GÜLLERİN AĞITI 4.KAYIP

 Selamlar,

Herkese merhaba,

Umarım iyisinizdir.

GÜLLERİN AĞITI, ADEN HİKAYESİNİN DEVAMI NİTELİĞİNDEDİR ANCAK BAĞIMSIZDA OKUNABİLİR. AMA FAZLA KARAKTER İÇEREN BİR HİKAYE OLDUĞU İÇİN ADEN'E GÖZ ATIP BURAYA GELEBİLİRSİNİZ.

GÜLLERİN AĞITI SOYAĞACI

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Satır aralarında görüşelim 👋🏻 Yorum yaparken üşenmeyin çekinmeyin lütfen istatistiklerimizi arttıralım biraz 😂😚

BÖLÜMLER YAZILDIKÇA GELECEKTİR.

10.03.2024

KEYİFLİ OKUMALAR

GÜLLERİN AĞITI 4

GÜLLERİN AĞITI 4. BÖLÜM

"KAYIP"

Her kaybın bir acısı vardı;

Sinmeyen, geçmeyen, bitmeyen.

Her acının bir kaybı vardı;

Unutturmayan, ağlatmayan, öldürmeyen...

CANAN AHSEN TORAL

23 EYLÜL 13:45 / Bulgaristan – Sofya, Vitoşa

Vitoşa Bulvarı kalabalık ve gürültülüydü. İnsanlar dolu ellerine aldırmadan alışveriş yapmaya devam ediyor, kimileri saatlerdir hiç kalkmadan kafe ve restoranlarda oturuyorlardı. Hava eylül ayının sonlarında olduğumuz halde sıcaktı ve esen rüzgâr havanın sıcaklığını asla azaltmıyordu.

"Canan Hanım, başka bir şey ister misiniz?" kalabalıkta dolanan gözlerimi karşımda oturan Alp'e çevirdim. Onu gördüğüm günden beri giyindiği takımının yerini kot pantolon ve tişört alınca bende uyandırdığı tüm ciddiyeti gitmişti. Bulgaristan'a geldiğimiz ilk anda Şafak yoğun bir telefon trafiği yaşamış, sabahın köründe beni bu kafeye oturtmuş üstüne de Alp'i başıma dikmişti. Şafak gider gitmez de Alp'e oturmasını söylemiştim.

"Koruma olduğunu sanıyordum ama sen garsonluğa daha meyilli gibisin," bakışlarını utançla kaçırdı. Eli silahlı bir adama göre fazla kibar ve utangaçtı.

"Yapmadığımız iş değil Canan Hanım," dedi. Boğazını temizleyip yanımızdan geçen garsonu durdurdu benim için yeniden limonata sipariş etti. Garson gidecekken durdurup İngilizce konuşarak "iki limonata lütfen," dedim. Garson yanımızdan uzaklaşınca önüme döndüm.

"Teşekkür ederim," Alp'e başımı sallayıp bakışlarımı ellerime indirdim. Tırnaklarımda kalan yarım yamalak ojeleri Bulgaristan'a geldiğimiz sürede kazıyarak çıkarmıştım ama hâlâ kalmış yerler vardı. Kalan o kısımlarla oynarken Alp'e alttan bir bakış attım.

"Kaş yaşındasın sen?" böyle bir soru beklemediğinden olsa gerek şaşırdı.

"Yirmi dört," dedi sakince. Bakışlarımı tekrar tırnaklarımda gezdirip "okudun mu?" diye sordum.

"Polis Akademisi, terk..." konuşmasının sonuna doğru kısılan sesiyle bu durumdan çok mutlu olmadığını hissettim.

"Terk! Çok iyi," diye bir tepki verince boğazını temizleyip etrafına bakındı. Sesim gereksiz fazla çıkmıştı. Alp çekinen bakışlarını benden kaçırıp kucağına indirdi.

"Bana ne tabii ama insan o kadar emeği neden çöpe atıp belaya bulaşır anlamadım?" bakışlarımız çakıştı. Güçlü bir nefes alıp omuzlarını dikleştirdi ve ödün vermez bir tavır takındı.

"Verdiğim bir söz vardı. Onu tuttum!" dedi. Dudaklarımı ısırarak birbirine bastırıp başımı salladım. Limonatalarımız geldiğinde susup sadece limonatayı içtik ancak bir yere kadar susabildim.

"Ne zamandır onunla çalışıyorsun?" diye sordum. Bardağını masaya bırakıp bakışlarını yüzüme çevirdi.

Genç bir adamdı Alp. Yaşını daha büyük gösteren bir görünüşe sahipti. Saçlarının yan kısımları kısayken tepe kısmı gürdü ve özenle taranmış gibi duruyordu. Bağımsız birkaç tutamı ise alnına doğru düşüyordu. Esmer teni, kalın biçimli kaşları, köşeli yüz hatlarıyla yakışıklı bir gençti. Kulaklarındaki küpeler, vücudunu saran dövmeler, parmaklarındaki yüzükler sakin kişiliğine tersti. Bu görünüşü onu fazlasıyla aykırı gösteriyordu ki aykırılık yaşadığımız bu dönemde en normal şeydi.

"İki yıl oldu," dedi. Başımı sallayıp bardaktaki pipetle oynamaya başladım. Bazı yıkılmaz tabularım vardı ve karşımdaki bu genç adamın polis olacakken mafyadan bozma bir adamın koruması adı altında tabiri caizse köpeği olmasına; o yıkılmaz tabularım, eğitimini bırakıp pis işlere bulaşmasına anlam veremiyordu.

"İki yılda bu kadar yakınında olmayı başarmak... İşinde iyisin demek ki..." gözlerini kırpıştırıp boğazını temizledi.

"Sever beni, abim gibi oldu kısa sürede!" dediğinde kaşlarım aynı anda alnıma doğru kırıştı. Başımı sallayıp bakışlarımı ellerime indirdim. İç çekip kendi kendime mırıldandıktan sonra omuzlarımı silkip yakışıklı yüzüne baktım.

"Her neyse, beni ilgilendirmez zaten," dedim ancak cevap Alp'ten değil hemen arkamda beliren Şafak'tan geldi.

"Ne seni ilgilendirmiyor Toral?" başımı arkaya doğru yatırınca Şafak ile göz göze geldim. Birbirimize birkaç saniye bakıp aynı anda gözlerimizi çevirdik. Masadaki boş sandalyeyi çekip oturdu. Siyah kotu, siyah gömleği ve siyah beyzbol şapkası ile karanlıklar lordundan halliceydi. Alp'in önündeki bardaktan pipeti çıkarıp yarısına kadar içilmiş limonatayı başına dikip bardağı pat diye masaya bıraktı.

"Bizi buraya oturtturdun sonra gittin gidiş o gidiş! Ne oldu ne yaptın?" dedim. Oturduğu yerde iyice yayılıp bakışlarını bana dikti.

"Burada değiller," dediğinde kaşlarım havalanıp gözlerim büyüdü.

"Ne?"

"Burada, Sofya'da değiller. Eren izlerini sürüyor. Ondan haber bekleyeceğiz," dediğinde dikleşip kollarını masaya yasladım ve bakışlarımı gözlerine sabitledim.

"Bir bok beceremeyen Eren'den mi bahsediyorsun?" çatılı kaşlarının altından bana dik dik baktı.

"Teşekkür etmen gerekirken böyle konuşman..." beni ayıplayan bakışlarıyla süzüp sandalyede daha da yayıldı ve arkasından geçen garsondan menü istedi. Düne kadar gergin, stresli ve endişeli olan o adamın yerinde yeller esiyordu.

"Aç mısın?"

Hayır," gözlerini bana çevirdi. Dudaklarında ukala bir gülüş belirince yüzünün ortasına bir tane çakasım geldi. Karıncalanan ellerimi yumruk yapıp açtım birkaç kez. Şafak, bakışlarını benden çekip Alp'e çevirdi. Soru bana değildi elbette.

"Değilim abi. Canan Hanım'la yedik bir şeyler," dedi Alp.

Şafak menüyü kapatıp garsonu çağırdı ve yiyecek bir şeyler sipariş etti. Gözlerimi dikmiş onu izlerken başını bana çevirdi. Karanlık gözlerini bakışlarımda gezdirdi. Bir ayağını dizinin üstüne atıp dirseklerini sandalyenin kolçaklarına yasladı. O bana baktı, ben ona baktım. İkimizde geri adım atmadık. O çatık kaşlarının altından bakan kısık gözleriyle bakarken benim bakışlarım sabit ve dikti. İzel yanımda olup bakışlarımı görse, "öldürdün, gömdün helvasını da yedin yeter bakma insanlara şöyle," derdi.

"Çelik yelek giyinmeliyim sanırım..." birbirimizde olan bakışlarımız Alp'e döndü. Gözleri ikimizin arasında gidip geliyordu.

"Bu aralar çok konuşuyorsun sanki," Alp başını sallayıp boş bardağı ellerinin arasına alıp gözlerini bardağa sabitledi. Kendimi tutamayıp Şafak'ın bacağına tekme attım.

"Ne karışıyorsun çocuğa?" Alp'in büyüyen bakışları anında beni buldu. Silkelenip bakışlarımı kaçırdım ve bacak üstüne attım.

"Çocuk?" alaycı alaycı konuşup Alp'e bir bakış attı. O, onu öyle görmeye bilirdi. Ama benim için çocuktu. Ya da değildi. Bilmiyordum, bu konularda fazla kabarmam tamamen kalabalık, çok çocuklu geniş bir ailede büyük çocuk olmamdan kaynaklıydı. Benden küçük olan herkes benim için çocuktu ne yazık ki...

"Evet, çocuk..." Şafak, Alp'i tekrar tekrar süzüp gülerek başını sapa sola salladı.

"Eli silahlı bir çocuk..." dediğinde yaşadığım aydınlanmayla yutkundum. Alp; illegalliğin kitabını yazmış bir ailenin ferdi olan bu adamın eli silahlı korumasıydı. Alp'in kariyer planlaması gerçekten harikaydı.

"Yani Yarkın?"

"Tuhaf kadınsın Toral," gözlerimi devirdim. Burnumdan soluyup başımı caddeye çevirdim. İnsanlar aynı kargaşanın içinde oradan oraya koşuşturmaya devam ediyordu. Bulunduğum ortamdan hissettiğim rahatsızlık esen sıcak havayla beni daha da bunalttı. Aklım çocuklardaydı. Neredeydiler, ne yapıyorlardı bilmemek çıldırtacak gibi hissettiriyordu.

"Söyle!" Şafak'ın gergin sesiyle başımı ona çevirdim. Telefonla konuşuyordu. Çaldığını duymamıştım. Şafak karşı tarafı dinledikten sonra başını sallayıp telefonu kapadı ve sandalyeden kalktı.

"Ne oldu?" dedim.

"Eren bulmuş. Kalkın haydi!" Alp ile aynı anda ayaklandık. Şafak masaya para bırakıp önden ilerlemeye başladı. Alp kendi arabasına geçerken bende Şafak'ın peşinden yürüdüm. Arabanın arka kısmına bineceğim sırada Şafak açtığım kapıyı kapadı.

"Öne geç!"

"Arkada oturacağım," dedim.

"Öne geç Toral. Ben senin özel şoförün değilim." derken alayla sırıttım. Gözlerim yüzünde dolanıp gözlerine tutuğunda onun bakışlarının çillerimde olduğunu fark ettim. Yutkunmamak için direndim. Dilimi ısırıp nefes alıp verdim.

"Biliyor musun tam olarak öylesin," dedim ve kapattığı kapıyı yeniden açıp oturdum. Şafak hâlâ bana bakarken cama vurup başımı sallayıp göz kırptığımda soluklanıp hareketlendi ve arabaya bindi. Bindiği gibi öfkesi tüm arabaya dalga dalga yayıldı.

"Neredelermiş?" dediğimde dikiz aynasından göz göze geldik.

"Şehrin çıkışında bir dağ evinde," dedi ve navigasyona adresi girip arabayı çalıştırdı.

İki saat kadar sonra şehrin dışında ormanlık bir alanda yer alan etrafı korunaklı çitlerle örülmüş dağ evinin önünde durduk. Şafak arabadan inmeden önce etrafta gözlerini gezdirdikten sonra bana döndü.

"Buraya kadar Toral. Sen kendi kardeşlerini ben kendi kardeşlerimi alıp bu işe bir son veriyoruz!" kara kara bakan gözlerinde kararlılık vardı. Aceleci tavırları, dayanamayan hallerini görünce tek derdi gerçekten kardeşleri sanırdım ama o sadece kendinin derdindeydi. Dile getirmese de bunu gözlerine baktığımda anlayabiliyordum.

Aynen öyle," dedim içten içe gülerek. Başımı sallayıp ona kısa bir tebessümle baktım. "Bu işe son veriyoruz..."

Arabadan indik. Şafak'la yan yana eve ilerlerken Alp hemen arkamızdaydı. Evin kapısının önünde durduk. Terleyen avuçlarımı pantolonuma sürtüp kapıyı çaldım. Şafak yanımda hızlı nefesler alıp verdi. İkimizde aynı gerginliği yaşıyorduk ama nedenleri farklıydı. Sonuçları da farklı olacaktı.

Kapının ötesinden sesler yükseldi. O seslerin arasından Peri'nin sesini ayırt edebildiğimde kalbim hızla çarptı. Kardeşime hissettiğim özlem kalbimi avuçları arasına alıp canımı yakana kadar sıktı. Kapıya bir daha vurdum. Sesler daha da yükseldi. Koşuşturmaların ardından kapı aniden açıldığında tuttuğumu fark etmediğim nefesimi bıraktım ve karşıma baktım. Peri, uzun bir zamandan sonra tüm güzelliğiyle karşımdaydı.

"Abla," dedi bütün şaşkınlığıyla.

Anında dolan gözleriyle kalbim titredi. Diken diken olan tüylerim tenimi huylandırdı. Peri'ye bir adım attığımda; hemen arkasında duran genç kız ise aynı onun gibi Şafak'a bakıp ve "abi," deyince bir an dikkatim dağılsa da hemen toparladım. Onlar birbirine dalıp gitmişken öne adımladım ve Peri'yi kollarımın arasına aldım. Sıkıca sarıldım kardeşime. Yüzüme sataşan kıvırcık saçlarını okşayıp omzunu defalarca öptüm.

"Abla," dedi titreyen sesiyle bir kez daha. Geri çekildim, yüzünü tutup onu inceledim. Halsiz ve yorgun görünmesi şaşırtmadı. Yanaklarını okşayıp, baş parmaklarımı gözaltlarında gezdirdim ve yeniden sarıldım. Gözlerim hemen arkasındaki ikiliye kaydığında kaşlarım derinden çatıldı. Hayat bakışlarımı gördüğü gibi Yalın'ın arkasına saklandı. Bana tatlı tatlı sırıtıp el salladı ama ne kaşlarım ne yüzümdeki kızgın ifade kayboldu.

"Abi burada ne işin var senin?" kulağımda çınlayan sesle kendime geldim. Peri'den uzaklaşıp Şafak'a ve kardeşine baktım. Aralarında fiziken iki adım vardı ama sanki kilometreler varmış gibi duruyorlardı. İkisinin de bakışları kızgın, uzak ve öfkeliydi.

"İçeri geçelim en iyisi," dedi Yalın. Şafak bakışlarını bana çevirdi. Sol kaşım benden bağımsız kalktığında gözleri ansızın kaşıma kaydı. Önüme döndüm, Peri'nin elinden sıkıca tutup içeri girdim. Yalın ve Hayat ben içeri girdiğim gibi koşar adımlarla yanıma gelip önümde durdular.

"Ablaların ablası," dedi Hayat. Yalın'ın omzuna çenesini yaslamış bana hevesle bakarken dayanamadım ve kolumu onlara uzattım. Hayat hemen gelip sarılırken Yalın emin olamamış olacak ki adımları sarsıldı. O gelip gelmemek arasında gelip giderken "Yalın," dedim. Bana bakınca gözlerimle çağırdım onu. İç geçirdi, sakin adımlarla yanıma geldi ve Peri ve Hayat'tan boşa çıkan sırtıma sarılıp yanağını başıma yasladı. Dördümüz iç içe geçmiş halde sarılıp özlemimizi dindirirken Şafak ve kardeşi bize ifadesiz bakışlarla bakıp önümüzden geçtiler. Onların arkasından Alp bakışlarını bize hiç değdirmeden başı önünde bir şekilde peşlerinden içeri geçti. Kapının önünde birbirimizi daha da sıkı sardık.

"Böyle hissetmeyeli bayağı olmuş," dedi Hayat. Gür saçlarından öptüm. Kedi gibi sırnaşıp yanağını omzuma sürttü.

Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. Uzay'a onları peşinden sürüklediği için her ne kadar kızsam da yeniden bir arada olmaları iyileştirici bir güçteydi. Yılların sebep olduğu bu uzaklıkları yan yana dinerdi belki. Onları daha sıkı sardım. Başımı eğip Yalın'ın yanağına yanağımın denk düşmesini sağladım.

"Size kızacağım ama şimdi değil. Benden kurtulma şansınız yok!" Hayat başını kaldırıp suçlayıcı bakışlarını Peri ve Yalın'a çevirdi.

"Ben tamamen bu ikisinin ve diğer üçlünün manipülasyonları yüzünden buradayım mavişim. Suçsuzum." gözlerimi devirmekle yetinmedim Hayat'a baygın baygın bakıp "hı hı kesin," dedim.

"Hayat bir kere ya bir kere götün başın oynamasın," Yalın'ın serzenişine güldüm. Hayat omuzlarını silkip sırıtarak Yalın'a baktı.

"O dediğin olmuyor maalesef hayatım," Yalın, Hayat'ın başına bir tane geçirecekken Hayat anında iki adım geriledi.

"Tamam rahat durun ne yeri ne zamanı," dememe kalmadan içeriden "aile saadetiniz bittiyse buraya alalım sizi bir zahmet Toral!" diye bağırdı Şafak. Çocukların bakışları sesin geldiği yöne doğru döndü.

"O gıcığın abisi olduğu o kadar belli ki," dedi Hayat burun kıvırarak. Yalın onaylayan mırıltılar çıkarınca Şafak'ın kardeşleriyle enerjilerinin tutmadığını anladım. Hoş, tutulacak gibi de değildi... Yalın ve Hayat söylenmeye devam ederken Peri ses etmedi. Kolları belimde, başı göğsümdeydi. Saçlarını geriye doğru atıp çenesinden tuttum ve yüzünü kaldırdım. Gözlerimiz birkaç saniye birbiriyle dans edince Peri gülümsedi.

"İyiyim abla..." dedi. Bir bakışıyla tüm sorularımı, endişelerimi elbette anlamıştı. Güçlü bir nefesle omuzlarımı dikleştirip silkelendim. Peri'yi bırakıp çocukların önüne geçtim. Gözlerimi hepsinde gezdirdikten sonra tüm ciddiyetimi takınıp konuştum.

"Tamam... Haydi geçelim içeri!"

Ben önde onlar arkamda salondan bozma odaya girdik. Şafak odanın içerisinde volta atıyor, kardeşi fazlasıyla rahat bir şekilde koltukta oturuyor Alp ise el pençe bir duruşla Şafak'ın iki adım gerisinde ayakta dikiliyordu. Şafak bizi fark edince durdu. Gözleri arkamda oyalandıktan sonra kendi kardeşine baktı.

"Ekin nerede?" dediğinde kız omuzlarını silkip kucağındaki bilgisayarla uğraşmaya devam etti.

"Ekim! Kardeşin nerede?" soruyu sorar sormaz Ekim'in yanına adımladı ve önünde durdu. Ellerini kızın oturduğu koltuğun kenarlarına bastırıp üzerine doğru eğildi. Uzay, Dağhan ve Andre'yi sormak için başımı arkama çevirdiğimde bakışlarının Alp'te olduğunu görünce Alp'e döndüm. Bizim tarafa asla bakmıyordu. Boğazımı peş peşe temizleyip iki adım attım ve çocuklara dönüp elimle Alp'i işaret ettim.

"Bu arkadaş Alp. Koruma kendisi." dediğimde sesimdeki ciddiyet eğretiydi. Kurduğum saçma cümlede kulak tırmalayacak cinstendi. 

Yan yana duran üçlü bir bana bir de arkamdaki Alp'e baktıktan sonra kıstıkları gözleriyle birbirilerine baktılar. Hayat dayanamayıp yeniden bana baktıktan sonra "koruma?" dedi.

"Arkadaş?" dedi hemen ardından Yalın.

"Alp?" Peri'nin agresif çıkan sesiyle Alp kısa bir an başını kaldırıp ona baktı ama hemen önüne dönüp duruşunu daha da dikleştirdi.

"Bu arkadaşta Şafak Yarkın. Uzay'ın arkadaşlarının abisi," dedim farklı bir konuya parmak basarak.

"Orasını anladık abla," dedi Yalın ters bir tavırla. Alp'te olan bakışlar Şafak'a kaydığında bende omzumun üzerinden Şafak'a baktım. Aynı pozisyonda kardeşiyle konuşmaya çalışıyordu lakin karşısındaki genç kız fazlasıyla ketum gibi duruyordu. Bizim varlığımızı unutmuş gibilerdi. Tekrar çocuklara dönüp eve girdiğimden beri varlıklarına dair hiçbir ize rastlamadığım kuzenlerimi sordum.

"Uzay nerede? Dağhan, Andre." Hayat ve Yalın aynı anda Peri'ye bakınca bende ona baktım. Başı eğikti. Ellerini göğsünde bağlamış, uzun saçları yüzünü kapatmıştı.

"Neler oluyor?" dedim.

Hayat ve Yalın bu kez birbirilerine baktılar. Bir haltlar döndüğü aşikardı. İkiye bölünmüş gibi duruyorlardı. Üçü buradaydı. Diğer üçlü kim bilir neredeydi... Stres basan bedenimi hareket ettirip onlara yaklaştım ama benden önce Şafak hareketlenmiş olacak ki onu tam önümde çocukların karşısında buldum.

"Neredeler?" hesap soran kaba sesiyle yüzümü ekşittim. Onu kolundan iteklediğimde boşluğuna gelmiş olacak ki o koca bedeni çok hafiften de olsa sarsıldı. Çocukların önüne geçtiğimde öfke saçan bakışlarının hedefi ben oldum.

"Kardeşlerimle muhatap olurken bağırarak konuşma Yarkın!" adeta yerleri titreten adımlarıyla önüme gelip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Kıstığı gözlerini kırpmadan gözlerime dikip sıkılı dişlerinin arkasından konuştu.

"Yoklar Toral. Ekin yok, Uzay yok, Andre yok, Dağhan yok!" burnumun ucunu kaşıyıp umursamaz bir bakış attım ona. Onun sınırını ihlal edip yüzümü burnun dibine kadar uzattım.

"Farkındayım, sen kendi kardeşinle konuş ben kendi kardeşlerimle. Okey?" kırmızı görmüş boğadan hallice olan yüzü bir an beni güldürmek istese de dudaklarımı birbirine bastırıp kendimi dizginledim. Sinirinden kızarmaya başlayan teni bu düşüncelerimi destekler cinstendi.

"Sen bir uzaklaş ablamdan!" Yalın'ın aramıza uzanan eli Şafak'ın omzuna dokundu ve onu ittirdi. Şafak milim bile kıpırdamazken bakışlarını Yalın'a çevirdi. Onu baştan aşağı süzdükten sonra dudağının kenarı alayla kıvrıldı. Gözlerini yeniden bana çevirip kelimeleri tane tane telaffuz ederek konuştu.

"Kardeşlerinle konuş ve nerede olduklarını öğren Toral."

Arkasını döndü ve kız kardeşinin yanına ilerledi. Arkasından devirdiğim gözlerimi önce Yakın'a sonra Hayat ve Peri'ye çevirdim. "Konuşabileceğimiz bir yer var mı?"

"Mutfağa geçebiliriz," dedi Peri ve arkasını dönüp yürüdü. Hayat ve Yalın da peşlerinden ilerleyince dudaklarımı dilimle ıslatıp nefesimi gürültüyle bıraktım.

Şafak Yarkın'ın sesleri yeniden yükselmeye başlayınca onlara baktım. Ekim başında dikilmiş bağıran adama o kadar tepkisizdi ki onu takdir edemeden duramadım. Umursamazlığı üst seviyelerdeydi. Şafak'taki gözlerimi kardeşine indirdiğimde göz göze geldik. Çatık kaşlarının altından bana bakan kahverengi gözleri cansızdı. Henüz yirmilerinin başında gibi gösterse de çok daha büyük hissettiriyordu. Artık bedeni genç, ruhu yaşlı olanları tanıyabiliyordum.

"Ekim'di değil mi?" kaşları daha çatıldı ama bir itiraz ibaresi göstermedi. Başımı sallayıp önüme döndüm. Aklıma gelen şeyle içimden gülüp Ekim'e "mutfağa gel lütfen!" diyerek çocukların peşinden mutfağa yürüdüm. Duyduğum hışırtılarla gülümsedim. Şafak Yarkın'ın etkisizliği tam olarak buydu. Kardeşi onu bir yerlerine takmazken benim sözümü dinleyip peşimden geldiği için kudurduğuna emindim.

Mutfağa girdiğimde Peri ve Hayat masada oturuyor, Yalın ayakta sağ sola yürüyordu. Yanlarına ilerleyip masanın başında durdum. Sert ifademi takınıp tek tek gözlerine baktım. Hayat anında gözlerini kaçırırken Peri aynı bakışlarla cevap verdi. Yalın ise gergindi.

"Ne haltlar karıştırdığınızdan başlayalım ne dersiniz?" birbirilerine baktılar. Peri iç çekerken Yalın ensesini, Hayat ise yanağını kaşıdı. Kaçış yolları arıyorlardı ama tüm yollarını itinayla kapatmak benim için zor değildi.

Mutfakta duyulan adım sesleriyle bakışları kapıya döndü. Ekim kapıyı kapatıp yanımıza geldi. Kucağındaki bilgisayarıyla tabletini masaya bırakıp Peri'nin yanındaki boş sandalyeyi çekip oturdu. Çocukların ondan hazzetmediği belliydi. Hoş, Ekim'inde aynı duyguları paylaştığı ayan beyandı.

"Abin mutfağı basmaz umarım," dedi Yalın. Ses tonu, bakışı, duruşu bile Ekim'e karşı bir meydan okumaydı.

"Bilmem, sağı solu belli olmaz onun," Ekim'in cevabıyla peş peşe devrilen gözlere gülmeden edemedim. Alınımı ovalayıp boğazımı temizledim ve sakin bir tebessümle Ekim'e elimi uzattım.

"Resmi olarak tanışmadık. Canan Ahsen Toral, ben. Bu baş belalarının ablasıyım..." Ekim'in gözleri ona uzattığım elimde ve yüzümde gidip geldi.

"Baş belaları olduğu konusunda hem fikiriz," dedi ve uzattığım elimi tutup "Ekim Yılmaz, Uzay'ın yakın arkadaşıyım."

Yılmaz! Ekim Yılmaz. Bu beklemediğim bir şeydi. Ekim ve ikizi Şafak'ın kardeşleriydi. Soy adlarının neden farklı olduğunu bilmiyordum. Ekim ne düşündüğümü anlamış olacak ki derin bir iç çekip "konumuz sizin aile meseleniz, bizim değil!" dedi.

"Peki," deyip elimi geri adım attım. Ellerimi belime yasladım. Gözlerimi yeniden hepsinde gezdirdikten "anlatın bakalım her şeyi en başından!" dedim.

"Anlatılacak çok bir şey yok. Uzay bize bir teklifle geldi bizde kabul ettik," dedi Ekim. Diğerleri de ona katıldıklarını göstermek amacıyla başlarını salladılar.

"Detaylar Ekim, detaylar." dudaklarını büzüp sol omuzunu silkti. Bir cevap vermeleri için benimkilere baktım ama görünmez fermuarlar çoktan çekilmişti. Derin bir solukla ciğerlerimi doldurup sakince bıraktım.

"Uzay'a sadık kalmak isteyişinizi anlıyorum, saygı duyuyorum. Ama..." kelimeleri toparlamak adına zaman tanıdım kendime. Alt dudağıma dişlerimle sataşıp burnumu kaşıdım. Hepsinin bakışları üzerimdeydi.

"Karşımızdaki insanlar tehlikeliler. Gerçekten tehlikeliler, bunu bildiğinizi biliyorum ama ne kadar farkındasınız emin değilim," Yalın'a, Hayat'a ve Peri'ye baktım ve bakışlarımı onun üzerinde sabit tuttum.

"Şimdi sizi korumam için ve eğer başları beladaysa diğerlerine yardım etmem için her zaman yaptığınızı yapın ve bana güvenin!" Birbirlerine baktılar. Hayat başını sallayıp konuşmayı ilk kabullenen olurken Yalın ve Peri birbirilerine bakmaya devam etti.

"Ben susmanız, çekinmeniz gereken birisi değilim. Canan'ım... Bırakın yardım edeyim. Hem ne demişler," dediğimde hepsinin bakışları beni buldu. Gülümseyerek cümlemi tamamdım.

"İki, birden her zaman güçlüdür..."

Peri'nin kıvrılan dudaklarıyla rahat bir nefes aldım. Masaya yaslı olan ellerini birbirine kavuşturup masanın kenarına dayadı ve her daim titreten gözbebekleriyle bana baktı. Konuşacağını anlayınca tüm dikkatimi ona verdim.

"İspanya'ya gittikten bir hafta kadar sonra evimde bir gül demeti ve not buldum. Notta intikam istiyorsam Mersin'e gitmem yazıyordu. Bende gittim. Hepimize aynı nottan göndermiş Uzay. Ekim ve Ekin'in işlettiği spor salonunda toplandık ve buradayız işte," dedi.

"Spor salonundan buraya gelme aşaması?" dediğimde Peri yutkundu. Ekim'in kısık kıkırtısı etrafa yayılınca Peri ona ters ters baktı.

"Uzay kendince bir araştırma yapmış. Bu süreçte de Ekin ve Ekim yardımcı olmuş. Bir de Kurt diye bir adam var. Buraya geldiğimizde amacımız bir açık yakalamaktı ama işler biraz ters gitti," dedi Yalın araya girerek. Göz temasımızı kesmeden konuşmaya devam etti.

"Kurt denilen adam, Dünya'nın katiliyle bağlantılı bir adam bulmuş. Uzay ve Dağhan onunla görüştüler ama pek iç açıcı değildi," dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Neden?" sorum karşısında yine birbirilerine baktılar.

"Çünkü o it evlenecekmiş," dedi Hayat konuşmamıza dahil olarak.

"Bir dakika bir dakika!" dedim. Duyduklarımı idrak etmek için duraksadım. İt diye bahsettikleri Dünya'nın katilinden başkası olamazdı. Burnumun ucunu kaşıdım. Kirpiklerime sataşan kaküllerimi geriye tarayıp yeniden odaklandım.

"O yüzden burada değiller," başlarını salladılar.

"Ne yapacaklar?" dediğimde Hayat'ın sesli yutkunuşu endişelenmeme neden oldu.

"Ne yapacaklar dedim?"

"Kızı kaçıracaklar," dedi Ekim sessizliğine son vererek.

"Ne?"

"Evleneceği kızı kaçıracaklar," dedi Ekim bir kez daha.

"Ne?" bu sefer ki tepkim daha sert, daha yüksekti.

"Uzay, Ekin, Dağhan ve Andre. Ah, Kurt'u da unutmamak lazım gelini kaçırmaya gittiler," dedi Ekim daha da açıklayıcı bir tavırla.

"Siz ne dediğinizin farkında mısınız?" senkronize bir şekilde başlarını salladılar.

Nefes alıp verdim. Ellerim belimde sağa sola yürüyüp duyduklarımı sindirmeye çalıştım. Uzay ile konuşmalarımızın çok uzağındaydık. Herkesi peşine takması bir yana kendisini de tehlikeye atıyordu. Parmaklarımı sinirle saçlarımdan geçirip yeniden masadakilere baktım.

"Kimden çıktı bu şahane fikir?" Ekim dahil herkesin bakışı Peri'ye kayınca şaşırmadım. Böyle müthiş fikirler elbette ondan çıkardı.

"Bakma öyle abla. Oldukça mantıklı bir şey yaptık," diyerek kendisini savununca sinirle doldum. Mantık her zaman korunaklı, güvenli yolları seçenek haline getirmiyordu.

"Neyi mantıklı tam olarak pamuk?" dediğimde ofladı. Yalın ve Hayat'a bakıp kollarını göğsünde bağladı.

"Gerçekten mantıklı bu arada," dedi Elim. Peri'nin inanamayan bakışları anında ona dönerken diğerleri de şaşkınlıkla Ekim'e baktılar. Ekim'de dolanan gözlerimi kardeşime çevirdim.

"Neymiş mantıklı olan anlat," başını salladı. Omuzlarını dikleştirerek oturup gözlerini gözlerimden ayırmadan konuşmaya başladı.

"Biz hep bu işlerin altında bir aile var diye biliyorduk  ya o aile aslında tek değilmiş," Peri'deki bakışlarım diğerlerinde hızlı hızlı dolandı. Hepsinin yüzünde sıkıntının izleri vardı. Bilmediğim şeyler dönüyordu. Anlaşılan Uzay'ın bana anlatmadığı çok şey vardı.

"Ne demek bu şimdi düzgün anlatın şu meseleyi?" dedim. Yalın, ensesini tekrar tekrar kaşıyıp oflayarak nefeslenip kollarını masaya yaslayarak bana baktı.

"Üçe bölünmüş büyük bir aile var ortada abla. Birisi Balkanlar'da diğeri Orta Asya da en büyüğü de Rusya'da resmen teşkilatlanmışlar. Her türlü illegal işleri döndüren suça bulanmış üç aile ve... Ve Dünya'yı öldürenler bu üç aileye mensup..." havada kalan taşlar yerine oturdu. Bakışlarımı Peri'ye çevirip "kaçırdıkları kız bu üç aileyle bağlantılı mı?" dediğimde başını salladı.

"Büyük ihtimalle üç ailenin de önem verdiği ya da sus payı gördükleri biri. O kız yanımızda olacak. Böylelikle bizim elimizde de onlara karşı bir kozumuz olmuş olacak," dedi Peri. Yürüttükleri mantık doğru gibi görünüyordu ama ihtimaller denizinde boğulmakta vardı.

"O kızı almaya gittiler. Düğünden mi?" başlarını salladıklarında kalbimin atışı hızlandı.

"Yani hepsi, üç ailede oradayken?" yine başlarını salladıklarında içim sıkıntıyla doldu. İleri geri yürüdüm. Kalkıştıkları bu iş tehlikeliydi. Fazla tehlikeliydi. Çocuklara baktım, tavana baktım. Sonra da dönüp kapalı kapıya baktım. Bu işi halledebilecek bir kişi vardı.

"Şafak!" bağırarak kapıyı açıp mutfaktan çıktığımda Şafak'ı mutfağın karşısındaki duvara yaslanmış bir halde buldum. Kolları göğsünde bir ayağı diğer ayağının önünde öylece duruyordu.

"Duydun mu?" dediğimde başını salladı.

"Bunlar çıldırmış! Ne yapacağız?" yüzüne yerleşen ifade rahatsız ediciydi. Huzursuzluğu tüm bedeninden yayılıyordu. Sıkılmış, bunalmıştı ve tahammülsüzlüğü kara gözlerine sirayet etmişti.

"Gideceğiz!" dedi. Başımı salladım.

"Gideceğiz. Gidelim haydi!" sustuğumda kafamın içinde ismi yankılanıyordu. Ona daha demin ismiyle seslenmiştim. Dilimi ısırdım istemsizce. Adının telaffuzu benim dilimden dökülünce kulaklarıma farklı gelince bir an afalladım.

Şafak beni umursamadan yaslandığı duvardan sıyrılıp yanımdan geçti ve mutfağa girdi. Arkasından birkaç saniye bakıp arkasından yürüdüm. Masanın başında yan yana ayakta durduğumuzda arkamızdan gelen adım seslerini duyunca başımı çevirdim. Alp mutfağın girişindeydi.

"Düğün Molnar ailesinin evinde mi olacak?" başımı Şafak'a çevirdim. Ellerini masaya yaslamış kıstığı gözleriyle çocuklara bakıyordu. Molnar diye bahsettiği aile büyük ihtimalle üç aileden birisiydi. Sinirle doluydum ama belli etmemek için çabaladım. Sonraya bıraktım. Molnar Ailesinin kim olduğunu biliyordu. Tabii ki biliyordu. Uzay ile yan yana geldiğimde gerçek hislerimi belli etmemek adına taktığım maskeleri çıkaracaktım.

"Evet, orada." dedi Yalın ifadesiz sesiyle.

"Kaç kişiler?" Şafak'ın sesi git gide daha da hırçınlaşıyordu. Gözlerim istemsizce üzerindeydi. Masaya ellerini yasladığı için gerginleşen omuzları fazla alan kaplıyordu. Konuştukça çenesi seğiriyor, kaşlarını çattıkça alnı kırışıyordu.

Kim?" diyen Hayat oldu. Şafak başını hareket ettirmeden bakışlarını Hayat'a çevirdi.

"Uzay ve Ekim. Başka?"

"Dağhan ve Andre de onlarla. Bir de Kurt var," dedi Peri. Şafak'ın seğiren çenesi durdu. Kasılan bedeni kendisini çene çizgisinde belli ediyordu. Çatılan kaşlarını düzeldiğini göz kenarlarında yumuşayan kırışıklarından anladım.

"Kurt kim?" Şafak'ın sesi saniyeler öncesine kıyasla daha sakin ve temkinliydi. Bu karşısında bir kız olduğu için böyle değildi. Kız kardeşiyle; Hayat ve Yalın'la konuşurken kullandığı o sert tavırdan dahi daha sert bir tutumla konuşmuştu. Hatta Minel ile bile daha kötü iletişim kurmuşken bu tavrının sebebini Peri'nin özel birey olmasına bağladım. Ama açıkçası bu tavır onda fazla emanet duruyordu.

"Bir arkadaş," dedi Ekim. Şafak sinirle homurdandı. Dilini ıslatıp gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Konuşacağını anladığımda koluna dokundum. Bakışları yüzüme düştüğünde "uzatmasak ve bir an önce yola çıksak!" dedim.

"Hiç aramadılar," Şafak ile aynı anda Yalın'a döndüğümüzde Yalın masanın üzerinden uzanıp hızlıca Ekim'in önündeki bilgisayarı kendisine çekti ama Ekim öne atıldı ve bilgisayarı ekranından tutup kendisine çekti. Yalın ile Ekim bir inatlaşmaya girip bilgisayarı aralarında çekiştirirken Peri araya girip bilgisayarı sıkıca tutup Şafak'la benim önüme doğru itekledi ve bilgisayarı bize döndürdü.

"Konum güzergahı, kalacakları yer, Molnar Ailesinin evi hepsi burada!" bilgisayar ekranında arazi haritası vardı. Arnavutluk üzerinde belirli yerler işaretlenmişti. İki kırmızı nokta ise yan yana durmuş bir vaziyetteydi.

"Alp!" dedi Şafak.

Alp anında hareketlenip yanımıza geldi ve bilgisayarı kendine çekip cebinden telefonunu çıkarttı. Bilgisayardaki verileri telefonuna aktarmaya başladığında Ekim'in yerinde huzursuzca kıpırdandığını fark ettim. Bu durumdan hiç hoşnut değildi.

"Karadağ üzerinden gitmişler abi. Önce uçakla sonrasında arabayla devam etmişler," Alp'in söyledikleriyle Şafak başını salladı. Ellerini masadan çekip belinin iki yanına yasladı ve gözlerine bana dikti.

"Yakalanırlarsa ya da yakalanmışlarsa cesetlerini bile vermezler," dedi. Kalbim korkuyla gümbürdedi. Endişem yüzüme nasıl yansıdı emin değildim ancak Şafak'ın ifadesi değişti. Sert bakan gözleri bir anlığına kendinden ödün verdi ve bana anlayışla baktı. Ya da ben öyle sandım. Öyle sanmak istedim...

"Düğün yarın," diye mırıldandı Ekim. Şafak gözlerini benden kaçırdı ve kardeşine baktı. Başını aşağı yukarı sallayıp zaten dik olan omuzlarını daha da dikleştirip kara bakışlarını bana yeniden çevirdi.

"Vaktimiz yok. Hızlı ol," dedi ve yanımdan geçip gitti. Ekim'i kolundan sertçe tutup sandalyeden kaldırdı ve arkasında sürükleyerek mutfaktan çıkardı. Ekim'in kulağımda çınlayan küfürleriyle yüzümü ekşitsem de Şafak Yarkın'ın bu küfürleri hakkettiği su götürmez bir gerçekti.

"Alp idi değil mi senin adın?" dalıp gittiğim boşluktan irkilerek sıyrılmamı sağlayan Peri oldu.

Sesinde örtbas edemediği merak vardı. Tenha köşelerde sakladığı acımasızlığı kıyıdan köşeden sesine sataşıyordu. Ona baktım. Kollarını göğsünde bağlamış, çok sevdiğim mor menekşeleri Alp'in yüzünde geziniyordu.

"Evet efendim. İsmim Alp," dedi Alp. Mesafeli, soğuk ve ciddiydi. Sesinin ısındığı, tavırlarının yumuşadığı tek insan Şafak'tı.

"Alp... Pehlivan, cesur, kahraman. Bir de Yiğit demekti anlamı değil mi?" Alp yutkundu. Başını sallayıp gözlerini Peri'den kaçırdı ve bilgisayar ekranına boş boş baktı.

"Evet, yani sanırım öyle bir şey..." Peri, titreyen bakışlarını kırpıştırarak Alp'ten çekti ve başını çevirip küçük pencereden dışarıya baktı. Kardeşimde olan bakışlarımı hemen önümde oturan Alp'e çevirdim. Yüzünü tam göremesem de bedeninin kasıldığını ve bu ortamdan rahatsızlık hissettiğini görebiliyordum.

"Her neyse," dedim kendi kendime.

Alp bilgisayarın başından kalkıp yanımda durdu ve "ben dışarıda sizi bekliyorum Canan Hanım," diyerek mutfaktan geldiği gibi çekip gitti.

"Abla?" güçlü bir solukla kendimi toparlayıp onlara döndüm. Üçünün de soru dolu bakışları üzerimdeydi. Gülümsedim. Masanın etrafında dolanıp yanlarına gittim. Hepsini sakince öptükten sonra Peri'nin yanına oturdum ve onu kollarımın arasına aldım.

"Sanırım şu an burası güvenli bölge. Ekim ne kadar güvenilir bilmiyorum ama ben size güveniyorum. Diğerlerini bulup buraya gelene kadar birbirinize sahip çıkın, kollayın. Her zaman yaptığınız gibi tamam mı?" sessizliği tercih ettiler. Yalın gözlerini Hayat ve Peri'de gezdirdikten sonra bana baktı ve göz kırptı.

"Merak etmek abla. Burası güvenli. Birbirimizi de kolluyoruz," dediğinde gülümsemem büyüdü. Peri'nin saçlarında dolanan parmaklarımı koluna indirip beyaz tenini aşağı yukarı okşadım.

"Döndüğümüzde her şeyi daha detaylı en başından konuşacağız kurtuldum sanmayın, bu Sherlock Holmes hevesiniz gözümden kaçmadı," kıkırtıları yükselince huzurla doldum. İçinde bulunduğumuz karmaşık olay her ne kadar hepimizi endişelendirse de bir aradaydılar ve bu hepsini iyi gelmiş gibi görünüyordu. Dolan gözlerimi kırpıştırıp başımı Peri'nin saçlarına gömdüm ve defalarca öpüp kokusunu uzunca soludum.

Peri kollarını belime sarınca çenesinden tutup yüzünü yüzüme çevirdim. Gözlerinin altını okşadım. Yaşadığı uyku sorunlarının izleriydi bu morarmalar. Uyumak bir zamanlar en sevdiği şeyken şimdi en nefret ettiği şey haline gelmişti.

"Toral gitme vakti!"

İçinde bulunduğum bu huzurlu an Şafak Yarkın'ın sesiyle tuzla buz oldu. Yüzümdeki tebessüm silinir, bakışlarım donuklaşırken Peri'yi bıraktım ve oturduğum sandalyeden kalktım. Derin bir nefes alıp sakince bırakıp çocuklara tek tek bakıp hepsine hızlıca sarıldım.

"Dediğimi unutmayın. Birbirinizi koruyun tamam mı?"

Merak etme abla. Sen de bize mutlaka haber ver," ne olacak bilmiyordum. Gittiğimde neyle karşılaşacak, ne göreceğimi bilmiyorken istedikleri o haberleri nasıl verirdim pek bilmiyordum açıkçası. Yine de başımı salladım. Omuzlarımı gergince dikleştirip karşılarında her zaman gördükleri o Canan'ı gösterdim onlara.

Onların bildiği Canan güçlüydü.

Onların bildiği Canan sarsılmazdı.

Onların bildiği Canan düşmezdi.

Yenilmezdi, pes etmezdi, durmazdı, kaybetmezdi, ağlamazdı.

Ama onlar Ahsen'i bilmezlerdi...

Onlar beni nasıl biliyorsa öyle durdum karşılarında yine. Güzel, masum yüzlerini kısacık zamanda aklıma kazıyıp son kez Peri'ye sarılıp şakağının kenarını öptüm.

"Pamuğum, bu kot kafalılar sen de." kırık bir gülüşle başını sallayıp avcunu yanağıma yasladı.

"Kot kafalılar, pamuğum sizde." Yalın ve Hayat aynı anda ayaklanıp yanımıza geldiler. Hayat beni sıkıca sarınca Yalın'ın elini uzanıp tuttum. Aralarında teması sevmeyen oydu. O bir tek Peri ile sarılmayı, onun omzuna yaslanmayı, onun yanında uyumayı severdi.

Başımı çevirip kapısı açık kapıya baktım. Görünürde ne Şafak be Ekim vardı. Çocuklara tekrar dönüp kısıkça konuşup "bir terslik olursa eğer Doğu dayımı arayın tamam mı? Ne deriz nasıl açıklarız diye düşünmeden direkt dayım aranacak anlaştık mı?" dedim.

"Doğu amcam mı?" dedi Hayat şaşkınlıkla.

"Şttt. Sessiz!" dedim anında. Şaşkın ve anlam veremeyen bakışlarını görmezden gelip yeniden konuştum.

"Ötesi berisi yok, bir şey olduğu an arayacağınız kişi Doğu Uyguroğlu."

Çocuklarla vedalaştıktan sonra evden çıktım. Aklım onlarlaydı, onlarla kalacaktı ama gitmem gerekenler vardı. Uzay, Dağhan, Andre. Ne durumdaydılar bilmiyordum ve bu bilinmezlik dalgalanarak zihnimi ele geçirip tüm bedenimi ve ruhumu rahatsız ediyordu. Uzay'ın yaş tahtaya basmayacağından emindim ama endişelenmekten kendimi alamıyordum.

Sakin olmalı, zihnimi durgunlaştırmalı ve öyle düşünmeliydim. Uzay plansız hareket etmezdi. Önünü, arkasını düşünmeden adım atmazdı. En azından onları bulana kadar kendimi böyle kandırabilirdim.

Boğazıma dolanan görünmez urganı yok sayıp silkelendim ve önüme baktım. Alp kendi arabasında oturmuş uzaklara dalmışken Şafak arabasına yaslanmış ona doğru yürümemi izliyordu. Aramızdaki mesafe azaldığında doğruldu. Bana doğru adımlar atıp durduğunda ben de durdum. Koyu gözleri bedenimi süzdükten sonra yüzümde uzunca dolandı ve kara bakışları gözlerimde duraksadı.

"Ne?" dediğimde dudakları kıvrılır gibi oldu ama saliselik bir görüntüydü.

"Şeytanın inine gidiyoruz. Kafana buyruk davranma, boş laf etme, sınırlarımı zorlama ve..." deyip sustu. Yüzüne yüzüne asıl şeytanın o olduğunu bağırmak ve inine çoktan girdiğimizi söylemek istedim.

Bazı şeyler açıktı. Bazı şeyler gün yüzündeydi. Ama ben nasıl sessizliğe sığınıyorsam o da bilmezliğe sığınıyordu. Aramızda örülü duvarlar vardı. O duvarların arkasında bilmediğimizi sandığımız işler dönüyordu ama farkındaydım. Ben Şafak Yarkın'ın ördüğü duvarlarının arkasını nasıl görüyorsam o da görüyordu. Aramızdaki bu sessiz anlaşma gittiği yere kadar gidecekti.

"Ve?" dedim devam etmesini istediğimi belli ederek. Yüzümde dolanan gözlerini gözlerime çıkarttı ve karanlığını mavilerime demirledi.

"Arkamda olursan seni korurum," dedi ve bana bir adım attı. Bu açıkça bir teklifti.

"Yanımda olursan sana saygı duyarım," bir adım daha attı. Bir adım daha, bir adım daha. Bir nefeslik mesafeydi aramızdaki dağlar. Elleri pantolonun cebindeydi ama bana uzattığı elini görebiliyordum.

"Karşımda olursan acımam. Harcarım seni Toral!" bu sefer adım atan ben oldum. Alnım çenesine çarpınca duraksayıp başımı geriye çektim ve yüzüne baktım.

"Yanındayım Yarkın. Tam yanında, yamacındayım!" dedim karşısında dimdik dikilirken. Hep öyle olacaktı. Ben onun hep karşısında olacaktım. O istediği kadar beni yanında, arkasında sanabilirdi. Ama gerçek buydu ve hep bu şekilde kalacaktı. Ben, Şafak Yarkın'ın her daim karşısında yer alacaktım.

Söylediğim sözlerin onu memnun ettiği aşikardı. Dudağının sol köşesinde can bulmak için çırpınan sırıtışını öyle bir ustalıkla yok sayıyordu ki ifadesizlik maskesi bir an olsun yüzünden düşmüyordu. Bakışları yüzümde dolandı. Bir adım geri attı ve eliyle arabayı gösterip bana arkasını dönüp arabanın etrafında dolandı ve şoför kısmının kapısını açmadan bana baktı.

Arabaya doğru yürüdüm. Arka tarafa geçip kapıyı açtığımda daha demin söylediğim sözleri anımsadım ve açtığım kapıyı kapatıp iki adım geriledikten sonra ön kapıyı açtım ve binmeden önce Şafak'a baktım.

"Sözünün eri olmak önemlidir Toral. Sevdim bunu," dedi ve kendi kapısını açıp arabaya bindi.

Arkasında bıraktığı boşluğa bakındım birkaç saniye. Sık ağaçlarla çevrili Allah'ın unuttuğu bu yeri kimsenin elini kolunu sallayarak bulamayacağına kendimi inandırdım. Arabaya binmeden hemen önce başımı Alp'in olduğu tarafa çevirdiğimde onunla göz gözle geldim. İfadesiz bakışlarını benden çekip arabasını çalıştırdı. İfadesizdi ancak kanında harlanan öfkeyi ve özlemi zar zor zapt ettiğini anlayabiliyordum. Bakışlarım ondan kaçındı. Etrafa tekrar bakıp başımı arkama çevirdim ve mutfağın küçük penceresinden beni izleyen kardeşlerimi gerçek bir tebessümle gülümseyip önüme yeniden döndüm ve Şafak Yarkın'ın yanındaki boş koltuğa yerleştim.

Bakışları beni buldu. Yanında oturuyor oluşum yüzünde tatmin bir iz bıraktı. Göz göze geldiğimizde mavilerimde dolandıktan sonra önüne döndü ve arabayı çalıştırdı.

"Burada tek olacaklar," dedim.

"Tek olmayacaklar, Eren burada." dediğinde başımı sallayıp yola baktım.

Yeni bir yol, yeni bir güzergâhla sıfırdan bir bilinmezliğe sürdü arabayı Şafak. Yol belliydi, hedef belliydi ama önümüz alabildiğine karanlıktı. O karanlığın içinde örselenerek kaybolacağımızı biliyordum.

Belki yok olacak belki de yarım kalacaktık ama yolu belli olan bu karanlıkta kaybolmaktan kaçamayacaktık. Karanlığa mühürlediğimiz sessizlik ise bize asla yolu göstermeyecek içinde sakladığı labirentte bizi esir tutacaktı.

Farkındaydı kaybolacaktı.

Biliyordum kaybolacaktım...

Ama durmadı. Direksiyonu hiç kırmadan sessizliğin tutsaklığında karanlığa sürmeye devam etti...

***  

***


Holaaaaaa

Nasılız bakalım, 

Hikaye, kurgu ve karakter yerine oturana, siz hikayeye alışana kadar bölüm kısa yazmaya karar verdim.  Bölüm uzadıkça yayınlama günü de gecikecek gibi. O nedenle hafta bir kısa (kısa dedim 20-25 sayfa ) bölüm düşünüyorum. 

Gelelim bölüme. 

Yavaş, sindirerek ilerleme taraftarıyım açıkçası.  

Canan ve Şafak hakkında ne düşünüyorsunuz?

Alp hakkında ne düşünüyorsunuz?

Gelecek bölümlere yönelik tahminleriniz var mı ?

Oy ve yorumlarınızı bekliyorummm emeğe saygı lütfen :)

Yeni bölümde görüşürüz. 

Öpüldünüz . 😘

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MERHABA!

ADEN 94. BÖLÜM SONSUZ SONLAR / FİNAL

ADEN 1. BÖLÜM KABUL GÖRMEYEN GERÇEKLER