GÜLLERİN AĞITI 25. BÖLÜM GELMELERE GİTMELER

Selamlar

Yeni bölümden herkese merhaba.

Kontrol edemeden atıyorum. Hatalar varsa affola.

Wattpad ve Hikayelerle ilgili gelişmeler için İnstagram ve twitterdan takipleşelim

İnstagram: yaren.dilan_

Tvitter: yarenikom (instagram bio da link var)

***

BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR. !!!!!

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM

06.07.2025

KEYİFLİ OKUMALAR

GÜLLERİN AĞITI 25

GÜLLERİN AĞITI 25. BÖLÜM

"GİTMELERE GELMELER"

Her gidiş bir yere varmazdı.

 Ama her geliş arkasında bir felaket getirirdi...

BİLİNMEYEN ZAMANDA ESKİ BİR HATIRA

Gül ve ortanca kokularının hakim olduğu bahçe yine bir aile gününe ev sahipliği yapıyordu. Kalabalıktı ve Simge bunca yıla rağmen bu kalabalığa inanamıyordu. Uyguroğlu ailesi kalabalıktı. Bu aileye Toral ve diğerleri de katıldığında daha da büyüyorlardı. Kendi küçük ailesinden böylesi kalabalık ve birbirine bağlı bir ailenin ferdi olmak ara ara tuhaf hissettiriyordu ancak Simge bunu seviyordu. Bu aileyi, kargaşalarını, gürültülerini ve çokluğunu seviyordu.  Ama bugün son zamanlarda olduğu gibi göğsünün ortasında anlam veremediği bir huzursuzluk vardı.  Ağrı dese değildi. Acı dese değildi. Öyle görünmez bir yük çöreklenmişti.  Huzursuzdu ve uzun yıllar sonra ilk defa hissettiği bir şeydi.

"Anne?" kızının bebeksiliğini kaybetmemiş sesiyle daldığı diyarlardan koptu Simge. Kızının güzel sesi  tüm karanlıkları aydınlattı sanki. Mutfağın girişinden kendisine doğru yürüyen kızına gülümseyerek baktı.  Dünya'sı on sekizine yeni girmişti ama onun gözünde yürümeye yeni başlamış bir bebekten farksızdı.

"Dünya'm..." dedi dolu dolu. Kızına bu ismi verdiğinde ona sevgisini, aşkını ismini sonuna gelen ekle bu denli yoğun hissettireceğini biliyordu.

"Limonata diye kalktın kalkış o kalkış?" Dünya bıcır bıcır sesiyle annesine yanaştı.

"Dalmışım kızım." Dünya, kendisi gibi kalçasını ve ellerini tezgaha yasladı. Anne kız birbirine bakınca Simge iç çekip kızının yüzünü okşayan saçını kulağının arkasına itekledi. Kendi saçları yıllardır omzunun üzerinde hep aynı hizadayken kızının saçları upuzundu ve o uzun kumral saçları  evdeki herkes çok seviyordu. Özellikle evin erkekleri o saçları tarayıp onlarla oynamak için kavga ediyorlardı. Simge parmaklarını kızının saçlarından çekmedi.

"Çok gürültülü değil mi?" dedi Dünya. Tüm aile ne zaman bir araya gelse ses desibeli yükseliyordu ki buna küçüklerin her şeye çığlık atıp bağırması da eklenince daha da yüksek bir gürültü oluşuyordu.

"Evet." Simge kendisine gülen kızına yalandan kızgın bir bakış atınca Dünya kıkırdadı. Annesine yanaşıp yanağından öptü. Kendi  küçük dünyaları bu kadar gürültülü değildi ve haliyle sessizliğe ve sakinliğe alışmışlardı.

"Ama çok sevdiğimiz bir gürültü."

"Evet bir tanem. Bu zamanları seviyorum. Fakat Mersin seviyor mu emin değilim." Dünya tatlı tatlı güldü. Annesinin karşısına geçip yanağından bir makas aldı ve tezgahtaki limonata dolu büyük sürahiye uzandı.

"Sever sever. Boş ver sen Mersin'i. Kocacığın, kumralım nerede diye ayaklanmadan gidelim bence." Simge, Baran'ın gerçekten ayaklanacağını bildiğinden hareketlendi.

"Gidelim bakalım."

Bahçeye çıktıklarında Simge etrafa baktı. İki masa kurmuşlardı. Bir masada büyükler varken diğer masada gençler ve çocuklar vardı. Kendisi yavaş adımlarla kocasının yanındaki yerine ilerlerken Dünya, "kim limonata ister?" diye bağırıp kendileri için hazırladıkları masaya yanaştı. Pera ve Minel bardaklarını kaldırıp "ben ben" diye bağırırken Uzay masanın diğer ucunda kalan ikizinden sürahiyi alıp çocuklara limonatayı doldurdu ve Dünya'yı yamacına çekip yanına oturtturdu.

"İkizim diyoruz ki bu hafta sonu koya inelim," dedi Uzay.

"Yaaaa çok güzel olur. Evin tadilatı da bitti kalırız da hem." Dünya'nın sesi hevesliydi.

"Hıı arkamızda bir araba dolusu korumalarla kalırız tabii." diye huysuzca söylendi Hayat. Bazen bu koruma ordusu ona keşke zengin olmasaydık dedirtiyordu ama bu çok kısa sürüyordu. 

"Artık on sekiz olduk şekerim. Sesimizi çıkartabiliriz." Peri'nin isyan kokan sesine alaycı ama küstah olmayan bir gülüş ve bakışla karşılık verseler de Yalın da tıpkı Peri gibi düşünüyordu. 

"Pamuk Peri'me katılıyorum. Vallahi sırf bu korumalar yüzünden ayağım geri gidiyor yanınıza gelirken." dedi. Ülkenin en ünlü adamlarından birinin oğlu olduğu halde bu koruma muhabbetlerine hiç dahil olmamıştı çünkü babası buna asla müsaade etmemişti. 

"Al benden de o kadar."  Dağhan kendi içine doğru konuşsa da Dünya'nın mavi gözleri yüzüne tırmanınca dudaklarını birbirine bastırdı. Dünya kırgın ve kızgın bakışlarını Dağhan'dan çekip önüne döndü. Uzay ise ikizini göğsüne daha çok çekip Dağhan'ın bakış açısını kapattı. 

"Abartmayın. Baran dayımda, Yusuf eniştemde meslekleri gereği çok şey görüp geçirmişler. Bizi korumak istemeleri çok normal bir durum. Aslan dayımda sonuçta ailenin başı. Veliahdını korumak istemesi doğal." Andre'nin ciddi başlayıp alayla biten konuşmasına birkaç kişi gülse de bazılarının yüzleri asılmıştı.

"Sen İsveç'te rahatsın tabii oğlum yeminle bıkkınlık geldi. Her yerdeler, eskiden rahatsız olmuyorduk ama büyüdükçe gözüme batmaya başladılar. Hayır yani ne gerek var onu da anlamadım. Düşmanımız yok alacaklımız yok." Uzay'ın serzenişine katılanlar olsa da  Dağhan öyle düşünmüyordu. Korumalardan haz etmiyordu evet ancak büyüklerinin korkusunu anlıyordu. 

"Dünya eski dünya değil ki. Kötü daha kötü, İyi olan kötüden de kötü. Evet çok sıkıcı ve bunaltıcı bir durum ama bir yerde de haklılar."

"Konuştu asker!" diye homurdandı Peri. Dağhan hemen karşısında oturan kıza baktı. 

"Sende mi pamuk?" Peri omuzlarını silkip suyuna uzandı.  

"Daha demin öyle demiyordun ama!" Dağhan'ın bakışları anında Dünya'ya dönse de çok sevdiği mavilerle denk düşemedi. Oturduğu rahat sandalyede dikleşip  "Dünya'm..." dediğinde Dünya'nın değil Uzay'ın mavileriyle göz göze geldi.

"Dünya'm deme lan kardeşime. O benim Dünya'm."

"Başlamayın yine. Allah aşkına!" Peri'nin ikazıyla iki genç susup geri çekildiler. Aralarında bir Dünya problemi vardı ve bu problem artık gün yüzüne çıkmak için duvarları tırmanıyordu.  Bu sessizlik gençlerin arasında devam etse de Pera ve Minel kendi aralarında bıcır bıcır konuşup sonra kahkahalarla gülüyorlardı.  Onlar dünyadan bir haber kendi neşelerine dalmışken Peri  ani gelen öfkeyle parladı. 

"Ya oğlum ne gizli  bir şey yapabiliyoruz ne adam akıllı keyif alıyoruz. Her anımızı her şeyimizi anında ötüyorlar. bir tepki veremeden sürekli izleniyoruz ve bu artık hiç hoş değil. Ben belki çırılçıplak denize gireceğim Allah Allah!"  bu çıkışa henüz kimse tepki veremeden Peri yeniden konuştu. 

" Hayır asıl mesele bu da değil. Ablamlara baksana onları bizim gibi sıkmıyorlar bile. Ben hiç peşlerinde korumadır, adamdır görmedim.  Bak aile toplanması dedik ama onlar burada dahi yok. Biz gelmeyeceğiz, yok geç geleceğiz desek neler olurdu neler. Nerede adalet?"  diye söylene söylene bu sefer de önündeki tatlıyı didiklemeye başladı. Simge yengesi sırf onun için özel olarak ayrıca yapmıştı. Hassas bünyesi bu dönemlerde her şeye geçici olarak alerjik olduğundan eskisi gibi  bir şey de yiyemiyordu. Ya saatlerce kaşınıyor ya da kusuyordu ki ikisinin de sonu uzun  ve derin bir uykuya dönüyordu. 

"Canan abla Brezilya'da, İzel abla ve Yusuf Ali abi  İtalya'da, Ferah ablamın final haftası ve Barlas dayım ise askerde." Andre kendinden emin bir şekilde konuşunca Dünya ikizinin göğsünden kalkıp kuzenine baktı. 

"Sen geç kalmışsın bebeğim yarın Canan ablamla, İzel ablamlar geliyor," dedi. Masadaki gözler anında Dünya'ya döndü. 

"Bundan neden haberimiz yok?" Yalın'ın sorusuna Hayat başını hızlı hızlı sallayarak eşlik etti ve cevapla dercesine bakışlarıyla Yalın'ı işaret etti Dünya'ya. 

Uzay; "Sülalenin Prensesleri," derken bir kusma refleksi yapıp "grubunda biz yokuz da ondan!" diyerek cümlesini tamamladı.

"Gerçekten ööğğk yalnız." dedi Yalın gülerek. 

"Abi var ya kesin ablamın başının altından çıkmıştır bu isim." Hayat'ın kendinden emin tavrına güldüler. Peri ise işine gelmedikçe kullanmadığından sessize aldığı grupta yokmuş gibi davranmaya devam etti. 

"Tam üstüne bastın." dedi Dünya ve iç çekip kuzenlerine baktı. İçinde yaşadığı bir ikilem vardı. Özgür ruhu etraflarını saran korumalardan en az Peri kadar dert yansa da bir yandan da babasını anlıyordu. 

"Korkuyorlar sadece. Ben de mutlu değilim bu durumdan ama bir yandan hak veriyorum. Kolay bir iş değil yaptıkları her Allah'ın günü nasıl insanlarla karşılaşıyorlar. Bir de akılları bizde kalsın istemiyorlar ama..." deyip sustu. O ama hepsini durduruyordu zaten. 

"Ben de çok sıkıldım  ama evet bu konuda kötü niyetli değiller. Fakat en azından bu hafta sonu için bence korumasız hareket edebiliriz." dedi Hayat hevesle. Diğer yaşıtları gibi peşinde korumalar olmadan hareket etmek istiyordu. Dikkat çekmeden, tuhaf bakışlar görmeden. 

"İyi de asla izin vermezler ki." dedi Dünya. 

"Evet. Tamam deseler bile eminim ki peşimize yine takarlar." Peri'nin dediğine de hepsi baş salladı. Masada yine bir sessizlik olunca Hayat önce doğruldu sonra arkasına yaslandı. Bu hareketi birkaç kez tekrarladıktan sonra omuzlarını dikleştirip dudaklarını araladı.

"Canan abla onları ikna eder bence."  

"Hayır Hayat!" Peri'nin ani yükselişine Uzay cevap verdi. "Bence evet Hayat!"

Peri göğsünü şişirerek nefeslenip burnunun ucuna kayan gözlüğünü itekleyip dik bakışlarını kuzenlerinde gezdirdi. 

"Ya neden  hep benim ablam? Amcamla İzel abla gelecekmiş işte. Bu sefer onlar halletsin bir şey halledilecekse." masadakiler Peri'nin asi ve sert mizacına alışkın olduklarından pek etki etmedi. 

"Kızım daha demin şikayet eden sen değil miydin?" dedi Dağhan.

"Bendim ama her seferinde ablamı öne sürmemiz hiç hoş değil. Canan Ahsen Toral bizim ablamız sorun gidericimiz değil."

"İyi de pamuğum Peri'm sizin bu babaları ikna edebilecek tek kişi Canan abla. Üzgünüm ama İzel abla ve Yusuf  Ali abi bunu  asla beceremezler," dedi Yalın.

"Uğraşmazlar bile." Hayat'ın nokta atışıyla masadan oflamalar yükseldi. 

"Önce bir Canan ablayla konuşalım. Bu koruma meselesine o da karşı değil çünkü. Kaldı ki onunda o korumalardan farkı yok." Dağhan'ın sözlerine hepsi başını salladı. Sonra Dünya kurnaz bir sırıtışla Peri'ye göz kırptı.

"Ama Pamuk Peri'm en azından denize çıplak girebilir."  Dünya'nın serseri gibi çıkan sese güldüler. 

"Dünya!" Peri'nin çığırışıyla Dünya'nın şen kahkahaları bahçeye yayıldı. 

"Canım kuzenim, Pamuğum Peri'm benim." deyip bir de öpücük yolladı.  Peri oflayıp başını salladı. Uzun ve kıvırcık olan beyaz saçlarını sol omzunda toplayıp kuzenlerine baktı.

"Hayır derse üstelemeyeceksiniz ama. Sonra ablamın başı ağrıyor kıçımızı kurtarmak için." deyince Dağhan alıngan bir suratla baktı kız kardeşi yerine koyduğu kıza bakarak.

"Ablamı es geçme lütfen." Ferah, Canan ve İzel üçlüsünün arasında en mantıklı hareket eden kişiydi. Halledemeyecek bir durumsa asla oldurmaya çalışmaz olanı kabullendirirdi. İzel hiçbir şeye zaten karışmazken Canan fazla fazla çabalardı. 

"Benimkini es geçebilirsiniz. Prenses hazretleri asla etliye sütlüye karışmıyor."  dediğinde masanın altından bacağına bir darbe yedi. 

"Doğru konuş lan ablan hakkında." diye yükseldi Dağhan. Tekrar tekme atacaktı ki Hayat çoktan bacaklarını çekmişti. 

"Sana ne oğlum abla benim abla Allah Allah. Sizdekiler bal gibi benimkinin acılığını bir tatsanız hak veririsiniz bana." kızlar bu serzenişe göz devirirken Yalın arkadaşının ensesine bir tane geçirdi. 

"Abartma Hayat abartma. Bu masadaki herkes senin bu dünya üzerinde en sevdiğin insanın İzel abla olduğunu bilir." Hayat yamuk bir gülüşle başını salladı. Bir yandan da ensesini ovalıyordu.

"Canım şimdi orası öyle ama bu onun mükemmel bir abla olduğunu göstermez," dedi. Hep kedi köpek gibilerdi. 

"Ablalarımızı mı yarıştıracağız salak. Üç tane ablamız var işte sus otur." dedi Andre.  Bu kıyaslama işlerinden nefret ediyordu.  Biyolojik olarak ablası yoktu ancak bir gerçek vardı ki Canan, İzel ve Ferah sadece kardeşlerinin değil hepsinin ablasıydı. 

"O zaman ablam gelince konuşuyoruz?" Uzay'ı başlarını sallayarak onayladılar. Peri'nin içi sıkılsa da ses etmedi ve yarını bekledi. Ablası şansını dener babası ve dayısı da hayır der ve bu konu kapanırdı ne de olsa...

22 EKİM 18:30 / İSTANBUL -ŞİLE 

Çardakta tek başına oturuyordu Uzay. Kolları göğsünde bağlı, ayaklarını birbirinin üstüne atarak ileriye uzatmış, gözleri ise yere dalıp gitmişti. Aklında Dünya, kalbinde Dünya, Zikrinde sadece Dünya vardı. Sessizdi. Gergin ve sabırsızdı. Birazdan yola çıkacaklardı ve Uzay kendisini ilk defa bu denli hazır hissediyordu çünkü içten içe bu sefer gerçek bir adım atacağının farkındaydı. Avuç içleri terleyip kaşınıyor, içi gıcıklanıyordu. 

Derin bir nefesle iç çekip göğsünü şişirdi ve yaşadığını hissettiren nefese kin güttü. Aldığı nefeslerin bir anlamı yoktu nazarında. Canının yarısı yokken kendi canının da pek bir mühimi yoktu. Annesine kıyamasa belki bir kez daha denerdi o uçurumun kenarına gitmeyi...

"Seni affetmem Uzay..."

Uzay,  gözlerini sımsıkı yumdu. Bir süredir ortada olmayan o ses yine ortaya çıkıverdi. Dünya, ikizinin zihninde yaşamaya devam ediyordu. Göğsündeki kollarını çözüp avuçlarını yüzüne kapattı. 

"Dünya'm..."

"Buradayım ikizim."

"Gittin sandım."

"Buradayım Uzay. Ben hep seninleyim." Uzay'ın gözünden bir damla yaş akıp gitti. 

"Akşam yola çıkacağız. O pislikleri bulacağım Dünya. Onları bulup hak ettikleri cezayı vereceğim."

"Biliyorum, beni huzura erdireceğini biliyorum... Uyanamıyorum Uzay, gözlerimi açamıyorum. Her açmak istediğimde onlar beliriyor yanımda... Kurtar beni artık. Huzura ermek istiyorum... Gitmek istiyorum..."

"Dünya'm..."

Uzay ellerini yüzünden çekip  gözlerini ovuşturdu. Dünya'nın sesi yavaş yavaş kaybolurken gitmesin diye içi içini yese de bu yaşadığının hiç sağlıklı olmadığının da bilincindeydi.  Deliriyordu, farkındaydı. Ölmüş kardeşiyle zihninin içinde konuşması ne kadar sağlıklı ve kabul edilir olabilirdi ki zaten?

Yüzündeki elleri saçlarına oradan ensesine kaydı. Işıltısını kaybetmiş solgun mavileri ileriden gelen adım seslerine döndüğünde Peri'yi gördü. Elinde bir tabakla yanına gelip oturduğunda mavileri aynı solgunlukla titreyen mor harelere düştü.

Peri, Uzay'ın gözlerinde gördüğü yaşlarla kırık bir soluk çekti içine. Titrek bir tebessümle yutkundu. "Tost yaptım sana. Yalın'da ayran yapacaktı ama soda kalmamış."  Uzay'ın dudağının köşesi inceden kıvrıldı ama çok uzun sürmedi. 

"Aç değilim." Peri hiç duymadı bile ne dendiğini. Tabağı çardağın ahşap masasına bırakıp Uzay'a  doğru kaykıldı. 

"Olma. Yemene engel değil sonuçta." önüne bırakılan tabağa baktı Uzay. Burnuna değen koku tostun tamda sevdiği gibi yapıldığını belli ediyordu. Peri'yi geri çevirmek istemedi. Peçeteye sarılmış ekmeği tutup bir ısırık aldı. Sonra bir ısırık daha. Sessizce yedi. Eskiden olsa sodalı ayranı yok diye söylenirdi ama damağı çizilse de ekmeği bitirip peçeteyi buruşturarak tabağa attı.

"Eline sağlık." dedi kuru bir sesle.

"Afiyet olsun... Kurt her şey hazır dedi. Seni bekliyorlar," Uzay etrafına göz attı. Çoğunluk evde olsa da Şafak'ın bazı adamları elleri tetikte belirli mesafelerde durarak nöbet tutuyorlardı. 

"Sen hazır mısın Uzay?" diye sordu Peri. Kuzeninin hali iyi değildi. Onun için endişelenmeden edemiyordu. 

"En başından beri," dedi Uzay.

Peri başını sallayıp iç çekti. Lens takılı gözlerini Uzay'ın yüzüne çevirip omuzlarını düşürdü. İlk zamanki tutuk hallerinden burada arındığını hissediyordu ve bu ona daha iyi geliyordu. Ama mesele kendi arınması, özüne dönmeye başlaması değildi. Hayatlarının bu dönemindeki mesele Dünya ve Dünya'nın arkasında bıraktıklarıydı.  

Kendi yasından başını kaldırmaya başladığından beri Uzay'a karşı suçlulukla ve mahcubiyetle doluyordu. Kendilerini, birbirlerini ama en önemlisi de Uzay'ı yalnız bırakmışlardı. 

"Uzay..." Uzay kuzenine baktı. Peri kirpiklerini kırpıştırıp boğazına dizilen nefesleriyle iç çekti. Dudakları aralanıp kapandı. Acı bir gülüşü dudaklarına sindirmek isterdi ama içi almadı.  Sonu belli olmayan bir gidişe doğru yola çıkacaklardı ve Uzay'ı böyle göndermek istemiyordu. 

"Özür dilerim... Bunun için geç kaldım farkındayım ama özür dilerim." Uzay bir anlığına şaşırdı. Peri kolay kolay özür dileyen birisi değildi. Özür dilenecek şeylerde yapmazdı zaten. 

"Neden?" derken buldu kendisini. Peri elini tersiyle yeniden burnunu silip hissettiği suçlulukla başını eğdi.

"Kaçtığım için. Kaçtığım ve hepimizin birbirimizden kaçmasına müsaade ettiğim için. Birimiz biz ne yapıyoruz deseydik belki bu kadar uzaklaşmazdık. Seni bu kadar yalnız bıraktığım, bıraktırdığım için özür dilerim." Uzay yutkunamadı. Göğsüne batan kıymıklar mavi harelerini yaşartınca bakışlarını kendisine bakamayan kuzeninden kaçırdı. Dünya'dan sonrası cehennemdi. Dünya'dan sonrası yangın, Dünya'dan sonrası hiçlikti. 

Uzay, o cehennem yangının ortasında kendi hiçliğiyle duvardan duvara savrulmuş, kafayı yemişti. Belki yanında en azından biri olsa kendisini bu kadar kaybetmezdi ama biliyordu. Sonradan anlamıştı ki aynı cehennemin ortasında aynı hiçlikte sadece kendisi yanmamıştı.

"Sen hiçbir şey yapmadın ki Peri. Herkese kızmak, darılmak, küsmek için geçerli nedenler sayabilirim ama inan sıra sana gelince dönüp kafasına vurduğum kişi kendim oluyorum." dedi ama içten içe devam eden küskünlüğü kabuklarını tırnaklıyordu. Fakat yine de yanında oturmuş ona derman olmaya çabalayan kuzenine kıyamadı. 

"Kolay değildi. Hiçbirimiz için kolay değildi. Herkes kendinden bir şeyler kaybetti o gece." Peri ağırca yutkundu. Uzay'ın her defasında onu aklamasına yüreği titredi. Gözleri yaşardı. Titreyen dudaklarını ısırıp nefesini usulca bıraktı. Gözlerini kırpıştırıp iki damla yaşını serbest bıraktı. 

"Ama hiçbirimizin kaybı seninle eş değer değildi. Bir kere seninle empati yapmam yetti o acının ne denli dayanılmaz bir şey olduğunu anlamaya. Kaldı ki sen sadece kardeşini değil canının yarısını kaybettin Uzay. Her birimiz bir yana savrulurken seni düşünmemiz gerekiyordu ama o acı... O his o kadar dayanılmazdı ki bazen aklımı kaybettim herhalde diye düşünürdüm." Peri dudaklarını ısırıp bakışlarını kaçırdı. Dünya'dan sonra her şey altüst olmuştu ama asıl altüst olan Uzay'dı. 

"Biz delirmenin eşiğine gelmişken sen ne haldeydin Uzay?"

Delirdim, diyemedi Uzay.  Uzattığı bacaklarını çekip tabanlarını yere sağlamca yasladı ve kolunu kaldırıp Peri'yi göğsüne çekti. Bedenine sarılan kollara ve yüzüne sataşan kıvırcık tutamlarla sevgiyi hissetti. Özlediği, unuttuğu bir histi bu. Doğduğu ilk andan beri ait olduğu bu hisse yabancılaşmayı içerledi genç adam. 

"Özür dilerim Uzay, çok özür dilerim..." Uzay, Peri'ye daha sıkı sarıldı. Hiç değişmeyen kokusunu uzun uzun soluyup başına dudaklarını yasladı ve uzun zamandır göğsünde taşıdığı ağırlığı yerinden oynatmak istedi. 

"Ben kayboldum Peri. Vardım ama yoktum da. Hiçtim... Annem bir yanda babam bir yanda yerle bir olurken ben o hiçliğin ortasında hiç oldum. Dağıldım. Eskiden tüm dünya benimmiş gibi hissederken o dünyanın başıma yıkılması... Sizde yoktunuz. Hiçbiriniz... Kırıldım, küstüm, kızdım ama sonra anladım. Ben de her şeyden kaçacak delik arayınca sizi anladım... Hem biliyor musun kimse olamasa da yanımda Canan ablayla Feri hep benimleydi..." sessizce ağladı Peri. Birbirine bastırdığı dudaklarının arasından tek bir ah çıkmazken Uzay gözlerini kapayıp Dünya'nın güzel yüzünü gözlerinin önüne getirdi. İkizi ona yine gülümseyerek bakıyordu. 

"Belki o koya gitmek için bu kadar ısrarcı olmasaydık her şey çok farklı olurdu..." Uzay'ın kalbi pişmanlıkla yandı. Acıyla kasıldı ve sızlayan burnunu Peri'nin saçlarına gömüp yenilmişlikle omuzlarını düşürdü. 

"Keşke... Keşke Peri keşke... O gecenin günahını Canan abla hiç düşünmeden omuzladı ama altında kalan yine de biz olduk." 

Ses etmedi Peri. Üstlerine çöken kırgın huzuru kaybetmek istemediler. Sessizce akıp giden  zaman tükendiğinde geride kalan evin kapısı açıldı ve evdekiler peş peşe dışarı çıktı. Uzay yanlarına gelmeden kendilerini izleyen gözlere başını çevirip baktı. Diğer kuzenleri onları küçük bir tebessümle izlerken Kurt, ikizler ve Vëlla'nın adamları ifadesizdi. 

"Her şeyi bitirdiğimizde kendi yüzleşmemizi yaşayacağız Peri. Bizde hesaplaşacağız. Üstelik sadece biz değil. Sana söz Canan ablanın omzuna bindirdiğimiz o yükü de alacağız. Ama şimdi sadece Dünya..."  Peri göğsünün orta yerine çöreklenen huzursuzlukla başını salladı ve ağırca yutkundu. 

Uzay ve Peri çardaktan kalktılar. Usul adımlarla evin önüne geldiklerinde Vëlla'nın Şafak'tan sonraki lideri olan Serdar bir adım öne çıktı. Heybetli ve uzun bedeni göz doldururken korkutucu görüntüsü ben buradayım diyordu. 

"Konuştuğumuz gibi." dedi yeri göğü döven gür sesi. Bakışlarını tek tek herkesin üzerinde gezdirerek konuşmasına devam etti.

"Uzay ve Andre benimle. Biz Balkanlar'a geçeceğiz. Dağhan, Ekim ve Semi direkt Kazakistan'a gidecekler. İlknura, Hayat ve Ekin'de Rusya ve Belarus'ta olacaklar. Şamil, Kurt liman sizde. Bir ayakları Mersin de olacaktır. Gözünüzü dört açın." Peri geride kalmanın huzursuzluğuyla sağa sola salındı ve Yalın'a doğru yalpalandı. Yalın ise anında kolunu kızın beline sarıp dik durmasını sağladı. Küçük, gözden kaçan bir detaydı ancak Peri kendini daha güçlü hissetti.

"Emre buradasın. Genel iletişim ağı sende olacak. Bir hata istemiyorum. Anlaşıldı mı koçum?" Emre bir asker katılığında baş sallayıp Serdar'a baktı. 

"Anlaşıldı efendim." Serdar,  kendisine emanet edilen gençlere baktı. Riskli bir yolculuk olacaktı ancak bu yolun sonunda sadece gencecik bir kızın değil kendi kanlarının da intikamı alınmış olacaktı. 

"O zaman..." deyip elini yumruk yapıp havaya kaldırdı ve göğsüne vurup "Vëllai Premtim." diyerek vurduVëlla üyeleri de tekrarlarken gençler bu yaptıkları şeye anlamsızca baktı. 

"Şovunuz bittiyse çıkalım artık yola." huysuzca söylenerek Semi'nin önünde durduğun arabaya yürüdü Dağhan. 

Sanki herkes bu komutu bekliyormuşçasına hareketlendiler. Hayat ve Andre arabalara geçmeden Peri'ye sıkı sıkıya sarıldılar. Uzay direkt arabaya geçerken Yalın arkalarından kendilerine dikkat etmelerine dair bir şeyler söylese de kimsenin dikkatini çekmedi. Herkes ayrıldığı guruplarla arabalara yerleştiğinde geride kalanlar arabaların gidişlerini içlerinde rahatsız bir hisle izlediler. Geride kalmanın yorucu endişesiyle küçük bağ evine geri girdiklerinde sessizliğin yükünü birbirilerine pay ederek bu akşamı kendi köşelerinde geçirmeye karar verdiler. 

24 EKİM 08:00/ İSTANBUL 

Aynalar suretleri olduğu gibi mi yansıtırdı? Bir maskeye bir yalana ihtiyaç duymazlar mıydı? Başka bir evrene açılmıyorsa ne işe yarardı ki bu aynalar? Hep böyle gerçekleri yüzlere bağırıp insanı daha da mı çileden çıkartırlardı yoksa bu sadece kendisine mi özeldi karar veremiyordu Minel. 

Dışarıdan bakanlar için o ve diğerleri hep şanslı çocuklardan olmuşlardı. Zengin bir aile, kaymak tabaka sınıf,  jet sosyete... Say say bitmezdi. Ancak Minel ve ailesini diğer ailelerden ayıran en belirgin şey gerçek sevginin getirdiği saf mutluluktu. 

İçi gerçekten aşk ve mutlulukla kokan bir evin içinde el üstünde tutularak, sevgiyle şımartılarak büyümüştü. Babasının en nazlısı, annesinin minik civcivi, ablalarının biriciğiydi.   Kendi evinin en küçüğü en kıymetlisi olmuştu hep. Şanslıydı  o yüzden. Onun nezdinde en büyük şansı da buydu zaten. 

Lakin şimdi karşısındaki aynadan kendisine ağlayarak bakan kızın şansı neredeydi bilmiyordu...

Uykusuzluktan ve ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerine baksa da kendi yansımasını göremiyordu sanki. Aynadaki kız kendisine yabancıydı. Kendi gibi değildi, Minel değildi... Beyaz teni sarıya çalmış, gözaltları ilk defa morarmaya yüz tutmuştu. Dudakları bir gecede kupkuru kalırken sanki günlerce su içmemiş gibiydi. 

Ağırlık çökmüştü üzerine. Küçük bedenini taşıyamaz gibi hissediyordu. Gözleri görüyor, kulakları duyuyordu ama algılayamıyordu. Aklı saatler öncesinde Barlas dayısının dudakları arasından çıkıp bedenine saplanan kelimelerle savaş halindeydi.

Sahi ne demişti dayısı?

Lösemi demişti. 

Akut Lenfoblastik Lösemi demişti.

İkinci evrenin sonu demişti.

İlik nakli demişti.

Kemoterapi demişti.

Acilen tedaviye başlanmalı demişti...

Bir şeyler demişti demesine ama Minel artık o anda takılı kalmış, ne ileri ne geri gidebilmişti.

Kanserdi...

Kan kanseriydi.

Yıllar önce evlerine uğrayan o hastalık şimdi onun kapısını çalmıştı. Tarih mi tekerrür ediyordu yoksa kötü bir tesadüf müydü bilinmezdi lakin bu sefer kapı daha acımasız daha ağrılı çalınmıştı. 

"Mimikom?" omuzuna konan elle irkilip aynadaki yansımasıyla aynı anda sıçradı ve kayıp bakışları annesinin güler yüzüyle karşılaştı. Öylesine derinden dalgındı ki çalınan kapısını, annesinin içeri girişini ona peş peşe seslendiğini duymadığı gibi geldiğini de hissetmemişti. Annesinin gözlerine baktı. Anlayışla parlayan maviler dalgalansa da gülümsemesinden ödün vermedi. Annesinin kendisine kıyamayışına içi gitti. 

"Uyumadın mı anneciğim?" gözlerini kaçırıp yorgunlukla doğruldu Minel. 

"Sabaha karşı uyandım bir daha da uyuyamadım anne." dediğinde başına konan dudaklarla yüreği titredi. Gözyaşları boğazına dizilirken nefesini tuttu. Oysa şu an yapmak istediği tek şey annesinin koynunda hıçkıra hıçkıra ağlamaktı. 

"Tüh, keşke ayrılmasaydım yanından." Minel ses etmedi. Omuzunu silkip gözlerini ovaladı. 

"Kızım,"  annesi oturduğu pelüş koltuğunu döndürüp önünde eğilince bakışları çarpıştı. İçli içli nefes alıp kollarını annesinin boynuna sardı ve başını boynuna gömdü. 

"Üzgünüm anne." 

Aden kızının kızıl tutamlarını okşadı. Boynundan göğsüne süzülen yaşlar canını yaksa da kendi hüznünü kızına belli etmedi. 

"Biliyorum bebeğim. Hissettiğin hayal kırıklığını, pişmanlığını ve öfkeni anlayabiliyorum kızım. Acını yaşamak en doğal hakkın ancak bu denli dağılman beni korkuttu." deyip küçük kızını saklandığı kuytudan çıkardı ve  yüzünü avuçlarının arasına aldı. Kirpiğinde sallanan yaşı silip yanaklarını okşadı. 

" Dünyanın sonu değil bir tanem. Önünde kocaman yıllar var. Son yarış son seçmeler değil ya. Bir daha denersin anneciğim. Bu sene olmadı belki ama  şampiyonalar ve olimpiyatlar bir kere olan bir şey değil ki. Daha iyi daha sıkı hazırlanırsın kızım. Bunca emeğine çöp oldu olarak bakma lütfen."

Minel'in göğsü inip kalktı. Daha da ağırlaştı ruhu. Şimdi şu an da seçmelerin yapılacağı salonda olması gerekirken o buradaydı... Kendi gerçeklerinin ağırlığı yetmezmiş gibi bir de ailesine yalan söylemesi onu daha da incitti ancak kendisi bu gerçeği sindirememişken anne ve babasına nasıl söyleyecekti ki? 

"Canım acıyor..."

Aden, sızlayan gözlerini kırpıştırıp iç çekti. Doğrulup Minel'i de kaldırdı ve hemen arkalarında kalan yatağa ilerledi. Minel'i yatırıp yanına uzandı ve kızını göğsüne çekti. Bir gece de küçüldüğünü hissettiği kızını sarıp sarmaladı ve kızıl tutamlarını okşamaya başladı. 

"Bazen bazı şeyler olmaz kızım. Çok üzülürüz ama bazen de olmaması o an için daha hayırlıdır. Biraz hayra yoralım tamam mı? Sen bir süre dinlen, kafanı dinle. Çok yüklendin anneciğim haliyle bedeninde bunu kaldırmadı. Neyse ki sadece düştün. Daha kötü sakatlanabilirdin de. Hem sana söz babanla da konuşup biraz daha esnek olmasını sağlayacağım." Aden kızının iç çekişlerini dinledi bir süre. Ne derse desin küçük kızını bir süre toparlayamayacağının farkındaydı. Minel küçük iç çekişleriyle koynunda saklanırken konuşmaya devam etti. 

"Bu yaz teyzene gidelim mi? Ablalarında gelir. Sadece beşimiz, kız kıza güzel bir tatile çıkarız. İstediğin yerleri gezeriz, bol bol alışveriş yaparız," Minel, burnunu çekip annesinin kuytusuna daha da saklandı. Ablamları şimdi istiyorum demek istedi ama susmaya devam etti. Annesi de sustu. Saçlarını ve sırtını okşayan elleri onu uykuya  iterken odasının kapısı bir kez daha açıldı ve içeri babası girdi. 

Yusuf, yatağa ilerleyip diğer boş kısma uzandı ve avcunu kızının beline yasladı. Karısının gölgenmiş mavilerini görünce sıkıntısı daha da büyüdü. "Aden?" diye fısıltıyla konuştu. Karısının burnunu çekip kızının başına kondurduğu öpücüklerin  bir anını dahi kaçırmadan izledi.

"İyi değil Yusuf. Üzülmüş, kırılmış, kızmış kendisine ama başka bir şey var. Dağılmış kızım. Baksana şu haline bir gece de nasıl küçücük kalmış." Yusuf kederle iç çekti. Kızının kızıl tutamlarını koklayarak öpüp karısına baktı. 

"En büyük hayali olimpiyatlardı biliyorsun. Olay daha çok taze.  Toparlar benim nazlı kızım kendini. Hallederiz merak etme." Aden buna bu kadar emin olamadı. Kalbinin derinliklerinde filizlenen endişe tohumları aklını  bulandırıyordu.

"Bilmiyorum. Onu ilk defa böylesine perişan gördüm. Minel'e hiç yakışmıyormuş gerçekten ağlamak." Yusuf sıcak avucunu bu sefer karısının saçlarına yasladı ve usulca okşadı. 

"Şttt. Geçecek... Bugün hocalarıyla konuşur yolumuza bakarız. Bizim kızımız sonuçta yavrum. Her zorlukta daha güçlü daha kuvvetli olacaktır."

"Yusuf! sesi bir an yükselince Minel kıpırdandı ama ama yaptığı şey annesine daha da sokulmak oldu.

"Kızlarım güçlü ve kuvvetli olmak zorunda değiller!" Yusuf şaşırdı.

"Yavrum ben ne dedim şimdi?" Aden kızgın bir nefes alıp karmaşık silsileler içinde savrulan duygularını bastırdı. Her şey iyi hoştu ancak kocasının kızlarının yaşadığı her kötü olayda aynı lafı söylemesinden hoşlanmıyordu. 

"Bizim kızlarımız yeterince güçlü, kuvvetli ve dirençliler Yusuf. Ancak bu durum bir olay yaşandığında senin; olsun, daha da güçlenirler demeni gerektirmiyor. Bırakalım da biraz düşüp ağlasınlar, duygularını güçlenmeden, güçsüzleşerek yaşayıp arınsınlar." Yusuf'un kaşları hayretle alnına doğru kavislendi. Dudaklarını birbirine bastırıp bir süre karısının asık suratına baktı ve tuttuğu nefesini sakince geri bıraktı. 

"Tamam doktor hanım..." nefes alıp verdi. "Anlaşılan gerginiz," yataktan kalkıp kızına eğildi ve solgun yanağına tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu.

"Sizi baş başa bırakayım." karısının çok sevdiği gözlerine bir şey desin diye baktı ama bir tepki alamayınca başını salladı. 

"Bugün evde olacağım. Hocalarıyla ben görüşürüm." arkasını dönüp odadan çıkacakken karısının "Yusuf..." demesiyle nefesini bıraktı. Gülümseyip başını omzunun üzerinden arkasına çevirdi.

"Yusuf'un canı?" Aden, Minel'i yavaşça bırakıp ayaklandı ve Yusuf'un karşısına geçti.

"Endişeliyim sadece. Bir de kendimi suçlu hissediyorum. Bu dönemde yeterince yanında olamadık sanki kızımızın. Ben onun kendine bu kadar yüklendiğini nasıl anlayamam?" Yusuf kendi içinde verdiği savaşı geriye iteleyip karısının rahatlatmak için çabaladı.

"Aden... Burada kendini, beni, bir başkasını suçlamak olayı ve gidişatı değiştirmeyecek güzel karım. Minel'in yaşadığını her sporcu yaşayabilir. Ahlanıp vah vah demek yerine önümüze bakacağız. Toparlarız güzelliğim. Hep toparladık yine toparlarız." dese de Aden'in dalgalı bakışları durulmadı.

"Ablalarını ister o şimdi yanında. Kızları arayayım bir. Gelemeseler de arayıp konuşsunlar." karısının sözleri karşısında gerildi Yusuf. Bir şey diyemediğinden başını salladı sadece.

"Haydi gel inelim. Babamlar meraklanmıştır," dedi. Aden başını sağa sola sallayıp bakışlarını uyuyan kızına çevirdi.

"Yok sen in. Uyanınca yanında olayım."

"Peki madem. Kahveni gönderiyorum." Aden'i öpüp odadan çıkacağı zaman elini tutan ele duraksadı. Yüzünde şefkat ve sevgi yüklü bir tebessüm doğdu. Altmışında adamdı ama ne hislerinden bir nebze eksilmişi ve duygularından. Karısının tenine değen teniyle huzura erdi yıllardır olduğu gibi. 

"Bağırmak istemedim. Ama bu konuda beni çok sinir ediyorsun!" Yusuf karısına boynunu büktü. Aklar düşen saçlarını okşayıp şakağına bir buse kondurup yanağını okşadı ve "sorun yok güzelliğim." diyerek odadan çıktı. Aşağı indiğinde yemek masasında sessizce onu bekleyen anne ve babalarına bakıp yerine oturdu. Çay servisi yapan evin çalışanı Defne'ye baktı.

"Defne kızım, Aden'e kahve götür. Minel'in yanında."

Yusuf çayına uzandı. Üzerindeki bakışlara karşılık vermeden önce boğazını temizledi ve çayından bir yudum alıp başını kaldırdı. Ona merakla bakan gözlere göz gezdirip sıkkın bir nefes aldı. Karısının yanında kendisini tutmuştu ama Minel'in yaşadığı bu durum onunda canını çok sıkmıştı.

"Torunum nasıl?" diye sordu Sefa dayanamayarak.

"Kötü baba." deyip soluğunu bırakarak arkasına yaslandı ve ellerini masaya yasladı.

"Neyse ki kötü bir sakatlık yaşanmadı. Allah korusun o alet sakatlanmaları nelere yol açıyor." Sema olaya başka bir yönden bakarken Zümrüt "Allah korumuş yavrumu," dedi.

"Hocasıyla tekrar konuştun mu? Nasıl olmuş bu olay?" Yusuf babasından bir farkı olmayan adama bakışlarını çevirdi. Yağız Uyguroğlu çatık kaşlarının altında parlayan mavi gözleriyle ona bakıyordu.

"Dönüşlerini yapıp diğer bara atlayacakken tutunamamış. Üstüne bayılınca da olan olmuş. Spor hekimi de yarışamaz raporunu verince... Bugün yeniden görüşüp nasıl ilerlememiz gerekiyor onu konuşacağım." Sema çatalını tabağına bırakıp oğluna çatık kaşlarıyla baktı.

"Kız bir nefes alsın önce Yusuf. Hatta kesinlikle psikolojik destek almalı. Onun için kolay atlatılabilecek bir şey değil."

"Bizde öyle düşünüyoruz anne. Aden kesinlikle bunu sağlayacaktır endişeniz olmasın." dedi ama Minel'in buna ne diyeceğini kavrayamıyordu. Zaten takım içerisinde gerekli olan bir psikoloğu vardı ama Aden'in yola onunla devam etmeyeceğini biliyordu. 

"Bizim hastanede iyi pedagoglar var ama etik açıdan farklı bir klinik pedagog arayışı yapalım,"  dedi Sefa. Böylesinin daha sağlıklı olacağını düşünüyordu.

"Aden halleder baba." nefesler alınıp verildi. Masa sessizliğe gömülüp bir süre o sessizlikle kaldıktan sonra Zümrüt konuştu.

"Canan'la Peri'yi mi çağırsak? Minel çok mutlu olur."  onu  Sema da destekleyince masadaki üç adamın bakışları birbirine değdi. Gözlerini ilk kaçıran Sefa olurken Yağız ve Yusuf'un bakışmaları birkaç saniye daha sürdü. Yusuf, çayına uzanıp annelerine bakmadan konuştu.

"Aden haber verecek anne," deyip birden çatılan kaşlarıyla annelerine baktı ve " size rica ediyorum bizim bilgimiz olmadan bir şey yapmayın. Minel iyi değil. Ters tepki alabilirsiniz. Üzülmeyin boşuna." Sema ve Zümrüt birbirilerine bakıp başlarını salladılar. Sessizlik kendini yeniden belli ederken Yusuf başını önüne eğdi. Düşünceli bakışları önündeki boş porselen tabağa dalıp gitti.  Zihni bulanıktı. Aklı çocuklarda, yüreği Canan'daydı. Üstüne Minel'in bu durumu içini daha da karartmıştı. Derin bir nefes alıp çayından bir  yudum içti. Nereye nasıl yetişeceğini düşünürken  bilinçsizce alnını ovalayıp ofladı. Anneleri onun bu halini Minel'e yorarken babaları asıl meselenin ne olduğunun farkındaydı.

Sefa ve Yağız birbirilerine baktılar. Sefa bu olaya en başından karşı çıkmıştı ancak yine de yanlarında tüm gücüyle olmayı kabul etmişti. Bu yolda en çok endişe ettiği şey torunlarının canıydı. İki aile tüm gücüyle mücadele ettiği halde bir şeyler yapamamışken el bebek gül bebek büyütülmüş çocuklar; varlığıyla yokluğu bir olan kocaman bir mafya imparatorluğuna nasıl diş geçirebilirdi ki?

Sefa bunu anlatamamış, oğlu da anlamak istememişti. kederle soluklandı yaşlı adam ve gözlerini dostunun gözlerinden kaçırdı. Tek istediği bu evin kapısına bir cenaze daha gelmemesi ve evlatlarının, evlat  acısıyla sınanmamasıydı.

"Günaydın." Pera'nın sesiyle herkes uykudan uyanır gibi sıçradı. Zümrüt, oğlunun kopyası olan torununa gülümsedi.

"Günaydın oğlum. Okula neden gitmedin?"Pera omuzlarını silkip küçük adımlar atarak masanın ucunda dikildi.  "Bugün için izin aldım anneanne. İzninizle Minel'in yanına geçiyorum." derken bakışlarını Yusuf'a çevirdi ama bakamadı. Gözlerini sürekli kaçırıyordu.

"Uyuyor, Pera." dudaklarını büzmemek için direndi ama beceremedi. Geceyi zar zor gün etmiş, gözüne uyku girmemişti. Aklı ve kalbi kuzenindeyken onu görmeden yapamazdı.

"Olsun. Ben uyandırmam enişte. Yanında olmak istiyorum." Yusuf iç çekip karşısında ha ağladı ha ağlayacak gibi duran yeğenine baktı. Karşısındaki gencin kızına verdiği değer ve sevgi onu her zaman memnun etmiş, Pera varken Minel için gözü hiç arkada kalmamıştı. Ona hep abi olmuş, hep dost olmuştu. Ses çıkarmadan başını salladığında araya annesinin sesi karıştı.

"Git oğlum. Uyu sende kardeşinin yanında gözlerin kızarmış senin de belli uyumamışsın." Pera minnetle Sema'ya bakıp hafiften gülümsedi ve gözlerini Yusuf'a çevirdi.

"Enişte?" Yusuf, izni olmadan hareket etmeyen oğlana gülümsedi ve yeniden başını salladı.

"Çık oğlum uyu sende. Halanda yanında..."

"Teşekkür ederim. Afiyet olsun."

Pera, sessiz ama büyük adımlarla merdivenleri çıkıp Minel'in odasının önünde durdu. Onun uyuduğunu bilse de sanki görecekmiş gibi kendisine çeki düzen verip yüzüne sahici bir gülüş kondurdu ve kapıyı yavaşça aralayıp başını uzattı. Halasının mavi gözleri kendi mavilerine değdiğinde gülüşü kendiliğinden daha da büyüdü.

"Mavişim geleyim mi?" diye fısıltıyla konuştuğunda, Aden kendi oğluymuş gibi sevdiği yeğenine başını sallayıp elini uzattı. Pera odaya girdi, kapıyı usulca kapayıp Aden'e ilerledi. Elini tutup üzerini öptükten sonra gözlerini annesinin koynunda uyuyan kuzenine çevirdi.

"Fındık kurdum, sende mi uyumadın?"

"Çok mu belli oluyor?" Aden başını sallayınca omuzlarını silkti Pera. 

"Aklım kaldı." deyip sustu. Dudaklarını birbirine bastırıp suçlulukla parlayan gözlerini halasından kaçırdı. Minel'e söz verdiğinden bir şey diyemiyor, içini yakıp kavuran acıyı kimseye anlatamıyordu.

"Geç sende bakayım. Koca bebekler sizi," Pera sızlayan burnuyla iç çekip Minel'den kalan boşluğa yerleşti. Alnını kuzeninin alnına yaslayıp kolunu ince beline sardı. Burnuna dolan dalin kokusuyla içi titredi ve gözyaşları sessizce gözlerinden akmaya başladı. Dün hastaneden çıktıklarından beri ağlamamak için kendisini tutuyordu ancak buraya kadardı. Ağlayışları iç çekişe dönüp küçük hıçkırıklar yarattığında halasının parmaklarını saçlarının arasında hissetti. 

"Pera, başka bir şey mi var oğlum?" içli içli soluklandı Pera. Başını yaslandığı yerden kaldırmadan içine kaçan sesiyle "yok hala," dese de halasının inanmadığını biliyordu. 

"Emin misin?" dedi Aden son kez şansını deneyerek. İçinde susmak bilmeyen kuşkularında haklı olduğunu hissediyordu. Pera ses çıkarmayınca daha da emin oldu.  Bir şey vardı. Başka bir şey vardı ve asıl bu şey çocukları bu hale getirmişti. 

"Peki... Anladım. Sonra?" dediğinde Pera'nın göğsünün titreyişini parmak uçlarında hissetti. Çatık kaşları düzelirken onunda mavilerine hüzün bulutları çöktü.

"Sonra hala..." Pera'nın fısıltısıyla gözlerini yumup soluklandı ve üzerine daha fazla gitmekten kaçındı. Minel'i uyuttuğu gibi Pera'yı da uyuttu. Kaç dakika, kaç saat orada öylece uzandı bilemediği bir anda odanın kapısı yeniden açıldı ve içeri bu sefer kızının en yakın arkadaşı Arzu girdi. Onunda kızından ve yeğeninden farkı yoktu. Toprak rengi gözleri ve burnunun ucu ağladığını belli edercesine kıpkırmızıydı. 

Her ne kadar kızı uyandığında yanında olmak istese de yerini Arzu'ya bıraktı ve odadan çıktı. Kızına belli ki kuzeni ve arkadaşı daha iyi gelecekti. Kendi odasına gidip telefonunu aldığında saatin öğleni geçtiğini fark edince şaşırdı. Zaman hiç akmamış gibi hissetmişti oysa ki. 

Telefonunu bırakmadan yatağının kenarına oturdu ve rehberine girdi. İlk önce Canan'ı aradı ama ulaşamadı. Sonra Peri'yi aradı lakin ona da ulaşamayınca dün akşamdan beri yüreğine çöreklenen ağrı büyüdü. İçi içini yemeye başlarken kendi kendine vesvese yaptığını düşünse de bir şeylerin artık yolunda gitmediğini hissediyordu. 

Kızlarına ayrı ayrı onu aramaları için mesaj atıp aşağı indi.  Annesi ve Sema annesi kahvelerini içip konuşurken yorgunlukla yanlarına oturdu. "Kendimi en son bu denli yetersiz hissettiğimde Canan'ın gelinliğini çöpe atıyordum." 

İki kadın birbirine bakıp esefle soluklandılar. Dünya'nın ölümüyle tüm ailenin başında kara bulutlar gezmeye başlamıştı... Dünya ölmüş, İzel bebeğini düşürmüş, Canan hem aldatıldığını öğrenmiş hem de Dünya'nın başına gelenler nedeniyle Baran tarafından suçlanmıştı. Herkes bir yana savrulurken ilk defa kimsenin gücü yeniden toparlamaya yetmemişti. 

"Aden, kendini suçlamamayı ne zaman öğreneceksin kızım?" dedi Zümrüt. Kızının nasıl bir anne olduğunu bilmese belki ses etmezdi ama Aden iyi bir anneydi. Güneş, Bejna, Simge, Sevda, Lara. Gerçekten her biri çok iyi birer anneydiler ve kendilerine gölge dürmelerine dayanmıyordu. 

"Kızlarım koynumda çektikleri acıdan değil de eskisi gibi çok gülmekten ağladıklarında anne."

"Hayat bu kızım. Her duyguyu tadacaklar. Çok ağır olsa da onların için çizilmiş yolda da engebeler olacak illa ki. Önemli olan o engebelerle sağlıkla mücadele edip yola devam etmek," dedi Sema bir gelinden ziyade evlat bildiği kadına bakarken. O da en az Aden kadar içerleniyordu bu duruma ama daha dirayetliydi. Bu ailenin sınırları içeresinde o çocukların hep şen kahkahaları taşıp çoğalmışken şimdi sadece gözyaşı dökmeleri ona da dokunuyordu. 

"Sen bunu bizden daha iyi biliyorsun üstelik kızım." diye konuştu Sema'nın hemen ardından Zümrüt. 

"Ben kızlarımın psikiyatristi değil annesiyim, anne." 

"Aksini söylemedik ki anneciğim. Ama sen üzerine bu kadar çok gidip kendini yıpratırsan annesi olduğun o üç civcivi nasıl iyi edeceksin bakayım?" Aden, annesine baktığında Sema annesi konuştu.

"Ayol Zümrüt  civcivlikleri mi kaldı onların Allah aşkına?" Aden gülümsedi. Civcivlerim diye sevdiği kızları göz açıp kapayana kadar büyümüştü. 

"Civcivler tabii. Güzel bebeklerim benim." Zümrüt ve Sema birbirilerine bakıp güldüler.  Minel'den biraz daha konuştuklarında Zümrüt hatırladığı bire ayrıntıyla kızına baktı. 

"Kızım, Güneş'le konuştuk bu arada. Yukarıdasın diye aratmadım. Senin aramanı bekliyor." 

Aden başını sallayıp koltuktan kalktı.  Bahçeye çıkıp anneannesinden kalan çiçek bahçesine geçip cam kapısını kapadı.  Güneş'i arayıp uzun uzun sohbet etti. Kardeşinin desteği onu daha da iyi hissettirirken gözleri bir an için kızının odasının camına kaydı. Perdesi çekik odanın içi çok net görülmese de odadaki hareketlilik gözüne çarpıştı. Demek ki kızı uyanmıştı. 

Güneş ile konuşmasını sonlandırıp eve girdi ve direkt mutfağa geçti. Evin emektarı Kiraz çoktan Minel'in sevdiği yemekleri hazır ederken o da çocuklara portakal suyu sıkıp sevdikleri top kurabiyelerden hazırladı ve yanlarına çıktı.

Odanın kapısını çaldığında kapı Arzu tarafından açıldı. Kocaman gülümsemesiyle teşekkür edip içeri girdi. Pera halasının elindeki tepsiyi anında alırken Aden, yatağında kucağında Safiş'le oturan kızının yanına gidip yüzünü avuçlarının arasın aldı ve yanaklarını öptü.

"Civcivim, günaydın anneciğim."Minel, annesinin avcuna bir öpücük kondurup "günaydın annikom," dedi. Aden kızını bir süre inceleyip bu sefer saçlarından öpüp geri çekildi. Pera ve Arzu'ya baktı. Neyse ki gözlerdeki kızarıkları biraz olsun dinmişti. 

"Kiraz sultan akşama harika yemekler hazırlıyor." dediğinde Pera hemen araya girdi. 

"Kesin kavurma pilav yapıyordur," Aden gülerek yeğenine bakıp göz kırptı. 

"Aynen öyle fındık kurdum. Ben de yanına bir güzel salata ve tatlı yapacağım," deyip kızının yanında oturan Arzu'ya döndü. 

"Arzu, sende yemeğe kal kızım."

"Olur Aden teyze," dedi Arzu hiç ikiletmeden.

"Anneni ben arar, söylerim. Siz keyfinize bakın," deyip kızını son defa öpüp odadan çıktı Aden. Bir an için kalıp kulağını kapıya dayamayı içinden geçirse de vazgeçip aşağı indi. 

Odada yeniden yalnız kalan üçlü ise sessizce oturmaya devam etti. Arzu, hemen Minel'in yanında otururken Pera halasının getirdiği tepsiden bir bardak portakal suyunu alıp kuzenine ilerledi ve ona uzattı.

"Canım istemiyor." dedi Minel keyifsizce. Annesi gittiği gibi yüzü yine asılmıştı. 

"Bir iki yudum al en azından." Pera ısrarında devam etti. Minel'in almayacağını anlayınca bardağı eline tutuşturdu ve "benim için, lütfen." dedi.

Minel portakal suyundan bir iki yudum alıp bardağı komodinin üzerine bıraktı. Sessizce kendisini izleyen ikiliye baktı ve iç çekip yeniden yaşaran gözlerini ovaladı. Dün gözlerini açıp kendisine geldiğinde de yanında sadece Pera ve Arzu vardı. Eğer onlar olmasaydı dünü atlatamazdı. 

"Nasıl hissediyorsun?"

"Boş." Arzu ve Pera birbirine baktı. Minel, kendisi kabullenene kadar ailesine bir şey demeyeceklerine dair herkesten söz almıştı. Ancak iki gençte biliyordu ki Lara ve Barlas doktor kimlikleriyle bu işi çok uzattırmayacaklardı. O nedenle Minel'i baskılamak yerine destek veriyorlardı. 

"Kızıl şeytanım bak bakayım bana," Minel, hemen dizinin dibine oturup ellerini sıkıca tutan kuzenine baktı.  Dün hepsi çok dağılmıştı ama şimdi fark ediyordu ki kendisini hemen toparlayan Pera olmuştu. 

"Çok zamansız çok yersiz oldu evet ama bu bizim için bir son değil biliyorsun değil mi? Tıp çok ilerledi, kaldı ki biz çok kalabalık ve köklü bir aileyiz. Eminim ki ilik nakli hemen gerçekleşecek ve sen hızlıca iyileşeceksin." Minel omuzlarını silkip burnunu çekti. Dün konulan tanıdan sonran kendini cidden hasta hissediyordu. 

"Dünya ablama söz vermiştim. Ona altın madalyamı götürecektim." sesi küskündü. Sporcu olmasının en büyük payı Dünya idi. Ona bir söz vermişken şimdi bu olan şeye öfkelenip üzülmeden edemiyordu. 

"Sözünü tutmamazlık değil ki bu. Sadece zamanı biraz erteledik o kadar." dedi Arzu neşeli olmaya özen göstererek. Gözleri sık sık Pera'ya kayıp ondan destek alıyordu. 

"Aynen öyle. Hem Dünya ablam senin kendini değil de madalyayı düşündüğünü görse sana çok kızardı." Minel içli bir solukla akan gözyaşlarını silip kırık bakışlarını Pera'nın mavilerine kaldırdı ve titreyen dudaklarının arasından fısıldadı. 

"Annem çok üzülecek..." sadece annesinin değil herkesin çok üzüleceğini biliyordu ancak o şu an sadece annesini düşünüyordu. Minel, annesine düşkün bir çocuktu. Ablalarıyla yaş farkı vardı. Onlar okuldayken ve babalarının iş yükü arttığından çoğunlukla annesiyle vakit geçirirdi. Bazı zamanlar hastaneleri sevmese bile kreşe gitmek yerine annesiyle işe giderdi. Annesinin insanları iyileştirmesine hep hayran kalır, büyüyünce onun gibi olmak isterdi. Belki meslek seçimiyle değil ama içten sevecenliği ve pozitif enerjisiyle insanlara hep iyi gelirdi. 

"Salak. O zaman babamda daha çok üzülecek? Hatta bana ne diyecek biliyor musun?" dedi Pera oyunbaz bir tavırla. 

"Ulan eşek sıpası sen varken bu gıcık şey niye kızılımı buldu diye beni paylayacak." Minel kısık bir gülüşle gözlerini devirdi. Safiş, kucağından birden kalkıp kendi yatağına koşunca ona bakarak "atma Ziya, dayım asla öyle bir şey demez," dedi. 

Pera bir an düşünür gibi yapıp başını salladı.  Babası bu hastalığın şakasını dahi yapmazdı. "Evet demez. Abarttım."

Minel, ıslak yanaklarını silip yanan gözlerini ovaladı. Bedeni sanki hiç uyumamış gibi uyumak istiyordu. Uzandığı yerde kayıp başını yastığına yasladı. Gözlerini Pera'dan çekmeden "Rapor işi ne oldu sahi?" dedi.

"Annem halletti. Düşmeye bağlı travma sebebiyle yarışmaya uygun değildir, raporu hazırlatmış spor hekimine. Koçla da konuştu. Merak etme. Bizim dışında kimse bilmiyor."

"Merak etmeyin, Drama  bağlayıp kendime işkence etmeyeceğim. Gücümü toparlamam lazım. Bir iki gün en azından. Sonra annem ve babamla hastaneye gideceğim. Lara yengem ve Barlas dayım olmadan açıklayamam sanırım." dedi kabullenerek. Barlas dayısı içinde zor olacaktı ancak neyse ki Lara yengesi onları toparlayabilecek kişiydi. 

"Sen hazırım dediğin an hepimiz yanında olacağız endişelenme." Arzu'ya bakıp tebessüm etti.  Pera'nın elleri arasında duran ellerinden birini çekip Arzu'nun elini tuttu ve sıktı. 

"Biliyorum, iyi ki varsınız."

Akşama kadar odadan çıkmadılar. Ara ara Aden ve Yusuf odaya uğradılar. Akşam yemeğinde sabahkine benzer bir sessizlik varken bazen Yağız, Minel'e tatlı tatlı sataşıyor bazen de Sefa araya girip Yağız ile atışıyordu. 

Aden'in gözü ise kızındaydı. Yüzünde dingin bir tebessüm olsa da gerçek olmadığını biliyordu. Kızı küçücük tebessüm etse dahi gözleri küçülürdü. Oysa şimdi o gözlerde boş bir bakış vardı. 

"Yarın aile günü mü yapsak?" diye bir fikir attı ortaya Sema.  Zümrüt ise onu onaylayarak başlını salladı. 

"Güzel olur aslında... Minel, ister misin kızım?"

"Efendim anneanne?" Minel dalgınlığını bir kenara koyup ona bakan gözlerde gözlerini hızlıca gezdirdi. 

"Yarın aile günü yapalım mı?" Minel başını sallayıp "olur, yapalım." dedi. 

Aden boğazını temizleyip annesinin bakışlarını üzerine çekti ve ikaz dolu bakışlarıyla annesine baktı. "Anne, daha sonra yapmak daha sağlıklı olur." 

Minel annesinin endişesini anladı. Ancak endişe ettiği gibi bir şey olmayacağından emindi Minel. Ailesinin hiçbir ferdinin ona yarışlarla  ve seçmelerle ilgili soru sormayacağını biliyordu. "Yapalım anne. Benim için sıkıntı yok. Hem özledim herkesi," Aden yutkundu. Başını sallayıp kızına gülümsedi. 

"İyi madem. Baran dayını sen davet etmek ister misin?"

Minel, yavaşça başını sallayıp "ederim," dedi. 

"Arzu kızım, sende katılmak ister misin?"

"Teşekkür ederim Sema teyze. Ancak annemlerin iki gün üst üstte izin vereceklerini sanmıyorum. Diğer sefere mutlaka katılmak isterim."

Yemek bitti. Herkes salona kahvelerini içmek için geçerken Minel odasına çıktı. Pera, Arzu'yu evine bırakıp geri döndüğünde rotası belliydi. Odaya girdiğinde görmeye alışık olduğu görüntüyle gülümsedi. Kuzeni yatağa uzanmış, hemen yanında uzanmış Safiş'in karnını okşuyordu.

Yatağa ilerledi. Minel'in başını öptü ve diğer tarafa geçip bağdaş kurarak oturdu. Kendisine hiç dönemeyen gözlerle iç çekti ve cebinden çıkardığı çikolatayı ona uzattı. Kendisine dönen bakışlarla nefeslenip sıcacık gülümsedi. "En sevdiğinden," dediğinde Minel onun çabasına gülümsedi ve çikolatayı alıp paketini açtı.

"Ne bu tünelden önce son çıkışlar mı?" diye kendi kendine geçti.

"Salaksın biliyorsun değil mi?"

"Hayır, kanserim." Pera aldığı cevapla suspus oldu. Minel ise çikolatasını yiyip paketini top yapıp kuzeninin yüzüne fırlattı. Bir süre bakıştılar ve Minel sonunda dilinin ucundaki baklayı çıkardı.

"Bu öğrenildiğinde ablamlarla abimler  ne yapacak onu düşünüyorum. Bir çıkmazın içinde bırakacağım onları..." Pera aralarındaki Safiş'i yere bırakıp Minel'i göğsüne çekti başına dudaklarını yasladı ve titreyen elleriyle uzun saçları okşamaya başladı.  Dünden beri içini kemiren korkularını dindiremiyordu lakin Minel'e de tamamını yansıtmamaya çaba gösteriyordu. Bu kızıl saçlı kız onun en kıymetlisiydi. Neda  ne ise Minel de oydu ve Pera ilk kardeşini, ilk oyun arkadaşını kaybetmekten deli gibi korkuyordu.

" Çıkmaz falan yok. Önceliğimiz sadece sen olacaksın. Ablamlar ve abimlerde emin ol aynı şeyi düşünüp yapacaklar." Minel bunu biliyordu. Ancak yine de bunun ağırlığının omuzlarında filizlenmeye başladığını hissediyordu.

"Pera... Ben korkuyorum," dedi Minel fısıltıyla. 

"Bende korkuyorum... Ama inanıyorum da. İyileşeceksin Mimikom. İnan bana iyileşeceksin." Minel, daha da sığındı Pera'nın göğsüne. Onun varlığı kendisine güç veriyordu. 

"İyi ki varsın... Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?" Pera, Minel'in başını ısırınca; genç kız başını hafifçe kaldırıp tatlı bir kızgınlıkla kuzenine baktı.

"Bak ya bir de çapkın çapkın sırıtıyor," Pera'nın sırıtışı kıkırtıya dönüştü. Bu seferde uzanıp kızın yanağını acıtmadan ısırdı.

"Eh, senin kadar güzelinden daha sevildiğimizi duymadık kızım." Minel önce utansa da sonra ayağına kadar gelen pası geri çevirmeden kaleye şutu çekti.

"Arzu güzel değil mi?"

"Güzel," dedi iç çekerek Pera. "Çok güzel..."

"Yaaa şuna bak nasılda aşık." Pera titreyen kalbiyle hafifçe doğruldu. Gözleri kuzeninin gülen yüzüne düşünce onun havasının dağıldığını fark eti ve oyunbaz bir ifade takındı.

"Aşığım tabii. Bitiyorum kızım ben Arzu'ya ama o hiç oralı değil." Minel sırıtarak yatakta kayıp sırtını yatak başlığına yasladı.

"E yavrum kız evi naz evi. Olacak o kadar. Hem sen bence daha cesur ol." dediğinde Pera uzandığı yerde ters dönüp Minel'e döndü.

"Diyorsun?" sesi heyecanlı ve hevesliydi.

"Hıhımmm. Se bana güven."  Minel esneyip Safiş'i yanına çağırdı. Pera ise "ben sana kurban olurum kızım kurban."  deyip ağır abi gibi burnunu çekip tespih sallar gibi elini hareket ettirdi.

"Yaa Pera başka ortamlarda da yapacaksın şöyle diye korkuyorum. Yapma Allah için." kucağına gelen Safiş'i yatağa sokup kendisi de yorganın altına girdi  ve başını yastığına yasladı.

"Uykun mu geldi?" dedi Pera toparlanarak.

"Hıhım. Hep uyumak istiyorum. Peri ablam kaçtı sanki içime."  Pera şefkatle gülümseyip dizlerinin üzerinde yürüyerek Safiş'e sarılarak yatan kuzeninin yanına gitti ve omuzunu öpüp yataktan kalktı.

"Gidecek misin?"

"Yok. Uyu sen güzellik. ben buradayım," Minel başını sallayıp gözlerini kapadı. Pera'nın varlığını odada hissettiğinden uykuya daha kolay dalarken Pera pencere kenarındaki berjere oturup kuzenini izlemeye başladı. Dakikalar  geçerken Minel uyuyamadı ama gözünü de açmadı.

"Pera?" dedi için için kaynarken. Pera aldığı sessiz nefesini bırakıp sesini canlı çıkarmaya çabalayarak "kızılım?" diyerek onu cevapladı.

"Ya iliğim kimseyle uyuşmazsa?" korkusunun titreyişi vardı sesinde Minel'in. Dün omuzlarına çöken ağırlık her dakika daha da artıyordu sanki.

"Böyle bir şey olmayacak." ters döndü Minel. Yaşarmış kahve hareleriyle kuzenine baktı. Ailenin en pozitifi, enerjisi o olmuştu ama kendisi  bile kırılmışken Pera'nın bu kadar kesin konuşması aklını da kalbini de çeliyordu.

"Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun Allah aşkına?" Pera derin bir nefes alıp verdi. İnanmak ve emin olmak zorundaydı.

"Eminim. Birimizden birimizinki tutacak."

"Ya tutmazsa?"Pera oturduğu berjerden kalkıp yeniden yanına gitti ve yere çömelip ellerini yatağa yasladı.

"O zaman uyanı bulacağız. Sen kafanı buna yormayacaksın. Orası bizde sen iyi olmaya bakacaksın anlaştık mı?" Minel uysalca başını sallayıp korkusunu kısık sesiyle fısıldadı.

"Ölmek istemiyorum..." Pera yutkunamadı. Yaşaran gözlerini kırpıştırıp uzandı ve Minel'in alnına bir buse kondurdu.

"Ölmeyeceksin Mimikom..."

Ertesi gün yine sessiz başladı. Yemek masasında sadece aile büyükleri, İzel  ve Minel vardı. Aden ve Yusuf işe gitmiş, Pera ise sınavı olduğundan okula gitmek durumunda kalmıştı. Minel tabağındakilerle oynayıp dururken üzerinde hissettiği bakışlara karşılık vermiyordu. Onun bu sessizliğine alışık olmayan dörtlü birbirilerine bakışlar atmaktan sıkılınca İzel boğazını temizledi.

"Minel, bu akşam özel olarak istediğin bir yemek var mı tatlım?"

"Yok  abla." dedi ve yeniden sessizliğe büründü. Üzerinde yalan söylemenin verdiği bir kasıntılık vardı ve unu saklamak için sessizliği  tercih ediyordu.

"Dayını aradın mı?" konuşan bu sefer Zümrüt oldu. Minel bakışlarını tabağından kaldırmadan konuştu.

"Sabah uyanır uyanmaz aradım anneanne. Gelecekler."

"İstersen birlikte yapalım yemekleri ne dersin?" Sema bir karşılık almak için torunun güzel yüzüne baktı. 

"Yorgunum babaanne. Bu seferlik size eşlik etmesem olur mu?"

"Elbette tatlım. Nasıl istersen." dedi ama torunun içine kapanmaya başlaması onu endişelendirdi. Masa da yeniden bir sessizlik olunca İzel, Minel'i hareketlendirecek bir konu açtı.

"Ayyy, biz  bu arada kızımızın adına karar verdik. Akşam açıklayacağız," Minel'in bakışları onu bulunca  gülümsedi.

"Sağlıcakla doğsun kızımız. Adıyla yaşasın." dedi Yağız.

"Amin dedeciğim. Mimikom sağ olsun isim annesi oldu." Minel'in  gözleri şaşkınlıkla büyüyünce İzel kıkırdayıp kuzenine göz kırptı.

"Hıhı, ikizimin de içine çok sindi fıstığım. Hatta amcan sana teşekkür hediyesi alacak laf aramızda." Minel iki gün sonra ilk defa keyiflendi.  Bu hayatta en sevdiği şey hediye almaktı.

"Çanta değilse kabul etmem."  dedi şımarıkça ama küçücük bir şeye de tabiydi.

"Orasını bilemiyorum bana da söylemedi."

Minel dudaklarını  büzüp merakla soluklandı. Akşama kadar dayanamayacağını bildiğinden ekstra sorular sorup merakını ateşlemedi. Kahvaltı ilk  dakikalarına kıyasla daha hararetli devam ederken birkaç lokma yedi. Masadan kalkmak için izin isteyeceği sırada kapı çaldı. Geleni merak ettiğinden masadan kalkmadı. Duyduğu topuk sesleriyle ve masadan yükselen şaşkınlık nidalarıyla başını salonun girişine çevirdiğinde gördüğü yüzle  çığlık attı. Sandalyesinden kalktı ve gelen kişiye koştu.

"Teyze!" tüm özlemiyle teyzesinin boynuna sarıldı.  Güneş, kucağına atlarcasına boynuna sarılan yeğenine sıkıca sarılıp saçlarına bir buse kondurdu onları izleyen av ahalisine  gülerek baktı.

"Sürpriz!"

Minel kollarını ayırmadan geri çekildi ve "hoş geldin teyze," dedi.

"Hoş  buldum bebeğim." yeğeninin yanaklarını öpüp kendisine gelen İzel'e sarıldı ve onun ardından annesiyle babasına peşinden de Sefa ve Sema'ya sarıldı.

"Kızım bu ne hoş sürpriz böyle," dedi Zümrüt büyük bir mutlulukla. Güneş bir kolunu annesine sarıp yanağından öptü. Dün Aden'le konuşur konuşmaz gelme planı yapmıştı. 

"Öyle kafamız esti geldik. Hem duydum ki aile günümüz varmış. Bensiz olmaz dedim." Minel kollarını bu sefer teyzesinin beline sarıp başını göğsüne yasladı.

"Çok hoş geldin teyze. Çok özledim seni." Güneş bir bebek gibi koynunda soluklanan yeğenin başına dudaklarını yaslayıp kokusunu soludu. Bu kızı çok seviyordu. Bir çocuk daha yapmayı düşünse kesinlikle Minel gibi bir kızı olsun isterdi.

"Ben de sizi özledim bebeğim. Ama en çok seni," dedi.

Ayakta durmayıp salona geçtiler. Herkes yerine yerleşince Minel hevesle mutfağa koşup kahve yapmaya koyuldu. Teyzesinin gelmesi onu mutlu etmekle kalmayıp  canlandırmıştı da. Kahveleri yapıp salona geri döndü. Teyzesi ve İzel ablası bebek hakkında konuşurken anneannesinin birden Andre'yi sormasıyla yutkundu. Tepsiyi ortadaki büyük sehpaya bırakıp dedelerinin önüne diğer sehpalardan koydu ve kahvelerini verdi.

"Arınma terapisindeymiş beyefendi. Yine kim bilir hangi dağa tırmanıp kendini soyutladı." derken oğlunun o halleri gözünün önünden akıp gitti.

"İyiyse sorun yok kızım."

"İyi iyi. Sık sık haberleşiyoruz neyse ki. Yoksa mümkünü yok müsaade etmezdim." anne kız birbirine dalıp sohbet ederken  İzel ve Minel, Sefa ve Yağız kısacık bir an bakışıp başlarını başka yönlere çevirdiler. Sema ise bu anı fark edip kaşlarını çattı ve şüpheyle kocasına baktı.

"Daron nerede sahi?"

"Şirkete geçti direkt baba," dedi Güneş. Yılların getirisiyle Daron ve Aslan abisinin arasındaki ilişki sık bir dostluğa dönüşmüş; Yusuf, Merdo ve Aslan üçlüsüne dahil olmuştu.

Sohbet içilen kahve eşliğinde devam etti. Güneş herkesle sohbet edip bir yerden sonra tüm ilgisini Minel'e verdi. Bir süre sonra evde sıkılınca bahçeye çıkıp oturdular. Güneş geçen ay katıldığı Paris moda haftasını sanki hiç anlatmamış gibi en başından anlatırken elinde limonatalarla İzel de yanlarına gelip muhabbetlerine dahil oldu.

"Yeni serisi çok güzel değil mi teyze? Özel koleksiyon olduğundan satışa da konulmayacaklar..." Güneş, genç kızın büzülen dudaklarını taklit edip yanağından bir makas aldı.

"İstediğin var mı halledeyim hemen?"

"Cidden mi?" dedi Minel gözlerini iri iri açarak. 

"Cidden tabii." Minel hemen telefonunu çıkarıp  markanın vip kataloğuna giriş yapıp istediği çantanın sayfasına girdi ancak gördüğü uyarı ile yüzü asıldı.

"Ya hepsi rezerve edilmiş." dediğinde Güneş araya girdi. 

"Ben bir arayıp konuşayım." Minel omuzlarını düşürüp telefonunu kapadı ve yanına bıraktı. 

"Yok, boş ver teyze,  uğraşma."

"Yeni koleksiyonları üç ay sonra çıkacakmış. O zaman hallederiz tamam mı?" genç kız iç çekip aldığı soluğu oflayarak bıraktı. Bu hayatta en büyük sevki alışveriş yapmaktı. 

"On sekizime girdiğim gibi yapacağım ilk şey  tüm markalardan gold üyeliği almak olacak."

"Halamın kalbine insin sonra ." dedi İzel kıkırdayarak. Minel ise kollarını göğsünde bağlayıp kaşlarını çattı. 

"Of annemin bu huyunu hiç sevmiyorum. Karun'dan daha zenginiz ama istediğimiz gibi harcayamıyoruz bile." kendisini ve ablalarını kast ederek memnuniyetsizliğini dile getirdi Minel.

Güneş ise anlayışla bakıp iç geçirdi. Kız kardeşinin kendi içinde bazı düşünceleri ve o düşüncelerin etkisiyle getirdiği kurallar vardı ama açıkçası bu konuda o da Minel ile aynı düşünüyordu. Üstelik küçük yeğeni kendisine bu kadar benzerken onun tadını alarak modayla ilgilenememesi can sıkıcıydı. 

"Annen  birilerinin baş harflerini taşıyan çantaları kullanma taraftarı değil tatlım. Markalara karşı o." Minel omuzlarını silkti ve kollarını göğsünde bağlayıp ofladı.

"Biz zenginiz teyze." Güneş ve İzel gülerek Minel'e baktılar. Güneş, yeğeninin yüzünü okşayan kızıl saçlarını kulağının arkasına itiştirip yanağını okşadı.

"Evet, ama o markalara para yatırmaktansa iki üç öğrenci fazla okutmayı tercih  ettiği için annene kızamazsın." Minel omuzlarını bir kez daha silkip iç çekti.

"Neyse ki siz varsınız,  istediğimde bana borç verirsiniz değil mi? Söz kendi paramı kazanmaya başladığımda hepsini öderim." Güneş ve İzel bir kez daha güldü. Minel ona gülmelerine aldırmadan beklentiyle yüzlerine baktı.

"Ablaların yemiyor mu bu minnoşluğu artık." Minel özlemle soluklanıp tebessüm etti.

"Allah var her istediğimi alıyorlar haklarını yiyemem. Canım ablalarım." 

Güneş bunu biliyordu.  Aden'in kızları bu konuda Aden'e değil neyse ki kendisine çekmişlerdi. Kendileri Minel'in yaşlarındayken bu kadar şanslı değillerdi. Minel'in isteklerini yerine getiriyor, Canan büyük abla olmanın verdiği avantajla Peri ise sert üslubuyla anne ve babalarının laf etmesine aldırmıyorlardı. 

"Minel, istediğin ne olursa olsun bizden isteyebilirsin bebeğim. Dediğin gibi biz zenginiz." Güneş'in oyunbaz sesi Minel'i güldürdü.  Annesi ve babası elbette abarttığı kadar yoktu ama bazen abartan kendisi oluyor ve bu da annesiyle babasının karşısında durmasına neden oluyordu. 

"Aynen öyle fıstık, mütevazi yaşamamız bu gerçeği yok saymıyor." İzel ablasına bakıp kıkırdadı. 

"Sen gerçekten çok mütevazi yaşıyorsun abla, gözlerim yaşarıyor mütevaziliğin karşısında. Küçük Aslan seni," İzel gözlerini devirse de küçük Aslan yakıştırmasına güldü.  O bir Uyguroğlu olarak doğmuş ve büyümüştü. Üstelik babasının kızıydı. Tabii gösterişli bir kadın olacaktı. 

"Çok komik! Ukala bıdık seni. Üstüne basa basa tekrar söylüyorum zenginiz biz. Gösteriş, şan şöhret kendiliğinden geliyor zaten. Kaldı ki ben başarılı bir iş kadınıyım," deyip saçını savurarak limonatasını içti İzel. Bir eli her zamanki gibi karnının üzerinde kızını seviyordu. 

"Zengin olduğumuzu annemle babama da hatırlatın olur mu?" Güneş ve İzel birbirine baktılar. Güneş gülememek için derin bir nefes alıp yeğenine baktı. 

"Anne ve baban devlet memuru teyzeciğim," dediğinde İzel'den şen bir gülüş daha yükseldi. 

"Ya teyze," dese de Minel'de gülüyordu. İki gündür üzerine binen ruhsuzluk teyzesinin gelmesiyle toz olup uçmuştu. 

Günün yarısı öylece geçti. Hava esmeye başladığında içeri geçtiler. İzel mutfağa yol alırken Güneş ve Minel yeniden salona döndüler. Farklı farklı konular açılıp kapanırken evin içinde Pera'nın ve Neda'nın heyecanlı sesleri yükseldi. Tam bir hala aşığı olan Neda, Güneş'in kucağından inmezken Pera halasına sıkıca sarılıp yanaklarından öpüp Minel'in yanına oturdu. 

"Nasılsın?" diye kısık sesle sordu Pera.

"Daha iyiyim." diyerek aynı kısık sesle karşılık verdi Minel.

Gün devam etti. Salonda sadece Neda'nın sesi vardı. Halasına onu son gördüğü günden başlayarak geçen günlerini anlatıyor, Güneş ise onu can kulağıyla dinliyordu. Bir ara kapı yeniden çaldı ve Defne elinde bir paketle salona girdi.

"Minel Hanım, size gelmiş."

"Aaa. Ben bir şey almadım ki?" diyerek kendisine uzatılan büyük kutuyu alıp kucağına bıraktı. Meraklı bakışlarını Yağız dedesine çevirdi. 

"Dedeciğim yoksa bana sürpriz mi yaptın?" Yağız güldü. 

"Bu sefer ben değilim." Minel, Sefa dedesine baktığında Sefa başını olumsuz şekilde sallayınca Minel paketin ambalajını açtı. Karşısına çıkan logoyla yutkundu ve başını teyzesine çevirdi. 

"Bende değilim güzellik." Minel heyecanla kutunun kapağını kaldırdı. İnce kağıda sarılmış ipek keseyi nazikçe tutup büzgüsünü açtı ve gördüğü çantayla çığlık attı.

"Yaaaa inanmıyorum, inanmıyorum." yüzünde kocaman bir gülüşle çantayı kesesinden çıkarıp herkese gösterdi.

"Bunu alamayacağım diye nasıl kahrolmuştum var ya. Gerçekten inanamıyorum şu an." aklına gelenle hızlıca yerinden kalkıp koşarak mutfağa gittiğinde kendisine doğru gelen İzel ablasına sarıldı ve "teşekkür ederim. Amcam bunu almış bak," dedi. İzel bir çantaya bir Minel'e baktı. 

"Yavrum amcanın aklına asla çanta almak gelmez ki. O kesin takı falan almıştır." dedi İzel. Minel duraksadı. Doğru diyordu. Amcasının hediye anlayışı cidden takı tokadan geçiyordu. 

"Ay doğru. Sipariş versem bile o gider yine altın alır bana." İzel gülüp başını salladı. Kocası bu konuda biraz beceriksizdi. 

"Piştt," diye seslendi mutfak kapısının oradan Pera. Minel ona dönünce elindeki kartı havada salladı. 

"Kartı oku istersen."

"Ayyyyy." diye sekerek Pera'ya koştu ve kartı aldı. Minik zarfı açıp içindeki not kağıdını çıkardı.

Gülerek tadını çıkar mimikom.

Seni her şeyden daha çok seven ablan.

C.A.T

"Yaaaa canım ablam benim. Biricik sarışınım. En sevdiğim, en sevdiğim... Canan ablam almış," İzel ve Pera buna hiç şaşırmadı. 

Minel çantasını ve kartı göğsüne yaslayıp yine seker adımlarla salona dönüp kendini koltuğa bıraktı. "Cananikom almış. Çok seviyor bu deli kız beni yaaaa. Ben de onu çok seviyorum ama canım ablam. İyi ki benim ablam..." çantasıyla sağa sola salınıp kıkırdadı.

"Ablalarımda olmasa zaten," geçen günlerde de Peri ablası çok istediği ayakkabıyı almıştı ona. 

"Aşk olsun portakalım." Minel tatlı tatlı sırıtarak dedesine baktı.

"Ya canım dedem seni de seviyorum." Sefa çattığı kaşlarıyla ve yalan bir kızgınlıkla torununa baktı. 

"Eh, asıl şimdi aşk olsun Minel!"

"Yaaaaa canımın en canı dedem seni de çok seviyorum."  salondaki herkesin yüzünde sakin bir tebessüm vardı neyse ki. Minel'in bir çantayla eski neşesine dönmesine kısa bir an şaşırsalar da bu durumdan memnundular. 

"Yaaa! Minel ablam ona bir şey alınca seviyor sizi ama ben hep seviyorum bir kere hıh!" Neda'nın küskün sesiyle ettiği şikayet herkesi güldürürken Minel küçük kuzenine yanaşıp yanağını sıktı. 

"Sus kızım. Bugün bana yarın sana, kapiş," Neda durdu düşündü. Sonra heyecanla Minel ablasına bakıp ellerini birbirine kenetleyip çenesinin altına yasladı.

"Pembe çantanı bana ver o zaman ne olurrrrrrrrr!" Minel kendisine çipi çipil gözlerle bakan küçüğe kıyamadı.

"Öp bakayım beni bir düşüneyim," dediğinde Neda halasının kucağından fırlayıp kollarını Minel'in boynuna sardı ve yanaklarını sulu sulu öptü.

Minel çantasıyla aşk yaşamaya devam etti. Teşekkür etmek için ablasını aradı ama açan olmadı. Mesaj atınca keşke sabahki aramasına baksaydım diye iç geçirdi. İzel mutfaktaki kızlarla yemekleri hazır ederken eve önce Aden ve Yusuf geldi. Aden saona girer girmez önce kızını ve neda'yı öpüp kız kardeşine özlemle sarıldı. Dün konuştuklarında Güneş söylemese bile geleceğini biliyordu.

Yusuf'ta Güneş'le sarıldıktan sonra Aden'in bakışları kızına ve kucağında bebek tutarmış gibi tuttuğu çantaya kaydı. "Kızım?" Minel ise annesine coşkuyla cevap verdi.

"Anne, Canan ablam almış. Çok güzel bak," Aden'in kaşları çatıldı. Alınan çantaya değil kızına neden ulaşamadığına takıldı. Kendisine birazcık endişeyle bakan kızına gülümsedi.

"Arayıp teşekkür ettin mi?" Minel başını sallayıp kemirdiği dudaklarını bıraktı.

"Aradım ama açmadı. Saha çalışmasında hehalde," dedi bu seferde dilini ısırarak. Yalan söylemekten nefret ediyordu. Özellikle de annesine.

"Herhalde öyle... Güzelmiş, güle güle kullan bebeğim." Minel şaşkınca baktı annesine. Ondan beklediği tepki asla bu değildi. 

"Ne gerek vardı demeyecek misin?" diye sordu. Aden ise başını sağa sola salladı.

"Lüzumsuz harcama yapmış diye kızmayacak mısın?" dedi  bu sefer ama Aden yine başını sağa sola salladı. genç kız çantasını bırakmadan ayaklanıp annesinin yanına gitti.

"Çok pahalı bir marka diye de mi söylenmeyecek misin?" Aden kıkırdadı ve iç çekerek soluklandı. 

"Hayır."

"Anne. İyi misin?" elini annesinin alnına yasladı."Ateşinde yok ama."

Aden kızına dingin birr gülümsemeyle bakıp onu göğsüne çekti ve kollarını omuzlarına sardı. Bu mesele kendi içerisinde hâlâ sorundu lakin kızı dünden sonra bu kadar mutluyken tadını kaçırmayacaktı. "Sen mutluysan sorun yok kızım."

Akşam olduğunda bazı eksikler olsa da herkes yine bir aradaydı. Emir ve Işıl'da uzun bir zamanın ardından buradaydı. Minel oturduğu yerde gözlerini herkeste gezdirdi. Yağız dedesiyle anneannesi bir başta, Sefa dedesiyle babaannesi diğer başta oturuyordu. Doğu dayısı dışında tüm dayıları  buradaydı. Yengeleri de elbette. Amcası biraz gecikmeli olsa da buradaydı ve ona çok güzel bir bileklik almıştı.

"Filiz'le görüştük geçen gün. Çanakkale'ye çağırdı. Epeydir gitmiyoruz ne dersiniz hafta sonu gidelim mi?" masadaki bakışlar bir anlığına Zümrüt'e döndü. 

"Olabilir aslında dönmeden onları da görmüş olurum." dedi Güneş ilk konuşan olarak.

"Hepimizin gitmesi yerine onlar gelse ya," diye ağzının içinde mırıldandı Barlas. Moral bozukluğu herkesin dikkatini çekiyordu. Minel ise itinayla gözlerini dayısından ve Lara yengesinden kaçırıyordu.

"Haklı bir yorum." diyerek Barlas'a katıldı Baran.

"Canım biraz şehirden uzaklaşmış oluruz diye dedim." Barlas, çok sevdiği kadına baktı. Bazı zamanlar içinden keşke benim annem olsaydı diye geçirmeden edemiyordu.  İç çekip suyundan bir yudum aldı. Gözleri bu sefer Minel'e kayınca içi daha da daraldı. Bardağını bırakıp alnını ovaladı.

"Biz gideriz canım, belli ki kimsenin gidesi yok." diyerek bu konuyu kapattı Sema. Lakin Zümrüt bakışlarını Aden'e çevirdi.  "Aden?"

Aden annesine bakıp gülümsedi ve başıyla Minel'i gösterdi. "Ben aslında bu hafta sonu için Minel'le birlikte İspanya'ya gider Peri'yi görürüz diye düşündüm. Tabii kızlarıma ulaşabilirsem."

Masada birden yükselen öksürük sesleriyle Aden'in kaşları çatıldı. Kocası ve babasına baktı. İkisi de aynı anda suya uzandığında içini alabildiğinde bir sıkıntı doluştu. Bu tepkiler normal değildi. Bakışları abilerine döndüğünde ikisinin de bakışlarını kaçırdığını fark edince göğsünü şişirircesine nefes alıp dilini dudaklarının arasında ezdi. 

"Ne oluyor size?" Yusuf boğazını temizleyip suyundan bir yudum aldı ve "yok bir şey," dedi.  Fakat bu cevap Aden'i daha da kızdırdı.

"Ne demek yok bir şey kızların adı ne zaman geçse  ruh haliniz, bakışlarınız değişiyor!"

"Yavrum, kızları özlediğinden kuruntu yapıyorsun." Aden sinirle soluklandı. Çenesi kasılırken biçimli kaşları çatmaktan bir bütün gibi görünüyordu. 

"Yusuf! Senin karşında karın var manipüle edebileceğin azılı suçlulardan biri değil."

"Karşımda kimin olduğunun gayet farkındayım. Sen de farkına var. Akşam akşam ağzımızın tadı kaçmasın." birbirilerine bakmaktan vazgeçmediler. Yusuf, kendini de duygularını da iyi sakladığını düşünüyordu ancak karşısında sadece karısı değil de bir psikiyatristin oturduğunu unutuyordu.

"Bir şey mi oldu?" diye ciddi ciddi sordu Aden. Ne herkesin burada olmasından gocunuyordu ne de tartışmaktan. İçi almıyordu ve daha fazlasını da alacak gibi değildi. 

"Aden." deyip başını sağa sola sallayarak nefesini bıraktı Yusuf. 

"Bir şey mi oldu Yusuf?" gözlerini kaçırmadan karısının mavilerine baktı. 

"Yok öyle bir şey." Aden, boğazından ciğerlerine yuvarlanan bir taş ağırlığında düğüm hissetti. Kocası yalan söylüyordu. Gözlerinin içine baka baka yalan söylüyordu. 

"Bir daha sormayacağım. Kızlarıma bir şey mi oldu Yusuf?" tüm gözler onların üzerindeyken Minel titreyen gözleriyle önüne bakıyordu. Dudakları, dişlerini geçirmekten kanarken boğazına tırmanan hıçkırıklarını zapt etmekte zorlanıyordu. Ama elini tutan Pera biraz olsun ona güç veriyordu. 

"Ne olabilir ki Aden? Adam sorun yok diyor. Abartma," Aden gözlerini yumdu. Kısa soluklar alıp verdi ve bakışlarını abisine kısacık bir an için değdirip kocasına döndü. 

"Sen karışma abi, mesele kızlarım!" masada bir anlığına oluşan sessizlik gecenin ağırlığına dayanamadı. Baran, tetiklenmiş bir tavırla kız kardeşine kaşlarını çattı ve diline hakim olamadı. 

"Tabii. Mesele senin kızların... Dert etme ama seninkiler yaşıyor neyse ki! Ben, benim kızımın öldüğünü unutmuşum."

"Baran!" Simge ve Aslan aynı anda bağırsalar da Baran hiç oralı olmadı. Güneş birazdan ortamın daha da kızışacağını anlayınca Pera'ya kızlarla birlikte odaya çıkmalarını söyledi. Pera, bir yanında oturan Neda'yı hızlıca kucaklayıp diğer yanında oturan Minel'in elini tuttu ve ayağa kaldırdı. Minel gitmek istemese de kuzenine ayak uydurdu. Onlar salondan çıktığı gibi Aden hınçla abisine döndü ve dolu dolu gözlerle acıyla bağırdı. 

"Yapma bunu işte ya. Allah için yapma bunu abi! Her defasında beni buradan vurma!" Baran hiçbir şey dememiş gibi suyunu yudumladı ve sanki günler önce sarmaş dolaş ağladığı kardeşi Aden değilmiş gibi tüm kinini devam ettirdi. 

"Yaptığım bir şey yok. Olanı söyledim. Yaşıyorlar kızların endişelenme!" Aden diyecek kelime bulamadı. O sözlerin verdiği hissiyat  o kadar ağırdı ki nefesi kesilir gibi oldu. 

"Baran yeter oğlum. Cidden yeter. Sözlerin çok yanlış yerlere gidiyor." Yağız'ın yorgun sesi zar zor ulaştı Baran'a.  O gözlerini babasına çevirirken masada ne tat kalmıştı ne tuz. Artık bu masada mutlu sonlar yaşanmıyordu. zümrüt ise bu duygunun ağırlığıyla akan yaşlarını parmak uçlarıyla sildi. 

"Nereye gidiyor mesela baba? Ne diyorum ki ben sanki... Gerçeği söylüyorum. Benim kızım değil ama onların kızı yaşıyor, oğulları yaşıyor. Ama bak benim kızım yok. Ne diyorum ben  şimdi Allah'ını seversen?" 

Güneş daha fazla dayanamadı. "Abi, lütfen." Anında onu bulan mavi gözler yüreğini titretti. o kadar soğuk ve boş bakıyordu ki o maviler. Güneş bir an için karşısında kinin kim olduğunu anlayamadı. 

"Rahatsız mı oldun gün güzeli? Kapı orada bak!" Yağız elini sertçe masaya vurdu. Aslan bir hızla sandalyesini geriye gürültüyle itip ayaklanırken Kerem'in sesi ilk defa abisine karşı yükseldi. 

"Abi yeter! Kendine gel!" Güneş'in gözleri yaşardı.  Hıçkırıklarını yutup başını kız kardeşine çevirdiğinde büyük bir hayal kırıklığıyla Baran abisine baktığını gördü. 

"Sus lan artık! Sus.  Kalk şuradan siktir ol git. Gözüm görmesin seni!"

"Aslan Baran!" diye bağırdı Yağız ama kimse duymadı onu. Baran bu sefer tüm öfkesini abisine yöneltti. 

"Niye ağır geliyor ki benim laflarım size! Ne dedim sanki. Yaşıyor kızlarınız dedim. İyiler dedim ne dedim sanki! Bak oturuyor senin de kızın orada. Anne olacak yarın ama bak benim kızım yok.  Niye yok benim kızım ha abi söylesene? Benim kızım niye yok!"

"Bu kadının kızı yüzünden yok. Bu kadının, benim canımın, benim mavişimizin kızı yüzünden yok. Canan yüzünden yok benim kızım abi." akan gözyaşlarının arasında güldü Baran ve eliyle rastgele birisini gösterirmiş gibi Aden'i gösterdi.

"Bu da kalkmış benim yanımda kızlarım nerede diye soruyor?"

Aden, boğazına dizilen düğümlerle ve düşen omuzlarıyla kalktı oturduğu yerden. Sessizce akan gözyaşlarına aldırmadan abisine kırgınca baktı. O bakışta beş yılın tüm acısının yansıması vardı. Dünya'nın ardından yitip giden kızının matemi vardı derin mavilerinde. Baran sadece Dünya öldü sanıyordu lakin tek ölen Dünya değildi... 

Gözyaşlarından bulanık gören gözleri masadaki yüzlerde dolandı bu sefer. Herkesin başı önüne eğikken İzel'in kendisine acıyla bakan yeşillerini, Yusuf Ali'nin suçlulukla sönen kahvelerini göremedi. Titrek bir nefes aldı ama aldığı nefes ona yetmedi. Abisine doğru gitmek istedi ama onu durduran şey "dayı," diye ağlayarak konuşan küçük kızı oldu.

Minel, onu çekiştiren Pera'nın tutuşundan sıyrılıp dayısına doğru gidince Aden'de kıpırdandı. Abisinin, kızının kalbini kırmasına asla müsaade etmeyecekti. Kızı, durduğunda hemen bir adım gerisinde o da durdu. Birden yanında belirdiğini hissettiği bedense kocasına aitti.

"Dayı." dedi Minel o sıra içli içli. Gözyaşları durmaksızın akarken dayısının kendisine değen bakışlarına kırgınlıkla baktı ve boynunu büktü.

"Annemi neden bu kadar üzüyorsun ki..."

"Minel... Git kızım odana."

"Dünya ablam keşke ölmeseydi dayı. Ölmeseydi ablamdan bu kadar nefret etmezdin değil mi canında bu kadar yanmazdı..."

"Kızım, haydi gidelim babacığım." Minel babasının sözlerini duymadı. Omuzlarına konan elleri hissetmedi. Kırgın bakışları dayısının mavi denizlerinde boğulmaya meyilliydi. 

"Annemde aynı acıyı yaşasa için soğur mu dayı diner mi acın?" Baran dilini ısırdı. Söylediği sözlerin ağırlığı yüzüne ilk defa bu kadar sert çarparken kırılan öfkesi ayak uçlarına parçalanarak düştü. 

"Minel. Tamam, haydi kızım." dedi Yusuf kızının halinden endişe ederek. Lakin Minel ayaklarını yere mıhlamıştı.

"Söylesene dayı. Ablalarım ya da ben ölsem kinin biter mi bize ablamı da annemi de huzura erdirir misin?" Baran yutkunamadı. Yardım istercesine yanında dikilen abisine baktı ama bir karşılık alamadı. Yutkunarak boğazını temizledi. Ne diyeceğini kestiremese de dilinden birkaç kelime çıktı. 

"Kızım sen yanlış anladın beni." Minel başını sağa sola salladı. Hıçkırıklarını daha fazla tutmadığından ağlamaya başladı. 

"Minel. Böyle olmaz. Bu şekilde olmaz kızım." dedi Barlas korkuyla. Masadan kalkıp hemen yanlarına ulaştı. Ona dönen endişeli bakışları umursamadan Minel'e odaklandı ama kızı asla hareket ettirmedi.

"Huzura erebilirsin artık dayı.."

"Minel! O demek kızım?" Yusuf'un endişeli sesine Aden'in "Minel!" diyen bağırışı karıştı.  Kızını kolundan tuttuğu gibi kendisine çevirdi. Davranışı biraz sert olsa da o an algılayamadı. 

"Anne," diye ağlayan kızına korkuyla baktı. 

"O ne demek Minel? O nasıl söz!" derken elleri kızının ellerine tutundu. 

"Anne, ben... Ben," diye kekeledi Minel. Bitsin istiyordu. Tüm bu nefret tüm bu öfke ve dinemeyen acı bitsin istiyordu. Eğer sonunda dayısı huzura erip annesini ve ablalarını özgür bırakacaksa çok korktuğu ölümü bile kabullenirdi. 

"Minel korkutma beni?" 

"Ben. Ben hastayım anne..."

"Ateşin mi çıktı yine," Aden tir tir titreyen elleriyle kızının yüzünü avuçladı. Dudaklarını alnına bastırdı.

"Yok. Yok ateşin annecim. Üşüttün mü bir yerin mi ağrıyor Minel neyin kızım?"

"Hastayım anne... Ben. B..Ben..." Aden ağlamaktan konuşamayan kızını göğsüne çekip sarıldı ve bakışlarını Barlas'a çevirdi. Onunda başını eğmiş ağladığını görünce bu sefer Lara'ya baktı lakin onunda ağladığını görünce iki gündür yüreğini kemiren o endişe kurtları tüm bedenini ele geçirdi.

"Ateşin yok bebeğim, yok ateşin. Grip oldun yine? Üzüntüden hastalandın değil mi? Hep böyleydin sen zaten ne zaman üzülsen yataklara düşerdin. Bir şey yok. Bir şey. Ben iyileştiririm bebeğimi."

Herkes endişeyle anne kızı izlerken Pera usulca onlara yanaştı. Bir eliyle Minel'in boşlukta sallanan elini tutup halasına baktı ve boynunu büktü. Titreyen dudaklarını araladığında konuşmak istedi ama tek yaptığı hıçkırıklara boğulmak oldu. 

"Niye ağlıyorsunuz siz?" diye öfkeyle bağırdı Aden. Bakışları Barlas, Lara ve Pera'nın üzerinde gezinirken yanına doluşan kalabalığı gözü görmedi. Göğsünde büyük bir acıyla yanıp kavrulurcasına ağlayan kızını mümkünü varmış gibi sakındı herkesten. 

"Size diyorum ne var da ağlıyorsunuz? Üşütmüş benim kızım olur öyle.  İyileştirir onu annesi. Ağlamayın!" deyip Minel'in yüzünü göğsünden kaldırdı. Avuçlarını yanaklarına yaslayıp başparmaklarıyla kızının yaşlarını sildi.

"Güzle bebeğim benim. Ağlama anneciğim, korkulacak bir şey yok..." Minel pes etti. Göğsünü daraltan nefeslerini bırakıp acıyla annesine baktı ve artık daha fazla taşıyamadığı o yükü kendi omuzlarından annesinin omuzlarına bıraktı. 

"Anne... Ben kanserim." sesler kesildi. Dikenleri zehirli bire sarmaşık açık pencereden eve süzüldü ve herkesin bedenini sardı. Minel'in dudaklarından firar eden iki kelimelik acı herkesin zihnini yakıp küle çevirirken bazı yürüklere derin bir ağrı yükledi. Uyuşan bedenler anda kaybolurken kimse kulaklarının duyduklarına inanamadı.

"Biliyorum, biliyorum merak etme anneciğim. Bu sefer ıhlamurda yaparım ben sana. Hemen geçer." 

"Anne..." Aden acıdan kasılan bedeniyle güldü. Başının sağa sola sallayıp kızının yüzünü avuçlarının arasına aldı yeniden. 

"Korkma bir tanem. Alt tarafı soğuk algınlığı ben iyileştiririm seni..."

"Üşütmedim anne. Gripte değilim... Ben kan kanseriymişim." Aden önce kısıkça sonra gür kahkahalarla güldü. Gözünden yaşlar akarken kızının yüzünü bırakmadan yanında yıkıldı yıkılacak gibi duran Yusuf'a baktı. 

"Yusuf, kızımız bize şaka yapıyor duyuyor musun?" kocasının kendisine hiç tepki vermeden boşluğa bakmaya devam ettiğini görünce bir elini ona uzatıp kolunu çekiştirdi lakin Yusuf burada değildi sanki. Aden çaresizlikle bakışlarını annesine çevirdi. O, duymak istediklerini söylerdi. 

"Anne, sen duydun değil mi? Minel şaka yaptı bize." Zümrüt eliyle ağzını kapayıp hıçkırıklara boğulurken Emir korkak adımlarla dostuna yanaştı. "Aden," diye fısıldadığında Aden'in ona dönen bakışlar yüreğini kavurdu.

"Emir sen duydun mu? Benim kızım büyümüşte eşek şakaları yapıyor."

"Şaka değil cennet bahçem... Ne yazık ki şaka değil." Aden elini kaldırıp kendisine gelen Emir'i durdurdu. Başını şiddetle sallayıp duyduklarını inkar etti. 

"Aden..." dedi Emir ne yapacağının kestiremeden. 

"Hayır. Hayır. Sakın!" Aden kızının elini bırakmadan geri geri adımladı. Ona ağlayarak bakan gözlerden kızını kaçırıp kurtarmak istiyordu.

"Anne..." diye yeniden fısıldadı Minel hıçkırıklarının arısında. Bir eli annesinin diğer eli Pera'nın avcundaydı. 

"Hayır. Hayır, hayır! Kanser falan değil benim kızım hayır!" bağırışlarına hıçkırıkları karışıyordu. Adımları geri geri giderken sırtının çarpıştığı göğüsle durdu ve arkasına döndü. Bir zamanlar kapısını ansızın çalınmasına neden olandı. Gözünde onu ilk defa gördüğü haliyle kalmaya devam eden kardeşiydi. Kerem'di. Ona illet bir hastalıkla gelip kocaman bir aile veren fındık kurduydu.  

Kendisine yaşlı gözlerle bakan mavileri görünce daha fazla tutunamadı. Kendini sarıp göğsüne çeken kardeşinin kollarını arasına kızını da çekerek sığındı ve hıçkıra hıçkıra ağladı...

Sonra kapı çaldı benzer bir tınıyla.

Aynı acı ve keder tekerrür edercesine sindi aynı evin duvarlarına.

Lakin ne geçmiş şimdiki kadar karanlıktı

ne gelecek şimdiki kadar çaresiz.

***

Bölüm sonu...

BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR.











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ADEN 1. BÖLÜM KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER

MERHABA!

ADEN 94. BÖLÜM SONSUZ SONLAR / FİNAL