görmeye çalıştı ama çok hızlı gidiyorlardı.

"Sana dediğimde yavaşla," Ekin kısa bir an yanında oturan Dağhan'a baktı. Elinde silahla dış aynadan arabaları izliyordu. Başını salladı ve onun komutunu bekledi. İki dakika sonra Dağhan yavaşlamasını söylediğinde Ekin kontrollü bir şekilde yavaşladı. Dağhan camı indirip bedeninin yarısını dışarı çıkarttı ve öndeki aracın tekerleklerini nişan alıp ateş etmeye başladı. Öndeki araba sağa sola savrulup kontrolü kaybetti. Araba hakimiyetini tamamen kaybedip yoldan çıktığında Dağhan aracın içerisine yeniden girdi.

"Kurt'u ara!" diye emrettiğinde Ekin buna takılmadı, Kurt'u aradı.

"İki araba kaldı. Bununla yetindiklerini sanmıyorum. Yolun sonu, sınırlar?" dedi Dağhan telefon açılır açılmaz.

"Sadece beni takip edin. Kaç kurşunun var?" Dağhan şarjörünü kontrol etti.

"Dört!" dedi bağırarak.

"Diğer arabalardan kurtul. Iskalama Dağ! Sakın ıskalama," dedikten sonra telefonu kapattı Kurt ve daha da hızlandı.

Dağhan küfürler savurarak tetiği yeniden çekti ve yavaşlaması için Ekin'e komut verdikten sonra penceresini yeniden açıp nişan aldığında arkasındaki arabalarında camları açıldı ve kendisini uzatılan namluları gördü.

"Hızlan Ekin," diye bağırdığında Ekin kafa karışıklığıyla Dağhan'a baktı ama hemen ardından arabaya isabet eden kurşunlarla sarsıldı.

"Hızlan, hızlan bas gaza!" yeniden bağırdıktan sonra nişan alıp sol şeritten gelen arabanın tekerleklerine sıktı. İki kuşunu boşa giderken küfürler savurup yeniden nişan aldı ve geriye kalan iki kurşununu isabet ettirmeyi başardı. Şimdi arkalarında tek bir araba kalmıştı.

"Yaklaşıyor," dedi Ekin. Gözleri sürekli dikiz aynasındaydı.

"Sadece hızlı sür Ekin!" Ekin başını salladı. Dağhan, Ekin'in telefonundan Kurt'u arayıp bir araba kaldığını söyledi. Aralarında yaklaşık üç metre vardı. Kurt sadece takip edin dediğinde sinirle bağırıp çağırmaya başladı ama yüzüne kapanan telefonla küfürler savurdu. Arkadaki araba git gide yaklaşıyordu ve Ekin'in kurşunlardan kaçmak için yaptığı manevralar arabayı çok sarsıyordu.

"Hançer!" Dağhan arkasına baktı. Uzay cebinden hançerlerini çıkarıp ona uzattığında uzanıp aldı. Bunlarda iş görürdü. Hançerden uzun olanları kılıflarından çıkardı. Camı yeniden indirdi ve gövdesini çıkartıp ellerini öne uzatıp açısını ayarladı. İlk hançeri fırlattığında hedefindeki arabada ani manevrasıyla kurtuldu. Dağhan sonu gelmeyen küfürlerini savurup yeniden hamle yaptı ama fırlattığı hançer arabanın kaputuna çarpıp düştü.

"Lanet olsun!" elinde kalan son hançeri de fırlatmak için nişan aldığında arabaya isabet eden kurşunla dengesi sarsıldı. Araba sarsılarak yoldan çıktığında Dağhan dengesini zar zor koruyup içeri girdi ve direksiyona asıldı.

"Sağa kay," diye bağırdı Dağhan. Ekin direksiyon hakimiyetini yeniden kazanıp sağa kaydığında Kurt'un arabasını gördü. Hızlandı. O Kurt ile mesafeyi kapatırken arkadaki arabada onlarla arayı kapatıyordu.

Ekin, Kurt'un arabasıyla yeniden aynı hıza da olduğunda gözlerini alan farla elini yüzüne siper etti. Karşıdan gelen iki araba vardı. Karşıdan son sürat üzerlerine gelen bir araba vardı. Telefonun sesi arabanın içinde yankılandığında Ekin, Dağhan'a açmasını söyledi.

"Ekin, söylediğimde sağa doğru kay ve öndeki arabaya yer aç," dedi kurt telefon açılır açılmaz.

"Ne?" Ekin ve Dağhan'ın tepkisi aynı oldu.

"Dediğimi yap Ekin," dedikten on saniye kadar sonra "şimdi!" diye bağırdığında Ekin direksiyonu sağa, Kurt ise sola kırarak öndeki arabaya yol açtılar ve araba hız kesmeden iki arabanın ortasından geçip arkalarındaki arabaya sürdü.

Ekin ve Kurt ani firenle arabaları durdurduklarında arkalarından gelen silah sesleriyle bir an duraksadılar ama Kurt arabadan indi. Onun indiğini gören Ekin de arabadan indiğinde Dağhan nefes nefese arkasına baktı.

"İyi misin?" diye sordu Uzay'a o hengamede.

Uzay bulanık aklıyla o anların farkında değildi. Yanındaki kızdan tek farkı gözlerinin açık olasıydı. Kandan katılaşan elleri ve yüzü midesini bulandırıyordu. Dağhan'a baktı. Dudaklarını konuşmak için araladı ama bulanan midesi buna izin vermedi. Aniden kapıyı açtı. Bedenini dışarı attı ve şoktan titreyen bedeniyle kusmaya başladı.

Dağhan hızla arabadan inip Uzay'ın yanına gitti. Yaklaşıp yaklaşmamak arasında gidip gelirken bir yandan da arabadaki kızı kontrol ediyordu. Gitmemeye karar verdi ve Uzay'a biraz mahremiyet tanıyıp arabanın diğer tarafına geçip etrafa bakındı. Silah sesleri durmuştu. Arabaların far ışıkları etrafı aydınlatıyordu ama görüş alanı çok azdı.

"Dağ," başını Uzay'a çevirdi. Ayaklanmış bedenini arabaya yaslamıştı.

"Buradayım," dedi Dağhan. Yanına ilerleyip açık kapıdan başını uzattı ve torpidodaki su şişesini alıp Uzay'ın önünde durdu ve ellerini kendine çekip yıkamaya başladı.

"Öldürmedim... Çok istedim ama Dağ. O kadar çok istedim ki. Ama yapamadım," gülmeye başladı. Islak ellerini yüzüne, boynuna sürüp kuruyan kanları yumuşattı.

"Onun, onun erkekliğini paramparça ettim..." Dağhan başını salladı. Onunda midesi altüst olmuş haldeydi ama kendisini dizginleyebildi. Su şişesinin dibinde kalan suyla Uzay'ın yüzünü yıkadı. O anda yoldan yükselen seslerle başını o tarafa uzattı ama net bir şeyler göremedi.

"Gitmemiz lazım," dediğinde Uzay başını salladı. Dağhan arabadan kızı kucaklayarak çıkarttı. Uzay'ın yanında yürüdüğünden emin olup asfalt yolda yürüdüler.

Sesle yükselmiş, ışıklar daha fazlalaşmıştı. Diğerleriyle aralarında olan mesafe azaldığında Uzay'ın baygın bakan gözleri Andre'yi aradı. Aradığını kısa sürede buldu. Kurt'un arabasındaydı. Oturduğu tarafın kapısı açıktı. Bacaklarını dışarıya uzatmış başını aşağı eğmişti.

Yola baktı. Peşinde olan araba aldığı darbeyle yan yatmış bir haldeydi ve arabanın içindekileri göremese de öldükleri belliydi. Bakışları Kurt'u buldu. Kollarını göğsünde bağlamış öylece ayakta dikiliyor ve iki adım ötesinde birbiriyle bağırarak konuşan ikiliyi sıkılmış bir yüz ifadesiyle izliyordu.

O ikiliye baktı. Ekin önünde dev gibi dikilen bir adama dikleniyor ve burada ne işi olduğunu sorup duruyordu. Uzay'ın adımları duraksadı. Dalgalanan algısı anında toparlanıp yeniden zihnine hükmettiğinde dudağının sol köşesi duygusuzca kıvrıldı. Ekin'in karşısında dikilen adamı tanıyordu.

"Bu kim?" Dağhan'a yandan bir bakış attı.

"Bilmem..." dedi ve adımlarını hızlandırdı.

Ekin ve o adamın yanında durduğunda kendisine çatık kaşlarının altından nefretle bakan gözlere aldırmadan Ekin'e baktı ve nasıl olduğunu sordu. Ekin başını sallayıp saçlarını sertçe çekiştirerek küfürler savururken Uzay içten içe güldü ama sesini çıkarmadı. Arkasına baktı. Dağhan, Andre'nin yanında durmuş kucağındaki kızı o arabanın arkasına yatırıyor, Kurt hâlâ aynı şekilde duruyordu.

"Sen ne bok yediğinin farkında mısın genç?" ona baktı. Ekin'in karşısında dikilen dev gibi olan adama. Ekin'in abisine.

"Boku yiyen benim ama eşlik etmek istersen sana da pay veririz," dediğinde adamın elleri yakasını sıkıca tuttu. Yüzüne eğilen yüzle sırıttı. Adamın arkasında patlayan far ışıkların yüzünü görmesine pek müsaade etmiyordu.

"Dua et kardeşimin arkadaşısın, dua et!" Uzay, güldü. ellerini yakasını tutan ellerin bileklerine yaslayıp adamın kıskacından kurtulmayı çalıştı ama başaralı olamadı. Tutuşu fazla sertti. Ekin de yanlarına geldiğinde Uzay onu bakışlarıyla durdurdu.

"Bırak yakamı!" yakalarındaki tutuş daha da sıkılaştı Adam yüzünü iyice Uzay'ın yüzüne yaklaştırıp sıkılı dişlerinin arasından konuştu.

"Sana peşine kardeşlerimi takmanın hesabını sorduğumda bakalım böyle diklenebilecek misin?" Uzay'ın yüzü ifadesizleşti. Kıvrık dudakları düz bir çizgi oldu. Dudaklarını aralayıp boş laflar sattığını düşündüğü adama cevabını verecekken arkalarındaki arabanın kapısı açılınca dikkati dağıldı. Başını eğip adamın arkasına baktığında far ışıklarının arasında gördüğü narin bedenle dudaklarına sinmeyen o sinsi sırıtış gözlerine tırmandı. O bedeni, o yürüyüşü tanıyordu.

"Ellerini kuzenimden uzak tut Yarkın!" Canan Ahsen Toral'ın tok ve güçlü sesi tüm bu karmaşanın etrafında yayıldı ve herkesin kulaklarına sırnaştı. Andre ve Dağhan duydukları sesle birbirilerine bakıp "siktir," çekip başlarını sesin geldiği tarafa çevirip duydukları sesten emin olma istediler ancak gerçek ortadaydı. Canan Ahsen Toral burada, yanlarındaydı.

Uzay, bakışlarını ellerini yakasından çeken adama çevirdi ve ona sona ermeyecek nefretiyle baktı. Bugün intikam yemininin ilk tohumunu toprağa ekmiş, ilk darbesini vurmuş ve savaşını başlatmıştı fakat düşmanları sadece karşı tarafta değildi. Düşman içlerindeydi. Hemen yanında, hemen karşısındaydı. Gözlerindeki o sinsi, acımasız ifade yüzünde gezindi. Dudaklarına sindi ve çarpık bir gülüş peydahladı.

Başını yeniden çevirdi ve intikam oyununda kapısını ilk çaldığı kişiye baktı. Düşmanı bir nefeslik kadar yakınına girmiş olsa da artık en büyük müttefiki yanındaydı. O müttefik; beş adım geride kendi gözlerinden farksız olan mavi gözleriyle kardeşinin cinayetini örtbas edip ailelerini tehditle susturan Şafak Yarkın'a sonsuz bir nefretle bakan Canan Ahsen Toral'dan başkası değildi...

***

Holaaaaaaa

Heyyyy nasılız bakalım?

Bölümü beğendik mi?

Nasıldı?

Sonu fena ters köşe oldu gibi ne diyorsunuz?

Canan'ın her şeyden haberi olabilir diyen var mıydı aranızda.

4. bölüm itibariyle uzun bir süre Canan'la devam edeceğiz. Artık yoğun olarak okuyacağımız tüm karakterler bir arada rahatız ;)

Eskilerden hatıra kısımları sadece ilahi bakış açısıyla yazılan bölümlerde olacak.

Uzay ilk darbeyi vurdu. Biraz vahşiceydi ama düşününce verdiği hasar az bile. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Kurt'un kim olduğunu hemen öğrendik. Sizce zararlı mıdır?

Yarkın ailesi hakkında bir fikriniz var mı?

Sorular sorular... En iyisi bu bölüm sonrasında instagramda buluşalım.

Yeni bölümde görüşürüz.

Oy vermeyi unuttuysanız hemen yıldıza basınız efendimm. Yorumları da bekliyorum. Çekinmeyin üşenmeyin yazın annemmm :)

Öpüldünüz 😘


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERHABA!

ADEN 1. BÖLÜM KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER

ADEN 94. BÖLÜM SONSUZ SONLAR / FİNAL